Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

En'am Suresi İniş Sebebi

Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبي الله ونعم الوكيل
Site Emektarı
6- EN'ÂM SÛRESİ

Mekke-i Mukerreme'de ve iniş sırası itibariyle Hicr Sûresinden sonra inmiştir.
İbn Abbâs der ki: En'âm Sûresi Mekke'de toptan bir defada nâzil oldu. Mekke vadisi onunla doldu. Onu, yetmiş bin melek yolcu etmişti; melekler onunla birlikte indiler ve iki dağın arasını doldurdular. Allah'ın Rasûlü (sas) vahy kâtiblerini çağırdılar ve ondan Medîne'de nâzil olan 6 âyet dışında bütün sûreyi o gece yazdılar.[1] Sûre'nin bir defada toptan indiği ve onun nuzûlünün 70 bin melek tarafından teşyî edildiği İbn Umer'den merfû olarak da rivâyet edilmiştir.[2]
Enes'den rivâyette de Peygamber (sas): "En'âm Sûresi dışında Kur'ân'dan bana toptan inen sûre yoktur. Şeytanlar, bunun dışında başka hiçbir sûre için bunda toplandıkları gibi toplanmış değillerdir. Bu Sûre Cibril ile bana gönderildiğinde onun yanında elli -veya elli bin buyurmuştur.- melek daha vardı. Bu melekler tesbih ve tehlille onu getirip suyun havuza konduğu gibi kalbime koydular. Allah bu Sûre ile beni ve sizi öyle aziz kılmıştır ki bundan sonra asla bir daha aşağılanmazsınız. Onda muşriklerin huccetleri çürütülmüştür. Onda, Allah'ın asla dönmeyeceği va'dleri vardır." buyurmuştur.
İbnu'l-Munkedir'in Câbir'den rivâyetine göre En'âm Sûresi nâzil olduğunda Peygamber (sas) tesbihte bulunmuş (Subhânallah demiş) ve: "Bu Sûreyi ufuğu kapatacak sayıda çok melek yolcu ettiler." buyurmuş[3]
Esma bint Yezîd'den gelen bir rivâyette de Sûrenin, Peygamber yolda iken nâzil olduğu anlaşılıyor. Bu rivâyette Esma şöyle demiş: En'âm Sûresi, Allah'ın Rasûlü bir yolculukta (veya yolda) iken meleklerin yüksek sesleri (yüksek sesle tesbih ve tehlilleri arasında) nâzil oldu. Melekler gökle yer arasını doldurmuşlardı.
Esmâ'dan gelen başka bir rivâyette de Efendimiz'in, En'âm Sûresi nâzil olurken devesi üzerinde olduğu, devenin yularını kendisinin tuttuğu, Sûrenin bir bütün halinde bir defada indiği ve vahyin ağırlığından neredeyse devenin kemiklerinin kırılacağı ayrıntılarına da yer verilmektedir.[4]
İbn Abbâs'tan gelen rivâyette Medîne'de indiği ifade edilen âyetler "De ki: Gelin, Rabbınızın size neleri harâm kıldığını ben söyleyeyim... ve şubhesiz ki bu, benim dosdoğru yolumdur. Ona hemen uyun. Başka yollara uymayın ki sonra sizi O'nun yolundan ayırır. İşte muttakîler olasınız diye size bunları emretti." (En'âm: 151-153) âyetleri, "Allah, hiçbir insana hiçbir şey indirmedi." demekle Allah'ı şânına yaraşır şekilde tanıyamadılar..." (En'âm: 91) âyeti ve "Allah'a karşı yalan uyduran ve âyetlerini yalan sayandan daha zâlim kimdir? Muhakkak ki zâlimler felaha ermezler." (En'âm: 21) âyetidir.[5]
Ebu Sâlih kanalıyla İbn Abbâs'tan 151-153, 91, 93-94 âyetleri olmak üzere 6 âyetinin Medîne'de nâzil olduğu rivâyet edilmiştir. Bu Mukâtil'den de nakledilmiş olup bu 6 âyete ilâve olarak bunda 21 ve 114. âyetlerinin de Medîne'de indiği söylenmiştir. Mamafih yine İbn Abbâs'tan ve Katâde'den sadece iki âyetinin (91 ve 141) Medîne'de nâzil olduğu da rivâyet edilmiştir. Ebu’l-Feth İbn Şeytâ ise 151-152. âyetler olmak üzere sadece iki âyetinin Medîne'de indiğini söylemiştir.[6]

1. Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Sonra da kâfirler bunları Rablarına denk tutuyorlar.
İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in Mucâhid'den rivâyetle tahriclerine göre bu âyet-i kerime zındıklar hakkında nâzil olmuştur. Onlar: "Allah karanlığı, osurgan böceğini (bok böceğini), akrepleri ve çirkin şeyleri yaratmamıştır. O ancak nûru ve güzel şeyleri yaratmıştır." dediler de Allah Teâlâ (cc) onlar hakkında bu âyet-i kerimeyi indirdi.
İbn Ebzâ'dan gelen bir rivâyette de onun, bu âyet-i kerimenin muslumanlar hakkında değil, Ehl-i kitâb hakkında indiğini söylediği belirtilmektedir.[7]

7. Eğer sana kağıt içinde bir kitâb indirmiş olsaydık da elleriyle ona dokunsalardı yine de o kâfirler derlerdi ki: "Bu, apaçık bir büyüden başkası değildir."
Kelbî der ki: Mekke muşrikleri: "Ey Muhammed, Sen bize Allah katından,
yanında onun Allah katından ve senin de Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet edecek dört melekle birlikte bir kitâb getirmedikçe asla sana iman edecek değiliz." dediler ve bunun üzerine bu âyet-i kerime indi.[8]
Kelbî'nin bir kavline göre ise "Bizim için şu yerden bir pınar akıtmadıkça sana asla iman edecek değiliz." diyen en-Nadr ibnu'l-Hâris, Abdullah ibn Ebî Umeyye ve Nevfel ibn Huveylid hakkında nâzil olmuştur.[9]

8. "Ona bir melek gönderilmeli değil miydi?" dediler. Eğer Biz bir melek gönderseydik elbette işleri bitirilmiş olur sonra da onlara göz bile açtırılmazdı.
9. Eğer onu bir melek kılsaydık yine de bir adam sûretinde gösterir ve her halde onları yine düşmekte oldukları şubheye düşürürdük.
İbn İshâk öyle anlatıyor: Rasûlullah (sas) kavmini İslâm'a davet etti ve bunu da o kadar çok yaptı ki Zem'a ibnu'l-Esved, en-Nadr ibnu'l-Hâris, el-Esved ibn Abdi Yağûs, Ubeyy ibn Halef ve el-As ibn Vâil: "Ey Muhammed, senin yanında bir melek gönderilse, seninle birlikte görünse ve senin peygamber olarak gönderildiğini söylese ya." dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) bu âyet-i kerimeleri indirdi.[10] Peygamber'den bu istekte bulunarak bu âyetin inmesine sebeb olanların en-Nadr ibnu'l-Hâris, Abdullah ibn Ebî Umeyye ve Nevfel ibn Huveylid oldukları da söylenmiştir.[11]
Peygamber’e (sas), gökten bir kitâb indirilmesini isteyenlerin bizzat kimler oldukları o kadar önemli olmamakla, bu rivâyetler arasındaki ihtilâf önemsenecek bir ihtilâf değildir. Zaten ortak noktalan da inkarcılar olmaları ve Peygamber’i (sas) âciz bırakıp inkârlarında ve inâdlarında devamları olmakla daha sonra gelebilecek benzerleri de bu âyet-i kerimenin hukmüne dahildirler.[12]

13. Gecenin ve gündüzün içinde barınan her şey O'nundur ve O, Semî'dir, Alîm'dir.
İbn Abbâs'tan rivâyetle Kelbî der ki: Mekke muşrikleri Peygamber’e
(sas) geldiler ve: "Ey Muhammed, öyle sanıyoruz ki seni, şu yapmakta olduğun davete ihtiyac içinde olman sevk etti. Gel, mallarımızdan sana pay verelim ve böylece bizim en zenginimiz ol ve şu yapmakta olduğundan vaz geç." dediler. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nâzil oldu.[13]

14. "Sen, Allah, gökleri ve yeri yoktan var etmiş ve O yedirir ama yedir ilmez iken Allah'tan başka bir dost mu edinirim? " de. Yine de ki: "Doğrusu ben, musluman olanların ilki olmakla emrolundum." Ve sakın muşriklerden olma.
Mukâtil'den rivâyete göre Mekke muşriklerinin Peygamber’e (sas): "Ey Muhammed, atalarının dinine dönmeyecek misin?" demeleri üzerine nâzil olmuştur.[14]

19. De ki: "Şâhid olarak hangi şey daha büyüktür?" De ki: "Benimle sizin aranızda Allah şâhiddir. Bu Kur 'ân, bana, sizi de, ulaştığı kimseleri de uyarmam için vahyolundu. Siz mi şâhidlik ediyorsunuz ki Allah'la beraber başka ilahlar vardır," De ki: "Ben şehâdet etmem." De ki: "O, ancak bir tek ilahtır ve ben, gerçekten sizin O'na ortak koştuklarınızdan uzağım."
Kelbî der ki: Mekke ileri gelenleri: "Ey Muhammed, Allah, senden başka peygamber olarak gönderecek birini bulamadı mı? Senin iddia etmekte olduğun peygamberlik davasında seni doğrulayan hiç kimse yok. Seni yahudilere ve hristiyanlara sorduk. Onlarda senin ne haberine, ne de vasıflarına dair bir bilgi yok. Senin, zannettiğin gibi bir peygamber olduğuna şehâdet edecek birini getir." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nâzil oldu.[15] Bu haber Ebu Sâlih kanalıyla İbn Abbâs'tan da rivâyet edilmiştir.[16]
İbn İshâk, İbn Cerîr, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İbn Abbâs'tan rivâyetlerinde o şöyle demiştir: Nahhâm ibn Zeyd, Kurdum ibn Ka'b ve Bahrî ibn Amr geldiler ve: "Ey Muhammed, Allah'la beraber O'nun dışında hiç ilah bilmez misin?" diye sordular. Allah'ın Rasûlü (sas): "Allah, yegâne ilahtır. Ben bununla gönderildim ve buna çağırıyorum." buyurdular da Allah Teâlâ (cc) onların bu sözleri hakkında "De ki: "Şâhid olarak hangi şey daha büyüktür?" âyet-i kerimesini indirdi.[17]

20. Kendilerine kitâb verdiklerimiz onu, öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini husrana uğratanlar, işte ancak onlar iman etmezler.
Umer ibnu'l-Hattâb'dan rivâyete göre o, Abdullah ibn Selâm'a: "Allah, peygamberine Mekke'de "Kendilerine kitâb verdiklerimiz onu, öz oğullarını tanıdıkları gibi tanır, bilirler." (Bakara, 2/147 ve En'âm, 6/20) âyetlerini indirdi. Bu tanıma ve bilme nasıldır?" diye sormuş da o: "Onu görür görmez oğlumu tanıdığım gibi tanımıştım. Hattâ Muhammed'i, oğlumu tanıdığımdan daha da iyi tanımıştım." demiş. Umer'in: "Bu nasıl olur?" sorusuna da şöyle cevab vermiş: "Ben, hiç şubhe etmeksizin Muhammed'in gerçekten Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet ederim ama kadınların ne yaptıklarını kesin olarak bilemem."[18]

21. Allah'a karşı yalan uyduran ve âyetlerini yalan sayandan daha zâlim kim vardır? Şurası muhakkak ki zâlimler felaha ermezler.
İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den rivâyetine göre Abduddâr Oğullarından en-Nadr: "Kıyamet günü olunca Lât ve Uzzâ mutlaka bana şefaat edeceklerdir." demiş de bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirmiş[19]

25. Onlardan sana kulak verenler vardır. Halbuki Biz, onu anlarlar diye kalblerine örtüler, kulaklarına da ağırlıklar koyduk. Onlar, her âyeti görseler yine de inanmazlar. Hattâ sana geldiklerinde seninle mucâdele ederler. O kufredenler derler ki: "Bu, olsa olsa eskilerin masallarından ibarettir."
Ebu Sâlih rivâyetinde İbn Abbâs der ki: Ebu Sufyân ibn Harb, el-Velid ibnu'l-Muğîra, en-Nadr ibnu’l-Hâris, Rabîa'nın iki oğlu Utbe ve Şeybe, Halefin iki oğlu Umeyye ve Ubeyy, Peygamber’i (sas) dinleyip daha sonra Nadr'a gelirler ve: "Ey Ebu Katîle, Muhammed (sas) ne diyor?" diye sorarlar. Nadr: "Ka'be'yi kendi evi yapana yemin ederim ben de onun ne söylediğini bilmiyorum. Şu kadar var ki dudaklarını oynattığını görüyorum. Geçmiş asırlardan benim size anlattıklarım gibi geçmişlerin masallarını anlatıyor." der. Gerçekten de Nadr, geçmiş asırlardan, ilk nesillerden çokça bahseder, onların masallarını anlatırmış. Bunları Kureyş'e anlattığında onun anlattıklarından hoşlanırlarmış. İşte Nadr'ın Peygamber’in (sas) sözleri hakkında "O size geçmişlerin masallarını anlatıyor." demesi üzerine Allah Teâlâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[20] İbn Abbâs'tan gelen rivâyette Peygamber’i (sas) dinlemeye gelenler içinde Ebu Cehl de sayılmakta ve en-Nadr'ın "Muhammed size geçmişlerin masallarını anlatıyor." demesi üzerine Ebu Sufyân'ın söze karışarak "Ama Muhammed'in bazı söyledikleri doğru ve gerçek." dediği; Ebu Cehl'in buna şiddetle tepki göstererek: "Asla, onun söyledikleri asla gerçek olamaz." dediği ayrıntılarına yer verilmektedir.[21]
İbn Abbâs'tan rivâyete göre ise muslumanlara gelip de onlarla mucâdele edenler Mekke muşrikleri olup boğazlanmaksızın murdar olarak ölen bir hayvanın yenilmesinin harâm kılınması üzerine "Kendi öldürdüklerinizin etini yiyorsunuz da Allah'ın öldürdüğünün etini yeniyorsunuz!" diye muslumanlarla çekişmeleri, onlarla mucâdele etmeleri üzerine "Hattâ sana geldiklerinde seninle mucâdele ederler..." âyet-i kerimesi nâzil olmuş.[22] Bu hadise, bu Sûrenin 121. âyet-i kerimesinin nuzûl sebebi olarak da rivâyet edilmiştir.[23]

26. Onlar, hem bundan vazgeçirmeye çalışırlar, hem de kendileri ondan uzaklaşırlar. Onlar sadece kendilerini helâke sürüklerler ama bunun şuurunda değillerdir.
Abdurrahman ibn Abdan kanalıyla İbn Abbâs'tan rivâyette o şöyle demiştir: Bu âyet-i kerime Ebu Tâlib hakkında nâzil oldu. Hem muşriklerin Peygamber’e (sas) eziyet etmelerine engel olmakta, hem de onun getirmiş olduğu haktan uzaklaşmaktaydı. Bu aynı zamanda Amr ibn Dinar ve el-Kasım ibn Muheymir'in de kavlidir.
Mukâtil ise olayı muşahhas hale getirerek şöyle der: Bir gün Peygamber (sas), Ebu Tâlib'in yanında onu İslâm'a davet etmekte iken Kureyşliler de orada toplanıp Peygamber’in (sas) isteğini engellemeye yani onun Ebu Tâlib'e olan davetini engellemeye çalıştılar. Ebu Tâlib de "Peygamber’in (sas) davetinin hak olduğunu ve fakat kavminin kınamasından
korkarak İslâm'ı kabullenemeyeceğini" ifade eden bir şiir söyledi de işte bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[24]
Kurtubî, Ebu Tâlib'in Peygamber’i (sas) korumasına da muşahhas bir misal vererek âyet-i kerimenin bunun üzerine nâzil olduğunu siyer ehlinden rivâyetle şöyle anlatır:
Peygamber (sas) bir gün Ka'be'ye çıkmıştı. Orada namaz kılmak istedi. Namaza başlayınca Ebu Cehl: "Kim gidip şu adamın namazını bozacak?" dedi. Abdullah ibnu'z-Ziba'râ kalktı, eline bir pislik ve bir mikdar kan aldı, bunları Peygamber’in (sas) yüzüne sıvadı. Peygamber (sas) namazından ayrıldı, sonra amcası Ebu Tâlib'e geldi. "Ey amca, bana yapılanı görmüyor musun?" dedi. Ebu Tâlib: "Bunu sana kim yaptı?" diye sorunca da "Abdullah ibnu'z-Ziba'râ yaptı." dedi. Ebu Tâlib kalktı, kılıcını omuzuna koydu, yürüdü, muşriklerin yanına geldi. Muşrikler, Ebu Tâlib'in kendilerine doğru geldiğini görünce yerlerinden doğrulmaya başladılar. Ebu Tâlib: "Bir kişi kalkarsa kılıcımı tepesinde bulur." dedi, onlara yaklaşıncaya kadar oturdular. Peygamber'e (sas): "Oğulcuğum bunu sana yapan kimdir?" diye Peygamber’e (sas) sordu, onun: "Abdullah ibnu'z-Ziba'râ." cevabı üzerine de Ebu Tâlib eline bir pislik ve bir mikdar kan alıp yüzlerini, sakallarını, elbiselerini bunlarla sıvayıp onlara ağır konuştu ve işte bunun üzerine "Onlar, hem bundan vazgeçirmeye çalışırlar, hem de kendileri ondan uzaklaşırlar." âyet-i kerimesi nâzil oldu. Peygamber (sas): "Ey amca, bak, senin hakkında âyet indi." dedi. Ebu Tâlib: "O da nedir?" diye sordu. Allah'ın Rasûlü (sas): "Kureyş'in bana eziyyet vermesinin önüne geçiyor ve fakat bana iman etmiyorsun." buyurdular.[25]
Muhammed ibnu'l-Hanefiyye, Suddî ve Dahhâk ise bu âyet-i kerimenin Mekke kâfirleri hakkında nâzil olduğunu söylemişlerdir. Onlar, kendileri O'nun davetinden uzaklaştıkları gibi insanları da o davete uymaktan men’ etmekteydiler. Vâlibî rivâyetinde İbn Abbâs da böyle söylemiştir.[26]
Saîd ibn Ebî Hilâl "Bu âyet-i kerimenin Peygamber’in (sas) amcaları hakkında nâzil olduğunu, onların sayısının on olduğunu; bu amcalarının açıktan şiddetle Peygamber’in (sas) tarafını tuttukları halde gizliden gizliye şiddetle onun aleyhinde olduklarını" söylemişse de[27] buna "Peygamber’in (sas) amcalarının sayısının on olmadığı; çünkü Abdulmuttalib'in, Efendimizin babası da dahil olmak üzere çocuklarının toplam on olduğu, kaldı ki bunların bir kısmının daha küçükken ve risâletten önce öldüğü" gerekçeleriyle itiraz edilmiş ve dolayısıyla bu görüş taraftar bulamamıştır.
Ayet-i kerimenin ifadeleri çoğul olduğuna göre herhalde âyette ifade edilen fiil sadece bir kişi tarafından; Ebu Tâlib tarafından işlenmiş olmayıp bunu yapanlar birden çok kişidir. Belki Ebu Tâlib'e en azından Efendimiz'in zahiren ve başkalarından onu koruma sadedinde yanında olup da O'nun davetine tabi olmayan diğer amcalarını da (Hamza ve Abbâs hariç olmak üzere) katmak gerekecektir. Hattâ "Onlar, sadece kendilerini helâke sürüklerler ama bunun şuurunda değillerdir." ifadesi sanki son rivâyeti destekler mahiyettedir.[28]

33. Gerçekten Biz biliyoruz ki söylemekte oldukları seni üzüyor. Ama gerçekte onlar seni yalanlamıyorlar. Fakat o zâlimler Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar.
Zuhrî'den rivâyetle Ebu Cehl kıssasında Muhammed ibn İshâk şöyle anlatıyor: Bir gece Ebu Cehl, Ebu Sufyân Sahr ibn Harb ve el-Ahnes ibn Şerîk (Şurayk) birbirlerinin varlığından habersiz olarak Peygamber'in (sas) Kur'ân okumasını dinlemeye gelmişlerdi. O gece sabaha kadar Efendimiz'in (sas) Kur'ân okumasını dinlemiş, sabah olmaya başlayınca da dağılmışlar, ancak yolda birbirlerini görmüşlerdi. Her biri diğerine "Neden geldin?" diye sormuş, ve yine her biri niçin geldiğini söylemiş; geldikleri Kureyşli gençler tarafından duyulur da onların Kur'ân dinlemeye gelmiş olmaları gençleri fitneye düşürür korkusuyla bir daha asla gelmeyeceklerine dair bir birlerine söz vermişler. Fakat o gün gece olunca nasıl olsa verdiği sözde durup diğer iki arkadaşı gelmez zannıyla her bireri tekrar Peygamber’in (sas) Kur'ân okumasını dinlemeye gelmiş. Sabah yaklaşıp da Kur'ân dinledikleri yerden ayrılırken yolda yine karşılaşıp birbirlerini kınamış ve artık bir daha gelmeyeceklerine dair birbirlerine söz vermişler. Ama üçüncü gece olunca tekrar dayanamamış üçü birden ayrı ayrı Peygamber’in (sas) Kur'ân okumasını dinlemeye gelmişler; sabah olunca karşılaştıklarında yine birbirlerine bir daha oraya dönmeyeceklerine dair söz vermişler.
Sabah olunca Ahnes ibn Şerîk asasını almış ve Ebu Sufyân'ın evine gelmiş, ona: "Ey Ebu Hanzala, Muhammed'den duyduğun hakkında fikrini bana söyle." demiş. Ebu Sufyân: "Ey Ebu Sa'lebe, Allah'a yemin olsun ben ondan bildiğim ve kendisiyle ne kasdedildiğini de anladığım şeyler de işittim, ne manâsını ne de ne kasdedildiğini anlamadığım şeyler de işittim." demiş. Ahnes de: "Ben de senin yemin ettiğine yemin ederim ki aynı durumdayım." demiş.
Sonra Ahnes, Ebu Sufyân’ın yanından çıkıp bu sefer Ebu Cehl'in evine gelmiş, yanına girmiş ve ona: "Ey Ebu'l-Hakem, Muhammed'den işittiklerin hakkında fikrin nedir?" diye sormuş. Ebu Cehl: "Ne mi işittim?" deyip şöyle devam etmiş: "Biz ve Abdimenâf Oğulları şerefte yarıştık; yedirdiler yedirdik, taşıdılar taşıdık, verdiler verdik. Ama tam dizleri üzeri çökmüş yarış atları gibi başabaş gelmiştik ki "Bizden kendisine gökten vahy gelen bir peygamber var." deyiverdiler. Biz bunda onlara ne zaman ve nasıl yetişeceğiz? Allah'a yemin ederim ki asla ona iman etmeyeceğiz ve asla onu tasdik etmeyeceğiz." Bunu duyan Ahnes kalkıp ondan ayrılmış.[29]
İbn İshâk'ın anlattığı bu kıssada bu âyet-i kerimenin nuzûl sebebi olduğu tasrih edilmemekle birlikte bu kıssanın bir parçası olduğu anlaşılan diğer bazı rivâyetlerde nuzûl kaydı bulunmaktadır.
Meselâ bunlardan birisinde Suddî anlatıyor: Bir gün el-Ahnes ibn Şurayk ve Ebu Cehl ibn Hişâm karşılaşmışlardı. Ahnes, Ebu Cehl'e: "Ey Ebu'l-Hakem, burada senin söyleyeceklerini benden başka duyacak kimse yok, söyler misin Muhammed doğru sözlü mü, yalancı mı" diye sordu. Ebu Cehl: "Vallahi Muhammed doğru sözlüdür. Muhammed asla yalan söylememiştir. Fakat Sancağı, hacılara su vermeyi (Sikaye), Ka'be'nin perdedarlığını (Sedâne), Nedve'yi ve peygamberliği Kusayy Oğulları alıp giderse Kureyş'in diğer boylarına ne kalacak (Hiçbir şey kalmayacak)!." dedi de bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[30]
Bu Ahnes ibn Şurayk'ın Bedr Ğazvesi sırasında Zuhre Oğullarına söylediği sözler hakkında bu âyet-i kerimenin nâzil olduğu da rivâyet edilmektedir. Buna göre Ahnes: "Ey Zuhre Oğulları, Muhammed sizin kız kardeşinizin oğludur. Onu insanlardan gelebilecek eziyetlerden korumaya insanların en lâyığı sizlersiniz. Eğer o bir peygamber ise bugün onunla savaşmamış olursunuz. Ama eğer yalancı ise siz yine de kız kardeşinizin oğlundan diğer insanların eziyetlerini engellemeye elbette en lâyık olan kimselersiniz. Onun için burada durun ve savaşa katılmayın. Bırakın Ebu'l-Hakem ile karşılaşıp savaşsınlar. Eğer Muhammed yenilirse sâlimen yurdunuza dönersiniz. Yok eğer Muhammed ğâlib gelirse zaten mağlub ve güçsüz kalan kavminiz size bir şey yapamaz." demiş ve asıl adı Ubeyy iken o gün Ahnes olarak isimlendirilmiş.[31]
Ebu Meysere der ki: Allah'ın Rasûlü (sas) bir gün Ebu Cehl ve arkadaşlarının yanına uğramıştı. "Ey Muhammed, Allah'a yemin olsun ki biz seni yalanlamıyoruz; biz, senin getirmiş olduğunu yalanlıyoruz." dediler de bu âyet-i kerime nâzil oldu.[32] Naciye ibn Ka'b'den rivâyette ise Peygamber’e (sas) bu sözü söyleyen sadece Ebu Cehl’dir.[33]
Ebu Yezîd el-Medenî'den rivâyete göre ise bir gün Peygamber (sas) sokakta Ebu Cehl'e rastladığında Ebu Cehl, Peygamber (sas) ile musafaha etmiş. Yanındakiler onu kınayarak: "Şu dinden çıkmış sâbiî ile bir de musafaha mı ediyorsun?" demişler de Ebu Cehl: "Allah'a yemin olsun, ben onun bir peygamber olduğunu kesin olarak biliyorum ama biz, ne zaman Abdimenâf Oğullarına tâbi olduk ki şimdi olalım!" demiş ve bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[34] Ancak Peygamber’in (sas), ölünceye kadar en şedîd düşmanı olarak kalmış olan Ebu Cehl bunu içinden geçirmiş olsa bile ondan böyle bir itirafın suduru son derece uzaktır.
Mukâtil de der ki: Bu âyet-i kerime Kureyş'ten el-Hâris ibn Amir ibn Nevfel hakkında nâzil oldu. Açık ve başkalarının olduğu yerlerde Peygamber’i (sas) yalanlar; ailesiyle başbaşa kaldığında ise: "Muhammed asla yalancılardan olamaz. Ben onun doğru sözlü, söylediklerinin de doğru olduğunu sanıyorum." dermiş. İşte Allah Teâlâ (cc) bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[35] Ebu Sâlih kanalıyla İbn Abbâs'tan gelen rivâyette ise bu el-Hâris ibn Amir'in Peygamber’e (sas): "Ey Muhammed, bugüne kadar sen bize hiç yalan söylemedin ki biz seni yalancılıkla itham edelim. Fakat biz seni tasdik ettiğimiz takdirde yerimizden yurdumuzdan oluruz." demiş de âyet bunun üzerine nâzil olmuş.[36]

35. Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geliyorsa; yeri delmeye ve göğe merdiven dayamaya gücün yetmiş olsaydı onlara bir âyet (mucize) gösterirdin. Şayet Allah dilemiş olsaydı onları hidâyet üzere birleştirirdi. Sakın bilgisizlerden olma."
Ebu Sâlih'in İbn Abbâs'tan rivâyetine göre el-Hâris ibn Amir ibn Nevfel, Kureyşlilerden bir grupla birlikte Peygamber'e (sas) gelmiş ve: "Ey Muhammed, diğer peygamberlerin, kavimlerine mucizeler getirdiği gibi sen de bize bir mucize getir. Bunu yaparsan sana iman ederiz." demişler. Allah Teâlâ'nın (cc) bir mucize göndermemesiyle de iman etmeyerek Efendimizden yüz çevirmiş, geri dönüp gitmişler. Bu durum kavminin imanı konusunda çok istekli olan Peygamber’e (sas) ağır gelmiş ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime inmiş.[37]

37. Ve dediler ki: "Ona Rabbından bir âyet indirilmeli değil miydi?" De ki: "Şubhesiz Allah âyet indirmeye Kadir'dir." Ne var ki onların çoğu bilmezler.
İbn Abbâs bu âyet-i kerimenin de Kureyş liderleri (Kureyş kâfirlerinin ileri gelenleri) hakkında indiğini söylemiştir.[38]

50. De ki: "Size, "Allah'ın hazineleri benim yanımdadır." demiyorum. Ben, ğaybı da bilmem ve size bir melek olduğumu da söylemiyorum. Ben, ancak bana vahyolunana tâbi olurum." De kî: Hiç görenle görmeyen bir olur mu? Hiç düşünmüyor musunuz? "
Ebu Sâlih'in İbn Abbâs'tan rivâyetine göre Mekkeliler Peygamber’e (sas): "Ey Muhammed, Allah sana bir hazine indirse de zengin olsan. Görüyoruz ki sen fakirsin. Ya da senin bir bahçen olsa da onun meyvesinden yesen. Görüyoruz ki açsın." dediler de bu âyet-i kerime indi.[39]

