بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Selâm kelimesinin lügat anlamları
Selâm kelimesi, Slm kökünden türemiştir. Manası çok kapsamlı ve çok hoş olan bir isimdir. iç huzuru, kararlılık, hem fiziksel hem de ruhsal nitelikteki her türlü kötülükten emin olmayı ve kurtuluşa ulaşmayı ifade eder. Ruhsal barış ve tatminkârlık fikrini de anlam olarak içerir. Selâm kelimesi; esenlik, itmi‟nân, güçlülük, sağlamlık, korunma, ulaşılmazlık ve güven gibi anlamlara da gelir.Selâm kelimesinin lügat anlamları
el-Müberred, Selâm kelimesinin Arap dilinde dört anlamının olduğunu belirtir:
1- Allah‟ın ismi
2- Selâmet
3- Vermek, ihsan etmek
4- Kolay kolay kırılmayan iri yapılı ve güçlü bir ağaç cinsi.
Mal ve can selâmeti temin edildiği için sulh ve anlaşmaya da “silm” denir.
Dünyanın her türlü sıkıntılarından uzak olduğu için cennete de “Dâru‟s-Selâm” ismi verilir.
Bütün yaratıkları özellikle de insanları barış ve mutluluğa götürdüğü için Allah‟ın dinine de “İslâm” denir.
Kendini Allah‟a teslim eden, Allah‟ın selamet verip azaptan koruyacağı kimseye de “Müslüman” denir.
İnsanları Allah‟ın dosdoğru yoluna ve cennete götüren selame yollarına da “Sübülü‟s-Selâm” denir.
Mü‟minlerin şiârı ve parolası olan “es-Selâmu aleykum” cümlesi “Allah‟ın selameti üzerinize olsun” demektir.
Ayıp ve kusurdan selamette olduğu için doğru söze de “Selâm” ifadesi kullanılır.
Genel olarak Araplar sözü ve konuşmayı bitirmek veya o ortamı terk etmek, oradan uzaklaşmak için selâm kelimesini kullanırlar.
Selâm isminin ıstılâh anlamları
Selâm kelimesi isim olarak Allah için kullanıldığı zaman mahlûkatın maruz kaldığı ölüm, yokluk, eksiklik, kusur, ayıp gibi durumlardan ve afetlerden selâmette olan anlamına gelir.
Selâm ismi, Allah‟ın zâtında, sıfatlarında, yaratmasında, fiillerinde, sözlerinde ve yasalarında mahlûkata ait zaaflardan uzak ve berî olduğunu bildirir.
Ayrıca selâm ismi; mahlûkata selamet yayan, dostlarını her türlü sıkıntıdan ve azaptan uzaklaştıran şeklinde de anlamlandırılır.
Esmâ-i Hüsnâ konusunda çalışma yapan âlimlerimiz Selâm ismine şu anlamları vermişlerdir:
Selâm; her türlü eksiklikten bizzat kendisi salim olandır.
Selâm; gerek dünya, gerekse ahirette tehlikeye düşenleri esenliğe ulaştırandır.
Selâm, yetkinliğiyle çelişen her türlü eylemden uzak olandır.
Selâm; her selametin menbaı (kaynağı) kendisi ayıp, kusur ve tehlikeden salim olduğu gibi, kendisinden selamet umulan ve esenlik arayanları selamete erdirendir.
Selâm; dostlarını ve seçkin kullarına esenlik verendir.
Selâm; Müslüman ve mü‟min kullarını azabından salim kılandır.
Selâm; insanlara sıkıntılara karşı kendini müdafaa edebilecek organlar bahşeden, onları verdiği gıdalarla açlıktan kurtaran, çeşitli tedavi yöntemleriyle hastalıklardan şifaya kavuşturan, ilimle cehaletten kurtaran, akıl vererek delilikten koruyan, tevhid inancı ile küfür ve şirkten koruyan, Kur‟an‟ı indirerek hak yola ulaştıran, iman nimetiyle cehennem azabından kurtaran, önder ve lider olarak Hz. Muhammed‟i göndererek bizleri her türlü tehlikeden selamette kılan, kalplerimizi islam‟a açan, nuruna ve inayetine hidayet eden, kendisi de selamette olan, selametin tek kaynağı, emniyet ve selamete layık olan kullarını emniyet ve selamette kılandır.
İbnu‟l-Kayyim, Bedâi‟u‟l-Fevâid adlı eserinde selâm ismi hakkında şunları söyler:
“Allah Teâlâ, her türlü ayıp ve noksanlıktan uzak olduğu için, bu isimle isimlendirilen herkesten daha çok “ Selam” ismine layıktır. Her bakımdan gerçek “Selam” O‟dur. Mahlûkat, izafî/ göreceli olarak “Selam”dır. O, zatında akla hayale gelebilecek her türlü ayıptan ve noksandan salimdir. Fiillerinde her türlü ayıptan, noksanlıktan, şerden, zulümden ve hikmet dışı gerçekleşecek her davranıştan salimdir.. O, arkadaştan, evlattan berîdir, ortaktan berîdir.
Bu sebeple O‟nun sıfatlarını tek tek incelediğin zaman her bir sıfatın kemaline aykırı olan şeylerden salîm olduğunu görürsün. O‟nun hayatı, ölümden, uyku ve uyuklamadan, kendi kendine var oluşu ve kudreti yorgunluktan ve bitkinlikten, ilmi kendisinden bir şeyin gizli kalmasından veya unutkanlık veya düşünme veya hatırlama ihtiyacından; iradesi, hikmet ve maslahat dışına çıkmaktan, sözleri yalan ve haksızlıktan berîdir/uzaktır. Bilakis O‟nun sözleri tamamen doğruluk ve adalettir.
Zenginliği herhangi bir şekilde başkasına muhtaç olmaktan uzaktır. Bilakis O‟nun dışındaki her şey O‟na muhtaçtır ve O hiçbir kimseye muhtaç değildir.
Egemenliğinde çekişecek birisinden, ortaklıktan, yardımcıdan, destekçiden veya O‟nun katında O‟ndan izinsiz şefaate yeltenecek şefaatçiden beridir. ilahlığında ortaktan beridir. Bilakis O öyle bir Allah‟tır ki kendisinden başka hiçbir ilah yoktur.
Allah‟ın hilmi, affı, müsamahası, mağfireti ve cezası herhangi bir ihtiyaçtan, zilletten veya başkalarından olduğu gibi her hangi bir yapmacıklıktan uzaktır. Bilakis bunların hepsi O‟nun keremi ve ihsanıdır.
Aynı şekilde Allah‟ın azabı, intikamı, şiddetle yakalayışı, süratle cezalandırması, zulümden, kinden, düşmanlıktan ve kabalıktan uzaktır. Bilakis tamamen hikmet ve adaletten dolayıdır. O‟nun ihsanı, sevabı ve nimeti övülmeye layık olduğu gibi azabı ve cezası da övülmeye layıktır. Eğer sevabı ve mükâfatı azabın ve cezanın yerine koymuş olsaydı bu O‟nun hikmetine ve izzetine aykırı olurdu. Cezayı yerinde uygulamış olması O‟nun adaleti, hikmeti ve izzetindendir. O, kendisini tanımayan düşmanlarının zannettikleri hikmetine muhalif şeylerden uzaktır.
Allah‟ın kazası ve kaderi abesten, zulümden, haksızlıktan ve sonsuz hikmetine aykırı bir şekilde vuku bulma vehminden uzaktır.
Allah‟ın şeriatı ve dini çelişkiden, farklılıktan, bozukluktan, kulların maslahatına aykırılıktan, Allah‟ın kullarına rahmetine ve ihsanına aykırılıktan ve hikmetine aykırılıktan uzaktır. Bilakis O‟nun şeriatının tamamı hikmet, rahmet, maslahat ve adalettir.
Allah‟ın verdiği nimetler herhangi bir karşılıktan veya nimet verdiği kimselere muhtaç olmaktan beridir. O‟nun nimeti vermemesi ve kısması da cimrilikten veya fakirlik korkusundan dolayı değildir. Bilakis O‟nun vermesi bir karşılık ve ihtiyaç sebebiyle değil, sırf ihsanındandır. Vermemesi de acizliği veya cimriliğinden değil sırf hikmet ve adaletindendir.
Allah‟ın arşını istiva etmesi, kendisini taşıyacak veya üzerinde yükseleceği herhangi bir şeye muhtaç olmaktan berîdir. Bilakis arş da O‟na muhtaçtır, arşı taşıyan meleklerden de ve başka şeylerden de müstağnidir. Bu istiva, herhangi bir sınırlamadan, arşa veya başka bir şeye ihtiyaç veya Hakk Teâlâ‟yı bir şeyin kuşatması şaibesinden uzaktır. Bilakis Allah var iken arş mevcut değildi ve ona muhtaç da değildi. O, her şeyden müstağnidir ve övülmüştür. O‟nun egemenliğinin ve galibiyetinin bir gereğidir.
Allah‟ın her gece rahmetiyle dünya göğüne inmesi, O‟nun ululuğuna ve her şeyden müstağni oluşuna zıt gelecek durumlardan münezzehtir. Rabbimiz, kemaline zıt gelen her şeyden yücedir ve uzaktır.
Allah‟ın işitmesi, görmesi ve zenginliği de her türlü kusurdan selamettedir. Dostlarıyla dostluğu, mahlûkatın birbiriyle dostluğunda olduğu gibi herhangi bir mecburiyetten dolayı değil rahmetinden, lütuf ve ihsanından dolayıdır. Nitekim Allah şöyle buyurur:
“Çocuk edinmeyen hakimiyette ortağı bulunmayan, acizlikten ötürü bir dosta ihtiyacı olmayan Allah‟a hamdederim, de..” (İsra 111)
Allah dost edinmeyi mutlak manada reddetmiyor, bilakis acizlik sebebiyle dost edinmeyi reddediyor.
Aynı şekilde Allah‟ın dostlarına ve sevdiklerine olan sevgisi, mahlûkatın aralarındaki sevgilerde olduğu gibi ihtiyaçtan, yapmacılıktan ve menfaatten uzaktır.
Allah, kimi ayetlerinde kendisine nispet ettiği el ve yüz gibi şeylerde de yaratıklara benzemekten uzaktır.