بسم الله الرحمن الرحيم
Mücahid Şeyh
Abdullah el-Adem’den
(Ebu Ubeyde)
][ Terör Sanatı ]]
](Emniyet ve İstihbarat)
Birinci Bölüm:
“Emniyetin Tarifi ve İslam’daki
Meşruiyeti ve Önemi”
Allah’ın adıyla. Allah’a hamd; Rasulü Muhammed’e ailesine ve ashabına salât ve selam olsun.
Allah azze ve celleye tevekkülden sonra Şeyh SeyfulAdl’ın “Emniyet ve İstihbarat Dersi”nin şerhine başladık. Bu dersimizde; dış ülkelerdeki gizli işlerimizde kendimizi korumamızı sağlayacak konuları ve aynı şekilde düşmana nasıl saldırmamız gerektiğini öğreneceğiz. Gizli işlerde en önemli konulardan birisi Emniyet ve İstihbarat dersidir. Çünkü bu ilim dalını bilmeyip öğrenmezsek gizli işlerimiz için şehirde nasıl hareket edeceğimizi bilemeyiz.
Bu derste öğreneceğimiz bilgiler birçok cihad hareketinin tecrübelerinden elde edilen bilgilerdir. Bununla birlikte CIA, Mossad ve KGB gibi gizli istihbarat servislerin koyduğu kurallar ve uyguladığı yöntemleri de içermektedir. Bu derste inşaAllah ikisinin karışımını göreceğiz.
CIA, Mossad ve KGB gibi istihbarat birimlerinde çalışacak olan ajan adayları en az iki sene bu ilmi öğrenirler ve sonra ajanlığa başlarlar. Bu dersler istihbaratların daha özel ve gizli birimlerinde çalışacak olan kimselere öğretilir. İstihbaratların da kendi içlerinde operasyonlar için tahsis ettikleri özel birimleri vardır. Bu ilmi özellikle bu bölümdeki insanlar öğrenirler.
Bu dersten sonra sizler Allah’ın izniyle sıradan bir istihbarat adamı değil profesyonel bir istihbarat adamı olmuş olacaksınız.
İlk önce güvenliğin tarifi ile başlayalım. Gizli işi üstlenen “casusun” girmek istediği birimlere, topluluklara, cemaatlere ve ülkelere girebilmesi için lazım olan davranış biçimleri, ilkeler ve yapması gereken diğer bütün amelleri içerisinde bulunduran şeye el-Emn yani güvenlik diyoruz. Emniyet bilgisi ayrıca kendi cemaatimizin yani saflarımızdaki hasarın hafiflemesini sağlar.
Düşman herhangi bir cihad cemaatine sızmaya çalıştığı zaman bunun yollarını araştırır. Eğer bizler cihadi hareketler ve cemaatler olarak ülke istihbaratların cemaatlerin içine girmek için uyguladıkları emniyet yöntemlerini bilmez ve önlemlerimizi almazsak kolaylıkla bizim içimize sızarlar ve dolayısıyla amelimiz başarısızlığa uğrar.
Tağutlara karşı cihadi hareketler ilk başladığında bu ilim bilinseydi ve hak ettiği gerekli ehemmiyet verilseydi şuandakinden çok daha iyi düzeyde olurdu.
Ben şimdi güvenliğin öneminden bahsedeceğim. Emniyetin önemi düşmanın karşısına ansızın çıkıp onu şaşırtmayı beraberinde getirir. Düşmanın beklemediği anda karşısına çıkmak savaşta zaferin yarısıdır.
İngiliz Wullar, Dehart,Joluo, Alman KlauWitz ve Stalin gibi şahsiyetler savaşın ilkeleri hakkında çeşitli yazılar yazmışlardır. Bunları yazarken üzerinde en çok durdukları konu el-Mufacea dediğimiz ‘düşmanın beklemediği anda karşısına çıkmak’konusu olmuştur.
Eğer girişeceğimiz savaşta zayıf olan taraf bizsek düşmanın beklemediği bir anda ilk darbeyi yaparak düşmanı şaşırtmak olmazsa olmazdır, eğer savaşı kazanmak istiyorsak bunu mutlaka yapmamız gerekir.
