Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Gaybden Haber Vermek Keramet mi?

S Çevrimdışı

selefi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Tasavvufçular şeyhlerinin bir şeye "ol" deme gücüne sahip olduğunu ve ol deyince o şeyin derhal oluverdiğini iddia ediyorlar. Onlardan biri Allah'ın kendine halife bıraktığı veliden söz ederek şöyle diyor: "O halifedir. Allah ona "ol" deme gücünü verir. Bir şeye "ol" der demez, o şey hemen oluverir."
Ebussuûd da şöyle der: "Allah bana on beş senedir tasarruf verdi, ama biz nükte olsun diye bıraktık." İbn Arabi bu sözü ele alarak şöyle diyor: "Biz ise, nükte olsun diye değil, kemali marifet için onu terk ettik." Acaba Ebussuud alemde tasarruf ederken Allah ne yapıyordu? Bu şekilde tasavvufçular şeyhlerini Allah'ın ortakları yapıyorlar.
O halde peygamberlerin mucizeleri nedir? diyeceksiniz. Hemen belirtelim ki peygamberler, tasavvufçuların şeyhleri için söyledikleri tarzda, canları istediği ve akılları estiği zaman mucize göstermemişlerdir. Onların mucize göstermeleri Allah'ın izni ve emriyle olmuştur. Bir peygamber istediği zaman değil, Allah dilediği zaman mucize ile peygambere ikramda bulunur. Hz. Musa kendi kudretiyle asasını taşa vurmadı, denizi kendi gücü ile yarmadı. Öyle olsaydı Firavn'nın ve askerlerinin kendisine ulaşmalarından korkusu niçindi? Kendi gücüne dayanarak asasının denizi yarabileceğine şüpheli de olsa bir kanaati olsaydı, neden Firavn ve ordusundan korkacaktı?
Hatta büyücüler büyülerini yapınca Hz. Musa'yı neden bir korku titremesi aldı? Onu teskin ve tesbit için yüce Allah ona şöyle buyurmuştur: "Korkma! Kesinlikle üstün gelecek olan sensin." (Taha, 68) Mucizeler gösterebileceğine dair bu bir kudret alameti midir, yoksa kurtarıcı ilahi kudrete samimiyet ve teslimiyetle yapılan beşeri bir yakarış mıdır?
Cebrail de kendi başından ve kendi iradesiyle Hz. Muhammed'e Kur'ân'ı getirmiş değildir. Sadece ve sadece Allah'ın emri ve iradesiyle ona inmiştir. "Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz." (Meryem, 64)
Şu âyete bakınız, bu gerçeği apaçık görürsünüz. Yüce Allah buyuruyor: "Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol, dedik." Bu sözü İbrahim söylememiştir. Aksine onu söyleme gücüne sahip olan ve İbrahim'in rabbi bulunan Allah'tır. O halde şehvet hevesleri ve kuruntu dürtüleriyle tasavvuf şeyhlerinin alemin kaderinde tasarruf ettikleri hurafeleri nereden geliyor? Bir şeye ol, demekle o şeyin hemen oluvereceğine dair iftiraları nasıl ortaya atabiliyorlar? Yüce Allah yalancıların uydurmalarından münezzehtir!
Yol ortasında ve halkın gözü önünde zina cürmünü işliyen Ali Vahiş, ve el-Sarîsî'nin kerametlerinden insanlara ne yarar gelecektir?
Gördüğünüz gibi tasavvufçular azim sahibi peygamberlerin Allah'ın izin ve iradesiyle gösterdikleri mucizelerin bunak ve ahmak velileri tarafından gösterildiğine hükmetmişlerdir. Peygamberlerin mucizelerinin bunakların ve günah küpü canilerin kudretinin eserleri olduğuna hükmettikten sonra, tasavvufçuların kendilerine Muhammed'e indirdiği Kur'ân gibi bir Kur'ân indirildiğini iddia etmekten ne alıkoyacaktır?
Yüce Allah "Şu çürümüş, un olmuş kemikleri kim diriltecek? Dedi. de ki, onları ilk defa yaratmış olan diriltir" buyuruyor. Tasavvufçular şeyhlerin de Allah gibi hayat ve kudret sahibi olduklarını iddia ettiklerine göre, onlar da çürümüş kemikleri diriltebilirler, demektir. Sonra, başkasına hayat vermeğe kadir olan bir kimse, evleviyetle kendine ebedilik ve sonsuzluk vermeğe de kadirdir, demektir. Aksi halde kendine veremediğini başkalarına nasıl verebilir? Tasavvufçuların dalalet çöllerinde yollarını yitirmiş ahmakları ve zalimleri yüce ve hakim olan Allah'ın sıfatlarıyla nasıl tavsif ettiklerini görüyorsunuz değil mi?
el-Münavi Tabakat'ında tasavvufçuların ölülerle konuştuklarını, dedesinin İmam Şafii ile konuştuğunu, Zinnun el-Mısri'nin ruhunun birçok cisimlerin işlerini idare ettiğini, el-Havvas'ın üzerine gökten sofraların indiğini, Hz. Hızır'ın ona içirdiğini, el-Bistami'nin velileri peygamberlerden üstün tuttuğunu, kapısını çalan birisine el-Bistami'nin "Ne istiyorsun?" deyince, o kişi "Ebu Yezid el-Bistami'yi istiyorum" demesi üzerine el-Bistami'nin "Evde Allah'tan başka kimse yoktur" dediğini, iddia etmektedir.
Yine es-Sülemi'nin İbrahim İbn Edhem'le Davud ile Hızır'ın karşılaştıklarını, onunla konuşup beraber yediklerini, kendisine Allah'ın ismi azamını öğrettiklerini nasıl iftira ettiğini okuyabilirsiniz.
Cennet ve cehennemin kimin elinde olduğunu mu öğrenmek istersiniz. ed-Desuki kendi elinde olduğunu iddia ediyor ve şöyle diyor: "Cehennemin kapılarını kendi ellerimle kapattım, Firdevs cennetinin kapılarını da kendi ellerimle açtım. Beni ziyaret eden kişiyi Firdevs cennetine koyarım. Allah'a muttasıl hiçbir veli yoktur ki Hz. Musa'nın konuştuğu gibi Allah'la konuşmuş olmasın."
Peygamberlerin mucizelerinin tasavvufçuların bazı kerametleri olduğunu mu öğrenmek istiyorsunuz? İşte ed-Debbağ'ın iftiraları: "Süleyman'a mülkünde verilen ve Davud'un emrine verilen, İsa'ya ikram edilenlerin tümünü Allah fazlasıyla peygamberin ümmetinden tasavvufçulara vermiş, kör, sağır, dilsizi iyileştirme ve ölüleri diriltme gücünü onlara vermiştir."
Tasavvufçuların yankesicilik yapma kerametlerini mi merak ettiniz? Buyurun ed-Debbağ'ı dinleyin: "Tasavvuf sahibi veli elini dilediğinin cebine gizli sokar, istediği kadar para alır ve cebin sahipleri bunun farkına bile varmazlar." Selefinden halefine kadar ed-Debbağ'ın tasavvufçuların kutuplarından biri olduğu malumdur.
Gördüğünüz gibi, delalete ve izaha ihtiyaç kalmadan herşeyi ile ortadadır. Bu karanlık, bu kokuşmuşluk, bu boğucu cehennem dumanlarını teker teker göstermeye ihtiyaç var mıdır?
Allah -putperestlerin söylediklerinden münezzehtir.- Arşı, kürsüsü, mülkü, meleği, melekûtu, insan ve cinleriyle, hayvan ve cansızlarıyla, aşağılık ve üstünüyle bütün alem, insanların duyguları, düşünceleri, iradeleri, akıllarından geçirdikleri, kalb ve nefisleriyle bütün yaratıklar, gördüğünüz gibi tasavvuf dininde tağutlarının avucunda ve tasarrufu altındadır. Yırtıcı güdüleri, çılgın şehvetleri, azgın istekleri ve utanmaz yüzsüzlüklerinin tahakkümü altındadır
Gaybı gelince onu ancak Allah bilir. Bir de Rasulüne gaybden haber verirse Rasulü bunu bildirir. Bunun dışında her kim gaybden haber verdiğini iddia ederse bilinmeli ki o şeytanın yoldaşlarından birisidir. İşte Risalei Nur diye meşhur eserlerden alıntılar:
HZ. ALİ'YE (R.A) SUHUF İNDİ Mİ? (18. LEM'A)
“Gizlidir herkese gösterilemez. Otuz birinci mektubun onsekizinci lem'ası Risale-i Nur şakirtlerine (talebelerine) işaret eden Hz. Ali (r.a.)nin bir keramet-i gaybiyesidir. (Gaybi, bilinmeyenleri bildirmesidir).[1]
Said Nursi'nin, Hz. Ali'ye suhuf indiğine dair bazı iddiaları mevcuttur. Bu iddialarını on sekizinci lem'ada şöyle ifade ediyor:
Hazret-i Gavs-ı Âzam Şeyh Geylani'nin sarahat (açıklık) derecesindeki keramet-i gaybiyesini te'yid ve takviye eden (sağlamlaştıran) Hazret-i Esedullah-ul Galib Ali ibn-i Ebu Talib (r.a.) ve keremullahu vechehü kaside-i Ercüze-i Meşhuresinde aynen İhbarat-ı Gavsiyeyi tasdik edip işaret ediyor.
Bu surette İmam-ı Ali'nin (r.a.) hicretten otuz sene sonra Kufe'de yazdığı bu Ercüze'deki dokuz defa altmış, otuz ilave edilse beş yüz yetmiş olur ki, Cengiz'in ve Hülağû'nun hücum ve tahribat zamanıdır. Sonra Hz. Cebrail'in, Âlâ Nebiyyina (a.s.m.) huzur-u nebevide getirip Hz. Ali'ye sekine namıyla bir sahirede yazılı ism-i âzam, Hz. Ali (r.a.)'nin kucağına düşmüş:
“Ben Cebrail'in şahsını yalnız alaim-üs-sema (gök kuşa­ğı) suretinde gördüm. Sesini işittim. Sahifeyi aldım; bu isimleri içinde buldum” diyerek bu ism-i azamdan bahs ile hadisat-ı zikirden sonra tahdis-i nimet suretinde diyor ki: Yani “evvelki dünyadan kıymete kadar ulumu esrar-ı mühimme (bilinmeyen gizli ilimler) bize meşhud derecesinde inkişaf etmiş. Kim ne isterse sorsun, sözümüzde şüphe edenler zelil olur.
Vahiy ile Allah tarafından gönderilen Zebur, Tevrat, İncil, Kur'an gibi büyük kitaplar, suhuf (sahifeler) kimlere gönderilir diye bir soru yöneltsek şüphe yok ki, çoğunluğu peygamberlere diye cevap verirler. Peygamber olmayan herhangi bir kimseye kitap ve sahife gönderilir mi? Hayır derler. Bu Allah'ın adet kanunlarına aykırıdır. Bakınız Allah bu hususta şöyle diyor:
“Sizden öncede nice sünnetler (yasalar) gelip geçmiştir (uygulanmıştır). Yeryüzünde dolaşın da yalancıların sonunun nasıl olduğunu görün.” (3/137)
“Bu, Allah'ın öteden beri süre gelen sünneti (yasası)dır. Allah sünnetinde (yasa­sında) bir değişme bulamazsın” (48/23)
“Sizden önce geçenler arasında da Allah'ın yasası böyle idi. Allah'ın emri, olup bitmiş bir şeydir.” (33/38)
Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'inde herhangi bir sahabiye, özel olarak da Hz. Ali'ye bir sahife (suhuf) gönderdiğini söylemediğine göre Said Nursi'nin Hz. Ali'ye Cebrail vasıtasıyla sekine adında bir sahife gönderdiğine ait bir delili olmalıdır. Bir delil gös­termediğine göre böyle bir inanış Allah'a, Resulüne, kitabına ve Hz. Ali'ye iftira olur.
NURCULARI İKAZ
Sapık olan Gulat-ı Şia'nın bu batıl inancının ilk önce bu millete telkin edilmesinin öncülüğünü Said Nursi ve Nurcular yapmıştır.
İşte bu şeni yalanlara ancak Gulat-ı Şia'sından sayılan Gurabiyye fırkası (Rafiziler) inanabilir. Gurabiyye fırkasının iddiasına göre: “Nasıl bir karga diğerine çok benziyorsa, Hz. Peygamber de Hz. Ali'ye öylesine benziyor” der. Bu bakımdan Cebrail şaşırdı, peygamberliği (haşa) yanlışlıkla Muhammed (a.s)'e verdi. Onlardan bir kısmı, bu fiili hata ile işlediği için Cebrail'e lanet etmezken, diğer bir kısmı bu işi kasten yapmıştır, der, lanet ederler.[2]
“Sapık olan Gulat-ı Şia'nın bu batıl inancını ilk önce bu millete telkin edilmesinin öncülüğünü Said Nursi ve Nurcular yapmıştır. Nurcular, Said Nursi'ye son Mehdi ve Risale-i Nur'lara da son kitap diye inanmaktadırlar. Aynen nurcular gibi Şia fırkalarına göre Mehdi zuhur ettiği zaman yanında Musa Peygamberin ordusunu, onun vasıtasıyla yedirip içirdiği meşhur.!!
Tus (asıl) -büyük ve küçük- iki cefr[3], Hz. Ali'nin mushafı[4], Hz. Fatıma'nın mushafı[5], el Camia[6] ve birinde kıyamete kadar ki dostları, diğerinde de düşmanları yazılı olan iki sahife bulunacaktır. Hz. Peygamberin ve kılıcı zülfıkar[7] onun yanında ola­caktır.
Said Nursi ve Nurcular, Hz. Ali'ye Allah tarafından Sekine adıyla yazılı sahife geldiğine inanmalarına mukabil; ilk cahilliye müşrikleri de Allah'ın Resulü olan Hz. Muhammed'e Allah tarafından kağıtlara yazılı bir kitap göndermesini istemişlerdi. Müşriklerin bu itirazına karşı Cenab-ı Hak, Rasulüne şu âyet-i kerimeyi gönderdi:
“Eğer sana kağıt üzerinde yazılı bir kitap indirmiş olsaydık da onu elleriyle tutsalardı, yine inkar ederler, ‘Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir!’ derlerdi.”(En’am 7)
Aynen bu müşrikler gibi, Şi'anın bir kolu olan Gurabiyye fırkası Hz. Ali'nin peygamber olduğunu, ondan sonra oğullarının peygamber olacaklarını ileri sürmüşlerdir.[8]
Nurcuların, bunlardan daha ileri giderek Hz. Ali'ye, Allah tarafından içinde ism-i â'zam bulunan Sekine adlı yazılı sahifenin geldiğine inanmaları sapıklığın ve şirke düş­menin bir örneği değil midir?
Diğer taraftan Nurcular, Hz. Ali'nin kim ne isterse sorsun, dünyanın yaratılışından kıyamete kadar olacak hadiseleri gördüğünü, geçmişte neler olduğunu, gelecekte neler olacağını bilip cevap verdiğine inanmaktadırlar.
Allah'ın bir muhlis ve veli kulu olan Hz. Ali bu gibi iftiralardan uzaktır. Aslında bir ilim sahibi olan bu büyük sahabi, kendi asrında uzun bir devre düşmanları tarafından kendine yapılan bu gibi iftiraları önlemek için uğraşmıştır.
Şimdi Nurcuların, Hz. Ali'nin kendi zamanında bizzat kendi lisanından, gelecekten haber veren sapıkları ikaz ettiğini ve bu düşüncelerden vazgeçmezlerse cezalandırılacaklarını duyduktan sonra tevbe etmeyip halen müslüman olduklarına inanmaları şirkin başka bir çeşidi değil midir?
Bakınız Ashabın, Allah'a tevekkülünü ve ehl-i batılın yalanlarını Hz. Ali'den dinleyelim:
Abdullah bin Avf Bin Ahmer rivayet ediyor; Ali r.a.’ın yanında Musafir Bin Avf Bin Ahmer vardı. Nehrevan’a gitmek isteyince dedi ki; “Ey müminlerin emiri! Şu saatte yola çıkma yoksa senin ve arkadaşlarının başına zararlı bir iş gelir. Fakat üç saat geçtikten sonra gidersen zaferyab olursun.” Ali r.a. dedi ki;
“Sen şu atın karnındakinin erkek mi, dişi mi olduğunu bilir misin?” dedi ki; “Hesaplayarak bilirim.” Ali r.a.;
“Senin bu sözünü Kur’an yalanladığı halde kim tasdik edecek? Sen Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in iddia etmediği ilmi iddia ediyorsun. Allah Azze ve Celle buyuruyor ki;
“Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.”(Lukman 34) sen hangi saatte yola çıkılınca faydalı veya zararlı olacağını bildiğini mi iddia ediyorsun?” o da; “Evet” dedi.
“Bu sözünü kim tasdik eder? Çünkü sen bela ve musibetleri Allah’ın defettiğine inanmıyorsun; bunu saatlara bağlıyorsun. Kim de bu konuda sana inanırsa o Allah’a değil sana güvenmiş olur. Sen yola çıkan kimselerin her türlü kötülükten kurtulacağı saati bildiğini söylüyorsun ki ben bu sözüne inanan kimselerin Allah’a şirk koşmuş sayılmayacağından emin değilim: Rabb’im! Kötülük ve şer ancak senin takdirinle olduğu gibi hayır da ancak sendendir. Senden başka ilah yoktur. Ey müneccim! Biz seni yalanlıyoruz! Bunun için de sana muhalefet ederek bu saatta yola çıkıyoruz”. Sonra da insanlara dönerek şunları söyledi:
Ey insanlar! Müneccimin misali sihirbaz gibidir, sihirbaz kahin gibidir, kahin de kafir gibidir. Kafir ise ateştedir. Vallahi bir daha senden böyle bir şey duyarsam sağ oldukça seni hapseder, bağış almaktan mahrum ederim.”
Sonra Ali r.a. yola çıktı ve zafer kazandı. Sonra dedi ki; “şayet müneccimin dediği saatte çıksaydık, insanlar; “müneccimin sayesinde zafer kazandı” diyeceklerdi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in müneccimi yoktu, ondan sonra bizim de olamaz.”[9]
Müminlere yaptığı hutbesinde Hz. Ali diyor ki: "Bak ey sonraki kişi! Onun sıfatlarından Kur'an'ın gösterdiğine uy ve Kur'an'ın hidayet-i nuru ile ziyalan. Bundan gayri her ne varsa şeytanın teklifidir ki, Allah onu sana kitabında teklif etmemiş ve Resulullah sünnetinde bildirmemiş ve hidayet imamları (hidayete vesile olanlar) bu hususta bir eser ortaya koymamışlardır. Bilmediğin yerde dur ve onu bilmeyi Allah'a ha­vale et. Allah'ın sen de nihayet hakkı budur. Bil ki, ilimde rusuh bulmuş (ilmin fenninin derinliğine vukufiyet kazanmış) olanlar onlardır ki, örtü olan gaybın tefsir ve tevilini bilmemeyi ikrar ve itiraf etmek, onları gaybın üzerine vurulmuş kalıplara hücumdan da alıkoymuştur. İlimlerin ihatası dışında kalan maddeler hususunda aczlerini itiraftan do­layı Allah, o kişileri methetti. Ve onların bu mükellef olmadıkları meselelere dair araş­tırmayı bırakmalarına, rüsuh adını verdi. [10]
Ey arkadaş, Hz. Ali'nin ordusu içinde gaybı bildiğini iddia eden bir askeri ile aralarında geçen tartışmaları dinledin. Bakınız Müneccimin; şu kısrağın karnında ne olduğunu sormasını iyi düşün ve gerçek veliye yakışan sözün bu olduğunu anla.
Cehalet ne kadar büyük bir suçtur; Hz. Ali'nin ordusunda dahi böyleleri çıkabiliyor. Hz. Ali (r.a.) onu ikaz edip tövbeye davet ediyor. Dinlemezse müebbet hapis ile cezalandırıp, ganimetten hissesini vermeyeceğini beyan ediyor.
Lokman suresinin son ayeti ile o kişiyi ikaz ederken kıyamete kadar son sözünü söylemiş oluyor. "Sen çıkanın zarardan kurtulacağı saati tayin ettiğini söylüyorsun. Bu sözüne inanan kimsenin, Allah'a şirk koşan müşrikler gibi olamayacağından emin olamam" demektedir. Müneccimler (gaybı bildiğini iddia eden) kafirler gibidir, kafirler ise cehennemdedir.
Ne yazık ki, bu gün Hz. Ali'nin askeri Müsafir gibi düşünenleri yeryüzünde ikaz edip cezalandıracak bir merci yoktur. Şu anda inancınızın temel kitapları olan Risale-i nurların en üçte birinde, Hz. Ali ve Abdulkadir Geylani'nin gaybı biliyorlardı, diye yaptığınız yalan isnatlardan dolayı sizleri kim cezalandıracaktır.
Elbette dünyada cezalandıracak bir otorite olmadığı herkesçe bilinen bir ger­çektir. Bir gün mutlaka kurulacak olan mahşerde Hz. Peygamber, Hz. Ali, Cebrail (a.s.) sizlerden, Allah adına davacı oldukları zaman ne cevap vereceksiniz.
Dinin içinde şirk koşanlar, kendilerini dindar ve doğru yolda sandıkları için müş­rik olduklarının farkında değillerdir, buna ihtimal vermezler. Hatta ahirete gittiklerinde bile şirk koştukları kendilerine haber verildiği zaman müşrik olduklarını kabullenmek istemezler. Onların bu durumunu âyet şöyle bildirmiştir:
“Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: ‘Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?’ Sonra onların: ‘Rabbimiz Allah'a and olsun ki, biz müşriklerden değildik’ deme­lerinden başka bir fitneleri olmadı.” (En'am: 22-23)
Kur'an ifadesiyle kitaplar ve suhuf ancak peygamberlere indirilmiştir. Peygamberler dışında hiç kimseye kitap ve suhuf indiğine dair bir kayıt yoktur. Bunun varlığını iddia edenler, kitapta delilini göstermek zorundadır.
“İlimsizler dediler ki: ‘Allah bizimle konuşmalı veya bize de bir âyet gelmeli de­ğil miydi?’ Onlardan öncekiler de, onların bu söylediklerinin benzerini söylemişlerdi.
Kalpleri birbirine benzedi. Biz, kesin bilgiyle inanan bir topluluğa âyetleri apaçık gösterdik." (Bakara 118)
“İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi.” (Bakara 213)
“Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahiy ettiğimiz gibi sana da vahy ettik. İbrahim’e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahy ettik Davud'a da Zebur'u verdik.” (Nisa 163)
“Onlar dediler ki: (Muhammed) bize bir âyet getirmeli değil miydi? Önceki suhuftan kendilerine apaçık bir burhan gelmedi mi?”(Taha 133)
“İşte o apaçık delil, Allah tarafından gönderilen, içinde doğru yazılmış hükümler bulunan suhufu okuyan Resul'dür.” (Beyyine 2/3)
“Güya onlardan her biri, kendilerine (özünde) açılmış suhuf (ilahi vahiy) verilmesini istiyor. Elbette olacak şey değil! Aslında onlar ahiretten korkmuyorlar.” (El-Müddesir 52-53)
Gerçekten olacak şey değil... Allah ancak kitaplarını ve suhufu peygamberlere göndermiştir. Bununda sebebi şöyle belirtilmiştir:
“Öyle ki Resullerden sonra, insanların Allah'a karşı (savunacak) delilleri olmasın.”(Nisa 165)
Demek ki peygamberlerden sonra böyle bir kitap ve suhuf gelmeyecek ki, bu şekilde ifade kullanılmıştır. Eğer vahiy devam etmiş olsaydı, kitaplar ve sayfalar gelmiş olsaydı, niçin Allah böyle söylesin idi? Nitekim kitapta son nebinin Hz. Muhammed olduğu apaçık ilan edilmiyor mu? Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Muhammed, sizin erkeklerinizden birinin babası değildir. Fakat Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilir.” (Ahzab 40)
Yine Allah'ın Resulü de sahih bir hadiste, “benden sonra peygamber gelmeyecek­tir” buyurmuştur. Her ümmete peygamber gönderilmiş ve şöyle denilmiştir:
“Her ümmetin bir rasulü vardır.” (Yunus 47)
Son peygamber ise, âlemlere rahmet olarak indirilmiştir. Bütün toplumların son peygamberidir. Kendisine kitap olarak da Kur'an verilmiştir. Onun için iman edenlerin önemli özelliklerinden biri şöyle ifade edilir:
“Onlar sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler.” (Bakara 4)
Bu yüzden Kur'an'ın hiçbir yerinde, “Son peygamber Muhammed'den indirilene iman ederler” şeklinde bir ifadeye rastlamak mümkün değildir. Çünkü bu, risaletin tamamlanması ve kemale ulaşması açısından da imkansızdır. Yüce Rabbimiz bu ikbal ile ilgili şöyle buyuruyor:
“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım. Ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim?” (Maide 3)
Âyette görüldüğü üzere din, tamamlanmış ve Allah'ın nimeti son nebi ve son kitap ile kemale ermiştir. Dinde hiçbir eksiklik ve risaletin eksik bıraktığı hiçbir nokta kalmamıştır. Eğer böyle olsaydı son peygamber görevini yapmamış olacaktı. Bu da bir peygamber için muhaldir. Öyleyse peygamberin varlığı ile birlikte böyle bir suhufün veya sekinenin indiğini söylemek, boş ve çürük bir iddiadır, safsatanın ta kendisidir. Ancak bu tür iddiaları, yukarıdaki ayette de belirtildiği üzere ilimsizlerden başkaları ortaya atamazlar.
Yine Allah şöyle buyuruyor: “Biz, senden önce, şehirler halkına kendilerine vahy ettiğimiz kimseler dışında göndermedik.”(Yusuf 109)
Kendilerine vahy edilenler de, Kur'an'da isimleri geçenlerdir, peygamberlerdir. Eğer Hz. Ali'ye bir suhuf inmiş olsaydı, o da mutlaka Kur'an'da geçecek ve bize bildi­rilmiş olacaktı. Vahiy ile ilgili şu âyet-i kerime, bu ilişkinin nasıllığı konusunda bize bilgi veriyor:
“Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir, ancak bir vahiy ile ya da perde arkasından veya bir Resul gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi başkadır. Gerçekten O, yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Şura 51)
Ondan sonra Cebrail bir melek olarak suhuf indirecek ve bu âyetler Kur'an'da yazılı olmayacak. Acaba bu mümkün müdür? Yoksa Allah'a karşı yalan ve iftira uydurmaktan başkası değil midir?
Halbuki bir şey âyet ise, son kitapta bunun bilgisine rastlamak gerekir. Son nebinin bunu ilan etmesi ve tebliğ etmesi gerekir. Hz. Ali'ye böyle bir suhuf (sahifeler ve kitap), hem de yazılı olarak indiğine dair ne kitapta ne de Resulün sahih hadislerinde bir ifadeye rastlamıyoruz. O halde bu tür ifadeler, bir hezeyandan öte bir şey değildir. Bunların varlığına inanmak dahi insanın imanını tehlikeye düşürür. Son risalete karşı, Allah'ın kitabına karşı cürüm işlemiş olur. Yüce Allah bizleri böylesi uydurma ve safsatalardan uzak tutsun. Âmin.
Rabbimizin şu âyetiyle bu hususu bitirmemiz yerinde olacaktır: “Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenler veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken ‘Bana da vahiy geldi’ diyen ve ‘Allah'ın indirdiğinin bir benzerini ben de indireceğim’ diyenden daha zalim kim vardır”. (Enam 93)
Âyette de ifade edildiği gibi, ister bana vahiy geldi denilsin, isterse başka bir şahsa vahiy geldi denilsin veya bana Allah'ın indirdiğinin benzeri indirildi denilsin, fark etmez. Hepsi de Allah'a karşı yalan uydurmak ve iftira atmaktan başka bir şey de­ğildir.
Netice itibariyla, “Hz. Ali'ye suhuf indirildi”, demek bir yalan ve iftiradır. Asılsız ve delilsiz, boş ve çürük bir iddiadır.
GAYB BİLGİSİ
Kur'an'da varlık bilgiye konu olması itibariyle iki ana kategoriye ayrılır: Şehadet (görünen âlem) ve gayb (görünmeyen âlem). Bu bakımdan gayb kelimesi yer yer görünmeyen şeklinde çevrilmiştir. Kur'an’da, Allah'ın peygamberlere vahiy yoluyla verdiği bilgiler dışında, hiç kimsenin gaybı bilemeyeceği konusu ısrarla vurgulanmaktadır. Bu noktada gaybın tanımı önem arz etmektedir. Gayb kelimesi, müşahede alanı dışında kalan her şeyi ifade etmekle birlikte, Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceği gayb, ahiret ahvali, melekut (ruhlar) âleminin mahiyeti ve istikbalde (gelecekte) vuku bulacak olaylar şeklinde belirmektedir.
“Yoksa, gayb yanlarında da, onlar yazıyorlar mı?” 68/47
"En yüce toplulukta geçen tartışmalardan bir bilgim yoktur.” 38/69
"Bana sadece benim ancak apaçık bir uyarıcı olduğum vahyolunuyor.” 38/70.
“Sana kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: ‘O’nun bilgisi ancak Rabbimin katındadır. Onu zamanında ancak o çıkarır.’ Göklerin ve yerin ağırlığını çekemeyeceği o saat size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: ‘Onun bilgisi Allah'ın kalındadır.’ Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” 7/187
“De ki: Allah dilemedikçe ben kendime bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer gaybı bilseydim, daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük de dokunmazdı. Ben ancak inanan insanlar için bir uyarıcı ve müjdeciyim.” 7/188
“O, gaybı bilendir ve gaybını kendisinden razı olduğu elçileri dışında kimseye bildirmez. (Onların da) Rablerinin elçiliğini yerine getirip getirmediklerini bilmek için (her birinin) önüne ve arkalarına gözcüler salar; onların yaptıklarını çepe­çevre kuşatır ve her şeyi bir bir sayar.” 72/26-28
“Biz (cinler) göğü yokladık, onu sert bekçiler ve alevlerle doldurulmuş bulduk. Halbuki, biz göğün dinlenebileceği bir yerde oturuyorduk, ama şimdi kim dinleyecek olsa kendisini gözleyen bir ateş buluyor. Yeryüzünde olanlara kötülük mü istendi, yoksa Rableri onlara bir iyilik mi dilemiştir? Biz bilmeyiz." 72/8-10
“Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. O gönüllerde olanı bilendir.” 35/38
“De ki: ‘Göklerde, yerde, gaybı Allah'tan başka bilen yoktur.’ Ne zaman diriltileceklerini de bilemezler.” 27/65
“Musa'ya emrimizi bildirdiğimiz zaman, sen batı yönünde (Musa'yı bek­leyenler arasında) değildin, onu görenler arasında da yoktun.” 28/44
“Ama biz, (ondan sonra) nice nesiler var ettik. Üzerlerinden yıllar geçti. Medyen halkı arasında bulunup, onlara ayetlerimizi okumuyordun, fakat (seni) Biz elçi olarak gönderdik.” 28/45
“Sen (Musa'ya) seslendiğimiz zaman Tur'un yanında da değildin. Ama Rabbinden bir rahmet olarak senden önce kendilerine uyarıcı gelmeyen bir toplumu, düşünüp ders alsınlar diye uyarman için (gönderildin).”28/46
“Onlar, ilmini kavrayamadıkları şeyi yalanladılar. Çünkü o henüz başları­na gelmedi. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Haksızlık yapanların sonları­nın nasıl olduğuna bir bak!” 10/39.
“Bunlar, sana bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Sen de kavmin de bundan önce bunları bilmezdiniz. Öyleyse sabret. Çünkü sonuç, Allah'a saygılı olanla­rındır.” 11/49.
“Biz bu Kur'an'ı sana vahyederek, kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Oysa, daha önce sen bunlardan habersiz olanlardan idin.” 12/3.
“Gaybın anahtarları Allah'ın kalındadır. Onları O'ndan başkası asla bile­mez. O, karada ve denizde olanı bilir. O'nun bilgisi dışında bir yaprak düşmez. Yerin karanlıklarında olan tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, bunlar apaçık bir kitapta olmasın.” 6/59.
“Biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Onu her isyankar şeytandan koruduk.” 37/6-7
“Onlar en yüce topluluğu asla dinleyemezler. Her yönden kovularak atılır­lar. Onlara sürekli bir azap vardır.” 37/8-9
“Hele bir tek söz kapan olsun; delici bir alev onun peşine düşüverir." 37/10
“Kıyamet saatini bilmek Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir. O, ra­himlerde bulunanı bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilmez, hiç kimse nerede öleceği­ni de bilmez. Şüphesiz Allah bilendir, (her şeyden) haberdardır.” 31/34
“O'nun (Süleyman) ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun ölümünü cinlere, onun değneğini yiyen bir ağaç kurdu fark ettirdi. O, ölü olarak yere düşünce ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı, bu alçak düşüren azab içinde kal­mazlardı.”34/14
“De ki: Onların (Ashab-ı Kehf) orada ne kadar kaldığını, göklerin ve ye­rin gaybı kendisinin olan Allah bilir. O, ne kadar iyi görür ve ne kadar iyi işitir. İnsanla­rın O'ndan başka yakın dostu yoktur. O, kendi hükmüne kimseyi ortak etmez.” 18/26
“Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Kıyametin kopuşu bir göz kırpma­sı kadar veya daha kısa bir zaman işidir. Allah'ın gücü her şeye yeter.”16/77
“Yoksa (müşriklerin) üzerine çıkıp (vahiy) dinledikleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse, onların dinleyenleri açık bir delil getirsin.”52/38
“Yoksa gayb onların yanında da, onlar yazıyorlar mı? Ama o tuzağa yakalanacak olanlar inkar edenlerdir.” 52/41.
“Andolsun ki, en yakın göğü ışıklarla donattık. Onlarla şeytanların taşlan­masını sağladık ve onlara çılgın alev azabını hazırladık.”67/5.
“Rumlar en yakın bir yerde yenildiler; onlar bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde yeneceklerdir.” 3/2-3
“Allah inananları, şimdi bu bulunduğunuz durumda bırakacak değildir. Temizi pisten ayıracaktır. Allah gaybı size bildirecek değildir. Ama, elçilerinden istedi­ğini seçer.Öyleyse Allah'a ve elçilerine inanın, inanırsanız ve (Allah'a karşı) saygılı olursanız size büyük ödül vardır.”3/79
“Bu, sana bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi bakacak diye oklarıyla kura çekerlerken sen yanlarında değildin. Onlar çekişirlerken de yanla­rında bulunmadın.” 3/44
“İnsanlar sana kıyametin vaktini soruyorlar. De ki: ‘Onun bilgisi ancak Allah'ın katındadır... Kim bilir, belki de kıyamet vakti yaklaşmaktadır." 33/63
"(İki yüzlüler) Allah'ın onların sırlarını ve gizli toplantılarını bildiğini ve Allah'ın bütün gizlilikleri çok iyi bildiğini bilmiyorlar mı?” 9/78.
[1] Bu kısım, arap harfleriyle yazılı lem'alarda mevcuttur.
[2] Avni İlhan, Mehdilik Akyay Kaynak Yayınları, 1976 s. 50. El-İmam Ebu Mansur Abdulkadir b. Tahir b. Muhammed El-Bağdadi. Doç. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı. Kalem Yayınları 1979, s. 230.
[3] Şia'ya göre: Dünyanın sonuna kadar her şeyi kavrayan batini ve dini bilgi mecmuasıdır ki, Hz. Ali'den ahfadına (torunlarına, oğullarına) intikal etmiştir. Sütten kesilmiş bir oğlak veya kuzu derisi üzerine ya­zılmış bir kitap olup, Hz. Peygamber ailesinden olanlar diğer kimselerin bilmediklerini işte buradan öğre­nirler.
Bunun içinde gerek Zebur, Tevrat ve incil ile Resullerin ve varislerin ilimleri vardır. Geçmiş beni İsrail alimlerinin ilimleri oradadır. Bütün haram ve helal olmuş ve olacak her şey orada kayıtlıdır.
[4] Bazı Şii'lere göre Hz. Ali'nin Kur'an'ı, Cebrail'in getirdiği gerçek Kur'an'dır. Bkz. Abdulkadir el-Bağdadi Usulu'd-Din, s. 19 İst 1928; İbn. Hazm el Fasl, İV/182.
[5] Hz. Fatma'nın Kur'an'ı bir başka Kurandır. Mehdi'nin zuhuruna kadar ehl-i Beyt'te saklı kalacaktır. Kuleyni'nin nakline göre: Resulullah'ın vefatından sonra Hz. Patıma yetmiş beş gün daha yaşamıştır. Bu günlerde Allah'tan hiç kimsenin bilemeyeceği derecede fazla üzülmüştür. Allahü Teâlâ onu teselli etmek için, babasından ve ilerde gelecek çocukların hallerinden bahsetmesi için Cebrail-i gönderdi. Ali de söy­lenenleri işitiyordu. Bu suretle bu yazılanlardan elimizdeki Kur'an'ın üç misli hacimde bu mushaf meyda­na geldi. Bunun içinde, helal ve haramla ilgili bir şey yoktur. Gelecekte olacak şeylere dair bilgi vardır. El/Kafi, 1/115.
[6] Uzunluğu 70 zira (75cm) olan bir sahifedir ki, içinde insanların muhtaç olduğu her şey vardır. Hz. Pey­gamberin söyleyip Hz. Ali'nin yazdığı nüshalardır (Sahife). El-Kafi, 1/10 Mehdilik Avni İlhan Akyay, Kaynak Yayınlan 1976 s. 46-47
[7] Bakınız İmam Humeyni, Hz. Fatıma'mn doğum günü aynı inançları şu şekilde ifade etmektedir: "Cebrail (a.s.)'ın, İbrahim Halilullah, Musa Kelimullah, İsa Ruhullah ve Muhammed Hamidullah gibi peygamber­lerden ayrı olarak, ancak Hz. Fatima'ya geldiğini, bu hususta sağlıklı senetleri bulunan rivayetlere sahip olduklarını, büyük ruh olan Cebrail'in bir kimseye gelmesi için onun büyüklüğüyle mütenasip bir ruh yüceliğine sahip olması gerektiğini; esasen masum imamlardan dahi hiç kimsenin Cebrail ile görüşmedi­ğini, Resulullah (s.a.v.)'dan sonra sadece Hz. Zehra'nın bir istisna teşkil ederek Cebrail ile görüştüğünü ve Cebrail'in ona gelecekteki bir çok olacakları ve onun neslinin başına gelecekleri bildirdiğine dair kanaat­ler izhar etti. Keyhan Gazetesi Recep: 1406 Mart 1986. İran
[8] El-Fark Beynel Fark-el Bağdadi Kalem Yayınlan 1979, s. 230 Mısri Niyazi İrfan Sofraları çev: Süleyman Ateş. Hasanla Hüseyin'in Hz. Peygamberden sonra iki pey­gamber olduğunu beyan etmektedir.

[9] Ebuş Şeyh Azamet(4/1231) Taberi Tarihi(3/119-120) Müsnedi Hâris(Buğyetul Bahis-2/601 no:564) Busayri İthaf(4700) Kurtubi Tefsiri(19/29) Alusi Ruhul Meani(23/106) İbni Kayyım Miftahu Daris Seade(2/135,215) Hâtibul Bağdadi Kitabu’n-Nücûm’da; Kenzul Ummal(5/235) Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe(4/440-441) bunu Ebuş Şeyh’in rivayet metnine göre Terceme ettim. Haris’in metninde az bir farklılık vardır. Taberi ise başka bir tarikten daha detaylı şekilde rivayet etmiştir.
[10] Hz. Ali, Hazırlayan: Veli Ertan Diyanet İşleri Başkanlığı Yav. 1963. s. 56-57
 
H Çevrimdışı

Hakpeşinde

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Hz Ömer'in r.a "Ey Sâriye, dağa, dağa çekil!" Taberî, Tarihü'l-Ümem ve'l-Mülûk, 2:380; Ebû Nuaym, ed-Delâil, 3:210,211; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve: 6:370; Süyûtî, Târihü'l-Hulefâ, s.128; İbni Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 7:131 demesi gaybi bir bilgi değilmidir
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt