Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Hakikat Yolcuları / Bir Şehidin Günlüklerinden Romanlaştırılmış Bir Kitap

E Çevrimdışı

Eski haberci

Üyeliği İptal Edildi
Banned
bir şehidin günlüklerinden romanlaştırılmış bir kitap



Öyle deme Yusuf, ben sizden nasıl ayrılırım? Vallahi nerde olursanız sizi arayıp bulurum.

-Ayrılıktan bahsederden aramızdaki bu güzel bağların kopacağından söz etmiyorum zaten. Başta da söylediğim gibi her fırsatta birbirimizi arayıp soracağız insallah.

O ana kadar suskun kalan Abdülaziz, Yusuf'un susmasıyla araya girdi.

-Yusuf haklı Ahmet! Gerçekçi olmak lazım... Önümüzde bir ayrılığın olacağı kesin. Ama bu ayrılık sadece bedeni olacak. Düşüncede, duygularda, hayallerde hep birlikte olacağız. Üstad'ın dediği gibi: 'Sureten görüşemediğimizden merak etmeyiniz. Bizler manen her zaman görüşüyoruz...'

-Doğru dedi Bekir. Şu sınavı ister kazanalım, ister kaybedelim; ister bu şehirde, isterse başka bir şehirde okuyalım; dostluğumuzun, arkadaşlığımızın, kardeşliğimizin önüne hiçbir şey engel olmayacak inşallah.
 
E Çevrimdışı

Eski haberci

Üyeliği İptal Edildi
Banned
1- Bölüm


Yaz mevsiminin ilk ayı olan haziran, bu yılın çok sıcak olacağını ilan edercesine bunaltıcı geçiyordu. Karasal iklimin yaşandığı bu bölgede hayat süren insanlar, genelde sıcağa alışkındı. Ancak kurak geçen bâzı yıllarda sıcaklık o derece artardı ki, insanı canından bezdirecek bir hal alırdı, insanlar, yaz mevsiminin nasıl geçeceğini mayıs ayının ikinci yarısıyla haziranın ilk on günü arasındaki zaman dilimine göre az çok tahmin edebiliyorlardı. Özellikle yaşlı kesim, uzun yılların verdiği tecrübelerden dolayı tahminlerinde hemen hiç şaşmazdı. İşte haziran ayındaki bu bunaltıcı sıcaklık; tecrübeyle sabit, dayanılmaz bir mevsim beklentisini güçlü kılıyordu.
Öğle sıcağının kendisini iyice hissettirdiği bir sırada, iki katlı, geniş avlulu, müstakil evin misafir odasında oturan dört genç, tavan vantilatörünün sağladığı kısmi serinlik altında, geleceklerini belirleyecek bir sınavın arifesinde koyu bir sohbete dalmışlardı. 17-18 yaşlarındaki gençler, lise son sınıfta okuyorlardı. Sevgiye dayalı, menfaatten uzak bir arkadaşlıkları vardı. Aynı okulda okudukları gibi, birlikte aynı dershaneye de gitmişlerdi. Dördünün de ailesi orta halli, yüksek bir gelir seviyesine sahip olmayan, bildikleri kadarıyla İslam'ı yaşamaya çalışan mütedeyyin bir yapıdaydı. Bu yüzden çocuklarını normal liselerin yerine İmam Hatip Lisesine göndermişlerdi.
Bekir'in eviydi şu anda toplandıkları ev. Avlusunda koca bir dut ağacı ve dalların altına verilmiş desteklerle güzel bir çardak oluşturulmuş bir asma vardı. Mevsimi geldiğinde çok güzel, tatlı ve cins üzümler veriyordu. Dut ağacı ise, yapılan aşıyla yarı beyaz, yarı siyah iri dutlarla beğeniyordu. Gençlerin önünde her ikisinden de birer tabak duruyordu. Odada karşılıklı iki kanepe, yerde fazla pahalı olmayan halılar, kitaplık olarak da kullanılan ve içinde kullanılmayan tabak, bardak ve fincanların bulunduğu bir vitrin vardı. Duvara asılı, bezden bir Kabe motifi odanın dekorunu tamamlıyordu,
Bekir, Ahmet ve Abdülaziz şehirde oturuyorlardı. Yusuf ise köyden gelmişti okumak için. İlkokulu köyde okuduktan sonra, derslerindeki başarısının da etkisiyle, babası onu İmam Hatip Lisesinin orta kesimine yazdırmış, girdiği devlet parasız yatılı sınavını kazanmasıyla da okulun pansiyonunda kalmaya başlamıştı. Yedi yıldan beridir yatılı okuyordu Yusuf. Köyüne sadece tatillerde gidiyor, diğer zamanlarını ise okulun bulunduğu bu şehirde geçiriyordu. İlk zamanlarda çocukluğun etkisiyle ailesinden ayrı kalmak ve tanımadığı bir ortama girmek ona zor gelmiş, bu yüzden sıkılmış, hatta okulu bırakıp köyüne dönmeyi ciddi ciddi düşünmüştü. Ama zaman İlerledikçe hem okulunu sevmiş, hem de yaşıtlarıyla birlikte pansiyonda kalmaktan hoşlanmıştı. Okulunu sevip'..ortama alıştıkça da derslerinde günden güne artan bir başarıya ulaşmıştı.
Bekir ile Yusuf, ortaokuldan beri aynı sınıftaydılar. Ahmet, lise birde, Abdülaziz ise lise ikinci sınıfta onların sınıfına dâhil olmuştu. Her dördü de öğretmenleri tarafından takdir ediliyordu. Düzenleri, uyumları, sosyal ilişkileri, ahlaki olgunlukları, diğer öğrenciler arasında onlara bir saygınlık kazandırmıştı. Özellikle Yusuf un köylülükten gelen saf ve temiz ahlakı, ilişkilerinde art niyet taşımaması, ağır başlı ve doğru sözlülüğü onu okulda farklı kılıyordu. Her dört genç de derslerinden arta kalan zamanlarında kendilerini okumaya vermiş, azımsanmayacak'bir bilgi birikimine sahip olmuşlardı. Bu nedenle dünyaya bakış açılarında da bir farklılık oluşmuş, dünyanın mahsul toplama yeri değil, ancak tohum ekme tarlası olduğunu öğrenmişlerdi. Üstad Bediüzzaman'm; "Bu dünya dârü'l-hizmettir; külfet ve meşakkat ile ücret ölçüİür. Dârü'l-mükâfat değil" şeklinde beyan ettiği düsturu iyi kavramışlardı. Hayatlarını da bu kaidenin öğretileri çerçevesinde şekillendirmişlerdi. İşte şimdi de hayatlarının dünyevi kısmının bundan sonraki rotasını çizecek bir sınava saatler kalmıştı. Koyulaşan sohbetlerinin ana hattını sınav oluşturuyordu. Bir müddet suskun kalan gençlerden ilk konuşan Bekir oldu.
-Ne dersiniz, dördümüz de kazanır mıyız?
Bu soru daha önce her biri tarafından defalarca sorulmuştu; ama şimdi verilecek cevap daha bir önem arz ediyordu. Bekir'in sorusuyla düşüncelerinden sıyrılan gençlerin yüzüne güven dolu tebessümler yayıldı. Soruyu Abdülaziz cevapladı.
-Elbette kazanacağız Bekir. Yoksa bir şüphen mi var?
Ahmet de Abdülaziz'e destek verdi.
-Hazırlığımız tamam. Defalarca deneme sınavlarına girdik ve hepsinde de başarılı olduk. Bunda da başarılı olup dilediğimiz üniversitelere gireceğiz, merak etme. Sence de öyle değil mi Yusuf?
-Eğer her şey yapılan hazırlıklarla tamamlanmış olsaydı, 'Evet' derdim.
Yusuf un ihtimal barındıran cevabı Bekir'i meraklandırdı.
-Nasıl yani? Çok gizemli konuştun Yusuf. Bunu biraz aç ki biz de anlayalım. Öyle değil mi arkadaşlar?
Ahmet ile Abdülaziz de Bekir'i destekleyince, Yusuf biraz da sıkılarak ne demek istediğini anlattı.
-Bakın arkadaşlar, biz sadece çalıştık, çabaladık. Bunlar sınavı kazanmak için birer tedbir. Ama her zaman tedbirleri yerine getirmek, amaca ulaşmak için yeterli olmayabilir. Her şey Allah'ın elindedir ve O dilemeden hiçbir şey olmaz. Bunu okuduğumuz kitaplardan da az çok biliyoruz. Biz Allah'tan hayırlı olanı dileyelim. Elbette hazırlığımıza güveneceğiz. Ama asıl güvenmemiz gereken ve yardım dileyeceğimiz merci, Yüce Allah olmalıdır. Dikkat ettim de, hep 'Kazanacağız' dediniz. Oysa en azından 'İnşaallah' demeniz lazımdı. Yani, 'Alİah dilerse!' Evet, doğrusu bu! Allah dilemedikçe, dünyanın bilgilerini yutmuş olsak da faydası yoktur.
Gençler adeta derin bir uykudan uyanmış, bununla beraber utanmışlardı. Bir an gaflete dalıp başarıyı sadece sebeplere bağlamanın yanlışlığından hemen sıyrıldılar.
-Haklısın Yusuf.
-Nasıl da gaflete dalıyor insan!
-İşte arkadaşlığımızın en güzel yanı bu, dedi Bekir. Birimiz unuttuğunda, diğeri hatırlatıyor, birimiz gaflete daldığında diğeri uyarıyor. Hep öyle kalalım ve bunu hiç terk etmeyelim.
-Evet, dedi Yusuf. Bunu hep devam ettirelim. Hayır üzerine kurulu arkadaşlıklarda rahmet vardır. Belki bu sınavdan sonra her birimiz ayrı bir yere gideceğiz. Her nerede olursak olalım, İslam'ı seven kişilerle bu tip arkadaşlık-lar ve dostluklar oluşturalım. Bunun yanı sıra şartlar ne olursa olsun, bu arkadaşlığımız devam etsin. Birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etmek birinci görevimiz olsun. Çünkü Yüce Allah (cc) Maide Suresi 2. ayetinde şöyle buyuruyor: "... İyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlasın, günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmaym. Allah'tan sa-kınm, Allah'ın cezası şiddetlidir." Bu ayetin bi^e gösterdiği istikamette yürümek lazımdır. Kendi adıma söyleyeyim ki, bana hatamı söyleyip uyaran arkadaşıma minnettar kalırım.
-Sanki ayrılacakmışiz gibi konuştun, dedi Abdülaziz. -Bir daha ne zaman bir araya geleceğimiz belli değil. En fazla birkaç ay içinde ayrı yerlerde olacak, ister istemez bulunduğumuz çevreden arkadaşlar edineceğiz. Birbirimizi çok nadir göreceğimiz kesin. Zaten ben birkaç gün içinde köye gidip sınavlar açıklanmcaya kadar gelmeyeceğim. Allah izin verir de kazanırsak; ben Tıbba, Ahmet Hukuk'a, sen Dişçiliğe, Bekir de İnşaat fakültesine gidecek. Dolayısıyla istesek de istemesek de ayrılmış olacağız.
Yusufun söylediği şeyler diğerlerini duygulandırdı. Birbirlerini seviyorlardı ve ayrılık onlar için zor olacaktı. Yıllarca süren arkadaşlıklarında acı-tatlı çok şey paylaşmışlar, birçok ortak anıları olmuştu. Lisenin bitmesiyle zorunlu bir ayrılık olacağını hepsi biliyordu, ama bu gerçek ilk kez Yusuf tarafından dile getirilmişti. Gençler bir süre susup düşünceye daldı. Yoğun bir duygu ortamı oluşmuştu. Sanki ayrılık gelip çatmış ve birbirlerini artık hiç görmeyecek-lermiş gibi hüzünlenmişlerdi. Hepsinin boğazına bir şeyler oturmuş gibiydi. Ahmet, hepsinden daha duygusaldı. Nemlenen gözleriyle konuştu.
-Öyle deme Yusuf, ben sizden nasıl ayrılırım? Vallahi nerede olsanız da sizi arayıp bulurum.
-Ayrılıktan bahsederken aramızdaki bu güzel bağların kopacağından söz etmiyorum zaten. Başta da söylediğim gibi her fırsatta birbirimizi arayıp soracağız İnşaallah.
O ana kadar suskun kalan Abdülaziz, Yusufun susmasıyla araya girdi.
-Yusuf haklı Ahmet! Gerçekçi olmak lazım... Önümüzde bir ayrılığın olacağı kesin. Ama bu ayrılık sadece bedeni olacak. Düşüncede, duygularda, hayallerde hep birlikte olacağız. Üstad'm; "Zaten mesleğimizde zaman, mekân sohbetimize mâni olamaz. Şarkta, garpta, hatta âhirette, berzahta olsa da beraberiz" şeklinde ifade ettiği gibi inşaallah kalben ve ruhen hep birlikte olup asla ayrılmayacağız.
-Doğru, dedi Bekir. Şu sınavı ister kazanalım, ister kaybedelim; ister bu şehirde isterse başka bir şehirde okuyalım; dostluğumuzun, arkadaşlığımızın, kardeşliğimizin önüne hiçbir şey engel olamayacak inşaallah.
Hep birlikte ,'inşaallah' dediler. Yine bir müddet suskun kaldılar. Sonra sessizliği Yusuf bozdu.
-Bakın arkadaşlar, sınav için çalışıp çabaladık. Ama bu, sınavı kazanacağımızın garantisi değil. Olabilir ki, Allah'ın hakkımızdaki takdirinde kazanma olmasın. Bu durumda sakın ola ki Allah'ın razı olduğunun dışında bir harekette bulunmayalım. Üzülmek normaldir; ama bunu daha da ileriye götürüp dünyanın sonuymuş gibi görmek elbette güzel olmaz. Takdirde ve kaderde ne varsa dolacak. Bunun dışında bir şey beklemeyelim. Hem geleceğimizi bir sınavın sonucuna bağlamak da doğru olmaz. Yarın bizim gibi bir milyonu aşkın genç, sınava girecek. Herkes umudunu, geleceğini, hayallerini buna bağlamış. Oysa böyle olmamalı. Asıl Önemli olan dünya imtihanını nasıl vereceğimizdir. Yarın mahşer gününde kitabımızın sağdan mı, soldan mı verileceğidir önemli olan... Ve burada, yani dünyada yaptığımız her şey, akıbetimizi, ahiretteki durumumuzu belirleyecek.
Sınava makam, mevki, meslek veya mal yönüyle bakmak da yanlış... Önemli olan, Allah'ın katındaki makamdır. Meslek ve mal konusu ise, Allah'ın Rezzak ismi dahilindedir. Mal ve mülk O'nundur. O, dilediğine hesapsız rızık verendir.
-Doğru, haklısın, dedi Bekir. İnşaallah biz de sınava bu gözle bakacak ve bu anlayışla gireceğiz. Sonra da Allah'a tevekkül edip sonucuna rıza göstereceğiz.
-İnşaallah, dediler hep birlikte...
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt