Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü El Bâtın Ne Demek? Batıniyye Fırkası Musluman mı?

A Çevrimdışı

Abu Jafar

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Bir Hadis´de "O (Allah), Evvel’dir, Âhir’dir; Zâhir’dir, Bâtın’dır.

Ilk üc Dönem ve ondan sonra gelen Alimler el-Batin´i nasil acikladi? Bazilari diyor "(Allah´in) altinda hic birsey yok" diye. Bu dogru mudur? Dogurysa, anlayisi nasil?

 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
BÂTIN :

Bir şeyin içi, gözle görülemeyen tarafı, Allah'ın isimlerinden biridir.
Bâtın kelimesi Kur'an'da değişik anlamlarda kullanılmıştır. Bâtın, her şeyden önce Esmau'l-Husna''dan biridir:
"O evvel (her şeyden önce) dir, Ahir (kendisinden sonraya hiç bir şeyin kalmayacağı son)'dur. Zâhir (varlığı aşikâr)'dır. Bâtın (gerçek mahiyeti insan için gizli) olandır. " (Hadîd, 3)
Ebû Hurayra (r.anh)'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte de Allah Teâlâ'nın doksandokuz ismi olduğu zikredilmiş, bunlardan birinin de el-Bâtın olduğu belirtilmiştir. (Tirmizî, Daavat, 82).
Bâtın, bazı ayetlerde de gizli anlamınadır: "Günahın gizlisini (bâtın) de açığını (zâhir) da bırakın!" (En'âm, 120)
" Âçık ve gizli olarak size bolca nimetler ihsan ettiğini görmez misiniz?" (Lukmân, 20).
Râğıb el-Isfahânî, son ayette geçen zâhirî nimeti peygamberlik müessesesi; bâtınî nimeti de akıl olarak yorumlamaktadır. (el-Mufredât fî Garîbi'l-Kur'an, Mısır 1970, s. 97)

Zâhirî nimeti sağlam vücûd, bâtınî nimeti güzel ahlâk olarak anlayanlar da vardır.
Bâtın, hadislerde genellikle bir şeyin içi anlamında geçmektedir. Meselâ, "batınu'l-keff elin içi, "bâtınu'l-kademeyn" ayağın çukuru demektir.
Hadislerde Bâtın'a, Cenâb-ı Hakk'ın adı olarak da rastlamak mümkündür. (Ebû Dâvud, Edeb, 95).
Bu isim, Cenâb-ı Hakk'a izafe edildiğinde "kendisini zatı itibariyle gereği gibi tanımak mümkün olmayan zat" anlamına gelir.
Allah'ın "evvel" sıfatı "âhir" sıfatıyla beraber kullanıldığı gibi, "bâtın" sıfatı da "zâhir" sıfatıyla beraber kullanılır. Ayrı olarak kullanılmazlar. (Râgıp el-Isfahânî, el-Mufredât, s. 52).

Allah evveldir; O'ndan evvel hiç bir varlık yoktur. O'nun öncesi mevcut değildir.
Allah âhirdir; varlığının sınırı yoktur. Her şey yok olacak yalnız Yüce Allah bâkî kalacaktır.

Allah zâhirdir; varlığı her şeyden aşikârdır. Çünkü kâinattaki herşey O'nun varlığına delildir. Sıfatlarının tezahürüyle, ilim ve kudretinin tecellisiyle varlığı apaçık olarak bilinmektedir.
Allah "bâtındır", zâtı ve mahiyeti kavranamaz, niceliği ve nasıllığı bilinemez. Allah zatı itibariyle gizlidir. Zatının hakikatı duyu organlarıyla bilinemez. O'nun gizli oluşu, aşikâr oluşunun şiddetindendir. Hakikatı, akıl ve idrakin ihatasına sığmaktan yücedir.

Zâhir ve bâtın kelimelerinin Kur'an'da geçmesi, bu iki kelimenin terim olarak yerleşmesinde etkili olmuş, özellikle fakîhlerle mutasavvıflar arasında bazı munâkaşaların çıkmasına yol açmıştır. Her şeyin bir zâhiri ve bâtını bulunduğunu, ilimlerin de zâhirî ilimler ve bâtınî ilimler olmak üzere ikiye ayrıldığını ifade ederek Cibril hadisi'nde anlatılan "İslâm"ı, zâhir ve dış; "Îman"ı, bâtın ve iç olarak değerlendirmişlerdir. Zâhirî ameller, dış organlarla yapılan amellerdir ki; ibadet, taharet, namaz, oruç, hac, zekât, nikâh ve benzerleri bu gruba girer. Bâtınî ameller ise kalplerin, tasdik, yakin, îman ve ihlâs gibi amelleri, murakabe gibi halleridir.
Sufiler, ihlası târif ederken "kulun fiillerinin zâhir ve bâtında eşit olmasıdır" diyerek zâhirî amellerle bâtınî amellerin dengesine dikkat çekerler. Zâhir ve bâtın dengesinin bâtın lehine bozulması mutasavvıfları ürkütmez; fakat bu dengenin zâhir lehine bozulması mutasavvıfları rahatsız eder. Nitekim Cuneyd el-Bağdâdî'ye nisbet edilen "Zâhirini süslemeye çalışanın bâtını haraptır" sözü bu anlamdadır.

İlmin de ameller gibi zâhirî olanı ve bâtınî olanı vardır. Zâhirî amellere ve görünen şeylere aid açık bilgi ve zâhir ilmi; kalp, gönül ve keşfle ilgili bulunan ilme bâtın ilmi denir. Bu manaya göre ayetlerin de hadîslerin de bir bâtınî tarafı olduğunu düşünmek tabiîdir. Mutasavvıfların, Huzeyfetu'l-Yemân'ın rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfe istinaden "Allah'ın kulunun kalbine yerleştirdiği bir sırr olarak" (Munâvî, Feyzu'l-kadir, IV, 326) nitelendirdiği "ilm-i bâtın" asla ilm-i zâhir'e muhalif olmamalıdır. Nitekim Ebû Saîd el-Harrâz'a atfedilen ve bütün mutasavvıfların ortak kanaati hâline gelen "Zâhire muhâlif her bâtın bâtıldır" (Sulemî, Tabakatu's-Sufiyye, s. 231) görüşü bunu teyid etmektedir.


