selamun aleyküm.. bakıyorum da beş kuruşluk bilgiye sahip olduklarını zanneden arkadaşlarımız bir arkadaşımızı köşeye sıkıştırmış adeta kendi sapık evet doğru okuyorsunuz sapık inançlarını enjekte etmeye çalışıyorlar.. bidat kelimesinin ne manaya geldiğini dahi bilmeden salavat getirmek hakkında ileri geri konuşuyorlar..
Şüphesiz Allah ve melekleri peygambere çok salavat getirirler.Ey iman edenler! Sizde ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin"
(AHZÂP SURESİ 56.AYET)
bu ayeti kerimeye mi karşı çıkıyorsonuz yoksa bidatın ne olduğunumu bilmiyorsunuz..
bidat kelimesi peygamber efendimizin vefatından sonra islama yerleşmiş İYİ ve KÖTÜ herşeydir.. yani bidat lar iyi ve kötü yani islama faydası olan ve zararı dokunan olarak ikiye ayrılır.. şimdi bu benim boş konuşan arkadaşlarım.. kutludoğum gibi bir zamanda dahi peygamber efendimizi hatırlamak istemiyorlarsa kendi itikadlarını bi kontrol etsinler derim.. eğer sadece o zaman değil her zaman peygamber efendimizi hatırlamalıyız ve ona salat ve selam getirmeliyiz diyorlarsa allaha şükür onu da yapıyoruz.
şimdi madem bu çok bilen arkadaşlarımız her türlü bidat a karşıdırlar o halde minareleri olan camide namaz kılmasın 99 lu tesbih ile tesbih çekmesin pantolon yakalı gömlek kravat giymesin.. araba kullanmasın.. heryere deveyle gitsin.. saç vs traş için kuaföre gitmesin. vs vs vs vs.... bunları yapıyorsak o zaman kutlu doğum gibi bir günde (ki o güne has olan birşey değil aylar öncesinden başlayan bir etkinliktir bu salavat kampanyası) allahın emrine uyarak da salavat getirebilir ve o nebinin şefaatine nail olabilmek için küçük bir adım atabiliriz. zira aksini iddia eden arkadaşları kınıyorum.. biriside demişki bütün sünnetleri yaptınız da bu mu kaldı diye.. bende ona ve onun gibi düşünen cühela at gözlüklü kardeşlerime soruyorum. bütün bidatleri terk ettinizde peygamber efendimizin doğum gününü hatırlamak mı kaldı. allah rasulunun şefaatine nail oldunuzda bi cennet mi eksik kaldı..selametle..
Bu çok şey bildiğini sanan ama aslında yarım doktorun candan , yarım hocanın dinden ettiği cahile, evvela buraya ekleyeceğim yazıları yoldan geçen birine göster sana okuyup anlatsın . Çünkü sen okuduğunu anlamıyorsun belki dinlediğini anlarsın diye yeni taktikler deniyorum .
“İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenler / ortaya çıkarılanlardır.”
[ Müslim, Cuma, 43.]
“Sonradan ihdas edilen her şey bid’attir”
[ Nesâi, Îdeyn, 22; İbn Mâce, Mukaddime, 7]
“Her bidat dalalettir, her dalalet de ateştedir.”
[ Müslim, Cuma, 43; Ebu Davud, Sünnet, 6]
Bidat hakkındaki bu hadislerden sonra Bidatın tarifi ve kapsamı hakkındaki açıklamaları kavramamız gerekmektedir.
Bidat ;
Hz. Peygamber ve Ashâb-ı Kirâm dönemlerinde görülmeyip onunla amel edilmeyen, hattâ bir benzeri olmayan ve İslâm'dan olmadığı halde sonradan ortaya çıkan , din ile alâkalı olup bir ilâve veya eksiltme mahiyetinde olarak ibâdet kabûl edilen , göze ve akla hoş gelen dua , kuran okuma , namaz kılma , zikretme , düşünce görüş ve ameller , sünnete aykırı davranışların adet haline getirilmesidir.
