FETHULLAH GÜLEN İTİKADİNDEKİ ARIZAYA ÖRNEK
"Fethullah Gülen'le Amerikada 1 ay" isimli kitabından
Yazar : Ali Ünal Fethullah gülen hakkında röportaj yaptığı kitabından : sayfa 83 - 84 Nil yay. basım 2001

" ALLAHa iman , arz etmeye çalıştığım gibi , diğer iman esaslarına inanmayı da gerektirir. İman esaslarına göre , İslamın şartları füruuata girer . İslamın şartlarına göre , diğer ahkam furuata girer.
Bir örnek: Henüz başını örtmeyen bir kadın , bir müftüye gidip , "Ben başımı örtemiyorum ; hacca gitmek istiyorum, ne yapayım ? " diye sorar :
Müftü efendi , "boşuna yorulma ; başını kapamadıkça , haccın kabul olmaz " diye cevap verir.
Halbuki , Hac ayrı bir ibadettir , başın kapatılması ayrı bir emirdir. Birinin yapılmaması , diğerinin yapılmamasını gerektirmediği gibi , şartlarına riayet edilerek yapılan bir vazife , diğerinin kabulune mani olmaz. kaldı ki hac , İslamın beş şartlarındandır . Başı örtme ise , bu beş şart içinde olmayan bir emirdir . O kadın hacca gider , bir şartı yerine getirmemiş olur ve büyük ihtimal , bundan sonra da gönülden ALLAHa yönelir . Maalesef , bu hususlar yeterince idrak edilemediği için büyük hatalar yapılıyor .
Başı örtme emri , Efendimizin peygamberliğinin 18 veya 19 . yılında ve medine döneminde gelmiştir. O zamana kadar böyle bir emir yoktu ve müslüman kadınların başları kapalı değildi. İçki , üç merhaleli olarak yasaklanmıştı. Bedir ve uhud şehidlerinden belki çoğunun kursağında , şehid olduklarında içki vardı . Hatta , içki yasağı gelince , bazıları bu şehidlerin durumu ne olacak , kursaklarında içki ile gittiler diye endişeye düşünce , " ALLAH , o önce yaptıklarınızdan dolayı imanınızı , yani o zamanki amellerinizi , kazandıklarınızı zayi edecek değildir." ayetiyle onları rahatlattı. O dönemde , zihinler ve kalbler hazırlana tebliğ yapılmış ve ahkam vaz' edilmişti"
TENKİD :
Şimdi hakikatlere bir göz atalım . Nasılda çarpık ve fasit misallarla baş açıklığına delil getirmeye çalışmış görelim.
Evvela İslam alemi Peygamberden , sahabeden , tabiinden , mezheb alimlerinden mücaddid ve müctehidlerinden hiç birisi bu güne kadar ALLAHın muhkem bir ayetine (tesettür hükmüne ) furuattır dememişlerdir.
Sonrada başını örtemden hacca gitmek isteyen bir bayanı akli olarak caizliğine hükmetmiş , müftüyü ve islam alemini terse yatırmıştır. Hiç başı açık hacı gördünüz mü ?
Delil olarak ta ne sunmuş ? : Hac ayrı bir ibadet , baş örtmek ayrı bir emir. Diyerek akli olarak haklı çıkmaya , bundan sonra baş açık hacca gitmeye çığır açacak bir kapı açmaya fetva vermiştir. Üstelik zan !! ile hareket ederek , yani hacdan geldikten sonra örtünebilir umuduyla buna fetva vermiştir !!
Evet gerçekten de her ikisi de ayrı hükümlerdir. Diğer ayrı farzların olduğu gibi ...
Nasıl ki namaz farzı bir hükümdür , Abdest ayrı bir emirdir . Namaz farzını yapabilmemiz için diğer bir farzı (abdesti ) yerine getirmeden namaz caiz olmazsa ; namaz geçerli olabilmesi için diğer emri de yani abdesti de yerine getirmemiz FARZdır. !!
Hacc Arafattır . Arafata çıplak çıkılmaz. ALLAH rasulunun tatbikatına karşı çıkılarak ben yaptım oldu mantığıyla dinde bidat yenilikler icat edilemez.
Bunun sağlam bir delil olmadığını çok iyi bilen zat , bu seferde sinsice tesettürün farziyetini ve önemini bozmaya , düşürmeye ve yıpratmaya çalışarak baş açıklığına yol bulmaya çalışmıştır.
"Tesettür emrinin peygamber efendimizin peygamberliğinin 18 veya 19. yılında Medine döneminde gelmiştir . O zaman kadar böyle bir emir yoktu ! " diyerek sonradan gelen farz ayetlerin iptal edilebileceğine , yapılmayabileceğine , çünkü bu ilk inen islamın şart emirlerden değil sonradan gelen farzlardandır manası yüklemiştir. Bu mantıkla hükümleri değerlendirirse yine geç inen ayetlerden zina , cuma , içki vs pekçok farzın iptali ve istismarı fetvalarına yol açmaktadır. Küfür rejimlerinin her kırbaç şaklatmasında bu emirlerinde geç inmesinden dolayı yeni fetvalar !! peydahlayacaktır. Tabi İslam aleminin teveccühüne!! mazhar olmaya devam edecektir
Uhud şehidlerinin kursaklarında içki olmasını da ve onların bir sorumluluğu olmadığını da kendinepayanda almaktadır.
Ama şunu çok iyi bilmektedir ki daha o zaman İçki haram kılınmamıştır !!
savaş bitmiş ve içki ayeti kesin haramlığıyeni inmiştir !! Bunun üzerine sahabeler sorduklarında , ALLAHın onlara daha emir (yasak)vermediği için veballerinin olmadığı açıklanmıştır . O andan itibaren de kimse içmemiştir.İçenlerde vebalde olmuşlar cezalandırılmışlar , helal diyenlerde KAFİR hükmünü almışlardır!!!
Bu hüküm geç inmiştir diye , Uhud şehidlerini kendilerine delil almamışlardır .
ALLAHın emri ilk insin son insin , ister kuranda o konuda 1 tane ayet olsun ister 500 ayet olsun aynı kuvvettedir .
(müslümanlar için)
SELAM HİDAYETE TABİ OLANLAR ÜZERİNE OLSUN
Fethullah GÜLEN, Peygamberimizin amcası Hamza’nın kendine, sayılamayacak kadar çok yardım ettiğini iddia eder ve onlardan birini şöyle anlatır:
Ankara’dan İstanbul’a geliyoruz... “Kartal civarına kadar geldik. Hava hafif hafif yağıyordu. Oralarda çukurca bir yer varmış; tam biz oraya yaklaşmıştık ki, yağmur olanca hızıyla şiddetlendi. Rampanın dibine indiğimizde de bujileri su aldı ve araba stop etti. Bir-iki dakika içinde su kabardı ve bizim arabayı yüzdürmeye başladı. Her geçen dakika su daha da kabarıyor ve bir afet halini alıyordu. Öyle ki kısa bir müddet sonra kalas yüklü kamyonları bile kaldırıp, sağa sola sürüklemeye başladı. Camı biraz açayım, dedim, içeriye dolan su üçümüzü de sırılsıklam ıslattı. Hemen camı kapattım. Elden bir şey gelmiyordu. Koca otobüs ve kamyonlar dahi suyun yüzünde adeta saman çöpüne dönmüşlerdi. Hatta onlardan birkaçı, sağımızdan, solumuzdan geçerken “Geçen sene burada bir sürü taksi sürüklendi gitti.” diyerek moralimizi de bozdular... Ya araba kıyıdaki bariyerlere vurur da parçalanırsa; halbuki emanet.. durmadan bunları düşünüyorum...
Bir ara baktım büyük bir kalas bize doğru geliyor. Aklımdan, şu kalas bizim ile sütre arasında dursa hiç olmazsa araba kıyıdaki sütrelere çarpmaz diye düşündüm ve tam o esnada arkadaşlara “dua edin” dedim. Kendim de “Ya Seyyidena Hamza! Ya Seyyidena Hamza!” diyerek o yüce ruhu, imdadımıza göndersin diye Cenab-ı Hakk’a dua ettim. Üzerimize doğru gelmekte olan kalas, yanımızdan geçerek gözden kayboldu... Ve hayrettir selin mecrası birden değişti, hızı da azaldı... Olayın şahitleri var. Bu değişikliği ve birden selin hızının azalmasını fiziki kanunlarla izah imkansız. Hiçbirimizin şüphesi kalmadı ki, Cenab-ı Hakk o mukaddes ve yüce ruhu istihdam buyurdu ve yardımımıza gönderdi... .
( Küçük Dünyam 2, Zaman Gazetesi 28 Kasım 1996, ayrıca
http://arsiv.zaman.com.tr/1996/11/28...ndi/index.h tml ; (30/11/2003)
Hem “Ya Seyyidenâ Hamza! Ya Seyyidenâ Hamza!” yani “Efendimiz Hamza, efendimiz Hamza yetiş!..” diyor, hem de “o yüce ruhu, imdadımıza göndersin diye Cenab-ı Hakk’a dua ettim ” diyor.
Bunun neresi Allah’a dua? Sonra şöyle diyor:
“Ehl-i tahkik, şahıslardan istimdat etmeyi mahzurlu görürler. Kanaatimce her meselede olduğu gibi, bu meselede de ölçüyü iyi ayarlamak, ifrat ve tefritten kaçınmak gerekir. Bize göre büyük ve mukaddes ruhlardan istimdat olabilir; fakat kalbin ibresi her an Cenab-ı Hakk’ı göstermelidir. Yani bu büyüklere, vesile ve vasıtalıktan öte tasarruf adına hiçbir paye verilmemelidir. Zaten onları vesile olarak istihdam buyuracak da yine Cenab-i Hak’tır. O dilemedikten sonra, hiç kimsenin, hiçbir meselede yardımcı olması, bir şey yapması mümkün değildir. Ama, Hak tecelli eyleyince her işi âsân eder; halk eder esbabını bir lahzada ihsan eder.” Bu hususu da böyle tespit ettikten sonra: Büyük ve mukaddes ruhlar ceset kafesinden kur-tulduklarında, adeta bir melek haline gelirler... Hele bunlardan, canlarını yüce, yüksek bir ideal ve davaya adamış olanlar, kendileriyle aynı düşünceyi paylaşanları Allah’ın izniyle her zaman destekler, onlara arka çıkar ve onları korurlar. Ama, arz ettiğim gibi frekans birliği şarttır”.
Bu kılıfa vereceğimiz cevap şu ayetlerdir :
“Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz..“ (Neml 62)
Güç yetirilemeyen konularda Allah’tan başkasından yardım alınabilirse, kim Allah’a sığınır?
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“De ki, Allah’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler.
Çağırıp durdukları bu şeyler de Rablerine hangisi daha yakın diye vesile ararlar, rahmetini umar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı cidden korkunçtur.” (isrâ 56-57)
“Allah neyi gizlediğinizi, neyi açığa vurduğunuzu bilir.
Allah’ın yakınından çağırdıkları ise bir şey yaratamazlar; esasen kendileri yaratılmıştır.
Onlar ölüdürler, diri değil. Ne zaman dirileceklerini de bilemezler.” (Nahl 19-21)
İsa’ya Allah diyen Katolikler de benzeri ifadeleri kullanarak şöyle diyorlar:
“İsa kendiliğinden bir şey yapamaz. Her şeyi kendisini gönderen Baba’dan alır . (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 859)
Şimdi o, Baba’nın yanında Hıristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır. Allah’ın huzurunda daima hazır bulunmaktadır” (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 519).
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“İşte Rabbiniz olan Allah… Hakimiyet onundur. Onun yakınından çağırdıklarınız bir çekirdek zarına bile hükmedemezler. Onları çağırsanız, çağrınızı işitmezler; işitmiş olsalar bile size karşılık veremezler; kıyâmet günü de sizin ortak saymanızı tanımazlar. Hiç kimse sana, her şeyin iç yüzünü bilen Allah gibi, haber veremez.” (Fatır 13-14)
“De ki: “Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kurtaran kimdir? Bundan bizi kurtarırsan şükredenlerden olacağız diye ona gizli gizli yalvarır yakarırsınız.”
De ki: “Allah sizi ondan ve her sıkıntıdan kurtarır, sonra da ona ortak koşarsınız.” (En’am 63-64)
“Gemiye bindiklerinde, şirkten uzak bir şekilde, yalnız ona boyun eğerek Allah’a yalvarırlar. Allah onları karaya çıkardı mı, bir de bakarsın ona eş koşmaya kalkışıyorlar.” (Ankebut 65)
Hamza gibi şehidlerin ölmediğini ispat için şu ayete dayanılıyor:
“Allah yolunda öldürülenlere ´ölüler demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ama siz bunu fark edemezsiniz.” (Bakara 27154)
Allah, “siz bunu fark edemezsiniz” dediğine göre bize söz düşmez. Onlardaki canlılık, insanın fark edebileceği cinsten olsaydı, öncelikle Peygamberimiz fark eder, Hamza’nın ölümüne pek fazla üzülmezdi.
Abdullah b. Mes’ud diyor ki; “biz onun, Hamza’ya ağladığı kadar bir şeye ağladığını görmedik. Onu kıbleye doğru koydu, cesedinin başında durdu ve sesli olarak, hıçkıra hıçkıra ağladı” (Safiyyu’r-Rahmân el-Mubârekfûrî, er-Rahiku’l-Mahtûm, Beyrut 1408/1988, s. 255-256.)
Konu ile ilgili diğer âyetler şöyledir:
“Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma. Hayır, onlar diridirler, Rableri katında rızıklanırlar.Onların içleri açılır; çünkü onlara Allah, kendi ikramından vermiştir. Arkadan gelip kendilerine henüz katılmamış olanlar adına da sevinirler. Çünkü onları korkutacak veya üzülmelerine sebep olacak bir şey yoktur.
Allah’ın nimeti ve ikramı sebebiyle de sevinirler. Allah, müminlerin alacağı karşılığı azaltmayacaktır.” (Al-i İmran 169-171)
Bir an için “siz bunu fark edemezsiniz” hükmünün olmadığını ve iyi müminlerin onların farkına vardığını düşünelim. Bu durumda fark edilecek tek şey, içinde bulundukları nimetler olur. Bu, onların insanlara yardım edeceğine delil olmaz. Onlardan yardım isteyenlerin durumu, şu ayette açıklanandan başkası değildir:
“Allah’ın yakınından kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek kimseyi çağırandan daha sapık kimdir? Oysaki bunlar onların çağrısından habersizdirler.” (Ahkaf 5)
Mekke müşrikleri de tanrılarında var saydıkları gücü Allah’ın verdiğine inanırlardı. Kabe’yi tavaf ederken şöyle derlerdi:
“Lebbeyk lâ şerîke lek illâ şerîkun huve lek temlikuhu ve mâ melek”
“Emret Allah’ım, Senin hiçbir ortağın yoktur. Yalnız bir ortağın vardır ki, onun da bütün yetkilerinin de sahibi sensin.”
Bu, delilsiz bir iddiaydı.
Bunu bize nakleden İbn Abbas diyor ki:
"Onlar “Lebbeyk lâ şerîke lek = Emret Al-lah’ım, Senin hiçbir ortağın yoktur.” dediklerinde, Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle derdi: “Yazıklar olsun; burada kesin, burada kesin ”
(Muslim, Hacc, 22, Hadis no 1185.)
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Desen ki: ‘Gökten ve yerden size rızık veren kim? Ya da işitmenin ve gözlerin sahibi kim? Kimdir o diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran? Ya her işi düzenleyen kim?’ Onlar: ‘Allah’tır!’ diyeceklerdir. Deki; ‘O halde ona karşı gelmekten sakınmaz mısınız?’
İşte sizin gerçek Rabbiniz Allah budur. Hakkın ötesi sapıklık değildir de ya nedir? Nasıl da çevriliyorsunuz?” (Yunus 31-32)
Hamza’yı, Abdulkadir Geylânî’yi veya başkasını yardıma çağıranlarla zaman zaman şöyle konuşmalar yaparız:
- Onlar sizi tanıyor mu?
- Allah tanıtamaz mı?
- Onlar sizi duyabilirler mi?
- Allah duyuramaz mı?
- Onlar sizin konuştuğunuz dili bilirler mi?
- Allah öğretemez mi?
Peki onlar ölmemişler midir?
- Onlar ölmezler, desem okuduğun ayetlere göre bunun bir faydası yoktur.
- Demek Allah Teâlâ önce onlara dirilik verecek, sonra sizi ona tanıtacak, sesinizi duyuracak, dilinizi öğretecek ve sizi anlamasını sağlayacak; sonra da sizin lehinize aracılık yapmasına, kendine karşısında sizi savunmasına müsaade edecek. Size göre aynı anda on binlerce kişi onlara baş vurmakta ve yardım istemektedir. Bunların her birini anlaması ve sıraya koyması da gerekecektir. Bu, ancak hayal aleminde olabilir!
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah’ın yakınından çağırdıklarınız da, sizin gibi kullardır. Eğer haklıysanız onları çağırın da size cevap versinler bakalım.
Onların yürüyecek ayakları mı var, yoksa tutacak elleri mi var, ya da görecek gözleri mi var, veya işitecek kulakları mı var? De ki: “Ortaklarınızı çağırın sonra bana tuzak kurun, hiç göz açtırmayın.”
“Çünkü benim velim Kitap’ı indiren Allah’tır. O, iyilere velilik eder.”
“Onun yakınından çağırdıklarınız kendilerine yardım edemezler ki size yardım etsinler.” (Araf 191-197)
FETHULLAH GÜLEN (yıllar önce) TAĞUTLARLA ANLAŞMADAN ÖNCE TESETTURSUZ OKLA GİDİLMEZ, BAŞÖRTÜSÜ OKUMAK İÇİN AÇILMAZ DİYORDU!!
"MUBAHELE / LANETLEŞME" NASIL 'DİYALOG' OLDU?
"Sana bu ilim (yani, Hıristiyanların inanıp, iddia ettiğinin aksine, İsa’nın -a.s.- sadece ALLAH’ın kulu ve rasulu olduğu, babasız doğmuş diye asla ALLAH ya da tanrının oğlu olamayacağı ilmi) geldikten sonra seninle çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı, biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de ALLAH’tan yalancıların üzerine lanet dileyelim." (Âl-i İmran, 61)
Ayetin iniş sebebi şöyle:
Necranlılardan iki Rahip, Rasûl’e (a.s.) geldiler. Konuşurlarken ALLAH’ın Rasulu bunlara: "İslam’a giriniz!" buyurdu.
Onlar: "Biz sizden çok önce İslam’a girmişiz" dediler.
Rasûlullah: "Yalan söylüyorsunuz; Şu üç şey sizde oldukça siz İslam değilsiniz:
1-ALLAH’ın çocuğu var sözünüz.
2-Domuz eti yemeniz.
3-Ve haça tapmanız."
Onlar: "Öyle ise İsa’nın babası kimdir?" dediler. Cenabı Rasul, onların bu sorularına verecek cevabı bilmiyordu. Sukût etti. Bunun üzerine ALLAH-u Teala bu ayet-i celileyi indirdi.
ALLAH’ın Rasulü ayetleri okudu. Onları lanetleşmeye davet etti.
Onlar, bundan imtina ettiler. Cizye vermek üzere bir anlaşma yaparak yurtlarına döndüler.
Ayetin açık manası şöyledir:
Ya Muhammed! Tevhidden ayrılmış, ALLAH yolundan sapmış olan Nasranilerden/Hıristiyanlar, İsa’nın ALLAH’ın kulu ve peygamberi olduğuna dair ayet ve açık deliller sana ilahî vahiy yoluyla geldikten sonra, bu ayetleri duyarlar da iddia ve düşmanlığa devam ederlerse, onlara deki:
Ey Necranlılar! Azim ve sebat ile gelin! Biz her birimiz oğullarımızı ve sizden her biriniz oğullarınızı çağırsın ve bizden her birimiz kadınlarımızı ve sizden her biriniz kadınlarınızı; bizden her birimiz nefislerimizi ve sizden her biriniz de nefislerinizi çağıralım! Sonra sıdkı sadakatla tezarrû ve niyaz ile, içten ve ruhtan gelen bir ceht ile lanet duası yapalım da; ALLAH’ın lanetini, İsa hakkında yalancı olanların üzerine bindirelim ve boyunlarına geçirelim."
Ayetin açık manası böyle.
ALLAH’ın Rasûlu ile Necranlılar arasında yapılacak olan bu lanetleşme öyle tehlikeli idi ki. İki taraf toplanacaklar, sıdk ve azimle "sizden ve bizden hangimiz yalancı ise ALLAH’ın laneti onun üzerine olsun!" diyecekler ve yalancının mahvına dua edeceklerdi. Böyle bir dua ise, yalancı olan tarafın helakine ve yeryüzünde neslinin kesilmesine sebep olacaktı.
Böyle bir duaya ancak hak üzerinde olanlar iştirak edebilirlerdi. Bu lanetleşmenin neticesinin ne olacağını Ahir zaman Peygamberi bildiği gibi, Necranlılar da bilirlerdi ki; Herhangi bir kavim bir peygamberle lanetleşmişse helak olmuş, yeryüzünde nam-u nişanı kalmamıştı. Mukaddes kitaplar ve din tarihleri bu hakikati açık olarak yazmışlardı. Ehl-i kitab bunu çok iyi bilirdi. Bunun içindir ki: Peygamberlerin bu teklifi Necran'lılara ağır gelmiş ve onları düşündürmüştür.
Lanetleşmeye davet etmezden önce iki taraf arasında uzun mücadele ve munâkaşalar olmuş ve her defasında da Hıristiyanlar mağlup olmuşlardı.
Yukarıda da geçtiği üzere Rasul İsa’nın ALLAH’ın oğlu olmadığını, kulu ve Rasulu olduğunu gayet açık delillerle ispat ettiği halde, onlar yine küfürlerinde ısrar ettiler de hakkı kabul etmediler.
Bunun üzerine Peygamber (as) onlara:
-Hakkı kabul etmeyecek olursanız, Rabbim bana sizi lanetleşmeye çağırmayı emretti, dedi.
Onlar: -Yâ Eb-el Kasım/Ey Kâsım’ın babası!: Bize musaade et, gidelim sonra gelir, dediğini yaparız, dediler ve çıkıp gittiler. Necranlılar yurtlarına vardıklarında içlerindeki bilginlere, bu lanetleşme işi hakkında düşüncelerini sordular.
Onlar da şu cevabı verdiler: "Bilirsiniz ki, Muhammet gerçekten ALLAH tarafından gönderilmiş bir Nebidir. Yemin olsun İsa (as) hakkında söylediklerinin hepsi doğrudur. Herhangi bir kavim bir Nebi ile lanetleşmişse o kavim tamamen yok olmuştur. Eğer Muhammed (as) ile lanetleşirseniz yeryüzündeki kökünüz tamamen kazınır, yok olur. Dininizde kalmak istiyorsanız bu zata veda edin ve yurdunuza dönün."
Hıristiyan Necranlılar kendi aralarında konuşurlarken Rasûlullah (as) üzerinde siyah kıldan yapılmış bir aba olduğu halde evden çıktı. Önce yanına Hasan geldi, onu siyah abasının içine aldı, sonra Huseyin geldi. Onu da abasının altına aldı. Sonra Fatıma, sonra Ali (r.anhum) de geldiler, onları da abanın altına aldı ve: "ALLAH sizden azabı kaldırmak ve sizi tamamen temizlemek istiyor, Ey ehli beyt!" (Ahzab, 33/33) ayetini okudu.
Bundan dolayı ehli sünnet arasında bu zevata "Ehl-i âbâ" denilir oldu. Bundan sonra hepsi beraber hareket ettiler. Huseyin elleri boynunda koşuyor, Rasûlullah (as) Hasan’ın elinden tutmuş, Hazreti Fatıma babasının ardında. Ali de Fatıma’nın (ALLAH hepsinden razı olsun) arkasında olduğu halde mescide doğru yürüyorlardı.
Hem gidiyorlar, hem de ALLAH’ın Rasûl’u (as) onlara: "Ben dua ettiğim zaman siz "amin" deyiniz!" diye telkinde bulunuyordu.
Necranlılar Ehl-i Beyt’in gelmekte olduğunu görünce diğerlerine;
- Ey Nasara/Hıristiyanlar! Ben öyle yüzler görüyorum ki: Onlar, ALLAH’tan bir dağın yerinden kaybolmasını istemiş olsalar, ALLAH o dağı yerinden kaldırır. Siz, bunlarla "lanetleşmeyiniz. Yemin olsun hepiniz helak olursunuz. Yeryüzünde Nasranî/Hıristiyan kalmaz" dedi.
ALLAH’ın Rasulu yanlarına geldiğinde onlar:
- "Ya Ebel’Kâsım! Biz seninle mübahele etmemeye (lanetleşmemeye) ve seni dininde bırakıp memleketimize dönmeye karar verdik" dediler.
Bunun üzerine ALLAH’ın Rasulu:
- "Mubaheleden/Lânetleşmekten vazgeçmiş iseniz İslam’a giriniz. Müslümanların lehine olan sizin lehinize ve Müslümanların aleyhine olan sizin de aleyhinize olsun" buyurdu.
Onların, İslam dinini kabul etmemeleri üzerine ALLAH’ın Rasulü:
- "Sizi savaşmaya davet ederim" dedi.
Savaş teklifini duyan Necranlılar:
- Bizim Arab kavmi ile savaşmaya takatimiz yok. Lakin bizimle savaş yapmamanız, bizi dinimizden döndürmemeniz karşılığında biz de sana; bini Safer ve bini de Recebb ayında teslim edilmek üzere, her yıl iki bin adet kıymetli elbise, otuz adet demir gömlek vermek suretiyle seninle sulh yapıyoruz, dediler.
Diğer bir rivayette, antlaşmada otuz üç deve, kırk dört savaş atı da vardır.
Bu esaslar dahilinde ALLAH’ın Rasulu onlarla barış yaptı. Surenin başında geçtiği üzere Ebu Ubeyde Bin Cerrah’ı da hakem olarak onlarla beraber Necrana gönderdi. Onlar dışarı çıktıktan sonra Rasulullah (as) ashabına:
- "Nefsim elinde olan ALLAH’a yemin ederim ki, "helak", Necran ehline çok yaklaşmıştı. Onlar bizimle lanetleşme yapmış olsalardı, maymun ve hınzır suretlerine çevrilecekler, vadi üzerlerine ateşle dolacak, ALLAH (cc) Hazretleri, Necran’ı ve Necran ehlini, ağaçlar üzerindeki kuşlarına varıncaya kadar helak edecek ve bir sene geçinceye kadar hepsi yok olup gideceklerdi."
Daha sonra da buyurdu ki: "Ne büyük tehlike, ne korkunç azab? Keşke Hıristiyan alemi bunu idrak etselerdi!"
Şimdiii.
Biz, Muhammed’e ve O’nun getirdiklerine iman etmeden kurtuluşun mümkün olmadığını açıkça söylüyor ve savunuyoruz. Bizimle lanetleşmeyi düşünenler önce Necran taraftarı olduklarını ilan etsinler !
ALLAH RASULU KAFİRLERLE DİYALOG DEĞİL , TEBLİĞ YAPTI .
Diyalog karşındaki muhatabını meşrulaştırmandır !
Diyalog musluman cemaatlerle yapılır , kafirlerle tebliğ yapılır.
[YOUTUBE]bSIrFH6XooE[/YOUTUBE]
(dinler arası diyalog heykeli)
Resimde gördüğünüz heykel, en altta secde eden Müslüman, secde eden Müslüman’ın sırtında diz çökerek dua eden bir papaz ve papazın omzunda ibadetini yapan hahamdan oluşuyor.
Heykelde başka ayrıntılar da var.
Heykelin yanında ise makineli bir silahın namlusunun ucuna geçirilmiş Museviliğin sembollerinden olan yedi kollu şamdan bulunuyor.
Papazın elinde Tevrat, hahamın elinde Kur’an-ı Kerim ve secde halindeki Müslüman’ın yanında da İncil var.
Bu heykel, başka kelimelere ihtiyaç duymadan dinler arası diyalog ve Medeniyetler İttifakı projelerinin ulaşmak istediği amacı gözler önüne seriyor.
Dinler arası diyalog ve Medeniyetler İttifakı projeleri kapsamında yıllardır toplantılar, konferanslar düzenleniyor. Ama bu süre zarfında Filistin’de, Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan’da ve dünyanın daha pek çok yerinde Müslümanların kanı akmaya devam etti.
İşte Dünya haritası; ve işgal ettikleri, canıyla, malıyla, doğasıyla, yer altı ve üstü tüm zenginlikleriyle, gelecekleriyle, umutlarıyla silip süpürdükleri yerler.
Pek Muhterem Papa Cenaplari ..Yogun gundeminizde bize zaman ayirarak sizinle muserref olmayi bahsettiginiz icin zatialilerinize en derin kalbi tesekkurlerimizi sunariz.....ile başlayan, mektuplar yazdık.. Ellerini Öptük... Alaaddin KAYA'nın PAPA el öpme seronomisi..(Hangisi hangi tip? onu Fethullah Gülen'e sormak gerekir)
Papa'nın, Camide müslümanlar gibi kıyamda, durduğunu sanıp sevindik/sandırıp sevindirdiler.İşn gerçeği öyle olabilir mi? Asla olamaz çünkü; Papa Müslümanlar gibi kıyam'ı kurallara uygun olarak yaparsa, kendi dininden çıkmış olur. Zaten dinden çıkmadığını da; yaptığı eylemin / duruşun, esasında "Müslümanlar ve Müslümanlıkla dalga geçmek olduğunu", "Diyalog sürecinde bu tip ara gazlarının gerekli olduğunu" o zafer işareti ve yüz ifadesi ile" onaylayıp, belgelettiriyor.
"Fethullah Gülen'le Amerikada 1 ay" isimli kitabından
Yazar : Ali Ünal Fethullah gülen hakkında röportaj yaptığı kitabından : sayfa 83 - 84 Nil yay. basım 2001
" ALLAHa iman , arz etmeye çalıştığım gibi , diğer iman esaslarına inanmayı da gerektirir. İman esaslarına göre , İslamın şartları füruuata girer . İslamın şartlarına göre , diğer ahkam furuata girer.
Bir örnek: Henüz başını örtmeyen bir kadın , bir müftüye gidip , "Ben başımı örtemiyorum ; hacca gitmek istiyorum, ne yapayım ? " diye sorar :
Müftü efendi , "boşuna yorulma ; başını kapamadıkça , haccın kabul olmaz " diye cevap verir.
Halbuki , Hac ayrı bir ibadettir , başın kapatılması ayrı bir emirdir. Birinin yapılmaması , diğerinin yapılmamasını gerektirmediği gibi , şartlarına riayet edilerek yapılan bir vazife , diğerinin kabulune mani olmaz. kaldı ki hac , İslamın beş şartlarındandır . Başı örtme ise , bu beş şart içinde olmayan bir emirdir . O kadın hacca gider , bir şartı yerine getirmemiş olur ve büyük ihtimal , bundan sonra da gönülden ALLAHa yönelir . Maalesef , bu hususlar yeterince idrak edilemediği için büyük hatalar yapılıyor .
Başı örtme emri , Efendimizin peygamberliğinin 18 veya 19 . yılında ve medine döneminde gelmiştir. O zamana kadar böyle bir emir yoktu ve müslüman kadınların başları kapalı değildi. İçki , üç merhaleli olarak yasaklanmıştı. Bedir ve uhud şehidlerinden belki çoğunun kursağında , şehid olduklarında içki vardı . Hatta , içki yasağı gelince , bazıları bu şehidlerin durumu ne olacak , kursaklarında içki ile gittiler diye endişeye düşünce , " ALLAH , o önce yaptıklarınızdan dolayı imanınızı , yani o zamanki amellerinizi , kazandıklarınızı zayi edecek değildir." ayetiyle onları rahatlattı. O dönemde , zihinler ve kalbler hazırlana tebliğ yapılmış ve ahkam vaz' edilmişti"
TENKİD :
Şimdi hakikatlere bir göz atalım . Nasılda çarpık ve fasit misallarla baş açıklığına delil getirmeye çalışmış görelim.
Evvela İslam alemi Peygamberden , sahabeden , tabiinden , mezheb alimlerinden mücaddid ve müctehidlerinden hiç birisi bu güne kadar ALLAHın muhkem bir ayetine (tesettür hükmüne ) furuattır dememişlerdir.
Sonrada başını örtemden hacca gitmek isteyen bir bayanı akli olarak caizliğine hükmetmiş , müftüyü ve islam alemini terse yatırmıştır. Hiç başı açık hacı gördünüz mü ?
Delil olarak ta ne sunmuş ? : Hac ayrı bir ibadet , baş örtmek ayrı bir emir. Diyerek akli olarak haklı çıkmaya , bundan sonra baş açık hacca gitmeye çığır açacak bir kapı açmaya fetva vermiştir. Üstelik zan !! ile hareket ederek , yani hacdan geldikten sonra örtünebilir umuduyla buna fetva vermiştir !!
Evet gerçekten de her ikisi de ayrı hükümlerdir. Diğer ayrı farzların olduğu gibi ...
Nasıl ki namaz farzı bir hükümdür , Abdest ayrı bir emirdir . Namaz farzını yapabilmemiz için diğer bir farzı (abdesti ) yerine getirmeden namaz caiz olmazsa ; namaz geçerli olabilmesi için diğer emri de yani abdesti de yerine getirmemiz FARZdır. !!
Hacc Arafattır . Arafata çıplak çıkılmaz. ALLAH rasulunun tatbikatına karşı çıkılarak ben yaptım oldu mantığıyla dinde bidat yenilikler icat edilemez.
Bunun sağlam bir delil olmadığını çok iyi bilen zat , bu seferde sinsice tesettürün farziyetini ve önemini bozmaya , düşürmeye ve yıpratmaya çalışarak baş açıklığına yol bulmaya çalışmıştır.
"Tesettür emrinin peygamber efendimizin peygamberliğinin 18 veya 19. yılında Medine döneminde gelmiştir . O zaman kadar böyle bir emir yoktu ! " diyerek sonradan gelen farz ayetlerin iptal edilebileceğine , yapılmayabileceğine , çünkü bu ilk inen islamın şart emirlerden değil sonradan gelen farzlardandır manası yüklemiştir. Bu mantıkla hükümleri değerlendirirse yine geç inen ayetlerden zina , cuma , içki vs pekçok farzın iptali ve istismarı fetvalarına yol açmaktadır. Küfür rejimlerinin her kırbaç şaklatmasında bu emirlerinde geç inmesinden dolayı yeni fetvalar !! peydahlayacaktır. Tabi İslam aleminin teveccühüne!! mazhar olmaya devam edecektir
Uhud şehidlerinin kursaklarında içki olmasını da ve onların bir sorumluluğu olmadığını da kendinepayanda almaktadır.
Ama şunu çok iyi bilmektedir ki daha o zaman İçki haram kılınmamıştır !!
savaş bitmiş ve içki ayeti kesin haramlığıyeni inmiştir !! Bunun üzerine sahabeler sorduklarında , ALLAHın onlara daha emir (yasak)vermediği için veballerinin olmadığı açıklanmıştır . O andan itibaren de kimse içmemiştir.İçenlerde vebalde olmuşlar cezalandırılmışlar , helal diyenlerde KAFİR hükmünü almışlardır!!!
Bu hüküm geç inmiştir diye , Uhud şehidlerini kendilerine delil almamışlardır .
ALLAHın emri ilk insin son insin , ister kuranda o konuda 1 tane ayet olsun ister 500 ayet olsun aynı kuvvettedir .
(müslümanlar için)
SELAM HİDAYETE TABİ OLANLAR ÜZERİNE OLSUN
Fethullah GÜLEN, Peygamberimizin amcası Hamza’nın kendine, sayılamayacak kadar çok yardım ettiğini iddia eder ve onlardan birini şöyle anlatır:
Ankara’dan İstanbul’a geliyoruz... “Kartal civarına kadar geldik. Hava hafif hafif yağıyordu. Oralarda çukurca bir yer varmış; tam biz oraya yaklaşmıştık ki, yağmur olanca hızıyla şiddetlendi. Rampanın dibine indiğimizde de bujileri su aldı ve araba stop etti. Bir-iki dakika içinde su kabardı ve bizim arabayı yüzdürmeye başladı. Her geçen dakika su daha da kabarıyor ve bir afet halini alıyordu. Öyle ki kısa bir müddet sonra kalas yüklü kamyonları bile kaldırıp, sağa sola sürüklemeye başladı. Camı biraz açayım, dedim, içeriye dolan su üçümüzü de sırılsıklam ıslattı. Hemen camı kapattım. Elden bir şey gelmiyordu. Koca otobüs ve kamyonlar dahi suyun yüzünde adeta saman çöpüne dönmüşlerdi. Hatta onlardan birkaçı, sağımızdan, solumuzdan geçerken “Geçen sene burada bir sürü taksi sürüklendi gitti.” diyerek moralimizi de bozdular... Ya araba kıyıdaki bariyerlere vurur da parçalanırsa; halbuki emanet.. durmadan bunları düşünüyorum...
Bir ara baktım büyük bir kalas bize doğru geliyor. Aklımdan, şu kalas bizim ile sütre arasında dursa hiç olmazsa araba kıyıdaki sütrelere çarpmaz diye düşündüm ve tam o esnada arkadaşlara “dua edin” dedim. Kendim de “Ya Seyyidena Hamza! Ya Seyyidena Hamza!” diyerek o yüce ruhu, imdadımıza göndersin diye Cenab-ı Hakk’a dua ettim. Üzerimize doğru gelmekte olan kalas, yanımızdan geçerek gözden kayboldu... Ve hayrettir selin mecrası birden değişti, hızı da azaldı... Olayın şahitleri var. Bu değişikliği ve birden selin hızının azalmasını fiziki kanunlarla izah imkansız. Hiçbirimizin şüphesi kalmadı ki, Cenab-ı Hakk o mukaddes ve yüce ruhu istihdam buyurdu ve yardımımıza gönderdi... .
( Küçük Dünyam 2, Zaman Gazetesi 28 Kasım 1996, ayrıca
http://arsiv.zaman.com.tr/1996/11/28...ndi/index.h tml ; (30/11/2003)
Hem “Ya Seyyidenâ Hamza! Ya Seyyidenâ Hamza!” yani “Efendimiz Hamza, efendimiz Hamza yetiş!..” diyor, hem de “o yüce ruhu, imdadımıza göndersin diye Cenab-ı Hakk’a dua ettim ” diyor.
Bunun neresi Allah’a dua? Sonra şöyle diyor:
“Ehl-i tahkik, şahıslardan istimdat etmeyi mahzurlu görürler. Kanaatimce her meselede olduğu gibi, bu meselede de ölçüyü iyi ayarlamak, ifrat ve tefritten kaçınmak gerekir. Bize göre büyük ve mukaddes ruhlardan istimdat olabilir; fakat kalbin ibresi her an Cenab-ı Hakk’ı göstermelidir. Yani bu büyüklere, vesile ve vasıtalıktan öte tasarruf adına hiçbir paye verilmemelidir. Zaten onları vesile olarak istihdam buyuracak da yine Cenab-i Hak’tır. O dilemedikten sonra, hiç kimsenin, hiçbir meselede yardımcı olması, bir şey yapması mümkün değildir. Ama, Hak tecelli eyleyince her işi âsân eder; halk eder esbabını bir lahzada ihsan eder.” Bu hususu da böyle tespit ettikten sonra: Büyük ve mukaddes ruhlar ceset kafesinden kur-tulduklarında, adeta bir melek haline gelirler... Hele bunlardan, canlarını yüce, yüksek bir ideal ve davaya adamış olanlar, kendileriyle aynı düşünceyi paylaşanları Allah’ın izniyle her zaman destekler, onlara arka çıkar ve onları korurlar. Ama, arz ettiğim gibi frekans birliği şarttır”.
Bu kılıfa vereceğimiz cevap şu ayetlerdir :
“Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz..“ (Neml 62)
Güç yetirilemeyen konularda Allah’tan başkasından yardım alınabilirse, kim Allah’a sığınır?
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“De ki, Allah’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler.
Çağırıp durdukları bu şeyler de Rablerine hangisi daha yakın diye vesile ararlar, rahmetini umar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı cidden korkunçtur.” (isrâ 56-57)
“Allah neyi gizlediğinizi, neyi açığa vurduğunuzu bilir.
Allah’ın yakınından çağırdıkları ise bir şey yaratamazlar; esasen kendileri yaratılmıştır.
Onlar ölüdürler, diri değil. Ne zaman dirileceklerini de bilemezler.” (Nahl 19-21)
İsa’ya Allah diyen Katolikler de benzeri ifadeleri kullanarak şöyle diyorlar:
“İsa kendiliğinden bir şey yapamaz. Her şeyi kendisini gönderen Baba’dan alır . (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 859)
Şimdi o, Baba’nın yanında Hıristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır. Allah’ın huzurunda daima hazır bulunmaktadır” (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 519).
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“İşte Rabbiniz olan Allah… Hakimiyet onundur. Onun yakınından çağırdıklarınız bir çekirdek zarına bile hükmedemezler. Onları çağırsanız, çağrınızı işitmezler; işitmiş olsalar bile size karşılık veremezler; kıyâmet günü de sizin ortak saymanızı tanımazlar. Hiç kimse sana, her şeyin iç yüzünü bilen Allah gibi, haber veremez.” (Fatır 13-14)
“De ki: “Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kurtaran kimdir? Bundan bizi kurtarırsan şükredenlerden olacağız diye ona gizli gizli yalvarır yakarırsınız.”
De ki: “Allah sizi ondan ve her sıkıntıdan kurtarır, sonra da ona ortak koşarsınız.” (En’am 63-64)
“Gemiye bindiklerinde, şirkten uzak bir şekilde, yalnız ona boyun eğerek Allah’a yalvarırlar. Allah onları karaya çıkardı mı, bir de bakarsın ona eş koşmaya kalkışıyorlar.” (Ankebut 65)
Hamza gibi şehidlerin ölmediğini ispat için şu ayete dayanılıyor:
“Allah yolunda öldürülenlere ´ölüler demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ama siz bunu fark edemezsiniz.” (Bakara 27154)
Allah, “siz bunu fark edemezsiniz” dediğine göre bize söz düşmez. Onlardaki canlılık, insanın fark edebileceği cinsten olsaydı, öncelikle Peygamberimiz fark eder, Hamza’nın ölümüne pek fazla üzülmezdi.
Abdullah b. Mes’ud diyor ki; “biz onun, Hamza’ya ağladığı kadar bir şeye ağladığını görmedik. Onu kıbleye doğru koydu, cesedinin başında durdu ve sesli olarak, hıçkıra hıçkıra ağladı” (Safiyyu’r-Rahmân el-Mubârekfûrî, er-Rahiku’l-Mahtûm, Beyrut 1408/1988, s. 255-256.)
Konu ile ilgili diğer âyetler şöyledir:
“Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma. Hayır, onlar diridirler, Rableri katında rızıklanırlar.Onların içleri açılır; çünkü onlara Allah, kendi ikramından vermiştir. Arkadan gelip kendilerine henüz katılmamış olanlar adına da sevinirler. Çünkü onları korkutacak veya üzülmelerine sebep olacak bir şey yoktur.
Allah’ın nimeti ve ikramı sebebiyle de sevinirler. Allah, müminlerin alacağı karşılığı azaltmayacaktır.” (Al-i İmran 169-171)
Bir an için “siz bunu fark edemezsiniz” hükmünün olmadığını ve iyi müminlerin onların farkına vardığını düşünelim. Bu durumda fark edilecek tek şey, içinde bulundukları nimetler olur. Bu, onların insanlara yardım edeceğine delil olmaz. Onlardan yardım isteyenlerin durumu, şu ayette açıklanandan başkası değildir:
“Allah’ın yakınından kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek kimseyi çağırandan daha sapık kimdir? Oysaki bunlar onların çağrısından habersizdirler.” (Ahkaf 5)
Mekke müşrikleri de tanrılarında var saydıkları gücü Allah’ın verdiğine inanırlardı. Kabe’yi tavaf ederken şöyle derlerdi:
“Lebbeyk lâ şerîke lek illâ şerîkun huve lek temlikuhu ve mâ melek”
“Emret Allah’ım, Senin hiçbir ortağın yoktur. Yalnız bir ortağın vardır ki, onun da bütün yetkilerinin de sahibi sensin.”
Bu, delilsiz bir iddiaydı.
Bunu bize nakleden İbn Abbas diyor ki:
"Onlar “Lebbeyk lâ şerîke lek = Emret Al-lah’ım, Senin hiçbir ortağın yoktur.” dediklerinde, Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle derdi: “Yazıklar olsun; burada kesin, burada kesin ”
(Muslim, Hacc, 22, Hadis no 1185.)
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Desen ki: ‘Gökten ve yerden size rızık veren kim? Ya da işitmenin ve gözlerin sahibi kim? Kimdir o diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran? Ya her işi düzenleyen kim?’ Onlar: ‘Allah’tır!’ diyeceklerdir. Deki; ‘O halde ona karşı gelmekten sakınmaz mısınız?’
İşte sizin gerçek Rabbiniz Allah budur. Hakkın ötesi sapıklık değildir de ya nedir? Nasıl da çevriliyorsunuz?” (Yunus 31-32)
Hamza’yı, Abdulkadir Geylânî’yi veya başkasını yardıma çağıranlarla zaman zaman şöyle konuşmalar yaparız:
- Onlar sizi tanıyor mu?
- Allah tanıtamaz mı?
- Onlar sizi duyabilirler mi?
- Allah duyuramaz mı?
- Onlar sizin konuştuğunuz dili bilirler mi?
- Allah öğretemez mi?
Peki onlar ölmemişler midir?
- Onlar ölmezler, desem okuduğun ayetlere göre bunun bir faydası yoktur.
- Demek Allah Teâlâ önce onlara dirilik verecek, sonra sizi ona tanıtacak, sesinizi duyuracak, dilinizi öğretecek ve sizi anlamasını sağlayacak; sonra da sizin lehinize aracılık yapmasına, kendine karşısında sizi savunmasına müsaade edecek. Size göre aynı anda on binlerce kişi onlara baş vurmakta ve yardım istemektedir. Bunların her birini anlaması ve sıraya koyması da gerekecektir. Bu, ancak hayal aleminde olabilir!
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah’ın yakınından çağırdıklarınız da, sizin gibi kullardır. Eğer haklıysanız onları çağırın da size cevap versinler bakalım.
Onların yürüyecek ayakları mı var, yoksa tutacak elleri mi var, ya da görecek gözleri mi var, veya işitecek kulakları mı var? De ki: “Ortaklarınızı çağırın sonra bana tuzak kurun, hiç göz açtırmayın.”
“Çünkü benim velim Kitap’ı indiren Allah’tır. O, iyilere velilik eder.”
“Onun yakınından çağırdıklarınız kendilerine yardım edemezler ki size yardım etsinler.” (Araf 191-197)
FETHULLAH GÜLEN (yıllar önce) TAĞUTLARLA ANLAŞMADAN ÖNCE TESETTURSUZ OKLA GİDİLMEZ, BAŞÖRTÜSÜ OKUMAK İÇİN AÇILMAZ DİYORDU!!
"MUBAHELE / LANETLEŞME" NASIL 'DİYALOG' OLDU?
Ayetin iniş sebebi şöyle:
Necranlılardan iki Rahip, Rasûl’e (a.s.) geldiler. Konuşurlarken ALLAH’ın Rasulu bunlara: "İslam’a giriniz!" buyurdu.
Onlar: "Biz sizden çok önce İslam’a girmişiz" dediler.
Rasûlullah: "Yalan söylüyorsunuz; Şu üç şey sizde oldukça siz İslam değilsiniz:
1-ALLAH’ın çocuğu var sözünüz.
2-Domuz eti yemeniz.
3-Ve haça tapmanız."
Onlar: "Öyle ise İsa’nın babası kimdir?" dediler. Cenabı Rasul, onların bu sorularına verecek cevabı bilmiyordu. Sukût etti. Bunun üzerine ALLAH-u Teala bu ayet-i celileyi indirdi.
ALLAH’ın Rasulü ayetleri okudu. Onları lanetleşmeye davet etti.
Onlar, bundan imtina ettiler. Cizye vermek üzere bir anlaşma yaparak yurtlarına döndüler.
Ayetin açık manası şöyledir:
Ya Muhammed! Tevhidden ayrılmış, ALLAH yolundan sapmış olan Nasranilerden/Hıristiyanlar, İsa’nın ALLAH’ın kulu ve peygamberi olduğuna dair ayet ve açık deliller sana ilahî vahiy yoluyla geldikten sonra, bu ayetleri duyarlar da iddia ve düşmanlığa devam ederlerse, onlara deki:
Ey Necranlılar! Azim ve sebat ile gelin! Biz her birimiz oğullarımızı ve sizden her biriniz oğullarınızı çağırsın ve bizden her birimiz kadınlarımızı ve sizden her biriniz kadınlarınızı; bizden her birimiz nefislerimizi ve sizden her biriniz de nefislerinizi çağıralım! Sonra sıdkı sadakatla tezarrû ve niyaz ile, içten ve ruhtan gelen bir ceht ile lanet duası yapalım da; ALLAH’ın lanetini, İsa hakkında yalancı olanların üzerine bindirelim ve boyunlarına geçirelim."
Ayetin açık manası böyle.
ALLAH’ın Rasûlu ile Necranlılar arasında yapılacak olan bu lanetleşme öyle tehlikeli idi ki. İki taraf toplanacaklar, sıdk ve azimle "sizden ve bizden hangimiz yalancı ise ALLAH’ın laneti onun üzerine olsun!" diyecekler ve yalancının mahvına dua edeceklerdi. Böyle bir dua ise, yalancı olan tarafın helakine ve yeryüzünde neslinin kesilmesine sebep olacaktı.
Böyle bir duaya ancak hak üzerinde olanlar iştirak edebilirlerdi. Bu lanetleşmenin neticesinin ne olacağını Ahir zaman Peygamberi bildiği gibi, Necranlılar da bilirlerdi ki; Herhangi bir kavim bir peygamberle lanetleşmişse helak olmuş, yeryüzünde nam-u nişanı kalmamıştı. Mukaddes kitaplar ve din tarihleri bu hakikati açık olarak yazmışlardı. Ehl-i kitab bunu çok iyi bilirdi. Bunun içindir ki: Peygamberlerin bu teklifi Necran'lılara ağır gelmiş ve onları düşündürmüştür.
Lanetleşmeye davet etmezden önce iki taraf arasında uzun mücadele ve munâkaşalar olmuş ve her defasında da Hıristiyanlar mağlup olmuşlardı.
Yukarıda da geçtiği üzere Rasul İsa’nın ALLAH’ın oğlu olmadığını, kulu ve Rasulu olduğunu gayet açık delillerle ispat ettiği halde, onlar yine küfürlerinde ısrar ettiler de hakkı kabul etmediler.
Bunun üzerine Peygamber (as) onlara:
-Hakkı kabul etmeyecek olursanız, Rabbim bana sizi lanetleşmeye çağırmayı emretti, dedi.
Onlar: -Yâ Eb-el Kasım/Ey Kâsım’ın babası!: Bize musaade et, gidelim sonra gelir, dediğini yaparız, dediler ve çıkıp gittiler. Necranlılar yurtlarına vardıklarında içlerindeki bilginlere, bu lanetleşme işi hakkında düşüncelerini sordular.
Onlar da şu cevabı verdiler: "Bilirsiniz ki, Muhammet gerçekten ALLAH tarafından gönderilmiş bir Nebidir. Yemin olsun İsa (as) hakkında söylediklerinin hepsi doğrudur. Herhangi bir kavim bir Nebi ile lanetleşmişse o kavim tamamen yok olmuştur. Eğer Muhammed (as) ile lanetleşirseniz yeryüzündeki kökünüz tamamen kazınır, yok olur. Dininizde kalmak istiyorsanız bu zata veda edin ve yurdunuza dönün."
Hıristiyan Necranlılar kendi aralarında konuşurlarken Rasûlullah (as) üzerinde siyah kıldan yapılmış bir aba olduğu halde evden çıktı. Önce yanına Hasan geldi, onu siyah abasının içine aldı, sonra Huseyin geldi. Onu da abasının altına aldı. Sonra Fatıma, sonra Ali (r.anhum) de geldiler, onları da abanın altına aldı ve: "ALLAH sizden azabı kaldırmak ve sizi tamamen temizlemek istiyor, Ey ehli beyt!" (Ahzab, 33/33) ayetini okudu.
Bundan dolayı ehli sünnet arasında bu zevata "Ehl-i âbâ" denilir oldu. Bundan sonra hepsi beraber hareket ettiler. Huseyin elleri boynunda koşuyor, Rasûlullah (as) Hasan’ın elinden tutmuş, Hazreti Fatıma babasının ardında. Ali de Fatıma’nın (ALLAH hepsinden razı olsun) arkasında olduğu halde mescide doğru yürüyorlardı.
Hem gidiyorlar, hem de ALLAH’ın Rasûl’u (as) onlara: "Ben dua ettiğim zaman siz "amin" deyiniz!" diye telkinde bulunuyordu.
Necranlılar Ehl-i Beyt’in gelmekte olduğunu görünce diğerlerine;
- Ey Nasara/Hıristiyanlar! Ben öyle yüzler görüyorum ki: Onlar, ALLAH’tan bir dağın yerinden kaybolmasını istemiş olsalar, ALLAH o dağı yerinden kaldırır. Siz, bunlarla "lanetleşmeyiniz. Yemin olsun hepiniz helak olursunuz. Yeryüzünde Nasranî/Hıristiyan kalmaz" dedi.
ALLAH’ın Rasulu yanlarına geldiğinde onlar:
- "Ya Ebel’Kâsım! Biz seninle mübahele etmemeye (lanetleşmemeye) ve seni dininde bırakıp memleketimize dönmeye karar verdik" dediler.
Bunun üzerine ALLAH’ın Rasulu:
- "Mubaheleden/Lânetleşmekten vazgeçmiş iseniz İslam’a giriniz. Müslümanların lehine olan sizin lehinize ve Müslümanların aleyhine olan sizin de aleyhinize olsun" buyurdu.
Onların, İslam dinini kabul etmemeleri üzerine ALLAH’ın Rasulü:
- "Sizi savaşmaya davet ederim" dedi.
Savaş teklifini duyan Necranlılar:
- Bizim Arab kavmi ile savaşmaya takatimiz yok. Lakin bizimle savaş yapmamanız, bizi dinimizden döndürmemeniz karşılığında biz de sana; bini Safer ve bini de Recebb ayında teslim edilmek üzere, her yıl iki bin adet kıymetli elbise, otuz adet demir gömlek vermek suretiyle seninle sulh yapıyoruz, dediler.
Diğer bir rivayette, antlaşmada otuz üç deve, kırk dört savaş atı da vardır.
Bu esaslar dahilinde ALLAH’ın Rasulu onlarla barış yaptı. Surenin başında geçtiği üzere Ebu Ubeyde Bin Cerrah’ı da hakem olarak onlarla beraber Necrana gönderdi. Onlar dışarı çıktıktan sonra Rasulullah (as) ashabına:
- "Nefsim elinde olan ALLAH’a yemin ederim ki, "helak", Necran ehline çok yaklaşmıştı. Onlar bizimle lanetleşme yapmış olsalardı, maymun ve hınzır suretlerine çevrilecekler, vadi üzerlerine ateşle dolacak, ALLAH (cc) Hazretleri, Necran’ı ve Necran ehlini, ağaçlar üzerindeki kuşlarına varıncaya kadar helak edecek ve bir sene geçinceye kadar hepsi yok olup gideceklerdi."
Daha sonra da buyurdu ki: "Ne büyük tehlike, ne korkunç azab? Keşke Hıristiyan alemi bunu idrak etselerdi!"
Şimdiii.
Biz, Muhammed’e ve O’nun getirdiklerine iman etmeden kurtuluşun mümkün olmadığını açıkça söylüyor ve savunuyoruz. Bizimle lanetleşmeyi düşünenler önce Necran taraftarı olduklarını ilan etsinler !
ALLAH RASULU KAFİRLERLE DİYALOG DEĞİL , TEBLİĞ YAPTI .
Diyalog karşındaki muhatabını meşrulaştırmandır !
Diyalog musluman cemaatlerle yapılır , kafirlerle tebliğ yapılır.

[YOUTUBE]bSIrFH6XooE[/YOUTUBE]
(dinler arası diyalog heykeli)

Resimde gördüğünüz heykel, en altta secde eden Müslüman, secde eden Müslüman’ın sırtında diz çökerek dua eden bir papaz ve papazın omzunda ibadetini yapan hahamdan oluşuyor.
Heykelde başka ayrıntılar da var.
Heykelin yanında ise makineli bir silahın namlusunun ucuna geçirilmiş Museviliğin sembollerinden olan yedi kollu şamdan bulunuyor.
Papazın elinde Tevrat, hahamın elinde Kur’an-ı Kerim ve secde halindeki Müslüman’ın yanında da İncil var.
Bu heykel, başka kelimelere ihtiyaç duymadan dinler arası diyalog ve Medeniyetler İttifakı projelerinin ulaşmak istediği amacı gözler önüne seriyor.
Dinler arası diyalog ve Medeniyetler İttifakı projeleri kapsamında yıllardır toplantılar, konferanslar düzenleniyor. Ama bu süre zarfında Filistin’de, Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan’da ve dünyanın daha pek çok yerinde Müslümanların kanı akmaya devam etti.
İşte Dünya haritası; ve işgal ettikleri, canıyla, malıyla, doğasıyla, yer altı ve üstü tüm zenginlikleriyle, gelecekleriyle, umutlarıyla silip süpürdükleri yerler.
Pek Muhterem Papa Cenaplari ..Yogun gundeminizde bize zaman ayirarak sizinle muserref olmayi bahsettiginiz icin zatialilerinize en derin kalbi tesekkurlerimizi sunariz.....ile başlayan, mektuplar yazdık.. Ellerini Öptük... Alaaddin KAYA'nın PAPA el öpme seronomisi..(Hangisi hangi tip? onu Fethullah Gülen'e sormak gerekir)
Papa'nın, Camide müslümanlar gibi kıyamda, durduğunu sanıp sevindik/sandırıp sevindirdiler.İşn gerçeği öyle olabilir mi? Asla olamaz çünkü; Papa Müslümanlar gibi kıyam'ı kurallara uygun olarak yaparsa, kendi dininden çıkmış olur. Zaten dinden çıkmadığını da; yaptığı eylemin / duruşun, esasında "Müslümanlar ve Müslümanlıkla dalga geçmek olduğunu", "Diyalog sürecinde bu tip ara gazlarının gerekli olduğunu" o zafer işareti ve yüz ifadesi ile" onaylayıp, belgelettiriyor.
DİNLERARASI DİYALOG BELGESELİ
1. VCD
2. VCD
3. VCD