Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Emri Bi'l Mârufun Günümüzdeki Hükmü Kalktı mı?

islamabagli Çevrimdışı

islamabagli

Üye
İslam-TR Üyesi
Aşağıda yazılan hadislere göre: mesele biri bizim yanımızda türbeye gittim namaz kıldım su dilekte bulundum dua ettim dese,bidat veya başka yanlış birşeyler yapsa bu hadislere göre ona emri bil maruf yapmamamız manası mı çıkıyor.Bunun aksine emri bil maruf yapılması ile ilgili hadislerde var.Ancak aşağıdaki hadisler kafamı karıştırdı. Bu konuda ayet ve sünnete dayanarak açıklama yapacak kardeşler varsa cevaplarınızı bekliyorum.



Hasan-ı Basrî'den gelen bir rivayete göre İbnu Mes'ûd (radıyallahu anh)'a bir adam gelerek: "Siz kendinize bakın, kendiniz doğru yolu bulunca sapanlar size zarar vermez" meâlindeki âyetten sorar. İbnu Mes'ûd şu cevâbı verir: ‘Şimdi bu âyette ifâde edilen irşâdı terketme zamanı değildir. Hâl-i hazırda irşad makbuldür. Fakat irşâdı terketmenin gerekeceği zaman yakında gelecektir. O zaman siz, irşadda bulununca size şu fenalıklar yapılacak (İbnu Mes'ûd belki de: "Sizin irşâdınızı dinleyen olmayacak" dedi). İşte o zaman kendinize bakın, başkasının sapıtması size zarar vermez."[2]
2. Örnek: Yine İbnu Mes'ud'dan, aynı âyetle alâkalı olarak şu rivayet gelmiştir: "Bir grub insan, İbnu Mes'ûd'un yanında oturmakta iken, iki kişi arasında bir ihtilâf çıkar. Öyle ki her ikisi de birbirlerinin üzerine yürürler. Mecliste bulunanlardan biri:
"Kalkıp bunlara ma'rûfu emir, münkerden nehiyde bulunmayayım mı?" der. Yanındaki arkadaşı da
"Bırak onları, sen kendine bak, zira Cenâb-ı Hak: "Siz kendinize bakın..." buyuruyor" der. İbnu Mes'ud, bu konuşmayı işitince:
"Yok öyle şey, henüz bu âyetin te'vîli gelmedi, Kur'ân bildiğiniz gibi, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in sağlığında vâki oldu. Bir kısım âyetlerinin te'vili Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in vefatından az sonra vâki oldu. Bir kısım âyetlerin te'vîli şimdiden sonra vâkî olacak. Bir kısım âyetlerin tev'ili kıyâmet sırasında vâkî olacak. Bir kısım âyetlerin te'vîli de kıyâmetten sonra, hesab ânında vâkî olacak. Sizin kalbleriniz vahdetini, birliğini muhâfaza ettikçe, arzûlarınız müşterek oldukça, grublara bölünmediğiniz, birbirinizin zulmunü tadmadığınız müddetçe ma'rûfu emredin, münkerden de nehyedin. Amma ne zaman kalbleriniz ayrılır, arzularınız birbirinden farklı hâle gelir, birbirine muhâlif fırkalara bölünür, birbirinizin zulmünü tadarsanız kişi, o zaman kendi hâline baksın. İşte o zaman bu âyetin te'vili bize ulaşmış demektir..."[3]
3. Örnek: Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'a bir gün:
"Şu kargaşa hengâmında evinizde oturup emr-i bi'lma'ruf ve nehy-i ani'lmünkerde bulunmasanız olmaz mı? Zira Cenâb-ı Hakk: "Siz kendinize bakın, kendiniz doğru yolda bulununca, sapanlar size zarar vermez" buyuruyor" derler. İbnu Ömer şu cevâbı verir:
"Bu âyet ne benim içindir, ne de arkadaşlarım içindir. Zira Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: "Benim tebliğ ettiklerimi, beni görenler (şâhid olanlar) görmeyenlere teblîğ etsin, duyursun." Bizler, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i görenleriz, sizler ise görmeyenlersiniz, (biz size duyurmak zorundayız). Bu âyete gelince, o bizden sonra gelecek kimseler içindir ki onlara teblîğ edilse bile, onlar teblîği kabûl etmeyecekler" der.[4]
4. Örnek: Bir gün yine Hz. Ömer'in oğlu Abdullah (radıyallahu anh)'ın yanına gözü pek, çenesi kuvvetli bir adam gelerek:
"Ey Ebâ Abdirrahmân, altı kişi var, hepsi de Kur'ân okuyor, hepsi de Kur'ân'dan hüküm çıkarmada acele ediyor. Hepsi de müctehidlik yapıyor. Fakat hiçbirinde (hüküm çıkarırken) teennî denen şey yok. Üstelik her biri de hayırdan başka bir şey taleb etmediğini söylüyor. İşin garibi, iddia ettikleri şeylerle birbirlerinin şirke düştüklerine delil getiriyorlar." Cemâatte oturanlardan biri söze karışarak:
"Birbirlerini şirke düşmekle ithâm etmekten daha büyük alçaklık olur mu?" der. Önceki adam:
"Ben sana sormadım, sen konuşma, benim muhatabım şu ihtiyardır" der ve konuşmasını Abdullah'a tekrar eder. Abdullah (radıyallahu anh) şu cevâbı verir:
"Allah hayrını versin, bana öyle geliyor ki, senin arzun, ben bu adamları tekfîr edeyim ve sana emredeyim, sen de gidip onları öldüresin, yok öyle şey, git onlara nasîhat et, onları bu davranışlarınan menet. Böyle yapmana rağmen seni dinlemezlerse, o zaman sen kendine bak, zira Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler, siz kendinize bakın..."[5]
5. Örnek: Cübeyr İbnu Nüfeyr'den gelen şu rivayet de burada kayda değer: Der ki: "Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in ashâbının da bulunduğu bir cemaate dâhil olmuştum. Yaşça hepsinden küçüktüm. Emr-i bi'lma'ruf ve nehy-i ani'lmünker meselesi üzerine müzâkerede bulunuyorlardı. Ben de söze karışarak:
"Cenâb-ı Hakk Kitâbı'nda "Ey îmân edenler, siz kendinize bakın, siz doğru yolda oldukça, sapıtanlar size zarar vermez" demedi mi (bu meselede müzâkereye ne hâcet?)" demiş bulundum. Cemaat, bana yönelerek hep bir ağızdan:
"Sen Kur'ân'dan anlamadığın, te'vîlini bilmediğin bir âyet mi seçip çıkarıyorsun?" dediler. Keşke konuşmasaydım, temennîsinde bulundum. Epeyce bir konuştular. Dağılacakları vakit, tekrar bana yönelerek:
"Sen yaşça genç bir delikanlısın, sen bir âyet seçip çıkardın ki, ne olduğunu henüz bilmiyorsun. Fakat muhtemelen onun te'vilinin çıkacağı zamana ulaşacaksın. Ne zaman mûcibiyle amel edilen bir bencillik, peşine düşülen bir hevâ, re'y sâhiblerinin, (âyet, hadis veya seleften olsun) kendi re'ylerinin dışında hiçbir görüşe kıymet vermediklerini görürsen bil ki, âyetin te'vili vâki olmuştur. O zaman sen kendine bak, sapıtanlar sana zarar vermez" dediler.[6]

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/396.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/397.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/397.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/397-398.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/398.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/398-399
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
EMR-İ BİL MA'RUF VE NEHY-İ ANİL MUNKER Farzdır!


Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olursanız, sapıtmış olanlar size bir zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Yapmakta olduklarınızı size haber verecektir. (Maide 105)

Bu ayetin hükmü emr-i bil marufu terk etmek değil, aksine emr-i bir mâruf ve nehyi anil munker ile kıyamete kadar muhatabız.

Bu âyet-i kerimenin "Siz kendinize bakın" nuzul sebebinde iki rivayet vardır:

l. Kelbî'nin Ebu Salih'ten, onun da İbn Abbâs'dan rivayetine göre:
Peygamber (s.a.v.) kitab ehlinin cizye vererek dinlerinde kalmasına musaade edib Arablara da "ya müslüman olursunuz ya da aramızda kılıç hakemdir." buyurunca "bazı kâfirlerden cizyeyi kabul edib bazılarından kabul etmedikleri için" munafıklar, mu'minleri ayıbladılar da bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. (Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, Tahran tarihsiz, XII, 112)


Hadise Vâhıdî'nin Esbâbu'n-Nuzûl'nde yine Kelbî, Ebû Salih kanalıyla İbn Abbâs'dan biraz daha ayrıntılı olarak anlatılıyor. Şöyle ki:
Allah'ın Rasûlu (s.a.v.) , başlarında Munzir ibn Sâvî'nin bulunduğu Hecer halkına, onları İslâm'a davet eden bir mektub yazdı. Eğer İslâm'a girmeyi kabul etmezlerse cizye ödeyeceklerdi. Mektub Munzir'e gelib de tebeası olan Arablar, Yahudiler, Hristiyanlar, Sâbiîler ve Mecûsîlere Efendimiz'in mektubunu okuyunca müslüman olmak istemediler, cizyeyi kabul ettiler.
Peygamber (s.a.v.)'e bu haber gelince "Arablar için ya müslüman olmak ya da kılıç dışında başka bir şey kabul etme. Kitab ehli ile mecusilerden ise cizyeyi kabul et." diye bir mektub daha yazdı.
Munzir'in bu ikinci mektubu okumasıyla tebeası olan arablar müslüman oldular, ehl-i kitab ile mecusiler de cizye verdiler.
Bunun üzerine munafık arablar:
"Muhammed'in işine şaşılır doğrusu; Allah'ın kendisini, müslüman oluncaya kadar bütün insanlarla savaşmak üzere gönderdiğini iddia ediyor, sonra da cizyeyi sadece ehl-i kitabdan kabul ediyor. Arab muşriklerinden kabul etmediği cizyeyi Hecer halkı muşriklerinden (mecusilerinden) kabul ediyor. Arab kardeşlerimizin cizye vermelerini kabul etmeyib müslüman olmaya zorladığı gibi onları da müslüman olmaya zorlasaydı ya!" dediler de Allah Tealâ: "Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olursanız, sapıtmış olanlar size bir zarar veremezler..." âyet-i kerimesini indirdi.
(Vahidî, Esbâbu'n-Nuzûl. s 146)


Mukatil'den gelen bir rivayette Peygamber (s.a.v.)'in sadece kitab ehlinin cizye vermesini kabul buyurduğu, ancak arabların isteyerek veya istemiyerek (tav'an ev kerhen) müslüman olmasından sonra Hecer mecusilerinden de cizyeyi kabul ettiği, munafıkların, Efendimiz (s.a.v.)'in bu uygulamasını tenkid ettikleri söylenirken Ebu Salih kanalıyla İbn Abbâs'dan gelen başka bir rivayette de Efendimiz (s.a.v.)'in bu uygulamasını tenkid edenler Mekke munafıkları olarak zikredilmektedir.
(İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l Mesîr fî İlmi't-Tefsîr, Beyrut 1384/1965, 11,441)


2. Cabir ibn Zeyd der ki:
Birisi müslüman olduğunda kâfirler ona: "Atalarını beyinsizler yerine koydun, onların sapıklar mevkiine düşmesine sebeb oldun, şöyle yaptın, şöyle yaptın." diye ayıplarlardı. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.
(Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'1-Kur'ân, VI ,222.)



Maide 105 ayetinin Tefsiri :

Ey iman edenler! Siz kendi sorumluluklarınıza dikkat edin. Siz doğru gittiğiniz takdirde yanlış yola sapanlar size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır ve yapmakta olduğunuz her şeyi o zaman Allah size bildirecektir.


Bu âyetin, muminlerin, iman çağrısına olumlu karşılık vermemekte direnen ve kötülükler içinde yüzmeye devam eden inkarcıların durumuna üzülmeleri üzerine nazil olduğu rivayet edilmiştir.
Zamanla bazı müslümanlarm bu âyeti, nemelâzımcı bir anlayışa kapı aralayacak şekilde yorumlamaya başladıklarını görünce Ebû Bekir onları uyarıp özetle şunları söylemiştir:
Siz bu âyeti gayesinin dışına taşırıyor ve yanlış yorumluyorsunuz. Ben Rasûhlullah'ın "İnsanlar bir kötülüğü görüp de onu engellemezlerse Allah'ın onlara genel bir azab göndermesi yakındır" buyurduğunu duydum.
(Tirmizî, 'Tefsir", 6; Ebû Dâvûd, "Melâhim",7)


Gerçekten, Kur'ân-ı Kerîm ve Peygamber'in sünneti incelendiğinde, İslâm'da katı bir ferdiyetçilik anlayışının asla onaylanmadığı görülür. Aksine İslâm'ın bu iki temel kaynağı, bir taraftan kişiyi din kardeşinin sevinç ve kederini paylaşmaya özendirmiş, hatta "onun mutluluğunu kendisininkine tercih etmesi" anlamına gelen îsâr kavramına ayrı bir değer vermiş (Misal Haşr suresi 9. ayet ve tefsiri) , diğer taraftan da toplumda dirlik ve düzenliğin sağlanması ve korunması için bireylere birtakım ödevler yüklemiştir.

Fakat unutmamak gerekir ki toplumları meydana getiren fertlerdir ve sağlıklı bir toplumsal yapı ancak görev bilincine sahib, önce kendisini düzeltmeye çalışan bireylerin baskın öğe ve bu anlamda bir kişilik haline gelebilmesiyle mümkündür.
Şu halde bu âyeti şöyle anlamak uygun olur:
Kişinin başkalarına yardımcı olabilmesi, topluma olumlu katkılarda bulunabilmesi her şeyden önce kendi sorumluluklarına dikkat etmesine bağlıdır. Bu konuda üzerine düşeni yapan ve kendisini sürekli kontrol eden bir kimse de yanlış yollara düşmüş insanlardan zarar gelebileceği kuruntusuna kapılarak aydınlık yola çağrıda bulunma görevini ihmal veya terketmemelidir.



İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. (A-li İmran 104)

İslâm ahlâkına göre toplu yaşamak zorunda olan insanlık, bu yaşayışın uyumlu olarak sürdürülebilmesi ve iyiliğin hâkim kılınabilmesi için birtakım kurallara uymakla yükümlüdür. İslâm ahlâkında başlıca toplumsal kurallar dinî buyruk ve yasaklarla zaman ve mekâna göre değişmezlik kazanmış, her birey, iyiliğin yaygınlaşması ve kötülüğün önlenmesine kendi ölçüsünde katkıda bulunmakla yükümlü kılınmıştır. İslâm toplumunun en önemli ilkelerinden olan emir bi'1 mâ'rûf nehy-i ani'l munker görevinin yerine getirilmesi, her müslümanın, toplum içindeki konumuna, maddî ve manevî gücüne göre katıldığı bir sorumluluktur.
Kur'ân-ı Kerîm'deki ifadesiyle "yeryüzüne sâlih kulların hâkim olması" (Enbiya 105) idealine hizmet etme sorumluluğudur.
Peygamber bu görevin önemini ve kapsamını şu şekilde belirtir:
"Allah'a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülüğe engel olursunuz ve zalimin İki elini tutup onu hakka çevirir, doğruluğa zorlarsınız veya (bunu yapamazsanız) Allah, sizin iyilerinizin kalblerini de kötülerinkine benzetir ve daha önce İsrâİloğulları'na olduğu gibi size de lanet eder"
(Ebû Dâvûd, "Melâhim", 17)

Kur'ân-ı Kerîm, savaş zamanlarında bile belli bir topluluğun savaşa katılmayıp, dini öğrenmelerini ve savaşa gidenler döndüklerinde onları uyarmalarını, iyiliği emretme kötülüğe karşı gelme faaliyetini sürdürmelerini öngörmüştür. (Tevbe 122)
Peygamber'in şu sözü bu konuyla igili olarak normal şartlarda her müslümana görev yüklemektedir:
"Bir kötülük (munker) gören kişi onu eliyle önlesin. Buna gücü yetmeyen diliyle karşı çıksın. Bunu da yapamayan (kötülüğe) kalben buğzetsin ki, artık bu da imanın en zayıf derecesidir"
(Muslim, îmân, 78; Tirmizî, "Fiten", 11)



"Onlar işledikleri kötülüklerden birbirlerini sakındırmazlardı. Ne kadar kötü şeydi yaptıkları!" (Maide 79)

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah ibni Mesud'dan Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder;
“İsrail Oğullarından ilk ahdini bozma şöyle oldu: Bir kimse başka bir kimseye günah işlerken rast gelirdi. Ve ona "ey vatandaş Allah’tan kork , işlediğin günahı bırak. Bu sana helal değil" derdi.
Sonra ertesi gün yine aynı şahsa rast gelir fakat bu gün men etmezdi. Çünkü beraber yiyiyor,beraber içiyor,beraber oturuyordu.
Bunu işleyince Allah bazısının kalbini diğer bazısının kalb (ve fikriyatına) karıştırdı. Sonra Cenabı Hak buyurdu. Mealen:
İsrailoğullarından küfredenler Davud ve Meryem oğlu İsa’nın dili üzerine lanet olundular,” mealindeki 78. ayeti sonuna kadar okudu. Sonra Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
Allah’a yemin ederim ki Ya mârufla emredersiniz, Munkerle nehyedersiniz ve zalimin elinden tutar, onu Hakka sevk edersiniz . Onu sadece Hakka uygulamaya zorlarsınız"
(Tirmizi, K. Tefsiri Sureti Maide, N. 3050; İbn-i Mace, K. Fiten, N. 4008)


Emr-i Bi'l mâruf ve Nehyi Ani'l Munker'in hukmunu buraya kadar anlattıktan sonra; Maide 105 ayetini hatalı anlaşıldığı ortaya çıkmıştır. Bunun sebebi de Kıyamete yakın fitneler zuhur ettiği zaman evden dışarı çıkmamakla ilgili rivayetlerin olmasıdır diye düşünüyorum:

Kıyamet kopmadan evvel, her yeri fitneler kaplayacak. Fitnelerin zulmeti, ortalığı karanlık gece gibi yapacak. O zaman, evinden mu'min olarak çıkan kimse, akşam kâfir olarak evine dönecek. Akşam mu'min olarak evine gelen, sabah kâfir olarak kalkacak.
O zaman oturmak, ayakta kalmaktan hayırlıdır. Yürüyen, koşandan daha iyidir.
O zaman oklarınızı kırınız! Yaylarınızı kesiniz. Kılıçlarınızı taşa çalınız! O zaman, evinize birisi gelince, Âdem nebinin iki oğlundan iyisi gibi olsun!" (
Habil; kardeşi Kabil onu öldürmek istediği vakit ayet-i kerimenin ifadesiyle kardeşine: "Sen beni öldürmek için elini bana kaldırsan da , ben seni öldürmek için elimi sana kaldırmayacağım" (Maide 28) demiştir.)
Eshab-ı kiram, Peygamber efendimizden bu sözlerini işitince: "O zamanda bulunacak Müslümanlara ne yapmayı emredersiniz?" diye arz ettiler.
Rasulullah efendimiz de cevabında; "Evinizin eşyası (çulu) olunuz! veya "Öyle fitne zamanında, evinizden dışarı çıkmayınız!" buyurmuşlardır”
(Ebu Davud, Fiten 2, (4259, 4262); Tirmizî, Fiten 33, (2205)
 
islamabagli Çevrimdışı

islamabagli

Üye
İslam-TR Üyesi
Allah razı olsun kardeş.son birşey sorabilirmiyim,hadisteki fitne zamanı içinzde bulunduğumuz zamana uymuyormu?Yani daha o vakit geride mi?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Allah razı olsun kardeş.son birşey sorabilirmiyim,hadisteki fitne zamanı içinzde bulunduğumuz zamana uymuyormu?Yani daha o vakit geride mi?

Rasulullah (s.a.v.) ashabından günümüze kadar her asırda yaşayan müslümanlar çeşitli sıkıntılı dönemleri yaşadıklarca kendi dönemlerini kıyamete yakın, ahir zaman olarak değerlendirmiş ve öyle düşünmüşlerdir. Evet isim olarak evet ahir zamandayız, çeşitli fitneler ve alametler çıkmış ve devam etmektedir fakat, hadislerde bahsedilen hemen yecuc ve mecucun cıktığı-çıkacağı günler gibi Allahu alem düşünmüyorum.
Zamanımızdaki müslümanların içinde bulunduğu sıkıntılardan bir an önce kurtulmak isteyipte bir şey yapmayan "Beleş Mehdiciler" in hiç bir cehd ve tehlikeye girmeden mehdinin gelip kendisini ve üzerine farzı ayn olan cihadı tek başına halletmesini arzuladıklarından; "Ahir zaman , mehdi şu tarihte gelecek, geliyor, hatta geldi şu anda ortaya çıkmadı" gibi duygularının gerçekleşmesini isteyenlerin söylemleridir.
Halbuki Mehdi a.s. geldiğinde Yecuc ve mecuc, Deccal gibi kafirlerin kendisinden önce zuhur etmiş olacaktır.
Sonuçta her geçen gün ahir zamana en azından kendimizin ahir zamanına yaklaştığımız yakındır. İnsanlığın ahir zamanı ve Kıyametin bilgisi Allah katındadır bir şey söyleyemeyiz, diyebileceğimiz alametleri hakkında tahminlerdir ki o da kesin değildir.
 
Üst Ana Sayfa Alt