Örnek olarak pusuları ele alalım. Pusularda düşman karşısına aniden hiç beklemediği bir anda çıkmazsanız başaramazsınız. Bununla birlikte eğer biz düşmanı şaşırtacak ilk hamleyi yapmamız demek onu felç etmek demektir.
Eski İsrail İstihbarat Başkanı Azer, tarihte vuku bulan 40 savaşı incelemiştir ve şu sonuca varmıştır: bu el-mufacea yani düşmanın karşısına aniden çıkma ve darbe vurma ilkesini gerçekleştirip de kazanamayan hiçbir taraf olmamıştır.
Emniyet ve güvenlik bilgilerinin kendisi de savaşın ilkelerinden bir ilkedir. Biz bu ilkelerden yoksun bir şekilde meydana çıkarsak bu bizim başarısızlığımıza yol açar. Biraz önce söylediğim gibi biz eğer bu bilgilerden yoksun olur ve cihadımızda bunu uygulamazsak düşman bizim bu zaaflarımızdan istifade ederek bizi başarısızlığa doğru götürür.
Emniyet bilgisinin ilki düşmanı şaşırtacak ilk hamleyi yapmayı gerektirmekken; ikincisi de emniyet savaşın ilkelerinden bir ilkedir. Bunlar elde edilmeksizin savaşa girilmez.
Emniyet bilgisi ayrıca düşmanın saflarımıza girmesini, içimize sızmasını önler Allah’ın izniyle. Emniyet birimi olmayan bir cemaat; cemaat değildir! Cemaatteki bu emniyet birimi hem Müslüman ve mücahid cemaatlere sızmaya çalışan casusları tanır, hem de cemaatte bulunacak olan adamların kimin hangi işe yarayacağını veya yaramayacağını tayin ve teşhis edecek olan birimdir. Ayrıca kimin casus olup olmadığını da bu emniyet birimi belirler.
Arap ülkelerini aslen yöneten ve egemen olan iktidarlar değil istihbarat birimleridir. Ve istihbaratın yönettiği ülkeler de büyük bir hapishaneden ibaret haline gelir. Bu da o ülkenin helakıdır. Çünkü ülke ilerleyemez ve insanların özgürlükleri kısıtlanmıştır. İstihbarat adamı her şeye sürekli şüpheci bir gözle bakar ve herkesi casus gibi görür. Asıl olan ise suçu ispat olana kadar herkesin suçsuz olduğu ilkesidir, şeriatta da diğer hukuklarda da bu böyledir. Ama böyle bir ülkede bu tam tersine dönüşür, suçsuzluğu ispat olana kadar herkes suçlu konumundadır orada.
Biz şu an İslami-Cihadi cemaatlerde istihbaratı öğreniyoruz. Bu yüzden biz onlar gibi değil tam tersi olmalıyız. İslami cemaatlerde istihbaratın yönetime, yöneticilere tabi olması lazımdır. Yani bizde Arap ülkelerindeki gibi istihbarat ülkeyi yöneten olmayacak, aksine istihbarat cemaatin yönetiminin bir birimi olacak inşaallah. İstihbarat yöneticilere uyacak. Mesela Batı ülkelerinde durum böyledir, Araplardaki gibi değil. İstihbarat birimleri siyasilerine, ülkenin yönetimine uyarlar. Arap ülkelerindeki gibi ülkelerde diktatörlük hâkim olduğu için ne din ne de dünya işleri düzene girer. Tıpkı İbni Teymiyye’nin (r.h) Hariciler fırkası ile ilgili ne din ne de dünya işleri düzene girer dediği gibidir.
Şimdi İslam’da şeri açıdan emni amelin (emniyet çalışmasının) hükmünü göreceğiz. Emniyet (güvenlik) çalışırken sarılmamız gereken sebeplerden meşru bir sebeptir. Allah Azze ve Celle her şey için bir sebep yaratmıştır. Bu emniyet sebebini de kim alır, kullanır ve istifade ederse o ıslah olur.
Bir ev örneğini ele alalım. Bildiğimiz gibi ‘Kavaid’ dediğimiz esasın temeli ne kadar sağlamsa o ev o kadar sağlam olur. Suikast, adam kaçırma, baskın gibi herhangi bir gizli operasyon yapacaksak bu amelimizde emniyetin rolü evin temeli gibidir. Bizim bu amelimizin ne kadar başarılı olmasını istiyorsak önce emniyetimizi o kadar güçlü bir hale getirmemiz lazımdır.
Batı ülkelerine bu tür niyetlerle giden birçok kardeş başarısızlığa uğruyor, operasyonu gerçekleştiremiyor. Neden? Çünkü bu ‘emni’ tedbirlere sebeplere gerekli önemi vermiyor. Dış ülkelerde bu tür operasyonlara niyetlenen, bunları düşünen herkesin kendisini korumasını öğrenmesi için önce bu dersi alması lazımdır. Bir takım kardeşlerin kısa bir süre önce Amerika’da yakalandığını duyduk. Neden yakalanmışlar? Silahı silah tüccarından satın aldıkları için! Bilinen bir gerçektir ki silah tüccarları istihbaratın adamlarıdır. Böyle bir işe girişen kişinin böyle bir hatayı yapmaması lazımdır.
Cep telefonu kullanmak, aileni ziyaret etmen buna benzer yapmaman gereken emniyete muhalif şeylerden dolayı bu tür ameller başarısızlığa uğrayabiliyor. Bu tür gizli bir iş yapmak isteyen kardeşin nasıl olması lazım? İki türlüdür.
Birincisi, emni icraatları yerine getirmesi lazımdır. Emniyetle güvenlikle ilgili gerekeni yapması lazımdır. En az bunun kadar önemli olan ikincisi ise, duygusal olmamalıdır. Ailesini özledi cep telefonu ile ailesini aradı, bütün her şey bitti. Böyle bir işe giriştiği zaman kişi bu duygusallıklarını, şuurlarını, hissiyatlarını bir tarafa bırakacaktır. Şu an bu konu aile ve çocuk, mücahidlerin zayıf noktalarının başında geliyor. Birçok mücahid bu noktadaki zaaflarından dolayı ya öldürüldüler ya da esir alındılar. Aranan bir kimse hakkında MOSSAD’ın uyguladığı şey ailesine ulaşmaktır. Birisini arıyorsa ailesine ulaşır.
Şimdi emni amelin şeri açıdan hükmünü görelim.
“Onlara karşı gücünüzün yettiğince kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki, bunlarla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı korkutasınız.” [Enfal: 60]
Düşmana karşı hazırlıkla emrolunduğumuz bu ayetin gerektirdiği güçlerden biri de emniyettir.
“Onlara güven ya da korku ile ilgili bir haber gelecek olsa hemen onu yayarlar. Oysa onu Peygamber'e yahut içlerindeki yöneticilere götürselerdi o haberi inceleyip sonuç çıkarabilecek olanlar onu bilirlerdi.” [Nisa: 83]
‘Şayia’ dediğimiz asılsız iddiaların yayılması da yine İslami cemaatlerde olmaması gereken şeylerden biridir. Emniyet hakkında ve korku hakkında “falan yakalandı” “falanca yere saldırıldı” “falancaya şöyle bir şey oldu” gibi bir haber geldiğinde bundan emin olunmadan bunun yayılmaması lazımdır. Biz bu ilimle bunu da öğrenmiş oluyoruz.
Bu ayetin nüzulünce biz cemaatle ilgili herhangi bir haber duyduğumuz zaman cemaatin fertleri arasında bunu yaymamız caiz olmaz, doğru olmaz. Bunu gidip direk emirle konuşmak gerekir. Çünkü ayetin devamında “Oysa onu Peygamber'e yahut içlerindeki yöneticilere götürselerdi o haberi inceleyip sonuç çıkarabilecek olanlar onu bilirlerdi” diyor.
“Ey iman edenler! Tedbirinizi alın.” [Nisa: 71]
Ayet-i kerimede biz tedbir almakla emrolunduğumuza göre bu ilimde bunu gerektiriyor. Kehf suresinde de şehre yiyecek bir şeyler alması için gönderilen birisine yumuşak, latif ve iyi davranıp, kendisini kimseye hissettirmemesi tembih ediliyor, yani gizlilik. Tedbirli, dikkatli, ihtiyatlı davranın ki sizi kimse fark etmesin.
Her şeyin müsebbibi olan Allah Azze ve Celle, dünya hayatında koyduğu yasalar gereği her şeye bir sebep yaratmıştır. Meryem aleyhisselam kıssasında olduğu gibi. Doğum esnasında zor bir durumda olmasına rağmen Allah Azze ve Celle kendisine o kuru hurma ağacını sallamasını emrediyor. Yani hurma istiyorsan hurma ağacından hurmayı döktürmen gerektiği gibi her işin bir sebebi vardır. Bizim de bu sebeplere sarılmamız gerekiyor.
‘Tevâkul’ (gevşeme, tedbiri almadan işi Allah’a havale etme) diye bir şey Allah’ın dininde yoktur. Tevekkülü alıp sonra Allah’a havale etmek vardır. Biz Müslümanlar olarak sebeplere sarılmadığımız için bu haldeyiz. Düşmanımız olan kâfirler ise sebepleri gerçekleştirdikleri için şu anda üstün durumdadırlar. Allah Azze ve Celle kimseye torpil geçmez. Müslümanların devleti zulmetse Müslüman olmasına rağmen bu devlet yıkılır, ama kâfirlerin devleti adaletle hükmetse kâfir olmalarına rağmen devlet yıkılmaz. İbni Teymiyye’nin de buna benzer bir sözü vardır. Sebeplere sarılana Allah Azze ve Celle çalışmasının karşılığını verir, bu konuda kimseye bir ayrıcalık tanımaz.
Bunlar Kur’an’dan delillerimizdi, şimdi emniyetle ilgili Sünnet’ten delillerimiz şunlardır:
“Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi kişinin İslam’ının güzelliğindendir.”
İnsan, bu hadisle amel ettiği zaman şahsi emniyetini muhafaza eder. Kendi hareketinde kendisine lazım olandan başka bir bilgi kendisine yüklenmemesi gerektiğini anlar. Onun yapması için ona özel ne lazımsa ona sadece o verilmelidir. Onun haricinde başka önemli, tehlikeli bilgilerin kendisine verilmemesi lazımdır.
Rasulullah’ın -sallallahu aleyhi ve sellem- “Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa ya hayır söylesin ya da sussun” hadisi vardır. “Susmak hikmettendir, onu da çok az insan yapabiliyor” diye bir söz de var. Cemaatle çalışan bir kimsenin cemaat dışındaki insanlara cemaatle ilgili bilgileri asla aktarmaması lazımdır. Hatta cemaatten olan ama seninle aynı birimde çalışmayan kişilere bile sadece seni ilgilendiren bilgileri aktarmaman gerekir. Yani her grup ve her fert sadece kendisini ilgilendiren bilgilerle donatılmalı ve kendisini ilgilendiren bilgileri diğer birimlere aktarmamalıdır.
Örneğin medya basım yayın biriminin istihbarat biriminde olan bitenden haberdar olması gerekmiyor. Her birim ve her fert kendi bilgisini kendisine saklamalıdır.
Hadisi-i şerifte “İnsandan önem vermediği öyle bir söz çıkar ki o söz yüzünden cehenneme sürüklenir” diyor. Bazen insan önemsiz, söylesem ne olur dediği öyle bir şey söyler ki gerçekten söylememesi gereken tehlikeli bir şey söylemiş olur ve farkında da değildir. İstihbarat senden, başkasından, bir başkasından duyacağı bir kelimeye dayanır. Senden bir kelime duyar öbüründen bir kelime duyar hepsini topladığı zaman aradığı bilgiye ulaşır.
Örneğin siz gittiniz Ebu Muhammed el-İstanbuli dediniz sadece bu bilgiyi istihbarata verdiniz veya istihbarat bunu duydu. Bu bilgi tek başına bir şey ifade etmiyor ama başka birisinden Ebu Muhammed’in gözlük taktığını öğrendiler. Başka birisinden bu şahsın yaşının 20 ile 30 arasında olduğunu öğrendiler. Başka birisinden Ebu Muhammed’in 10 gün önce çıktığını öğrendiler. İstihbarat herkesten az bir şey almıştır ama bütün bilgileri topladığı zaman o gün çıkanlara bakar, o gün çıkanlar arasında gözlük takanlara bakar, o gün çıkıp gözlük takanlar arasından yaşı 20 ile 30 arasında olanlara bakar ve böylelikle Ebu Muhammed’in kim olduğu ortaya çıkmış olur. Sen sadece bir şey söyledin ama senin gibi birer şey söyleyenlerden o adam hakkında bütün bilgileri toplamış oldular. Yani önemsiz zannettiğiniz bir bilgiyi verirsiniz ama bu istihbarat adamı için önemli bir bilgidir. Onlar o bilgiyle yetinmeyip kafalarını çalıştırarak, başka senin gibi önemsiz diye kendisine bilgi verenlerin bilgilerini toplayarak hedeflerine ulaşırlar.
İstihbarat adamı zaten zeki insanlar arasından seçilir, sıradan insanları bu birinler almazlar. Örneğin İsrail devletinde istihbarat adamları askeri dalda üstün başarı gösterenlerin arasından seçilir. Zekâ, deha, davranış güzelliği yönünden istihbarat adamı sıradan insan gibi değildir, olmamalıdır.
MOSSAD’da istihbarata seçilenlerden birinin şu kıssası anlatılır;
İstihbarat biriminde çalışmaya hak kazanmaları için insanları bazı sınavlardan geçiriyorlar. Birine demişler ki şu eve gidip -sıradan bir insanın oturduğu herhangi bir ev- elinde bir bardak su ile evin penceresinden dışarı bakacaksın ve bunun için de beş dakikan var. Yani insanların zekâlarını kullanmalarını istiyorlar bakalım beş dakikalık bir sürede nasıl bir yöntemle bunu başarabilecek. O da kapıyı çalınca karşısına çıkan ev sahibesi kadından, biz bir film çekiyoruz sizin evinizden de bir görüntü almamız lazım benim pencerenizi açıp dışarıya bakmam mümkün mü diyerek izin almış. Pencereden bakarken bir bardak da su istemiş ve beş dakika içerisinde kendisinden istenilen şeyi gerçekleştirmiş.
Bunun bir benzeri sünnette de mevcuttur. Ahzab savaşından önce de Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- “Kim bana düşmandan haber getirir” diye sorduğunda Huzeyfe -radıyallahu anh- bu görevi üstlenip aralarına sızmıştı. Onlar da aralarına birisinin sızıp sızmadığını anlamak için herkesten, yanındakine kim olduğu sorusunu sormasını istediler. Tam bunu duyar duymaz Huzeyfe yanındakine, ondan önce davranıp sen kimsin diye soruyor. Yani istihbarat adamının üstün zekâsını kullanması lazımdır.
Rasulullah’ın (s.a.v) “İhtiyaçlarınızı gizlilik içerisinde giderin” hadisi vardır. Örneğin evlilik, herkesin yaptığı dünyevi bir iştir. Böyle bir işte bile doğru olan evlilik işi kesinleşene kadar kimseye anlatmamamızdır. Evlilik gibi bir işte bile gizliliğe önem göstermemiz gerekiyorsa cihadi bir amelde cemaati ilgilendiren, İslam ve ahiretimizi ilgilendiren bir amelde gizliliğe elbette daha çok önem göstermemiz gerekir.
Çünkü her nimete sahip olanı kıskanan birisi vardır o yüzden işlerinizi halletmekte gizlilikten faydalanın.
Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Allah tarafından korunuyor olmasına rağmen bu tür tedbirleri alıyordu. O’nun hayatı bu tür örneklerle doludur. Örneğin hicretinde aldıkları tedbirler gizlilik, emniyet ve korunmak adına bizim için en büyük örnektir.
İlk yaptığı kendi yatağına Ali’yi -radıyallahu anh- yatırmasıydı. Bunu müşrikler kendisini hala yatağında zannetsin diye yapmıştı. Bu yüzden Ali b. Ebi Talib -radıyallahu anh- İslam’da ilk fidai (kendini İslam için feda eden) olarak isimlendirilir. Ebubekir’in -radıyallahu anh- yanına da tedbirden dolayı kaylule (öğlen uykusu) vaktinde gitti. Çünkü o vakitte insanların neredeyse hepsi uyku halinde idi. Ebubekir’in -radıyallahu anh- evinden çıktığında da fark edilmekten korunmak için ana kapıdan değil arka kapıdan çıktı. Medine’ye direk gitmemişti tam ters istikametteki mağaraya yönelmişti. Mağarada kaldığı sürece de Ebubekir’in -radıyallahu anh- oğlu Abdullah’tan kendisine sürekli Mekke’den haber getirmesini istemişti. Ebubekir’in -radıyallahu anh- kızı Esma onlara yemek getiriyordu. Yemek getiren olarak bir kadını seçmeleri ise böyle bir işte genelde kadının şüpheleri üzerine çekmemesiydi.
Amir’de Esma ve Abdullah’ın gidiş gelişlerinden oluşan ayak izleri kaybolsun diye sürülerini sürekli orada otlatıyordu. Üç gün sonra yola çıkmalarının sebebi takibat operasyonlarının azalmasını beklemeleriydi. Yolda kendilerine rastlayan bedevi nereli olduklarını sorduğunda sudan yaratıldık manasında Su’danız dedi. Bedevi ise Su isminde bir kabile olduğunu zannediyor. Ebubekir’e de -radıyallahu anh- Rasulullah’ı -sallallahu aleyhi ve sellem- kast ederek, bu adam kim diye sorduğunda Ebubekir -radıyallahu anh- o benim kılavuzum diyor. Sanki O’na yolda kılavuzluk yapıyor gibi. Zaten O bizim ve O’nun, ahirete götüren yolda kılavuzumuzdu. Hem yalan da söylememiş oluyorlardı. Buna tevriye (bir söz söyleyip uzak manasını, karşısındakinin tahmin etmediği manayı kast etmek) deniyor.
Sahabe’nin de (radıyallahu anhum) hayatında bunlara dair çok örnekler vardır. Naim bin Abdullah ile Ömer bin Hattab’ın (radıyallahu anhum) Müslüman olduğu zamanki kıssası buna bir örnektir. Ömer radıyallahu anh Rasulullah’ı sallallahu aleyhi ve sellem öldürmek için yola çıkmış giderken Naim ibn Abdullah radıyallahu anh ona rastlıyor ve nereye gittiğini soruyor. Niyetini anlayınca O’na hemen hedef değiştirtiyor, git önce kardeşinin halini düzelt O da Müslüman oldu diyor. O vakitte Naim radıyallahu anh iman etmişti fakat bunu gizliyordu. Dolayısıyla Ömer radıyallahu anh hala onu müşrik zannediyordu. Ve iman ettiği anlaşılmasın diye Rasulullah demiyor sadece Muhammed diyordu.
EMNİYET VE FERTLERİN BU KONUDAKİ ROLLERİ
Cemaatte her ferdin bir diğerinden farklı bir vazifesi ve rolü vardır. Dolayısıyla alması gereken tedbirlerin, güvenlik önlemlerinin de birbirinden farklı olması gerekir. Cemaatin lideri konumundaki bir kişi ile cemaatten herhangi bir ferdin sahip oldukları bilgiler farklı olduğu gibi almaları gereken tedbirler, önlemler de faklıdır. Örneğin cemaatin gizli, askeri birimlerinde çalışan bir kimsenin alması gereken tedbirlerle açıktan çalışan, insanlara nasihatlerde bulunan Şeyhlerin -yine cemaatin üyesidir ama ekranlarda gözüküyor, insanların arasına katılıyordur- alması gereken tedbirler aynı değildir. Mademki herkesin cemaatteki görevi farklıdır, o zaman herkes o görevinin gerektirdiği tedbiri almak zorundadır.
İfrat (aşırıya gitmek) ve tefrit (ihmal etmek) arasında emniyet
Her işte olduğu gibi bu işe de hak ettiği derecede ehemmiyet vermeliyiz. Aşırı da gitmememiz lazım gevşek davranıp hepten ihmal de etmememiz lazımdır. Bu hususta mübalağalı davranan, emniyeti abartan kimse daha çok dikkatleri üzerine çeker. Böylece ortada bir şey yokken kendisini ihbar etmiş oluyor. Aynı şekilde böyle gizli bir iş ile mükellef olan kardeş de gerekli tedbirleri almaz, sebeplere sarılmazsa tehlikeli bir duruma düşer. Herkes cemaatindeki pozisyonuna göre emni tedbirleri almak zorundadır. Davet çalışmalarıyla, insanların arasına katılmakla mükellef olan kimse boşu boşuna kendisini gizlemeye çalışmamalı. Ama diğeri de gizli bir iş yapıyorsa insanların arasına karışmamalı. Şeyh Halid Şeyh Muhammed, Şeyh Ebu Zubeyde gibi insanlar gerçekten tarihi değiştirecek başarılara imza atmış insanlardır. Ama görüntüleri bile yok, çünkü onlar gizli çalışan insanlardandırlar.
Ebu Zubeyde kardeşlerle birlikte oturuyordu ama onlar onun Ebu Zubeyde olduğunu bilmiyorlardı. Ebu Zubeyde’yi yakaladıklarında Amerika, Ebu Zubeyde efsanesini bitirdik, O son çizgiye ulaştı dedi. Onlar için bir efsaneydi. O’na o kadar önem atfediyorlardı ve yakalamak için o kadar çalışıyorlardı ki Bush bile O yakalandığında, artık O’nu yakaladık bize karşı hiçbir şey yapamayacak diye açıklama yapmıştı. Şu anda Amerika’da hapiste Allahu a’lem. FekkarAllahu esrahu / Allah onu esaretten kurtarsın.
Ebu Zubeyde yaralanmıştı, yaralandığında aynı evdeydik. Ebu Zubeyde yaralı yakalandığında Bush “Tedavisi, hayatta kalması için elimizdeki bütün imkânları kullanmamız gerekir” demişti. Çünkü O’nda çok bilgi vardı ve O’ndan Müslümanların bilgilerini öğrenme maksatlı istifade etmeyi planlıyorlardı.
CIA’nin elinden kurtulan insanların anlattığı kadarıyla Hristiyanların şöyle bir inancı vardır. Allah Azze ce Celle’nin herkesi yaratmak için özel bir kalıbı varmış. Ebu Zubeyde’yi yarattıktan sonra Allah Azze ve Celle o kalıbı kırıyormuş ki O’nun benzeri bir başka kimse olmasın. Onlar diyor ki, tarih boyunca böyle bir kimseyi görmedik.
O bu emniyet ilminde bizim üstadımızdır. Ebu Zubeyde’den biraz bahsettim ki, ders esnasında O’nun sözü geçtiğinde O’nun kim olduğunu bilesiniz. Çünkü siz yeni nesilsiniz ve tarihi değiştiren liderlerinizi tanımıyorsunuz. Biz önce Allah Azze ve Celle’nin fazlı keremiyle sonra da bu tür fedakârlıkta bulunan insanların fedakârlıkları sayesinde buralara geldik. Cihadda ve hicrette onların üstlendikleri rolleri kabul etmemiz, haklarını teslim etmemiz gerekiyor.
Emniyet ve onun gelişen-değişen yöntemleri
Emniyet dediğimiz şey sabit değildir, sürekli değişkendir. Bununla birlikte elbette sabit ilkeleri vardır. Ama diğer uygulanış şekilleri çağa göre mekâna göre sürekli değişkenlik arz eder. Eskiden kullanılan birçok emni tedbirler günümüzde kullanmaya elverişli değildir. İletişim ve telekominikasyon o kadar gelişti ki düşman eskiden olmadığı gibi şu anda senin telefonla konuştuğun yerden nerede olduğunu tespit edebiliyor. Bu yüzden hem düşmanın elindeki imkânları bilmemiz-öğrenmemiz; hem de kendi durumumuzu bilmemiz-öğrenmemiz gerekiyor. Ondan sonra nasıl harekete geçeceğimizi nasıl koruncağımızı tespit ederiz.
BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU