Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

GERÇEKTEN HÜKÜM ALLAH IN MIDIR

M Çevrimdışı

mümkündür

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Gerçekten Hüküm Allah’ın mıdır?
Hüseyin Alan
İnsanlar ve cinler çoğunlukla kabul etmeseler de hüküm, külli şey'in kadir olan; tek yaratıcı ve düzenleyici, rızk verici ve şekillendirici, öldüren ve tekrar dirilten, hüküm koymada ortağı olmadığı gibi kendisinden başka ilah da olmayan Allah'ındır ve ancak Allah'a aittir. Kâinatın bizzat kendisi, içinde olanlar ve âlemlerin üzerlerinde taşıdıkları dâhil her şey, isteyerek veya istemeyerek, ta başından bu yana Rableri olan Allah'a boyun eğdiler ve onun her emrine teslim oldular. Onların her biri kendilerine vahyedilen kurallara göre ve hiç itiraz etmeksizin görevlerini tam olarak yapmaya devam ediyorlar. Bu anlamda arılar bal yapmaya, ağaçlar meyve vermeye, denizler ve hayvanlar ürünlerini sunmaya, ateş yakmaya, su serinleştirmeye, arz ve gökyüzü rahmetini iletmeye, dağlar arzda dengeyi korumaya, gece ve gündüz birbirini takip etmeye, güneş ısıtmaya ve aydınlatmaya, mevsimler peş peşe gelmeye… hep devam ederken, bu arada canlılar istenilen zamanda doğmaya, büyümeye, yaşlanmaya ve nihayet kendilerine takdir edilen ecele doğru koşuşturmaya yine hep devam ediyorlar. Bu düzen 'dünya hayatı' olarak ilk başlangıçta kurulduğu gibi mükemmel bir insicam içinde ve emrolunduğu üzere, dosdoğru olarak tıkır tıkır işliyor. Âlemler ve içindekiler fıtratlarına uygun olarak; yeryüzünde fesat çıkarmadan (itaat etme sözlerine sadık kalarak, sorumluluklarının bilincinde ve görevlerini hep yerine getirerek), zulme karışmadan (her ne yapmaları gerekiyorsa sadece onu yaparak) ve küfretmeden (nankörlük ve itaatsizlik etmeden) yaşayıp duruyorlar. Böylece onlar yapmaları gerekenleri yaparak, yapmamaları gerekeni de yapmayarak kulluklarını hakkıyla ifa etmiş ve sözlerinde durmuş oluyorlar. Üstelik onlara; tekrardan sorumluluklarını hatırlatacak, hakikatleri bildirecek kitaplar ve kendi aralarından seçilmiş elçiler gönderilmeye bile lüzum kalmadan… bu âlemde hükmün gerçekten de ve yalnızca Allah'a ait olduğuna, kâfirlerin öteden beri 'var oluşa', 'eşyaya' ve 'yaşantıya' bir başka izah getirme, insanlığı saptırma tutkularına ve çabalarına rağmen yaşayan herkes de şahitlik edip duruyor.
Bilindiği gibi Allah kâinatta olan yaratıklar içerisinden sadece insanlara ve cinlere farklı bir özellik vermiştir; o da kısmi bir alan çerçevesinde serbesti tanınarak iradi bir güç, yetenek ve karar vererek tasarruf etme yetkisi ile ekstradan donatılmış olmalarıdır. Bunların böyle imtiyazlı kılınmış olması, onların bu halden imtihan edilecek olmaları yüzündendir. Bunun için de Allah, dünya hayatının onlara tanınan bir 'sınama' alanı kılındığını ve belirlenmiş bir sürenin zamanının verilmiş olduğunu açıklamaktadır. Onları yaratmada; olumlu özellikler ile (yaratılmışlara rahmet etme, servetinden rızk verme, hükmünde adil olma, kullara karşı emin olma, sahip olduklarını kendisine verenin dediği yerde ve yolda harcama-şükretme, yaptıklarına doğru şekil verme, rehberlere itaat etme, emanetlere ihanet etmeme, dosdoğru yolda kalmaları…) fıtratlarını donatıp bildirilen hakikate (inzal edilen vahiy) uygun davranması istenirken, bu arada nefislerine yüklenen olumsuz özelliklerin (hırs, tamah, zulüm, kıskançlık, cimrilik, nankörlük, sapkınlık, ilahlık…) değiştirilmesi bilgisini, gücünü ve iradesini de bir hak ve yetki olarak tanımıştır. Kâinatta var olan her şeyin onların emrine sunulduğunu, ayrıca dünya hayatında kendilerine takdir edilen (ziynetler; iktidar, zenginlik, sağlık, eşler-evlatlar, mülk, devlet, ömür…) farklı nimetlerle donatıldığını biliyoruz. Bunlara karşılık olarak da 'dünya hayatında' kan dökmeden ve fesat çıkarmadan, kendilerine bildirilenlere uygun olarak yaşamaları, kulluk etmeleri gerektiği öğütlenmiştir…
Allah'ın hükmünün bu alanda da geçerli kılınması, kulların bu alanda da itaat etmeleri istenmiştir. Bunun için onlardan da geçmişte söz alınmış, Rableri ile yapılan akitleşmede sözlerine sadık kalmaları beklenmiştir. Buna rağmen ve ilaveten sırf onlar için uyarıcılar, hatırlatıcılar da gönderilmiştir. Onlara benzerlerinden, kendi içlerinden, aynı dilleri konuşan elçiler gönderildiği gibi beraberlerinde çok rahat anlayabilecekleri rehber kitaplar da indirilmiştir. Böylece hadi olan Allah hidayetini göstermiş; rehberlerini göndermiş ve yolların eğri ve doğru olanını, bu yollarla varılacak yerleri de açıkça ortaya koymuştur. Bundan böyle, yine Allah'ın takdiri ile insanlar artık dosdoğru yolda yürümek ile eğri yolda kalmak üzere serbest bırakılmışlardır. Allah dileyeceğini böyle dilemiş iken gerisi, kullarının kendi dilemesine, iradelerine bırakılmıştır. Böylece, tercih edilerek yaşanan dünya hayatından kazanılacak olanla, ebedi kalış yeri olan ahiret yurdunu da herkes kendisi seçmiş ve kazanmış olmaktadır.
Bu çerçevede anlatılanlarda Allah'ın hükmü; bu alanları düzenleme çerçevesinde geçerli iken tuğyan etmiş, ilahlık taslamış kullarının iktidarına ve bu ilahlığı kabul edip onlara itaat eden kullarının işlerine şamil değildir. Bu iş, ilahlık taslayanların becerisi ve onlardan korkanların desteği ile gerçekleşen ve onlara tanınan süre ile de sınırlanan bir durumdur, bir haktır. Bu hakkı elde edenlerdir ki; yeryüzünü fesada uğratanlar, zulmü yaygınlaştıranlar, Allah'ın hükmünü geçersiz kılarak onun yerine kendi hükümlerini geçerli kılan tağutlardır… Ancak Allah, kullarından işitip itaat edenlere, rehberlere uyanlara ve yaratılmışlardan şerefli olmayı tercih edenlere; hilafet etme yetkisi tanındığını, bunun için lazım gelen irade, kapasite ve gücü onlara verdiğini bildirmiştir. İlaveten onlara her yerden yardım edeceğini vaad ederek kendi hükümlerinin geçerli kılınmasını görevleri olarak yüklemiştir. Tuğyan edip iktidarı ellerine geçirerek Allah'a karşı duranları, hükümlerini geçersiz kılarak fesadı yaygınlaştıranları, zulmü ayakta tutup insanları köleleştirenleri, sahip olduklarını azgınlıklarını pekiştirmek için kullananları, bu zalimlere destek olanları ve nihayet Allah'tan aldıkları ile Allah'a karşı savaş açanları cezalandırmak, işte bu kulların, bu halifelerin işi, görevi kılınmıştır. Burada Allah'ın hükümlerinin geçerli olması; salihlerin, sözlerine sadık kalanların ve şahitliğini doğru yapanların çaba ve gayretlerine bağlılığı ile doğru orantılıdır. Nihai takdir ve sonuç Allah'a aittir ama salih kişiliklerin fıtri çabalarla sorumlu olması da bir esastır. Allah bu kulları eliyle diğerlerini bu dünya hayatında cezalandırmak ve kendi hükümlerini geçerli kılmak ister. Allah kendi üzerine düşeni elbette yapacaktır ve orası ona ait bir iştir. Lakin bu kullar ancak kendi üzerlerine düşenleri yerine getirmekten de sorumlu tutulmuşlardır. İşte burada Allah'ın hükmünün geçerli olması salih kullarının gayretlerine bağlı kılınmıştır.
Hükmün Allah'a ait olması demek; evvela insanların ve cinlerin serbest olduğu ve imtihan edildiği alanlar hariç olmak üzere, diğer bütün alanlarda ve işlerde geçerli her hükmün ve kuralın Allah'ın olması demektir. Allah bu hükmünde hiç kimseyi ortak, eş ve danışman olarak kabul etmez. Dilediğini dilediği biçimde yapar. Nihayet her şey O'nun dediği gibi neticelenirken hiçbir güç de ona karşı koyamaz… Allah'a kulluk bu alanlarda ve işlerde tam olarak ve onun dilediği bir şartta gerçekleşir. Yine Allah'ın dilediği bir şart olarak imtihan için yaptığını söylediği kullarının serbestlik işlerinde de kendi hükümlerinin tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi gerçekleşmesini istemesi bu yüzdendir. İmtihanı, şartlarını ve sonuçlarını da yine kendisi açıklamaktadır. Kullarından insanlar ve cinler, dünya hayatını; topluluk işlerini, dostluk-düşmanlık ölçüsünü, siyasi-ekonomik düzenlerini, savaş-barış hallerini iki şekilde düzenleme ve yaşama şansına sahiptirler. Ya kendilerine önceden verilen fıtri özelliklerine ve ilaveten kitabi hükümlere uygun olarak yaşayacaklar ve düzenleyeceklerdir yahut da itaati reddederek nefislerinde olanlara uygun, kendilerince makbul bulunan yolda çözecekler ve düzenleyeceklerdir. İşte bu bir tercih işidir. Allah kullarını tercihte serbest kılmıştır ama hükmünün geçersiz kılınmasından, kendisine karşı gelinmesinden de razı değildir. Buna bağlı olarak her tercihin bir sonucunun olması, tercihe uygun olarak 'ahiret yurdunda' bir karşılığın bulunması da Allah'ın adaletinin bir gereğidir. Pek tabii olarak tercih edilen yolun ve ona uygun olarak yaşayışın sonucuna katlanmak ve ona da itiraz edememek adaletinin bir başka kuralıdır.
Dünya hayatında yaşayışını ve toplumsal düzenlemesini, dostluk ve düşmanlık ilişkisini, siyasi ve sosyal faaliyetlerini, savaş ve barışlarını kendi tercihleri doğrultusunda kuran ve bu konularda Allah'ın hükümlerini reddedenlerin ve dolayısıyla Allah'a razı gelmeyenlerin kendi aralarında ne yapıp ettikleri bir bakıma çok da önemli sayılmamalıdır. Burada hatırlanması gereken şeyin; onların bu yapageldikleri işlerin adının yeryüzünü fesada uğratmak, fıtratı bozmak, kan dökücülük yapmak ve Allah'ın hükümlerini geçersiz kılarak Allah'a isyan etmek olduğunun bilinmesi ve öyle anılması gerektiğidir. Nefislerde olanları fıtri olanlarla (ilahi buyruklarla) değiştirmemek, dini hükümleri geçersiz kılarak azgınlaşmak, tağutlaşmak, ilahlaşmak ve nihayet Allah'a isyan etmek demek işte bu haldir, bu durumdur. Yani insanların gerek kendi nefislerinde gerekse diğerleri arasında kurdukları ilişkilerde, üstelik Allah'ın kendilerini sahip kıldıkları her şeyin-nimetin kullanılmasında, Allah'ın bildirdikleri yolla iş görmemenin adıdır Allah'ı ret, kâfirlik, zalimlik, müfsitlik ve nankörlük. Sonuçta yapılan bütün işler tekrar Allah'a döndürüldüğünde; verilecek bir cevabın olmaması, sığınılacak bir mazeretin kalmaması da böyle anlaşılmalıdır…
Müslüman olmak; Allah'ın gönderdiği dine uygun bir yaşama biçimi üzere yaşamak, önüne çıkan engelleri yine onun dediği yolla aşarak hükümlerinin geçerli kılınacağı bir düzen kurmak yani her durumda onun hükümlerine tabii olmak ve aksine bir davranıştan sakınmak demektir de. Nefislerde olanları Allah'ın buyrukları ile değiştirerek, onun razı geleceği davranışları sergilemek ve her durumda onun hükümlerini geçerli kılarak ondan razı gelmektir. Böylece kişide başlayan bu değişim toplumsal ilişkileri kapsadığında, her türden işlerin hallinde onun hükümlerine teslim olunduğunda, uyulacak kural ve kaideler kitaptan referansla konulduğunda, münkerlerin nehyi, marufların ayakta tutulması için muktedir olunduğunda Allah'ın hükümleri böylece her pozisyonda geçerli kılınmış olacaktır. Allah hükmünü böyle buyurmuş, kendisine teslim olanlardan da böyle davranmalarını istemiştir. Kadın erkek her müminin de bu emre itirazsız itaati bunun için istenmiştir. Dünya hayatında var olan bütün işlerin gerek hallinin, gerekse yeniden kurulmasının bu yolla olmasıdır ki Allah'ın razı geldiği, övdüğü salihler olunsun ve sonucunda vaat edilen ebedi yurtta mükâfatı hak etmiş sakinlere karışılsın.