İnsanları bidat konusunda en çok yanılgıya düşüren :
1. yanılgı din adına yaparken “
kuran okuyor , namaz kılıyor , dua ediyorum , kötü bir şey yapmıyorum” yanılgısıdır. "
Yaparsam ne olur , ne kaybederim " savunmasıyla cahil cesur olur tavrıyla hareket edilmesidir. Halbuki bidat zaten kötü niyetle dinden uzaklaşmak , göze çirkin gelen amellerle yapılmaz.
2. yanılgı ise Bidat-ı hasene (güzel bidat) yanılgısıdır. Delil aldıkları ise ; Rasûlullah (s.a.v.) döneminde sekiz rekât olarak münferiden kılınan teravih namazın yirmi rekat olarak bir imamın arkasından kılınmasıdır :
Abdurrahman bin Abdi'l-Kâri (r.a.)'dan:
Bir gece Ömer'le (bir Ramazan gecesinde) mescide birlikte çıktık. İnsanlar dağınık bir şekilde namaz kılıyolardı kimisi kendi başına , kimisi de durmuş, bir grup da toplanmış onun arkasında namaz kılıyordu. Bunun üzerine Ömer dedi ki:
"
Bunları bir okuyucunun arkasında toplasam da onun arkasında toplu halde namaz kılsalar."
Bu işin üzerine durdu ve nihayet onları Ubeyy bin Kâ'b'ın arkasında onun imamlığında topladı. Sonra başka bir gece yine namaza çıktık, onları toplu halde adı geçen sahabinin arkasında namaz kılarken görünce :
"
Ne güzel bid'attır bu ! Ne var ki bunu kılıp da sonra gecenin son kısmında kalkıp bunu kılanların davranışları bundan daha iyidir. (Zira) cemaat (bu namazı) gecenin başında kılıyorlardı"
[Malik ve Buhari]
(
Bu hadisi Malik [salât fî Ramadân no. 3, s. 114] ve Buhari [teravih I/3, II/252], Mâlik ani'z-Zührî an Urve b. ez-Zübeyr an Abdurrahman asl-ı senedi ile tahric ettiler)
(Muhammed Revvâs Kal'acî, Mevsüatu Fıkhı Umar b. e!Hattâb, Kuveyt 1984, s. 125).
Alimlerin çoğunluğuna göre , tasavvufçuların "bid'at-i hasene" kapsamına soktukları şeyler haddi zatında bid'at değildir. Onlara bid'at ismini vermek yanlıştır. Çünkü bu gibi şeylerin Kur'ân ve Sünnet'te dayanakları vardır. Bunlara sonradan çıkmış şeyler nazariyle bakılamaz.
Rasûlullah (s.a.v.), şu hadislerinde bid'atin tarifini yapmışlardır:
"Sonradan ortaya çıkan herşey bid'attir; her bid'at sapıklıktır ve her sapıklık insanı ateşe sürükler.
"
(Müslim, Cumua, 43; Ebû Davud, Sünnet 5; Nesâî, lydeyn, 22; İbn Mâce, Mukaddime, 7).
Üstelik Rasulullah şöyle buyurmuştur :
“Sünnetime ve benden sonra raşid halifelerin sünnetine sımsıkı sarılın”.
( Tirmizî, İlim, 16; Ebu Dâvud, Sünne, 5; İbn Mâce, Mukaddime, 6)
Hz. Ömer (r.a) bu sözü insnaları teravih namazı için topladığı zaman söylemiştir. Teravih namazı ise bid'at değil sünnetin ta kendisidir. Rasulullah’ın teravih namazı kıldığı sahih hadislerle sabittir. Yani sonradan ortaya çıkmamıştır ! Bunun delili Aişe(r.a)nin rivayet ettiği olaydır:
"Rasulullah (s.a.v.) Ramazanda mescitte gece bir namaz kıldı. Sahabenin çoğu da onunla birlikte o namazı kıldı. İkinci gece yine aynı namazı kıldı. Bu kez O'na tabi olarak aynı namazı kılan cemaat daha fazla oldu. Üçüncü gece Hz. Muhammed (s.a.v.) mescit'e gitmedi. Orayı dolduran cemaat onu bekledi. Resulullah (s.a.v.) ancak sabah olunca mescide çıktı ve cemaata şöyle buyurdu:
"Sizin cemaatla teravih namazını kılmaya ne kadar arzulu olduğunuzu görüyorum. Benim çıkıp, size namazı kıldırmama engel olan bir husus da yoktu. Ancak ben size, teravih namazının farz olmasından korktuğum için çıkmadım" (
Buharî, Teheccud, 57).
Ebû Hureyre (r.a)'nın naklettiği bir başka hadiste de Rasûlullah (s.a.v)'in Ramazan ayında, ashabtan bir grubu, Ubey b. Kab (r.a)'ın arkasında cemaatle namaz kılarken gördü ve "Doğru yapıyorlar, yaptıkları şey ne güzeldir" diyerek tasvip ettikleri haber verilmiştir
(Ebû Dâvud, İkâmetu's-Salâ,190)
Peygamber (s.a.v.) , teravih namazını cemaatle kılmayı terketmesinin nedenini belirtmiştir. Hz. Ömer(r.a)i se ,bu gerekçenin ortadan kalktığını görünce
(artık peygamber yoktu ve faraz kılınma durumu ortadan kalkmıştı) ,teravih namaznın tekrar cemaatle kılınmasını başlatmıştır. O halde Ömer (r.a)ın bu uygulaması ,bizzat nebi(s)in uygulamasına dayanmaktadır.
Hz. Ömer (r.a.)in bu uygulamasının bid'at olmadığı ortaya çıktığına göre , sözünde geçen "bidat" kelimesi ne demektir ?
Hz. Ömer(r.a)in bu ifadesindeki bidat kelimesiyle şer'i anlamı değil sözlük anlamı kastedilmiştir.
Sözlükte bid'at, geçmişte bir örneği olmaksızın yapılan şeydir. Teravihin cemaatle kılınması bir uygulama olarak Hz. Ebu bekir(r.a)in hilafeti döneminde ve Hz. Ömer(r.a)in hilafetini ilk dönemlerinde mevcut değildir. Bu sebeble sözlük anlamıyla bu yenilik(bidat) sayılabilir ; zira bunun geçmiş örneği yotkur.
Aynı meseleye şer'i açıdan bakıldığında -,durum farklıdır, zira bu uygulama peygamber(s.a.v.) in tatbikatında mevcuttur.
Şatıbi şöyle der;
"Bu itibarla bunu bidat olarak adlandıran kişinin (ki isimlendirme konusunda bir tartışma söz konusu değildir ) bundan dolayı şer'i bidat anlamında Ömer(r.a)in sözünün ifade ettiği mana ile istidlal etmesi caiz değildir. Zira bu kelimeyi asıl amacından saptırmakla olur."(
i'tisam)
Bu konuda büyük imamların sözleri şöyledir :
İbni teymiyye şöyle der; Ömer(r.a)in bu güzel uygulamayı bid'at olarak adlandırması ,tamamen sözlük olarak bir adlandırmadır, şer'i değildir.
Bunun sebebi bid'at kelimesinin ,sözlük olarak geçmiş bir örneği olmaksızın yapılan her şeyi içermesidir. Şer'i olan bid'at ise hakkında şer'i bir delil olmaksızın yapılan uygulamadır.
İbn Kesir ,bid'atlerin iki türlü olduğunu söylemiştir:
1. Bid'at kavramı bazen şer'i anlamda kullanılır. Peygamber(s.a.v.)'in; "
sonradan ortaya çıkarılan her yenilik bid'attir ve her bid'at sapıklıktır" ifadesi bunun örneğidir.
