Filistin, İslam coğrafyasının bu acılı, gözü yaşlı, hüzünlü parçası, son zamanlarda hiç görmediği kadar büyük bir zulümle boğuşmaktadır. İsrail, Filistin’de hür dünyanın gözü önünde, bir soy kırım uygulamaktadır. Soy kırım diyorum, bu ifade bana ait değil, Filistin Devlet başkanı Abbas’a ait. Abbas, bütün dünyayı, kendilerine uygulanmakta olan soy kırımı görmeye ve bunu durdurmaya çağırdı. Fakat –bir iki kınamayı istisna tutarsak- maalesef hiç kimseden bir ses yok. Peki Filistin bu duruma nasıl geldi?
Bildiğiniz gibi, Filistin toprakları İslam’ın ilk yıllarından Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar –Haçlı dönemini istisna tutarsak- üç semavi dinin yani İslam, Hristiyanlık ve Yahudiliğin yan yana barış ve huzur içerisinde yaşadıkları bir toprak parçası idi. Birinci dünya savaşında Osmanlı’nın yenilmesi ile birlikte, bu kutsal topraklar İngiliz istilacıların eline geçti. İngilizler, kendi yararlarına olacağı düşüncesiyle bu topraklardaki demografik yapıyı değiştirmeye, yöreye Yahudi göçün akışını sağlamaya başladılar. Buraya yerleşen Yahudiler, başta Hagana olmak üzere birçok çete kurdular. Bu çeteler, bir taraftan Müslüman Arapları, diğer taraftan İngilizleri hedef aldı. İngilizler, bu çeteler karşısında bizar kalınca Filistin’i terkettiler. Onların bıraktıkları topraklar üzerinde 1948 yılında yapay bir İsrail Devleti kuruldu. Sınırları belli olmayan, neredeyse yöredeki tüm topraklar üzerinde hak iddia eden bu yeni devlet, daha önce var olan çeteleri, yeni devletin resmi organları haline getirdi. Hagana, devletin silahlı birliğine dönüştü. Bilindiği gibi her tarihsel varlık, varlığını dününden alır, bir başka ifade ile bu gününü, dünü belirler, geçmişi yaşadığı anı şekillendirir, yani dününden hiçbir şekilde kurtulamaz. İşte İsrail Devleti de çetelerden devlete dönüştüğü için bu gün hala, devlet bilinç ve sorumluluğu ile değil, çete zihniyeti ile hareket etmekte ve “öteki” ilan ettiği müslümanlara baskı ve zorbalıkla hakim olmaya çalışmaktadır.
Filistin toprakları İki parçadan; Gazza Şeridi ile Arapların Daffatu’l-Ğarbi dedikleri (Batı Şeria)’dan oluşmaktadır. Bu iki toprak parçasının tam ortasında ise İsrail Devleti yer almaktadır. Ürdün ve Lübnan’a sınırı olan Batı Şeria, bunlar aracılığıyla kendisine ulaşılabildiği için kısmen rahat gibidir. Ancak İsrail tarafından etrafına örülmüş duvarlarla, tam bir açık hapishaneye dönüştürülen Gazza bir cehennemden farksızdır. Kara tarafından ulaşılamayan Gazza’nın deniz tarafından da ulaşımı engellenmiş vaziyettedir. Dış dünyaya açılan (Ma’beru Rafah) Refah koridoru ise, aynen bir azap koridoru gibidir. Önünde uzun kuyruklar oluşan koridor, son zamanlarda zaten tamamen kapatılmış vaziyettedir. Bu açık hapishanede yaşayan insanlar açlık ve sefaletle boğuşmaktadırlar. Açlıktan çocukları ölmeye başlayınca da bir sele dönüştüler ve Mısır’a aktılar. Bildiğiniz gibi birkaç ay önce Mısır’ın el-Ariş kentine geçip, yiyecek ve ilaç temin ettiler. Üç gün sonra o duvarlar yeniden örüldü ve Gaza yeniden dış dünyadan tecrit edildi. Gazza ekmeğe muhtaç, ilaca muhtaç, dost eline muhtaç bir halde beklerken, İsrail bütün teknolojik silahlarıyla buraya saldırdı. Gerekçe ise özgürlükleri tamamen ellerinden alınan, dış dünya ile irtibatı koparılmış, açlık ve sefalete mahkum edilmiş bu insanlar tarafından atıldığı varsayılan Kassam füzeleri! İsrail bu füzeleri bahane ederek son günlerde sivil, asker demeden, çoluk çocuk demeden aynen Hagana mantığı ile yüzlerce masum insanı öldürdü, öldürmeye de devam etmektedir.
İsrail tamamen orantısız bir güç kullanmakta, çocukların attığı taşlara gerçek mermilerle; kassam füzelerine ise bombardımanla mukabelede bulunmaktadır. Peki sizce bütün bu zulmün gerçek nedeni nedir? İsraillin kendi güvenliğini sağlamak mı? Hiç sanmıyorum. Zira İsrail atılan kassâm füzelerinin rampalarını anında tespit edebilecek teknolojiye sahip olup dilediğinde imha edebilir. Bunun gerçek nedeni bir taraftan Filistin’in, diğer taraftan da tam bir kuşatma ile karşı karşıya olan İslam dünyasının direnme gücünü yok etmek olduğu ortadadır. Filistin’deki bu gözyaşına seyirci kalanlar, yarın başka gözyaşlarına şahit kalacaklarını da bilmelidirler. Bu gözyaşlarının kendi gözyaşları olmayacağını hiç kimse söyleyemez…
Mehmet Mahfuz Söylemez*
*Doc. Dr. - Çorum Hitit Üniversitesi
Bildiğiniz gibi, Filistin toprakları İslam’ın ilk yıllarından Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar –Haçlı dönemini istisna tutarsak- üç semavi dinin yani İslam, Hristiyanlık ve Yahudiliğin yan yana barış ve huzur içerisinde yaşadıkları bir toprak parçası idi. Birinci dünya savaşında Osmanlı’nın yenilmesi ile birlikte, bu kutsal topraklar İngiliz istilacıların eline geçti. İngilizler, kendi yararlarına olacağı düşüncesiyle bu topraklardaki demografik yapıyı değiştirmeye, yöreye Yahudi göçün akışını sağlamaya başladılar. Buraya yerleşen Yahudiler, başta Hagana olmak üzere birçok çete kurdular. Bu çeteler, bir taraftan Müslüman Arapları, diğer taraftan İngilizleri hedef aldı. İngilizler, bu çeteler karşısında bizar kalınca Filistin’i terkettiler. Onların bıraktıkları topraklar üzerinde 1948 yılında yapay bir İsrail Devleti kuruldu. Sınırları belli olmayan, neredeyse yöredeki tüm topraklar üzerinde hak iddia eden bu yeni devlet, daha önce var olan çeteleri, yeni devletin resmi organları haline getirdi. Hagana, devletin silahlı birliğine dönüştü. Bilindiği gibi her tarihsel varlık, varlığını dününden alır, bir başka ifade ile bu gününü, dünü belirler, geçmişi yaşadığı anı şekillendirir, yani dününden hiçbir şekilde kurtulamaz. İşte İsrail Devleti de çetelerden devlete dönüştüğü için bu gün hala, devlet bilinç ve sorumluluğu ile değil, çete zihniyeti ile hareket etmekte ve “öteki” ilan ettiği müslümanlara baskı ve zorbalıkla hakim olmaya çalışmaktadır.
Filistin toprakları İki parçadan; Gazza Şeridi ile Arapların Daffatu’l-Ğarbi dedikleri (Batı Şeria)’dan oluşmaktadır. Bu iki toprak parçasının tam ortasında ise İsrail Devleti yer almaktadır. Ürdün ve Lübnan’a sınırı olan Batı Şeria, bunlar aracılığıyla kendisine ulaşılabildiği için kısmen rahat gibidir. Ancak İsrail tarafından etrafına örülmüş duvarlarla, tam bir açık hapishaneye dönüştürülen Gazza bir cehennemden farksızdır. Kara tarafından ulaşılamayan Gazza’nın deniz tarafından da ulaşımı engellenmiş vaziyettedir. Dış dünyaya açılan (Ma’beru Rafah) Refah koridoru ise, aynen bir azap koridoru gibidir. Önünde uzun kuyruklar oluşan koridor, son zamanlarda zaten tamamen kapatılmış vaziyettedir. Bu açık hapishanede yaşayan insanlar açlık ve sefaletle boğuşmaktadırlar. Açlıktan çocukları ölmeye başlayınca da bir sele dönüştüler ve Mısır’a aktılar. Bildiğiniz gibi birkaç ay önce Mısır’ın el-Ariş kentine geçip, yiyecek ve ilaç temin ettiler. Üç gün sonra o duvarlar yeniden örüldü ve Gaza yeniden dış dünyadan tecrit edildi. Gazza ekmeğe muhtaç, ilaca muhtaç, dost eline muhtaç bir halde beklerken, İsrail bütün teknolojik silahlarıyla buraya saldırdı. Gerekçe ise özgürlükleri tamamen ellerinden alınan, dış dünya ile irtibatı koparılmış, açlık ve sefalete mahkum edilmiş bu insanlar tarafından atıldığı varsayılan Kassam füzeleri! İsrail bu füzeleri bahane ederek son günlerde sivil, asker demeden, çoluk çocuk demeden aynen Hagana mantığı ile yüzlerce masum insanı öldürdü, öldürmeye de devam etmektedir.
İsrail tamamen orantısız bir güç kullanmakta, çocukların attığı taşlara gerçek mermilerle; kassam füzelerine ise bombardımanla mukabelede bulunmaktadır. Peki sizce bütün bu zulmün gerçek nedeni nedir? İsraillin kendi güvenliğini sağlamak mı? Hiç sanmıyorum. Zira İsrail atılan kassâm füzelerinin rampalarını anında tespit edebilecek teknolojiye sahip olup dilediğinde imha edebilir. Bunun gerçek nedeni bir taraftan Filistin’in, diğer taraftan da tam bir kuşatma ile karşı karşıya olan İslam dünyasının direnme gücünü yok etmek olduğu ortadadır. Filistin’deki bu gözyaşına seyirci kalanlar, yarın başka gözyaşlarına şahit kalacaklarını da bilmelidirler. Bu gözyaşlarının kendi gözyaşları olmayacağını hiç kimse söyleyemez…
Mehmet Mahfuz Söylemez*
*Doc. Dr. - Çorum Hitit Üniversitesi