BÂTINİYYE

Kur'an ve hadislerdeki her zâhirin, açık hükmün bir de bâtını, iç yüzü, herkesin anlayamayacağı gizli tarafı olduğunu ve Kur'an ile hadislerin ancak tevil (yorumlama) ile anlaşılabileceğini iddia eden fırkalara XII. asırdan itibaren toptan verilen isim. Bunlar kendilerinin Şiâ'ya mensup olduklarını iddia ederlerse de, İslâm bilginleri tarafından İslâm dışı kabul edilmiştir. Bâtınîlere, muhtelif vesileler ile verilmiş isimler şunlardır: Karâmıta, Sâibiye, İsmâiliye, Mubarekiye, Bâbekiye.
Bunlar ayet ve hadîslerdeki zâhir (ilk bakışta anlaşılan) manaların kabuk teşkil ettiğini; asıl maksadın, bunların özü olan bâtınî manaların olduğunu söylerler.
Onlara göre zâhirî manaları halk tabakası anlar: Bâtınî manaları ise ancak kendilerince kabul edilen masum imamlar bilir. Ayet ve hadislerin zâhirine tutunup kalan; kayıtlar ve sorumluluklar altında kalmış olur. Fakat bunların bâtınî manalarını anlayabilenler, bu kayıt ve sorumluluklardan kurtulmuş olurlar. Bunlara göre namazın manası imama dua etmek; zekâtın manası kabiliyetli olanları ilme teşvik etmek; orucun manası, zâhir ehlinden ilmi saklamak; haccın manası, ilmi tâleb etmek guslûn manası ahdi yenilemektir. (SubhanAllah!)

Tohumu İbn Sebe tarafından atılmış olup Abbasîler'den Mu'tasım zamanında yaşayan Ahvazlı Meymun tarafından filizlendirilen Bâtıniyye mezhebine ilk defa Muhammed Ali Berkâî, H. 255 yılında takiyyeyi terk ederek alenen davet etti:

Bâtınîliğe, hakikatlerin sadece masum imamın öğretmesi ve telkiniyle öğrenileceğine inandıkları için, "Ta'lîmiyye"; haram olan şeylerden kaçınmadıkları ve farzları yerine getirmedikleri için "İbâhiyye"; içlerinde Allah ve Peygamberi inkâr edenlere "Melâhide"; Cafer-i Sadık'ın oğlu İsmail'i babasından sonra imam tanıdıkları için "İsmâiliyye"; kurucularından Hamdan Karâmıt'a uydukları için
"Karâmita" uyuşturucu olarak haşhaş kullandıkları için "Haşşâşûn" da denilmiştir. Bâtınîliğin isimlerinden biri de "Seb'iyye"dir. Seb'iyye, yedi sistemini benimseyenler demektir. Onlara göre, Adem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed ve Muhammed Mehdi yedi natık (konuşan) dır. Bunların ikisi arasında yedi imam bulunur. Bunlar ilk peygamberlerin şeriatını tamamlarlar. Madde alemini yedi gezegen idare eder.


Davet usûlulleri: Bâtınîler'in gayesi islâm dinini yıkmaktır. Ama inançtarını rastgele herkese açıklamazlar. Gizli bir örgüt gibi çalışırlar. Faaliyetlerini imamları ve dâî (misyoner)leri vasıtasıyle yaparlar. Onlar arasında yedi derece vardır:
1- İmam: Bilgileri doğrudan doğruya Allah'tan alır.
2- Huccet: İmamın ilmini yüklenmiş olan kimsedir.
3- Zû Masse: Çocuğun anasının sütünü emdiği gibi, ilmini Huccet'ten emen kimsedir.
4- Ebvâb: Bunlar daî (misyoner)lerdir. Bu rütbeye ulaşanlara Dâî-i Ekber de denir. .
5- Dâî-i Me'zun: Zâhir ehlinden bu mezhebe girmek isteyenleri kabul eder, bu hususta gereken şeyleri yapar.
6- Mukelleb: Av köpeğinin çalılıklar arasında avını araştırması gibi, zâhir ehli arasına sokulup daveti kabul etmeye müsait olanları bir takım sözlerle kandırıp Dâî-i Me'zun'a götüren kimsedir.
7- Mu'min: Bâtınîliğe inanan kimsedir.


Bâtınîliğin hileleri: Bâtınîliğe mensub olan dâîler insanları kendi mezheblerine davet ederken, onları kandırmak için dokuz basamaklı bir taktik uygularlar. Bunlara Bâtınîliğin hileleri denir. Kısaca şöyledir:

1-Dâî, mezhebine davet edeceği kimseleri çok iyi teşhis etmeli, bu işe müsait olmayanlarla uğraşmamalıdır. Bunun için insanları tanıma kabiliyeti olmalıdır.
2- Dâî kendisini, mezhebine davet ettiği kimselere sevdirmeli, onların dostluk ve itimatlarını kazanmalıdır. Onları dindarlığına inandırmalıdır.
3- Dâî, telkinde bulunduğu kimselere, kendilerini şüpheye düşürmek için cevap veremeyecekleri bazı sorular sorar. Meselâ, kadınlar adet günlerindeki namazlarını kaza ederler de oruçları niçin kaza etmezler? İnsandan meni gelince yıkanılır da idrar gelince niçin yıkanılmaz? Sabah namazı iki rekat olduğu halde akşam namazı niçin üç rekattır? vb.
4- Dâî, yukarıdakine benzer sorularla telkinde bulunduğu kimsede şüphe ve merak uyandırdıktan sonra, onun sorularına hemen cevap vermez. İstek ve merakının derecesini ölçmek için onu bir müddet oyalar. Durumunu uygun görürse, sırları kimseye açıklamayacağına dair söz alır, bu işin yeminsiz olmayacağını söyler.
5- Kendisine söylenecek sırları zâhir ehlinden hiç kimseye söylemeyeceğine dair çok ağır yemin alır.
6- Yeminden sonra bile sırları birden söylemez. Gerçeklerin çok ince ve gizli olduğunu bildirir. Bunların akıl ile değil Ehl-i Beyti* seven gerçek ilim adamlarından öğrenileceğini bildirir.
7- Dâî, muhatabına ilk bakışta yadırgamayacağı bazı fikirler telkin eder. "Zâhir kabuk, bâtın özdür."

"Zâhir sembol, bâtın maksut olan manadır." gibi.
8- Dini mukellefiyetleri kaldırma. Dini hükümlerden maksat onların bâtınî manalarını anlamaktır. Bâtını öğrendikten sonra dinin hiç bir kıymeti yoktur, gibi sözlerle bazı dini mukellefiyetler kaldırılır.
9-İtikattan sıyrılma. Yukarıdaki dereceleri atlayan kişi bütün dini yükümlülüklerden kurtulmuş olur. Artık kendisine bütün haramlar helâl kılınmış olur.

Bâtınîlik fikirleri eski Yunan, İran ve Hind düşüncesinden kaynaklanmış, en azından bunların tesirinde kalmıştır.
İslâm'a bağlı oldukları iddiasında bulunmakla beraber müslümanlar arasında imansızlığı ve her türlü kötülüğü yayan bu bâtıl mezheb bağlılarının gayesi insanları saptırmaktır.


Allahu Teâlâ'yı, İslâmî hükümleri inkâr edip Allah'a iman edenleri, Şerîata ve İslâm'a bağlı olanları ataya ve hafife almak onların prensiplerindendir. Gayeleri halkı İslâm kisvesi altında Mecusiliğe davet etmektir. (İzmirli İsmail Hakkı, Yeni Îlm-i Kelâm, Evkaf-ı İslâmiyye Matbaası 1339-1341, 161).


İlgili Konu:

İlm-i Ledun (Batıni İlim) Safsatası

https://www.islam-tr.org/konu/ledun-batin-ilmi-safsatasi.11915/
 
Son düzenleme:
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
"O ilktir, sondur, zahirdir, bâtındır. O herşeyi bilendir." (Hadid 3)

O, her şeyden önce vardır. Her şey yok olduktan sonra kalacak O'dur. Varlığı apaçıktır. Zatı gizlidir. O, her şeyi bilendir.

Allah teala bu âyet-i kerimede kendisinin ezeli ve ebedi olduğunu kuvvet ve kudretinin apaçık görüldüğünü, zatının ise idrak edilemeyeceğini beyan etmektedir.
Mufessirler, Allah teahınin, âyette zikredilen "Zahir" ve "Bâtın" sıfatlarını çeşitli şekillerde izah etmişlerdir.

"Zahir"in manasının. Allanın, ilmiyle herşeyin dışını kuşatması, "Bâtın"ın manasının ise yine Allah tealanın, ilmiyle herşeyin iç yüzünü bilmesi olduğu söylenmiştir. (Ruhini, K.Tefsir ul-Kıır'an, Sure: 57)

Diğer bir kısım âlimlere göre, buradaki "Zahir" ifadesinden maksat, Allah'ın, herşeyin üstünde ve herşeye galip olmasıdır.
"Bâtın" ifadesinden maksat ise, Allah tealanın herşeyin en üst noktasında bulunduğu gibi en alt noktasında da bulunmasıdır. O, herşeye şah damarından daha yakındır.

Ebu Hurayra (r.a.) diyor ki:
"Rasulullah (s.a.v.) yatağına yerleşince şöyle dua ederdi:
"Ey, göklerin Rabbi, yerin rabbi ve herşeyin rabbi olan, taneyi ve çekirdiği yaratan, Tevratı, İncili ve Kur'anı indiren Alhıhım, ben senin, perçeminden yakalayacağın her şer sahibinin şerrinden sana sığınırım. Sen evvelsin, senden önce hiçbir şey yoktu. Sen sonsun. Senden sonra da hiçbir şey kalmayacaktır. Sen zahirsin, senin üstünde hiçbir şey yoktur. Sen bâtınsın, senin altında hiçbir şey yoktur. Sen, benim borcumu öde, fakirliğimi gider.
(Ebu Davud, K. el-Edeb, bab: 98, Hadis no: 505/ Muslim, K. ed-Dua, bab: 61, Hadis no: 2713 / Tirmizi, K. ed-Da’vat bab: 19, Hadis no: 3400)

Taberi bu hususta şu hadis-i şerifi rivayet etmektedir:
"Ebu Hurayra (r.a.) diyor ki:
"Bir gün Rasulullah (s.a.v.) sahabileriyle birlikte otururken üzerlerine bir bulut gelmiş, bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) "Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sormuş, sahabiler "Allah ve Rasulu daha iyi bilir." demişler.
Rasulullah da buyurmuş ki "Bu buluttur. Şunlar da yeryüzünün köşeleridir. Allah teberake ve teala bu bulutu, kendisine şükretmeyen ve kendisine dua etmeyen bir kavme gönderiyor." Rasulullah (s.a.v.) sözlerine devamla şöyle demiştir:
"Üzerinizde ne olduğunu biliyor musunuz?" Onlar da: "Allah ve Rasulu daha iyi bilir." demişler.
Rasulullah (s.a.v.): "Üzerinizde bulunan göktür. O, muhafaza edilmiş bir tavan ve akması önlenmiş bir dalgasıdır." buyurmuştur. Rasulullah (s.a.v.) daha sonra "Sizinle gök arasında ne kadar mesafe vardır?" diye sormuş onlar da "Allah ve Rasulu daha iyi bilir." demişler. Rasulullah ise: "Sizinle onun arasında beş yüz yıllık bir mesafe bulunmaktadır." buyurmuştur. Daha sonra da "Bu göğün üzerinde ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sormuş, sahabiler: "Allah ve Rasulu daha iyi bilir." demişler. Rasulullah da buyurmuştur ki: "Bunun üzerinde iki gök daha varılır. Bunlardan her biri arasında yeryüzü ile dünya seması arasındaki mesafe kadar bir uzaklık bulunan yedi göğü saymıştır. Sonra "Onun üzerinde ne var?" diye sormuş.
Sahabiler: "Allah ve Rasulu daha iyi bilir" diye cevap vermişler. Rasulullah (s.a.v.) ise: "Onun üzerinde Arş bulunmaktudır. Onunla yedi gök arasıdaki mesafe iki gök katının arasındaki mesafe kadardır." buyurmuştur. Rasulullah daha sonra "Altınızda ne bulunduğunu biliyor musunuz?" diye sormuş, sahabiler de: "Allah ve Rasulu daha iyi bilir." diye cevap vermişler. Rasulullah: O, yeryüzüdür." buyurmuştur. Sonra Rasulullah "Yeryüzünün altında ne bulunduğunu biliyor musunuz?" diye sormuş, sahabiler: "Allah ve Rasulu daha iyi bilir." diye cevap vermişler, Rasulullah da: "Onun altında başka bir yer daha vardır. Onların aralarındaki mesafe beş yüz yıllık bir mesafedir." buyurmuştur.
Sonra Rasulullah: Onların her ikisinin arasında beş yüz yıllık bir mesafe bulunan yedi kat yeri saymıştır. Sonra Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Muhammed'in hayatı elinde olan Allaha yemin olsun ki, şayet sizler bir adamı ip ile en altta olan yer tabakasından aşağı sarkıtacak olsanız o, Allaha ulaşır."
Rasulullah (s.a.v.) daha sonra da: "Herşeyden önce var olan O'dur. Her şeyden sonra kalacak olan da O'dur. Zahir olan da (Üstte olan da) O'dur. Bâtın olan da (Altta olan da) O'dur. O, herşeyi bilendir." âyetini okumuştur.
(Tirmizi, K. Tefsiri el-Kur’an, Sure: 57, bab: 1, Hadis no: 3298)

Allah teala, bu âyet-i kerimede, herşeyi bildiğini, hiçbir şeyin, onun bilgisi dışında kalmadığını beyan etmektedir. Bu hususta başka bir âyette de şöyle huyurıılmaktadır:
"Ey Muhammed, her ne durumda olursan ol, Kur'andan ne okursan oku sen ve ummetin her ne iş yaparsanız yapın, onu yapmaya giriştiğinizde biz ona mutlaka şahid oluruz. Gerek yerde gerek gökte zerre kadar bir şey dahi Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki, apaçık bir kitapta kayıtlı olmasın. (Yunus 61)

(Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi)





"O hem Evveldir, hem Âhirdir, hem Zahirdir, hem Bâtındır." buyruğunda geçen isimlerin anlamı hususunda farklı görüşler vardır. Bunların anlamlarını "el-Kitabu'l-Esna" adlı eserimizde açıklamış bulunuyoruz.
Rasulullah (s.a.v.) da bu konuda söz söylemiş, hiçbir kimsenin görüşüne ihtiyaç bırakmayacak şekilde açıklamış bulunmaktadır.
Muslim'in, Sahih'inde Ebu Hurayra'den gelen rivayete göre şöyle buyurmuştur:
"Allah'ım, Sen ilk olansın, Senden önce hiçbir şey yoktur. Sen Âhirsin, Senden sonra hiçbir şey yoktur. Sen Zahirsin, Senden üstün hiçbir şey yoktur. Sen Bâtınsın, Senden öte hiçbir şey yoktur. Borcumuzu öde ve bizi fakirlikten, ihtiyattan kurtar. "
(Muslim, IV, 2O4 ; K. ed-Dua, bab: 61, Hadis no: 2713 ; Tirmizi, V, 472, 51, K. ed-Da’vat bab: 19, Hadis no: 3400 ; Ebû Davud, IV, 312, K el-Edeb, bab: 98, Hadis no: 505 ; ibn Afâce, II, \2V), 1274; Musned, II, 3H1, 536)

Peygamber bu buyruğu ile; "Zahir" ile galib gelmesini "Bâtın" ile de âlim olmasını kastetmiş olmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
"O herşeyi" olmuşu yahut olanı, olacağı "en iyi bilendir." Hiçbir şey O'na gizli kalmaz.

(Ebû Abdullah Muhammed İbn Ahmed İbn Ebî Bekr İbn Farh el-Kurtubî)




"O; hem Evvel'dir, hem Ahir'dir, hem Zânir'dir, hem Bâtın'dır. Ve O, her şeyi Bilendir." (Hadid 3)
Allah Teâlâ göklerde ve yerde bulunan her şeyin, yani canlıların ve bitkilerin zât-ı Süubhânîsini zikrettiğini haber veriyor. Nitekim bir başka âyette : «Yedi gök, yeryüzü ve içinde bulunanlar; O'nu tesbîh ederler. O'nu hamd ile tesbîh etmeyen hiç bir şey yoktur. Ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız.» (îsrâ, 44) demektedir.
«Ve O Azîz'dir.» Her şey kendisine boyun eğendir. «Hakîm'dir.» Mahlûkâtında, emir ve şeriatında hüküm sahibidir. «Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Diriltir, öldürür. Ve O, her şeye kadirdir.» Mahlûkâtına hükmeden mülk sahibi O'dur. Binâenaleyh öldürür ve diriltir. Dilediğine dilediği kadarını verir. Onun dilediği olur, dilemediği olmaz.
«O; hem Evvel'dir, hem Ahir'dir, hem Zânir'dir, hem Bâtın'dır.»
Irbâz İbn Sâriye'nin hadîsinde işaret edilen ve bin ayetten daha efdal olduğu söylenen âyet budur. Ebu Dâvûd der ki: Bize Abbâs İbn Abdulazîm... Ebu Zumeyl'den nakletti ki; o, şöyle demiş:
Abdullah İbn Abbâs'a içinde hissettiğin şey nedir? diye sordum.
O, ne hissediyorsun? dedi.
Ben; Allah'a yemîn ederim ki onu söyleyemiyorum, dedim.
O: şüphelendiğin bir şey mi var? dedi. Ve gülerek; bundan kurtulan hiç bir kimse yoktur ki, dedi.
Nihayet Allah Teâlâ «Sana indirdiklerimizden şüphe ediyorsan, senden önce indirdiğimiz kitabları okuyanlara sor» (Yûnus, 94) âyetini inzal buyurdu da kurtuldum. İçinde bir şey hissedersen; «O; hem Evvel'dir, hem Ahir'dir, hem Zâhir'dir, hem Bâtın'dır. Ve O, her şeyi bilendir.» âyetini oku, dedi.
Mufessirler bu âyette ihtilâf ederek yaklaşık on küsur görüş zikretmişlerdir.
Buhârî der ki: Yahya; her şeyin bilgisi kendisinde zahir olan ve her şeyin bilgisi kendisinde bâtın olandır, der. Şeyhimiz Hafız el-Mizzî dedi ki: Burada sözkonusu olan, Yahya îbn Ziyâd el-Ferrâ'dır. Onun «Maânî'l-Kur'ân» adını verdiği bir kitabı vardır. Bu konuda pekçok hadîs vârid olmuştur. Bunlardan birisi de İmâm Ahmed İbn Hanbel'in naklettiği şu hadîstir :
Bize Halef İbn Velîd... Ebu Hurayra'den nakletdi ki; Rasûlullah (s.a.v.) yatacak zaman bizim için şu duayı okurdu :
Allah'ım, yedi kat göğün ve yüce Arş'ın Rabbı. Bizim Rabbımız ve her şeyin Rabbı. Ey Tevrat'ı, încil'i ve Kur'ân'ı indiren, taneyi ve çekirdeği yaratan, Senden başka hiç bir ilâh yoktur. Senin, boynundan tutup yakalayacağın her şeyin şerrinden Sana sığınırım. Evvel Sensin; Senden önce hiç bir şey yoktur. Âhir Sensin; Senden sonra hiç bir şey yoktur. Zahir Sensin, Senin üzerinde hiç bir şey yoktur. Bâtın Sensin, Seninaltında hiç bir şey yoktur. Borcumuzu bize ödettir ve bizi, fakirlikten kurtar.
Muslim, bu hadîsi Sahîh'inde rivayet eder ve der ki: Bize Zuneyi İbn Harb Suheyl'den nakletti ki; bizden birimiz yatacağı zaman Ebu Salih sağ yanımız üzerine yatıp sonra şöyle dememizi emrederdi:
Allah'ım, göklerin Rabbı, yeryüzünün Rabbı, yüce Arş'm Rabbı, bizim Rabbımız ve her şeyin Rabbı. Taneyi ve çekirdeği yaratan. Tevrat'ı, İncil'i ve Kur'ân'ı indiren. Senin almndan yakalayacağın her şerlinin şerrinden Sana sığınırım. Allah'ım, Evvel Sensin; Senden önce hiç bir şey yoktur. Âhir Sensin; Senden sonra hiç bir şey yoktur. Zahir Sensin; Senin üstünde hiç bir şey yoktur. Bâtın Sensin, Senin altında hiç bir şey yoktur. Borcumuzu bize ödet ve bizi fikirlikten kurtar.
Ebu Salih bu hadîsi Ebu Hurayra kanalıyla Hz. Peygamberden naklederdi. Hafız Ebu Ya'lâ el-Mavsılî de Musned'inde, Mu'minlerin annesi Aişe (r.a.)den buna benzer bir hadîsi nakleder ve der ki: Bize Ukbe...
Mesruk'tan nakletti ki; Hz. Âişe (r.a.) şöyle demiş:
Rasûlullah (s.a.v.) yatağının yapılmasını emrederdi de yatağı kıbleye yönelik olarak serilirdi. Yatağına girdiğinde ne dediği anlaşılmazdı. Gecenin sonuna doğru sesini yükseltir ve şöyle derdi; Allah'ım, yedi kat göklerin Rabbı, yüce Arş'ın Rabbı, her şeyin ilâhı ve her şeyin Rabbı. Tevrat'ı, İncil'i ve Kur'ân'ı indiren. Taneyi ve çekirdeği yaratan, alnından tutacağın her şeyin şerrinden Sana sığınırım. Allahım; Sen öyle bir Evvel'sin ki Senden önce hiç bir şey yoktur. Sen öyle bir Âhir'sin ki Senden sonra hiç bir şey yoktur. Sen öyle bir Zâ-hir'sin ki Senin üstünde hiç bir şey yoktur. Sen öyle bir Bâtın'sın ki Senin altında hiç bir şey yoktur.Bizim borcumuzu ödettir ve bizi fakirlikten kurtar.
Bu hadîsin râvîleri arasında yer alan Sırrı İbn İsmâîl Şa'bî'nin amcası oğludur ve cidden zayıf bir râvîdir. Allah en iyisini bilendir.
Ebu îsâ et-Tirmizî, bu âyetin tefsirinde der ki: Bize Abd İbn Humeyd ve bir başkası —ki her ikisinin de söylediği aynı şeydir— dediler ki: Yûnus İbn Muhammed... Ebu Hurayra'nin şöyle dediğini nakletti:
Rasûlullah (s.a.v.) ashabı ile beraber oturduğu bir sırada üzerlerine bir bulut geldi. Allah Peygamberi buyurdu ki: Bu nedir biliyor musunuz? Onlar; Allah ve Rasulu en iyi bilendir, dediler. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Bu buluttur. Bu, Allah'a şükretmeyen ve O'na ibâdet etmeyen bir kavme Allah'ın gönderdiği su taşıyan devedir. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Üstünüzdeki nedir biliyor musunuz? Onlar; Allah ve Rasulu en iyisini bilendir, dediler. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: O; dünya göğüdür, korunmuş bir tavan ve düşmesi engellenmiş bir dalgadır. Sonra buyurdu ki: Onunla sizin aranızda olanı biliyor musunuz? Orada bulunanlar; Allah ve Rasulu en iyi bilendir, dediler. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: Onun üstünde bir gök vardır. Beş yüz yıllık mesafededir. Hz. Peygamber yedi göğü saydı ve: her birinin arasında yerle gök arası kadar uzaklık vardır, dedi. Sonra buyurdu ki: Bunun üstünde ne vardır biliyor musunuz? Onlar; Allah ve Rasulu en iyisini bilendir, dediler. O buyurdu ki: Bunun üzerinde Arş vardır. Onunla göğün arası iki göğün arası kadar uzaklıktadır. Sonra buyurdu ki: Altınızda ne vardır biliyor musunuz? Onlar; Allah ve Rasulu en iyi bilendir, dediler. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: Onun altında yer yüzü vardır. Sonra dedi ki; Onun da altında ne vardır? biliyor musunuz? Onlar; Allah ve Rasulu en iyisini bilendir, dediler. Buyurdu ki: Onun da altında bir başka yer vardır ki aralan beş yüz yıllık yoldur. Nihayet yedi kat yeri saydı ve her iki yerin arasındaki mesafenin beş yüz yıl olduğunu söyledi. Sonra buyurdu ki: Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yemîn ederim ki; eğer siz bir ipi yerin altına sarkıtacak olsaydınız o Allah'ın üzerine düşerdi. Sonra «O; hem Evvel'dir, hem Âhir'dir, hem Zâhir'dir, hem Bâtın'dır. Ve O, her şeyi bilendir.» âyetini okudu. Sonra Tirmizî, bu hadîsin bu yönden garîb olduğunu bildirir. Eyyub ve Yunus îbn Ubeyd'le Ali İbn Zeyd'den nakledilir ki; onlar bu râvîler arasında yer alan Hasan'ın Ebu Hurayra'den hadîs işitmemiş olduğunu söylemişlerdir. Bazı ilim ehli bu hadîsi yorumlayıp şöyle demişlerdir :
İp; Allah'ın ilmi, kudreti ve saltanatı üzerine inerdi. Allah'ın ilmi, kudreti ve saltanatı ise; her yerde vardır ve O, kitabında vasfettiği gibi Arş'ın üstündedir. Onun sözü burada son buldu.
İmâm Ahmed İbn Hanbel bu hadîsi Suraye kanalıyla... Ebu Hurayra'den nakleder ve onun ifâdesinde; iki yer arasındaki uzaklık yedi yüz senedir, eğer sizden biriniz yedi kat yerin altına bir ip uzatabilseydi, O Allah'ın üzerine inerdi, bölümü yeralır ve ardından da «O ; hem Evvel'dir, hem Âhir'dir, hem Zâhir'dir, hem Bâtın'dır...» âyetini okumuştur ifâdesi yer almaktadır.
İbn Ebu Hatim ve Bezzâr, Ebu Ca'fer er-Râzî kanalıyla... Ebu Hurayra'den bu hadîsi naklederler. Ancak îbn Ebu Hatim hadîsin sonundaki; siz yedi kat yerin altına bir ip uzatabilseydiniz ifadesine yer vermez. Hadîsi şöylece bağlar :
Nihayet yedi kat yeri saydı ve; her iki yerin arasındaki uzaklık beş yüz yıldır, dedi. Sonra da «O; hem Evvel'dir, hem Âhir'dir, hem Zâhir'dir, hem Bâtın'dır...» âyetini okudu. Bezzâr bu hadîsin Hz. Peygamber'den yalnızca Ebu Hurayra kanalıyla rivayet edildiğini söyler. İbn Cerîr Taberî de... Katâde'den nakleder ki; Rasûlullah ve ashabı otururken anîden üzerlerine bir bulut gelivermiş. Rasulullah (s.a.v.); bu nedir biliyor musunuz? demiş... İbn Cerîr Taberî sonra hadîsin devamını aynı Tirmizî'nin ifâdesinde olduğu gibi nakleder. Ancak bu hadîs bu şekliyle murseldir. Belki de ezberlenmiş olan hadîs budur. Allah en iyisini bilendir.
Ebu Zerr el-Gıfârî'den de bu hadîs rivayet edilmiştir. Ebu Bekr el-Bezzâr Musned'inde ve Beyhakî de isimler ve sıfatlar babında bu hadîsi rivayet ederler. Ancak bu isnadın üzerinde durulması gerekir. Ayrıca metinde garîblik ve munkerlik vardır. Allah Subhânehu ve Teâlâ en iyisini bilendir.
İbn Cerîr Taberî, Talâk sûresinin 12'nci âyetinin tefsirinde der ki:
Bize İbn Abd'ul-A'lâ... Katâde'den nakletti ki; o, şöyte demiş : Dört melek gökle yer arasında karşılaştılar ve birbirlerine nereden geldin? dediler. Birisi şöyle dedi: Rabbım Azze ve Celle beni yedinci gökten gönderdi ve O'nu orada bıraktım. Diğeri ise şöyle dedi: Rabbım Azze ve Celle beni yedinci kat yerden gönderdi ve O'nu orada bıraktım. Üçüncüsü dedi ki: Rabbım beni Doğudan gönderdi ve ben O'nu orada bıraktım. Sonuncusu da dedi ki: Rabbım beni Batıdan gönderdi ve ben O'nu orada bıraktım. Bu hadîs gerçekten garîbtir. Birinci hadîste zikredildiği gibi Katâde'de durup kalan mevkuf bir hadîs olabilir. Allah en iyisini bilendir.
(Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 14/7724-7727)
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
A Çevrimdışı

Abu Jafar

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Yani, "altta olus" ilmiyle yaniklik demek´tir?!?

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

O, Evvel’dir, Âhir’dir; Zâhir’dir, Bâtın’dır.
(Hadîd, 3)

Ebû Hüreyre’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte; Hz. Peygamber yatağına girince şöyle dua eder: “Ey Allah’ım! Ey göklerin Rabb’i! Ey yerin Rabb’i! Ey Rabb’imiz! Ey her şeyin Rabb’i! Ey taneyi ve çekirdeği yaran! Tevrat’ı, İncil’i ve Kur’an’ı indiren! Senin emrindeki zarar verecek her şeyden sana sığınırım. Sen evvelsin, Senden önce hiçbir şey yoktur. Sen Âhir’sin, senden sonra hiçbir şey yoktur. Sen zâhir’sin (en üstünsün), senden üstün bir şey yoktur. Sen Bâtın’sın (her şeyde gizlisin), senden gizli bir şey yoktur. Borçları ödemede bize yardım et, bizi fakirlikten kurtar ve kimseye muhtaç etme.”
(Müslim, Dua ve Zikir, 2713)


Evvel ve’l-Âhir’in Anlamı

Bu isimlerin anlamı hakkında el-Halîmî der ki: “Evvel (ilk), öncesi olmayan; Âhir (son) ise sonrası olmayandır. Çünkü “önce” ve “sonra” birer sonu ifade eder. “Önce”, varlığın başlangıçtan önceki sonu; “sonra” ise, başlangıçtan sonraki sonu ifade eder. Eğer varlığın başlangıcı ve sonu olmazsa, öncesi ve sonrası da olmaz. İşte Allah öncesi ve sonrası olmayan tek varlıktır. Diğer bütün varlıkların öncesi ve sonrası vardır.”
(Beyhakî, a.g.e., s. 10)


Fahrüddin Râzî’nin Görüşü

Fahrüddin Râzî bu isimlerin birkaç anlamı olduğunu söyler. Bu anlamları özetle şöyle sıralayabiliriz:


Allah Teâlâ, başlangıcı olmayan evvel, sonu olmayan Âhir dir. O, görünmeyen Zâhir, gizlenmeyen Bâtın’dır.

O, her şeyden önceki Evvel’dir, her şeyden sonraki Âhir’dir. Zâhir’dir, gücüyle her şeye üstündür; Bâtındır, her şeyin gerçeğini bilir.

O, var etme ve yaratmada Evvel, hidayete ve başarıya erdirmede Âhir’dir. Yardım etme ve rızkı vermede Zâhir, varlıkların oluşumunu sağlayan Bâtın’dır.

O, kalplerdekini bilen Evvel, ayıp ve kusurları örten Âhir’dir. Sıkıntı ve dertleri gideren Zâhir, günahları bağışlayan Bâtın’dır.

O, kimseye ihtiyacı olmayan Evvel, gecikmesi olmayan Âhir’dir. Kimsenin gücüne ihtiyacı olmayan Zâhir, kimseden korkusu olmayan Bâtın’dır.
(Râzî, a.g.e., s. 311-312)


Başlangıç ilk olarak Allah’la başladı, son olarak dönüş yine O’nadır.

(Gazâlî, “el-Maksadu’l-esnâ”, s. 98)

İbn Kayyim’İn görüşü

İbn Kayyim bu isimler hakkında şunları söyler: “Bu dört isim (Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın) bilgi ve marifetin temel direğidir. Bu yüzden kul, bütün gücü ve anlayışı ile bu isimleri tanımaya çalışmalıdır. Şunu bil ki, senin bir başlangıcın, sonun, dış görünümün ve gizlin vardır. Tıpkı bunun gibi her şeyin bir başlangıcı, sonu, dış görünümü ve gizlisi vardır. Hatta akla gelen düşüncelerin, kısa anların ve nefsin (ruh) dahi bu özellikleri vardır. Kısaca büyük küçük, görünen görünmeyen her şeyde bu özellikler bulunmaktadır.

