Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Garanik meselesin in tutarsızlığı ve bu tutarsızlığın düzeltilmesi

I Çevrimdışı

islami bilgiler

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
بســـم الله الرحمن الرحيم


Garanik meselesin in tutarsızlığı ve bu tutarsızlığın düzeltilmesi


Bu konuyla alakalı olarak şöyle bir soru sorulabil ir:

Cenâb-ı Hak, eksikliğini düzeltip hatasını giderdiği, şeytanın vahiy dışında peygamber lerin kalplerin e attığı düşünceleri tamamen silerek âyetlerini sağlamlaştırdığı yerlerde farklı bir şeyin meydana gelmesi düşünülebilir mi?

Bu hususta iki farklı görüş vardır:

1 - Selef âlimlerinden gelen yaygın görüşe göre, Kur'ân böyle bir şeyin olabilirl iğini onaylar.

2 - Oysa daha sonra gelen âlimler (müteahhirîn) bu görüşü şiddetle reddetmişler Necm süresindeki söz konusu âyetlerle ilgili yapılan şu açıklamayı sert dille eleştirmişlerdir. O görüş şöyle idi:

"Bunlar en yüce garanikle rdir; onların Allah katında şefaatçi olabilece kleri umulur?"

Müteahhirin (sonra gelen) uleması böyle birşeyin kesinlikl e sabit olmadığını söylemiş ve şöyle demişler:

"Kim bunun kanıtlanmış bir düşünce olduğu kanısına varmışsa o şunu demek istemiştir:

Peygamber ler vahyi dinlerken şeytan bu düşünceyi onların kalbine atmıştı, ancak Rasûlullah bu ifadeyi sözcüklere dökerek dile getirmemiştir. Ancak bu takdir üzerinde sorulması gereken bir soru vardır. Şöyle ki:

"Ancak o peygamber istediği zaman şeytan onun temennisi ne bir düşünce atmış olmasın." (Hac, 22/52)

Bu âyetle ilgili âlimlerin görüşünü yukarıda sunduk.

Selef âlimlerinin konuyla ilgili görüşü dile getiren son dönem âlimleri, bu görüşün kanıtlanarak nakledilm iş bir görüş olduğunu, bu görüşü eleştirmenin mümkün olmadığı, bunun böyle olduğuna, Kur'ân'ın şu âyetle işaret ettiğini söylemişlerdir:

"Senden önce hiçbir resul ve nebi göndermemiştik ki o, temenni ettiği zaman, şeytan onun temennisi ne bir düşünce atmış olmasın. Fakat Allah, şeytanın attığını siler, sonra kendi âyetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir, hakimdir."

"Allah bunu böyle yapar ki, şeytanın attığını, kalplerin de hastalık olanlar ve kalpleri katılaşanlar için bir imtihan yapsın; zâlimler uzak bir ayrılık içindedirler."

"Ve kendileri ne ilim verilmiş olanlar da o Kur'ân'ın ' Rabbinden gelen bir hak olduğunu bilsinler de ona inansınlar; böylece kalbleri ona saygı duysun. Şüphesiz Allah, inananları mutlaka doğru yola iletir." (Hac, 22/52-54)

Son dönem âlimleri, bu âyetlerle ilgili görüşlerin tefsir ve hadis kitaplarında yer aldığını, Kur'ân'ın bu görüşlere muvafakat ettiğini söylüyor ve şunu ekliyorla r:

Allah'ın, şeytanın peygamber lerin kalplerin e attığı düşünceyi silip âyetlerini sağlamlaştırması, bu âyetlerde meydana gelebilme si olası şeytanî etkiyi tamamen ortadan kaldırmak, Allah'ın âyetleri başka varlıkların düşünce ve sözleriyle karışmasın diye "hak" olanı "bâtıl" dan ayırmak içindir. Bunun yanı sıra şeytanın attığı düşünceleri, kalplerin de hastalık olan ve kalpleri katılaşanlar için bir fitne kılması, ancak insanlar onu kendi nefisleri nde gizli olarak değil de açıktan duydukları, dinledikl eri zaman olur. Çünkü nesh (silme)den meydana gelen, fitne başka bir nesihten meydana gelen fitne (imtihan) cinsinden dir.

Bu tür fitne Rasûlullah (sallallah u aleyhi ve sellem)'ın doğruluğuna ve bu tür hevâdan uzak olduğuna işaret eder. Nitekim o bir şeyi emreder de daha sonra emrettiğinin tersini emrettiği olurdu. Emirlerin her ikisi de Allah katından idi ve doğrulukları da onaylanmıştı. Çünkü Allah'ın sözü, O'nun kendinden söylediğini neshederd i. Allah'ın neshedip geçerliliğini kaldırdığı söz böyle değildi. Çünkü o, Allah'ın doğrulukta ona itimat ettiğine ve söylediği sözün hak olduğuna işaret eder. Nitekim Hz. Âişe konuyla alâkalı olarak şöyle buyurmuştur:

"Eğer Muhammed, vahiyden birşey gizleyece k olsaydı elbette şu âyeti gizlerdi.

"Fakat Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde gizliyord un, insanlard an çekiniyordun; halbuki asıl korkmana lâyık olan Allah idi'." (Ahzâb, 33/37)

(Buhari, Kitab'üt-Tevhîd, c. VIII, s. 175;Müslim, Kitâb'ül-İman, c. 1, s. 160, H. No 288; Tirmizi, Kitab'üt-Tefsir, c. V, s. 352; H. No, 3207; Ahmed, el-Müsned, c. VI, s. 241; Dürrü'l-Mensûr, c. VI, s. 613)

Görüyorsunuz ki bâtıl ile kendisini büyük göstermeye çalışan kimse, yanlış söylese bile her söylediği ile kendisine yardım etmek, kendisini takviye etmek ister. Oysa Allah Resûlü'nün (sallallah u aleyhi ve sellem)Allah'ın, şeytanın peygamber lerin kalbine attığı düşünceleri silip kendi âyetlerini sağlamlaştırdığını açıklamakla, kendisini n doğruluğuna ve yalandan uzak olduğuna işaret etmektedi r. Peygamber likteki asıl amaç da budur. Çünkü o doğruluğu Allah tarafından onaylanıp teslim edilmiş bir peygamber dir. Bu yüzden onun yalanlanm ası şeksiz şüphesiz, katıksız küfürdür.

Peygamber lik vazifesin i tebliğe ilişkin konuların dışındaki masumiyet meselesin e gelince; bu konuda âlimlerin farklı görüşleri vardır:

Bu akıl yolu ile mi yoksa nakil yolu ile mi saptanmalıdır? Bundan başka masumiyet konusunda söz konusu edilen küçük günahlar mı, büyük günahlar mı ya da onlardan bir kısmının mı kastedild iği, ya da masumiyet denilince sadece o günahları yapmak değil, ikrar etmek mi olduğu konusunda tartışmışlar. Bunun dışında şu konularda da farklı düşünmüş, farklı görüşler ileri sürmüşler:

Peygamber lerin yalnızca peygamber lik vazifeler ini tebliğ sırasında masum oldukları hakkında kesin hüküm verilebil ir. Bunun dışındaki konularda masumiyet leri hakkında yargıya varmak zorunlu değildir.

Bundan başka, peygamber lik görevi gelmezden bir peygamber in küfürden masum olması gerekli midir, yoksa gerekli değil midir?

Bu konuda başka yerlerde genişçe söz edilmiştir. Ancak cumhur âlimlerinin benimsediği ve seleften gelen bilgilerl e örtüşen görüş, peygamber lerin mutlak mânâda günah işlemekten masum olduğunu, onların günah işlediği görüşünde olan kimseleri reddetmen in gerekliliğini kanıtlamaktadır. Peygamber lerin masumiyet i ile ilgili görüşler irdelenip düzeltildiği zaman, peygamber lerin masumiyet ine kani olanların görüşünün doğruluğu ortaya çıkacaktır.

Peygamber lerin masumiyet ini olumsuz kılanların delilleri, peygamber oldukları kabul edilen kimseleri n günah işlediğine delâlet etmez.

Öte yandan peygamber lerin masum olduğu görüşünde olanlar ise peygamber lere uymanın meşru kılınmasını delil olarak göstermektedirler. Bu meşruiyet, onların günah olma niteliği taşıyan eylemlerd e bulunmala rı caiz görüldüğü zaman caiz olmaz.

Biliyoruz ki, onlara uymak, ancak onların nehyedild ikleri veya geri döndükleri hususlard a değil, peygamber oldukları kabulleni ldiği durumda zorunlu kılınmıştır. Ama emir ve yasaklard an herhangi birisinin hükmü kaldırıldığında (neshedild iğinde) bir peygamber bu emirle emredemez, yasaklanmış olandan yasaklaya maz. Peygamber in böyle bir yetkisi yok iken o emre ve o yasağa uymak ve ona itaat nasıl zorunlu kılınır.

Peygamber lerin masumiyet ini savunan ilim adamları, günahın mükemmelliğe yetkinliğe karşıt olduğunu yâ da günah işleyen bir kimseyi peygamber lik gibi büyük bir nimetle taltif etmenin en çirkin davranış olduğu ya da günahın insanların nefretini gerektird iği gibi aklî delilleri ileri sürmektedirler. Bu, ancak bir kimsenin böyle bir kişilik üzerinde sabit kalması ve bu kişilikten geri dönmemesiyle olur. Şayet durum böyle değil de söz konusu kimse günah işlemişse o günahtan Allah'ın kabul ettiği ve o kimseyi affedip bulunduğu yerden daha yüce bir konuma çıkaracağı "nasûh" bir tevbe etmesiyle mümkündür.

Nitekim bazı selef uleması, Hz. Dâvud (a.s.)'ın tevbe ettikten sonra, hata işlemeden önceki konumunda n daha yüce bir konuma ulaştığını buna delil olarak göstermişlerdir.

Diğer bir grup âlim ise şunu delil olarak göstermiştir:

"Eğer tevbe, Allah'a en sevimli olan eylemlerd en olmasaydı Cenâb-ı Hak yaratıklarını günah işlemekle deneyip onlara ikramda bulunmazdı."

Tevbe konusunda Rasûlullah (sallallah u aleyhi ve sellem)şöyle buyurmuştur:

"Allah için kulunun günah işleyip tevbe etmesi, olduğu yerde durup duran kimseden daha sevimlidi r."

(Buhari, Kitab'üd-Daâvat, c. VI, s. 146; Müslim, c. III, s. 2104, H. No 2747; Enes'ten; Beyhâkî, Şu'ab'ul-İman, Şu'be, 47)

Öte yandan Cenâb-ı Hak:

"Muhakkak Allah çok tevbe edenleri ve çok temizlene nleri sever." (Bakara, 2/222)

"Ancak tevbe eden, iman eden ve sâlih amel işleyenler (değil); işte onlar Allah 'm kötülüklerini iyiliğe değiştirdiği kimselerd ir." buyurmakt adır. (Furkân, 25/70)

Öte yandan sahih olarak nakledile n bir hadiste kulun küçük günahları Allah'a arz olunup büyük günahların Allah'tan saklandığı, oysa Allah'ın açığa vurulmaya n günahlardan ötürü kuluna müşfik davrandığı anlatılmaktadır. Söz konusu kudsî hadiste Cenâb-ı Hak kuluna şöyle buyurmuştur:

"Ben o günahları senin için bağışladım. Onlardan her-bir kötü amelin yerini iyiye değiştirdim."

Bunun üzerine kul şöyle der:

"Ya Rab! Benim göstermediğim günahlarım da var" (Müslim. K. İmân, c. 1, s. 177; H. No 190; Tirmizi, Cehennem'in Özellikleri bölümünde, c. IV, s. 713; H. No 2596, Ahmed, el-Müsned, c. V, s. 157-170; Beyhâkî, El-Esmâ ves-Sıfat, s. 74)

Kul kötülüklerin iyilikle değiştirildiğini görünce, açığa vurmaktan korktuğu büyük günahların da görülmesini talep eder. Ancak malumdur ki, kulun kötülüklerinin iyilikler le değiştirildiği bu durum, günahların meydana gelmeyip iyilikler le değiştirilmesinden daha yücedir.

Said b. Cübeyr'in de aralarında bulunduğu bir grup selef âlimi konu ile alakalı olarak şöyle demişler:

"Kul güzel bir amel eder, ancak o ameli yüzünden cehenneme girer; öte yandan bir kul da kötü bir amel eder ve o amel sayesinde cennete girer. Bu nasıl olur? Şöyle:

Bir kul güzel amel eder. Fakat, o amel nedeniyle ucûba düşer (kendini beğenir) ve diğer insanlara karşı övünür. Böylelikle cehenneme düşer; kötü amel eden de, bu ameli yüzünden sürekli korku içinde olur ve tevbe eder, daima pişmanlık içerisinde olur. Böylelikle cennete girer."

Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

"Göklerin ve yerin ve dağların kabul etmediği o emaneti insan yüklendi. Gerçekten o çok zalim çok cahildir.

Allah bu emaneti insana vermiştir ki, münafık erkeklere ve münafık kadınlara, müşrik erkeklere ve müşrik kadınlara azab etsin; mü'min erkekleri ve mü'min kadınları da bağışlasın; Allah gafur ve rahimdir." (Ahzâb, 33/72-73)

Aslında her insanın amacı, Allah'ın tevbeleri ni kabul ettiği inanan erkek ve inanan kadınlardan olmaktır.

Öte yandan kitab, sahih sünnet ve Kur'ân'dan önce indirilen diğer kitaplard a bu görüşle örtüşen ve onu teyid eder nitelikte, sayılmayacak kadar örnekler vardır.

Bu görüşü reddedenl er ise bu bilgileri sapık ekoller olan "Cehmiye", "Kaderiye" ve "Dehriye" nin "Allah'ın isim ve sıfatları", "kader" ve "âhiret" le ilgili nasları yorumladıkları (tevil) gibi yorumladılar. Bu tevil girişimi, bâtıl olduğu kesinlikl e bilinen bâtınî "Karâmita" ekolünün nasları tevil ettikleri Allah'ın kelimeler ini, yerlerini n dışına çıkaran kimseleri n eylemi türünden bir girişimdir.

Meselâ bu sayılan ekole mensup kişilerden her birisi peygamber lere saygıyı amaçlarlar ancak bu girişimleri ve yöntemlerinin sakatlığı yüzünden onları yalanlama kla neticelen ir; onlara iman etmek isterler fakat küfre düşerler.

Gelgeleli m masumiyet meselesin e:

Peygamber lerin masumiyet lerinin şeriat, akıl ve icma deliliyle kanıtlandığı bilinmekt edir.

Ancak bu, risâleti tebliğ noktasında kastedile n masumiyet tir.

Bu kavramla, Peygamber lerin tebliğ ettiği ilâhî emirleri kabul etmedikle ri zaman o kimseler bu kavramdan yararlana mazlar. Ancak ya anlamını bozdukları kavramı ikrar ederler ya da bu noktada, bütün bildikler i bir takım kuruntula rdan ibaret olan onun ötesinde kitabı bilmeyen ümmîlerin durumuna düşerler.

Şayet "masumiyet" kavramı onların iddia ettikleri anlamı içeren bir kavram ise bundan yararlana mazlar; hem onların böyle bir kavramdan yararlanm aya ihtiyaçları da yoktur. Çünkü bu kavram ona iman etmekle emredilme yen, onlardan başka bir insan grubuyla alâkalıdır. Bu gruba mensup kişilerden herhangi birisi, peygamber ler hakkında, Allah'tan, ellerinde bir delil bulunmada n konuşur; öte yandan peygamber leri tasdik ve onlara itaat için yapılması gerekli olanları da terkeder. Oysa onları tasdik ve onlara itaatten mutluluk, huzur bunun karşıtından ise kötülük, mutsuzluk meydana gelir.

Yüce Allah'ın buyurduğu gibi:

"Ona (peygamber e) gereken kendisine yükletilen tebliğ görevini yapmak, size gereken de size yükletilen itaat görevini yapmaktır." (Nûr, 24/54)
 
Cundullah el-Kürdî Çevrimdışı

Cundullah el-Kürdî

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Garanik Olayı: “Şeytan Âyetleri” Masalı



Mekke’de Müslümanlara yapılan baskı ve işkencelerin artması sebebiyle, Peygamberimiz (s.), bazı Müslümanları Habeşistan’a hicret etmeye yönlendirmiş ve 15 kadar Müslüman, Habeşistan’a göç etmişti. Bu göçten bir süre sonra Mekke’de, adına “Ğaranik Olayı” denilen bir hadise yaşandı ve Habeşistan’a kadar ulaşan “Mekkeli müşrikler Müslüman olmuşlar.” şeklinde bir şâyiaya neden oldu ve hatta Habeşistan’daki Müslümanların bir kısmı Mekke’ye geri döndüler. Peki bu olay gerçekte ne idi ve bu olay hakkında müşrikler nasıl bir şâyia yaymışlardı; yani müşrikler nasıl bir dezenformasyon üretmişlerdi?
siyer.mekke.kabe.jpg




Bu hadisenin hakikatini ve olay hakkındaki uydurma (güncel ifadesi ile “asparagas”) rivayetleri, günümüz Müslümanları çok iyi öğrenmelidirler ki, geçtiğimiz yıllarda Selman Rüşdi vb. sapkın İslâm düşmanlarının ürettikleri “Şeytan Âyetleri” türü masalların zihinleri bulandırmasına fırsat vermeyelim, inşaallah.

Evet, ‘yüce ilâheler’ anlamına gelen “Ğarânik” kelimesi ile anılan bu olay hakkındaki çelişkili rivayetler, -maalesef- İslâm ve Peygamber düşmanlarının dört elle sarıldıkları malzemelerden biri olmuş ve dayanaksız iddialara zemin hazırlamıştır.

Öyleyse Garanik Olayı (Vak’ası) gerçekte neydi? Buna karşılık, uydurma haberler neydi?



Garanik Olayı Gerçeği

Bu konuyu etraflıca ve oldukça hassas bir şekilde tahlil ve tahkik eden üstad Ebû’l-A‘lâ el-Mevdûdî, “Hz. Peygamberin Hayatı ve Tevhid Mücadelesi” isimli eserinde Garanik olayının gerçekte nasıl cereyan ettiğini şöyle özetler:

“Bir gün Harem’de Kureyşliler toplantı halindeyken Efendimiz (s) oraya gidip kalabalığa Necm Sûresi’ni okumaya başladı. Allah’ın kelâmı öylesine etkiliydi ki, müşrikler can kulağıyla dinlediler, gürültü patırtı çıkarmayı bile unuttular. Surenin sonunda Hz. Peygamber (s) secde etti. Oradakiler de Kur’ân’ın etkisine kapılarak hemen secdeye kapandılar. Secde edenler arasında Hz. Peygamber’e ve İslâm’a muhalefette ön safta yer alan Kureyş’in en büyük kabile reisleri de vardı. Secde etmeyen Ümeyye b. Halef yumruğunu alnına dokundurmakla, Velid b. Muğire ise eline bir avuç toprak alıp alnına sürmekle yetindi. Bu olayın diğer görgü tanığı Hz. Muttalib b. Ebi Vedâ‘a (r.a) -ki o sıra henüz Müslüman olmamıştı- şöyle der:

-‘Rasûlullah (s), Necm Sûresi’ni okuduktan sonra secde edince toplantıda bulunan herkes secdeye gitti, ama ben secde etmedim. Bunun telâfisini şimdi yapıyorum ki, ne zaman bu sûre okunsa secdeye varmadan edemem.’

Bu olaydan ötürü, Habeşistan’daki Müslümanlara tüm Mekkeli müşriklerin iman ettiği haberi ulaştı. Oysa gerçek başkaydı:

Kur’ân’ın mucizevi üslûbundan etkilenen Kureyşliler bir anda secde etmişlerdi. Ama az sonra akılları başlarına gelmiş ve büyük bir hata işlediklerini fark edip kendilerini suçlamaya başlamışlardı. Bazı kişiler de onlara şöyle itiraz etmişlerdi:

-‘Siz ne biçim insansınız, bize Kur’ân’ı dinlemeyi yasaklıyor ve Muhammed’e tabi olmamızı istemiyorsunuz, ama kendiniz ona secde ediyorsunuz!’

Bunun üzerine kabile reisleri kendilerini kurtarmak için bahaneler uydurdular ve dediler ki:

-‘Muhammed, âyetleri okurken, “Bunlar yüce ilâhelerdir (ğaranikât) ve onların şefaati muhakkak beklenmelidir.” dediği için biz secde ettik.’

Bu olay, Habeşistan’a “Mekkeli müşrikler Müslüman olmuşlar.” şâyiası olarak ulaştı.

Oysa Necm Sûresi’ni iyi bilenler Efendimizin böyle bir şey söyleyebileceğine asla inanmaz!



Garanik Olayının Tahkiki ve Uydurma Rivayetler

İslâm ve Peygamber düşmanlarının sıkça dillerine doladıkları, bu yüzden de Müslümanlarda kafa karışıklığına yol açan bu olay hakkında üstad Mevdudi’nin yaptığı değerlendirme, tüm şüpheleri ortadan kaldıracak nitelikte ve vukûfiyettedir (özetle):

“Ne garip ki, bazı müfessir ve muhaddisler Mekkeli kâfirlerin iddia ettikleri sözleri, sanki Rasûlullah (s.) söylemiş gibi nakletmişlerdir. Aktarılan hikâye şöyledir:

“Rasûlullah (s), kâfirlerin İslâm’a karşı nefretlerini giderip İslâm’a daha çok yaklaşmalarını sağlayacak bir vahyin gelmesini arzuluyordu. Kureyşlilerin bir toplantısında iken Necm Sûresi indi ve Efendimiz onu okumaya başladı; “Eferaeytümü’l-lâte ve’l-‘uzzâ ve menâte’s-sâlisete’l-uhrâ” ayetine gelince ağzından -hâşâ- şu kelimeler dökülüverdi: “Tilke’l-ğarânik’el-ûlâ ve inne şefâ‘atehünne le-tercâ: bunlar yüce tanrıçalardır ve onların şefaati muhakkak beklenmelidir.” Bundan sonra Rasûlullah (s) sûrenin diğer âyetlerini normal olarak okudu ve sonunda secde etti; diğer Müslümanlarla müşrikler de secde ettiler. Mekkeli müşrikler dediler ki;

-‘Artık bizimle Muhammed arasında herhangi bir sorun kalmamıştır. Biz de zaten aynı şeyi diyoruz. Yani Hâlık (yaratıcı) ve Râzık (rızık veren) Allah’tır, ama mabutlarımız Allah katında bizim için şefaat edeceklerdir.’

Akşam Hz. Cebrâil (a.s) şu ayetleri getirdi:

“Onlar az kalsın sana vahyettiğimizden başkasını bize iftira edesin diye seni fitneye düşüreceklerdi. O zaman seni dost edineceklerdi. Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık onlara az bir şey meyledecektin. O takdirde biz sana hayatın da ölümün de kat kat azabını tattırırdık. Sonra bize karşı bir yardımcı da bulamazdın.” (İsra 17/73-75)

Bu olay Rasûlullah’ı (s) üzdü. Ta ki Hacc/52. âyet indi ve onu teselli etti; ‘önceki peygamberlerin de aynı hataya düştükleri, onlara da şeytanın karıştığı ama Allah’ın şeytanın şerrini ortadan kaldırıp âyetlerini sağlamlaştırdığı’ söylendi. Kur’ân’ı dinleyen Kureyşlilerin secde ettiği Habeşistan’da duyulunca Müslümanlar, kâfirlerle barış gerçekleşti sandılar. Bu yüzden muhacirlerin çoğu Mekke’ye döndüler ama haberin yanlış olduğu anlaşıldı.”

Bu hikâye İbn Cerir, İbni Sa’d, Vahidi, İbn İshâk, İbn Ebi Hâtim, İbn’ül-Münzir, Bezzâr, İbn Merdûye ve Taberâni’nin kitaplarında yer almıştır. Hikâyenin birçok ravileri vardır… Bunlardan İbn Abbas’ın dışında kimse sahabi değildir. Hikâyenin birçok çelişkili ve tutarsız tarafları vardır ama şu ikisi çok önemlidir:

Birincisi: Hz. Peygamber’in (s), putları -hâşâ- övdüğü iddia edilen sözler hemen her rivayette değişiktir. (Mevdudi’nin dikkatli tasnif ve incelemesine göre 15 ayrı ifade vardır.)

İkinci büyük çelişki, bu sözlerin -hâşâ- Kur’ân ayetlerine giriş şekliyle ilgilidir. Bazı rivayetlere göre bu kelimeler, vahiy sırasında şeytan tarafından Rasûlullah’ın (s) gönlüne indirilmiş, o da bunların Cebrail’den geldiğini sanmış; kimine göre de mübarek ağzından yanlışlıkla dökülüvermiş. Bazılarına göre bu kelimeler, Rasûlullah uyukladığı bir sırada gayri ihtiyari ağzından çıkmış. Bazıları da diyor ki, Rasûlullah (s) bunları kasten söyledi; ama soru ve hayret belirtici şekilde. Yine bazıları diyor ki; şeytan, Efendimizin konuşmasına karışmış ve onun sesiyle birlikte bu kelimeleri ortaya atıvermiş, orada bulunanlar da bu sesin Peygamber’e ait olduğunu sanmış. Bir başkasına göre de, bu sözleri söyleyen orada bulunan müşriklerden biriymiş.

İbn Kesir, Beyhâki, Kâdı ‘İyâz, İbn Huzeyme, Kâdı Ebû Bekr İbnü’l-‘Arabi, İmam Râzi, Kurtubî, Bedreddin Aynî, Şevkani ve Alûsi gibi seçkin âlimler, bu hikâyenin tamamıyla uydurma ve asılsız olduğunu, senedinin zayıf olup, ispatlanmadığını hatta dinsizler tarafından uydurulduğunu söyleyerek şiddetle reddetmişlerdir. Fakat beri tarafta İbn Hacer, Ebu Bekr Cessâs, Zemahşeri, İbn Cerir gibi tanınmış âlimler de bu hikâyenin doğru olduğunda ısrar etmişlerdir. Onlara göre Hacc/52.ayet bu hikâyenin doğruluğunun kanıtıdır.”[1]

Kâdî İyâz da meşhur Şifâ-i Şerif’inde: “Bu ve benzer rivayetleri öne çıkaranlar, hadisleri bir üstaddan dinleyerek rivayet etmeyen, çeşitli kitaplardan sağlam sakat demeden gördüğü her rivayeti derleyen garip olay meraklısı bir kısım müfessirler ile tarihçilerdir.” der ve ekler: “Bu kıssayı nakleden hiçbir kimse, onu güvenilir bir senetle rivayet etmediği gibi, ‘Bunu Rasûl-i Ekrem’in ashabından falan sahabi rivayet etmiştir.’ diye bir isim de zikredememiştir.”[2][3]



Sonuç Yerine: Uydurma Rivayetlere Dikkat!

Müslümanlar İslâm, Kur’ân ve Peygamber hakkında uydurulan rivayetler konusunda çok dikkatli olmalı; söylentilerin kaynağını iyice tetkik etmekle kalmayıp, iddiaları Kur’ân ve Sünnet bütünlüğü açısından yargılayıp değerlendirmeli, akıl ve mantık süzgecinden geçirmelidir. Kâdî İyâz’ın meşhur Şifâ-i Şerif’inde vurguladığı gibi, özellikle de: “çeşitli kitaplardan sağlam sakat demeden gördüğü her rivayeti derleyen garip olay meraklısı bir kısım müfessirler ile tarihçiler” hakkında çok daha dikkatli olunmalıdır. Vesselâm.




[1] Ebû’l-A‘lâ el-Mevdûdî, “Hz. Peygamberin Hayatı ve Tevhid Mücadelesi”, çev. Ahmet Asrar, Pınar Yay., 1/511-514.

[2] M.Yaşar Kandemir, (Kadı İyaz’ın) “Şifa-i Şerif Şerhi”, 3/29-30.

[3] Ebû’l-A‘lâ el-Mevdûdî, A.g.e., 1/515-520.

Yazar:
Abdullah YILDIZ
 
Üst Ana Sayfa Alt