Evlilikte kâderin etkisi iki durum da söz konusu olabilir. Yâni kişi cûz-i iradesiyle seçtiği eşi olsa dâhi, Allah (c.c.) bunu ezeli ilminde bilip kâderine yazmış olabilir.
Bir de kişi Allah'ın imtihanı hikmeti gereği hiç aklında olmadan çift karşılaşır ve evlenmesi sağlanabilir. Böylece kendisinden şükür veya isyan ile imtihana tabi tutulabilir.
Allah cc. karşılaştırmış olsa da cûz-i iradeyle kişi evet ya da hayır der. Böyle olsa da Kâderidir, kâderin etkisi muhakkaktır.
“Şubhesiz ki biz her şeyi bir kâderle yaratmışızdır.” (Kamer 49)
''Bir adam Rasulullah (s.a.v.)'ın yanına gelip; 'Ya RasulAllah, benim için dua et de Allah beni saliha bir zevce ile rızıklandırsın.' deyince,
Rasulullah (s.a.v.); 'Eğer sana Cibril ile Mikail dua etseler, bende üçüncüleri olsam, ancak sana yazılan kadın ile evlenirsin.' buyurdu.
(İbn Batta - Ebû Abdillâh Ubeydullah b. Muhammed b. Muhammed el-Ukberî , el-İbâne ʿan şerîʿati’l-fıraḳı’n-nâciye ve mucânebeti’l-fıraḳı’l-meẕmûme - el İbanetu'l-Kubra)
BİRİNCİ KONU: Kaza ve Kader
Kaza ve Kaderin Anlamları
1. Lugat manaları
Kaza: Emretmek, hüküm vermek, bir şeyi belirleyip yapmak, bitirmektir.
Kader: Belirlemek, planlamak, bilmek, ölçülü yapmak, dengeli yapmak demektir.
2. Istılahî manaları
Kaza: Allahu Teâlâ’nın varlıkları ve olayları önceden belirlediği şekilleriyle, zamanları geldikçe yaratmasıdır.
Kader: Allahu Teâlâ’nın her yaratığı ve olayı daha sonra var edeceği şekilde ezelde (başlangıcı olmayan bir zamanda) belirlemesidir.[1] Başka bir ifadeyle kader, Allahu Teâlâ’nın ezelde bütün yaratacağı şeyleri bilmesi, onların yaratılma şekillerini, zamanlarını, yerlerini belirlemesidir. Her şeyi yaratmadan önce kalemi yaratmış, onunla bunları Levh-i Mahfûzu’na yazmıştır. Bu meselede şunu gözden kaçırmamak gerekmektedir. Kader, Allahu Teâlâ’nın ilim, kudret, irade, sevk idare etme, adaletli davranma ve sorgulanmama gibi sıfatlarının bir görüntüsü ve eseridir. Bu itibarla hayret edilecek bir şey yoktur.
İKİNCİ KONU: Kaza ve Kaderin İzahı
Bu konunun İzahı için şu hususlara dikkat etmek gerekir:
Birinci Husus: Allahu Teâlâ ezelde her şeyi bilir
Şubhesiz ki Allahu Teâlâ her şeyi, daha yaratmadan önce bilir. Onların akıbetinin ne olacağı Ona malumdur. Bu itibarla ezelî ilminin gereği, yaratacağı her şeyi daha yaratmadan planlaması ve belirlemesi Onun şanına yakışandır. Zira bilen, ilminin gereğini yapar. Eli kolu bağlı durmaz. Yüce Mevlâ her şeyi bildiğini şu ve benzeri ayetlerinde bildirmiştir:
“Şubhesiz göklerin ve yerin gaybını Allah bilir. O, kalplerin özünü çok iyi bilendır.”[2]
“O, kendinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, görülmeyeni de, görüleni de bilen Allah’tır. O, esirgeyen ve bağışlayandır.”[3]
“Gaybın anahtarları Allah’ın katındadır. Onları ancak O bilir. O, karada ve denizde olanları bilir. Düşen hiçbir yaprak dahi yoktur ki, Allah onu bilmesin. Yerin karanlıklarında olan her tane, kuru ve yaş her şey mutlaka apaçık bir kitapta kayıtlıdır.”[4]
“Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediklerini bilir.”[5]
“Yaratan hiç bilmez mi? Hâlbuki O, her şeyi bütün incelikleriyle bilendir ve her şeyden hakkıyla haberdardır.”[6]
İkinci Husus: Allahu Teâlâ her şeye kadirdir
Allahu Teâlâ ulûhiyetinin bir gereği olarak her şeye kâdirdir. Onun için herhangi bir şeyden âciz kalmak söz konusu değildir. İşte bu ezelî kudretinin gereği olarak önce kalemi yaratmış ve ona, yaratacağı bütün şeyleri, yaratmasından önce yazmasını emretmiş o da yazmıştır. Burada şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü kudret sahibi olan zat, onu idrak edemeyenlere kudretinin eserlerini gösterir. Tâ ki onun emirlerine tamamen teslim olsunlar, yasaklarından tümüyle kaçınsınlar. Onu inkâr etmeye veya ona karşı gelmeye dair herhangi bir mazeretleri kalmasın. Allahu Teâlâ her şeye kadir olduğunu Kur’ân’da otuz beş kere tekrar etmiş ve mutlak kudret sahibi olduğunu vurgulamıştır. Böylece kimse bunda şûbhe etmesin. Yüce Mevlâ her şeye kâdir olduğunun bir misalini şu ayette beyan etmiştir:
“Altı üstüne gelmiş bir şehre uğrayan kimseyi görmedin mi? O kimse ‘Burayı ölümünden sonra Allah nasıl diriltecek?’ demişti. Bunun üzerine Allah, o kimseyi öldürüp yüz yıl ölü olarak bıraktı. Sonra tekrar diriltti ve ona ‘Ne kadar kaldın?’ dedi. O da ‘Bir gün veya bir günün bir bölümü kadar kaldım’ dedi. Allah da ‘Hayır, sen yüz sene ölü kaldın. Yiyeceğine içeceğine bak. Hiç değişmemiş. Bir de eşeğine bak. Biz seni, insanlara bir ibret olasın diye böyle yaptık. Kemiklere bak. Onları nasıl bir araya getirip sonra et giydiriyoruz?’ dedi. Allah’ın kudreti ona apaçık belli olunca ‘Artık Allah’ın her şeye kadir olduğunu çok iyi anlıyorum’ dedi”[7]
Üçüncü Husus: Allahu Teâlâ mutlak adalet sahibidir
Bu ezeli adaletinin gereği, Levh-i Mahfûz’u yaratmış, Onda cennete girdirecek amelleri yapacakları cennetliklerin listesine, cehenneme sokacak amelleri işleyecekleri de cehennemliklerin listesine yazmıştır. Onun şanına yakışan da budur. Allahu Teâlâ yarattıklarına adaletli davrandığını, onlardan herhangi birine zerre kadar zulmetmediğini beyan ederek şöyle buyurmuştur:
“Şubhesiz ki Allah (hiç kimseye) zerre kadar zulmetmez…”[8]
“…Yoksa Rabbin kullarına karşı asla zâlim değildır.”[9]
“Rabbin’in sözü doğruluk ve adalet bakamından tamam oldu…”[10]
“…Şubhesiz ki Allah iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez”[11]
Dördüncü Husus: Allahu Teâlâ yaptıklarından asla hesaba çekilemez
Mademki hikmet sahibi yaratıcı var edeceği şeyleri var etmeden önce biliyor ve onları kimsenin görüp dokunamayacağı Levh-i Mahfûzu’na, sınıflarına göre yazmaya güç yetiriyor, o halde kendi vücudumuzda taşıdığımız ruhumuzun ne olduğunu bilmekten aciz olan bizlerin, hesaba çekilemez olan Yüce Mevla’ya, “Niçin eşyayı yaratmadan önce bildin?”, “Neden onları ve durumlarını Levh-i Mahfûzu’na kaydettin?”, “Niye her birinin var olma zamanı gelince onu yarattın?” ve “Kulun hür iradesiyle yapmaya giriştiği amelleri yapmasına neden izin verip yarattın?” şeklindeki soruları sormaya hakkımız olabilir mi? Bunu yapmamız haddimizi aşmak olmaz mı? O bilen, adaletli davranan, kimseye zerre kadar zulmetmeyendir. Biz âciz kulların Onu hesaba çekmeye ne hakkımız vardır ne de gücümüz. Bu itibarla Allahu Teâlâ’nın, kimlerin cennetlik ve kimlerin cehennemlik olacaklarını, onları yaratmadan önce Levh-i Mahfûzu’na yazması Onun şânına yakışan sıfatlarının tecellisidir. Allahu Teâlâ, hesaba çekilemeyeceği hususunda şöyle buyurmuştur: “Yüce Mevla’ya yaptıkları sorulamaz. Onlar ise yaptıklarından sorumludurlar.”[12] Bu izahlardan şu sonuçlar çıkmaktadır:
1. Kul, kendindeki cüz’î (azıcık) iradesiyle hürdür. Hayır ve şerden dilediğini seçme yeteneğine sahibdir. Eğer doğru yolu seçer, ona rağbet eder, onu ister ve onun sebeplerine başvurursa, Allah onu yaratır ve ona engel olmaz. Bu Allah’ın tam adaletidir.
2. Kul, Allahu Teâlâ’nın kullî (mükemmel) iradesiyle güdümlüdür, bağımlıdır, hür değildir. Yani kendi amelini icat etme ve yaratma gücüne sahip değildir. Kulun iradesini yerine getiren ve yaptığı ameli yaratan Allah’tır. Son kararı o verir. Öyle ki Allah dilemezse, kul istediği ameli gerçekleştiremez.
3. Allahu Teâlâ hiçbir kimseye, herhangi bir şeyi yoktan var etme, onu yaratma gücü ve yeteneği vermemiştir. Velev ki bu şey kulun kendi ameli olsun. Zira Allahu Teâlâ’nın yaratma sıfatında egemenliği mutlaktır. Ondan zerre miktarı vazgeçmez. Onun bir kısmını en şerefli mahlûkuna dahi devretmez. Bu hususta şöyle buyurmuştur:
“…İyi biliniz ki, yaratmak ve emretmek Allah’a mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah, yüceler yücesidır.”[13]
“…Yoksa Allah’a Allah gibi yaratmaya kadir ortaklar mı buldular da yaratmanın kim tarafından olduğunda şubhe ettiler? Ey Peygamber! Sen onlara ‘Her şeyin yaratıcısı Allah’tır. O birdir, kahredicidir’ de”[14]
“İşte Rabbiniz olan Allah budur. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır. O halde Ona ibadet edin. O her şeye vekildır.”[15]
“Sizi gökten ve yerden rızıklandıracak Allah’tan başka bir yaratıcı mı var? Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.”[16]
“İşte bunlar Allah’ın yarattıklarıdır. Gösterin bana Ondan başkaları ne yaratmıştır? Doğrusu o zâlimler apaçık bir sapıklık içindedirler.”[17]
4. Hiçbir kimse Allah’ın takdirini ileri sürerek günahlarından sıyrılıp çıkamaz. Kaderi gerekçe göstererek yaptıklarından sorumlu olmayacağını iddia edemez. “Ben masumum. Çünkü ben, Allah’ın bana yazmasıyla günah işledim” diyemez. Zira takdir etmede, kulu hayrı veya şerri yapmaya zorlama diye bir şey yoktur. Bunları kul yapar, Allah da yapmasına adaleti gereği engel olmaz ve yaptığını yaratır. Yapma kuldan, yaratma Allah’tandır. Bunlar farklı şeylerdir.
Yapma (kesb) bir şeyin olmasını isteme, ona aracı olacak sebeplere başvurma ve onun gerçekleşmesi için çaba harcamadır. Bununla o şey yoktan var olmaz. Onu yoktan var edip yaratan Allah’tır.
Yaratma ise kulun, gerçekleşmesini dilediği, sebeplerine başvurduğu ve çabasını harcadığı şeyin fiilen icat edilmesi ve gerçekleştirilmesidir. İşte bu, Allah’tandır. Öyle ki Allah izin verip o şeyi yaratmazsa meydana gelmez, gerçekleşmez. Aslında kul kastettiği şeyi gerçekleştirdiğinden değil, onu yapmaya hür iradesiyle girişmesinden dolayı mukâfat alır veya cezalandırılır. Zira Allah bir şeyin olmasını dilemedikçe kul onu yapamaz.
“Allah dilemedikçe siz hiçbir şey dileyemezsiniz. Şubhesiz Allah her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidır.”[18]
“Âlemlerin Rabb'i olan Allah dilemedikçe siz hiçbir şey dileyemezsiniz”[19]
Allah dilemedikçe hiçbir sebeb, sonucu doğurmaz. Öyle ki ateşe atılan kişiyi, Allah dilemedikçe ateş yakamaz. Nitekim İbrâhîm (a.s.)’i yakmamıştır. Bu hususta Yüce Mevlâ şöyle buyurmuştur: “Kavmi ‘Eğer bir şey yapacaksanız İbrâhîm’i yakın da ilâhlarınıza yardım edin’ dediler. Biz de ‘Ey ateş! İbrahîm’e karşı soğuk ve esenlik ol’ dedik. Onlar İbrahîm’e bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz kendilerini en büyük hüsrana uğrayanlar kıldık”[20]
Suyun dibine düşeni Allah dilemedikçe su boğmaz. Nitekim Kızıl Deniz Mûsâ (a.s.)’yı ve kavmini boğmamıştır. Bu hususta Yüce Mevlâ şöyle buyurmuştur: “Bunun üzerine biz Mûsâ’ya ‘Asânı denize vur!’ diye vahyettik. Bir anda deniz yarılıverdi. Her bir kısmı kocaman bir dağ gibiydi. Geriden gelen Firavun ve adamlarını da oraya yaklaştırdık. Mûsâ ve beraberindekilerin hepsini sağ sâlim kurtardık. Sonra diğerlerini de suda boğuverdik”[21]
Bıçakla kesileni, Allah dilemezse bıçak onu kesemez. Nitekim Hz. İbrâhîm’in oğlunu kesmemiştir. Bu hususta Yüce Mevlâ şöyle buyurmuştur: “Çocuk, babası İbrahîm’in yanında yürüyüp koşacak çağa girince İbrahîm ona ‘Yavrucuğum! Ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bak ne dersin?’ dedi. Çocuk da ‘Babacığım! Emrolunduğunu yap. İnşeAllah beni sabredenlerden bulacaksın’ dedi. Her ikisi de Allah’ın emrine boyun eğip İbrahîm çocuğu alnı üzerine yatırınca, biz ona ‘Ey İbrahîm! Ruyana sadakat gösterdin. İyilikte bulunanları işte biz böyle mükâfatlandırırız diye nida ettik. Şubhesiz bu, apaçık bir imtihandı. Biz Ona büyük bir kurbanlığı çocuğun yerine fidye olarak verdik”[22]
Evet, takdirin anlamı, Allahu Teâlâ’nın ezelde her şeyi bilmesi, bu bilgisini Levh-i Mahfûz’a kaydetmesi, zamanı geldikçe bu şeyi yoktan var etmesidir. Kulun, yaptığı amellerinden sorumlu olması, onları gerçekleştirmeye girişmesindendir var etmesinden değildir. Burada kulu zorlama diye bir şey yoktur. Çünkü o, hür iradesiyle bir şeyi yapmaya karar verir ve kararının gereğini gerçekleştirmeye çalışır. Allah dilerse onun çabasının sonucunu gerçekleştirir, dilemezse gerçekleştirmez. Başka bir ifadeyle son kararı Allah verir. Allah’ın son kararı vermesi kulu zorlama değildir. Teşebbüsüne ‘evet’ veya ‘hayır’ demektir. Bu da Onun egemenliğinin gereğidir. Çünkü yaratma kayıtsız şartsız Ona aittir.
Bu konuda Ebû Dâvûd’un Süneni’ni şerh eden Hattâbî diyor ki: “İnsanların birçoğu zannederler ki, kaza ve kaderin manasını Allahu Teâlâ’nın, kulu takdir ettiğine mecbur etmesidir. Mesele zannettikleri gibi değildir. Takdirin manası Allahu Teâlâ’nın kulun yapacağı şeyi önceden bilmesi, onu belirlemesi ve onu, yaratmasıyla gerçekleştirmesidir. Kulu yapmaya zorlaması değildır.”
İmam Müslim’in Sahîhi’ni şerh eden Nevevî de şöyle diyor: “Kaderin manası şudur: Allahu Teâlâ eşyayı önceden belirlemiş, onların kendi katında bilinen vakitlerde ve özel sıfatlarda gerçekleşeceklerini bilmiştir. Onlar, Allah’ın planladığına göre gerçekleşirler.”[23]
Kurtubî de şöyle diyor: “Ehl-i Sünnet’in, üzerinde ittifak ettiklerine göre Allahu Teâlâ eşyayı yaratmadan önce takdir etti. Yani miktarlarını, vasıflarını ve meydana gelecekleri zamanlarını bildi. Sonra onları ezeli ilmindeki durumlarına göre yarattı. Binaenaleyh kâinatın gerek üst âleminde gerekse alt âleminde meydana gelen hiçbir olay yoktur ki, Allah’ın ilmi, kudreti, iradesi ve yaratmasıyla gerçekleşmiş olmasın. Bu hâdiselerin meydana gelmelerinde yaratılanların payı; teşebbüsleri, çaba harcamaları, kazanmaları ve hâdiselerin, yaratana değil, işleyenlere isnat edilmesidir.”[24]
5. Kulun iradesi dışında gerçekleşen hâdiselere gelince, bunlar iki kısımdır:
Birincisi: İnsanın kendinde meydana gelen iradedışı olaylardır. Refleksler, reaksiyonlar bu kabildendir. Bunlarda kulun iradesi felç olduğundan sorumlu değildir. Bu itibarla kaderi suçlamaya yer yoktur. Bunların hikmetini Allah bilir. Allah hiçbir şeyi hikmetsiz yaratmamıştır.
İkincisi: Kâinatta görülen depremler, seller, kıtlıklar, bulaşıcı hastalıklar, trafik kazaları ve benzeri afet ve musibetlerin çoğu, insanlar topluluğunun isyanı sebebiyle vuku bulurlar. Geçmiş kavimlerin isyanları yüzünden helak edildikleri bunun delilidir. Bu itibarla bu gibi afetlerden mağdur olanlar, buna sebeb olanları suçlamalıdırlar. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle kazandığınız günahlar yüzündendir. O, işlenenlerin birçoğunu da afveder.”[25] Hak etmeyenler ise âhirette mükâfatlarını alacaklardır. Zira belalar umumî olarak gelirler.
Bir kısım musibetler de vardır ki, onlar kendilerine maruz kalanların derecelerini artırır. Dünyada ızdırap çekerler ama ahirette mutlu olurlar. Çeşitli hastalıklara yakalanıp sabredenler, küçükken ana ve babasını kaybedenler bu kabildendir. Zira kaderin cilvesi hemen anlaşılmayabilir. Hatta kuşaklar geçtikten sonra onun hikmeti belli olur. Burada kadere dil uzatmaya kimsenin hakkı yoktur. Hiçbir kimse “Allah ben küçükken anamın, babamın öleceğini bilmiş, bunu Levh-i Mahfûzu’na yazmış ve zamanı gelince de yaratmıştır? Böylece bana haksızlık yapılmıştır.” diyemez. Zira bu tür afet ve musibetler dünyada insanları olgunlaştırır, kemâle erdirir. Hayatın çileli ve acı günlerini yaşayanlar daha kararlı, daha cesaretli ve daha metanetli olurlar. Büyük hâdiseler karşısında paniklemezler, geri adım atmazlar, hedeflerine doğru adım adım ilerlerler. Çünkü onlar dövülerek çelikleşmişlerdir. Bu hal, örnek almamız emredilen Muhammed (a.s.)’de (sallallahu aleyhi ve sellem) açıkça muşahede edilmiştir. Anne karnındayken babasını, altı yaşında da annesini, yolculuk esnasında kaybetmiştir. Çileli ve dar geçimli bir hayat geçirmiştir. Bu yaşam tarzı, Allah’ın dilemesiyle, Onu kemâle erdirmiş ve en ağır görevi yüklenmeye aday yapmıştır.
Evet, irade dışı gerçekleşen bela ve musibetlerin bir kısmı kulu dünyada olgunlaştırır, âhirette de mertebesini artırır. Yeter ki onların Allah’ın takdiriyle olduklarına inanıp teslim olsun, kadere karşı isyan etmesin. Konuyla ilgili olarak Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şu hadisler rivayet edilmiştir:
Sâd b. Ebî Vakkâs diyor ki: Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) insanların hangisinin belasının ağır olduğunu sordum, buyurdular ki: “Peygamberler, sonra onlara yakın olanlar, sonra onlara yakın olanlar. Kişi dindarlığı oranında belaya uğratılır. Dininde sağlam ise belası ağırlaştırılır. Dininde gevşek ise dindarlığı oranında belaya uğratılır. Yeryüzünde günahsız halde yürümesine kadar bela kulun peşini bırakmaz”[26]
· Enes b. Mâlik diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Allah bir kulu hakkında hayır dileyecek olursa, onun cezasını dünyada acele eder. Bir kulu için de şer dileyecek olursa, günahının yüzünden çekeceği cezayı ondan erteler ki kıyamet günü Allah’ın huzuruna, karşılığını göreceği o günahlarıyla gelsin”
- Aynı senetle Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle de gelmiştir: “Mukâfatın büyüklüğü belanın büyüklüğüne bağlıdır. Allah bir toplumu severek onları değişik belalarla imtihan eder. Kim radı olursa Allah’ın rıdasını kazanır. Kim de kızar kırgınlık gösterirse Allah da o kimseye kızar.”[27]
· Ebû Hurayra diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Mûmin erkek ve kadının kendisine, çocuğuna ve malına belanın gelmesi devam eder. Tâ ki Allah’ın huzuruna günahsız çıksın”[28]
ÜÇÜNCÜ KONU: Kaderin Hak Olduğunu Bildiren Naslar
Hem ayetlerde hem de hadislerde kaderin hak olduğu, onda şûbhe edilemeyeceği beyan edilmiştir.
a. Ayetler
“O Allah ki göklerin ve yerin mülkü ancak Onundur. O hiçbir çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı yoktur. O her şeyi yaratıp belli bir nizama koymuş, geçmişini geleceğini takdir etmiştır.”[29]
“…Allah’ın emri takdir edilmiş bir kaderdır.”[30]
“Yüceler yücesi olan Rabb'in’in ismini tesbih et. O her şeyi yaratıp düzene koydu. Her şeyi takdir etti. Doğru yolu gösterdi”[31]
“…Hiçbir kuru ve yaş yoktur ki o apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfûz’da) bulunmuş olmasın”[32]
“Yeryüzüne ve kendinize dokunan hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan o bir kitapta (Levh-i Mahfûz’da) bulunmuş olmasın. Şubhesiz ki bu, Allah için çok kolaydır.”[33]
“Nerede olursanız olun, ölüm sizi yakalar. Sağlam yapılmış kalelerde bulunsanız bile. Munafıklar, kendilerine bir iyilik isabet ettiği zaman ‘Bu Allah’tandır’ derler. Kendilerine bir kötülük geldiğinde de ‘(Ey Muhammed!) Bu sendendir’ derler. De ki ‘Hepsi de Allah’tandır’ Bu kavme ne oluyor da söz anlamaya yanaşmıyorlar?”[34]
“Onlara de ki ‘Bize ancak Allah’ın yazdığı isabet eder. O, bizim dostumuzdur. Mûminler sadece Allah’a güvensinler’”[35]
“…Biz her şeyi apaçık bir kitapta sayıp tespit etmişizdir.”[36]
“Şubhesiz ki biz her şeyi bir kaderle yaratmışızdır.”[37] ayetinin iniş sebebi olarak şu hadis rivayet edilmiştir:
Ebû Hurayra diyor ki: Kurayş muşrikleri Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) geldiler. Onunla kader hakkında tartıştılar. Bunun üzerine “Şubhesiz ki biz her şeyi bir kaderle yaratmışızdır.”[38]ayeti indi.[39]
Yine bu ayetin izahında âlimler şu açıklamaları yapmışlardır:
Kurtubî diyor ki: Ebû Zerr şöyle demiştir. Necrân Bölgesi’nin heyeti Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) geldiler ve şöyle dediler: “Ameller bizim, eceller ise bizden başkasının elinde” İşte bunun üzerine bu ayet indi. Bu defa onlar şöyle dediler: “Hem günahları aleyhimize yazıyor. Hem de bize azap ediyor.” Bunun üzerine Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Sizler kıyamet gününde Allah’ın hasımlarısınız”[40]
Şehid Seyyid Kutub, bu ayetin izahında özetle şunları anlatmaktadır: “Her şeyi bir takdirle yaratmıştır. Büyük küçük her şeyi, konuşan konuşmayan her şeyi, hareket eden, duran her şeyi, geçmiş olan, gelecekte meydana gelecek olan her şeyi, bilinen bilinmeyen her şeyi, evet her şeyi belli bir kadere göre yarattık. Öyle bir kader ki, her şeyin gerçeğini belirlemiştir. Sıfatını belirlemiştir. Miktarını belirtmiştir. Zamanını belirtmiştir. Mekânını belirtmiştir. Çevresinde bulunan eşyayla irtibatını belirtmiştir. Bu varlık âlemindeki etkisini belirtmiştir. Şubhesiz ki Kur’ân’ın bu kısa ve kolay olan nassı büyük, dehşetli ve kuşatıcı bir gerçeğe işaret etmektedir. Bu gerçeğin doğru olduğunun şahidi bütün bu varlık âlemidir. Bu gerçek öyle bir gerçek ki, insanın aklı bu varlık âlemiyle yüz yüze gelince, onunla hemhâl olunca, ondan bir şeyler alınca ve onun birbiriyle tam bir uyum içinde olduğunu anlayınca bunu idrak eder ve buna hayran olur…”
“Kader planı çok büyük ve çok kapsamlıdır. Kâinatta cereyan eden büyük küçük bütün hâdiseler, ameller ve akımlar takdir edilmiş ve planlanmıştır. Tarihteki her hareket, bir ferdin içindeki infial gibidir. Bir insanın göğsünden çıkan bir nefes gibidir. Kâinatta görülen büyük olaylar gibi, bizlerden çıkan nefeslerin de vakti belirlenmiştir, yeri belirlenmiştir, ortamı belirlenmiştir. Bu nefes varlık âleminin düzeniyle bağlantılıdır. Kâinatın hareketiyle irtibatlıdır. Kâinatın ahenk ve dengesi yönünden hesabı yapılmıştır. Çölde tek başına biten ödağacı da orada kaderle ayakta durmaktadır. O da var olduğu zamandan itibaren bütün varlık âlemiyle irtibatlı olan bir vazifeyi ifâ etmektedır.”
“Bu yönden minik adımlarla yürüyen karıncalar, havada uçan zerreler, suda yüzen hücreler, haşmetli ve büyük gezegenler gibi zamanı belirlenmiştir, yeri belirlenmiştir, miktarı belirlenmiştir, şekli belirlenmiştir. Her durumda diğer varlıklarla uyum içinde olması belirlenmiş ve takdir edilmiştir. Bunlar gelişigüzel, tesadüfen vuku bulmuş olan olaylar değillerdir. Her hâdise belli bir hikmete göre planlanmıştır. Mesela kimin aklına gelirdi ki, Yakub’un, Yusuf ve Bünyamin’in anneleri olan diğer bir hamınla evlenmesi, şahsî ve ferdî bir olay olmayıp, takdir edilen ve planlanan bir kader halkası olsun. Böylece Yusuf’un anneden üvey olan kardeşleri Onu kıskansınlar, götürüp kuyunun dibine atsınlar, Onu öldürmesinler. Böylece yoldan geçen yolcular Onu çıkarıp götürsünler, Mısır’ın hükümdarına satsınlar, Yusuf sarayda büyüsün, hükümdarın hanımı onun kendisiyle ilişkiye geçmesini istesin, Yusuf tahrike kapılmasın ve hapse atılsın. Orada hükümdarın iki hizmetçisi ile karşılaşsın, onların rüyalarını tabir etsin… Evet! Bu hayat seyrinin sonundaki hikmet neydi? Buraya kadar cevab belli değildi. Bu nedenle bir kısım insanlar kalkıp şu soruları sorma ihtiyacı hisseder oldular: ‘Ya Rab! Niçin Yusuf bu kadar çileye dûçar oldu?’, ‘Neden Yakub bu kadar ızdırab çekti?’, ‘Neden bu peygamber üzüntüden görmesini kaybetti?’, ‘Neden tertemiz ve zeki Yusuf bu çeşitli acıları tattı?’, ‘Neden?’, ‘Neden?’…”
“Evet, bu çile ve ızdıraplar çeyrek asır devam ettikten sonra ilk cevab geldi. O da şuydu: ‘Kader Yusuf’u eğitip yetiştiriyordu. Ta ki, yedi yıl devam eden kıtlık yıllarında Mısır’ın ve Onun çevresinde bulunan diğer yerlerin idaresini üstlensin. Sonra babasını, annesini ve kardeşlerini yanına alsın, onların soyundan İsrailoğulları türesin, Firavun onlara işkenceler yapsın, böylece onların arasından Mûsâ çıksın, kaderin çizdiği hâdiseleri yaşasın, onun ardından bugün bütün dünyanın içinde bulunduğu meseleler, hadiseler ve akımlar türesin, bütün âlemin hayat akışında etkili olsun…’”
“Yine kim düşenebildirdi ki, Yakub’un dedesi İbrâhîm’in Mısırlı Hâcer'le evlenmesi, şahsî ve ferdî bir olay değil, kader zincirinin bir halkasıdır. İbrâhîm’in başından geçen hâdiseler, Onun asıl memleketi olan Irak’ı terk etmesine, Mısır’a göç etmesine, orada hanımı Sâre’ye hükümdar tarafından hediye edilen Hâcer'le evlenmesine sebeb olmuştur. Kaderin uzun yolu burada da bitmemiş, İbrâhîm Filistin’e göç etme durumunda kalmıştı. Olaylar burada da noktalanmadı. İbrâhîm Hâcer’i ve Ondan olan oğlunu alıp Beytullah’ın bulunduğu Mekke’ye götürdü. Böyece İsmail Arab komşularından bir hanımla evlensin, onun neslinden âlemlere rahmet olan . Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) gelsin ve insanlığın tarihinde en büyük olay olsun. Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) ahir zaman peygamberliği verilsin. İşte bütün bunlar ipin uzun ucundaki ilahi kaderin cilveleridir. Bu, her hâdise, her türeyiş ve her akıbet için geçerlidir. Her noktanın, her adımın, her değişimin ardında bu vardır. Evet bu, Allah’ın mutlaka gerçekleşen, her şeyi kuşatan, çok dakîk ve derin olan kaderidir. Ne var ki insan, kader ipinin kendisine yakın olan ucunu görür. Uzak olan ucundan habersizdir. Bazen başlangıcı ile sonu arasındaki zaman çok uzar, insanın bu kısa ömrü ona yetmez. Kaderin hikmetine vakıf olamaz. Bu nedenle acele eder, teklifler sunar. Bazen de öfkelenip kızar veya kadere dil uzatmaya kalkışır.”
“İşte hikmet sahibi olan Allah Kur’ân’da bizlere bildiriyor ki: ‘Her şey kadere binaendir’ Tâ ki, işi sahibine bırakalım. Kalbimiz mutmain olsun, rahat olalım, Allah’ın takdiri ile uyum içinde yürüyelim. Huzurlu, kararlı, güvenli adımlarla yola devam edelim…”[41]
b. Hadisler
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) de çeşitli hadislerinde kaderin hak olduğunu, ona iman etmenin, imanın şartlarından biri olduğunu bildirmiştir. Bu hadislere daha sonra gelecek meselelerde, konularına göre değinilecektir. Ancak burada şunları zikretmek isabetli görülmüştür:
· Ebû Hurayra diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Sorun bana!” Ashab Ona bir şey sormaktan çekindiler. Derken bir adam geldi ve Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) iki dizinin dibine oturarak şöyle dedi: … “Ey Allah’ın Rasûlu! İmân nedir?” Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “İman, Allah’a, meleklerine, kitablarına, Allah’a kavuşmaya ve peygamberlerine iman etmendir. Bir de öldükten sonra dirilmeye iman etmen ve kadere tümüyle iman etmendır.” buyurdu…[42]
Ömer b. el-Hattâb rivayet etmiş ve demiştir ki: Bir gün Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanında bulunduğumuz bir sırada aniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zât çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına oturdu ve dizlerini Onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu ve dedi ki: … “Bana imandan haber ver!” Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “İman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe iman etmen, bir de hayrıyla şerriyle kadere iman etmendır.” Adam dedi ki: “Doğru söyledin”[43]
Ebû Zerr ve Ebû Hurayra dediler ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) sahâbîleriyle birlikte otururdu. Garib bir adam geliyor, Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) kim olduğunu bilmiyor, Onu sormak durumunda kalıyordu. Bunun üzerine biz Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem), garibler geldiğinde Onu tanıması için, özel bir oturma yeri yapmayı taleb ettik ve Ona çamurdan bir sedir yaptık. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) onun üzerine oturuyordu. Birgün bizler mecliste, Rasûlullâh da (sallallahu aleyhi ve sellem) oturma yerinde oturuyorken en güzel yüzlü ve en güzel kokulu olan bir adam çıkıp geliverdi. Elbisesi hiç kirlenmemiş gibiydi. Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) oturduğu sedirin yanına yaklaşarak “es-Selâmu aleykum ya Muhammed!” dedi. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) da selâmını aldı. Adam “Yaklaşayım mı ey Muhammed!” dedi. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) da “Yaklaş” buyurdu. Birkaç sefer “Yaklaşayım mı?” dedi, Rasûlullâh da “Yaklaş” buyurdu. Nihayet iyice yaklaşarak ellerini Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) dizleri üzerine koydu ve dedi ki: … “Ey Muhammed! İman nedir? Bana haber ver.” Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “İman, Allah’a, meleklerine, kitabına, peygamberlerine ve kadere iman etmendır.” buyurdu. Adam “Bunları yaptığım takdirde iman etmiş olur muyum?” dedi. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) da “Evet” buyurdu. Adam yine “Doğru söylüyorsun” dedi…[44]
Abdullâh b. Ömer diyor ki: Birgün Cebrâîl Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) geldi ve dedi ki: … “Ey Muhammed! İman nedir?” Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “İman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ölümden sonra dirilmeye, cennete, cehenneme ve bütünüyle kadere iman etmendır.” buyurdu. Adam “Ben bunu yaparsam mûmin olur muyum?” dedi. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “Evet” buyurdu. Adam “Doğru söyledin” dedi.[45]
Abdullâh b. Abbâs diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) bir mecliste oturuyordu. Ona Cebrâîl geldi. Önüne oturdu ve iki ellerini Rasûlullâh’ın uyluklarının üzerine koydu ve şöyle dedi: … “Ey Allah’ın Rasûlü! İman nedir bana anlat.” Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “İman, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere iman etmen, ölüme, ölümden sonra dirilmeye iman etmen, cennete, cehenneme, hesaba çekilmeye, amellerin terazide tartılmasına iman etmen, bir de hayrı ve şerriyle kaderin tümüne iman etmendir.” Cebrâîl “Ben bunu yaptığım zaman iman etmiş olur muyum?” dedi. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “Sen bunu yaparsan iman etmiş olursun” buyurdu…[46]
Ebû `Âmir el-Eş`ârî diyor ki: Bir zaman Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) bir mecliste bulunuyordu. Orada sahâbîler de vardı. O anda Cebrâîl asıl suretinden başka bir surette çıkıp geliverdi. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) Onu Müslümanlardan biri sanmıştı. Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) selam verdi. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) Onun selamını aldı. Sonra Cibrîl, iki elini Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) iki uylukları üzerine koydu ve Ona… “Ey Allah’ın rasûlü! İman nedir?” dedi. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “İman, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba, peygambere, ölüme, ölümden sonra dirilmeye, cennete, cehenneme, hesab vermeye ve amellerin tartılmasına, bir de hayrı ve şerriyle kaderin tümüne iman etmendır.” buyurdu. Cebrâîl “Bunu yaparsam iman etmiş olur muyum?” dedi. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “Evet” buyurdu…[47]
Ali (r.anh) diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Kişi şu dört şeye iman etmedikçe mûmin olamaz: Allah’tan başka hiçbir ilah ve otoritenin olmadığına, benim Allah’ın Rasûlü olduğuma ve beni hak ile gönderdiğine, ölüme ve ölümden sonraki dirilmeye iman edecek, bir de kadere iman edecektir.”[48]
Abdullâh b. `Amr diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Kişi, hayrıyla şerriyle kadere iman etmedikçe iman etmiş olamaz”[49]
Enes b. Mâlik diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Üç şey imanın esasındandır. ‘Lâ ilahe illallah’ diyen bir kimseden el çekmek (bir günahtan dolayı onu tekfir etmememiz ve bir amelden dolayı onu İslâm’dan çıkarmayız). Cihad, Allah’ın beni göndermesinden itibaren, ummetimin sonunun Deccâlle savaşmasına kadar devam edicidir. Onu ne zâlimin zulmü, ne de adaletlinin adaleti ibtal edebilir. Kadere iman etmektır.”[50]
`Amr b. Müslim, Tâvus’un şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabından bazı insanlara yetiştim ki “Her şey kaderledır.” diyorlardı. Abdullâh b. Ömer’i de şunu söylerken dinledim: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Her şey kaderledir. Hatta acizlik ve güç yetirme yahut güç yetirme ve acizlik bile…”[51]
`İmrân b. Husayn diyor ki: Yemen'liler dediler ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Biz sana bu işten (var edilen bu âlemden) soralım diye geldik. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Allah vardı ve Allah’tan başka bir şey yoktu. Allah’ın Arş’ı su üzerinde bulunuyordu. Allah her şeyi Zikir’de (Levh-i Mahfûz’da) takdir ve tesbit edip yazdı. Gökleri ve yeri yarattı”[52]
Abdulvâhid b. Selîm diyor ki: Mekke’ye geldim, Atâ’ b. Ebî Rebâhla karşılaştım ve Ona dedim ki: “Ey Ebû Muhammed! Basralılar kader hakkında konuşup duruyorlar.” Dedi ki: “Evladım, Kur’ân okuyor musun?” Ben de “Evet” dedim. “Zuhruf Sûresi’ni oku” dedi. Ben de “Hâ Mîm. Apaçık kitaba yemin olsun ki, şubhesiz biz Onu, düşünüp anlayasınız diye Arabca bir Kur’ân kıldık. Şubhesiz ki O, nezdimizdeki ana kitabda mevcuddur. Çok yücedir, hüküm ve hikmetlerle doludur.”[53] ayetine kadar okudum. Bunun üzerine Atâ’ “Ana kitap nedir bilir misiniz?” dedi. Allah ve Rasûlü bilir dedim. Dedi ki: “O öyle bir kitab veya yazgıdır ki, Allah gökleri ve yeri yaratmadan önce Allah’ın yazmış olduğu bir kitaptır. İçerisinde Firavun’un cehennemlik olduğu ve Ebû Leheb’in iki elinin kuruması da orada yazılıdır.” Atâ’ dedi ki: Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sahâbîsi `Ubâde b. es-Sâmit’in oğlu Velîd ile karşılaştım ve kendisine, ölümü esnasında babasının vasiyeti nasıldı, diye sordum. Dedi ki: Babam beni çağırdı ve şöyle dedi: Ey evladım! Allah’tan kork. İyi bil ki Allah’a iman etmedikçe, hayrıyla ve şerriyle kaderin tümüne iman etmedikçe Allah’tan korkmuş olamazsın. Bu inanç dışında bir inançla ölürsen cehenneme girersin. Çünkü ben Rasûlullâh’ın şöyle buyurduğunu işittim: “Allah önce kalemi yarattı ve ‘Yaz’ buyurdu. Kalem ‘Ne yazayım?’ dedi. Allah da ‘Kaderi, olup bitmişleri ve sonsuza kadar olacakları yaz’ buyurdu”[54]
Abdullâh b. Feyrûz Ebû Busr ed-Deylemî diyor ki: Ubeyy b. Ka`b’ın yanına vardım ve Ona dedim ki: İçimde kaderle ilgili bir şey var. Bana bir şeyler anlat. Umulur ki Allah bu sayede kalbimden bu şeyi giderir. Dedi ki: Eğer Allah göklerinde ve yerlerinde bulunan halka azap etseydi onlara zulmetmiş sayılmazdı. Eğer onlara rahmetiyle muamele etseydi bu onlar için, yapacakları amellerinden daha hayırlı olurdu. Eğer sen Allah yolunda Uhud Dağı kadar altın infak etsen, kadere iman etmedikçe ve sana isabet eden şeyin senden şaşmayacağını, senden şaşacak şeyin de sana erişemeyeceğini bilmedikçe Allah onu senden kabul etmez. Eğer bundan başka bir inanç üzerine ölürsen cehenneme girersin. Deylemî diyor ki: Sonra ben Abdullâh b. Mes`ûd’un yanına vardım. O da buna benzer sözler söyledi. Sonra Huzeyfe b. el-Yâman’ın yanına vardım. O da aynı şeyleri söyledi. Sonra Zeyd b. Sâbit’e vardım. O da bana Peygamber’den (sallallahu aleyhi ve sellem) buna benzer hadis rivayet etti.[55]
Abdullâh b. `Amr diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Allah mahlûkatın miktarlarını göklerle yeri yaratmazdan elli bin sene önce yazdı. Arş’ı da su üzerinde idi”[56]
Ebû’d-Derdâ’ diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Her şeyin bir gerçeği vardır. Kul kendisine isabet edenin kendisinden şaşmayacağını, şaşanın da kendisine isabet etmeyeceğini bilmedikçe imanın hakikatine erişmiş olamaz”[57]
Ebû Hurayra diyor ki: Dedim ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Ben genç bir erkeğim. Nefsim hususunda sıkıntıya düşeceğimden korkuyorum. Kadınlarla evlenmek için de bir şey bulamıyorum. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) bana cevab vermeyip sustu. Sonra aynı şeyi bir daha arz ettim. Yine bana cevab vermeyip sustu. Sonra bunun gibi bir daha söyledim, yine sustu. Bir daha söylediğimde Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Ey Ebû Hurayra! Senin kavuşacağın mukadderâtı yazan kalemin mürekkebi kurumuştur. Sen buna göre ister kendini hadım et, istersen bırak”[58]
DÖRDÜNCÜ KONU: Kader Hakkında Tartışmak Yasaklanmıştır
Konuyla ilgili olarak Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şu ve benzeri hadisler rivayet edilmiştir:
Abdullâh b. `Amr el-Âs diyor ki: Sahabîler kader meselesini tartışırken Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) onların yanına çıkageldi. Tartıştıklarını anlayınca öfkesinden, sanki yüzünde nar tanesi ezilmiş gibi kıpkırmızı oldu. Biraz sonra onlara dedi ki: “Bununla mı emrolundunuz veya bunun için mi yaratıldınız? Kur’ân’ın bir kısım ayetlerini diğer bir kısım ayetlerle çarpıştırıyorsunuz. Sizden önceki ummetler ancak bu tip lüzumsuz tartışma ile helak oldular.” Ravi dedi ki: Abdullâh b. `Amr şöyle söyledi: Bu mecliste bulunmamamı arzuladığım kadar, bundan önce Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) herhangi bir meclisinde bulunmamayı arzulamamıştım.[59]
Ebû Hurayra diyor ki: Bizler kader konusunda tartışırken Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) çıkageldi. O kadar kızdı ki yüzü kızardı. Sanki yanaklarının üzerine nar kırılmıştı. Sonra şöyle buyurdu: “Bununla mı emredildiniz yoksa ben size bununla mı gönderildim? Şubhesiz ki sizden önceki topluluklar bu konuda munakaşa ettikleri için helak olup gittiler. Bir daha bu konuda tartışmamanızı kesinlikle emrediyor ve taleb ediyorum (Allah hakkı için bir daha bu konu hakkında tartışmayın)”[60]
Abdullâh b. Ebî Muleyke demiştir ki: O, Âişe’nin yanına girmiş ve Ona kader hakkında bir şeyler zikretmiş, Âişe de Ona şöyle demiştir: Ben Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: “Kim kaderin bir şeyi hakkında konuşacak olursa, kıyamet gününde ondan sorulacaktır. Kim de konuşmayacak olursa ondan sorulmayacaktır.”[61]
BEŞİNCİ KONU: Kaza ve Kadere Radı Olmak Gerekir
Bizler Allahu Teâlâ’nın bizi kuşatan ilmini bilmekten, bize takdir ettiği şeyin arkasındaki hikmeti ve sırları kavramaktan aciz olduğumuzdan, Onun bizim için takdir ettiğine tam teslim olmaktan, bize verdiği hükme boyun eğmekten ve işi hakiki sahibine bırakmaktan başka bir çaremiz yoktur. Böylece üzüntüden, kederlenmeden, gam ve kasvetten kurtulmuş oluruz.
Kulun herhangi bir musibete maruz kaldığında veya başına bir sıkıtı geldiğinde “Bu kaderdir.” deyip teselli olması, hırçınlaşması yerine sakinleşmesi caizdir. Buna mukabil kaderi ileri sürerek amel etmeyi terk etmek caiz olmadığı gibi, işlenilen günahlara mazeret bulmak için kaderi gerekçe göstermek asla caiz değildir. Kaza ve kadere rıda gösterme hususunda Rasûlullâh’tan şu ve benzeri hadisler rivayet edilmiştir:
Sâd b. Ebî Vakkâs diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Kulun, Allah’ın, kendisi hakkındaki kaza ve kaderine rıda göstermesi onun mutluluğundandır (cennetlik olduğunu gösterir). Allah’tan hayırlı olanı istemeyi terk etmesi de bedbahtlığındandır (cehennemlik olduğunu gösterir). Yine Allah’ın, kendisi hakkındaki kaza ve kaderine kızması bedbahtlığındandır.”[62]
Ubade b. es-Sâmit diyor ki: Bir adam Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) geldi ve Ona “Ey Allah’ın Rasûlu! Hangi amel daha efdaldir?” dedi. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “Allah’a iman etmen, Onu tasdik etmen ve yolunda cihad etmendır.” buyurdu. Adam “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben bundan daha hafifini istiyorum” dedi. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “Musamahakâr olman ve sabretmendır.” buyurdu. Adam “ “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben bundan da daha hafifini istiyorum” dedi. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “Allah’ı Tebârake ve Teâlâ senin hakkında verdiği hüküm hususunda itham etmemendir (suçlamamandır)” buyurdu.[63]
Abdullâh b. Abbâs diyor ki: Birgün Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) bineğine binmişken, ben de Onun arkasına binmiştim. Buyurdu ki: “Ey delikanlı! Sana birkaç kelime öğreteceğim. Allah’ı koru ki, Allah da seni korusun. Allah’ı koru ki, Onu her an karşında bulasın. Bir şey dilediğinde Allah’tan dile, yardım istediğinde Allah’tan iste. Bilmiş ol ki tüm insanlar sana bir konuda fayda vermek için bir araya gelseler ancak Allah’ın yazdığı kadarıyla sana faydalı olabilirler. Eğer tüm insanlar sana zarar vermek konusunda birleşip bir araya gelseler ancak Allah’ın sana yazdığı kadarıyla zarar verebilirler. Kader kalemleri kalkmış ve yazılan sahifeler dürülmüştür.”[64]
Ebû Hurayra diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Kadın, kendi kızkardeşinin çanağındaki nimeti kendi kabına boşaltmak için onun boşanmasını istemesin, (kendisine tâlib olacak kişi ile) nikâhlansın. Çünkü ona da takdir edilen şey vardır.”[65]
Câbir b. Abdillâh diyor ki: Ensar’dan bir adam geldi ve Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dedi: Benim su çeken hayvanımın üzerine binip su getiren bir hizmetçim (cariyem) var. Ben ona karşı çocuk olmasın diye korunuyordum ve onunla arzumu gideriyordum. Şimdi o bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Allahu Teâlâ’nın yaratmayı takdir ettiği bir can, mutlaka olucudur.”[66]
Ebû Sa`îd el-Hudrî diyor ki: Biz Rasûlullâh’a azlin (çocuk olmaması için korunmanın) hükmünü sorduk. O da buyurdu ki: “Bunu yapmamanızda size bir zarar yoktur. Allah kıyamet gününe kadar kaç can yaratmayı takdir buyurdu ise, o mutlaka olacaktır.”[67]
ALTINCI KONU: Kadere Dayanıp Ameli Terk Etmek Yasaklanmıştır
Kulun “Nasıl olsa kader değişmez” diyerek kendisine emredilen amelleri terk etmesi, çalışmayı bırakıp tembellik etmesi yasaklanmıştır. Bu davranış kadere teslim olmak değil, sorumluluktan kaçmaktır, tembelliğe gerekçe aramadır. Kula düşen gerekeni yapması, sonucunu Allah’a bırakmasıdır. Şayet kaderini bahane ederek kendisine emredileni yapmazsa, bu hal onun cehennemlik olduğunun göstergesidir. Çünkü Yüce Mevlâ, kulun ne yapacağını bilmiş, Levh-i Mahfûzu’na yazmıştır. Kulun, kendisine emredilenleri yapıp nehyedilenlerden de kaçınması, akıbetinin hayırlı olacağının bir işaretidir. Buna mukabil, Allah’ın yasakladıklarını işlemesi, emrettiklerinden kaçması ise onun akıbetinin felaket olduğunu gösteren alâmettir. Çünkü herkese Allahu Teâlâ’nın, yapacağını bildiği şeyler kolay gelmektedir. Hayır ise hayırlar, şer ise şerler… Bir kısım insanlar nimetler içinde yüzerken, ilahî emirleri yerine getirmesine herhangi bir engel olmazken onları bırakıp haramlar içinde yüzmesi bunun sonunun vahim olacağının delilidir. Diğer yandan geçim sıkıntısı çeken, yerine göre bir lokma ekmeğe muhtaç olan, uğradığı hastalıklar içinde kıvranıp duran bir Müslümanın, bütün şartları zorlayarak Allah’ın emirlerinde kusur etmemesi, gerektiğinde canını, malını, aile efradını ve her şeyini Allah yolunda feda etmesi, bunun kaderinin bu doğrultuda olduğunu ifade etmektedir. Konuyla ilgili olarak Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) çokça hadis rivayet edilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:
Ali (r.anh) diyor ki: Bizler Rasûlullâhla (sallallahu aleyhi ve sellem) birlikte bir cenazede bulunuyorduk. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) bir şey aldı ve onunla yeri eşelemeye başladı. Sonra şöyle buyurdu: “Sizden hiçbir kimse yoktur ki onun cennette kalacağı yer ve cehennemde kalacağı yer yazılmış olmasın” Dediler ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bizim için ne yazılmışsa ona tevekkül edip ameli bırakmayalım mı?” Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Aksine amel edin. Çünkü herkes, ne için yaratıldıysa, o onun için kolaylaştırılmıştır. Her kim bahtiyarlardan (cennetliklerden) ise ona bahtiyarların amelleri kolaylaştırılır. Her kim de bedbahtlardan (cehennemliklerden) ise ona da bedbahtların ameli kolaylaştırılır.” Sonra Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) şu ayetleri okudu:[68] “Kim Allah yolunda harcar, Ondan korkar ve en güzel olanı da tasdik ederse, biz onu en kolay olana muvaffak kılacağız. Fakat kim de cimrilik eder, hiç ihtiyacı yokmuş gibi davranırsa ve en güzel olanı yalanlarsa, biz ona en zor olanı kolaylaştırırız”[69]
· İmrân b. Husayn diyor ki: Bir adam dedi ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! Cennetliklerin cehennemliklerden ayrılacağı belirlenmiş midir?” Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “Evet” cevabını verdi. Adam şöyle dedi: “Öyleyse amel edenler niye amel ediyorlar?” Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle cevab verdi: “Herkes yaratıldığı şeye erişmeye muvaffak edilır.”[70]
- Diğer bir rivayette hadisin sonu şöyledir: Muzeyne Kabilesi’nden iki adam Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) geldi ve Ona şöyle dediler: “Ey Allah’ın Rasûlü! Ne dersin bugün insanların yaptıkları ameller ve harcadıkları çabalar geçmişteki kaderden dolayı onların üzerlerine yazılmış olan ve onlar için olmuş bitmiş olan bir mesele midir, yoksa peygamberlerinin kendilerine getirdiği ve delillerle kendilerine tespit ettiği hususları ilk olarak yapma mıdır?” Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Yapılan bu ameller daha önce takdir edilen ve bitmiş bir meseledir. Şu ayet-i kerîme: ‘Yemin olsun nefse ve onu şekillendirene. Sonra da ona kötülüğünü ve takvasını ilham edene’[71] bunun tasdikidir.”[72]
Abdullâh b. Ömer diyor ki: Ömer “Ey Allah’ın Rasûlü! Ne dersin, yapmakta olduğumuz şeyler, yeni başlayan bir mesele mi, yoksa olmuş bitmiş bir mesele midir?” dedi. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ey Hattâb oğlu Ömer! Yapmakta olduğumuz ameller, önceden takdir edilip tamamlanmış olan bir meseledir. Herkese, takdir edilen kolaylaştırılır. Bahtiyarlardan (cennetliklerden) olan, şûbhesiz mutluluk için çalışıp çabalar, bedbahtlardan (cehennemliklerden) olan ise mutsuzluk için çalışıp çabalar.”[73]
Abdullâh b. Ömer demiştir ki: … Cuheyne yahud Muzeyne Kabilesi’nden bir adam “Ey Allah’ın Rasûlü! Neye göre amel ediyoruz? Olmuş bitmiş bir mesele için mi, yoksa yeni başlayan bir mesele için mi?” dedi. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) de “Olmuş bitmiş bir mesele için amel edilır.” buyurdu. Bunun üzerine adam veya topluluktan bazıları şöyle dediler: “Ey Allah’ın Rasûlü! Öyleyse niçin amel yapılıyor?” Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) de “Şubhesiz ki cennetliklere cennetliklerin amelleri kolaylaştırılır, cehennemliklere de cehennemliklerin ameli kolaylaştırılır.” buyurdu.[74]
· Câbir b. Abdillâh diyor ki: Surâka b. Mâlik b. Cûşum geldi ve dedi ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Bize sanki şimdi yaratılmışız gibi dinimizi beyân et! Bugün amel neye göredir? Kalemlerin kuruduğu ve miktarların belirlendiğine göre mi, yoksa gelecekte yapacağımıza göre mi? Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Hayır! Bilâkis hakkında kalemler kuruyup miktarların belirlendiğine göredır.” Surâka “O halde niçin amel yapılıyor?” dedi. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Amel edin! Herkese, yazılı olan kolaylaştırılmıştır.”[75]
· Ebû Bekir (r.anh) diyor ki: Dedim ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Yapılan ameller olup biten bir mesele midir, yoksa başlatılan bir mesele midir? Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Olup biten bir meseledır.” Dedim ki: Ey Allah’ın Rasûlü! O halde niçin amel yapılıyor? Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Herkes, ne için yaratıldı ise o ona kolaylaştırılmış olur.”[76]
· Ebû’d-Derdâ’ diyor ki: Dediler ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Ne dersin, yaptığımız ameller olmuş bitmiş bir mesele mi, yoksa şu an başlattığımız bir mesele midir? Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Olmuş bitmiş bir meseledır.” Dediler ki: Ey Allah’ın Rasûluu! O halde ameller ne olacak? Buyurdu ki: “Herkes ne için yaratıldıysa, o ona müsait hale getirilmiştir.”[77]
Zu’l-Lihye el-Kilâbî şöyle demiştir: Ey Allah’ın Rasûlü! Yeni başlayan bir husus olarak mı amel işliyoruz, yoksa olmuş bitmiş bir mesele olarak mı? Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Hayır, bilakis… Olmuş bitmiş bir meseleye göredır.” Bunun üzerine Zu’l-Lihye “O takdirde niçin amel işliyoruz?” demiş, Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) da “Amel edin. Herkes ne için yaratıldıysa o ona kolaylaştırılmıştır.” buyurmuştur.[78]
YEDİNCİ KONU: Kadere Dayanıp Sebebleri Terk Etmek Caiz Değildir
Müslüman kul kadere dayanmalı, sebeplere başvurmalı, varılan sonuçlara teslim olmalı ve hikmete rıda göstermelidir. Bundan başka bir yol yoktur. Hadis-i şerifler ve sahâbî-i kiramın icraatları gösteriyorlar ki, kadere teslim olmanın anlamı, gereken sebeblere başvurmayı terk etmek değildir. Aksine sebeblere başvurmak da kaderin bir parçasıdır. Mesela kulun başına bir sıkıntı geldiğinde veya herhangi bir hastalığa yakalandığında, gereken şeyleri yapar, hastalıktan tedavi olur da sıkıntıları önler, hastalıktan iyileşirse, anlarız ki önceki durum kader olduğu gibi, sonraki hal de kadermiş. Başvurulan sebeblerin ve alınan tedbirlerin de kaderin bir parçası olduğu hususunda Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şu ve benzeri hadis-i şerifler rivayet edilmiştir:
· Ebû Huzâme, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ben Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) sordum ve dedim ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Yaptığımız okuyup üflemeler, tedavi olduğumuz ilaçlar, aldığımız tedbirler, Allah’ın kaderinden bir şeyi geri çevirir mi? Buyurdular ki: “Bunlar da Allah’ın kaderindendirler.”[79]
· Esmâ binti `Umeys şöyle demiştir: Ey Allah’ın Rasûlü! Ca`fer’in çocuklarına çabuk nazar değiyor. Ben onlar için afsunlama yaptırayım mı (okutup üfleteyim mi)? Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurmuşlardır ki: “Evet, çünkü bir şey kaderin önüne geçmiş olabilseydi, mutlaka göz değmesi geçmiş olurdu”[80]
· Osman (r.anh)’ın oğlu Ebân, babası Osman’ın şöyle dediğini anlatmıştır: Ben Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: “Herhangi bir kul her günün sabah ve akşamında üç defa ‘Bismillâhi’llezî lâ yedurru me`a ismihî şey’un fi’l-ardi ve lâ fi’s-semâ’i ve huve’s-semî`u’l-`alîm (=ismi anıldığında yerde ve gökte hiçbir şeyin zarar veremediği Allah’ın ismiyle hareket ediyorum, O her şeyi işiten ve bilendir)’ derse hiçbir şey ona zarar veremez” Ebân’ın bir tarafı felç olmuştu. Bu hadisi aktarırken dinleyicilerden bir kimse ona bakmaya başladı. Ebân da ona dedi ki: “Ne bakıyorsun? Hadis sana aktardığım gibidir. Fakat ben bu hastalığa yakalandığım gün bunu söylememiştim. Böylece Allah, benim için takdir ettiğini yerine getirmiş oldu”[81]
· Abdullâh b. Abbâs diyor ki: Ömer b. el-Hattâb, (halîfe olduğu zamanda) Şam’a doğru yola çıktı. Nihayet Serğ’e[82] vardığı zaman ordu komutanları Ebû Ubeyde b. Cerrâh ve arkadaşları, Ömer’i karşıladılar ve Şâm Arazisi’nde veba (kolera) hastalığı olduğunu Ona haber verdiler. Abdullâh b. Abbâs dedi ki: Ömer “İlk hicret eden muhacirleri bana çağır.” dedi. Onları çağırdı da onlarla istişare etti ve onlara Şam’da kolera olduğunu haber verdi. Onlar (yola devam etmek ve geri dönmek hususunda) ihtilâf ettiler. Bazısı “Bir iş için çıkmışız, o işten geri dönmemizi doğru bulmayız”, bazıları da “Seninle birlikte insanların (savaşlardan) geri kalanları ve Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sahâbîleri bulunmaktadır. Onları şu kolera üzerine götürmeni doğru görmeyiz” dediler. Ömer onlara “Yanımdan çıkın!” dedi. Sonra “Ensâr’ı bana çağır.” dedi. Ben onları da Ömer’in yanına davet ettim. Ömer onlarla da istişare etti. Onlar da muhâcirlerin yolunu izlediler ve onların ihtilâfları gibi ihtilâf ettiler. Bunun üzerine Ömer onlara da “Yanımdan çıkın!” dedi. Sonra “Kurayş ihtiyarlarından, fetih muhacirlerinden burada bulunanları bana çağır.” dedi. Ben onları çağırdım. Onlardan ikisi bile Ömer’in yanında ihtilâf etmedi. Onlar “İnsanları geriye döndürmeni ve halkı şu veba üstüne götürmemeni doğru görürüz” dediler. Bunun üzerine Ömer, insanlar arasında şöyle ilan ettirdi: “Ben sabahleyin bineğime binip geri döneceğim. Binâenaleyh siz de buna göre (hazırlanıp) sabahlayın” dedi. Ebû Ubeyde b. Cerrâh “Ey Ömer! Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” dedi. Ömer “Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebû Ubeyde! Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Şuna ne dersin: Şayet senin develerin olsa, iki kenarı bulunan bir vadiye inseler -yâhud indirsen- o yamaçlardan biri munbit, diğeri ise çorak olsa, sen develeri otlak yerde gütsen, Allah’ın kaderi ile gütmüş, otsuz yerde gütsen, yine Allah’ın kaderiyle gütmüş değil misin?” dedi. İbni Abbâs dedi ki: “Abdurrahmân b. `Avf, bir haceti yüzünden ortalıkta yok iken bu sırada çıkageldi ve şöyle dedi: “Bu hususta bende bir ilim vardır ki, ben onu Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) işittim şöyle buyurduydu: “Bu hastalığın bir yerde ortaya çıktığını işittiğiniz zaman oraya gitmeyiniz. Hastalık sizin bulunduğunuz yerde vâki olursa, ondan kaçmak için sakın o yerden dışarıya çıkmayınız!” Abdullâh diyor ki: “Bunun üzerine Ömer, Allah’a hamd etti, sonra ayrılıp gitti”[83]
· Yine Abdullâh b. Abbâs diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Nazar verme (göz değdirme) haktır. Eğer bir şey kaderin önüne geçmiş olsaydı nazar verme geçmiş olurdu. Sizden (abdest azalarınızın) yıkanması talep edildiğinde (onu bir kabın içine) yıkasın (dökülen suyu, nazar verdiğine versin)”[84]
Evet, İslâm’da maddî ve manevî her sıkıntıya karşı tedbir alma esastır. Kaderin her şeyin üstünde olduğuna inanmak buna engel değildir.
SEKİZİNCİ KONU: Sâlih Ameller Kurtuluşun Teminatı Değillerdir
Kul yaptığı sâlih amellere güvenerek akıbetinin hayırlı olduğuna karar veremez. Zira kulun yaptığı ameller, onun en son haline göre değerlendirilir. Çünkü dünyada insanlar iman ve inkâr yönünden dört kısma ayrılmaktadırlar:
1. Hayatı boyunca mûmin olarak yaşayıp imanla ölenler.
2. Hayatı boyunca kâfir olarak yaşayıp küfür üzere ölenler.
3. Önce mûmin iken, daha sonra kâfir olup küfür üzere ölenler.
4. Önce kâfir iken, daha sonra iman edip imanla ölenler.
Kul, bu son iki şıkkı göz önünde bulundurarak, Allah’a karşı devamlı korku ile ümit içinde kulluk etmek zorundadır. Yaptığı sâlih amellere güvenerek kendisinin kesin bir şekilde kurtuluşa ereceği kanaatine varmamalıdır. Zira kalpler Allah’ın elindedir. Onları dilediği gibi evirip çevirir. Bu itibarla hiçbir kimse akıbetinin hayırlı olacağını garanti edemez. Konuyla ilgili olarak Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) şu hadisler rivayet edilmiştir:
· Abdullâh b. Mes`ûd diyor ki: Doğru söyleyen ve doğru söylediği tasdik edilen Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) bizlere beyan etti ve buyurdu ki: “Şûbhesiz sizden birinizin oluşumu annesinin karnında kırk günde toplanır. Sonra orada o kadar bir müddette bir pıhtı olur. Sonra o kadar müddette orada bir parça et hâline gelir. Sonra ona melek gönderilir. O ona ruh üfler. Meleğe dört kelime emrolunur: Rızkını, ecelini, amelini ve cennetlik yahut cehennemlik olacağını yazması. Kendinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki, sizden biriniz cennetliklerin amelini işler, hattâ cennetle kendisi arasında bir arşından başka mesafe kalmaz, fakat yazılan yazı onun önüne geçmiş olur da cehennemliklerin amelini işler ve cehenneme girer. Yine muhakkak ki sizden biriniz cehennemliklerin amelini işler, öyle ki, cehennemle kendisi arasında bir arşından fazla mesafe kalmaz. Fakat yazılan yazı onun önüne geçmiş olur da cennetliklerin amelini işler ve cennete girer.”[85]
· Ebû Hurayra diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Şubhesiz ki kişi uzun zaman cennetliklerin amelini yapar. Sonra Allah onun son amelini cehennemliklerin ameliyle bitirir de onu cehennemliklerden kılar. Yine muhakkak ki kişi uzun zaman cehennemliklerin amelini yapar da sonra Allah onun son amelini cennetliklerin ameliyle bitirir, onu cennetliklerden kılar. O da cennete girer.”[86]
· Enes b. Mâlik diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Sizlerin, birinin amelinin neyle bittiğini beklemenizden önce onun hakkında acele etmeniz gerekmez. Çünkü amel eden biri ömrünün uzun zamanında sâlih amel işler. Öyle ki o amelleri üzerine ölmüş olsaydı cennete girerdi. Fakat sonunda döner kötü amel işler. Yine muhakkak ki bir kul zamanının bir diliminde kötü amel işler. Öyle ki o amel üzere ölmüş olsaydı cehenneme girerdi. Sonra döner sâlih amel işler. Allah bir kulu için hayır dilediğinde ölümünden önce ona iş verır.” Dediler ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Ona nasıl iş verir?
Buyurdu ki: “Onu sâlih amel işlemeye muvaffak kılar. Sonra onun ruhunu sâlih amel işlerken alır.”[87]
· Âişe (r.anha) diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Şubhesiz ki kişi cennetliklerin amelini yapar. Fakat o kitapta (Levh-i Mahfûz’da) cehennemliklerden yazılmıştır. Ölümünden önceki bir zamanda döner, cehennemliklerin amelini işler. Bu hal üzere ölür ve cehenneme girer. Yine muhakkak ki kişi cehennemliklerin amelini işler. Fakat o kitapta (Levh-i Mahfûz’da) cennetliklerden yazılmıştır. Ölümünden önceki bir zamanda döner, cennetliklerin amelini işler. Bu hal üzere ölür ve cennete girer.”[88]
Görüldüğü gibi Allahu Teâlâ kulun sonunun ne olacağını ezelde bilmiş ve bunu Levh-i Mahfûzu’na yazmıştır. Her ne kadar sâlih ameller işlemek kulun âkıbetinin hayırlı olacağına işaret etmiş olsa da bu kesin bir delil değildir. Onun âkıbetinin sonunu yalnız Allah bilir.
DOKUZUNCU KONU: Kaderi İnkâr Edenlerin Âkıbetleri Vahimdir
Kaderin hak olduğunu beyan eden ayet-i kerîmelere ve sahîh hadislere rağmen bir kısım insanlar, kulların hür iradeleriyle yaptıkları ameller hususunda kaderin olmadığını iddia etme cüretini göstermişler, hür iradeyle yapılan amellerin takdir edilmediğini, onları Allah’ın yaratmadığını, kulun icat ettiğini iddia etmişlerdir.
Kader meselesi, kitab ehli olan önceki ümmetlerde tartışma konusu olmuş ve onları helake sürüklemiştir. Buna rağmen Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Ummeti de bu kısır tartışmadan uzak olamamış yer yer içine sürüklenmiştir. Bununla ilgili tartışmalar Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde ortaya çıkmış, Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) hikmetli üslubuyla bunları susturmuştur. Sahâbîlerin ve tabiînin dönemlerinde kader tartışmaları daha da artmıştır. Daha sonraki dönemlerde Mutezile Fırkası türemiş, kulların hür iradeleriyle yaptıkları ameller hususunda kaderi tamamen inkâr etmişlerdir. Günümüzde Mutezile’den etkilenenler de bu asılsız iddiayı sürdürmektedirler.
Konuyla ilgili olarak Abdulkâhir Bağdâdî diyor ki: “Sahâbîlerin son dönemlerinde, kader aleyhtarlarının kader hususunda ve yapılan amelin, kulun kendi gücüyle meydana gelip gelmediği hakkında tartışmalar ortaya çıktı. Bunu yapanlar: Ma`bed el-Cuhenî,[89] Ğaylân ed-Dimeşkî [90] ve Câ`d b. Dirhemdi.[91] Sahâbîlerin son döneminde yaşayan Abdullâh b. Ömer, Câbir b. Abdillâh, Ebû Hurayra, Abdullâh b. Abbâs, Enes b. Mâlik, Abdullâh b. Ebî Evfâ, `Ukbe b. `Âmir ve bunların akranları, kaderi reddenlerden berî olduklarını bildirmişler. Arkalarından gelenlere bunlara selam vermemelerini, cenazelerini kılmamalarını ve hastalarını ziyaret etmemelerini tavsiye etmişlerdır.”[92]
Kaderi reddedenlerin kınandığını beyan eden hadisler çoktur. Bunlardan bazılarının sened zincirinde tartışma vardır. Fakat bir kısmının senetleri sağlam olduğundan bunlar diğerlerini desteklemişlerdir. Bu itibarla hepsini birlikte zikretmenin mahzuru yoktur. Senetlerinde tartışma olanlar dipnotlarında açıklanacaktır.
· Abdullâh b. Abbâs diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Ummetimden iki sınıf vardır ki onların İslâm’da payı yoktur. Bunlar Mürcie ve Kaderiye fırkalarıdır.”[93]
- Bu hadisin benzeri Câbir b. Abdillâh’tan da rivayet edilmiştir.[94]
· Âişe (r.anha) diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Altı sınıf insan vardır ki, ben onları lanetliyorum. Allah da lanetlemiştir, her gelen peygamber de… Bunlar: Allah’ın kitabına ilave yapan, kaderi yalanlayan, Allah’ın zelil kıldığını aziz yapmak, aziz kıldığını da zelil yapmak için zorbalıkla insanların başına musallat olan, Allah’ın haram kıldıklarını helal sayan, Allah’ın haram kıldıklarını Ehl-i Beytim’in aleyhine helal sayan ve sünnetimi terk edenler.”[95]
· Abdullâh b. Ömer diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Kaderiyye Fırkası bu ümmetin mecusileridir. Eğer hastalanırlarsa ziyaret etmeyiniz, ölürlerse cenazelerinde bulunmayınız”[96]
· Câbir b. Abdillâh diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Bu ümmetin Mecusileri Allah’ın kaderlerini yalanlayanlardır. Hastalanırlarsa onları ziyaret etmeyiniz, ölürlerse cenazelerinde bulunmayınız ve onlara rastlarsanız onlara selam vermeyiniz”[97]
Hattâbî, bu hadisin izahında diyor ki: “Rasûlullâh’ın kaderi inkâr edenlere mecusi demesinin sebebi bunların mezhebinin ateşperestlere benzemesindendir. Şöyle ki, Mecusiler, iki temel esasın (cevherin) bulunduğunu, bunlardan birinin aydınlık, diğerinin karanlık olduğunu, aydınlığın hayrı, karınlığın da şerri yarattığını iddia etmişlerdir. Böylece ikilcilik düşüncesini benimsemişlerdir. “Kulun hür iradesiyle işlediği amelleri kulun kendisi yaratır. Diğer şeyleri ise Allah yaratır.” diyen; Kaderiye fırkası da iki yaratıcı olduğu noktasına vardıklarından, Mecusiler’in Manişeyzim Fırkası’nın durumuna düşmüşlerdir.[98]
· Ebû’d-Derdâ’ diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Anasına babasına isyan eden, içki mubtelası (alkolik) olan ve kaderi yalanlayan cennete giremez”[99]
· Câbir b. Semura diyor ki: Ben Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: “Ben ümmetimin aleyhine olacak üç şeyden korkuyorum: Yıldızların kaymasıyla yağmur yağacağını beklemek, devlet başkanının zulmü ve kaderin yalanlanması”[100]
· Abdullâh b. Ömer diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Bu ümmetin veya ümmetimin, kaderi reddedenlerinde, yerin dibine batma veya şekillerinin hayvanlara dönüştürülmesi yahut üstten helak edici şeylerin üzerlerine atılması olacaktır.”[101]
· Ebû Hurayra, Ömer (r.anh)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Kaderiyyecilerle birlikte oturmayınız ve onlara meseleyi açmayınız”[102]
· Muhammed b. `Ubeyd el-Mekkî diyor ki: Abdullâh b. Abbâs’a denildi ki: Bize bir adam geldi. O, kaderi yalanlıyor. Abdullâh b. Abbâs o zaman gözlerini kaybetmişti. Bunu duyunca dedi ki: Onu bana getirip gösterin. Dediler ki: Ey Ebû Abbâs! Ona ne yapacaksın? Dedi ki: Canım elinde olana yemin olsun ki, eğer ben ona hâkim olursam burnunu ısırıp koparacağım. Boynu elime geçerse onu ezeceğim. Çünkü ben Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: “Sanki ben Fihroğulları’nın kadınlarının Hazrec Kabilesi’nin etrafında dolaştıklarını, enselerini müşrik olarak kıvırdıklarını görüyor gibiyim” İşte bu iddia bu ümmetin ilk şirkidir. Canım elinde olana yemin olsun ki, bunların kötü düşünceleri öyle bir sonuca varacak ki, Allah’ı, şerri takdir etmeden uzaklaştırdıkları gibi, hayrı takdir etmeden de uzaklaştıracaklardır.[103]
Ğufra’nın azatlı kölesi Ömer, Ensar’dan bir adamın Huzeyfe’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Her ummetin bir mecusisi (ateşe tapanı) vardır. Bu ümmetin mecusisi de ‘kader yoktur’ diyenlerdir. Onlardan kim ölürse cenazelerinde bulunmayın, onlardan kim hastalanırsa onu ziyaret etmeyin. Onlar Deccâl’in taraftarlarıdır. Allah’ın onları Deccâl’e katması haktır.”[104]
ONUNCU KONU: Kaderin Değişip Değişmeyeceği
Şûbhesiz ki, Allahu Teâlâ her şeyi, yaratmadan önce, ezeli ilmiyle biliyordu. O ilk olarak kalemi yarattı ve ona büyük küçük her şeyi Levh-i Mahfûz’a yazmasını emredip yazdırdı. Sonra kendisine yakın kıldığı meleklerine, kâinatta icra edeceği hususları Levh-i Mahfûz’dan alıp uygulamakla görevlendirdi. İşte kaza ve kader denilince, hem Allah’ın ezelde her şeyi bilmesi, hem her şeyi Levh-i Mahfûz’a yazması, hem de meleklerin oraya yazılanları alıp Allah’ın emrettiği şekliyle uygulamaları kast edilmektedir. Bu itibarla kaderin değişip değişmeyeceği meselesi bu üç hususa göre farklıdır. Bu nedenle kaderin değişmesi konusu meselelere ayrılarak zikredilecektir:
Birinci Mesele: Allahu Teâlâ’nın ilmi değişmez
Kaderin temel esası olan Allah’ın ezelde her şeyi bilmesi kesin olarak değişmez, kimse bunun aksini iddia etmemiştir. Zira bilginin değişmesi, cehaleti gerektirir. Her şeyi bilen Yüce Mevlâ’nın bundan berî olduğu muhakkaktır.
İkinci Mesele: Levh-i Mahfûz’da yazılanların değişmesi
Bunların Allahu Teâlâ’nın ilminin aynısı veya bir kısmı olmaları faraziyelerinde değişip değişmeyecekleri farklıdır.
1. “Levh-i Mahfûz’da yazılanların Allahu Teâlâ’nın ilminin aynısı oldukları” düşüncesi esas alınırsa, bunların değişmeyeceği kesindir. Zira bunların değişmesi, Allah’ın ilminin değiştiğini ifade eder. Bu da cehaletten kaynaklanır. Şanı Yüce olan Allah bundan münezzehtir.
2. Şayet “Levh-i Mahfûz’da yazılanlar, Allahu Teâlâ’nın ilminin bir kısmıdır, diğer bir bölümünü kendi nezdinde saklı tutmuştur. Ta ki kendisine en yakın olan melekler dahi buna aşina olmasınlar.” faraziyesi esas alınacak olursa, Levh-i Mahfûz’da yazılanların değişebileceklerini söyleyenler vardır ve görüşlerini şöyle izah etmişlerdir: Bazen Allahu Teâlâ Levh-i Mahfûz’a, bir şeyin olacağını yazar. Ancak o şeyin meydana gelmesi için gerekli olan şartları oraya yazmaz, kendi nezdinde saklı tutar. Ta ki kaderin sırrına kimse vakıf olamasın. Şartlar gerçekleşirse yazılan da gerçekleşsin; gerçekleşmeyince, o şey de gerçekleşmesin. Böylece Levh-i Mahfûz’a yazılan, değişmiş olur. Mesela Allahu Teâlâ “filan zaman, filan yerde deprem olacaktır.” diye Levh-i Mahfûz’a yazar da oranın halkının azmış olmaları şartına bağlar ve bu şartı da Levh-i Mahfûzu’na yazmaz, zaman gelir, halk azmadığından deprem olmazsa Levh-i Mahfûz’a yazılan değişmiş olur.
Bu görüşte olanlar, kaderin değişeceğini imâ eden nasları delil göstermişlerdir. Bu naslar yeri geldiğinde zikredileceklerdir.
Üçüncü Mesele: Meleklerin Levh-i Mahfûz’dan aldıkları bilgilerin değişmesi
Eğer bunların aldıkları hususlar, Allah’ın ilminin aynısı ise değişmeleri söz konusu değildir. Onun, kendinde saklı tuttuğu bilgilerin haricindeki bilgiler olduğu veya Levh-i Mahfûz’a yazılanların alınmasına müsaade edilen bölümü oldukları düşünülürse, bu bilgilerin de değişebileceğini söyleyenler vardır. Burada da bir önceki bölümün izahını yapmışlardır.
Vakıa, kaza ve kader hakkındaki naslar incelendiğinde, kahir çoğunluğun, bunların değişmediklerini beyan ettikleri görülür. Ancak değişebileceklerini imâ eden naslar da mevcuttur. Diğer yandan bir kısım naslar da sadece belli şeylerin değişmeyeceğini ifade etmektedir. Biz burada önce değişmediğini beyan eden, sonra değişebileceğine işaret eden, daha sonra yalnız belli şeylerin değişeceğini bildiren nasları zikredeceğiz.
Dördüncü Mesele: Kaza ve kaderin genel anlamda değişmeyeceğini beyan eden naslar
1. Ayetler
“Benim nezdimde söz değiştirilmez…”[105]
“…Allah’ın sözleri asla değişmez…”[106]
“…Onun sözlerini değiştirecek hiç kimse yoktur. O her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendır.”[107]
“…Onun sözlerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. Sen Ondan başka sığınılacak hiçbir şey bulamazsın”[108]
“Daha öncekiler hakkında Allah’ın kanunu budur. Elbette ki sen, Allah’ın kanununda bir değişme bulamazsın”[109]
“Allah’ın öteden beri devam edegelen kanunu budur. Allah’ın kanununda bir değişlik bulamazsın”[110]
“…Sen, Allah’ın kanununda hiçbir değişiklik bulamazsın. Sen, Allah’ın kanununda hiçbir sapma göremezsin”[111]
2. Hadisler
· Ebû Hurayra diyor ki: Dedim ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Ben genç bir erkeğim. Nefsim hususunda sıkıntıya düşeceğimden korkuyorum. Kadınlarla evlenmek için de bir şey bulamıyorum. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) bana cevab vermeyip sustu. Sonra aynı şeyi bir daha arz ettim. Yine bana cevab vermeyip sustu. Sonra bunun gibi bir daha söyledim, yine sustu. Bir daha söylediğimde Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Ey Ebû Hurayra! Senin kavuşacağın mukadderâtı yazan kalemin mürekkebi kurumuştur. Sen buna göre ister kendini hadım et istersen bırak”[112]
· Ali diyor ki: Bizler Rasûlullâhla birlikte bir cenazede bulunuyorduk. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) bir şey aldı ve onunla yeri eşelemeye başladı. Sonra şöyle buyurdu: “Sizden hiçbir kimse yoktur ki onun cennette kalacağı yer ve cehennemde kalacağı yer yazılmış olmasın” Dediler ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bizim için ne yazılmışsa ona tevekkül edip ameli bırakmayalım mı?” Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Aksine amel edin. Çünkü herkes, ne için yaratıldıysa, o onun için kolaylaştırılmıştır. Her kim bahtiyarlardan (cennetliklerden) ise ona bahtiyarların amelleri kolaylaştırılır. Her kim de bedbahtlardan (cehennemliklerden) ise ona da bedbahtların ameli kolaylaştırılır.” Sonra Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) şu ayetleri okudu:[113] “Kim Allah yolunda harcar, Ondan korkar ve en güzel olanı da tasdik ederse, biz onu en kolay olana muvaffak kılacağız. Fakat kim de cimrilik eder, hiç ihtiyacı yokmuş gibi davranırsa ve en güzel olanı yalanlarsa, biz ona en zor olanı kolaylaştırırız”[114]
· İmrân b. Husayn diyor ki: Bir adam dedi ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! Cennetliklerin cehennemliklerden ayrılacağı belirlenmiş midir?”
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “Evet” cevabını verdi.
Adam şöyle dedi: “Öyleyse amel edenler niye amel ediyorlar?”
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle cevab verdi: “Herkes yaratıldığı şeye erişmeye muvaffak edilır.”[115]
- Diğer bir rivayette hadis şöyledir: Muzeyne Kabilesi’nden iki adam Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) geldi ve Ona şöyle dediler: “Ey Allah’ın Rasûlü! Ne dersin bugün insanların yaptıkları ameller ve harcadıkları çabalar geçmişteki kaderden dolayı onların üzerlerine yazılmış olan ve onlar için olmuş bitmiş olan bir mesele midir, yoksa peygamberlerinin kendilerine getirdiği ve delillerle kendilerine tespit ettiği hususları ilk olarak yapma mıdır?” Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Yapılan bu ameller daha önce takdir edilen ve bitmiş bir meseledir. Şu ayet-i kerîme: ‘Yemin olsun nefse ve onu şekillendirene. Sonra da ona kötülüğünü ve takvasını ilham edene’[116]bunun tasdikidır.”[117]
· Câbir b. Abdillâh diyor ki: Surâka b. Mâlik b. Cûşum geldi ve dedi ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Bize sanki şimdi yaratılmışız gibi dinimizi beyân et! Bugün amel neye göredir? Kalemlerin kuruduğu ve miktarların belirlendiğine göre mi, yoksa gelecekte yapacağımıza göre mi?
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Hayır! Bilâkis hakkında kalemler kuruyup miktarların belirlendiğine göredır.”
Surâka “O halde niçin amel yapılıyor?” dedi. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Amel edin! Herkese, yazılı olan kolaylaştırılmıştır.”[118]
Abdullâh b. Ömer diyor ki: Ömer “Ey Allah’ın Rasûlü! Ne dersin, yapmakta olduğumuz şeyler, yeni başlayan bir mesele mi, yoksa olmuş bitmiş bir mesele midir?” dedi.
Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ey Hattâb oğlu Ömer! Yapmakta olduğumuz ameller, önceden takdir edilip tamamlanmış olan bir meseledir. Herkese, takdir edilen kolaylaştırılır. Bahtiyarlardan (cennetliklerden) olan, şûbhesiz mutluluk için çalışıp çabalar, bedbahtlardan (cehennemliklerden) olan ise mutsuzluk için çalışıp çabalar.”[119]
Aynı soruyu Ebû Bekir,[120] Zu’l-Lihye el-Kilâbî,[121] Cuheyne veya Muzeyne kabilelerinden bir kişi[122] ve Ebu’d-Derdâ’[123] da Rasûlullâh’a (sallallahu aleyhi ve sellem) sormuşlar ve benzeri cevablar almışlardır. Başka soranlar da olmuşlar ve aynı cevabı almışlardır.
Abdullâh b. Abbâs diyor ki: Birgün Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) bineğine binmişken, ben de Onun arkasına binmiştim. Buyurdu ki: “Ey delikanlı! Sana birkaç kelime öğreteceğim. Allah’ı koru ki, Allah da seni korusun. Allah’ı koru ki, Onu her an karşında bulasın. Bir şey dilediğinde Allah’tan dile, yardım istediğinde Allah’tan iste. Bilmiş ol ki tüm insanlar sana bir konuda fayda vermek için bir araya gelseler ancak Allah’ın yazdığı kadarıyla sana faydalı olabilirler. Eğer tüm insanlar sana zarar vermek konusunda birleşip bir araya gelseler ancak Allah’ın sana yazdığı kadarıyla zarar verebilirler. Kader kalemleri kalkmış ve yazılan sahifeler kurumuştur.”[124]
· Abdullâh b. Feyrûz Ebû Busr ed-Deylemî diyor ki: Ubeyy b. Ka`b’ın yanına vardım ve Ona dedim ki: İçimde kaderle ilgili bir şey var. Bana bir şeyler anlat. Umulur ki Allah bu sayede kalbimden bu şeyi giderir. Dedi ki: Eğer Allah göklerinde ve yerlerinde bulunan halka azap etseydi onlara zulmetmiş sayılmazdı. Eğer onlara rahmetiyle muamele etseydi bu onlar için, yapacakları amellerinden daha hayırlı olurdu. Eğer sen Allah yolunda Uhud Dağı kadar altın infak etsen, kadere iman etmedikçe ve sana isabet eden şeyin senden şaşmayacağını, senden şaşacak şeyin de sana erişemeyeceğini bilmedikçe Allah onu senden kabul etmez. Eğer bundan başka bir inanç üzerine ölürsen cehenneme girersin, dedi. Deylemî diyor ki: Sonra ben Abdullâh b. Mes`ûd’un yanına vardım. O da buna benzer sözler söyledi. Sonra Huzeyfe b. el-Yâman’ın yanına vardım. O da aynı şeyleri söyledi. Sonra Zeyd b. Sabit’e vardım. O da bana Peygamber’den (sallallahu aleyhi ve sellem) buna benzer hadis rivayet etti.[125]
· Ebû Hurayra diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Allah katında, kuvvetli mûmin zayıf mûminden daha hayırlı ve daha makbuldür ama her birinde hayır vardır. Sana fayda veren şeye çaba göster. Allah’tan yardım dile ve âcze düşme. Başına bir şey gelirse ‘Şöyle yapsam şöyle olurdu’ deme. Fakat ‘Allah’ın kaderidir. O ne dilerse onu yapar’ de. Çünkü ‘eğer’ kelimesi, şeytanın ameline kapı açar.”[126]
Âişe diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) Ensar’dan bir çocuğun cenazesine çağrıldı da ben “Ey Allah’ın Rasûlü! Buna ne mutlu, cennet serçelerinden bir serçe. Kötülük işlemedi. Onu işlemeye yetişmedi” dedim. Bunun üzerine Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Veya senin söylediğinden başka bir şey ey Âişe! Çünkü Allah, cennet için cennette kalacak kimseler yaratmıştır. Onlar, daha atalarının sülblerinde iken onları ora için yaratmıştır. Yine Allah cehennem için cehennemde kalacak kimseler yaratmıştır. Onlar, daha atalarının sülblerinde iken onları ora için yaratmıştır.”[127]
· Ebû Hurayra diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Âdem ile Mûsâ deliller göstererek birbirleriyle tartıştılar. Mûsâ Âdem’e ‘Sen, günahın seni cennetten çıkarmış olduğu Âdem’sin’ dedi. Âdem de Mûsâ’ya ‘Sen Allah’ın, peygamberliği ve konuşmasıyla seçtiği Mûsâ’sın. Sonra sen, ben yaratılmadan evvel üzerime takdir edilmiş bir işten dolayı beni kınıyorsun’ dedi” Bunun ardından Rasûlullâh iki kere “Böylece Âdem Mûsâ’ya gâlip geldi” buyurdu.[128]
· Ebû Hurayra diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Adak yapmak, Âdemoğluna Allah’ın takdir etmediği bir şeyi yaklaştırmaz. Lâkin adak yapmak kadere muvafık düşer de böylece cimrinin, elinden çıkarmak istemediği bir mal ondan çıkarılmış olur.”[129]
· Abdullâh b. `Amr diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gün elinde iki kitab olduğu halde çıkageldi ve şöyle buyurdu: “Bu iki kitabın ne olduğunu biliyor musunuz?” Biz de “Hayır ey Allah’ın Rasûlü! Sen bize bildirirsen biliriz” dedik. Bunun üzerine sağ elindeki kitab için “Bu kitap âlemlerin Rabbi’nden bir kitap olup cennetlik kimselerin isimleri, babalarının isimleri ve kabilelerinin isimleri bu kitaptadır. Cennetliklerin sonuncusuna varıncaya kadar yazılmış ve toplanmıştır. Bunların sayısı artırılıp eksiltilmeyecektır.” Sonra sol elindeki kitap için “Bu kitap da âlemlerin Rabbi’nden bir kitap olup cehennemlik kimselerin, babalarının ve kabilelerinin isimlerini içermekte olup cehennemliklerin sonuncusuna varıncaya kadar yazılmış ve toplanmıştır. Bunların sayısı da artırılıp eksiltilmeyecektır.” buyurdu. Bunun üzerine Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı “Ey Allah’ın Rasûlü! Durum önceden tamamlanmış ve bitirilmiş ise çalışıp çabalamamız ne işe yarar?” dediler. Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Hedefe yönelin. Tam isabet edemeseniz de yaklaştırın. Çünkü cennete girecek kişinin ameli, (önceden) hangi ameli işlerse işlesin cennetliklerin ameliyle son bulacaktır. Cehenneme girecek kişinin ameli, (önceden) hangi ameli işlerse işlesin cehennemliklerin ameliyle son bulacaktır.” Sonra Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) o iki kitabı elinden bıraktı ve şöyle buyurdu: “Rabbiniz kulların yapacakları her şeyi bildiğinden dolayı ona göre kaderlerini yazıp bitirmiştir. Bir kısmı cennetlik bir kısmı da cehennemlik olacaktır.”[130]
Görüldüğü gibi, bu naslar kaza ve kaderin mutlak olarak değişmeyeceklerini ifade etmektedir. Cumhur ulemâ bu görüştedir. Kanaatimiz de bu doğrultudadır. Ancak kaza ve kaderin değişebileceklerine işaret eden naslar da mevcuttur. Bu itibarla o naslara dayanarak kaderin bir kısmının değişebileceğini söyleyen âlimler de olmuştur.
Beşinci Mesele: Kaza ve kaderin değişebileceklerini imâ eden naslar
1. Ayetler
Aşağıda zikredilecek ayet-i kerîmeler Kaza ve kaderin değişebileceği imajını vermektedirler. Bu nedenle bunların değişeceği kanaatinde olan âlimler bu ayetleri delil olarak göstermişler, cumhur ulemâ bunlara katılmamıştır. Bu ayetler şunlardır:
“…Şubhesiz ki, bir kavim kendisini değiştirmedikçe Allah onu değiştirmez. Allah, bir milletin kötülüğünü istediğinde kimse Ona karşı duramaz. O kavim için Allah’tan başka bir koruyucu da bulunmaz”[131]
Kaderin değişebileceğini söyleyen âlimler bu ayet-i kerîmedeki “değiştirmek”ten maksadın, kaderin değişmesi olduğunu söylemişler ve delil olarak meşhur olmayan hadis kitaplarında rivayet edilen şu hadisi zikretmişlerdir:
Ali, Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.
Allahu Teâlâ diyor ki: “İzzetime, büyüklüğüme, Arşım’ın üzerine yükselmeme yemin olsun ki, herhangi bir köy halkı veya ev halkı yahud çölde yaşayan biri, benim sevmediğim şey olan bana isyan etme durumunda iken, sonra benim sevdiğim şey olan bana itaat etme haline dönerse, ben de onlardan sevmedikleri azabımı sevdikleri rahmetime çeviririm. Yine herhangi bir köy halkı veya ev halkı yahut çölde yaşayan biri, benim sevdiğim bir şey olan bana itaat etme durumunda iken, sonra benim sevmediğim bir şey olan bana isyan etme haline dönerlerse, ben de onların sevdikleri rahmetimi, sevmedikleri azabıma çeviririm”[132]
“Allah dilediğini siler, dilediğini ise olduğu gibi sabit bırakır. Kitabın anası Onun katındadır.”[133]
Görüldüğü gibi bu ayet-i kerimenin zahiri, her şeyin değişeceğini ifade etmektedir. Bu nedenle Kaza kaderin de değişebileceğini söyleyenlerin dayandıkları delillerden en güçlüsüdür. Bu konuya bilahere değinilecektir.
2. Hadisler
Kaza ve kaderin değişebileceğini imâ eden hadislerden en belirginleri şunlardır:
· Enes b. Mâlik diyor ki: Ben Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: “Her kim rızkının bollaştırılmasını yahut ecelinin geciktirilmesini arzu ederse akrabalarına iyi davransın”[134]
· Ebû Hurayra diyor ki: Ben Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: “Her kim rızkının bollaştırılmasını yahut ecelinin geciktirilmesini arzu ederse akrabalarına iyi davransın”[135]
Görüldüğü gibi bu hadislerde, akrabalara iyilikte bulunmanın rızkı bollaştıracağı ve eceli erteleyebileceği beyan edilmiştir. Bu da kaderin değişeceği imajını vermektedir.
Selmân el-Fârisî diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Kaza’yı ancak dua önler. Ömrü ise ancak iyilikte bulunmak artırır.”[136]
Sevbân, Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Ömrü ancak iyilik yapmak uzatır. Kaderi ancak dua etmek önler. Şûbhesiz ki kişi yapmış olduğu bir günahtan dolayı rızıktan mahrum olur.”[137]
Mu`âz b. Cebel diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Sakınmak, kadere karşı bir fayda sağlamaz. Fakat dua, inene (gelmiş olan bela ve musibetlere) karşı da inmeyene (henüz gelmemiş olan bela ve musibetlere) karşı da fayda verir. Ey Allah’ın kulları! Dua edin”[138]
Abdullâh b. Abbâs’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Kadere karşı sakınmak bir fayda vermez. Fakat Allah dua ile kaderden dilediğini siler.”[139]
Bu hadislerde de iyilikte bulunmanın ömrü artıracağı, duanın kaderi önleyeceği zikredilmiştir. Bu da kaderin değişeceği görüşünde olanlara dayanak olmaktadır.
Ubâde b. es-Sâmit diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) hilali yeni gördüğünde şöyle derdi: “Allahu Ekber, el-Hamdu lillâh, lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh. (=En büyük Allahtır. Övülme Allah’a mahsustur. Herhangi bir halden diğer bir hale dönme ve herhangi bir şeye güç yetirme ancak Allah’ın yardımıyla olur) Ey Allahım! Ben senden bu ayın hayırlı olmasını diler, kaderin şerrinden ve mahşerin kötülüğünden sana sığınırım”[140]
Ali’nin oğlu Hasan diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) bana vitr namazında okuyayım diye şu sözleri öğretti: “Ey Allahım! Hidayete erdirdiklerin içerisinde beni de hidayete erdir. Afiyet verdiklerin arasında bana da afiyet ver. Gözettiklerinin içinde beni de gözet. Verdiğin şeyleri bana mubârak kıl. Kaza’nın (hüküm verdiğin şeylerin) şerrinden beni koru. Şubhesiz ki hüküm veren sensin. Senin aleyhine kimse hüküm veremez. Şûbhesiz ki senin, velayetin altında aldığın zelil olmaz ve senin, düşman olduğun da aziz olamaz. Rabbimiz! Sen çok yücesin, çok ulusun”[141]
Bu hadislerde de Rasûlullâh’ın kaderin şerrinden Allah’a sığındığı rivayet edilmiştir. Bu da kaderin değişebileceği imajını vermektedir.
Altıncı Mesele: Kaza ve kaderin değişebileceklerini imâ eden nasların izahı
Her ne kadar yukarıda zikredilen ayetlerin birinde Allah’ın, dilediğini sileceği ve dilediğini olduğu gibi bırakacağı zikredilmiş, hadislerde de akrabalara iyilikte bulunmanın rızkı bollaştıracağı ve eceli erteleyeceği, insanlara iyilik yapmanın ömrü uzatacağı, duanın kaza ve kaderi önleyeceği, Rasûllullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem), kaderin şerrinden Allah’a sığındığı beyan edilmişse de bunlar kaderin değişmeyeceğini bildiren diğer manaları açık ve mutevatir olan naslara muhaliftirler, bu nedenle izaha muhtaçtırlar.
Birinci Olarak: Kaza ve kaderin değişeceğini imâ eden şu ayetin İzahı
“Allah dilediğini siler, dilediğini ise olduğu gibi sabit bırakır. Kitabın anası Onun katındadır.”[142]
Cumhur ulemânın İzahına göre bu ayetin, kaderin değişmesiyle ilgili herhangi bir alâkası yoktur. Bazı âlimler ise bunu kaderin değişmesine delil göstermişlerdir. Diğer bir kısım âlimlerse bu ayetin kaza ve kaderin belli bölümlerinin değişebileceğini bildirdiğini söylemişlerdir. Bu ayetin tefsiri hakkındaki görüşleri şu şekilde özetlemek mümkündür:
1. Ayeti cumhur ulemânın tefsîri
Cumhur ulema bu ayette zikredilen Allah’ın sileceği ve olduğu gibi bırakacağı şeylerden maksadın, kaza ve kaderin dışındaki şeyler olduklarını söylemişler ancak bu değişenlerin veya olduğu gibi sabit kalanların neler oldukları hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir:
Sa`îd b. Cubeyr’e göre ayetteki değiştirme ve olduğu gibi sabit bırakmadan maksat; Allah, kullarının günahlarından dilediğini affedip siler, dilediğini de affetmeyip bırakır, demektir.
Katâde’ye, İbni Zeyd’e göre ve Sa`îd b. Cubeyr’den nakledilen ikinci görüşe göre bu ayetin manası şudur: Allah gönderdiği hükümlerden dilediğini nesh edip kaldırır. Dilediğini de nesh etmeyip devam ettirir.
Ali ve Abdullâh b. Abbâs’tan nakledilen görüşe göre bu ayetin izahı şudur: Allah, kavimlerden dilediğini yok eder dilediğinin neslini devam ettirir. Nitekim şu ayetler bunu ifade etmektedirler:
“Onlar, kendilerinden önce nice nesilleri helâk ettiğimizi ve helâk edilenlerin onlara dönmediklerini hiç görmezler mi?”[143]
“Derken o hak ettikleri çığlık onları kıskıvrak yakalayıverdi. Böylece biz onları, çer çöp haline getirdik. Uzak olsun Allah’ın rahmetinden o zâlim kavim! Sonra onların ardından başka nesiller yetiştirdik”[144]
Hasan el-Basrî’ye, Sa`îd b. Cubeyr’den nakledilen üçüncü bir görüşe ve onlara katılanlara göre bu ayetin manası şudur: Allah insanlardan eceli gelenleri öldürür, gelmeyenleri yaşatır.
Abdullâh b. Abbâs’tan nakledilen ikinci görüşe ve Dahhâk’a göre bu ayetin tefsîri şöyledir: Allah, kulun yaptıklarını yazan meleklerin defterlerinden sevab ve günahların dışındaki şeyleri siler, sevab ve günahları orada bırakır. Zira melekler kulun söylediği ve yaptığı her şeyi yazmakla yükümlüdürler.
Rabî`den nakledilen görüşe göre bu ayetin İzahı şudur: Allah uyuyan insanlardan bazılarının ruhunu alır ve onları öldürür. Bazılarının ruhlarını bedenlerine iade eder ve yaşatır. Nitekim şu ayet bunu ifade etmektedir: “Allah canlıların ruhlarını ölüm anında alır. Henüz ölmemiş olanların ruhlarını da uyurken alır. (Uyurken) eceli gelenlerin ruhlarını bedene göndermeyip tutar. Diğerlerinin (eceli gelmeyenlerin) ruhlarını ise belli bir vakte kadar bedene iade eder. Şûbhesiz ki bunda, düşünen bir kavim için deliller vardır.”[145]
Abdullâh b. Abbâs’tan nakledilen üçüncü bir görüşe göre bu ayetin izahı şöyledir: Allah uzun zaman sâlih amel işleyip sonra sapan ve sapık olarak ölenleri sâlihlerin listesinden siler, isyankârların listesine yazar. Buna mukabil uzun zaman günah işleyip sonra tevbe ederek ölenleri, sapıkların listesinden siler, sâlihlerin listesine yazar. Allah bunların akıbetlerinin ne olacağını ezelde bilmektedir. Buna rağmen bunları yapar.
Suddî’den nakledilen görüşe göre bu ayetin manası şudur: Allah bazı zamanlarda ayı göstermez, o silinmiş gibi olur; güneşi ise her zaman gösterir, o sabittir. Nitekim şu ayet bunu beyan etmektedir. “Biz, gece ve gündüzü varlığımızı gösteren iki delil kıldık. Gecenin alâmetini sildik. Gündüzün alâmetini ise aydınlatıcı kıldık ki, Rabbiniz’in lütfundan rızık arayasınız, yılların sayısını ve hesabı bilesiniz. Biz her şeyi geniş olarak açıkladık”[146]
Bazılarına göre bu ayetin manası şudur: Allah yarattıklarından bazılarının neslini tüketir, kökünü kurutur. Bazılarını devam ettirir. Bunlar insanlar, hayvanlar, bitkiler olabilir.
Diğer bir kısım âlimlere göre ise bu ayetin tefsîri şudur: Allah dünyayı yok edecek, ahireti devam ettirecektir.
Başka bir grup âlime göre bu ayetin izahı şöyledir: Allah tevbe edenin günahlarını siler. Onların yerine sevap yazar. Nitekim şu ayet bunu ifade etmektedir: “Ancak tevbe eden, imanında samimi kalıp sâlih amel işleyen bunun dışındadır. İşte Allah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok affeden ve çok merhamet edendır.”[147]
Görüldüğü gibi bütün bu izahlarda ayet-i kerîmedeki “değiştirmek” ve “olduğu gibi bırakmak”tan maksadın, kaderin dışındaki şeyler olduğu beyan edilmiştir.
2. Kaderin değişeceğini söyleyenlerin İzahı
Bazı sahabilerden ve diğer âlimlerden, bu ayeti kaza ve kaderin değişebileceği şeklinde izah ettikleri rivayet edilmiş, bunların, “değiştirmek”ten herhangi bir şeyi istisna etmedikleri nakledilmiştir. Bu zatlardan bir kısmı şunlardır:
Abdullâh b. Mes`ûd’un şöyle dediği rivayet edilmiştir: Herhangi bir kul şu dua ile dua edecek olursa, Allah onun geçimini mutlaka bol kılar: “Ey lütuf sahibi olup kendisine lütfedilemeyen! Ey azamet ve ikram sahibi olan! Ey nimet ve ihsan sahibi olan! Senden başka hiçbir ilah yoktur. Sen sığınanların koruyucusu, eman dileyenlerin himayecisi ve korkanların güvencesisin. Eğer beni Kitabın Anası’nda (Levh-i Mahfûz’da) mutsuzlardan (cehennemliklerden) yazdınsa, sen benden mutsuz olma ismini sil. Beni katında mutlu (cennetlik) kıl ve hayra muvaffak eyle. Çünkü sen kitabında buyuruyorsun ki: ‘Allah dilediğini siler. Dilediğini sabit kılar. Kitabın Anası Onun katındadır. ’[148] Abdullah b. Mesûd ‘Allah dilediği hükmü siler, dilediğini bırakır. Esas kitap Onun katındadır’ demiştır.”[149]
Ömer’in, Kâbe’yi tavaf ederken şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ey Allahım! Eğer beni mutlu olanlardan (cennetliklerden) yazdınsa, orada sabit kıl. Ey Allahım! Eğer bana bedbahtlığı (cehennemlik olmayı) veya günah işlemeyi yazdınsa, sen onu sil, mutluluğa ve affa çevir. Çünkü sen dilediğini siler, dilediğini bırakırsın. Kitabın Anası senin katındadır.[150]
Ebû Vâil Şakîk b. Seleme’nin şu duayı çokça yaptığı rivayet edilmiştir: “Ey Allahım! Sen bizi bedbahtlar (cehennemlikler) olarak yazdınsa, sen bizi ondan sil. Bizleri mutlular olarak yaz. Eğer bizleri mutlular olarak yazdınsa, sen bizi onda sabit kıl. Çünkü sen dilediğini siler, dilediğini sabit kılarsın”[151]
Ali’den rivayet edildiğine göre, O, Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) “Allah dilediğini siler, dilediğini sabit kılar.”[152] ayetinin manasını sormuş Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) da Ona şu cevabı vermiştir: “Ben bu ayeti tefsir ederek senin gözlerini de aydınlatacağım. Senden sonraki ümmetimin gözlerini de aydınlatacağım (seni de onları da sevindireceğim). Hak edene verilen sadaka, anne ve babaya iyilikte bulunmak ve insanlara iyilik yapmak, mutsuzluğu (cehennemlik olmayı) mutluluğa (cennetlik olmaya) çevirir. Ömrü artırır. Kötü şekilde helak olma yerlerinden korur.”[153]
İkrime, Abdullâh b. Abbâs’ın “Allah dilediğini siler, dilediğini sabit kılar.”[154] ayetini şöyle tefsir ettiğini rivayet etmiştir. “Allah dilediğini iki kitabın birinden siler. Kitaplar ikidir. Allah bunların birinden dilediğini siler, dilediğini sabit kılar. Kitabların tümü Onun katındadır.”[155]
3. Kaderin bir bölümünün değişeceğini söyleyenlerin İzahı
Bazı sahabiler ve onlara katılan âlimler de “Allah dilediğini siler.”[156] ayetindeki silinebilecek şeylerden maksadın her şey değil, bazı şeyler olduklarını söylemişlerdir. Bunlara göre öyle şeyler vardır ki onların silinmesi asla mümkün değildir. Rızık, ecel, cennetlik olma, cehennemlik olma ve benzeri şeyler bu kabildendir. Bunların dışındaki bazı şeyler de vardır ki silinmeleri mümkündür. Bu görüş şu zatlardan nakledilmiştir:
Abdullâh b. Ömer’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ben Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim. “Allah dilediğini siler, dilediğini sabit kılar. Ancak cennetlik olmak, cehennemlik olmak ve ölmek bunların dışındadır.”[157]
Abdullâh b. Abbâs’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Allah dilediğini siler. Dilediğini sabit kılar. Ancak yaratılış, huy, ecel, rızık, cennetlik olma ve cehennemlik olma bunun dışındadır.”[158]
Kuşeyrî şöyle demiştir: Deniliyor ki: “Cennetlik olma, cehennemlik olma, yaratılış, huy ve rızık değişmez, ayet bunların dışındaki şeyler içindır.”[159]
İkinci Olarak: Kaderin değişeceğini imâ eden hadislerin yorumu
1. Cumhur ulemânın yorumu:
Bunlara göre kaderin değişebileceğini ifade eden bu hadisler hakiki manalarında değil mecazî anlamlarında kullanılmışlardır ve bunlardan kast edilen manalar şudur:
a. Akrabalara iyilikte bulunmanın rızkı bollaştıracağından maksad, takdir edilen rızkın bereketli olmasıdır.
b. Akrabalık bağını gözetip onlara iyilikte bulunmanın veya insanlara iyilik yapmanın belirlenen eceli ertelemesinden veya ömrü uzatmasından maksat, miktarı belirlenmiş olan ömrün içinde mutlu bir hayat geçirmek veya sağlıklı yaşamak yahut ömrünü hayır işlemeye harcamak ya da ölümünden sonra hayırla anılacak şeyleri yapmaktır. Bunlar ömrü uzatmış gibi olurlar. Yoksa ecelin değişmeyeceği şu naslarda açıkça beyan edilmiştir. Allahu Teâlâ buyuruyor ki:
“Allah, eceli gelen canı, hiçbir zaman mühlet verip geri bırakmaz. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”[160]
“Her ümmetin belli bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman onu ne bir an geri bırakabilirler ne de ileri alabilirler.”[161]
“Allah’ın tayin ettiği ecel geldiği zaman, asla ertelenmez. Keşke bunu bilseydiniz”[162]
“De ki: ‘Allah’ın dilediğinin dışında benim, kendime ne bir zarar ne de bir fayda sağlamaya gücüm yeter. Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiğinde, onu ne bir an geciktirebilirler, ne de öne alabilirler’”[163]
“Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden (hemen) cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat Allah onları, belli bir vakte kadar erteler. Vadeleri geldiğinde, onu ne bir an erteleyebilirler ne de bir an öne alabilirler.”[164]
Ecelin ve rızkın ne kadar olacakları anne rahminde yazılmıştır. Bu hususta Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) çokça hadis rivayet edilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:
· Abdullâh b. Mes`ûd diyor ki: Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hanımı Ummu Habîbe dedi ki: “Allah'ım! Bana kocam Rasûlullâh’ı, babam Ebû Sufyân’ı ve kardeşim Mûâviye’yi bağışla (beni onlarla uzun yaşat)”
Bunun üzerine Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) “Sen Allah’tan biçilmiş ecelleri, sayılmış günleri ve taksim edilmiş rızıkları istedin. O hiç bir şeyi vakti gelmeden yaratacak yahut bir şeyi vaktinden sonraya bırakacak değildir. Şayet Allah’tan seni cehennemin azabından veya kabir azabından korumasını isteseydin daha hayırlı ve daha efdal olurdu” buyurdular.[165]
· Enes b. Mâlik diyor ki: Rasûlullâh buyurdu ki: “Şûbhesiz aziz ve celîl olan Allah, rahîme bir melek tevkil etti. O melek ‘Ey Rabbim! Bir nutfedir. Ey Rabbim! Bir kan pıhtısıdır. Ey Rabbim! Bir çiğnem ettir’ der. Allah onu yaratmayı hükmetmek istediği zaman melek ‘Erkek midir yoksa dişi midir? Bedbaht mıdır yoksa mesut mudur? Rızık nedir? Ecel nedir?’ sorularını sorar. Bunlar anasının karnındayken yazılır.”[166]
· Abdullâh b. Mes`ûd diyor ki: Doğru söyleyen ve doğru söylediği tasdik edilen Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) bizlere beyan etti ve buyurdu ki: “Şûbhesiz sizden birinizin oluşumu annesinin karnında kırk günde toplanır. Sonra orada o kadar bir müddette bir pıhtı olur. Sonra o kadar müddette orada bir parça et hâline gelir. Sonra ona melek gönderilir. O ona ruh üfler. Meleğe dört kelime emrolunur: Rızkını, ecelini, amelini ve cennetlik yahut cehennemlik olacağını yazması…”[167]
c. Duanın kaderi önlemesinden maksat, kaderin dehşet ve ağırlığını önlemesidir. Kul dua ederse, takdir edileni âsân geçirir, etmezse onu olduğu gibi yaşar. Mesela hasta olur da dua ederse, onu hafif geçirir. Başına taş düşmemesi için dua ederse taş parçalanıp düşer. Trafik kazasına uğramaması için dua ederse, ondan az zarar görür veyahut hiç görmez.
d. Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kaza ve kaderin şerlerinden Allah’a sığınması da bunların değişmeleri için değil, lütufla tecelli etmeleri içindir. Bir önceki şıkta yapılan izahlar burada da geçerlidir. Nitekim Âişe (r.anha)’nin Rasûlullâh’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) rivayet ettiği şu hadiste bu husus açıklanmaktadır:
· Âişe (r.anha) diyor ki: Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Sakınmak, kadere karşı hiçbir fayda sağlamaz. Fakat dua etmek, inmiş olana (bela ve musibetlere) karşı da henüz inmemiş olana (bela ve musibetlere) karşı da fayda verir. Şûbhesiz ki dua ile bela birbirlerinin karşılarına dikilirler. Kıyamet gününe kadar çarpışırlar.”[168]
2. Cumhurun dışındaki âlimlerin yorumu:
Bunlar “kaderin değişeceğini ifade eden hadislerin hakîkî manalarında kullanıldıklarını, ancak bunların Allah’ın ezeli ilminin değiştiğini ifade etmediklerini, ancak Levh-i Mahfûz’da yazılanların veya meleklerin oradan aldıklarının değişebileceğini ifade ettiklerini” söylemişler ve bu yolla nasların tümünü birbirleriyle bağdaştırmaya çalışmışlardır.
· Abdullâh b. Abbâs’a “Kim rızkının genişletilmesini ve ecelinin ertelenmesini arzularsa, akrabalara iyi davransın”[169] hadisinin manası sorulduğunda şu cevabı vermiştir:
“Allahu Teâlâ buyuruyor ki: ‘Sizi çamurdan yaratan sonra size bir ecel takdir eden Odur. Tayin edilen bir ecel de Onun katındadır. Sonra bir de şûbhe ediyorsunuz’[170] Ayette geçen birinci ecel, kulun doğumundan ölümüne kadar olan zamandır. Allah’ın katında olan ikinci ecel ise ölümünden sonra tekrar dirilmesine kadar olan zamandır. Yani kabirde kalma süresidir. Eğer kul Rabb'inden korkar, akrabalarına iyilikte bulunursa, Allah ona kabirdeki zamanından keser, dünyadaki ömrüne ekler. Böylece ömrü uzamış olur. Şayet Rabb'ine isyan eder, akrabalarına kötü davranırsa, Allah onun dünyadaki ömründen keser, kabirdeki zamanına ekler. Böylece dünyada ömrü kısalır, kabirde artar. Fakat her iki durumda da doğmasından dirilmesine kadar olan ömrü değişmez”[171]
Görüldüğü gibi Abdullâh b. Abbâs’tan nakledilen bu görüş, ecelin değişmezliğini beyan eden nasslarla, değişeceğine işaret eden nasları birbirleriyle bağdaştırmaya çalışmıştır. Ancak cumhurun görüşünün daha kuvvetli olduğu muhakkaktır. Biz de kaderin hiçbir yönüyle değişmediği, değiştiğini imâ eden nasların mecâzî anlamlarda kullanıldığı kanaatindeyiz. Daha iyisini Allah bilir. [172]
[1] İmam Eşari, kazayı kader gibi, kaderi de kaza gibi tarif etmiştir. Ona göre kaza planlamak, kader uygulamadır.
[2] Fatır, 38.
[3] Haşr, 22.
[4] En’âm, 59.
[5] Mûmin, 19.
[6] Mülk, 14.
[7] Bakara, 259.
[8] Nisâ, 40.
[9] Fussilet, 46.
[10] Enâm, 115.
[11] Tevbe, 120.
[12] Bkz. Enbiyâ’, 23.
[13] A`râf, 54.
[14] Ra`d, 16.
[15] Enâm, 102.
[16] Fâtır, 3.
[17] Lokmân, 11.
[18] İnsan, 30.
[19] Tekvîr, 29.
[20] Enbiyâ’, 68-70.
[21] Şu`arâ’, 63-66.
[22] Sâffât, 102-107.
[23] Nevevî Şerhi, I, 154.
[24] Kurtubî Tefsîri, XVII, 148.
[25] Şûrâ, 30.
[26] Tirmizî, Zühd, bab: 56, hn: 2398 (Tirmizî hadisin Hasen ve Sahîh olduğunu söylemiştir); İbni Mâce, Fiten, bab: 23, hn: 4023; Darımî, Rikak, bab: 67; Müsned, İmam Ahmed, I, 172.
[27] Tirmizî, Zühd, bab: 56, hn: 2396 (Tirmizî hadisin Hasen ve Garib olduğunu söylemiştir).
[28] Tirmizî, Zühd, bab: 56, hn: 2399 (Tirmizî hadisin Hasen ve Sahîh olduğunu söylemiştir).
[29] Furkan, 2.
[30] Ahzâb, 38.
[31] A`lâ, 1-3.
[32] Enam, 59.
[33] Hadid, 22.
[34] Nisâ, 78.
[35] Tevbe, 51.
[36] Yâsîn, 12.
[37] Kamer, 49.
[38] Kamer, 49.
[39] Müslim, Kader, bab: 19, hn: 2656; Tirmizî, Kader, bab: 19, hn: 2157; İbni Mâce, Mukaddime, bab: 10, hn: 83; Müsned, İmam Ahmed, II, 444, 447.
[40] Kurtubî Tefsîri, XVII. 148.
[41] Bkz. Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’ân, XXVII, 97-104.
[42] Müslim, İmân, bab: 7, hn: 10; Nesâî, İmân, bab: 6, hn: 4993 (Nesâî bu hadisi Ebû Zerr’den de rivayet etmiştir).
[43] Müslim, İmân, bab: 1, hn: 8; Ebû Dâvûd, Sünnet, bab: 16, hn: 4695; Tirmizî, İmân, bab: 4, hn: 2610, Nesâî, İmân, bab: 5, hn: 4292; İbni Mâce, Mukaddime, bab: 9, hn: 63; Müsned, İmam Ahmed, I, 27.
[44] Nesâî, İmân, bab: 6.
[45] Müsned, İmam Ahmed, II, 107.
[46] Müsned, İmam Ahmed, I, 319.
[47] Müsned, İmam Ahmed, IV, 129, 164.
[48] Tirmizî, Kader, bab: 10, hn: 2145; İbni Mâce, Mukaddime, bab: 10, hn: 81; Müsned, İmam Ahmed, I, 133.
[49] Müsned, İmam Ahmed, II, 181, 212.
[50] Ebû Dâvûd, Cihâd, bab: 35, hn: 2532; Beyhakî, Sunenu’l-Kübrâ, IX, 262, hn: 18480.
[51] Müslim, Kader, bab: 18, hn: 2655; Müsned, İmam Ahmed, II, 110; Muvatta’, Kader, bab: 4.
[52] Buhârî, Bedu’l-Halk, bab: 1; Tevhîd, bab: 22.
[53] Zuhruf, 1-4.
[54] Tirmizî, Kader, bab: 17, hn: 2155; Ebû Dâvûd, Sünnet, bab: 16, hn: 4700; Müsned, İmam Ahmed, V, 317 (Bu son iki kaynakta hadis kısa ve kısmen farklıdır)
[55] Ebû Dâvûd, Sünnet, bab: 16, hn: 4699; İbni Mâce, Mukaddime, bab: 10, hn: 77.
[56] Müslim, Kader, bab: 16, hn: 2653; Tirmizî, Kader, bab: 18, hn: 2156 (Tirmizî hadisin hasen ve Sahîh olduğunu söylemiştir); Müsned, İmam Ahmed, II, 169.
[57] Müsned, İmam Ahmed, VI, 441-442.
[58] Buhârî, Nikâh, bab: 8; Nesâî, Nikâh, bab: 4.
[59] İbni Mâce, Mukaddime, bab: 10, hn: 85 (Heysemî hadisin senedinin sahîh, ravilerinin güvenilir kimseler olduklarını söylemiştir); Müsned, İmam Ahmed, II, 178, 196.
[60] Tirmizî, Kader, bab: 1, hn: 2133 (Tirmizî bu Ömer’den, Âişe’den ve Enes b. Malik’ten de hadisler rivayet edildiğini ve bu hadisin Garib olduğunu söylemiştir).
[61] İbni Mâce, Mukaddime, bab: 10, hn: 84.
[62] Tirmizî, Kader, bab: 15, hn: 2151 (Tirmizî hadisin Garib olduğunu söylemiştir); Müsned, İmam Ahmed, I, 168.
[63] Müsned, İmam Ahmed, V, 318-319.
[64] Tirmizî, Kıyâmet, bab: 59, hn: 2516 (Tirmizî hadisin Hasen ve Sahîh olduğunu söylemiştir); Müsned, İmam Ahmed, I, 293, 303, 307.
[65] Buhârî, Kader, bab: 4; Nikâh, bab: 53; Müslim, Nikâh, bab: 38, hn: 1408; Ebû Dâvûd, Talak, bab: 2, hn: 2176; Tirmizî, Talak, bab: 14, hn: 1190.
[66] Müsned, İmam Ahmed, III, 313.
[67] Müslim, Nikâh, bab: 125, hn: 1438. Bkz. Nesâî, Nikâh, bab: 55; İbni Mâce, Mukaddime, bab: 10; Darımi, Nikâh, bab: 36; Müsned, İmam Ahmed, III, 11, 22.
[68] Buhârî, Tefsîr, Sûrati’l-Leyl, bab: 2, 7, hn: 4994; Kaderi, bab: 4; Tevhîd, bab: 54; Müslim, Kader, bab: 6-7, hn: 2647; Ebû Dâvûd, Sünnet, bab: 16, hn: 4694; Tirmizî, Tefsîr, Sûrati’l-Leyl, bab: 1, hn: 3344; Kader, bab: 3, hn: 2136; İbni Mâce, Mukaddime, bab: 10, hn: 78.
[69] Leyl, 5-10.
[70] Buhârî, Kader, bab: 2; Müslim, Kader, bab: 9, hn: 2649; Ebû Dâvûd, Sünnet, bab: 17, hn: 4709.
[71] Şems, 7-8.
[72] Müslim, Kader, bab: 10, hn: 2650; Müsned, İmam Ahmed, IV, 438.
[73] Tirmizî, Kader, bab: 3, hn: 2135 (Tirmizî bu hadisin Hasen ve Sahîh olduğunu, bu konuda Ali’den, Huzeyfe b. Esîd’den, Enes b. Malik’ten ve İmrân b. Husayn’dan da hadisler rivayet edildiğini söylemiştir); Müsned, İmam Ahmed, I, 27, 29.
[74] Ebû Dâvûd, Sünnet, bab: 17, hn: 4696.
[75] Müslim, Kader, bab: 8, hn: 2648; Müsned, İmam Ahmed, III, 335.
[76] Müsned, İmam Ahmed, I, 5-6.
[77] Müsned, İmam Ahmed, VI, 441.
[78] Müsned, İmam Ahmed, IV, 67.
[79] Tirmizî, Tıbb, bab: 21, hn: 2065 (Tirmizî hadisin Hasen ve Sahîh olduğunu söylemiştir); Kader, bab: 12, hn: 2148; İbni Mâce, Tıbb, bab: 1, hn: 3437; Müsned, İmam Ahmed, III, 421.
[80] Tirmizî, Tıbb, bab: 17, hn: 2059 (Tirmizî hadisin Hasen ve Sahîh olduğunu, aynı konuda İmrân b. Husayn ve Bureyde’den de hadisler rivayet edildiğini söylemiştir); İbni Mâce, Tıbb, bab: 33, hn: 3510; Muvatta’, `Ayn, bab: 3; Müsned, İmam Ahmed, VI, 438.
[81] Tirmizî, Deavât, bab: 13, hn: 3388 (Tirmizî hadisin Hasen, Sahîh ve Garib olduğunu söylemiştir).
[82] Yermûk yakınında bir köydür.
[83] Buhârî, Tıb, bab: 30; Müslim, Selâm, bab: 98; hn: 2219; Muvatta’, Medine, bab: 22.
[84] Müslim, Selâm, bab: 42, hn: 2188; Tirmizî, Tıbb, bab: 19, hn: 2062 (Tirmizî hadisin Hasen, Sahîh ve Garib olduğunu söylemiştir). Bu hadiste geçen “yıkanması talep edildiğinde yıkansın” cümlesi başka bir hadiste şu şekilde açıklanmıştır:
· Ebû Umâme b. Sehl b. Huneyf diyor ki: Sehl b. Huneyf yıkanırken, `Âmir b. Rabî`a Onun yanından geçmiş ve şöyle demiştir: “Bugünkü gibi bir şey görmedim. Çadırından çıkmayan cariyenin derisi bile bu kadar beyaz değildır.” Bu sözün üzerine Sehl hemen sara nöbeti geçirip yere düşmüştür. Durumu görenler Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına varmışlar ve Ona “Ey Allah’ın Rasulü! Sehl b. Huneyf için bir şey yapar mısın? VAllahi O, başını yukarıya kaldıramıyor” demişler, Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) da buyurmuş ki: “Sehl hakkında herhangi bir kimseyi itham ediyor musunuz?” Onlar “Biz Âmir b. Rabî`a’yı itham ediyoruz” diye cevab vermişlerdir. Bunu üzerine Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem) Âmir’e kızmış ve Ona şöyle demiştir: “Niçin sizden biriniz kardeşini (nazar vererek) öldürüyor? Neden sen Ona ‘bârakellâh (=Allah mubarek kılsın)’ demedin? (Bunu demen nazar vermeni engellerdi.) Şimdi sen Sehl için yıkan” Bunun üzerine Âmir yüzünü, ellerini, dirseklerini, dizlerini, ayaklarının etrafını ve eteğinin iç kenarını bir kabın içine yıkadı sonra bu su Sehl’in üzerine serpildi. Sehl’de bir şey kalmadı. İnsanlarla yürüyüp gitti. (Muvatta’, `Ayn, bab: 2 (Metin Muvatta’dan alınmıştır); İbni Mâce, Tıbb, bab: 32, hn: 3509; Müsned, İmam Ahmed, III, 486, 487; Musannef, İbni Ebî Şeybe, V; Ayrıca bkz. Zurkânî Şerhi, IV, 319, 322.)
Görüldüğü gibi bu hadis-i şerifin beyan ettiğine göre, bir mûmin başka birine göz vereceğinden korkacak olursa, bunu önlemek için “bârakellâh (=Allah mubarek kılsın)” demesi gerekir. Böylece göz vermeye karşı tedbir almış olur. Yine bir mûmine nazar değmiş olursa, ondan dolayı kendisini yanıyor gibi hisseden mağdur, göz verenden hadiste belirtilen organlarını belli bir kabın içine yıkayarak kendisine vermesini istemesi ve verilen suyu üzerine dökmesi, ondaki nazarın manevî ateşini söndürür, şifa bulur. Bu da zehirli hayvanların zehirlerinin panzehir olarak kullanılmasına benzemektedir. Akılla idrak mümkün değildir. Rasûlullâh’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) beyanıyla öğrenilmiştir.
[85] Buhârî, Enbiyâ’, bab: 1; Bed’u’l-Halk, bab: 6; Kader, bab: 1; Müslim, Kader, bab: 1, hn: 2643 (Metin Müslim’den alınmıştır); Tirmizî, Kader, bab: 4, hn: 2137 (Tirmizî hadisin Hasen ve Sahîh olduğunu, bu konuda Ebû Hurayra ve Enes’ten de hadis rivayet edildiğini söylemiştir); İbni Mâce, Mukaddime, bab: 10, hn:76.
[86] Müsned, İmam Ahmed, II, 485.
[87] Müsned, İmam Ahmed, III, 120, 223, 257.
[88] Müsned, İmam Ahmed, VI, 107, 108.
[89] Bu kişi Basralıdır. Kader aleyhinde konuşan ilk kişidir. Ebû Hâtim diyor ki: “Ma`bed, Medine’ye geldi. Orada bazı insanları ifsad etti” Evzâî diyor ki: “Kader aleyhinde ilk konuşan, İranlı Sevsen isimli biridir. Bu kişi Hristiyandı. Müslüman oldu. Tekrar Hristiyanlığa döndü. Ma`bed el-Cuhenî görüşlerini bundan aldı. Ondan da Ğaylân ed-Dimeşkî aldı” Ma`bed’in nasıl öldürüldüğü ihtilaflıdır. Bazılarına göre bunu Abdulmelik b. Mervân asmıştır. Bazılarına göre ise Haccac işkenceyle Onu hicri seksende öldürmüştür. (Bkz. el-`İber, I, 92; Tehzîbu’t-Tehzîb, X, 275.)
[90] İbni `Avn diyor ki: “Ben, Ğaylân ed-Dimeşkî’nin Şam’ın kapısında asıldığını gördüm. Bu Osman’ın azaldı kölesi idi. Kader hakkındaki menfi görüşlerinden dolayı Ömer b. Abdülaziz onu kınadı. O da bu görüşünden vazgeçti. Ömer b. Abdülaziz ölünce Ğaylân, kaderi red etme görüşünde coştu. İnsanlara fetva veriyordu. Hişam b. Abdilmelik b. Mervân ellerinin ve ayaklarının kesilmesini emretti. Sonra asılarak öldürüldü” (Bkz. Ahmed, Abdurrahmân el-Bennâ’nın Fethu’r-Rabbânî isimli eseri, I, 144.)
[91] Bunu da Halid b. Abdillah el-Kasrî yakaladı, Kurban bayramı gönü kesti.
[92] Bkz. Abdulkâhir Bağdadî’nin, el-Fark Beyne’l-Firak isimli eseri, 18-20.
[93] Tirmizî, Kader, bab: 13, hn: 2149 (Tirmizî bu hadisin Garib, Hasen ve Sahîh olduğunu, konuyla ilgili olarak Ömer’den, oğlu Abdullâh’dan ve Râfi` b. Hadîc’den de hadis rivayet edildiğini söylemiştir); İbni Mâce, Mukaddime, bab: 9, hn: 62.
Bu hadiste geçen Murcie Fırkası, “İmân varken günah işlemenin zararı yoktur” demişlerdir. Bu fırkayı Ehl-i Sünnet’in “İmân varken büyük günah işlemek onu yok etmez. Mûminin büyük günah işlemesi onu kâfir yapmaz” diyen cumhuru ile karıştırmamak gerekir. Zira Murcie Fırkası “Kulun imanı varsa günahlarından sorumlu olmayacaktır.” demek istemişlerdir. Ehl-i Sünnet’in cumhuru ise “İmanı olanın büyük günah işlemesi onu dinden çıkarmaz. Fakat bunlardan sorumludur. Eğer dünyada tevbe edip bunların affedilmesine mazhar olmazsa, ahrette büyük günahları kadar yanacak sonra cehennemden çıkıp cennete girecektır.” demişlerdir. Fakat bazıları bunları birbirine karıştırmışlar Ebû Hanîfe’nin Mürcie olduğunu iddia etmişlerdir. Bu yanlış bir yargıdır.
Kaderiye Fırkası ise “Kulun hür iradesiyle yaptığı amellerin ezelde Allah tarafından takdir edilmediğini, bunların ortaya çıktıkları zaman onları Allah’ın yaratmadığını, kulun yarattığını” iddia etmişlerdir. Bu nedenle kendilerine, kaderi reddedenler anlamında kullanılan “Kaderiye” ismi verilmiştir.
[94] Bkz. İbni Mâce, Mukaddime, bab: 9, hn: 73.
[95] Tirmizî, Kader, bab: 17, hn: 2154.
[96] Ebû Dâvûd, Sünnet, bab. 17, hn: 4691; Müsned, İmam Ahmed, II, 86. (Münzirî bu hadisin senedinin kopuk olduğunu, çünkü Ebû Hâzim’in Abdullâh b. Ömer’den hadis duymadığını söylemiştir)
[97] İbni Mâce, Mukaddime, bab: 10, hn: 92.
[98] Bkz. Ebû Dâvûd’un Süneni’nin dipnotu, V, 66.
[99] Müsned, İmam Ahmed, VI, 441. (Sââtî, bu hadisin ravileri içinde Süleymân b. `Utbe’nin bulunduğunu, bunun hakkında ihtilaf edildiği, Ebû Hâtim’in ve diğerlerinin, bunun güvenilir biri olduğunu bildirdiklerini zikretmiştir.) (Fethu’r-Rabbânî, I, 141)
[100] Müsned, İmam Ahmed, V, 90
[101] Tirmizî, Kader, bab: 16, hn: 2152 (Tirmizî bu hadisin Hasen, Sahîh ve Garib olduğunu söylemiştir).
[102] Ebû Dâvûd, Sünnet bab: 17, hn: 4710; Müsned, İmam Ahmed, I, 30.
[103] Müsned, İmam Ahmed, I, 330. (Sââtî, “Ben bu hadisi Müsned’in dışında görmedim. Bunun hakkında konuşulmuştur” demiştir Bkz. Fethu’r-Rabbânî, I, 143)
[104] Ebû Dâvûd, Sünnet, bab: 17, hn: 4692; Müsned, İmam Ahmed, V, 406, 407. (Münzirî diyor ki: “Ğufra’nın azatlı kölesi Ömer’in hadisi delil olmaz. Ensâr’dan birisi de meçhul bir kimsedir. Yani hadisin senedi iki yerden kopuk gibidir”)
[105] Kâf, 29.
[106] Yûnus, 64.
[107] Enam, 115.
[108] Kehf, 27.
[109] Ahzâb, 62.
[110] Fetih, 23.
[111] Fâtır, 43.
[112] Buhârî, Nikâh, bab: 8; Nesâî, Nikâh, bab: 4.
[113] Buhârî, Tefsîr, Sûrati’l-Leyl, bab: 2, hn: 4994; Kaderi, bab: 4; Tevhîd, bab: 54; Müslim, Kader, bab: 6-7, hn: 2647; Ebû Dâvûd, Sünnet, bab: 16, hn: 4694; Tirmizî, Tefsîr, Sûrati’l-Leyl, bab: 1, hn: 3344; Kader, bab: 3, hn: 2136; İbni Mâce, Mukaddime, bab: 10, hn: 78.
[114] Leyl, 5-10.
[115] Buhârî, Kader, bab: 2; Müslim, Kader, bab: 9, hn: 2649; Ebû Dâvûd, Sünnet, bab: 17, hn: 4709.
[116] Şems, 7-8.
[117] Müslim, Kader, bab: 10, hn: 2650; Müsned, İmam Ahmed, IV, 438.
[118] Müslim, Kader, bab: 8, hn: 2648; Müsned, İmam Ahmed, III, 335.
[119] Tirmizî, Kader, bab: 3, hn: 2135 (Tirmizî bu hadisin Hasen ve Sahîh olduğunu, bu konuda Hz. Ali’den, Huzeyfe b. Esîd’den, Enes b. Malik’ten ve İmrân b. Husayn’dan da hadisler rivayet edildiğini söylemiştir); Müsned, İmam Ahmed, I, 27, 29.
[120] Bkz. Müsned, İmam Ahmed, I, 6.
[121] Bkz. Müsned, İmam Ahmed, IV, 67.
[122] Bkz. Ebû Dâvûd, Sünnet, bab: 17. hn: 4696.
[123] Bkz. Müsned, İmam Ahmed, VI, 441.
[124] Tirmizî, Kıyâmet, bab: 59, hn: 2516 (Tirmizî hadisin Hasen ve Sahîh olduğunu söylemiştir); Müsned, İmam Ahmed, I, 293, 303, 307.
[125] Ebû Dâvûd, Sünnet, bab: 16, hn: 4699; İbni Mâce, Mukaddime, bab: 10, hn: 77.
[126] Müslim, Kader, bab: 34, hn: 2664; İbni Mâce, Mukaddime, bab: 10, hn: 79; Müsned, İmam Ahmed, II, 366, 370.
[127] Müslim, Kader, bab: 31, hn: 2662; Nesâî, Cenâiz, bab: 58; İbni Mâce, Mukaddime, bab: 10, hn: 82; Müsned, İmam Ahmed, VI, 41, 208.
[128] Buhârî, Enbiyâ’, bab: 31; Tefsîr, Sûrati Tâhâ, bab: 4; Kader, bab: 11; Tevhîd, bab: 37 (Metin bu bölüme aittir); Müslim, Kader, bab: 13, hn: 2652; Ebû Dâvûd, Sünnet, bab: 17, hn: 4701 (Ebû Dâvûd’un bu bölümünde hadis Hz. Ömer’den rivayet edilmiştir), 4702; İbni Mâce, Mukaddime, bab: 10, hn: 80; Muvatta’, Kader, bab: 1; Müsned, İmam Ahmed, II, 248, 264.
[129] Buhârî, Kader, bab: 6; Müslim, Nezr, bab: 7, hn: 1640 (Metin Müslim’e aittir); Tirmizî, Nuzur, bab: 10, hn: 1538; Nesâî, Eymân, bab: 26; Müsned, İmam Ahmed, II, 412.
[130] Tirmizî, Kader, bab: 8, hn: 2141 (Tirmizî hadisin Hasen, Sahîh ve Garib olduğunu, bu konuda Abdullâh b. Ömer’den de hadis rivayet edildiğini söylemiştir); Müsned, İmam Ahmed, II, 167.
[131] Ra`d, 11.
[132] Âlûsî, Rûhu’l-Me`ânî, XIII, 116. (Âlûsî “Bu hadisi İbni Ebî Şeybe, Ebû’ş-Şeyh ve İbni Merdûyeh’in rivayet ettiklerini söylemiştir.)
[133] Ra`d, 39.
[134] Buhârî, Buyu`, bab: 13; Edeb, bab: 12; Müslim, Birr, bab: 20, hn: 2557; Ebû Dâvûd, Zekât, bab: 45, hn: 1693.
[135] Buhârî, Edeb, bab: 12.
[136] Tirmizî, Kader, bab: 6, hn: 2139 (Tirmizî hadisin Hasen ve Garib olduğunu, bu konuda Esîd’den de hadis rivayet edildiğini söylemiştir).
[137] İbni Mâce, Mukaddime, bab: 10, hn: 90; Fiten, bab: 22, hn: 4022; Müsned, İmam Ahmed, V, 277, 280; Mûsânnefu İbni Ebî Şeybe, VI, 111, hn: 29858.
[138] Müsned, İmam Ahmed, V, 234 (Suyûtî bu hadisi Câmiu’s-Sağîr’inde zikretmiş, bunu İmam Ahmed’in, Müsnedi’nde, Taberânî’nin, Mu`cemu’l-Kebîri’nde, Ebû Ya`lâ’nın da Müsnedi’nde rivayet ettiklerini bildirmiş ve hadisin sahîh olduğunu gösteren işaret koymuştur); Suyûtî, Câmi`u’s-Sağîr, II, 453, hn: 7396.
[139] Hâkim, Mustedrek, II, 350 (Ra`d Sûresi Tefsîri). Hâkim bu hadisin senedinin sahîh olduğunu, bununla birlikte Buhârî ve Müslim’in bunu rivayet etmediklerini söylemiş, Zehebî de Ona katılmıştır.
[140] Müsned, İmam Ahmed, V, 329.
[141] Ebû Dâvûd, Vitr, bab: 5, hn: 1425; Tirmizî, Vitr, bab: 10, hn: 464; Nesâî, Vitr, bab: 1; İbni Mâce, İkâme, bab: 117, hn: 1178.
[142] Ra`d, 39.
[143] Yâsîn, 31.
[144] Muminûn, 41-42.
[145] Zümer, 42.
[146] İsrâ’, 12.
[147] Furkân, 70.
[148] Ra`d, 39.
[149] Mûsânnefu İbni Ebî Şeybe, VI, 69, hn: 29521.
[150] Taberî Tefsîri, XIII, 112; Âlûsî, Rûhu’l-Me`ânî Tefsîri, XIII, 170 (Âlûsî, bu sahâbî sözünü, `Abd b. Humeyd’in rivayet ettiğini söylemiştir).
[151] Taberî Tefsîri, XIII, 112; Âlûsî, Rûhu’l-Me`ânî Tefsîri, XIII, 170.
[152] Ra`d, 39.
[153] Âlûsî, Rûhu’l-Me`ânî Tefsîri, XIII, 171. (Âlûsî, bu sözü İbni Merdûyeh’in ve İbni `Asâkir’in rivayet ettiklerini söylemiştir)
[154] Ra`d, 39.
[155] Hâkim, Mustedrek, II, 349 (Hâkim, hadisin Sahîh ve Garip olduğunu söylemiş, Zehebî’de Ona katılmıştır).
[156] Ra`d, 39.
[157] Kurtubî Tefsîri, IX, 329.
[158] Taberî Tefsîri, XIII, 111; Kurtubî Tefsîri, IX, 329.
[159] Kurtubî Tefsîri, IX, 329.
[160] Munâfikûn, 11.
[161] A`râf, 34.
[162] Nûh, 4.
[163] Yûnus, 49.
[164] Nahl, 61.
[165] Müslim, Kader, bab: 32, 33, hn: 2663; Müsned, İmam Ahmed, I, 390, 413, 433, 445.
[166] Buhârî, Hayz, bab: 17.
[167] Buhârî, Enbiyâ’, bab: 1; Bed’u’l-Halk, bab: 6; Kader, bab: 1; Müslim, Kader, bab: 1, hn: 2643 (Metin Müslim’den alınmıştır); Tirmizî, Kader, bab: 4, hn: 2137 (Tirmizî hadisin Hasen ve Sahîh olduğunu, bu konuda Ebû Hurayra ve Enes’ten de hadis rivayet edildiğini söylemiştir); İbni Mâce, Mukaddime, bab: 10, hn:76.
[168] Mecma`u’z-Zevâid, X, 147. (Heysemî bu hadisi Taberânî’nin, Mûcemu’l-Evsatı’nda ve Bezzâr’ın da Müsnedi’nde rivayet ettiklerini, hadisin ravileri içerisinde Zekeriyyâ b. Manzûr’un bulunduğunu, bunun Ahmed b. Sâlih el-Mısrî tarafından güvenilir biri olduğu söylendiği, cumhurunsa bunu zayıf gördüğünü söylemiştir)
[169] Buhârî, Buyu`, bab: 13; Edeb, bab: 12; Muslim, Birr, bab: 20, hn: 2557; Ebû Dâvûd, Zekât, bab: 45, hn: 1693.
[170] En`âm, 2.
[171] Bkz. Kurtubî Tefsîri, IX, 330.
[172] Şeyh Hasan Karakaya, İslam Akâidi