51. Rablarına toplanacaklarından korkanları sen onunla uyar. O'ndan başka bir dost ve şefaatçileri yoktur. Umulur ki takvâya ererler.
İkrime'den rivâyet ediliyor: Utbe ibn Rabîa, Şeybe ibn Rabîa, Mut'im ibn Adiyy, el-Hâris ibn Nevfel, Karaza ibn Abdiamr ibn Nevfel, Abdimenâf Oğulları ileri gelenlerinin kâfirlerinden bir grup içinde Ebu Tâlib'e geldiler, ve: "Ey Ebu Tâlib, kardeşinin oğlu, kölelerimizi ve bizim korumamız altında olan o yabancıları yanından kovsa. Onlar bizim kölelerimiz ve işçilerimiz. Kardeşin oğlu onları yanından kovarsa gönüllerimizde yücelir, kendisine daha çok itaat edilir ve bizim ona tabi olmamıza ve onu tasdik etmemize daha yakın olur." dediler. Ebu Tâlib, Peygamber’e (sas) geldi ve muşriklerin kendisine söylediklerini ona nakletti. Umer ibnu’l-Hattâb: "Bunu yapsan da bir baksan ne istiyorlar ve sözlerinin sonunda nereye varacaklar, söylediklerini ne derece gerçekleştirecekler?" dedi de Allah Teâlâ (cc) ". Allah şukredenleri en iyi bilen değil mi?"ye kadar olmak üzere bu âyet-i kerimeyi ve devamındaki âyetleri indirdi. Râvi der ki: Muşriklerin, Peygamber’den (sas), yanından kovmasını istedikleri Bilâl, Ammâr ibn Yâsir, Ebu Huzeyfe'nin kölesi Sâlim, Useyd'in kölesi Sabîh, hulefâ'dan (Kureyş'le anlaşmalı olarak onların emanına girenlerden) İbn Mes'ûd, el-Mikdâd ibn Amr, Mes'ûd ibnu’l-Kârî, Vâkıd ibn Abdullah el-Hanzalî, Zu'ş-Şimâleyn Amr ibn Abdiamr, Mersed ibn Ebî Mersed, Hamza ibn Abdulmuttalib'in antlaşmalısı Ebu Mersed ve bunların durumundaki diğer zayıf muslumanlardı. Bu âyet-i kerimeler inince Umer ibnu’l-Hattâb geldi ve daha önce söylemiş olduğu sözlerden dolayı özür diledi ve akabinde de Allah Teâlâ (cc) "Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde de ki: "Selâm sizlere, Rabbınız kendine rahmeti yazdı. İçinizden her kim bilmeyerek bir kötülük yapıp da sonra arkasından tevbe etmiş ve düzeltmiş ise şubhesiz ki O Ğafûr'dur, Rahîm'dir." âyet-i kerimesini indirdi.[40]

52. Sabah akşam Allah’ın rızasını dileyerek Rablerine dua edenleri sakın yanından kovma. Onların hesabından hiçbir şey sana, senin hesabından hiçbir şey de onlara ait değildir. Eğer onları kovarsan zâlimlerden olursun.
53. Biz onlardan kimisini kimisiyle "Allah aramızdan bunlara mı lutfunu lâyık gördü? " desinler diye işte böyle imtihan ettik. Allah şukredenleri en iyi bilen değil mi?
54. Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde de ki: "Selâm sizlere, Rabbınız kendine rahmeti yazdı. İçinizden her kim bilmeyerek bir kötülük yapıp da sonra arkasından tevbe etmiş ve düzeltmiş ise şubhesiz ki O Ğafûr'dur, Rahîm 'dir.
Muslim'in Zuheyr ibn Harb kanalıyla Mikdam'dan rivâyetine göre Sa'd ibn Ebî Vakkâs şöyle anlatmış: Bu âyet-i kerime biz altı kişi hakkında indi:
Ben, İbn Mes'ûd, Suheyb, Ammâr, Mikdad ve Bilâl. Kureyş, Allah'ın Rasûlü (sas)'ne: "Biz, bunlara tâbi olanlar olmaya asla razı olacak değiliz. Bunları yanından kov." Dediler. Bu sözden, Allah'ın Rasûlü'nün (sas) kalbine giren düşünceler (mesela onları kovacak olursa o muşriklerin İslâm'a girebileceği umudu gibi) girdi de bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[41]
Muslim'in, Sahih'inde Sa'd ibn Ebî Vakkâs'tan gelen başka bir rivâyet ayrıntılarında biraz farklı, o şöyle anlatıyor: Biz altı kişi Rasûlullah'ın (sas) yanındaydık. Muşrikler Allah'ın Rasûlü'ne (sas) dediler ki: "Şu yanındakileri kov; onlar, bizim yanımızda oturma cur'etini göstermesinler." Sa'd der ki: Ben, İbn Mes'ûd, Huzeyl kabilesinden bir adam, Bilâl Habeşî, ayrıca adlarını unuttuğum iki kişi daha oradaydık. Rasûlullah'ın (sas) gönlünde bu konuda Allah'ın dilediğince bir şeyler oldu. Peygamber (sas) kendi başına kaldığında "Sabah akşam Rablarına, O'nun rızasını dileyerek dua edenleri kovma..." âyet-i kerimesi indi. Haberi Buhârî değil, sadece Muslim zikretmiştir.[42].
Ebu'l-Abbâs Muhammed ibn Abdurrahman kanalıyla Habbâb ibnu'l-Eret'den gelen bir rivâyet olayı biraz daha hususileştirmekte. O şöyle anlatmış: Bu âyet-i kerime bizim hakkımızda indi. Biz zayıf kimseler (Kureyş muşriklerince zayıf görünen muslumanlar) sabah akşam Rasûlullah'ın (sas) yanında idik.
Bize Kur'ân'ı ve hayrı öğretir, bizi cennetle ve bize fayda verecek şeylerle müjdeler, cehennem, ölüm ve yeniden diriltilme ile korkuturdu. Bir gün Akra' ibn Habis et-Teymî ve Uyeyne ibn Hısn el-Fezârî geldiler ve: "Biz, kavmimizin ileri gelenlerindeniz. Kavmimizin bizi bunlarla birlikte görmelerinden hoşlanmıyoruz. Biz seninle otururken onları kovsan." dediler. Efendimiz: "Olur." dedi. Onlar bu sefer: "Bunu aramızda yazılı hâle getirmeden razı olmayız." dediler. Yazılması için bir deri ve divit getirildi de bunun üzerine bu âyetler nâzil oldu.[43]
İbn Mâce ve Taberî'nin kendi isnadlarıyla Habbâb'dan rivâyetlerinde hadise biraz daha detaylı anlatılmış olup aynı hadise üzerine başka âyet-i kerimelerin de nuzûlünden bahsedilmektedir. Şöyle ki:
Akra' ibn Habis et-Temîmî ve Uyeyne ibn Hısn el-Fezârî Peygamber’e (sas) geldiler ve O'nu, zayıf muslumanlardan bir grup içinde Bilâl, Suheyb, Ammâr ve Habbâb'la birlikte oturur buldular. Peygamber'in (sas) çevresinde onları görünce bu zayıf muslumanları hâkir görerek Peygamber’e (sas): "Bizim için bunlardan ayrı bir oturum yapmanı, bize ayrı bir meclis tahsis etmeni isteriz. Böylece arablar bizim bunlardan üstün olduğumuzu anlasınlar. Biliyorsun bize arab kabilelerinden bir takım elçiler, hey'etler gelir. Arabların bizi, bu kölelerle birlikte görmelerinden utanırız. Dolayısıyla biz gelince onları yanından kaldırıp uzaklaştır. Bizim seninle işimiz bittikten sonra yine istersen onlarla ayrıca otur." dediler. Peygamber (sas): "Olur." buyurdu. Onlar: "Olur demen yetmez, bizim için bunu yazılı hâle getir. Bunu bize yaz." dediler de Allah'ın Rasûlü (sas) söylediklerini kabul ettiğini yazmak üzere Ali'yi çağırtıp üstüne yazılması için bir sayfa istedi. Biz, bir köşede oturuyorduk. O sırada Cibrîl geldi ve "Sabah akşam Allah'ın rızasını dileyerek Rablerine dua edenleri sakın yanından kovma. Onların hesabından hiçbir şey sana, senin hesabından hiçbir şey de onlara ait değildir. Eğer onları kovarsan zâlimlerden olursun." âyet-i kerimesini indirdi. Sonra: "Biz onlardan kimisini kimisiyle "Allah aramızdan bunlara mı lûtfunu lâyık gördü?" desinler diye işte böyle imtihan ettik. Allah şukredenleri en iyi bilen değil mi?" âyet-i kerimesini, sonra da: "Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde de ki: "Selâm sizlere, Rabbınız kendine rahmeti yazdı." âyetini okudu. Allah'ın Rasûlü (sas) elindeki sayfayı attı ve bizi yanına çağırdı. Yanına geldiğimizde: "Selâm sizlere, Rabbınız kendine rahmeti yazdı." diyordu. O’na yaklaştık. Hattâ o kadar yaklaştık ki dizlerimizi onun dizleri üzerine koyduk. Bu âyetin inmesinden sonra biz eskiden olduğu gibi Efendimiz’in (sas) yanında oturmaya devam ettik. O, yanımızdan kalkıp gitmek istediği zaman kalkar gider, yanımızdan ayrılırdı. Ne zaman ki "Sabah akşam Rablarına, O'nun hoşnutluğunu dileyerek dua edenlerle birlikte candan sabret. Dünya hayatının süslerini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma..." (Kehf, 18/28) âyet-i kerimesi inince Peygamber'le (sas) birlikte otururken vakit geç olup onun kalkma zamanı gelince biz onun yanından kalkar yanından ayrılırdık ki kalkıp gidebilsin.[44]
Ancak İbn Kesîr, hadisin ğarîb olduğu bilgisine ek olarak bir de Akra' ibn Habis ve Uyeyne ibn Hısn'ın hicretten daha sonra musluman olduklarını, âyetin ise Mekke'de inmiş olduğunu kaydetmekte ve bu sebebi zayıf görmektedir.[45]
Ebu Bekr el-Hârisî kanalıyla İbn Mes'ûd'dan gelen rivâyette ise Efendimiz’in yanında Habbâb ibnu’l-Eret, Suheyb, Bilâl ve Ammâr ve muşrikler tarafından zayıf görülen diğer bazı mu’minler varken yanına uğrayan Kureyşli bir grubun "Ey Muhammed, bunlardan mı hoşnutsun, bizim bunlara tabi olmamızı mı istiyorsun? Onları yanından kov." demişler. Efendimiz: "Ben, mu’minleri asla yanımdan kovacak değilim." buyurmuş. Onlar: "O halde hiç olmazsa biz sana geldiğimizde yanından kaldır, bizden uzakta dursunlar. Biz kalkıp gittikten sonra istersen yine onları yanında oturt." demişler. Efendimiz de onların imanlarına tama' ederek, iman edeceklerini umarak ve isteyerek olur, demiş. Bu arada söze karışan Umer ibnu’l-Hattâb: "Ey Allah'ın elçisi, kabul buyursan da bir baksak sonu nasıl olacak, gerçekten iman edecekler mi?" demiş. Muşrikler, Efendimiz'in sözlü oluruna kani olmayarak: "Bunu bize yazılı olarak ver." demişler; Efendimiz de yazmak için bir sayfa ve yazması için Ali'yi çağırmış da bunun üzerine bu âyet-i kerimeler nâzil olmuş. Efendimiz (sas) kendisine yazmak için getirilen sayfayı atarken Umer de söylediklerinden ötürü özür dilemiş.[46]
Yine aynı isnadla Rebî'den gelen bir rivâyette ise bu zayıf muslumanların Peygamber’in (sas) meclisinde ön sıralarda bulunmalarından bazı Kureyş ileri gelenlerinin rahatsız olmaları ve bu rahatsızlıklarını dile getirmeleri üzerine bu âyet-i kerimeler nâzil olmuştur.[47]
Avfî kanalıyla İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivâyette ise eşraftan bazıları Peygamber’den (sas), o zayıf muslumanları yanından kovmasını değil, namazda arka saflara atmasını isteyerek: "Sana iman edelim, ama sen de biz namaz kılarken şunları geri at, bizim arkamızda namaz kılsınlar." demişler ve âyetler bunun üzerine nâzil olmuştur.[48]
İkrime'den gelen bir rivâyette ise zayıf muslumanlardan rahatsız olan Kureyş kâfirleri Peygamber’e (sas) değil Ebu Tâlib'e bu isteklerini iletmişler. Bu rivâyet şöyledir: Utbe ibn Rabîa, Şeybe ibn Rabîa, Mut'im ibn Adiyy ve el-Hâris ibn Nevfel, Abdimenâf Oğulları ileri gelenlerinin kâfirleri ile birlikte Ebu Tâlib'e geldiler ve: "Kardeşin oğlu Muhammed yanındaki kölelerimizi, işçilerimizi yanından kovsa katımızda değeri daha yüce olur, bizce daha çok itaat edilmeye lâyık, kendisine tabi olmamıza ve kendisini doğrulamamıza daha yakın olurdu." dediler. Efendimiz’in (sas) amcası Ebu Tâlib de O'na gelerek ona söylediklerini nakletti. Umer ibnu'l-Hattâb: "Ey Allah'ın elçisi, bu söylediklerini yapsan da bir görsek bakalım ne yapacaklar, bir görsek ne istiyorlar?" dedi de Allah Teâlâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi. Muşriklerin, Peygamber’in (sas) yanından uzaklaştırmasını istedikleri: Bilâl, Ammâr ibn Yâsir, Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim, Useyd'in kölesi Sâlih, İbn Mes'ûd, el-Mikdâd ibn Abdullah, Vâkıd ibn Abdullah el-Hanzalî ve benzer zayıf muslumanlardı. Bu âyet nâzil olunca Umer ibnu’l-Hattâb gelmiş ve o söylediklerinden dolayı özür dilemiştir.[49] Bu rivâyet biraz önce "Rablarına toplanacaklarından korkanları sen onunla uyar. O'ndan başka bir dost ve şefaatçileri yoktur. Umulur ki takvâya ererler." âyet-i kerimesinin nuzûl sebebi olarak geçmişti. Öyle anlaşılıyor ki bu Sûrenin 51-54. âyetleri hep aynı hadise üzerine ve birbiriyle bağlantılı olarak nâzil olmuştur.
Bir de Umer'in gelip özür dilemesi, Allah'a istiğfarda bulunması ve "Ey Allah'ın elçisi, ben bu sözlerimle ancak hayır murad etmiştim, demesi üzerine onun hakkında "Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde de ki: "Selâm sizlere, Rabbınız kendine rahmeti yazdı..." âyet-i kerimesinin nâzil olduğuna dair bir görüş İbn Abbâs ve İbnu's-Sâib'den nakledilmiştir.[50]
Bu âyet-i kerimelerin nuzûlüne sebeb olan zuafâ-i muslimînin kimler olduğu hakkında rivâyetler muhteliftir. Yukardakilerden başka sahabilerin de isimleri başka rivâyetlerde geçmektedir. Şöyle ki:
İbn Abbâs'tan rivâyete göre Umer'in kölesi Mihca' ve arkadaşları Bilâl, Suheyb, Ammâr, Habbâb, Utbe ibn Ğazvân, Evs ibn Havliyy, Amir ibn Fuheyre hakkında nâzil olmuştur. Mihca' aslen Yemen'li olup Bedr'de muslumanların ilk şehididir. İki saf arasında dururken nereden geldiği belli olmayan bir ok ona isabet edip şehid olmuştur.[51]
İbn İshâk der ki: Allah'ın Rasûlü (sas) Mescid'de (Ka'be'nin çevresinde) oturduğunda ashâbından, muşrikler tarafından zayıf görülenler; Habbâb, Ammâr, Safvân ibn Umeyye'nin kölesi Ebu Fukeyhe Yesâr, Suheyb ve benzeri muslumanlar da onun yanına gelip otururlar, Kureyş muşrikleri de onlarla alay eder ve birbirlerine şöyle derlerdi: "Gördüğünüz gibi ashâbı, arkadaşları bunlar. Aramızdan hidâyet ve hakkı Allah bunlara mı ihsan buyurdu? Eğer Muhammed'in getirdiği hak olsaydı ona ulaşmada bunlar bizi geçemezler ve Allah onu bize değil de onlara mahsus kılmazdı." Bunun üzerine Allah Teâlâ (cc): "Şubhesiz ki O Ğafûr'dur, Rahîm'dir."e kadar olmak üzere, "Sabah akşam Allah'ın rızasını dileyerek Rablerine dua edenleri sakın yanından kovma..." âyetlerini indirdi.[52]
Ancak bu rivâyetlerde adı geçen sahabilerin hepsi de zuafâ-i muslimînden olmakla farklı isimler zikredilmiş olması aslında bu rivâyetler arasında herhangi bir çelişki oluşturmaz.
"Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde de ki: "Selâm sizlere, Rabbınız kendine rahmeti yazdı..." âyet-i kerimesinin de yine bu zayıf muslumanlar hakkında nâzil olduğu rivâyeti[53] yanında İbnu'l-Munzir, İkrime ve İbn Abbâs'tan rivâyetle Kureyşlilerin, Peygamber'den (sas), zayıf muslumanları yanından uzaklaştırmasını istemeleri üzerine "Ey Allah'ın elçisi, kabul buyursan da bir baksak sonu nasıl olacak, gerçekten iman edecekler mi?" diyen Umer ibnu’l-Hattâb hakkında nâzil olduğunu söylemiştir.[54] Mâhân el-Hanefî de şöyle bir görüş daha zikreder: Bir topluluk bir takım günahlar işledikten sonra Rasûlullah'a (sas) geldiler ve üzüntü içinde, pişmanlıklarını göstererek: "Ey Allah'ın elçisi, biz çok büyük günahlar işledik." dediler. Öyle sanıyorum Allah'ın Rasûlü (sas) onlara bir cevab vermedi. Onlar yanından ayrılıp gittikten sonra bu âyet-i kerime nâzil oldu.[55] Bu, Enes ibn Mâlik'ten de rivâyet edilmiştir.[56] Bu âyet-i kerimenin nuzûl sebebine dair rivâyetleri verdikten sonra Taberî bu sonuncusunu tercih edip bu âyetin, öncekilerden ayrı ve yeni bir başlangıç cumlesi olduğunu söylemektedir. Der ki: "Eğer bu âyet, önceki âyetlere bağlı olsaydı "Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde..." buyurmaz; daha önce zikredildikleri için bu sefer zamir kullanarak "Onlar sana geldiklerinde..." buyururdu."[57]
Râzî ise bunlardan herhangi birine hamletmeyerek âyetin umumu üzere bırakılmasını daha uygun görmektedir. O, bu arada En'âm Sûresinin bütününü ve diğer bazı âyetlerinin nuzûl sebebine dair rivâyet edilen haberleri de içine alacak şekilde bir şubhesini de dile getirir: Bu Sûrenin bir bütün halinde tamamının bir defada nâzil olduğuna dair görüş üzerinde neredeyse bütün alimlerin ittifâkı varken bu Sûrenin bazı âyetleri için "Filân hadise üzerine veya filan kimse hakkında nâzil olmuştur." demek ne kadar doğru olur?" der.[58]
Atâ'dan rivâyete göre ise o, "Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde de ki: "Selâm sizlere, Rabbınız kendine rahmeti yazdı..." âyet-i kerimesinin Ebu Bekr, Umer, Osman, Ali, Hamza, Ca'fer, Osman ibn Maz'ûn, Ebu Ubeyde, Mus'ab ibn Umeyr, Sâlim, Ebu Seleme, el-Erkam ibn Ebi'l-Erkam, Ammâr ve Bilâl hakkında nâzil olduğunu söylemiştir.
Bütün bunlardan daha ğaribi âyet-i kerimenin Umer ibnu’l-Hattâb'ın musluman olacağı müjdesi olarak indiği ve onun musluman olması üzerine Peygamber’in (sas) bu âyet-i kerimeyi ona okuduğuna dair Ebu Suleyman ed-Dimeşkî'nin naklettiği haberdir.[59]

57. De ki: Ben şubhesiz Rabbımdan bir huccet üzereyim, siz ise onu yalanladınız. Sizin acele istediğiniz, benim yanımda ve elimde değildir; hukum ancak Allah’ındır. Doğrusu O, hakkı haber verir ve O, ayırt edenlerin en hayırlısıdır.
Kelbî der ki: Alay yollu "Ey Muhammed, bizim başımıza o bizi tehdid edip durduğun azâbı getir." Diyen Nadr ibnu'l-Hâris ve Kureyş büyükleri hakkında nâzil olmuştur.[60] Hattâ Ebu Sâlih kanalıya İbn Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre en-Nadr, Ka'be'nin yanında durmuş ve: "Ey Allah’ım, bunun söyledikleri hak, gerçek ise bizim başımıza azâbı getir." demiş ve bu âyet-i kerime nâzil olmuş.[61]

65. De ki: Üstünüzden ve altınızdan size azâb göndermeye, sizi bölük bölük yapıp kiminizin hıncını kimine tattırmaya Kâdir olan O'dur. Bak, onlar iyice anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl tafsil ediyoruz!
66. Kavmin onu yalanladı, halbuki o haktır. De ki: Ben sizin üzerinize vekîl değilim.
67. Her haberin kararlaşmış bir zamanı vardır. Siz de yakında bileceksiniz.
Hasen'den rivâyete göre o şöyle anlatıyor: Bu "kiminizin hıncını kimine tattırmaya Kâdir olan O'dur." âyet-i kerimesi nâzil olunca Allah'ın Rasûlü (sas) kalktı, abdest aldı ve Rabbından "ummetine altlarından ve üstlerinden azâb gönderip de toptan helâk buyurmamasını, İsrail Oğullarına yaptığı gibi ummetini bölük bölük edip birbirlerinin hınçlarını birbirlerine tattırmamasını." istedi. Cibrîl inip: "Ey Muhammed Rabbından dört şey istedin ya; ikisini sana verdi, diğer ikisini ise vermedi: Onları toptan helâk edecek bir azâb altlarından ve üstlerinden onlara gelmeyecektir. Çünkü bu azâb, peygamberlerini yalanlamada ve gönderdiği kitâbı reddetmede ittifâk eden ummetlere has kılınmıştır. Fakat onları bölük bölük kılıp birilerinin hıncını diğer birilerine tattıracaktır, Çünkü bu iki azâb Allah'ın gönderdiği kitâbı ikrâr edip peygamberlerini tasdik edenlere mahsus kılınmıştır. Yani senin ummetin, günahlarının karşılığı olan azâba çarptırılacaklardır." dedi ve ona (Zuhruf, 43/41) âyet-i kerimesi vahyolundu. Allah'ın Rasûlü (sas) kalktı ve yeniden Rabbına munacâtla: "Ey Rabbım, hangi musibet ummetimin birbirine azâb ettiğini görmemden daha şiddetlidir ki?!" dedi de bunun üzerine (Ankebût, 29/2-3) âyetlerini, sonra da (Mu’minûn, 23/93) âyetleri indi.[62]
Zeyd ibn Eslem'den rivâyette ise o şöyle anlatmış: "De ki: Üstünüzden ve altınızdan size azâb göndermeye, sizi bölük bölük yapıp kiminizin hıncını kimine tattırmaya Kâdir olan O'dur..." âyet-i kerimesi nâzil olunca Allah'ın Rasûlü (sas): "Benden sonra tekrar kılıçla birbirinizin boynunu vuran kâfirler olmayın, tekrar kufre dönmeyin." buyurdu. Ashâbı: "Ey Allah'ın Rasûlü, bizler, bir tek Allah'a ve senin, O'nun elçisi olduğuna şehâdet ederken mi birbirimizin boynunu kılıçla vuracağız?" diye sordular, Efendimiz: "Evet." buyurdular. Bazı kimseler: "Bu asla olmayacak şeydir." dediler de Allah Teâlâ (cc): "Bak, onlar iyice anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl tafsil ediyoruz! Kavmin onu yalanladı. Halbuki o haktır. De ki: "Ben, üzerinize vekîl değilim. Her haberin bir mustekarrı vardır ve siz de yakında bileceksiniz." (âyet: 65-67) âyetlerini indirdi.[63]

68. Ayetlerimiz hakkında munâsebetsizliğe dalanları gördüğün zaman onlar, Kur'ân'dan başka bir sözle meşğul oluncaya kadar kendilerinden yüz çevir. Eğer şeytan sana bunu unutturursa, o halde hatırladıktan sonra artık o zâlimler topluluğu ile birlikte oturma.
Daha önce (Nisa Sûresi, 140 âyetinin nuzûl sebebinde) geçtiği üzere muşrikler, meclislerinde Kur'ân'dan bahseder ve onunla alay ederlerdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi. Bu, Mekke'de idi. Peygamber (sas) Medîne-i Munevvere'ye hicret ettikten sonra bu sefer yahudiler aynı şeyi yapmaya başladılar. Bu meclislerinde dinleyicileri de munâfıklardı. Bunun üzerine de Allah Teâlâ (cc): "O size kitâbda, Allah'ın âyetlerine kufredildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, onlar başka bir konuya geçinceye kadar yanlarında oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz." diye bildirdi. "Doğrusu Allah, munâfıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır." (Nisa, 4/140) âyet-i kerimesini indirdi.[64]
Vâhidî'den naklen Râzî'nin tefsirinde zikrettiğine göre ise muşrikler, mu’minler bir arada otururken Rasûlullah'a ve Kur'ân'a söver, onlarla alay ederlerdi. İşte bu âyet-i kerime ile inananlara muşrikler konuyu değiştirip başka bir söze geçinceye kadar bunu yapan muşriklerle birlikte oturmamalarını emretti.[65]
İbn Cûreyc'den rivâyete göre ise muşrikler, aslında Kur'ân dinlemeyi isteyerek Peygamber’in (sas) yanma gelirler; ama onu dinleyince de alay etme yoluna giderlerdi ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime nâzil oldu.[66]

69. Muttakîlere onların hesabından bir şey yoktur. Fakat bir öğüttür. Olur ki takvâya ererler.
İbn Abbâs'tan rivâyete göre "Ayetlerimiz hakkında munâsebetsizliğe dalanları gördüğün zaman onlar, Kur'ân'dan başka bir sözle meşğul oluncaya kadar kendilerinden yüz çevir..." âyet-i kerimesi nâzil olunca muslumanlar: "Bizler, muşrikler Kur'ân ile her alay ettiklerinde ve munâsebetsiz sözler konuşmaya daldıklarında onları bundan men ederek onlardan yüz çevirsek ne Mescid-i Harâm'da oturabilir, ne de Beytullah'ı tavaf edebiliriz!" dediler de bu âyet-i kerime nâzil oldu.[67]

71. De ki: "Allah'ın dışında bize fayda ve zarar veremeyen şeylere mi dua edip yalvaralım? Allah bizi hidâyete erdirdikten sonra arkadaşları: "Bize gel." diye doğru yola çağırırken şeytanların saptırıp şaşkın bir halde çöle düşürmek istedikleri kimse gibi ökçelerimizin üstünden gerisin geri mi dönelim?" De ki: "Allah'ın hidâyeti, asıl hidâyetin ta kendisidir. Ve biz, âlemlerin Rabbına teslim olmakla emrolunduk."
İbn Abbâs der ki: Bu âyet-i kerime Ebu Bekr’in oğlu Abdurrahman hakkında nâzil olmuştur. Anası babası onu İslâm'a çağırırken o ayak diretip kabul etmemiş.[68]

82. Îman edenler, bununla beraber imanlarını zulum ile bulaştırmayanlar var ya; işte onlardır ki emin olmak hakkı kendilerinindir. Onlar hidâyete ermişlerdir.
l. Ebu Dâvûd et-Tayâlisî'nin kendi isnadıyla Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivâyetinde o öyle anlatıyor: "İman edenler bununla beraber imanlarını zulum ile bulaştırmayanlar var ya, işte onlardır ki emin olmak hakkı kendilerinindir..." âyeti nâzil olunca sahâbe:" Hangimiz imanını zulum ile karıştırmaz ki!?" diye sızlandılar da "Oğulcuğum, Allah'a şirk koşma. Hiç kuşkusuz Allah'a şirk koşmak çok büyük bir zulumdür." (Lokman, 31/13) âyeti nâzil oldu[69] ve buradaki zulmün herhangi bir zulum, bir haksızlık olmayıp bu zulum ile Allah'a şirk koşmanın kasdedildiği beyan edildi de sahâbe rahatladı.
2. İbn Ebî Hâtim'in Bekr ibn Sevâde'den rivâyetinde o şöyle anlatıyor: Düşman saflarından bir adam muslumanlara saldırıp birisini öldürdü, sonra tekrar bir hamle daha yaptı ve birisini daha öldürdü. Sonra bir hamle daha yaptı, bir muslumanı daha öldürdü, sonra gelip: "Bütün bunlardan sonra musluman olmak bana bir fayda verir mi?" diye sordu. Rasûlullah (sas): "Evet, fayda verir." buyurdular. Kısrağını kamçılayıp iman etmezden önce arkadaşları olan kâfirlerin içine daldı, onlara saldırıp birisini, sonra birisini daha, sonra bir üçüncüsünü daha öldürdü, sonra da öldürüldü. Onlar "İman edenler, bununla beraber imanlarını zulum ile bulaştırmayanlar..." âyet-i kerimesinin onun hakkında indiğini söylerler.[70]

91. Yahudiler Allah'ın kadrini, O'na yaraşır şekilde takdir etmediler. Çünkü onlar: "Allah, hiçbir beşere hiçbir ey indirmemiştir." dediler. De ki: "Musa'nın, insanlara bir nûr ve hidâyet olmak üzere getirdiği ve sizin de parca parça kâğıtlar haline getirip açıkladığınız, fakat çoğunu da gizlediğiniz o kitâbı kim indirdi? Sizin de, atalarınızın da bilmedikleri şeyler size (bu Kur'ân'da) öğretilmiştir. " Ey Habîbim, sen "Allah!" de, sonra onları bırak ki daldıkları bataklıkta oynaya dursunlar.
Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den rivâyete göre de "Kufretmeleri ve Meryem'e büyük iftirada bulunmalarından"a kadar olmak üzere "Kitâb ehli senin kendilerine gökten bir kitâb indirmeni isterler..." (Nisa, 4/153-156) âyetleri nâzil olup da Peygamber bu âyetleri yahudilere okuyarak onların geçmişteki o çirkin işlerini haber verince Allah'ın bütün indirdiklerini inkâr yoluna saptılar; "Allah, beşere hiçbir şey indirmemiştir; Sana da indirmemiştir, İsa'ya da indirmemiştir, Musa'ya da indirmemiştir, hattâ hiçbir insana hiçbir şey indirmemiştir." deyiverdiler de bunun üzerine Allah Teâlâ (cc): "Allah'ın kadrini O'na yaraşır şekilde takdir etmediler. Çünkü "Allah, hiçbir beşere hiçbir şey indirmedi." dediler..." âyet-i kerimesini indirdi.[71]
Saîd ibn Cubeyr'den gelen bir rivâyette bu âyet-i kerimenin nuzûlüne sebeb olan yahudi kişiselleştiriliyor, şöyle ki: Mâlik ibnu's-Sayf adındaki yahudi Peygamber’e (sas) gelip O'nunla tartışmıştı. Tartışmada ileri gidip inâdlaşınca Allah'ın Rasûlü (sas): "Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah aşkına söyle; Tevrat'ta: "Allah, şişman hahama buğzeder." denildiğini görmüyor musun? Sen de şişman bir hahamsın. Yahudilerin sana yedirdikleri ile semirip şişmanlamışsın" dedi de orada bulunanlar ona güldüler. O da buna tepki olarak: "Allah'a yemin olsun ki Allah, hiçbir beşere hiçbir şey indirmemiştir." dedi. Yanındakiler: "Yazık sana Musa'ya da mı indirmedi?!" dediler de bilkulliyye inkârla: "Vallahi Allah hiçbir beşere hiçbir şey indirmemiştir." deyiverdi de bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[72] Suyûtî, Saîd ibn Cubeyr'den gelen bu rivâyetin mursel olduğunu kaydeder.[73] İbn Cûreyc'den gelen bir rivâyette bu Mâlik ibnu's-Sayf’ın Kurayza Oğulları yahudilerinin hahamlarından olduğu[74], Saîd ibn Cubeyr'den gelen başka bir rivâyette de bunun üzerine kavminin onu başkanlıktan azlederek yerine Ka'b ibnu'l-Eşref i geçirdikleri ayrıntısına da yer verilmektedir.[75] Suddî'den rivâyete göre ise bu sözü söyleyen ve bu âyet-i kerimenin nuzûlüne sebeb olan yahudi Finhâs'dır.[76] Ancak ikisi de yahudi olmaları hasebiyle diğer rivâyetlerle arasında bir ihtilâf sayılmaz.
Daha önce (Nisa, 4/153 âyetinin nuzûl sebebinde) geçtiği üzere Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den gelen başka bir rivâyette ayrıntılarda bir takım farklar var. Şöyle ki: Allah'ın Rasûlü (sas) ellerini dizlerine bağlamış oturmaktaydı. Bir grup yahudi yanına geldiler ve: "Ey Ebu'l-Kasım, Musa'nın, Allah katından yüklenip levhaları getirdiği gibi sen de bize gökten bir kitâb getirsen ya!" dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ (cc): (Nisa, 4/153) âyetini indirdi. O yahudilerden bir adam diz çöktü ve: "Allah sana da, Musa'ya da, İsa'ya da, hiç kimseye de hiçbir şey indirmemiştir." deyiverdi. Ellerini dizlerinden çözen Rasûlullah (sas): "Hiç kimseye mi?!" diyordu.[77]
Bu rivâyetlerde âyet-i kerimenin, bir yahudi, bir grup yahudi veya farklı yahudiler olsa da her halukârda ortak nokta olarak yahudiler hakkında nâzil olduğu söylenirken farklı bir görüş olarak İbn Ebî Necîh'in Mucâhid'den rivâyetinde "Allah beşerden hiç kimseye bir şey indirmemiştir." diyen Kureyş muşrikleri hakkında indiğine dair bir görüş de tefsirlerde yer almakta olup[78] İbn Kesîr "Ayet-i kerimenin Mekke'de inmiş olması, yahudilerin gökten beşere kitâb indiğini inkâr etmemeleri, muşrik arabların ise kesin olarak insanlardan peygamber gönderilmesini uzak gördükleri" gerekçeleriyle bu görüşü diğerlerine tercih etmektedir.[79]
Öte yandan bu âyet-i kerimenin yahudilerin veya yahudi Mâlik ibnu's-Sayf veya Finhâs hakkında veya onların Peygamber'le (sas) tartışmaları üzerine nâzil olduğuna dair rivâyetlere nazaran bu âyet-i kerimenin Medîne-i Munevvere'de nâzil olmuş olması gerekiyor. Aslında bu, Sûrenin Mekke-i Mukerreme'de ve bir defada toptan nâzil olduğu görüş ve rivâyetleri ile çelişiyorsa da daha önce geçtiği üzere bunun istisnaları vardır ve sûrenin başında zikrettiğimiz gibi bu âyet-i kerimenin Medîne-i Munevvere'de nâzil olduğuna dair rivâyetler de vardır. Ayrıca "Sûrenin tamamı Mekke'de nâzil oldu." sözünün, "Sûrenin büyük bir kısmı; belki o zamana kadar görülmedik şekilde çok sayıda âyeti bir defada Mekke'de nâzil oldu." anlamına kullanılmış olması da ihtimal dahilindedir.[80]

93. Allah'a karşı yalan uydurandan, yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken "Bana da vahyolundu." diyenden ve "Allah'in indirdiği gibi ben de indireceğim." diyenden daha zâlim kimdir? Bir görseydin; o zâlimler can çekişirlerken melekler de ellerini uzatmış "Can verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden ve O'nun âyetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü korluk azâbı ile cezalandırılacaksınız." derken.
İbn Cerîr'in Ali ibn Ebî Talha kanalıyla İbn Abbâs'tan rivâyetinde o şöyle diyor: Yahudiler: "Alalh'a yemin olsun ki Allah gökten hiçbir kitâb indirmemiştir." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nâzil oldu.[81]
İkrime'den rivâyete göre de secîli sözler söyleyen, ğâibden haber veren ve peygamberlik iddiasıyla Allah'ın kendisine vahyettiğini sanan Hanife Oğullarından Museylime el-Kezzâb hakkında inmiştir.[82] Katâde'den ise Museylime ve el-Esved el-Ansî hakkında nâzil olduğu görüşü rivâyet edilmiştir.[83]
Bu âyet-i kerimenin "Ben de Allah'ın vahiy indirdiği gibi vahiy indiririm diyen..." kısmının ise Abdullah ibn Ebî Şerh hakkında nâzil olduğu söylenir. Birgün Allah'ın Rasûlü (sas), vahy kâtiblerinden olan Abdullah ibn Ebî Şerh'i o gün kendisine inmiş olan Mu’minûn Sûresindeki "Hiç kuşkusuz Biz Azîmuşşan insanı bir sulâle'den (süzülmüş çamurdan) yaratmışızdır..." âyet-i kerimesini yazdırmak üzere çağırmıştı. Bu âyeti ona yazdırırken "Sonra onu başka bir yaratılışla inşa etmişizdir." Kısmına gelince Abdullah, âyet-i kerimede insanın yaratılışı ile ilgili bu tafsilât karşısında hayrete düşerek: "Yaratanların en güzeli Allah'ın şânı ne yücedir." dedi. Peygamber de (sas): "Bana da öylece nâzil oldu." buyurdu. Söylediği ile vahy arasındaki mutabakata şaşıran Abdullah: "Eğer Muhammed doğru söylüyorsa ona vahy geldiği gibi bana da vahy gelmiştir. Şâyet yalancı ise işte ben de onun söylediği gibisini söyledim." deyip İslam'dan döndü, irtidâd etti. İşte Allah Teâlâ'nın (cc) "Ben de Allah'ın vahiy indirdiği gibi vahiy indiririm diyen..." kavli budur. Kelbî rivâyetiyle İbn Abbâs'ın kavli budur ve bunda nuzûl kaydı yoktur. Şurahbîl ibn Sa'd'den gelen rivâyet ise nuzûl kaydını da ihtiva etmektedir. Şöyle ki: Abdurrahman ibn Abdan kanalıyla Şurahbil ibn Sa'd'den rivâyette o öyle diyor: Bu âyet-i kerime Abdullah ibn Ebî Şerh hakkında nâzil oldu. "Ben de Allah'ın vahy indirdiği gibi indireceğim." deyip İslâm'dan irtidâd etti. Daha sonra Mekke'nin fethinde Allah'ın Rasûlü (sas) Mekke'ye girdiğinde Osman onu Rasûl-i Ekrem'e getirip onun için eman istedi.[84]
Taberî'nin Suddî'den rivâyetle tefsirinde zikrettiği bir haberde ise Abdullah ibn Sa'd ibn Ebî Şerh'i şubheye düşüren hadise biraz daha farklı olmakla birlikte özde farklı değildir. Bu rivâyette onun, "Allah Azîz'dir, Hakîm'dir." şeklinde gelen bir vahyi "Allah Ğafûr'dur, Rahîm'dir." şeklinde veya "Allah Semî'dir, Alîm'dir." şeklinde gelen bir vahyi değiştirerek "Allah Alîm'dir, Hakîm'dir." şeklinde yazdığı ve Peygamber’e (sas) sorduğunda da "Evet ikisi eşittir, aralarında fark yoktur." cevabını aldığı; bunun üzerine kuşkuya kapılarak: "Eğer Muhammed'e vahyolunuyorsa bana da vahyolundu; eğer ona bunları Allah indirmişse ben de Allah'ın indirdiği gibi indirdim." deyip irtidâd ettiği ve muşriklere iltihak ettiği; orada İbnu'l-Hadramî'ye veya Abduddâr Oğullarına Ammâr ve Cubeyr’i jurnalleyerek muşrikler tarafından işkence edilmelerine sebeb olduğu; "Kalbi iman üzere mutmain olduğu halde kufre zorlananlar mustesna olmak üzere her kim de imanından sonra Allah'ı tanımaz, kufre sinesini açarsa Allah'ın ğazâbı onların başındadır. Onlar için en büyük azâb vardır." (Nahl, 16/106) âyetinin de işte bu İbn Ebî Şerh ile onun tarafından jurnallenen Ammâr ve Cubeyr hakkında nâzil olduğu anlatılmaktadır[85] ki aslında daha önce anlatılan olayda belli bir âyet zikredilirken bunda daha genel ifadelere yer verilmekle sanki bu gibi hadiselerin birikimi üzerine İbn Ebî Şerh irtidâd etmiş ve onun bu irtidâdı üzerine de bu âyet-i kerime indirilmiş gibidir.
Bu âyet-i kerimenin "Ben de Allah'ın vahiy indirdiği gibi vahiy indiririm diyen..." kısmının nuzûl sebebinde İkrime'den farklı bir rivâyet daha zikredilir: Hafs ibn Umer’in el-Hakem ibn Ebân'dan, onun da İkrime'den rivâyetine göre en-Nadr ibnu'l-Hâris "Un öğütenlere, hamur edenlere, ekmek yapanlara, bunları lokma lokma yiyenlere yemin olsun ki..." şeklinde Kur'ân'a nazîre yapmaya kalkışmış ve bu âyet-i kerime bunun üzerine onun hakkında nâzil olmuştur.[86] Ancak meşhur olan Abdullah ibn Ebî Şerh hakkında inmiş olduğudur.
Ayet-i kerimenin "Bir görseydin; o zâlimler can çekişirlerken melekler de ellerini uzatmış "Can verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden ve O'nun âyetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü horluk azâbı ile cezalandırılacaksınız." derken." kısmının iniş sebebi olarak daha ğarib bir görüş Ebu Sâlih kanalıyla İbn Abbâs'tan rivâyet edilmiştir. Buna göre âyetin bu kısmı Peygamber (sas) ve ashâbı ile birlikte Medîne-i Munevvere'ye hicret etmeyip Mekke-i Mukerreme'de kalarak imanlarını gizleyen, Bedr Ğazvesinde muşriklerle birlikte savaşa çıkan ve iki ordu karşılaştığında muslumanların azlığını görerek dinlerinden dönenler hakkında inmiştir.[87]

94. Andolsun ki siz, ilk defa yarattığımız gibi yapayalnız ve teker teker huzurumuza geldiniz ve size vermiş olduklarımızı ardınızda bıraktınız. Hani, ortaklarınız olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi de beraberinizde görmüyoruz. Andolsun ki aranızdaki bağlar kopmuş, boş yere (ortaklarınız) zannettikleriniz de sizden kaybolup gitmiştir.
İbn Cerîr, İbnu'l-Munzir, İbn Ebî Hâtim ve Ebu'ş-Şeyh'in İkrime'den rivâyetlerine göre en-Nadr ibnu'l-Hâris: "Lât ve Uzzâ elbette bana şefaat edecekler." demiş ve onun bu sözü üzerine bu âyet-i kerime nâzil olmuştur.[88]
"Allah'a karşı yalan uyduran ve âyetlerini yalan sayandan daha zâlim kim vardır? Şurası muhakkak ki zâlimler felâha ermezler." (En'âm, 6/21) âyetinin de aynı sebeble nâzil olduğu rivâyeti biraz önce o âyetin nuzûl sebebinde geçmişti.[89]

100. Cinleri Allah'a ortak koştular; halbuki onları O yaratmıştır. Bilmeden O'na oğullar ve kızlar uydurdular. Hâşâ O, onların vasıflandırdıklarından yüce ve munezzehtir.
İbn Abbâs'tan rivâyetle Kelbî der ki: "İblis ve Allah iki kardeştirler. Allah, insanları ve hayvanları; İblis de yılanları, vahşi hayvanları, akrepleri ve kötülükleri yaratmıştır." diyen zındıklar (mecusiler) hakkında nâzil oldu.[90] Îbnu's-Sâib'den rivâyete göre ise "Allah nûru, suyu, hayvanları; İblis de karanlığı, yırtıcı hayvanları, yılan ve akrepleri yaratmıştır." diyen zındıklar hakkında inmiştir.[91]