2. Bid'at bazende sözlük anlamında kullanılır. Hz. Ömer(r.a)ın insanları teravih için topladığı ve onların da buna devam etmesi üzerine söylediği "
bu ne güzel bid'attir" sözü de bunun örneğidir.(
ibni kesir tefsiri)
İmam Ebû Hanife'ye Hz. Ömer (r.a)'ın bu hususta yaptığı uygulama sorulunca, şöyle demiştir:
Teravih namazı hiç şüphesiz müekked bir sünnettir. Hz. Ömer, bu namazın cemaatle ve yirmi rekat kılınmasını şahsi bir ictihadı ile yapmadığı gibi, bir bid'at olarak da emretmemiştir. O, kendisinin bildiği şer'î bir esasa ve Hz. Muhammed (s.a.v.)
'in bir vasiyetine dayanarak böyle yapmıştır (et-Tahtavî, Haşiye, 334).
İmam-ı Rabbani, Mektubat isimli eserinde: “Bid’atın hasenesi olmaz. Hepsi mezmundur.” Dedikten sonra güzel bir misal verir. “
Ulemadan bazıları namazda niyet için kalben dileyerek dille söylemeyi bidatı hasene diye anlatmışlardır. Halbuki Resulullah (sav) efendimizden, ashabı kiramdan, tabiini izamdan niyetin dille yapıldığına dair hiçbir şey anlatılmadığı gibi bu manada sahih ve zayıf bir rivayet dahi yoktur. O kadar ki, onlar ayağa kalkar kalkmaz (yani kametten sonra) ilk tekbiri almışlardır. Bu durumda niyeti dille söylemek bidat olur. Bunun içinde bidatı hasene demişlerdir. Ama bu manada bu fakir (İmam Rabbani) der ki: Bu bidat sünnet bir yana farzı dahi kaldırmaktadır. Şundan ki; insanların pek çoğu bu durumda niyet işinde yalnız dille olanı ile yetinecekler ve kalplerini hazır edemeyeceklerdir. İşte o zaman namazın farzlarından biri olan kalple niyet, tamamen bırakılacak, namaz dahi fesada girecektir”
(İmam Rabbani- 186.mektup)
Şunu da tekrar vurgulayalım ki, Peygamberimiz “Her bid'at dalalettir. (sapıklıktır)” şeklindeki bu genel-geçer cümlesini, onu genellik niteliğinden soyutlayarak “Her bid'at dalalet (sapıklık) değildir” şeklinde tersine döndürmek, normal bir yorumlama çabasından çok, Peygamber Efendimize karşı çıkmaktır ki, buna hiç kimsenin ne yetkisi ve nede hakkı olmamalıdır.
Huzeyfe b. el-Yamân'ın rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte:
"ALLAH bid'at sahibinin orucunu, namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, sarfını (maddi yardımını), şehadetini kabul etmez. O, kılın yağdan çıktığı gibi İslâm'dan çıkar. "
(
İbn Mace, Mukaddime, 7/49).
Bu ikaz karşısında müslümanların dikkatli davranacakları ve bid'atın ne olduğunu araştıracakları muhakkaktır. Abdullah b. Abbâs (r.a.)'dan rivâyet edilen bir hadiste şöyle buyrulur:
"ALLAH, bid'at sahibinin amelini, bid'atından vazgeçinceye kadar kabul etmez."
(İbn Mâce, Mukaddime, /50).
Amellerinin kabul edilmeyeceğini bilen bir müslüman korkar ve neyin bid'at olup, neyin olmadığını araştırır.
Meselâ, Rasûlullah'a selam ve salât ALLAH'ın emridir. Ama Rasûlullah'ı anmak için dini törenler yapmak ve mevlit okutmak kimin emridir? Ölüleri hayırla anmak ve onlara dua etmek sünnette vardır. Ama ölüler için mevlit okutup 7, 40, 52. geceleri tertip etmek İslâm'ın hangi hükmüne dayanır?
Türkiye’de tasavvufçuların
( özellikle Süleymancıların) bu gecelerde okuyup basarak dağıttıkları
(Mübarek gün ve gecelerde yapılan ibadetler kitabı - Fazilet , Tavaslı , pamuk vs. yayınları ) duaların , namazların , ibadetlerin ise aslı yoktur. Zaten hadis diye verdiklerinin kaynakları da verememişlerdir.
Peygamber (s.a.v.) 'den rivayet edilen dualardan faziletli olmaları mümkün değildir. Çünkü O'ndan rivayet edilen duaların iki ecri vardır. Birincisi; sünnete uymaktan dolayı onu yerine getirenlerin alacakları ecir, ikincisi; duaları okurken alınacak ecir. Bizlerin daima nebevi sünnetleri ezberlemesi ve onlarla dua etmesi gerekir.
Bir insanın kalkıp ta istediği an yeni yeni ibadetler icat etmesi elbette olacak şey değildir. İnsanlara ibadet koymaya ve ibadetlerinin şeklini çizmeye tek layık olan ALLAH Teala'dır.
"Yoksa, ALLAH'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır?" (Şura: 42/21)
Cenab-ı ALLAH'ın (c.c.) şu buyruğunu okuyalım:
“Onlar; hahamlarını, rahiblerini ALLAH’tan başka rabler edindiler. Meryem oğlu İsa’yı da (rab edindiler)... Oysa tek ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka ibadete layık ilah yoktur. O, onların ortak koştuklarından yücedir.” (Tevbe:31)
Bu ayetle ilgili olarak sahabilerden Adiy b. Hatem Peygamberimize:
“Ya Rasûlullah, onlar (yahudi ve hristiyanlar) hahamlarına ve rahiplerine tapmış değildiler ki” deyince Rasûlullah'dan aynen şu cevabı aldı:
“Evet, onlara tapmamışlardı, ama hahamlarla rahipler haramları helâl saydılar, onlar da onlara itaat ettiler. Yine onlar helâlleri haram saydılar, onlar da kendilerine itaat ettiler.”
Buna göre kim dinde ALLAH'ın izni ile bağdaşmayan yeni bir helâl, haram, müstehab veya farz ileri sürer de biri ona itaat ederse, bu itaat eden kimse bu ayetteki “kınama”dan payını alır.
İbni Abbas (ra)’den : Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki : “...Benim ümmetimden birtakım kimseler getirilip sol tarafa ayrılacaktır. Ben “Ey Rabbim! Bunlar benim ashabımdırlar, derim. Cenabı ALLAH cc bana: “Bunların senden sonra neler yaptıklarını bilmezsin der. Ben de ALLAH’ın salih kulu İsa as’ın dediği gibi “Aralarında bulunduğum müddetçe onları gözetliyordum. Sen, benim canımı alınca onları gözetleyen sen oldun. Her şeyin gözetleyicisi sensin. Onlar senin kullarındır. İstersen âzab edersin, istersen bağışlarsın. Zira izzet ve hikmet sahibi sensin (Maide:117) derim. Cenabı Hak “Sen onlardan ayrıldığın gün, onlar gerisin geri döndüler” buyurur. Bir rivayette peygamber sav’in “Benden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar,derim” ziyadesi vardır.
(Buhari-Müslim) (Hayatus Sahabe-4)
SÜNNETE UYGUN ZİKRETMEMENİN BATILLIĞI
“Bize el-Hakem İbnu’l –Mübarek haber verip
(dedi ki) bize Amr b.Yahya haber verip dedi ki; babasından
(naklen) şöyle rivayet ederken duydum:
(babam) dedi ki sabah namazından önce Abdullah b.Mesud’un kapısının önünde otururduk. Çıktığımızda, onunla beraber mescide giderdik. Neyse
(bir gün) Ebû Mûsa el-Eş’arî yanımıza geldi ve;
”Ebû Abdirrahman
(yani Abdullah b. Mesud) şimdiye kadar yanınıza çıktı mı?” dedi.
”Hayır” dedik. O da bizimle beraber oturdu. Nihayet Abdullah çıktı. Çıkınca toptan ona ayağa kalktık. Sonra Ebû Musa ona şöyle dedi:
”Ebu Abdirrahman! Biraz önce mescide yadırgadığım bir durum gördüm. Ama yinede ALLAH a şükür. Hayırdan başka bir şey görmüş değilim".
(Abdullah) “nedir o?” diye sordu. O da:
”Yaşarsan birazdan göreceksin” dedi (ve) şöyle devam etti ”Mescide halkalar halinde oturmuş namazı bekleyen bir topluluk gördüm. Her halkada
(İdareci) bir adam, (halkadakilerinin)ellerinde de çakıl taşları var.
(idareci): ”Yüz defa ALLAH-u Ekber deyin” diyor, onlarda yüz defa ALLAH-u Ekber diyorlar. Sonra yüz defa Lâ İlahe İllALLAH deyin diyor, onlarda yüz defa La İlahe İllALLAH diyorlar. Yüz defada SubhanALLAH deyin diyorlar.”
(Abdullah b. Mesud); Peki onlara ne dedin? Dedi.
Senin görüşünü bekleyerek –veya “senin emrini bekleyerek” –onlara bir şey söylemedim.” dedim. Dedi ki;
onlara kötülüklerini sayıp (hesap etmelerini) emretseydin ve
(bununla) iyiliklerin hiçbir şeyinden zayi edilmeyeceğine dair onlara güvence verseydin ya! dedi.
Sonra gitti, bizde onunla beraber gittik Nihayet o, bu halkalardan birine geldi, başlarında durdu ve şöyle dedi:
”Bu yaptığınızı gördüğüm nedir?” Dediler ki;
Ebu Abdirrahman!
(Bunlar) çakıl taşları. Onlarla ALLAH-u Ekber, La ilahe İllALLAH ve Subhanallh deyişleri sayıyoruz.”
(Bunun üzerine Abdullah b.Mesûd) dedi ki;
artık kötülüklerinizi sayıp
(hesap edin!) Ben iyiliklerinizden hiçbir şeyin zayi edilmeyeceğine kefilim. Yazıklar olsun size! Ey Ümmet-i Muhammed, ne çabuk helak oldunuz. Peygamberimizin
(sav) şu sahabesi
(içinizde hala) bolca bulunmakta. İşte onun elbiseleri,
(henüz) eskimemiş: kkardeşrı,
(henüz) kırılmamış. Canım elinde olan
(ALLAH’a) yemin olsun ki, sizler kesinlikle (ya) Muhammed’in daha doğru yolda olan bir din üzerindesiniz. Onlar;
’’VALLAHi, Ebu Abdirrahman, biz, başka bir şey değil, sadece hayrı
(elde etmeyi) istedik’’ dediler.
(O da) şöyle karşılık verdi;
Hayrı
(elde etmek) isteyen niceleri vardır ki onu hiç elde etmeyeceklerdir. Rasulullah
(sav) bize haber vermiştir ki; Kur’an’ı okuyacak olan bir topluluğun
(bu okuyuşları sadece dilde kalacak), onların kö<ACRONYM title="Page Ranking">pr</ACRONYM>ücük kemiklerine ileriye geçmeyecek. VALLAHi, bilmiyorum, belki onların çoğu sizdendir.'’ Sonra
(Abdullah) onlardan yüz çevirdi.
(Amr b. Yahya’nın dedesi) Amr b. Selime, bundan sonra şöyle dedi: Bu halkalardaki (insanların) tamamını, en-Nehrevân olayında, haricilerin yanında bize karşı vuruşurken gördük.
Sünen-i Darimi
MEVLİD - KUTLU DOĞUM KUTLAMALARI
Hz. Muhammed (s.a.v.) in doğduğu Rabi'u'l-Evvel ayının 12 gecesi kutlanılan kandildir.
Bu gecenin ne fazileti ve ne de kutlanması hakkında hiçbir rivayet sabit olmamıştır. Dolayısıyla Peygamberimiz sallALLAHu aleyhi ve sellem doğum gecesini ne kendisi ne ashabı ve ne de selefi salihin kutlamış değildir.
Bunun üzerine İlim ehli bu geceyi o maksatla ihya etmeyi ve de mevlit okumayı dinde ihdas edilmiş bir bid'at saymışlardır. Nitekim okunan mevlidin de bu babtan sayıldığı (bidat) ilim ehlince malumdur.
Şia dünyasında mevlid merasimi ilk defa, Mısır'da hüküm süren Fatımîler (910-1171) tarafından tertiplenmiştir. Bu merasimler saraya ait olup, sadece devlet erkanı arasında cereyan etmekte idi. Fatimîler, Hz. Ali (r.a.) ve Fatıma (r.anha.)'ın doğum günlerinde de mevlid merasimleri tertip ederlerdi.
Sünnî müslümanlarda ilk mevlid merasimi, Hicri 604 yılında, Selahaddin Eyyubî'nin eniştesi ve Erbil atabeği Melik Muzafferuddun Gökbörü tarafından tertiplenmiştir.
Osmanlılar tarafından mevlid, ilk defa III. Murat zamanında, 1588'de resmi hale getirildi. Merasimler, belirlenmiş teşrifât kaidelerine uygun olarak sarayda tertiplenir, ayrıca, önceleri Ayasofya Camii'nde, sonraları ise Sultan Ahmed Camii'nde yapılan merasimlere, devlet erkanıyla birlikte halk da katılırdı.
Rasulullah (s.a.v.) 'ın doğumunu ve hayatını medh ve senâ eden, "Mevlid" adını taşıyan çok eser kaleme alınmıştır. Bu eserler daha sonra, mevlid merasimlerinde, mevlidhanlar tarafından teğannî ile okunmaya başlanmıştır. Bunların Türkçede en meşhur olanı Süleyman Çelebi'nin Vesiletun-Necât adındaki mevlididir. Ancak, Süleyman Çelebi hakkında kaynaklarda pek fazla bir bilgi yoktur. Onun, Yıldırım Beyazıt zamanında Divan-ı Hümayûn Hocası olduğu, sonra da Bursa Ulu Camii'ne imam tayin edildiği bilinmektedir.
Mevlid şiirini yazan Süleyman Çelebi, insanlar bu şiiri Peygamberin doğum gününde okusunlar diye yazmamıştır.
Hırıstiyanların İsa (a.s.) doğumunu anma amacıyla yılbaşını kutlamalarına kızanların , Hz. Muhammed (s.a.v.) doğumunu kutlamaları çelişkidir ! Üstelik bu kutlamaları esnasında törenler düzenlemeleri , aşırı övme şiirler vs okumalarının şu hadisle de ayrıca tehditi vardır : "Hıristiyanların
(peygamberleri) İsâ'yı övmede aşırı gittikleri gibi siz de beni övmede aşırı gitmeyin"
(
Ahmed b Hanbel, I, 23, 24, 47, 55, V, 32; Dârimî, Rikâk 68; Buhârî, Enbiyâ 48)
Mevlid, halk arasında büyük bir ibadet olarak kabul edilmekte, ölülerin ruhu için mevlidler okutularak, onların günahlarının bağışlanacağı zannedilmektedir. Halkın cehaletinden ve yanlış itikadlarından istifade eden mevlid okuyucu hanendeler, bir piyasa oluşturarak, bunu ticarî bir çıkar aracı yapmışlardır. Bu tip bir kabul ve davranışın İslamî olmadığı hususu ile ilgili herhangi bir ihtilaf sözkonusu değildir. Böyle bir olaya sebeb olan herkes dinen sorumludur. Merasimlerde mevlid okunmasının vazgeçilmez bir âdet haline getirilişinin sakıncalarından biri de, netice olarak insan kelâmı bir şiir olan bu metinlerin, okunması ve dinlenilmesi ibadet olan Kur'an ile eşdeğerde görülmeğe ve değerlendirilmeğe başlanılması tehlikesidir.
https://www.islam-tr.org/tevhid/12371-islama-gore-dogum-gunu-kutlamanin-hukmu.html
https://www.islam-tr.org/tevhid/12046-kandil-geceleri-bid-ci-niceleri-kitap.html