Kayın pederimizin vefatı dolayısıyla memlekette kaldığımız birkaç gün içerisinde, Müslüman ahalinin, konu komşunun taziye ziyaretleri vesilesi ile bildik şeyler yaşadık. Geleneksel başsağlığı dilekleri, beraberinde hocaların Kur'an'dan ayetler okumaları ve arkasından acılı ailenin sıkıntısını hafifletmek üzere tekrarlanan; " 'hüküm Allah'ındır', bu emre karşı kimsenin duracak hali yok, takdir böyle imiş ve bu takdire boyun eğmek gerekir…" sözleri hep tekrarlandı. Benzer konuşmalar hemen her yerde tekrarlanıp durur ve hepimiz biliriz ama gerçekte Müslümanların bu konuda 'yalancı şahitlik' yaptıklarına da bakar dururuz. İtikaden; ulûhiyetin sadece Allah'a ait kılınmasını kabul etmekle ancak Müslüman olduğumuzu, keza başkalarına da ulûhiyetten bir pay verilmesi ile ilahları çoğaltarak şirk koşmaktan özellikle sakındığımızı da peşinen kabul ederiz. Buna şahitlik ettiğimizi, şahitliğimizden emin olduğumuzu ve dahi zerre miktar şüphe de etmediğimizi ayan beyan kabul, tasdik ve de ilan ederiz… Ederiz de; ilahımızın buyruklarından bir kısmına itaat ederken aslında çoğuna itaat etmeyiz. Yani; hayatımızı çoklu ilahlara itaat ederek geçiririz… Bunun adının yalancı şahitlik olduğunu, itikada küfür karıştırmakla neticelendiğini ve '… İnsanların çoğunun şirk koşmadan iman etmediği…' buyruğuna muhatap olarak amellerimizin boşa çıktığını ise pek kabul etmek istemeyiz. Oysa akitleşmede, akdin bütün kurallarının birlikte yerine getirilmesi ile ayakta tutulduğunu ve taraflarca geçerli kılındığını, akdin şartlarından birisinin bile ihlalinden sonra, bütün akdin bozulduğunu hem biliriz hem de kabul ederiz. Gerçekten de Müslüman olduğunu söyleyen, Müslümanlığını şahitlik ederek sözlü teyit eden ama verdiği sözüne sadık kalmayarak yaşantısına müşrik gibi devam eden, yani akdin bazı kurallarını bozarak akdin devam ettiğini sanan büyük bir çoğunluğun varlığını hep biliriz. İşte bu çoğunluğun aslında, sadece ölüm olayı karşısında gerçekten teslim olduğuna ve akdine sadık kaldığına maalesef bizler de yaşadıkça şahitlik edip dururuz…
Bu olay vesilesi ile değinmeli ki; kabir hayatı ve azabından başlayarak bir sürü diğer uyduruk dini bilgilere, bilgilerin rehber kitaptan değil karışık bir kültürden, hikâyelerden derlendiğine, farkında olunmadan Allah'ın elçisine, alabildiğine iftiraların sıralandığına vs. bir defa daha tanık olduk. Bilgilerin sahih olmadığı, insanların gerçekten çok cahil oldukları bir yana, sahih bilgilere sahip Müslümanların da çok az olduğuna vakıf olduk. Dokuz bin nüfuslu, üç camili bir kasaba halkının içinde genç bir hocanın, ölülerin arkasından yapılan sapkın işlerin bir kısmını düzeltmesi, başkaca yaptıkları işler dolayısıyla halk tarafından sevilmesi ne güzel. Hocanın bildiklerinin bazılarının doğru olmasının bile uygulamada bu güzelliklere yol açması, ayrıca bir güzellik. Sevgili Zafer, Hüsam, Mehmet, Bahri ve Sinan'ın da tanık oldukları gibi ahalimizin sahih bilgilere sahip Müslümanlara gerçekten ihtiyaç duyduğunu, bilenlerimizin bilmeyenlere karşı bu alanda büyük bir sorumluluk taşıdıklarını hatırladık. Bize düşeni yapmak her halde bize yakışanı olmalı. Her alanda, her durumda gerçekten itikadının gereğini yapanlara, verdiği sözünde durup akdinin bütününü gözeterek şahitliğini sürdürenlere, Allah'ın hükümleri ile nefislerinde olanları değiştirenlere, duruşu ile hakkın sembolü olup sabredenlere ve kendisini kitaba göre ayarlayanlara müjdeler olsun. Hak onlarla yaşanmakta ve bilinmekte, Allah'ın hükümleri onlarla ayakta durmakta, nesiller onların destanları ile yeniden filizlenmekte, sahtelikler onlarla açığa çıkmaktadır. Hakkın yaşanmasına, sağlam rahimlerden transferler yapılmasına öyle çok ihtiyaç duyuluyor ki, hele günümüzde. Güzellik bu halde duranlarla, haddini bilip itaatini sürdürenlerledir. Olmaya çalışanlara ise, hadi bakalım kolay gelsin
 
Üst Ana Sayfa Alt