108. Onların Allah'tan başka dua edip tapındıklarına sövmeyin ki onlar da bilmeyerek haddi aşıp Allah'a sövmesinler. İşte böylece her ummete yaptıklarını hoş gösterdik. Sonra dönüşleri Rablarınadır ve artık O, yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.
Ebu Sâlih kanalıyla İbn Abbâs'tan rivâyete göre "Siz ve Allah'ın dışında tapındıklarınız cehennem odunusunuz..." (Enbiyâ, 21/98) âyet-i kerimesi nâzil olunca muşrikler: "Ey Muhammed, ya bizim ilahlarımıza sövmeyi ve onları ayıplamayı bırakırsın, ya da biz de senin tapınmakta olduğun ilahını hicvederiz." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime indi.[92]
Katâde rivâyetinde de muslumanların, muşriklerin putlarına sövdükleri, buna karşılık olarak muşriklerin de Allah'a sövmeleri üzerine Allah Teâlâ (cc), muslumanlara, Allah'ı bilmeyen (tanımayan) bilgisizlerin Allah'a sövmelerine sebeb olmalarını yasakladı.[93]
Başka bir rivâyette hadiseye Ebu Tâlib de karıştırılmakta ve Kureyş'in, ilâhlarına dil uzatılmasının önüne geçmek üzere Ebu Tâlib'in araya girmesini istedikleri belirtilmektedir. Suddî rivâyetinde hadise şöyle gelişmiştir:
Ebu Tâlib'in ölüm hastalığında Kureyş: "Gelin şu adama gidelim, kardeşi oğlunu bizden alıkoymasını kendisinden isteyelim. Onun ölümünden sonra kardeşi oğlunu öldürürüz de arablar: "Ebu Tâlib hayatta iken onu öldürmelerinin önüne geçiyordu, amcası ölür ölmez onu öldürdüler." demelerinden utanırız." dediler. Ebu Sufyân, Ebu Cehl, en-Nadr ibnu'l-Hâris, Halef’in oğulları Umeyye ve Ubeyy, Ukbe ibn Ebî Muayt, Amr ibnu’l-As ve el-Esved ibnu'l-Bahterî, Ebu Tâlib'e geldiler ve: "Sen bizim büyüğümüz, efendimizsin. Muhammed bize ve ilahlarımıza eziyet ediyor. Biz isteriz ki onu çağırasın ve bizim ilahlarımız hakkında konuşmaktan onu men'edesin." dediler. Ebu Tâlib, Peygamber’i (sas) çağırttı, gelince de: "Ey kardeşim oğlu, bunlar senin kabilen ve amcanın oğulları." dedi. Peygamber (sas): "Ne istiyorlar?" diye sordu. "Sen bize ve ilahlarımıza karışma; biz de sana ve ilahına karışmayalım." dediler. Ebu Tâlib: "Kavmin sana insaflı ve adaletli davrandı, tekliflerini kabul et." dedi. Allah'ın Rasûlü (sas): "Ben istediklerinizi verdim diyelim, söylediğiniz takdirde bütün arab ve acemin size boyun eğeceği bir kelimeyi bana verecek misiniz?" diye sordu. Ebu Cehl atılıp: "Evet, baban hakkı için (babana yemin ederiz ki) istediğin o bir kelimeyi ve on mislini sana vereceğiz. Nedir o kelime?" dedi. Peygamber (sas): "Lâ ilahe illallah deyiniz." buyurdu. Yüz çevirip suratlarını ekşittiler. Ebu Tâlib: "Kardeşim oğlu, bir başka kelime söyle. Görüyorsun bu kelimeden hoşlanmıyorlar." dedi. Allah'ın Rasûlü (sas): "Amca, bunun dışında başka bir kelime söyleyecek değilim. Güneşi getirip elime koysalar yine de başkasını söylemem, deyince “Ya ilahlarımıza sövmeden vazgeçersin, ya da biz de sana bunu emredene söveriz.” dediler ve bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[94]

109. Onlar bütün güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki eğer kendilerine bir âyet gelirse ona mutlaka iman edeceklerdir. De ki: "Ayetler ancak Allah katındadır. O (âyet) geldiği zaman da onların yine iman etmeyeceklerinin farkında değil misiniz?"
110. Biz, onların kalblerini ve gözlerini çeviririz de O'na ilk keresinde iman etmedikleri gibi azgınlıkları içinde kör ve şaşkın bırakırız.
111. Eğer Biz, onlara gerçekten melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi karşılarında toplasaydık Allah dilemedikçe onlar yine de iman edecek değillerdi. Fakat onların çoğu bilmezler.
l. Ebu Sâlih kanalıyla İbn Abbâs'tan rivâyete göre "Şayet dilemiş olsaydık onlar üzerine gökten bir âyet, bir mucize indirirdik..." (Şuarâ', 4) âyet-i kerimesi nâzil olunca muşrikler: "Haydi onu üzerimize indir, indir ki vallahi eğer indirirsen ona iman edeceğiz." dediler. Muslumanlar da: "Ey Allah'ın elçisi, onu indir ki iman etsinler." dedi ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime indi.[95]
2. Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den rivâyette o öyle anlatıyor: Kureyşliler Peygamber (sas) ile konuşup: "Ey Muhammed, sen bize haber veriyorsun; Musa'nın bir asası varmış, kayaya vurunca ondan on iki pınar fışkırmış İsa ölüleri diriltmiş, Semûd'un bir devesi varmış. Seni doğrulamamız için bu mucizelerden bazısını sen de bize getir." dediler. Allah'ın Rasûlü (sas): "Size hangi mucizeyi getirmemi istersiniz?" diye sordu. "Safa tepesini altına çevir." dediler. Allah'ın Rasûlü (sas) bunun için dua etmeye başlamıştı ki Cibrîl geldi ve: "Ey Muhammed, dilersen Safa tepesi altın olacak. Fakat ben bir mucize gönderirim de o mucize tasdik olunmaz, mucizeyi görenler imana gelmezlerse mutlaka azâb iner. Ama yok onları bırakayım da tevbe edecekler tevbe etsin istersen mucizeyi indirmem, onları bırakırım." dedi. Rasûl-i Ekrem (sas): "Hayır, mucizeyi indirme, onları bırak ki tevbe edecekleri tevbe etsinler." dedi ve Allah Teâlâ (cc) da bu âyet-i kerimeleri indirdi.[96] İbn Kesîr, bu rivâyetin mursel olmakla birlikte bunu destekleyen başka kanallardan rivâyetlerinin de olduğunu belirtmiştir.[97]
3. Başka bir rivâyette ise Peygamber’den (sas) mucize göstermesini isteyenlerin Mekke muşrikleri değil, mu’minler olduğu ve muşriklerin: "Kendilerine bir mucize geldiği takdirde iman edeceklerine yemin etmeleri üzerine Peygamber’in (sas) ashâbının: "Ey Allah'ın Rasûlü, madem ki kendilerine mucize gelince iman edeceklerine yemin ediyorlar; Rabbından bunu iste." dedikleri ve dolayısıyla bu âyet-i kerimenin nuzûl sebebinin muşrikler değil mu’minler olduğu kaydedilmektedir.[98]
Ayetin nuzûlüne ister inananların, ister muşriklerin mucize gösterilmesini istemeleri sebeb olsun aslında iki rivâyet arasında özde fark yoktur ve istek birdir: Mucize gösterilmesi. Ayrıca iki durumun da (hattâ üç rivâyette verilen hadisenin) aynı mecliste olması uzak değildir: Muşrikler, yanında ashâbı varken Allah'ın Rasûlü'nden (sas) böyle bir istekte bulunmuş ve iman edeceklerine yemin etmişler; onların bu isteklerine ashâbın isteği de eklenmiş ve bunun üzerine Peygamber (sas) Rabbından mu'cize istemek üzere dua etmeye başlamış ve olay bunun üzerine gelişmiş olabilir. Dolayısıyla iki rivâyet ve yukardaki rivâyetler arasında bizce bir ihtilâf söz konusu değildir.
İbn Cûreyc'den rivâyete göre ise bu hadise üzerine "Eğer biz onlara gerçekten melekleri indirseydik..." âyetine kadar olmak üzere üç âyet-i kerime inmiştir.[99]
"Eğer Biz, onlara gerçekten melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi karşılarında toplasaydık Allah dilemedikçe onlar yine de iman edecek değillerdi." âyet-i kerimesinin iniş sebebi hakkında Ebu Sâlih kanalıyla İbn Abbâs'tan rivâyete göre ise Mekke halkından bir grup içinde İslâm ve muslumanlarla alay edenler Peygamber’e (sas) gelmişler ve: "Bazı ölülerimizi dirilt de onlara soralım: Senin getirdiğin gerçek mi yoksa bâtıl mı? Ya da bize melekleri göster de senin Allah'ın elçisi olduğuna dair şehâdette bulunsunlar, ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza getir." demişler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nâzil olmuş.[100]
Yine "Eğer Biz, onlara gerçekten melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi karşılarında toplasaydık Allah dilemedikçe onlar yine de iman edecek değillerdi." âyet-i kerimesinin iniş sebebi hakkında İbn Abbâs'tan rivâyette o şöyle demiştir: Mekke halkından Kur'ân ile alay edenler şu beş kişi idiler: el-Velîd ibnu'l-Muğîra el-Mahzûmî, el-As ibn Vâil es-Sehmî, el-Esved ibn Abdiyağûs ez-Zuhrî, el-Esved ibnui-Muttalib ve el-Hâris ibn Hanzala. Bunlar, Mekke halkından bir grupla birlikte Peygamber’e (sas) gelmişler ve ona: "Bize melekleri göster ki onlar senin Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet etsinler veya ölülerimizden bazısını dirilt de onlara soralım bakalım: Senin söylediklerin gerçek mi yoksa bâtıl mı? Ya da ileri sürdüklerine kefil olmaları için Allah'ı veya melekleri karşımıza getir." demişler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nâzil olmuş.[101]

114. Allah'tan başka bir hakem mi arayacakmışım?! Halbuki O'dur size kitâbı mufassal bir şekilde indirmiş olan. Kendilerine kitâb vermiş olduklarımız bilirler ki o, Rabbın katından hak olarak indirilmiştir. Öyleyse sakın şubheye düşenlerden olma.
Mâverdî'nin zikrettiğine göre Kureyş muşriklerinin Peygamber’e (sas): "Bizimle senin aranda bir hakem tayin et; dilersen yahudi hahamlarından, dilersen hristiyan papazlardan. Ki senin durumunla ilgili kitâblarında bulunan bilgileri bize haber versinler." demeleri üzerine bu âyet-i kerime nâzil olmuştur.[102]

116. Eğer sen, yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan onlar seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve yine onlar ancak yalan söyler dururlar.
117. Muhakkak ki Rabbin, yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidâyete ermiş olanları da en iyi bilendir.
118. Eğer O'nun âyetlerine iman etmişler iseniz, üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yiyin.
"Eğer sen, yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan onlar seni Allah'ın yolundan saptırırlar..." âyet-i kerimesinin nuzûl sebebinde Ferrâ'nın zikrettiğine göre kâfirler muslumanlara: "Kendi öldürdüklerinizi yiyorsunuz da Rabbınızın öldürdüğünü mü yemiyorsunuz?" demişlerdi. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nâzil oldu.[103]
"Eğer O'nun âyetlerine iman etmişler iseniz, üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yiyin." âyet-i kerimesinin iniş sebebinde Ebu Sâlih kanalıyla İbn Abbâs'tan rivâyetinde ise o şöyle anlatıyor: Allah Teâlâ (cc), ölü etinin yenilmesini harâm kılınca muşrikler muslumanlara: "Bir de Allah'a tapındığınızı iddia ediyorsunuz. Halbuki Allah'ın öldürdüğü -ölü hayvanı kasdediyorlar- yemenize kendi öldürdüklerinizden daha lâyıktır." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nâzil oldu.[104]
Abdullah ibn Abbâs anlatıyor: Birtakım kimseler Allah'ın Rasûlü'ne (sas) geldiler ve: "Ey Allah'ın elçisi, neden kendi öldürdüklerimizi (Allah'ın adını anarak boğazladığımız hayvanların etini) yiyoruz da Allah'ın öldürdüklerini (ölü hayvan etini, bizim öldürmemizle değil de kendi kendine veya başka bir sebeble ölen hayvanın etini) yemiyoruz?" diye sordular da Allah Teâlâ (cc) "Şayet onlara itaat ederseniz hiç şubhesiz sizler de muşrikler olursunuz."a kadar olmak üzere "Eğer O'nun âyetlerine iman etmişler iseniz, üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yiyin...." âyetlerini indirdi. Hasen, ğarîb olan bu haber, bu şekilde mevkuf olarak rivâyet edilmiş olması yanında Saîd ibn Cubeyr'den mursel olarak da rivâyet edilmiştir.[105]
Bu iki hadisenin -ki aynı hadise olması, yani ikisinin bir tek hadise olması kuvvetle muhtemeldir- yine bu sûrenin 121. âyetinin nuzûl sebebi olduğuna dair rivâyetler biraz sonra gelecektir. Aslında bu âyet-i kerimelerden başlayarak 121. âyete kadarki âyetler hep aynı siyak üzeredir ve herhalde bu hadise üzerine bütün bu âyetler inmiş olmalıdır.

119. Size ne oluyor ki üzerine Allah'ın adı anılmış olarak (boğazlanan) şeyden yemiyorsunuz? Halbuki darda kalmanızın dışında size harâm olanları O, uzun uzadıya açıklamıştır. Doğrusu birçokları hevâ ve heveslerine uyarak bilmeden dalâlete düşürüyorlar. Şubhesiz ki Rabbın, O Rabbın haddi aşanları en iyi bilendir.
İmam Ebu Mansur'un söylediğine göre bazı muslumanların sırf zâhidane bir hayat yaşamak için bazı helâl ve hoş şeyleri yemekten sakınmaları, bunları yemede çekingen davranmaları üzerine nâzil olmuştur.[106]

121. Üzerine Allah'ın ismi anılmamış (olarak ölen veya boğazlanan hayvanlardan yemeyin. Çünkü bu bir fısktır. Doğrusu şeytanlar sizinle mucâdele etmeleri için kendi dostlarına telkinde bulunurlar. Şayet onlara itaat ederseniz hiç şubhesiz sizler de muşrikler olursunuz.
1. İkrime'den rivâyete göre bazı muşrikler Peygamber’in (sas) yanına girdiler ve: "Ey Muhammed, bize haber ver bakalım, bir koyun öldüğünde onu kim öldürmüştür?" diye sordular. Peygamber (sas): "Onu Allah öldürmüştür." diye cevab verdi. "Sen ve arkadaşlarının öldürdüğünün helâl, köpeğin ve doğanın öldürdüğünün helâl, ama Allah'ın öldürdüğünün harâm olduğunu mu sanıyor, iddia ediyorsun?" dediler de Allah Teâlâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirdi.[107]
İkrime'den gelen bir rivâyette de muşriklere böyle bir soru sormalarını ve muslumanların kafalarını karıştırmalarını onların İranlılardan olan dostları salık vermişler ve onların bu soruları bazı muslumanların zihinlerinde bir şubhe uyandırmış da bunun üzerine bu âyet-i kerime indirilmiştir.[108] Hadise Taberânî'nin İbn Abbâs'tan rivâyetinde şöyle anlatılıyor: "Üzerine Allah'ın adı anılmamış olanlardan yemeyin..." âyeti nâzil olunca İranlılar, Kureyşlilere şöyle haber gönderdiler: "Muhammed'le tartışın ve ona deyin ki: "Senin elinle, bıçakla kestiğin helâl oluyor da Allah'ın altın bir şemşîr ile kestiği -ölüyü kasdediyorlar- mi harâm?" Bunun üzerine "Doğrusu şeytanlar sizinle mucâdele etmeleri için kendi dostlarına telkinde bulunurlar. Şayet onlara itaat ederseniz hiç şubhesiz sizler de muşrikler olursunuz." âyet-i kerimesi nâzil oldu. Buradaki şeytanlar Kureyş muşriklerine Muhammed'le tartışma malzemesi veren putperest İranlılar, dostları da Kureyş muşrikleridir.[109]
Hadise İbn Cûreyc tarafından İkrime'den rivâyetle şöyle anlatılıyor: Kureyş muşrikleri, Rumlara karşı İranlılarla mektublaşırlardı. Bu mektublarından birinde İranlılar Kureyş muşriklerine: "Muhammed ve ashâbı Allah'ın emrine uyduklarını sanıyorlar. Allah'ın altın bıçakla kestiğini -ölü hayvan için bu tabiri kullanıyorlar- Muhammed ve ashâbı yemiyor da kendi kestiklerini yiyorlar." diye yazdılar. Muşrikler de bunu Muhammed'in ashâbına yazdılar da ashâbdan bâzılarının içine bir kuşku düştü ve bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) "Bu bir fısktır. Doğrusu şeytanlar sizinle mucâdele etmeleri için kendi dostlarına telkinde bulunurlar. Şayet onlara itaat ederseniz hiç şubhesiz sizler de muşrikler olursunuz." âyet-i kerimesini ve "Onlardan kimisi kimisini aldatmak için yaldızlı sözler fısıldarlar..." (En'âm, 6/112) âyetini indirdi.[110]
2. İbn Abbâs'tan rivâyete göre de yahudiler Peygamber’e (sas) gelmişler ve: "Kendi öldürdüğümüzden yiyoruz da Allah'ın öldürdüğünden neden ye-miyoruz?" diye sormuşlar ve bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirmiş.[111]
Ancak Ebu Dâvûd tarafından rivâyet edilen bu habere bir kaç yönden itiraz edilmiştir:
a) Yahudiler de aynen muslumanlar gibi üzerine Allah'ın adı zikredilmeden boğazlanan hayvanların etini yemezler ve hattâ bu konuda muslumanlardan daha da titiz davranır ve meselâ unutmayı bile kabul etmezler. O halde neden gelsin de Peygamber'le (sas) bu konuda tartışsınlar.
b) En'âm Sûresinin Mekke'de indiğinde adeta ittifak vardır ve yahudilerin Mekke-i Mukerreme'de Peygamber’le (sas) munâkaşaları yoktur. Olsa olsa Mekke muşrikleri onlardan, Muhammed ile tartışmak ve onu ilzam etmek üzere bilgi ve malzeme istemiş ve yahudiler de Peygamber’i (sas) ilzam sadedinde ve kendileri kabul etmemekle birlikte sırf kufur ve inâdlarından muşriklere böyle bir akıl vermiş olabilirler ki bu durumda da bu soruyu soranlar -arkalarında yahudiler olsa da- muşriklerdir.
c) Hadisin birbirini te'yid eden diğer kanallardan rivâyetinde "Yahudiler" kaydı olmaksızın "Bir grup insan Allah'ın Rasûlü'ne (sas) geldi, muşrikler Allah'ın Rasûlü'ne (sas) geldi..." ifadeleri ile hadise verilmektedir[112] ve meşhur olan da budur.
3. Muşriklere, Peygamber ile tartışmaları için bu fikri verenin iblîs veya cin şeytanları olduğuna dair İbn Abbâs'tan bir görüş daha rivâyet edilmişse de[113] aslında bu fikri verenin kim olduğuna bakılmaksızın dile getirenler Mekke muşrikleridir ve âyet-i kerime onların gelip Peygamber (sas) veya ashâbına "Kendi kestiğimiz ve öldürdüğümüz helâl iken Allah'ın öldürdüğü neden harâm olsun?!" demeleri üzerine âyet-i kerime inmiştir.[114]

122. Ölü iken dirilttiğimiz ve insanlar arasında yürüyebileceği bir nûr verdiğimiz kimse, karanlıklarda kalıp ondan çıkamayan kimse gibi midir? İşte böyle, kâfirlere, yapmakta oldukları süslü gösterilmiştir.
İbn Abbâs der ki: Bu âyet-i kerimede kasdedilenler Hamza ibn Abdulmuttalib ve Ebu Cehl'dir. Şöyle ki: Hamza henüz musluman olmamışken bir gün Ebu Cehl, Peygamber’in (sas) üzerine bir pislik atmış. Bunu görenler o sırada elinde yayı avdan dönmekte olan Hamza'ya haber vermişler. Hamza kızgın bir şekilde gelip Ebu Cehl'in üzerine yürümüş ve yayını Ebu Cehl'in kafasına geçirmiş. Ebu Cehl: "Ey Ebu Ya'lâ, görmez misin (Muhammed'in) getirdiğini? Bizi beyinsizlikle ithâm edip ilahlarımıza sövüyor, atalarımıza muhâlefet ediyor." deyince Hamza: "Sizden daha beyinsizi var mı ki? Allah'ı bırakıp taşlara tapınıyorsunuz! Ortağı olmayan tek ilahın Allah olduğuna ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet ederim." demiş ve bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[115]
Bu âyette "Ölü iken dirilttiğimiz ve insanlar arasında yürüyebileceği bir nûr verdiğimiz..." ile kasdedilenin Hamza yerine Ammâr ibn Yâsir ve Umer ibnu’l-Hattâb olduğu rivâyetleri de vardır.[116]
Bu arada işaret etmek uygun olur ki, bu rivâyetlerin âyet-i kerimenin nuzûl sebebine değil de bu rivâyetlerde anılan kimselerin bu âyet-i kerimenin hukmüne dahil olduklarına işaret etmekte olmaları da ihtimal dahilindedir veya "Sebebin hususiliği hukmün umumiliğine engel olmaz." kaidesince âyet, bu kimselerin durumunu beyân etmek üzere nâzil olmuşsa da bunların benzerlerine de hukmü şâmildir. En doğrusunu Allah bilir.[117]

124. Onlara bir âyet geldiği zaman derler ki: "Allah'ın peygamberlerine verilen bize de verilmedikçe asla iman edecek değiliz. "Halbuki Allah, risaletini (peygamberliğini) nereye vereceğini en iyi bilendir. Mucrimlere, yapageldikleri hilekârlık yüzünden Allah katında bir horluk ve şiddetli bir azâb erişecektir.
Mukâtil der ki: Bu âyet-i kerimenin nuzûl sebebi şudur: Ebu Cehl: "Abdimenâf Oğulları bizimle şeref konusunda daima çekiştiler. Nihayet biz, onlarla neredeyse atbaşı konumuna geliyorduk ki (bize karşı üstünlük sağlamak için): "Bizden, kendisine vahiy gelen bir peygamber var." dediler. Allah'a yemin olsun ki ona iman edecek ve ona tabi olacak değiliz. Tâ ki ona geldiği gibi bize de vahiy gelecek." dedi de bu âyet-i kerime nâzil oldu.[118]
Bu âyet-i kerimenin el-Velîd ibnu'l-Muğîra'nın: "Allah'a yemin olsun, şâyet peygamberlik gerçek olsaydı Muhammed'e değil bana gelmesi gerekirdi, çünkü peygamberliğe ben ondan daha uygun ve lâyıkım. Ben yaşça ondan daha büyüğüm. Benim ondan daha çok malım ve evlâdım var." demesi üzerine nâzil olduğu da bazı mufessirlerce kaydedilmiştir.[119]
Ayet-i kerimenin nuzûlüne ister Ebu Cehl'in, isterse el-Velîd ibnu'l-Muğîra'nın sözleri sebeb olsun aslında netice birdir: Peygamber'i bir şekilde peygamberliğe lâyık görmemek ve dunyevî maksad ve itirazlarla onun peygamberliğine karşı çıkmak. Dolayısıyla rivâyetler arasındaki bu ihtilâf gerçek bir ihtilâf sayılmamalıdır.[120]

140. Bilgisizlikleri yüzünden çocuklarını beyinsizce öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı Allah'a iftira ederek harâm sayanlar gerçekten husrana uğramışlardır. Onlar elbette sapıtmışlardır ve zaten hidâyete erenlerden de olmamışlardı.
İkrime'den rivâyette o şöyle diyor: Rabîa ve Mudar kabilelerinden kız çocuklarını diri diri gömenler hakkında nâzil olmuştur. Onlardan bir erkek evlenirken kadınlara şart koşardı: Eğer kız çocuklar doğuracak olursa bu kız çocuklardan birini sağ bırakırsa, bir diğerini (ikincisini) kadın kendi elleriyle diri diri gömüp öldürecektir. Evlendiği kadın, evlenirken diri diri gömülmesi üzerine anlaştığı kız çocuğunu doğurduğunda erkek ondan uzaklaşır ve ona: "Eğer bu çocuğu diri diri gömüp öldürmezsen sen, bana, anamın sırtı gibisin." diyerek zıhar yapar, o kadın kendi ailesine gönderilir; kadının kabilesi kadınları toplanır ve hep birden yardımlaşarak o kız çocuğunu diri diri toprağa gömerlerdi.[121]
İbn Abbâs'tan gelen rivâyette ise âyet-i kerimenin "Rabîa, Mudar ve diğer arab kabilelerinden câhiliye devrinde kız çocuklarını diri diri gömenler hakkında" nâzil olduğu belirtilmekte; âyetin sadece Rabîa ve Mudar hakkında değil bu câhiliye âdetine uyan bütün arab kabileleri hakkında inmiş olduğu tasrih edilerek bir nevi hukmünün umumiliğine de işaret edilmektedir.[122]
Katâde'den gelen rivâyette de o kabile erkeklerinin kız çocuklarını diri diri gömüp öldürmelerinin sebebi "kız çocuklarının sağ bırakılıp büyüdükleri takdirde esir edilip ırz ve namuslarının ayaklar altına alınması ve fakirlik korkusu" olarak verilmekte; bu duruma düşmemek için de kız çocuklarını daha küçükken öldürüp onların yerine köpek besledikleri kaydedilmektedir.[123]

141. Çardaklı ve çardaksız bağları, tatları değişik ekin ve hurmaları, zeytin ve narı, birbirine benzer ve benzemez şekilde yaratıp yetiştirmiş olan O'dur. Her biri mahsul verdiği zaman mahsulünden yiyin ve hasad edildiği gün de hakkını verin ve israf etmeyin. Hiç kuşkusuz O, israf edenleri sevmez.
Ebu'l-Aliye'den rivâyette o şöyle demiştir: "Her biri mahsul verdiği zaman mahsulünden yiyin ve hasad edildiği gün de hakkını verin." âyeti nâzil olduğu zaman muslumanlar, hasat zamanı zekât dışında o hasad ettiklerinden tasaddukta bulundular. Ancak bunda israfa gidince Allah Teâlâ (cc) "ve israf etmeyin. Hiç kuşkusuz O, israf edenleri sevmez." kısmını da indirdi. Ebu'l-Aliye'den gelen başka bir rivâyette de zekât dışında verdikleri sadakalarda israfla birbirlerine karşı övünmeye başladıkları ve övünebilmek ve çok sadakayla gösteriş yapmak için fazla fazla sadaka verdikleri kaydı da vardır.[124]
İbn Cûreyc'den gelen bir rivâyete göre ise bu âyet-i kerime Sâbit ibn Kays ibn Şemmâs adlı sahâbî hakkında nâzil olmuştur ve onun, bu âyet-i kerimenin nuzûlüne sebeb olması şöyle olmuştur: O, bir gün hurma kesmiş (hurmalarını toplamış) ve: "Bugün bana kim gelirse ona mutlaka yedireceğim." demiş ve yanına gelen herkese topladığı hurmadan yedirerek ikramda bulunmuş. Akşam olduğunda bir de bakmış ki kestiği hurmalar tükenmiş; kendisine ve ailesine hiç hurma kalmamış ve işte bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) "ve israf etmeyin. Hiç kuşkusuz O, israf edenleri sevmez." âyetini indirmiştir.[125] Ebu Sâlih kanalıyla İbn Abbâs'tan gelen rivâyette onun meyvesini topladığı (kestiği) hurma ağaçlarının sayısının beş yüz ağaç olduğu ayrıntısına da yer verilmektedir[126] ki cömertliğinin veya tasaddukunun derecesini göstermesi bakımından önemlidir.
Sahâbî Sâbit ibn Kays'ın bu davranışı ile aynı hurma kesme mevsiminde diğer bazı sahâbîlerin birbirlerine karşı böbürlenme ğâyesi ile hurma tasaddukları birleşmiş ve biri hayra, diğeri gösterişe yönelik tasaddukta israf birleşince her ikisi hakkında bu âyet-i kerime inmiş olmalıdır. Bu rivâyetler, bu âyet-i kerimenin Medîne-i Munevvere'de nâzil olduğu anlamına gelmektedir. Zaten Zeccâc da bunu tefsirinde tasrih etmiştir.[127]

143. Sekiz çift; koyundan iki, keçiden iki. De ki: "İki erkeği mi, iki dişiyi mi veya iki dişinin rahimlerinde bulunanları mı harâm kıldı? Eğer sâdıklardan iseniz bana bilgiye dayanarak haber verin.
144. Deveden de iki, sığırdan da iki. De ki: "İki erkeği mi, iki dişiyi mi, yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunanı mı harâm kıldı? Yoksa Allah size bunları buyururken siz orada mı idiniz?" İnsanları bilgisizce saptırmak için Allah'a karşı yalan uyduranlardan daha zâlim kimdir? Muhakkak ki Allah, zâlimler güruhunu hidâyete erdirmez.
Kurtubî'nin zikrettiğine göre bu âyet-i kerimeler "Şu davarların karınlarında bulunan yavrular sadece erkeklerimize mahsus (ve onlara helâldir), kadınlarımıza harâm kılınmıştır." diyen Mâlik ibn Avf ve arkadaşları hakkında inmiştir.[128]

145. De ki; Bana vahyolunanlar içinde yiyen bir kimsenin yiyeceği içinde (sizin harâm dediklerinizden böyle) harâm edilmiş bir şey bulmuyorum. Ancak, gerek ölü, gerek dökülen kan, gerek domuz eti -ki bu hiç kuşkusuz murdardır-, yahut Allah'tan başkası adına boğazlanmış bir fısk olmak mustesnadır. Kim de haddi aşmamak ve başkasına tecavuz etmemek üzere bunlardan yemeye mecbur kalırsa şubhesiz ki Rabbın Ğafûr'dur, Rahîm'dir.
De ki: Bana vahyolunanlar içinde yiyen bir kimsenin yiyeceği içinde harâm edilmiş bir şey bulmuyorum. Ancak..." âyeti Arafe günü nâzil olmuştur.[129]
Kurtubî ayrıca "Bugün size dininizi ikmal ettim (Mâide, 5/3) âyet-i kerimesinin nuzûlü ile ilişki kurarak bu âyet-i kerimenin de onunla aynı günde nâzil olduğunu, bundan sonra bunu nesh edecek başka bir âyet nâzil olmadığını, İbn Abbâs'tan rivâyetle bunun, son nâzil olan âyetlerden olduğunu da belirtmiştir.[130]

147. Seni yalanlarlarsa de ki: "Rabbımız geniş rahmet sahibidir ve O 'nun azâbı mucrimler güruhundan döndürülemez.
İbn Abbâs der ki: Rasûlullah (sas) biraz önceki 145 ve 146. âyetleri muşriklere okuyup da "Bunlar bana vahyolundu ki muslumanlara ve yahudilere harâm kılınmıştır." buyurunca muşrikler: "Sen isâbet etmedin, doğruyu söylemedin." dediler de bu âyet-i kerime nâzil oldu.[131]

151. Ahlâksızlıklara sakın yaklaşmayın; açık olanına da gizli olanına da...
Câhiliye halkı zinânın açıktan yapılanını harâm kabul eder, gizli yapılanını ise helâl görür; Açıktan yapılırsa bir alçaklıktır, gizli yapılırsa bir sakıncası yok." derlerdi. İşte bunun üzerine Allah Teâlâ (cc) "Ahlâksızlıklara yaklaşmayın; açık olanına da gizli olanına da..." âyetini indirdi.[132]

152. Yetimin malına, o erginlik çağma gelinceye kadar o en güzel olanından başka şekilde yaklaşmayın. Ölçüyü, tartıyı da tam ve doğru yapın. Biz, kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman da -akraba dahi olsa- adâletli olun ve Allah'ın ahdini yerine getirin. İşte size bunları emretti, umulur ki tezekkur edersiniz.
Daha önce geçen Bakara, 220 âyetinin nuzûl sebebinde de geçtiği üzere o âyet-i kerimenin inmesine En'âm Sûresinin bu âyeti ve Nisâ Sûresinin 10. âyeti ile getirilen düzenlemelerin muslumanlara ağır gelmesi sebeb olmuştur. İbn Abbâs'tan gelen bu rivâyet şöyledir:
İbn Abbâs'tan rivâyet ediliyor: "Yetimin malına, erginlik çağına erinceye kadar o en güzel olanından başka bir şekilde yaklaşmayın..." (En'âm, 6/152; İsrâ, 17/34) ve "Yetimlerin mallarını haksız yollarla (zulmen) yiyenler yok mu?..." (Nisa, 4/10) âyetleri nâzil olunca yetimlerin velîleri, onların yiyecek ve içeceklerini kendi yiyecek ve içeceklerinden ayırdılar. Bâzan olurdu ki yetimin yiyeceği artardı. Bu durumda onu kendi yiyeceklerine katmaz; yetim yiyinceye veya bozuluncaya kadar ayrı bir yerde muhâfaza ederlerdi. Ancak bu durum onlara zor gelmeye başladı ve gidip Peygamber’e (sas) anlattılar da Allah Teâlâ (cc) "Bir de sana yetimleri sorarlar. De ki: "Onları yarar ve iyi bir hale getirmek hayırlıdır şâyet kendileriyle birlikte yaşarsanız onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah onların yararına çalışanlarla fesat yapanları bilir. Eğer Allah dileseydi sizi muhakkak sıkıntıya sokardı..." âyetini indirdi.[133]

15ö. Demeyesiniz ki: "Bizden önce kitâb yalnız iki topluluğa indirildi. Bizim ise onların okuduklarından hiç haberimiz yok. "
Mukâtil der ki: Mekke kâfirleri: "Allah yahudi ve hristiyanları kahretsin. Peygamberlerini nasıl da yalanlamışlar. Vallahi, bize bir uyarıcı ve kitâb gelse elbette biz onlardan daha çok hidâyete erenler olurduk." demişler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nâzil olmuş.[134]

159. Dinlerini parça parça edenler ve bölük bölük olanlar yok mu; senin onlarla hiçbir alâkan yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra O, onlara yapmakta olduklarını haber verecektir.
İbn Abbâs'tan rivâyette o şöyle demiştir: Muhammed peygamber olarak gönderilmezden önce yahudi ve hristiyanlar aralarında ihtilâf edip bölük bölük oldular. Bundan sonra Muhammed peygamber olarak gönderilince Allah Teâlâ (cc) onların durumunu haber vermek üzere bu âyet-i kerimeyi indirdi.
Ebu Hureyre'den gelen bir rivâyette ise o, bu âyet-i kerimenin İslâm'dan önce ayrılığa düşen kitâb ehli hakkında değil bu ummet (Muhammed ummeti) İçinde aralarında ihtilâfa düşüp de bölük bölük olanlar hakkında indiğini söylemiştir.[135]
Aslında âyet-i kerime hangi dinden olursa olsun dininde ihtilâfa düşüp de fırkalara ayrılan herkes hakkında geneldir ve âyet-i kerimede tahsise delâlet edecek herhangi bir karine de bulunmamaktadır.[136]

164. De ki: "Ben, Allah'tan başka bir Rab mı arayacağım?! Halbuki O, her şeyin Rabbıdır. Herkes ne kazanırsa kendi aleyhinedir. Yük yüklenen kimse başkasının yükünü taşımaz. Sonunda Rabbınızadır dönüşünüz ve O, ayrılığa düşmekte olduklarınızı size haber verecektir.
Mukâtil der ki: Kureyş kâfirleri Peygamber’e (sas): "Bu işten vazgeç ve eski atalarının dinine dön. Bundan dolayı eğer dunyada ve âhirette başına bir şey, bir yük gelecek olursa biz bunun için sana kefiliz." demişler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nâzil olmuş.[137]
İbn Abbâs'tan rivâyete göre ise "Yük yüklenen kimse başkasının yükünü taşımaz." kısmının da delâleti üzere bu âyet-i kerime, "Benim yoluma tabi olun, sizin de yüklerinizi, (eğer varsa) yükleneceğiniz günahları da ben taşıyayım." diyen el-Velîd ibnu'l-Muğîra hakkında inmiştir.[138]

[1] Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, XII,141.
[2] İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, III,234.
[3] Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, XII,141; İbn Kesîr, age. III,233.
[4] İbn Kesîr, age. III,233.
[5] Râzî, age. XII,141.
[6] İbnu'l-Cevzî, age. III,1-2.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/352-353.
[7] Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, III,247.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/353.
[8] Vâhidî, Esbâbu'n-Nuzûl, s. 147.
[9] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'l-Kur'ân, VI,253.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/353.
[10] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,395.
[11] İbnu’l-Cevzî, age. III,8.
[12] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/354.
[13] Vâhidî, age. s. 147.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/354.
[14] İbnu'l-Cevzî, age. III,10.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/355.
[15] Vâhidî, age s. 147.
[16] Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, XII, 175; İbnu'I-Cevzî, age. III,13.
[17] Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, III,256.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/355-356.
[18] İbnu'l-Cevzî, age III,14.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/356.
[19] Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, III,258.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/356.
[20] Vâhidî, age. s. 147-148.
[21] Râzî, age. XII,185.
[22] Taberî, Câmiu’l-Beyân, VII,109.
[23] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/356-357.
[24] Vâhidî, age. s. 148.
[25] Kurtubî, age. VI.261.
[26] Vâhidî, age. S. 148.
[27] İbn Kesîr, age. III,243; Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, III,261.
[28] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/357-359.
[29] İbn Kesîr, age. III,246.
[30] Vâhidî, age. s. 148-149; İbn Kesîr, age. III,247.
[31] Taberî, age. VII,116.
[32] Vâhidî, age s. 149.
[33] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 6/1, hadis no: 3064; Taberî, age. VII,116.
[34] İbnu'l-Cevzî, age. III,28.
[35] Vâhidî, age. s. 149.
[36] İbnu'l-Cevzî, age. III,27.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/359-361.
[37] İbnu'l-Cevzî, age. III,32; Râzî, age. XII,207.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/361.
[38] İbnu’l-Cevzî, age. III,34.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/362.
[39] İbnu'l-Cevzî, age. III,43.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/362.
[40] Taberî, age. VII,128-129.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/362-363.
[41] Muslim, Fedâilu's-Sahâbe, 45; Vâhidî, age. s. 149.
[42] Muslim, Fedâilu's-Sahâbe, 46; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur'âni'l-Azîm, V,148.
[43] Vâhidî, age. s. 149-150.
[44] İbn Mâce. Zuhd, 7, hadis no: 4127; Taberî, age. VII, 127-118.
[45] İbn Kesîr, Tefsîru’l'Kur'âni'l-Azîm, III,255; İbnu'l-Cevzî, age. III,45
[46] Râzî, age. XII,234; Vâhidî, age. s. 150.
[47] Vâhidî, age. s. 150.
[48] İbnu'l-Cevzî, age. III,45-46.
[49] Vâhidî, age s. 150; Suyûtî, Lubâbu’n-Nukûl, 1,159.
[50] İbnu'l-Cevzî, age. III,49; Râzî, age. XIII,2.
[51] İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe, V,280.
[52] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,392-393.
[53] Vâhidî, age. s. 151.
[54] Alûsî, Rûhu’l-Maânî, VII,163, 165.
[55] Vâhidî, age. s. 151; Râzî, age. XIII,2.
[56] İbnu'l-Cevzî, age. III,48.
[57] Taberî, age. VII,133.
[58] Râzî, age. XIII,2.
[59] İbnu'l-cevzî, age. III,49.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/364-368.
[60] Vâhidî, age. s. 151.
[61] İbnu'l-Cevzî, age. III,51.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/368.
[62] Taberî, age. VII,145.
[63] Taberî, age. VII,145-146.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/369.
[64] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, Tahran Tarihsiz, XI,81.
[65] Râzî, age. XIII,25.
[66] Taberî, age. VII,149.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/370.
[67] İbnu'l-Cevzî, age. III,62.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/370.
[68] İbnu’l-Cevzî, age. III,67, tam tersine o, babasını putlara tapmaya çağırmıştı (Alûsî, Rûhu'l-Maânî, VII,188.)
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/371.
[69] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, II,18; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 6/4, hadis no: 3067.
[70] Suyûtî,Lubâbu'n-Nukûl, 1,161-162.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/371.
[71] Taberî, age. VI,20; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,132.
[72] Vâhidî, age. s. 151; Râzî, age. XIII,74.
[73] Suyûtî, Lubâbu’n-Nukûl, 1,162.
[74] Taberî, age. VII,177.
[75] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, VII.219.
[76] Taberî, age. VII,177.
[77] Taberî, age. VII,177.
[78] İbnu'l-Cevzî, age. III,83.
[79] İbn Kesîr, age. III,293.
[80] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/372-373.
[81] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,163.
[82] Vâhidî, age. s. 151-152; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,163.
[83] İbnu’l-Cevzî, age. III,86.
[84] Vâhidî, age. s. 152.
[85] Taberî, age. VII,151.
[86] Kurtubî, age. VII,28.
[87] İbnu'l-Cevzî, age. III,87.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/374-376.
[88] Taberî, age. VII,185; Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, III,323.
[89] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/376.
[90] Vâhidî, age. s. 152; Alûsî, Rûhu'l-Maânî, VII,241.
[91] İbnu'l-Cevzî, age. III,96.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/376.
[92] İbnu'l-Cevzî, age. III,102.
[93] Taberî, age. VII,208.
[94] Vâhidî, age. s. 153; Taberî, VII,207-208.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/377-378.
[95] İbnu'l-Cevzî, age. III,103.
[96] Vâhidî, age. s. 153-154; Taberî, age. VII,210.
[97] İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, III,309.
[98] Taberî, age. VII,211-212.
[99] Taberî, age. VIII,2.
[100] İbnu'l-Cevzî, age. III,106.
[101] Râzî, age. XIII,149-150.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/378-380.
[102] İbnu'I-Cevzî, age. III,110.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/381.
[103] İbnu'l-Cevzî. age. III,111.
[104] İbnu’l-Cevzî. age. III,112.
[105] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 6/6, hadis no: 3069.
[106] AIûsî, Rûhu'l-Maânî, VIII,14.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/382.
[107] Vâhidî, age. s. 154; Taberî, age. VIII,13.
[108] Vâhidî, age. s. 154.
[109] İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, III,321.
[110] Taberî, age. VIII,13; İbn Kesîr, age. III.321.
[111] Ebu Dâvûd, Edâhî, 13, hadis no: 2819.
[112] Meşem bak: Ebu Dâvûd. Edâhî, 13, hadis no: 2818; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 6/6, hadis no: 3069; İbn Mâce, Edâhî, 4, hadis no: 3173.
[113] Taberî, age. VIII,13.
[114] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/382-384.
[115] Vâhidî, age. s. 154.
[116] Taberî, age. VIII,17-18.
[117] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/384.
[118] İbnu'l-Cevzî, age. III,118.
[119] Râzî, age. XIII,175; Alûsî, age. VII,ui.
[120] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/385.
[121] Taberî, age. VIII.38.
[122] İbnu'l-Cevzî, age. III,134.
[123] Taberî, age. VIII,41.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/385-386.
[124] Taberî, age. VIII,45.
[125] Taberî, age. VIII,45.
[126] İbnu'l-Cevzî, age. III,136.
[127] Kurtubî, age. VII,66.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/386-387.
[128] Kurtubî, age. VII,74-75.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/387-388.
[129] Abdullah Muhammed ibn Ahmed el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur'ân, 11,145.
[130] Kurtubî, age. VII,77-78.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/388.
[131] İbnu'l-Cevzî, age. III,144.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/388.
[132] Taberî, age. v,u.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/389
[133] Ebu Dâvûd, Vasâyâ, 7, hadis no: 2871; Neseî, Vasâyâ, 11, hadis no: 3667,3668.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/389.
[134] İbnu'l-Cevzî, age. III,154-155.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/390.
[135] Taberî, age. VIII,77-78.
[136] Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/390.
[137] İbnu'l-Cevzî, age. III,162; Kurtubî, age. VII,101.
[138] Kurtubî, age. VII,102.
Bedreddin Çetiner, Esbâb-ı Nuzûl, Çağrı Yayınları: 1/391.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt