Q
Çevrimdışı
BİR ŞEHİDİN EŞİNDEN MEKTUP VAR!
İMAN SORGULATAN BİR HAYAT….
Es selamu aleykum ve rahmetullah…
Rabbim bu çalışmada emeği geçen tüm kardeşlerden, hepinizden razı olsun mübarek ve bereketli kılsın. Bu ameli sizin için ve ümmet için… Eşim Ömer Faruk…
Onu ne kadar anlatmaya çalışsam da sÖyleyeceklerimin yetersiz ve az kaldığına emin olun. Çünkü insan unutkan ve nankördür. Pek çok hayrını unutmuş ya da elimdeyken hakkıyla şükrünü eda edememiş olabilirim..
Her şehid bir hasletiyle öne çıkar ya hani, Ömer Faruk (Rahimehullah) pek çok hayırda önde gidenlerden oldu. Allah’a karşı kimseyi temize çıkaramayız ben zahiren gördüklerimi anlatayım.
Öncelikle çok ama çok utangaç biriydi. 34 yaşında benimle evlendi. 1 sene sonunda da çok arzuladığı şehadet nimetiyle rızıklandı elhamdulillah. Ona bu yaşına kadar neden evlenmedin, istemedin mi? diye sorduğumda utandığım için anamdan bacılarımdan başka bayanlarla konuşamıyorum demişti.
Onu ilk gördüğümde belli oluyordu zaten yüzüme bakamıyordu. Çok utangaç, hayalı ve edebli olduğu için . Annem onu bana sorduğunda anneme tek kelimeyle anlatmıştım. “Yüzü tam bir şehit yüzü, gerçek bir Muvahhid, Mücahid” demistim. Daha nikahımız kıyılmadan bile bunu hissetmiş annem de dahil gözlerimiz yaşarmıştı. Hepimiz onun şehid olacağı hissine varmıştık. Hamd olsun evlendik, geceleri hiç uyumuyor, uzun uzun sureler okuyor, sürekli teheccüt kılıyordu. (Özellikle ameliyeden eve döndüğü vakit, ağlamaktan namazı zor kılardı. Kıldığı namazları ise surekli sükunet içinde eda ederdi. Hasretle, “Allah’ı çok sevmek lazım” derdi. Nuh süresi 13.ayeti tekrar eder ve ağlardı. “Size ne oluyor ki, Allah’a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz? Şânına lâyık bir yücelik) ümîd etmiyorsunuz (O’na yakıştıramıyorsunuz)?”
Bu ayeti okudukça Merhametli, Allah sevgisi ile dolu olan kalbi daha da inceliyordu. Küçük bir Kur’an’ı vardı hep onu okuyordu…
Hayretler içinde bakıyordum onun hayatına, nasıl güç yetirebiliyordu, bütün bu işlere.. Arada oturduğu bir yerde birkaç dakika gözlerini dinlendirirdi. Kalbini, bedenini cihada öyle alıştırmıştı ki benzersiz bir Mücahiddi.
Doğduğundan beri tıka basa karnını hiç doyurmamıştı. Kendisi zayıftı ama çok güçlüydü. Çok üzülürdüm,
-“Yemek yemiyorsun” diye hayıflanınca, o da
-“Seninle evlendiğimden beri karnımı doyuruyorum doyana kadar yediğim için ben üzülüyorum.” diyordu.
Bekarken uzun yıllar Davud (aleyhisselam)’ın orucunu tutmuştu. Kısaca özetlersek onun hayatı dopdolu bir cihaddı.
–“Biz nerede olursak olalım hep cihad üzere olacağız.” derdi. “Taki şirk kalmayıp, Allah’ın Şeriatı tüm dünyaya hakim kılınsın.”
Bir diğer özelliği ise hizmet ehli olması, ribat ve ameliyelerde kardeşlerinin tek kelimeyle hizmetçisi olmasıydı. Abdest sularını hazırlar, yemeklerini yapar, sobalarını yakar, (bunu evlenmemize aracı olan kişilerden ögrendim) tüm müslümanları çok severdi. Hiçbir müslüman hakkında “kötüdür, işe yaramaz biridir” gibi tabirler kullandığını hiç duymadım. Biri hakkında birşey diyecek olsa “muhakkak o benden hayırlıdır.” derdi.
Bununla beraber mucahidlere olan sevgisi çok daha fazlaydı.
“Mücahidler en kıymetli insanlardır, onlara merhamet etmek lazım, yardım etmek lazım, onlar ümmetin yetimleridir.” derdi.
Hiç kimsenin kalbini kırmaz incitmezdi. Birgün eğitim verirken, bir kardeşi emrine muhalefet etmiş, “yapmayın” diye sakındırdığı bir şeyi yapmış “buna dokunmayın” dediği bir malzemeyi bozmuş (Allahu Alem ) o mücahide sadece “neden yaptın” demiş biraz sert bir şekilde…
Eve geldi, “bana iğne yapar mısın? Migrenim başladı, başım çok ağrıyor.” dedi. Anladım ki bir şeye çok üzülmüş, nedenini biraz ağrısı hafifleyince sordum. Bu olayı anlattı ve; “hemen gidip kardeşimden helallik almam lazım bir mucahidin kalbini kırdım” dedi. ben ise ona “ama sen haklısın, eğitimde bazen sert olmakta gerekir” o ise cevaben; “hayır” dedi. “Rasulullah aleyhisselatu vesselam hiçbir köleye, hizmetçiye, elinin altındakine sert ve kaba davranmamıştır.”
Pek çok cemaatten, kişilerden emirlik teklifi alıyordu. Her bir grup; “Gel başımızda dur.” diyordu ama o kabul etmiyordu. “Ben kıyamet günü Allah’ın huzuruna elleri kelepçeli çıkmaktan korkarım, kimsenin emiri değilim.” derdi. Eğitim verdiği kişilere de “abi” dedirtirdi. Kardeşlerin dertleri ve sıkıntılarıyla yakından ilgilendiği için kendisine “hacı baba” derlerdi.
Öyle merhametliydi ki, “eğer ben emirleri olsam kardeşlerden biri aç yatsa ben ölürüm, tek tek herşeylerini karşılamam gerekir, bunada güç yetiremem.” derdi.
Askeri anlamda her konuda ilimli olmasına rağmen, “ben ingimasiyim (fedai)” derdi. “Hendek kazmayı çok severim, kannas severim…” Diğer alanları sayar, “hepsini bilirim, severim ama ben ingimasiyim, bir adım geri çıkamam, kalbim rahatsız oluyor.” Derdi.
Riyaya bulaşmamak için, “aslında korkak biriyim ama Allah’ın fazlı ile önde gidiyorum.” derdi. Ki, ben onun insan ve cin topluluklarından, hiçbirşeyden korkmadığına da şahit oldum.
Ailesi, kardeşler, herkes yüzüne karşı da aşırı şekilde överlerdi. Kızar, telefonu bazen yüzlerine kapatırdı. “Beni riyaya sokacaksınız, söylemeyin böyle” derdi. Ben eşi olduğum halde pek çok şeyi kendisiyle evlendikten uzun zaman sonra başkaları aracılığı ile öğrendim. İhlaslı olmak tek gayesi olduğu için her ameli gizli yapmaya gayret ediyordu ama başkaları aracılığı ile bu amelleri sürekli ortaya çıkıyordu.
Allah yolunda başına gelenlere aldığı yaralara bir kere olsun “of” bile demedi. “Birşey olmaz bunlar çok küçük şeyler” derdi. Okula hiç gitmediği halde keskin bir zekası edebî bir konuşması ve yazması vardı. Yine kardeşinden sorarak öğrendim ki, Kur’an hafızıydı, hem meal olarak hemde tefsiriyle ayetleri ezberinden okur anlatırdı. (Kardeşi; “Burdayken yarısından çoğunu ezberlemişti, orada tamamlamışsa bilmiyorum.” Demisti ama ben öyle zannediyorum ki tamamımı ezberlemişti. (Allahu Alem)
Bir diğer özelliği ise, çok temiz ve düzenli olmasıydı. Yaptığı her işi kusursuz, mükemmel yapmaya çalışmasıydı. Hayatının her alanında bununla amel ettiğine şahit oldum, “Bir emirimiz vardı Yaptığınız işi güzel yapın; “Allah işini güzel yapanları sever.” (Bakara/195) ayetini nasihat ederdi bize” demişti. Makarda nöbetçi olduğu günler çöp kutularının içini, dışını hatta kış bittiğinde sobayı, boruları temizleyip, yıkayıp düzenli bir şekilde kaldırırdı.
Misafiri çok severdi kendisi yemek yapar ve hiçbir zamanda misafirle beraber yediği olmazdı sadece yemiş gibi görünürdü. Misafire hizmet ederdi.
“Neden yemiyorsun? herkese yeter” dediğimde, “olsun kardeşlerim güzelce doysun, kalırsa ben yerim, bunlar önemli şeyler değildir, yemesemde olur. Sen rahat ol” derdi.
Hiçkimseye yok diyemezdi, bu yüzden çok tartışmışızdır. “Düzenli ve planlı olsak olmaz mı?” derdim. “Burası cihad yeri, buranın planı olmaz kardeşlerden herhangi birisinin ihtiyacı olunca ben nasıl yok derim ki?”
Çok fedakardı, çoğu zaman tuttuğu nafile oruçlarında iftar bile edemeden cihad etmeye kardeşlere yardım etmeye devam etti. İhlaslı olmak istediği için kimseye “Oruçluyum” da demezdi, diyemezdi.. İftar etmeden yorulurdu, saatlerce aç, susuz, uykusuz kalmıştır. Haline hep üzülürdüm, “nefsinin de hakkı var üzerinde” derdim. “Doğru söylüyorsun.” diyordu ama birşey değişmiyordu.
Maddi imkansızlık meselesinde ise benimle evlenirken “Birseyim yok, ailemde Toki’de oturuyor, mal varlığımız yok.” dedi. Cahiliyede futbol oynayıp, kazandığı parasını da Allah için terk etmiş ve bunu söz konusu bile etmezdi. Bu nedenle Allaha tevekkül edip evlendik ve birgün bile yokluk çekmedik hatta öyle günler oldu ki araba alabilecek paramız oldu ama almadı.
“Dünyayı terk edip, geldik.” diyordu. Motorunu bile benim çok ısrar etmem sonucu zorla aldı. Utandığı için süremem diyordu ama çok zeki ve kabiliyetli olduğu için araba ve motor kullanmayıda çok iyi biliyordu.
Gelir olarak hiçbir yerden aldığı bir maaş yoktu. Arada bir gelen infaklar olurdu ve onun dışında sürekli askeri malzemelerini satar bizim ihtiyaçlarımızı öyle giderirdi. Evimizden eti, meyveyi ve kuruyemişleri eksik etmezdi.
“Para konusunda çok rahat ol” derdi. El Kerim olan bir kudsi hadiste; “BENDEN YARININ RIZKINI İSTEME ; ÇÜNKÜ BEN SENDEN YARININ AMELİNİ İSTEMİYORUM” derdi ve bu hadisi kendisine şiar edinmişti.
Hiç düşünmeden elimizde ne varsa canımızın istedigi gibi harcadık ve bir gün olsun parasız kalmadık. Bir keresinde infak gelmişti bende o parayla o an birşey istemiştim şuan hatirlamiyorum ama 100$ gibi bir paraydı eve geldi ve; “hakkını helal et o parayı kullandım” dedi. Sorunca söylemek zorunda kaldı. “Kardeşlerin bakkala borcu çok birikmiş, ödeyecek imkanları da yoktur. Hepsi gariban o sebeple onların borçlarını kapattım.” dedi.
Bugün hala kardeşler ve hiç kimsenin bilmediği pek çok salih ameli var.
Rabbim ondan cesurca sunduğu o kıymetli canı kabul etsin. (Amin)
Osman radiyallahu anh gibi hayalıydı. Ne ailesinin ne benim yanımda çorabı dışında elbise giyinip çıkarmazdı. Ayağını uzatarak oturmazdı. başından yemenisini de eksik etmezdi.
Yine bir gün Ameliyeden gelmişti, ortam çok şiddetli olduğu için kendisi ile beraber giden kardeşleri makara göndermiş ve kendisi ise tek başına kalmıştı.
Kaldığı makarı uçak vurmuş, 4 kat yada 2 kat altında kalmış, yanında olan bir kardeşide çıkarmış, kendi de çıkmıştı. 2 gün kendini orada toparlayıp eve geldi.
Hiçbir şey olmamış gibi neşeli, oğlu Enesle oyunlar oynadı. Her eve geldiginde bize bakar ve; “Benim ailem zayıflamış, Allah beni affetsin, size iyi bakamıyorum.” derdi ve hemen gider alışveriş yapardı.
Pek çok kere klor gazı, fosfor bombaları içinde kaldı. Ben rüyalarımda görünce hayret eder, itiraf etmek zorunda kalırdı ama bunları yanında olup şahit olanlarından başka hiçkimseye anlatmazdı.
Bugün Oğlum Enes’in psikolojisinin nasıl bozulduğuna bakınca onun oğlum ile olan ilişkisini ve ona karşı olan davranışlarını anlamak daha mümkün…Çocuk her an “baba, babacım, hadi kalk, şehid değilsin saklanma, baba gel hadi.” Diyor geceleri aglayarak uyanıp, hüngür hüngür ağlıyor. “Babayı göremedim, gelemedi.” diyor. Bazen “Baba cennette, ben cennete gitmek istiyorum.” diyor.
Evlendiğimizde Enes 1 yaşındaydı, şimdi ise 2 yaş 4 aylık ve yaşadığı her şeyi kazımış hafızasına, sanki varmış gibi, her an hatıraları dilinde, hayali olarak onunla oynuyor ve konuşuyor… Birbirlerine çok düşkünlerdi. Ben hamile olduğum için evde olduğu sürece Enes’in herşeyiyle eşim ilgilendi. Ayağında sallar, uyutur du. Biberonla sütünü hazırlar, verirdi. Kucağında yemek yedirir, altını değiştirir, makara götürür, maça götürür, motorla gezdirir, gece ve gündüz oynardı. Çok sabrlı ve merhametliydi. Bir gün bileEnes’e kızmadı. Bazen Enes öyle ağlıyordu, çocuk işte, ben annesiyim gücüm yetmiyordu. Kızıyordum Enes’e o ise; “karışma, babam o benim.” derdi. Ne yapar eder ağlarken enesi güldürmeyi başarırdı.
Bir hadis var, “ağlarken çocuğu güldürene cennet var.” derdi. Eşim ne zaman gitse, 3 günü geçse ve eve dönmesi gecikse enes hastalanırdı. Çok şiddetli ateşi çıkardı. Eşimin geldiği ilk gece Enes sadece onu isterdi. Zaten çok yorgun ve şiddetli çatışmaların içerisinden gelmiş olduğu halde o haliyle evde de dinlenemez, sabaha kadar Enesi ayağında sallardı. Baktı uyumuyor, gece vakti kalkar oyun oynarlardı. Bütün bunları da razı olarak yapardı. Hiç şikayetlendiğini ve söylenerek birşey yaptığına şahit olmadım.
Kızımız doğduğu gün hayatının en mutlu günüydü. O kadar sevincliydi ki ne yapacağını şaşırmıştı. Hastaneye para dağıtmak istiyordu. Ama bebeği kucağına alıp doğru düzgün sevemezdi. “Enes babam hasta olur kıskanır.” derdi. Evde büyük olsun küçük olsun temizlikte düzende bana hep yardımcı olurdu. “Üzülüyorum sen bulaşık yıkayınca yoruluyorsun.” diyordu. Çoğu zaman kışın soğukta bulaşıkları kendisi yıkamıştır. Evde işleri bana kolaylaştırmak istiyordu.
Sürekli herşeyi sorardı. “Evde beğenmediğin, sana zor olan ne var?” diye ben birsey soylemezdim ama kendisi gözlemlerdi ve hemen yapar güzelleştirir, kolaylaştırırdı.
“Dünya işleri seni çok oyalamasın, tek bir tane tabak kullanalım gerisini kaldıralım, sana kolay olsun ki ben senin ibadetle meşgul olmanı istiyorum, Kitap oku ve okumakla meşgul ol, ben sana hiçbir zaman bu iş neden yapılmamış demem, yemek yapmak zorundada değilsin, neden yemek yok demem, bunlar önemli şeyler değil sen çok rahat ol. İbadetle, ilimle meşgul ol” derdi.
Söküğünü kendi diker, bazen çamaşırını kendisi yıkardı. Mücahidlere çok değer verdiği için onlarla hep temiz ve güzel giyinerek buluşmak isterdi. Bununla beraber giydiği şeylerin çoğu eski birkaç kere yama yapılmış kiyafetlerdi. Türkiye’den kendisi için pahalı güzel ayakkabı kıyafet gelirdi. Hemen birine infak ederdi. Şehid olmadan önce yeni gelen bir botu vardı, onuda kutusuyla kaldırıp koymuştu dolabın üstüne, “bunu bir kardeşe hediye etmeyeyim mi?” dedi. “Hayır senin ihtiyacın var, en çok sen gidiyorsun.” dedim. Son evden ayrılışında onu zorla giydirdim ve o bot ayağındayken şehid oldu… İlk ve son defa yeni ve güzel birşey giymiş olarak…
Her evden makara gidişinde dolabından sevdiği güzel kıyafetlerinden çıkarır, götürür hediye ederdi kardeşlere.
Rabbim şehadetini kabul etsin, umarım istifade edersiniz.
|Alıntı .
İMAN SORGULATAN BİR HAYAT….
Es selamu aleykum ve rahmetullah…
Rabbim bu çalışmada emeği geçen tüm kardeşlerden, hepinizden razı olsun mübarek ve bereketli kılsın. Bu ameli sizin için ve ümmet için… Eşim Ömer Faruk…
Onu ne kadar anlatmaya çalışsam da sÖyleyeceklerimin yetersiz ve az kaldığına emin olun. Çünkü insan unutkan ve nankördür. Pek çok hayrını unutmuş ya da elimdeyken hakkıyla şükrünü eda edememiş olabilirim..
Her şehid bir hasletiyle öne çıkar ya hani, Ömer Faruk (Rahimehullah) pek çok hayırda önde gidenlerden oldu. Allah’a karşı kimseyi temize çıkaramayız ben zahiren gördüklerimi anlatayım.
Öncelikle çok ama çok utangaç biriydi. 34 yaşında benimle evlendi. 1 sene sonunda da çok arzuladığı şehadet nimetiyle rızıklandı elhamdulillah. Ona bu yaşına kadar neden evlenmedin, istemedin mi? diye sorduğumda utandığım için anamdan bacılarımdan başka bayanlarla konuşamıyorum demişti.
Onu ilk gördüğümde belli oluyordu zaten yüzüme bakamıyordu. Çok utangaç, hayalı ve edebli olduğu için . Annem onu bana sorduğunda anneme tek kelimeyle anlatmıştım. “Yüzü tam bir şehit yüzü, gerçek bir Muvahhid, Mücahid” demistim. Daha nikahımız kıyılmadan bile bunu hissetmiş annem de dahil gözlerimiz yaşarmıştı. Hepimiz onun şehid olacağı hissine varmıştık. Hamd olsun evlendik, geceleri hiç uyumuyor, uzun uzun sureler okuyor, sürekli teheccüt kılıyordu. (Özellikle ameliyeden eve döndüğü vakit, ağlamaktan namazı zor kılardı. Kıldığı namazları ise surekli sükunet içinde eda ederdi. Hasretle, “Allah’ı çok sevmek lazım” derdi. Nuh süresi 13.ayeti tekrar eder ve ağlardı. “Size ne oluyor ki, Allah’a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz? Şânına lâyık bir yücelik) ümîd etmiyorsunuz (O’na yakıştıramıyorsunuz)?”
Bu ayeti okudukça Merhametli, Allah sevgisi ile dolu olan kalbi daha da inceliyordu. Küçük bir Kur’an’ı vardı hep onu okuyordu…
Hayretler içinde bakıyordum onun hayatına, nasıl güç yetirebiliyordu, bütün bu işlere.. Arada oturduğu bir yerde birkaç dakika gözlerini dinlendirirdi. Kalbini, bedenini cihada öyle alıştırmıştı ki benzersiz bir Mücahiddi.
Doğduğundan beri tıka basa karnını hiç doyurmamıştı. Kendisi zayıftı ama çok güçlüydü. Çok üzülürdüm,
-“Yemek yemiyorsun” diye hayıflanınca, o da
-“Seninle evlendiğimden beri karnımı doyuruyorum doyana kadar yediğim için ben üzülüyorum.” diyordu.
Bekarken uzun yıllar Davud (aleyhisselam)’ın orucunu tutmuştu. Kısaca özetlersek onun hayatı dopdolu bir cihaddı.
–“Biz nerede olursak olalım hep cihad üzere olacağız.” derdi. “Taki şirk kalmayıp, Allah’ın Şeriatı tüm dünyaya hakim kılınsın.”
Bir diğer özelliği ise hizmet ehli olması, ribat ve ameliyelerde kardeşlerinin tek kelimeyle hizmetçisi olmasıydı. Abdest sularını hazırlar, yemeklerini yapar, sobalarını yakar, (bunu evlenmemize aracı olan kişilerden ögrendim) tüm müslümanları çok severdi. Hiçbir müslüman hakkında “kötüdür, işe yaramaz biridir” gibi tabirler kullandığını hiç duymadım. Biri hakkında birşey diyecek olsa “muhakkak o benden hayırlıdır.” derdi.
Bununla beraber mucahidlere olan sevgisi çok daha fazlaydı.
“Mücahidler en kıymetli insanlardır, onlara merhamet etmek lazım, yardım etmek lazım, onlar ümmetin yetimleridir.” derdi.
Hiç kimsenin kalbini kırmaz incitmezdi. Birgün eğitim verirken, bir kardeşi emrine muhalefet etmiş, “yapmayın” diye sakındırdığı bir şeyi yapmış “buna dokunmayın” dediği bir malzemeyi bozmuş (Allahu Alem ) o mücahide sadece “neden yaptın” demiş biraz sert bir şekilde…
Eve geldi, “bana iğne yapar mısın? Migrenim başladı, başım çok ağrıyor.” dedi. Anladım ki bir şeye çok üzülmüş, nedenini biraz ağrısı hafifleyince sordum. Bu olayı anlattı ve; “hemen gidip kardeşimden helallik almam lazım bir mucahidin kalbini kırdım” dedi. ben ise ona “ama sen haklısın, eğitimde bazen sert olmakta gerekir” o ise cevaben; “hayır” dedi. “Rasulullah aleyhisselatu vesselam hiçbir köleye, hizmetçiye, elinin altındakine sert ve kaba davranmamıştır.”
Pek çok cemaatten, kişilerden emirlik teklifi alıyordu. Her bir grup; “Gel başımızda dur.” diyordu ama o kabul etmiyordu. “Ben kıyamet günü Allah’ın huzuruna elleri kelepçeli çıkmaktan korkarım, kimsenin emiri değilim.” derdi. Eğitim verdiği kişilere de “abi” dedirtirdi. Kardeşlerin dertleri ve sıkıntılarıyla yakından ilgilendiği için kendisine “hacı baba” derlerdi.
Öyle merhametliydi ki, “eğer ben emirleri olsam kardeşlerden biri aç yatsa ben ölürüm, tek tek herşeylerini karşılamam gerekir, bunada güç yetiremem.” derdi.
Askeri anlamda her konuda ilimli olmasına rağmen, “ben ingimasiyim (fedai)” derdi. “Hendek kazmayı çok severim, kannas severim…” Diğer alanları sayar, “hepsini bilirim, severim ama ben ingimasiyim, bir adım geri çıkamam, kalbim rahatsız oluyor.” Derdi.
Riyaya bulaşmamak için, “aslında korkak biriyim ama Allah’ın fazlı ile önde gidiyorum.” derdi. Ki, ben onun insan ve cin topluluklarından, hiçbirşeyden korkmadığına da şahit oldum.
Ailesi, kardeşler, herkes yüzüne karşı da aşırı şekilde överlerdi. Kızar, telefonu bazen yüzlerine kapatırdı. “Beni riyaya sokacaksınız, söylemeyin böyle” derdi. Ben eşi olduğum halde pek çok şeyi kendisiyle evlendikten uzun zaman sonra başkaları aracılığı ile öğrendim. İhlaslı olmak tek gayesi olduğu için her ameli gizli yapmaya gayret ediyordu ama başkaları aracılığı ile bu amelleri sürekli ortaya çıkıyordu.
Allah yolunda başına gelenlere aldığı yaralara bir kere olsun “of” bile demedi. “Birşey olmaz bunlar çok küçük şeyler” derdi. Okula hiç gitmediği halde keskin bir zekası edebî bir konuşması ve yazması vardı. Yine kardeşinden sorarak öğrendim ki, Kur’an hafızıydı, hem meal olarak hemde tefsiriyle ayetleri ezberinden okur anlatırdı. (Kardeşi; “Burdayken yarısından çoğunu ezberlemişti, orada tamamlamışsa bilmiyorum.” Demisti ama ben öyle zannediyorum ki tamamımı ezberlemişti. (Allahu Alem)
Bir diğer özelliği ise, çok temiz ve düzenli olmasıydı. Yaptığı her işi kusursuz, mükemmel yapmaya çalışmasıydı. Hayatının her alanında bununla amel ettiğine şahit oldum, “Bir emirimiz vardı Yaptığınız işi güzel yapın; “Allah işini güzel yapanları sever.” (Bakara/195) ayetini nasihat ederdi bize” demişti. Makarda nöbetçi olduğu günler çöp kutularının içini, dışını hatta kış bittiğinde sobayı, boruları temizleyip, yıkayıp düzenli bir şekilde kaldırırdı.
Misafiri çok severdi kendisi yemek yapar ve hiçbir zamanda misafirle beraber yediği olmazdı sadece yemiş gibi görünürdü. Misafire hizmet ederdi.
“Neden yemiyorsun? herkese yeter” dediğimde, “olsun kardeşlerim güzelce doysun, kalırsa ben yerim, bunlar önemli şeyler değildir, yemesemde olur. Sen rahat ol” derdi.
Hiçkimseye yok diyemezdi, bu yüzden çok tartışmışızdır. “Düzenli ve planlı olsak olmaz mı?” derdim. “Burası cihad yeri, buranın planı olmaz kardeşlerden herhangi birisinin ihtiyacı olunca ben nasıl yok derim ki?”
Çok fedakardı, çoğu zaman tuttuğu nafile oruçlarında iftar bile edemeden cihad etmeye kardeşlere yardım etmeye devam etti. İhlaslı olmak istediği için kimseye “Oruçluyum” da demezdi, diyemezdi.. İftar etmeden yorulurdu, saatlerce aç, susuz, uykusuz kalmıştır. Haline hep üzülürdüm, “nefsinin de hakkı var üzerinde” derdim. “Doğru söylüyorsun.” diyordu ama birşey değişmiyordu.
Maddi imkansızlık meselesinde ise benimle evlenirken “Birseyim yok, ailemde Toki’de oturuyor, mal varlığımız yok.” dedi. Cahiliyede futbol oynayıp, kazandığı parasını da Allah için terk etmiş ve bunu söz konusu bile etmezdi. Bu nedenle Allaha tevekkül edip evlendik ve birgün bile yokluk çekmedik hatta öyle günler oldu ki araba alabilecek paramız oldu ama almadı.
“Dünyayı terk edip, geldik.” diyordu. Motorunu bile benim çok ısrar etmem sonucu zorla aldı. Utandığı için süremem diyordu ama çok zeki ve kabiliyetli olduğu için araba ve motor kullanmayıda çok iyi biliyordu.
Gelir olarak hiçbir yerden aldığı bir maaş yoktu. Arada bir gelen infaklar olurdu ve onun dışında sürekli askeri malzemelerini satar bizim ihtiyaçlarımızı öyle giderirdi. Evimizden eti, meyveyi ve kuruyemişleri eksik etmezdi.
“Para konusunda çok rahat ol” derdi. El Kerim olan bir kudsi hadiste; “BENDEN YARININ RIZKINI İSTEME ; ÇÜNKÜ BEN SENDEN YARININ AMELİNİ İSTEMİYORUM” derdi ve bu hadisi kendisine şiar edinmişti.
Hiç düşünmeden elimizde ne varsa canımızın istedigi gibi harcadık ve bir gün olsun parasız kalmadık. Bir keresinde infak gelmişti bende o parayla o an birşey istemiştim şuan hatirlamiyorum ama 100$ gibi bir paraydı eve geldi ve; “hakkını helal et o parayı kullandım” dedi. Sorunca söylemek zorunda kaldı. “Kardeşlerin bakkala borcu çok birikmiş, ödeyecek imkanları da yoktur. Hepsi gariban o sebeple onların borçlarını kapattım.” dedi.
Bugün hala kardeşler ve hiç kimsenin bilmediği pek çok salih ameli var.
Rabbim ondan cesurca sunduğu o kıymetli canı kabul etsin. (Amin)
Osman radiyallahu anh gibi hayalıydı. Ne ailesinin ne benim yanımda çorabı dışında elbise giyinip çıkarmazdı. Ayağını uzatarak oturmazdı. başından yemenisini de eksik etmezdi.
Yine bir gün Ameliyeden gelmişti, ortam çok şiddetli olduğu için kendisi ile beraber giden kardeşleri makara göndermiş ve kendisi ise tek başına kalmıştı.
Kaldığı makarı uçak vurmuş, 4 kat yada 2 kat altında kalmış, yanında olan bir kardeşide çıkarmış, kendi de çıkmıştı. 2 gün kendini orada toparlayıp eve geldi.
Hiçbir şey olmamış gibi neşeli, oğlu Enesle oyunlar oynadı. Her eve geldiginde bize bakar ve; “Benim ailem zayıflamış, Allah beni affetsin, size iyi bakamıyorum.” derdi ve hemen gider alışveriş yapardı.
Pek çok kere klor gazı, fosfor bombaları içinde kaldı. Ben rüyalarımda görünce hayret eder, itiraf etmek zorunda kalırdı ama bunları yanında olup şahit olanlarından başka hiçkimseye anlatmazdı.
Bugün Oğlum Enes’in psikolojisinin nasıl bozulduğuna bakınca onun oğlum ile olan ilişkisini ve ona karşı olan davranışlarını anlamak daha mümkün…Çocuk her an “baba, babacım, hadi kalk, şehid değilsin saklanma, baba gel hadi.” Diyor geceleri aglayarak uyanıp, hüngür hüngür ağlıyor. “Babayı göremedim, gelemedi.” diyor. Bazen “Baba cennette, ben cennete gitmek istiyorum.” diyor.
Evlendiğimizde Enes 1 yaşındaydı, şimdi ise 2 yaş 4 aylık ve yaşadığı her şeyi kazımış hafızasına, sanki varmış gibi, her an hatıraları dilinde, hayali olarak onunla oynuyor ve konuşuyor… Birbirlerine çok düşkünlerdi. Ben hamile olduğum için evde olduğu sürece Enes’in herşeyiyle eşim ilgilendi. Ayağında sallar, uyutur du. Biberonla sütünü hazırlar, verirdi. Kucağında yemek yedirir, altını değiştirir, makara götürür, maça götürür, motorla gezdirir, gece ve gündüz oynardı. Çok sabrlı ve merhametliydi. Bir gün bileEnes’e kızmadı. Bazen Enes öyle ağlıyordu, çocuk işte, ben annesiyim gücüm yetmiyordu. Kızıyordum Enes’e o ise; “karışma, babam o benim.” derdi. Ne yapar eder ağlarken enesi güldürmeyi başarırdı.
Bir hadis var, “ağlarken çocuğu güldürene cennet var.” derdi. Eşim ne zaman gitse, 3 günü geçse ve eve dönmesi gecikse enes hastalanırdı. Çok şiddetli ateşi çıkardı. Eşimin geldiği ilk gece Enes sadece onu isterdi. Zaten çok yorgun ve şiddetli çatışmaların içerisinden gelmiş olduğu halde o haliyle evde de dinlenemez, sabaha kadar Enesi ayağında sallardı. Baktı uyumuyor, gece vakti kalkar oyun oynarlardı. Bütün bunları da razı olarak yapardı. Hiç şikayetlendiğini ve söylenerek birşey yaptığına şahit olmadım.
Kızımız doğduğu gün hayatının en mutlu günüydü. O kadar sevincliydi ki ne yapacağını şaşırmıştı. Hastaneye para dağıtmak istiyordu. Ama bebeği kucağına alıp doğru düzgün sevemezdi. “Enes babam hasta olur kıskanır.” derdi. Evde büyük olsun küçük olsun temizlikte düzende bana hep yardımcı olurdu. “Üzülüyorum sen bulaşık yıkayınca yoruluyorsun.” diyordu. Çoğu zaman kışın soğukta bulaşıkları kendisi yıkamıştır. Evde işleri bana kolaylaştırmak istiyordu.
Sürekli herşeyi sorardı. “Evde beğenmediğin, sana zor olan ne var?” diye ben birsey soylemezdim ama kendisi gözlemlerdi ve hemen yapar güzelleştirir, kolaylaştırırdı.
“Dünya işleri seni çok oyalamasın, tek bir tane tabak kullanalım gerisini kaldıralım, sana kolay olsun ki ben senin ibadetle meşgul olmanı istiyorum, Kitap oku ve okumakla meşgul ol, ben sana hiçbir zaman bu iş neden yapılmamış demem, yemek yapmak zorundada değilsin, neden yemek yok demem, bunlar önemli şeyler değil sen çok rahat ol. İbadetle, ilimle meşgul ol” derdi.
Söküğünü kendi diker, bazen çamaşırını kendisi yıkardı. Mücahidlere çok değer verdiği için onlarla hep temiz ve güzel giyinerek buluşmak isterdi. Bununla beraber giydiği şeylerin çoğu eski birkaç kere yama yapılmış kiyafetlerdi. Türkiye’den kendisi için pahalı güzel ayakkabı kıyafet gelirdi. Hemen birine infak ederdi. Şehid olmadan önce yeni gelen bir botu vardı, onuda kutusuyla kaldırıp koymuştu dolabın üstüne, “bunu bir kardeşe hediye etmeyeyim mi?” dedi. “Hayır senin ihtiyacın var, en çok sen gidiyorsun.” dedim. Son evden ayrılışında onu zorla giydirdim ve o bot ayağındayken şehid oldu… İlk ve son defa yeni ve güzel birşey giymiş olarak…
Her evden makara gidişinde dolabından sevdiği güzel kıyafetlerinden çıkarır, götürür hediye ederdi kardeşlere.
Rabbim şehadetini kabul etsin, umarım istifade edersiniz.
|Alıntı .
Son düzenleme: