"Yalnız sana ibadet eder senden yardım dileriz" ayeti tefsiri (ibn kayyım)
Fatiha Suresi’nde öyle iki kelam vardır ki bütün halk ve emir aleminin, semavi kitablar ve dinlerin, sevab ve cezanın sırrı bu iki kelamdadır.
Kulluk ve Tevhidin mihveri de bu iki sözdür.
Bu iki söz:
“Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz” ayetidir.
Hatta denilir ki Allah Teala yüzdört kitab indirdi, bütün bu kitabların manalarını Tevrat, İncil, ve Kur’an’da topladı. Kur’an’ın manalarını da Mufassalda (Kur’an’ın, araları sık sık besmele ile ayrıldığı için mufassal adı verilen orta ve kısa uzunluktaki surelerinde) topladı. Mufassalın manalarını da, Fatiha’nın, “Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım isteriz” ayetinde topladı.
Bu iki söz, Rabbiyle kulu arasında ikiye paylaştırılmıştır. Yarısı Allah Teala’nındır ki bu:
“Sadece ve sadece sana ibadet ederiz” kısmı, öteki yarısı da kuluna aittir ki:
“Yalnızca ve yalnızca senden yardım isteriz” kısmıdır.
Bunun sır ve manaları inşaallah yerinde açıklanacaktır.
“İbadet” iki esası içinde barındırır:
1 - Boyun eğme
2 - Zillet yanında son derece sevgi duyma.
Nitekim Arablar, horlanmış yola, küçültülmüş, aşağılanmış manasına “muabbed” derler.
Taabbüd:Tezellül, zelil olmak ve huşuyla, boyun eğmek demektir.
Öyle ise kendisini sevip de boyun eğmediğin varlığa gerçek manada kulluk etmiş olmazsın. Yine kendisini sevmeden boyun eğdiğin bir varlığa da gerçek manada kulluk etmiş olmazsın. Hem sevip hem boyun eğdiğinde ancak O’na kulluk etmiş olabilirsin.
Buradan anlaşılıyor ki, kullardan rablerini sevdiklerini inkar edenler kulluğun özünü inkar ediyorlar demektir. Yine O’nun kullar tarafından sevildiğini inkar edenler, Allah’ın alemlerin rabbi ve yaratıcısı olduğunu ikrar etseler bile gerçekte O’nun İlahlığını inkar etmişlerdir.
Halbuki, O’na ulaşmak ve O’nun rızasını kazanmak kulların en büyük arzu ve gayesidir. Bu, onların Allah’ı birlemelerindeki (tevhid) son noktadır. Arap müşriklerinin bile itiraf ettiği fakat bununla şirkten çıkmağa çalışmadıkları, rububiyetin birlenmesidir.
Nitekim Allah Teala bu konuda şöyle buyurur:
“Eğer onlara, kendilerini kimin yarattığını sorsan, şüphesiz Allah, derler” (Zuhruf, 87),
“Eğer onlara gökleri, ve yeri kim yarattı diye sorsan, şüphesiz Allah diyecekler” (Zümer,38)
“De ki yeryüzü ve oradakiler kimindir?.. Allah’ındır diyecekler. Söyle (onlara) öyle ise nasıl olup da büyüleniyorsunuz? “ (Hacc, 84- 89)
Allah bununla kendinden başka yaratıcı olmadığı gibi uluhiyetinin birliğine ve O’ndan başka varlığa ibadetin yaraşmayacağına delil getirmiştir.
İstiane (yardım taleb etmek) de iki esas taşır:
1 - Allah’a güvenmek,
2 - O’na dayanmak.
Şüphesiz kul insanlardan birine güvenir, O’na güvenmekle beraber, kendi işlerinde müstağni kalacak kadar O’na itimad etmez. Bazen insan, bir başkasına, güvenmemekle beraber, O’na olan ihtiyacından dolayı itimad edebilir, İtimad edip güveneceği birisi olmamasından, O’nun yerini tutacak bir başkası bulunmadığından dolayı O’na itimad eder. Böylece insan güvenmemekle beraber O’na itimad etmeye gerek duyar.
Tevekkül; güvenme ve itimadın birleşmesinden oluşan bir manadır.
“Tevekkül” : “Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz” ayetinin esas ve özüdür. Bu iki esas -tevekkül ve ibadet- Kur’an’ın birçok yerinde ve beraberce zikredilir, bu da onlardan birisidir.
İkincisi: Hz. Şuayb’ın sözüdür:
“Başarım sadece Allah’ın sayesindedir, O’na tevekkül eder, O’na yönelirim” (Hud, 88)
Üçüncüsü:
“Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir, bütün işler O’na döner, öyleyse O’na ibadet ve tevekkül et” (Yunus, 123) ayetidir.
Dördüncüsü:
“Ey Rabbimiz, sana tevekkül ettik, sana yöneldik, dönüş ancak sanadır” (Mümtehine, 4) ayetidir.
Beşincisi:
“Rabbinin adını zikret, kendini tamamen Allah’a ver. Batının da doğunun da Rabbi O’dur. O’ndan başka ibadete layık ilah yoktur. Öyleyse O’nu vekil edin.” (Müzemmil, 8-9)
Altıncısı:
“De ki: O; benim Rabbimdir, ondan başka ibadete layık ilah yoktur, ben yalnız O’na tevekkül ederim. Dönüş O’nadır.” (Rad, 30) ayetidir.
Bu altı ayetin hepsi de şu iki esası içerir:
“Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz”
Fatiha Suresi’nde ibadetin istianeden önce getirilmesi gayelerin vesilelerden önce geldiğini gösterir.
Zira ibadet kulların yaratılış gayesidir, istiane ise ibadete vesiledir.
Çünkü “Yalnız sana ibadet ederiz” Allah’ın ilahlığı ve Allah ismiyle ilgilidir.
“Yalnız senden yardım isteriz” ise Allah’ın Rububiyeti ve Rabb ismiyle ilgilidir.
Böylece surenin başlangıcında Allah isminin Rabb isminden önce geldiği gibi, “sadece sana ibadet ederiz.” kısmı da, “sadece senden yardım isteriz” kısmından önce gelmiştir.
Çünkü:
“Yalnız sana ibadet ederiz” Rabbin payıdır, böylece birinci bölümde yer almıştır, bu da Allah Teala’ya sena etmektir, Allah sena ve övgüye layıktır.
“Sadece senden yardım isteriz” kulun payıdır, kul tarafındandır ki bu da “bizi doğru yola ilet” ayetinden surenin sonuna kadar olan bölümdür.
Mutlak olarak ibadet, istianeyi de içine alır, fakat aksi böyle değildir. Buna göre Allah’a tam manasıyla kulluk yapan bir abid, aynı zamanda istiane ( Allah’tan yardım dileme) de yapmış demektir. Fakat Allah’tan her istianede bulunan kulluk yapmış değildir. Çünkü şehvet düşkünü insanlar bazan Allah’tan şehvetleri için de yardım isteyebilirler. Öyleyse kulluk istianeden daha kapsamlı ve daha mükemmeldir ve bundan dolayı da Rabb kısmında yer almıştır.
İstiane, ibadetin bir parçasıdır, İbadet istianenin bir parçası değildir,
İstiane, Allah’tan bir şey istemektir; İbadet ise, bizzat onu istemektir.
İbadeti, ancak ihlaslı kimseler yapar, İstiane ise, ihlaslı veya ihlassız herkesten sadır olabilir.
İbadet, Allah’ın sana yüklediği alacağı ve hakkıdır. İstiane ise ibadet için Allah’tan yardım taleb etmektir. Ve bu O’nun sana lütfedeceği sadakası mesabesindedir. O’nun hakkını ödemek ise sadakasını gözetmekten daha mühimdir.
İbadet, O’nun üzerindeki nimetlerinin şükrüdür. Allah şükredilmekten hoşlanır. Yardım etmesi, sana o işi yaptırması ve şükre seni muvaffak kılmasıdır. O’na kulluk yapmağa teşebbüs eder, kulluk boyunduruğuna girersen, Allah da sana kulluk için yardım eder. Kulluğa sarılmak ve O’nun boyunduruğuna girmek yardıma nail olmaya vesiledir. Kulun kulluğu her ne zaman tam olursa, Allah’ın ona yardımı daha fazla gelecektir. Böylece kulluğa sarılmak ve kulluğun boyunduruğu altına girmek yardımın gelmesine sebebdir. Her ne zaman kulun yaptığı kulluk tam bir şekilde olursa, Allah’dan kula gelen yardım da o derece büyük olur.
Kulluk iki yardımla kuşatılmıştır,
1 - Kulluktan önce kulluk görevini yerine getirmeye olan yardım
2 - Kulluğu yerine getirmek, kulluktan sonra başka bir kulluk görevini yerine getirmek üzere olan yardım.
Kulun eceli tamamlanıncaya kadar yardımlar birbirini izler gider.
Çünkü “Yalnız sana ibadet ederiz” Allah’adır, “sadece senden yardım isteriz” Allah iledir. O’na ait olan şey O’nunla beraber olandan önce gelir. Çünkü Allah’a ait olan şey O’nun muhabbeti ve rızasıyla ilgilidir. Allah’la beraber, O’nun sayesinde olan şey ise Allah’ın dilemesi ile ilgilidir. Allah’ın muhabbeti ile ilgili olan şey mücerred dilemesi ile ilgili olan şeyden daha mükemmeldir. Bütün kainat O’nun dilemesi ile ilgilidir, melekler, şeytanlar, müminler, kafirler, itaat edenler,isyan edenler. Allah’ın muhabbetini ilgilendiren onların itaat ve imanlarıdır.
Kafirler Allah’ın dilemesinin ehli, müminlerde muhabbetinin ehlidir, işte bu yüzden Allah’a ait olan hiç bir şey ebedi olarak ateşte, cehennemde kalmayacaktır. Cehennemde bulunan her şey Allah ile yani Allah’ın dilemesi ile ordadır.
İşte bütün bu sırlarla, “Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz” den önce gelmesinin hikmeti anlaşılmış olur.
Mabud ve Müstean olan Allah’ın isimlerinin fiillerinden önce getirilmesinde, kulların Allah’a karşı olan edepleri vurgulanmaktadır. Yine burada bir önemseme ve bir özen gösterme söz konusudur. Yine burada hasr yapılmasında yani mefulun öne alınmasında bir ilan etme mevzu bahistir. Bu tür bir tekid, “Ancak ve ancak sana ibadet eder, ancak ve ancak senden yardım isteriz” ifadesi ile aynı kuvvettedir (La na’budu illa iyyak ve la nestainu illa bik).
Arapçanın zevkine varan, O’nu kavrayan ve kullanım yollarını araştıran biri bu vurgunun manasını da anlar. Sibeveyh, bu vurgunun önem ifade ettiğine işaret etmiş, diğerleri de karşı çıkmamışlardır.
Mesela birisinin on köleyi azad edip, içlerinden birine “sadece seni azad ettim” demesi çirkin karşılanır, bunu duyan herkes onun bu davranışını çirkin görür ve bunun üzerine “onun dışındakileri de azad ettim” demek zorunda kalır.
Eğer burada bir vurgulama anlaşılmasaydı bu söz çirkin görülmez ve bunu inkar etmek de doğru olmazdı.
Şimdi Allah Teala’nın “yalnızca benden korkunuz” (Bakara, 40) ve “yalnızca benden sakınınız” (Bakara, 41) ayetlerini düşün “Benden başkasından korkmayınız ve benden başkasından sakınmayınız” ifadelerinde aynı gücü bulabilir misin?
Aynı şekilde “Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz” ifadesi ile “Senden başkasına ibadet etmeyiz, senden başkasından yardım istemeyiz” in ifade gücü aynı mıdır?
Zevki selim sahibi herkes bu vurgulamayı cümlenin gelişinden anlayabilir.
Aklı ve anlayışı kıt olanlarla bu konuda cedelleşmeye, şüphe ve şekk kapısını açmaya hiç değmez. Onlar ilimlerin afeti, zihnin ve anlayışların belasıdır. Kaldı ki “İyyake” “Sana” zamirinden zatın kendisine ve muttasıl zamirde bulunmayan bir hakikate işaret vardır.
Mesela: “Sadece seni kasdettim ve sadece seni sevdim” ifadesinde “senin hakikatin ve zatın benim amacımdır” şeklinde bir manaya delalet vardır ki, bu mana “seni kasd ederim, seni severim” de yoktur.
“Sadece seni kasdediyorum” da “senin kendini, nefsini, zatını, hakikatini kastediyorum” şeklinde bir mana vardır.
Buradan hareketle dilcilerden birisi, “iyya” nın muttasıl zamire izafe olunan zahir bir isim olduğunu söyler. Bu görüş doyurucu bir şekilde reddedilmedi. Eğer konumuz bu (nahiv) olsaydı bu meselede doyurucu bir cevab verirdik, bu konuda dilcilerin görüşlerini zikreder, tercih edilmesi gerekene geçerdik. Allah’ın yardımıyla belki ileride bu meseleye temas ederiz.
“İyyake- sana” zamirinin tekrar edilmesinde bu keyfiyetlerin her iki fiille de ilgili olduğuna bir işaret vardır. Zamirin cümle içinde tekrarlanmasında, tekrar edilmemesi halinde bulunmayan bir incelik vardır.
Mesela: bir krala “sadece seni seviyor ve sadece senden korkuyorum” dediğin zaman, bu cümlede kralın zatıyla ilgili sevgi ve korkunun vurgulanması ve kralın zikrinin önemsenmesi vardır. “Sadece seni sever ve korkarım” cümlesinde ise bu vurgu ve önemseme söz konusu değildir.
Fatiha Suresi’nde öyle iki kelam vardır ki bütün halk ve emir aleminin, semavi kitablar ve dinlerin, sevab ve cezanın sırrı bu iki kelamdadır.
Kulluk ve Tevhidin mihveri de bu iki sözdür.
Bu iki söz:
“Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz” ayetidir.
Hatta denilir ki Allah Teala yüzdört kitab indirdi, bütün bu kitabların manalarını Tevrat, İncil, ve Kur’an’da topladı. Kur’an’ın manalarını da Mufassalda (Kur’an’ın, araları sık sık besmele ile ayrıldığı için mufassal adı verilen orta ve kısa uzunluktaki surelerinde) topladı. Mufassalın manalarını da, Fatiha’nın, “Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım isteriz” ayetinde topladı.
Bu iki söz, Rabbiyle kulu arasında ikiye paylaştırılmıştır. Yarısı Allah Teala’nındır ki bu:
“Sadece ve sadece sana ibadet ederiz” kısmı, öteki yarısı da kuluna aittir ki:
“Yalnızca ve yalnızca senden yardım isteriz” kısmıdır.
Bunun sır ve manaları inşaallah yerinde açıklanacaktır.
“İbadet” iki esası içinde barındırır:
1 - Boyun eğme
2 - Zillet yanında son derece sevgi duyma.
Nitekim Arablar, horlanmış yola, küçültülmüş, aşağılanmış manasına “muabbed” derler.
Taabbüd:Tezellül, zelil olmak ve huşuyla, boyun eğmek demektir.
Öyle ise kendisini sevip de boyun eğmediğin varlığa gerçek manada kulluk etmiş olmazsın. Yine kendisini sevmeden boyun eğdiğin bir varlığa da gerçek manada kulluk etmiş olmazsın. Hem sevip hem boyun eğdiğinde ancak O’na kulluk etmiş olabilirsin.
Buradan anlaşılıyor ki, kullardan rablerini sevdiklerini inkar edenler kulluğun özünü inkar ediyorlar demektir. Yine O’nun kullar tarafından sevildiğini inkar edenler, Allah’ın alemlerin rabbi ve yaratıcısı olduğunu ikrar etseler bile gerçekte O’nun İlahlığını inkar etmişlerdir.
Halbuki, O’na ulaşmak ve O’nun rızasını kazanmak kulların en büyük arzu ve gayesidir. Bu, onların Allah’ı birlemelerindeki (tevhid) son noktadır. Arap müşriklerinin bile itiraf ettiği fakat bununla şirkten çıkmağa çalışmadıkları, rububiyetin birlenmesidir.
Nitekim Allah Teala bu konuda şöyle buyurur:
“Eğer onlara, kendilerini kimin yarattığını sorsan, şüphesiz Allah, derler” (Zuhruf, 87),
“Eğer onlara gökleri, ve yeri kim yarattı diye sorsan, şüphesiz Allah diyecekler” (Zümer,38)
“De ki yeryüzü ve oradakiler kimindir?.. Allah’ındır diyecekler. Söyle (onlara) öyle ise nasıl olup da büyüleniyorsunuz? “ (Hacc, 84- 89)
Allah bununla kendinden başka yaratıcı olmadığı gibi uluhiyetinin birliğine ve O’ndan başka varlığa ibadetin yaraşmayacağına delil getirmiştir.
İstiane (yardım taleb etmek) de iki esas taşır:
1 - Allah’a güvenmek,
2 - O’na dayanmak.
Şüphesiz kul insanlardan birine güvenir, O’na güvenmekle beraber, kendi işlerinde müstağni kalacak kadar O’na itimad etmez. Bazen insan, bir başkasına, güvenmemekle beraber, O’na olan ihtiyacından dolayı itimad edebilir, İtimad edip güveneceği birisi olmamasından, O’nun yerini tutacak bir başkası bulunmadığından dolayı O’na itimad eder. Böylece insan güvenmemekle beraber O’na itimad etmeye gerek duyar.
Tevekkül; güvenme ve itimadın birleşmesinden oluşan bir manadır.
“Tevekkül” : “Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz” ayetinin esas ve özüdür. Bu iki esas -tevekkül ve ibadet- Kur’an’ın birçok yerinde ve beraberce zikredilir, bu da onlardan birisidir.
İkincisi: Hz. Şuayb’ın sözüdür:
“Başarım sadece Allah’ın sayesindedir, O’na tevekkül eder, O’na yönelirim” (Hud, 88)
Üçüncüsü:
“Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir, bütün işler O’na döner, öyleyse O’na ibadet ve tevekkül et” (Yunus, 123) ayetidir.
Dördüncüsü:
“Ey Rabbimiz, sana tevekkül ettik, sana yöneldik, dönüş ancak sanadır” (Mümtehine, 4) ayetidir.
Beşincisi:
“Rabbinin adını zikret, kendini tamamen Allah’a ver. Batının da doğunun da Rabbi O’dur. O’ndan başka ibadete layık ilah yoktur. Öyleyse O’nu vekil edin.” (Müzemmil, 8-9)
Altıncısı:
“De ki: O; benim Rabbimdir, ondan başka ibadete layık ilah yoktur, ben yalnız O’na tevekkül ederim. Dönüş O’nadır.” (Rad, 30) ayetidir.
Bu altı ayetin hepsi de şu iki esası içerir:
“Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz”
Fatiha Suresi’nde ibadetin istianeden önce getirilmesi gayelerin vesilelerden önce geldiğini gösterir.
Zira ibadet kulların yaratılış gayesidir, istiane ise ibadete vesiledir.
Çünkü “Yalnız sana ibadet ederiz” Allah’ın ilahlığı ve Allah ismiyle ilgilidir.
“Yalnız senden yardım isteriz” ise Allah’ın Rububiyeti ve Rabb ismiyle ilgilidir.
Böylece surenin başlangıcında Allah isminin Rabb isminden önce geldiği gibi, “sadece sana ibadet ederiz.” kısmı da, “sadece senden yardım isteriz” kısmından önce gelmiştir.
Çünkü:
“Yalnız sana ibadet ederiz” Rabbin payıdır, böylece birinci bölümde yer almıştır, bu da Allah Teala’ya sena etmektir, Allah sena ve övgüye layıktır.
“Sadece senden yardım isteriz” kulun payıdır, kul tarafındandır ki bu da “bizi doğru yola ilet” ayetinden surenin sonuna kadar olan bölümdür.
Mutlak olarak ibadet, istianeyi de içine alır, fakat aksi böyle değildir. Buna göre Allah’a tam manasıyla kulluk yapan bir abid, aynı zamanda istiane ( Allah’tan yardım dileme) de yapmış demektir. Fakat Allah’tan her istianede bulunan kulluk yapmış değildir. Çünkü şehvet düşkünü insanlar bazan Allah’tan şehvetleri için de yardım isteyebilirler. Öyleyse kulluk istianeden daha kapsamlı ve daha mükemmeldir ve bundan dolayı da Rabb kısmında yer almıştır.
İstiane, ibadetin bir parçasıdır, İbadet istianenin bir parçası değildir,
İstiane, Allah’tan bir şey istemektir; İbadet ise, bizzat onu istemektir.
İbadeti, ancak ihlaslı kimseler yapar, İstiane ise, ihlaslı veya ihlassız herkesten sadır olabilir.
İbadet, Allah’ın sana yüklediği alacağı ve hakkıdır. İstiane ise ibadet için Allah’tan yardım taleb etmektir. Ve bu O’nun sana lütfedeceği sadakası mesabesindedir. O’nun hakkını ödemek ise sadakasını gözetmekten daha mühimdir.
İbadet, O’nun üzerindeki nimetlerinin şükrüdür. Allah şükredilmekten hoşlanır. Yardım etmesi, sana o işi yaptırması ve şükre seni muvaffak kılmasıdır. O’na kulluk yapmağa teşebbüs eder, kulluk boyunduruğuna girersen, Allah da sana kulluk için yardım eder. Kulluğa sarılmak ve O’nun boyunduruğuna girmek yardıma nail olmaya vesiledir. Kulun kulluğu her ne zaman tam olursa, Allah’ın ona yardımı daha fazla gelecektir. Böylece kulluğa sarılmak ve kulluğun boyunduruğu altına girmek yardımın gelmesine sebebdir. Her ne zaman kulun yaptığı kulluk tam bir şekilde olursa, Allah’dan kula gelen yardım da o derece büyük olur.
Kulluk iki yardımla kuşatılmıştır,
1 - Kulluktan önce kulluk görevini yerine getirmeye olan yardım
2 - Kulluğu yerine getirmek, kulluktan sonra başka bir kulluk görevini yerine getirmek üzere olan yardım.
Kulun eceli tamamlanıncaya kadar yardımlar birbirini izler gider.
Çünkü “Yalnız sana ibadet ederiz” Allah’adır, “sadece senden yardım isteriz” Allah iledir. O’na ait olan şey O’nunla beraber olandan önce gelir. Çünkü Allah’a ait olan şey O’nun muhabbeti ve rızasıyla ilgilidir. Allah’la beraber, O’nun sayesinde olan şey ise Allah’ın dilemesi ile ilgilidir. Allah’ın muhabbeti ile ilgili olan şey mücerred dilemesi ile ilgili olan şeyden daha mükemmeldir. Bütün kainat O’nun dilemesi ile ilgilidir, melekler, şeytanlar, müminler, kafirler, itaat edenler,isyan edenler. Allah’ın muhabbetini ilgilendiren onların itaat ve imanlarıdır.
Kafirler Allah’ın dilemesinin ehli, müminlerde muhabbetinin ehlidir, işte bu yüzden Allah’a ait olan hiç bir şey ebedi olarak ateşte, cehennemde kalmayacaktır. Cehennemde bulunan her şey Allah ile yani Allah’ın dilemesi ile ordadır.
İşte bütün bu sırlarla, “Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz” den önce gelmesinin hikmeti anlaşılmış olur.
Mabud ve Müstean olan Allah’ın isimlerinin fiillerinden önce getirilmesinde, kulların Allah’a karşı olan edepleri vurgulanmaktadır. Yine burada bir önemseme ve bir özen gösterme söz konusudur. Yine burada hasr yapılmasında yani mefulun öne alınmasında bir ilan etme mevzu bahistir. Bu tür bir tekid, “Ancak ve ancak sana ibadet eder, ancak ve ancak senden yardım isteriz” ifadesi ile aynı kuvvettedir (La na’budu illa iyyak ve la nestainu illa bik).
Arapçanın zevkine varan, O’nu kavrayan ve kullanım yollarını araştıran biri bu vurgunun manasını da anlar. Sibeveyh, bu vurgunun önem ifade ettiğine işaret etmiş, diğerleri de karşı çıkmamışlardır.
Mesela birisinin on köleyi azad edip, içlerinden birine “sadece seni azad ettim” demesi çirkin karşılanır, bunu duyan herkes onun bu davranışını çirkin görür ve bunun üzerine “onun dışındakileri de azad ettim” demek zorunda kalır.
Eğer burada bir vurgulama anlaşılmasaydı bu söz çirkin görülmez ve bunu inkar etmek de doğru olmazdı.
Şimdi Allah Teala’nın “yalnızca benden korkunuz” (Bakara, 40) ve “yalnızca benden sakınınız” (Bakara, 41) ayetlerini düşün “Benden başkasından korkmayınız ve benden başkasından sakınmayınız” ifadelerinde aynı gücü bulabilir misin?
Aynı şekilde “Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz” ifadesi ile “Senden başkasına ibadet etmeyiz, senden başkasından yardım istemeyiz” in ifade gücü aynı mıdır?
Zevki selim sahibi herkes bu vurgulamayı cümlenin gelişinden anlayabilir.
Aklı ve anlayışı kıt olanlarla bu konuda cedelleşmeye, şüphe ve şekk kapısını açmaya hiç değmez. Onlar ilimlerin afeti, zihnin ve anlayışların belasıdır. Kaldı ki “İyyake” “Sana” zamirinden zatın kendisine ve muttasıl zamirde bulunmayan bir hakikate işaret vardır.
Mesela: “Sadece seni kasdettim ve sadece seni sevdim” ifadesinde “senin hakikatin ve zatın benim amacımdır” şeklinde bir manaya delalet vardır ki, bu mana “seni kasd ederim, seni severim” de yoktur.
“Sadece seni kasdediyorum” da “senin kendini, nefsini, zatını, hakikatini kastediyorum” şeklinde bir mana vardır.
Buradan hareketle dilcilerden birisi, “iyya” nın muttasıl zamire izafe olunan zahir bir isim olduğunu söyler. Bu görüş doyurucu bir şekilde reddedilmedi. Eğer konumuz bu (nahiv) olsaydı bu meselede doyurucu bir cevab verirdik, bu konuda dilcilerin görüşlerini zikreder, tercih edilmesi gerekene geçerdik. Allah’ın yardımıyla belki ileride bu meseleye temas ederiz.
“İyyake- sana” zamirinin tekrar edilmesinde bu keyfiyetlerin her iki fiille de ilgili olduğuna bir işaret vardır. Zamirin cümle içinde tekrarlanmasında, tekrar edilmemesi halinde bulunmayan bir incelik vardır.
Mesela: bir krala “sadece seni seviyor ve sadece senden korkuyorum” dediğin zaman, bu cümlede kralın zatıyla ilgili sevgi ve korkunun vurgulanması ve kralın zikrinin önemsenmesi vardır. “Sadece seni sever ve korkarım” cümlesinde ise bu vurgu ve önemseme söz konusu değildir.