Şeyhulislam İbn Teymiyye : Yezid b. Muaviye b. Ebu Sufyan
Yezid Hakkında Farklı Görüşler:
Şeyhulislam -Allah rahmet etsin şöyle dedi:
İnsanlar, Muaviye b. Ebi Sufyan'ın oğlu Yezid hakkın*da ikisi aşırı, mutedil olmak üzere üç fırkaya ayrıldılar:
Aşırılardan birine göre
O, munafık bir kafir îdi. Rasulullah'a (s.a.v.) olan kinine su serpmek, ondan intikam almak Bedir gazvesinde ve diğer savaşlarda Ali b. Ebi Talib ve di*ğerlerinin eli üzere öldürülen dedesi Utbe. dedesinin karde*şi Şeybe, dayısı Utbe'nin oğlu el-Velid ve diğer akrabalarının öcünü almak için Rasulullah'ın torunlarını öldürmeye çalıştı.
Dediler ki: Bu yaptığı. Bedir savaşından kalma bir kin ve cahiliye damarıdır. Onun dili üzere de şöyle bir şiir söylerler:
" O yüklü develer görüldüğünde ve o başlar Cirun tepe*sinde yükseldiğinde,
Karga öttü. İster öt ister ötme dedim.
Ben Peygam*ber den alacağımı aldım."
Yine İbn ez-Ziba'ra'nın Uhud günü söylediği şu şiirini okuduğunu söylerler:
"Keşke Bedir'deki büyüklerim göreydi
Hazreclilerin atılan oklardan nasıl korktuklarını.
Büyüklerinden bir çoğunu öldürdük
Bedir'e karşılık olsun diye. tam da karşılık oldu."
Ve buna benzer daha nice şeyler söylediler.
Rafizi'ler için böyle sözler söylemek kolaydır. O Rafizi'ler ki Ebu Bekir, Ömer ve Osman gibilerini bile tekfir eder*ken, elbette Yezidi' tekfir etmek onlar için çok daha kolay*dır.
Aşırı fırkaları ikincisi ise,
Yezid'i salih bir kişi ve adil bir imam sanırlar. Onlara göre o, Rasulullah (s.a.v.) döne*minde doğmuş "sahabe"dendir. Rasulullah onu eline almış ve ona dua etmiştir.
Bazen onu Ebu Bekir ve Ömer'den üs*tün tutarlar. Aralarında onun bir Peygamber olduğunu söy*leyen de olmuştur.
Şeyh Adiy veya Hasan el-Maktul'un di*linden yalan uydurarak şöyle dediğini naklederler:
"Yezid hakkında tereddüde düştüklerinden dolayı yetmiş velinin yüzü kıbleden alikonmuştur."
Bu gibi sözleri Adaviyye tarikatının aşırıları ile Kürtler ve benzeri sapıklar söylerler.
Oysa Şeyh Adiy, Umeyyeoğullar'indan salih, zahid ve fazıl bir kişiydi. O, ancak Şeyh Ebu'l-Ferec el-Makdisi ve benzerlerinin davet ettiği tarika*ta davet ederdi.
Akidesi, şeyhinin akidesine uygundu. Fakat sonradan tarikatlarına mevzu hadisler, batıl teşbih.
Şeyh Adiy ve Yezid konusunda aşırılıkla, Rafizilere saldırı husu*sunda birtakım aşırılıklar; Rafizilerin tevbesinin kabul edil*meyeceği ve benzeri yalan ve sapıklıklar ilave ediJdi.
Az bir aklı, geçmişlerin hal ve tavırları konusunda az bir bilgisi olan, bu iki gömsün de batıl olduğunu bilir. Bu sebep*ledir ki sünnete bağlılıklarıyla bilinen ilim ehlinden, değer*lendirme kabiliyeti olan akıl erbabından hiç kimse bu iki gö*rüşe de ihtilaf etmemiştir.
Üçüncü görüş ise şöyledir;
O, müslüman sultanlardan olup hem iyilikleri, hem de kötülükleri vardır. Osman'ın (r.a.) hilafeti döneminde doğmuştur. Kafir değildir. Ne var ki kendisi sebebiyle Hüseyin (r.a.) şehid edilmiş ve Harre baskını vuku bulmustur. Ne sahabi, ne de Allah'ın salih kullanndandı. Akıl, ilim, Sünnet ve Cemaat ehlinin hepsinin gö*rüşü budur.
Sonra Yezid konusunda üç fırkaya ayrılmışlar.
Bir fırka onu lanetlemiş; bir fırka onu sevmiş ve birisi de ona ne sövmüş, ne de onu sevmiştir.
İmam Ahmed'den ve onun as*habı ile diğer müslümanlardan mutedil olanların hepsin*den nakledilen, sonuncu görüştür.
İmam Ahmed'in oğlu Salih şöyle diyor:
"Babama dedim ki: Bir topluluk Yezid'i sevdiklerini söylüyorlar.
"Ey oğul dedi, Allah'a ve ahiret gününe inanan, Yezid'i sever mi?"
"O halde niçin onu lanetlemiyorsun?" de*dim.
Ey oğul dedi, babanın bir kimseye lanet ettiğini hiç gör*dün mü?
Mehna şöyle demektedir: Yezid b. Muaviye b. Ebi Sufyan'ı Ahmed'e sordum.
"O Öyle biridir ki, Medine'de yaptığını yaptı" dedi.
"Ne yaptı?" dedim.
"Rasulullah'in (s.a.v.) ashabından bazısını öldürdü ve bu*nun dışında birtakım şeyler yaptı" dedi.
"Başka ne yaptı?" dedim.
"Medine'yi yağmaladı" dedi.
"Kendisinden hadis nakledilir mi?" dedim.
"Hayır, kendisinden bir hadis bile nakledilmez" dedi.
Ka*dı Ebu Ya'la ve başkaları da aynı şeyi zikrederler.
Ebu Muhammed el-Makdisi'ye Yezid'in durumu sorulduğunda:
"Bana ulusan şey o ki kendisine ne sövülür ne de sevilir" dedi.
Bize de ulaşan o ki, dedemiz Ebu Abdillah b. Teymiye'ye Yezid'in durumu sorulduğunda: Ne eksilt, ne de arttır, de*miştir. Yezid ve benzerleri hakkında söylenecek en adil ve en güzel söz budur.
Kendisine sövülmemesi ve lanetlenmemesi meselesine gelince; lanetlenmesini gerektiren bir fıskının bulunmama*sı, ya da tahrimen veya tenzihen belli bir fasığın bizzat la*netlenmeyeceği sebebiyledir.
Buhari'nin Sahih'inde, Ömer'den (r.a.) nakledilen "Hımar" isimli zatın kıssasında, bu zatın tekrar tekrar içki içtiği ve bunun için kırbaçlandı*ğı (celd) bunun üzerine sahabeden biri Hımar'ı lanetleyin*ce Rasulullah'in (s.a.v.):
"Ona lanet etme, çünkü o, Allah ve Rasulunu sever" (Ahmed, 4 / 115) buyurduğu sabittir.
Yine şöyle buyurmuştur: "Mu'mine lanet okumak, onu öldürmek gibidir." (Buhari, Edep 44; Muslim, Eyinan, 176)
Oysa Rasulullah (s.a.v.) içkiyi ve içki içeni lanetlemiştir. Böylece Rasulullah (s.a.v.) genel olarak içki içeni lanet*lediği halde sahih hadiste içki içen şu belli şahsı lanetlememiştir.
Aynı şekilde yetimlerin mallarını yiyen, zina eden ve hır*sızlık yapanlar hakkındaki cezalarla ilgili nasslar genel ol*makla birlikte bu gibi şeyleri yapan bir kimsenin bizzat Cehennem ehlinden olacağını kesin olarak söyleyemeyiz. Çünkü ya tevbe etmesi, ya günahları bağışlatan iyilikler işlemesi, ya günahları bağışlatan musibetlere uğraması ya makbul şefaat ya da başka yerlerde anlattığımız diğer sebep*lerden dolayı tercih edici bir engel sebebiyle o genel nassların gereğinin gerçekleşmemesi mümkündür. Böylece lanetlenmemesinin üç gerekçesi zikredilmiş oldu.
Onu Ianetleyenlere gelince, bunlardan bir kısmına göre onu lanetlememek, lanetlenmesinin caiz olmadığından de*ğil, sair mubah sözleri terketme nevilidendir.
Onu sevmeye gelince, çünkü özel sevgi ancak peygamberler, sıddikler, salihler ve şehidler için olup kendisi bunların hiçbirinden değildir. Nitekim Rasulullah (s.a.v.):
"Kişi, sevdiğiyle beraberdir" (Buhari, Edeb: 96; Muslim, Birn 165; Tirmizi, Zuhd: 50)buyurmuştur.
Allah ve ahiret gününe inanan bir kimse ise, ne Yezid, ne benzeri adil olmayan herhangi bir sultanla beraber olmak is*ter.
Yezidi sevmemenin de iki gerekçesi vardır;
Birincisi; sevilmesini gerektiren salih amelleri yoktur. Zorba sultanlardan biri olarak kalmıştır. Böyle kimseleri sev*mek meşru değildir. Bu gerekçe ve faşıklığı kendisi indin*de sabit olmadığını söyleyenin gerekçesi kanaatimce tevi*le musaittir.
İkincisi: Hal ve tavırlarında zalimliğini ve faşıklığını gerektiren hususlar kendisinden sadır olmuştur. Huseyin'in (r.a.) durumu ve Harre halkının durumu gibi.
Ebu'l-Ferec İbnu'l-Cevzi, Keyelherrasi ve başka alimle*rin onu lanetlemelerine gelince lanetlenmesini mubah kılan fiileri işlemesi sebebiyledir. Ayrıca onlar o bir fasıktı ve her fasık lanetlenir, ya da fasıklığına hukmolunmasa bile masiyet sahibinin lanetlenebileceği görüşünde olabilirler. Nite*kim Sıffin savaşına katılanlar Kunut duasında birbirlerini lanetlemişlerdir.
Ali ve taraftarları namazdaki Kunut duala*rında Şam halkından bazı kimseleri şahıslarını zikrederek la*netlerken, aynı şekilde Şamlılar da karşı tarafı lanetlemişlerdir. Oysa savaşan her iki taraf da: adil olanları da, baği olanları da caiz tevil ehlindendir ve onlardan hiçbiri fasık olarak nitelenemez.
Sair fasıklar lanetlenmese de, işlediği büyük günahların özelliği sebebiyle lanetleniyor da olabi*lir. Nitekim Rasulullah (s.a.v.), bazı masiyetleri işleyenle*ri genel olarak lanetlediği gibi hepsini olmasa da bazı a'si*leri şahıs olarak laneti emiştir. Bunlar da, laneti edilmesinin üç gerekçesidir.
Sevilmesini caiz gören veya onu seven Gazali ve Dusti'nin görüşlerine gelince, bunların da iki gerekçesi vardır:
Birincisi: O, sahabe döneminde ümmetin idare görevini yürütmüş ve sahebeden hala hayatta olanların kendisine ta*bı oldukları bir müsiümandır. İyi birtakım hasletleri vardı. Hoş karşılanmayan Harre olayı ve diğer; hususlarda kendi*sine göre tevilleri vardı. O, hata etmiş bir muctehiddir, der*ler. Ayrıca diyorlar ki: Harre halkı, kendileri başta ona biati bozmuşlardı. İbn Ömer ve başkaları Harre halkının bu ta*vırlarının yanlış olduğunu söylemişlerdir. Huseyin'in (r.a.) öldürülmesine gelince. Yezid ne böyle bir şeyi emretmiş, ne de kınamıştır. Huseyin'in (r.a.) başı kendisine değil. İbn Ziyad'a götürülmüştü.
İkincisi: Buhari'nin Sahih'inde İbn Ömer'den yaptığı bir rivayette Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu sabittir;
"Kostantiniyye (İstanbul) üzerine yürüyen ilk ordunun günahları bağışlanmıştır."
Kostantiniyye "ye sefer yapan ilk ordunun komutanı, Ye*zid idi,
Meselenin gerçeği şu ki: Bu görüşlerin her ikisinde de içtihad geçerlidir. Çünkü masiyetleri işleyen birini lanetlemek içtihadın geçerli olduğu bir sahadır. Hem. iyilikleri, hem de kötülükleri işleyen birini sevme hususunda da durum budur. Bilakis, bir kimsede hem övülecek, hem de yerilecek hasletlerin hem sevab, hem de günahın bir arada bulunma*sı çelişen bir durum değildir. Aynı şekilde, hem iyilikleri. hem de kötülükleri bulunması sebebiyle bir kimseye hem rahmet okunması ve dua edilmesi ile lanetlenip sövülmesi de çelişkili bir durum değildir.
Ehl-i Sünnet, -Cehennem'e girseler yahut girmeye mus*tahak olsalar bile- din ehli fasıkların eninde sonunda Cen*net'e gireceleri, böylece hem sevab, hem de cezayı bir ara*da bulunduracakları konusunda ittifak halindedirler. An*cak Mu'tezile ve Hariciler buna karşılar. Onlara göre muka*fatı hakeden cezayı haketmez, ikabı hakaden de sevabı haketmez. Bu mesele meşhur olup ayrıntılara girmenin yeri bu*rası değildir.
Bir kimseye hem duanın, hem de beddua etmenin caiz ol*duğu meselesi cenazeler konusunda tafsilatlı bir şekilde anlatılacaktır. Burada şu kadarını belirtelim ki: Müslüman*ların iyisine de. facirine de rahmet okunur. Her ne kadar bu*nun yanında facir olanına ya şahsı veya nev'i itibariyle lanetlenebilse de durum budur. Lakin ilk durum -yani ne kendisine sövülmesi, ne de sevilmesi- daha orta ve adil bir yol*dur.
İşte bu sebeple ben, büyük fitne esnasında Dımaşk'a ge*len Moğol komutanına bu şekilde cevap verdim.
Benimle onun ve başkaları arasında birtakım konuşmalar geçti. Ba*na bazı sorular sormuştur ve ben de cevap verdim.
Sorula*rından biri de: "Yezid hakkında ne diyorsunuz?" şeklin*deydi.
"Ona ne söver, ne de onu severiz; çünkü o, salih bi*ri değil ki onu sevelim, ama biz, müslümanlardan herhangi birine şahsını belirterek de sövmeyiz" dedim.
Bunun üzeri*ne: "Onu lanetlemiyor musunuz? Zalim biri değil miydi? Hu*seyin'i öldürmedi mi?" dedi.
Ona dedim ki: Haccac b. Yusuf ve benzeri zalimlerden sözedildiğinde Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de buyurduğu:
"İyi bilin ki Allah'ın laneti zalimlerin üzerindedir. (Hud: 18) sözüne benzer söyleriz. Herhangi bir kimseyi bizzat lanetlemeyi sevmeyiz. Ama şunu da belirtelim ki, alimlerden bir kısmı onu lanetlemiştir. Aslında bu ictihada açık bir husus*tur. Lakin bizim tercih edip tasvib ettiğimiz görüş budur.
Huseyin'i (r.a.) öldüren, ya da öldürülmesine yardımcı olan, buna rıza gösteren kimseye gelince; Allah'ın, melek*lerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun; Allah onu ne bağışlar, ne de affeder.
Moğol komutanı: "Ehî-i Beyt'i sevmiyor musunuz?" dedi.
Dedim ki: Aksine, onları sevmek bizce farzdır ve ifa edilmesi gereken bir görevdir. Kişi, onları sevmekten dola*yı mukafatlandırılır. Çünkü Muslim'in Sahih'inde nakletti*ği bir rivayete göre Zeyd b. Erkam şöyle demektedir: Rasulullah (s.a.v.) Mekke ile Medine arasında "Hum" denilen bir göl yatağında bize bir hutbe verdi ve bu hutbesinde şöyle de*di:
"Ey insanlar! Size iki değerli şey bıraktım. Bunlardan biri: Allah'ın Kitabı'dır."
Allah'ın Kitabından sözetti ve ona sarılmamızı sıkı bir şekilde tavsiye etti. Sonra şöyle devam etti:
"Diğeri de: Akrabam, Ehl-i Beyt'imdir. Ehl-i Beyt'im konusunda size Allah'ı hatırlatırım." (Muslim, Fad’lu Sahabe: 36, 37)
O Moğol komutanına ayrıca şöyle dedim: Biz namazımız*da her gün şöyle deriz:
''Allah'ım. İbrahim ve aline salat ettiğin gibi Muhammed'e ve aline de salat et. Şüphe yok ki Sen, övülensin, aza*met ve celal sahibisin. Allah'ım, İbrahim ve alinin feyiz ve bereketini arttırdığın gibi Muhammed ve alinin feyiz ve bereketini de arttır. Şüphe yok ki Sen. övülensin. azamet ve celal sahibisin."
O zaman Moğol komutanı; "Peki onlara buğz besleyenler kim?" dedi. Dedim ki: "Kim onlara buğz besliyorsa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. Allah onu ne bağışlar, ne de affeder."
Sonra Moğol vezire sordum: "Bu adam Tatar olduğu halde niçin Yezid'i soruyor?"
"Kendisine Dımaşk halkının Nasibe'den olduğunu söy*lemişlerdi" dedi. O zaman yüksek bir sesle bağırarak şöy*le dedim:
"Bunu söyleyen yalan söylüyor. Kim bu iddiada bulunu*yorsa Allah'ın laneti onun üzerine olsun. Allah'a yemin ederim ki Dimaşk halkı arasında Nasibe'den kimse yoktur. Onlar arasında böyle bir kişi bile tanımıyorum.Dımaşkta Ali'ye (r.a.) dil uzatan biri çıksa müslümanlar ona gereken cevabı verirler. Evet önceleri Emeviler buralara hakim iken onlardan bazısı Ali'ye (r.a.) düşmanlık besler ve nahoş söz*ler söylerlerdi. Ama bugün, onlardan bir kişi bile kalmış de*ğildir.
(İbn-i Teymiyye, Ashab,ı Kiram, Tevhid yayınları: 93-101)