Yüce Allah’ın Evvel oluşu kendisini dışındaki her şeyin Evveliyatından önce olmasıdır. O’nun Âhir oluşu, kendisinden başka her şeyin son bulmasından sonra da var olmaya devam etmesidir. Demek ki Allah’ın Evvel oluşu, O’nun her şeyden önce varolduğunu, Âhir oluşu ise, her şeyden sonra O’nun varolacağını, varlığını devam ettireceğini ifade etmektedir.

Allah’ın Zâhir oluşu, O’nun her şeyden üstün olmasını gerektirir. Çünkü Zâhir, her şeyin üstünde olan, içindekileri çevreleyen ve dıştan görünen demektir. Allah’ın Bâtın oluşu ise, her şeyi kuşatmasını ve kapsamasını gerektirir. Öyle ki, insana şah damarından daha yakın olur. Tabî bu, sevenin sevgilisine olan yakınlığı gibi değildir. Her iki yakınlık birbirinden farklıdır. Bu dört isim kuşatıcılık ile alâkalıdır. Bu kuşatma zaman ve mekan olmak üzere iki türlüdür. Allah’ın Evvel ve Âhir oluşu zamanla ilgili, Zâhir ve Bâtın oluşu ise mekanla ilgili kuşatıcılığa işaret eder. Allah’ın Evvel ve Âhir kuşatıcılığı önce ve sonra ile belirtilir. Her başlangıç, öncesinin son bulmasıyla başlar. Her son da öncesinin son bulmasıyla başlar. Allah’ın Evvel ve Âhir oluşu bütün başlangıçları ve sonları kuşatır.

Allah’ın Zâhir ve Bâtın oluşu, bütün Zâhir ve Bâtınları kuşatır. Allah mutlak anlamda bütün zâhirlerin (dış görünümlerin) üstündedir. Aynı şekilde O, bütün bâtınlarda (gizliliklerde) mevcuttur. O’na hiçbir şey gizli değildir. O, her başlangıçtan önce vardır ve her sondan sonra varlığı devam edecektir. Evvel, O’nun öncesiz olması; Âhir, varlığının devam etmesi ve ebediyen baki kalmasıdır. Zâhir, her şeyin üstünde ve yüce olması; Bâtın, her şeyin içinde ve yakınında bulunmasıdır. O Evvel olmakla her şeyin ilkidir, Âhir olmakla her şeyin sonu ve arda kalanıdır. Zâhir olmasıyla her şeyin üstündedir, Bâtın olmasıyla her şeye aslından daha yakındır. O’nun Zâhir ve üstün oluşunu hiçbir yer ve gök gizleyemez. Zâhir oluşu Bâtını görmesine mani olmaz. Çünkü Bâtın da O’nun için Zâhir gibidir. O’nun için görülmeyen görünen, uzak olan ise yakın gibidir. Sır ve gizlilik O’nun için geçerli değildir. Çünkü sır, O’na göre aleniyet gibidir.

Bu dört isim de tevhidin şartlarını kapsamaktadır. O, Âhir olmakla birlikte Evveldir, Evvel olmanın yanında Âhirdir. Zâhir olmakla birlikte Bâtındır, Bâtın olmakla birlikte Zâhirdir. O hâlâ Evvel ve Âhir’dir, Zâhir ve Bâtın’dır.”


(İbn Kayyim, “Tarîku’l-hicreteyn”, s. 47. Râzî der ki: “Eğer O ne zaman vardı? denilirse, şu âyetle cevap veririz: “O, Evvel’dir, Âhir’dir, Zâhir’dir, Bâtın’dır” Hadîd, 3. Bkz. a.g.e., s. 315)

Bu İsimleri Bilmenin Sağladığı Yararlar
Allah’ın Evvel olduğunu bilmek, sadece sebeplere bakmaktan, bunlar üzerinde durup düşünmekten veya sebep-sonuç ilişkisine bağlı kalmaktan kurtulmamızı ve daha geniş düşünmemizi sağlar. O’nun salt lütuf ve ihsanına ve merhametine bakmamıza yardım eder. Hiçbir varlığın herhangi bir katkısı olmadan O’nun bize sayısız nimetler verdiğini düşünmemizi sağlar. Mutlak yokluğun olduğu bir ortamda bütün varlığı sonra da bizleri yarattı. Bütün varlıklar yok iken, adı dahi zikredilmez iken O, her şeyi bizim için hazırladı. Bize güç ve kuvvet verdi, varlıklar için sebep-sonuç kanununu koydu. Onun bu lütuf ve ihsanı her şeyin üstündedir. Sebep-sonuç kanunu da O’nun bize bir lütfudur. O’nun varlığı hiçbir vesileye bağlı değildir. Allah’ın Evvel ismini bu şekilde anlayan O’na mutlak manada muhtaç olduğunu bilir. Bütün içtenliğiyle O’na ibadet etmesi gerektiğini daha iyi anlar.

Allah’ın Âhir olduğunu bilmek insana, sebeplere fazla önem vermemeyi, onlara bel bağlayıp güvenmemeyi, üzerinde fazla durmamayı öğretir. Bu sebeplerin sonuçta mutlaka yok olacağını ve son bulacağını, sadece Âhir olan Allah’ın bâkî kalacağını bilmemizi sağlar. Geçici varlıklara bağlanmak, yokluğa bağlanmaktır. Halbuki Âhir olan Allah’a bağlanmak, kesinlikle yok olmayacak ve ebediyen varolacak olana bağlanmaktır. O’na bağlanan yok olmayacak ve varlığı bir kesintiye uğramayacaktır. Oysa yok olacak geçici şeylere bağlanmak böyle değildir. Fânî şeylerin yok olmasıyla, onlara bağlananlar da yok olacaklardır.

Allah’ı bu şekilde tanıyan ve bilen ârif kişi, bütün sebepler yok olduktan sonra sadece Allah’ın bâkî kalacağını, hiçbir şey yokken O’nun var olduğu gibi her şey yok olduktan sonra da O’nun varolacağını bilir, daha bir samimiyetle O’na ibadet etmeye çalışır. O’ndan başka hiçbir şeye güvenip bel bağlamaz.

Bu iki ismin anlamını iyi düşün. Sadece Allah’a yönelmenin ve O’na dayanıp güvenmenin bir zorunluluk olduğunu anla. O’nun dışındaki her şeyden yüz çevirip daima O’na muhtaç olduğunu unutma. Her şeyin O’ndan başladığını ve tekrar O’na döneceğini hatırından çıkarma. Hiçbir vesile ve sebep yokken o kendi lütuf ve ihsanı ile bütün varlıkları yarattı. Bu yüzden bütün sebep ve vesileler yine O’na gelip dayanacak ve son bulacaklardır. O, her şeyin Evveli ve sonudur. O, her şeyin yaratıcısı ve yapıcısı olduğu gibi aynı zamanda her şeyin ilâhı ve idarecisidir. Ana amaç ve temel gaye O olmadıkça mutluluğa kavuşmak, kurtuluşa ermek ve kemâle ulaşmak mümkün değildir.

O, bütün varlıkların kendisiyle varolduğu, varolmaya başladığı Evvel’dir. O, kulluğun, istek ve iradenin ve sevginin gelip son bulduğu Âhir’dir. Bu yüzden Allah’tan başka yönelecek, ibadet ve kulluk edilecek, tapınılacak bir varlık yoktur. Nasıl ki O, kendisinden başka hiçbir şey yokken varlıkları yarattı, nasıl ki seni tek başına yarattı ise sen de sadece O’nu ilâh kabul ederek yalnız O’na kulluk et ki, kulluğun O’nun katında geçerli olsun. Senin yaratılışın ve varlığın O’ndan başladığı gibi sen de O’nu, sevginin, iradenin ve ilâhlığın temel amacı yap. Böylece Evvel ve Âhir isimleriyle O’na kulluğunu gerçekleştir.

İnsanların çoğu Allah’a Evvel ismiyle kulluk ettiler. Oysa Âhir adıyla kulluk etmeleri gerekirdi. Peygamberlerin ve onlara tâbi olanların kulluğu böyleydi. O, bütün âlemlerin ve bütün peygamberlerin Rabb’idir. O, ne yücedir. O’na şükürler olsun.

(İbn Kayyim, “Tarîku’l-hicreteyn”, s. 40)

Allah’ın Bâtın ismini bilmenin faydası, bu ismi bilme sayesinde tam bir sevgi ve samimiyetle, saf ve temiz bir niyetle Allah’a ibadet etmeyi sağlamasıdır. Kul, bu ismi bilmekle Allah’ın her şeyden daha çok hatta canından bile kendisine daha yakın olduğunu anlar.

(İbn Kayyim, Kuran ve hadislere dayanarak yakınlığı üç şekilde açıklar:

a- Özel yakınlık: Bu Allah’ın kendisine ibadet edenlere, dilekte bulunanlara ve dua edenlere gösterdiği yakınlıktır. Bu yakınlık Allah’a Bâtın adıyla dua etmenin ve ibadet etmenin sağladığı bir yarardır. Allah Teâlâ şu âyetle bu tür yakınlığa işaret eder. “Kullarım beni sana soracak olursa, işte Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm.” Bakara, 186.
b- Kuşatma ve içinde bulunma yakınlığından farklı olan özel yakınlık: Bu tür yakınlığa şu âyet işaret eder: “Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.” A’raf, 56. Hz. Peygamberden rivayet edilen şu hadis de bu tür yakınlığa işaret etmektedir: “Kulun Rabbine en yakın olduğu an secde ettiği zamandır.” Müslim, Namaz, 482.
c- Allah’ın dua ve zikir yapanlara yakınlığı. Bu tür yakınlığa, Ebû Musa’dan rivayet edilen şu hadiste işaret edilmektedir: Ebû Musa anlatıyor: Hz. Peygamberle birlikte bir seferdeydik. Tekbir seslerimiz yükselince Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Kendinize sahip olun. Sizler işitmeyen ve uzakta olan birine dua etmiyorsunuz. Bilakis sizler, yakın olan ve işiten birine dua ediyorsunuz. Öyle ki O size, birinizin bineğinin boynuna olan yakınlığından daha yakındır.” Buhârî, 2992; Müslim, 2704)

Allah, her şeyden Zâhir olmakla birlikte O, Bâtın olma özelliğine de sahiptir. Bu durum zihinde herhangi bir karışıklığa yol açmamalıdır. Kul zihnini karıştıracak böyle düşüncelerden uzak durmalıdır.
(İbn Kayyim, a.g.e., s. 44)

-Allah’ın Zâhir ismini bilmek, kalbin tek bir ilâha yönelmesini ve ona ibadet etmesini sağlar. Bu isim insana, bütün içtenliğiyle yöneldiği, ihtiyaçlarını ilettiği ve sıkıntılı anlarda sığınıp dayandığı, hiçbir şeye muhtaç olmayan gerçek bir ilâhın var olduğunu anlamasını sağlar. Bu anlam kulun kalbinde yer ettiğinde ve kul, Rabb’ini Zâhir ismiyle tanıdığında ibadetleri bir düzen ve intizama girer. Bu ibadetler kendisi için bir sığınak, barınak ve korunacak yer olur. Dilediği zaman bu sığınağa girer ve huzur bulur.
(İbn Kayyim, a.g.e., s. 44.)

"O hem Evveldir, hem Âhirdir, hem Zahirdir, hem Bâtındır." buyruğunda geçen isimlerin anlamı hususunda farklı görüşler vardır. Bunların anlamlarını "el-Kitabu'l-Esna" adlı eserimizde açıklamış bulunuyoruz. Rasülullah (sav) da bu konuda söz söylemiş, hiçbir kimsenin görüşüne ihtiyaç bırakmayacak şekilde açıklamış bulunmaktadır. Müslim'in, Sahih'inda Ebu Hurey-re'den gelen rivayete güre şöyle buyurmuştur: "Allah'ım, Sen ilk olansın, Senden önce hiçbir şey yoktur. Sen Âhirsin, Senden sonra hiçbir şey yoktur. Sen Zahirsin, Senden üstün hiçbir şey yoktur. Sen Bâtınsın, Senden öte hiçbir şey yoktur. Borcumuzu öde ve bizi fakirlikten, ihtiyattan kurtar. "
(Müslim, IV, 24; Tirmizi, V, 472, 51; Ebû Davûd, IV, 312; Ibn Mâce, II, 2, 1274; Müsned, I, 31, 536)

Peygamber bu buyruğu ile; "Zahir" ile galib gelmesini "Bâtın" ile de âlim olmasını kastetmiş olmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

"O herşeyi" olmuşu yahut olanı, olacağı "en iyi bilendir." Hiçbir şey O'na gizli kalmaz.
(İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 17/71-73)

Ilk üc dönem Alimlerden daha fazla bu aciklamalar varsa cok menmun olurum. Allah Abdulmuizz Fida´dan razi olsun.
 
ibnikayyim Çevrimdışı

ibnikayyim

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
vahirin yanında batın anılmış zahir ne manaya geliyor malum...batında zıddı olarak anılıyor ........batın zahirin zıddı..
 
Üst Ana Sayfa Alt