‘Halifemizi seçelim!’
HALEP için Üsküdar’da düzenlenen bir mitingde bir hoparlörden anons edilen sözler şöyle:
“Irak, Mısır ve Suriye’de bu kanlı zillete düşmüş günlerden kurtulmamız için en kısa zamanda İslam birliğini tekrar tesis etmeli ve halifemizi seçmeliyiz.”
Halifemizi seçip İslam birliğini kurmazsak, “İslam dünyasından, işgal, zulüm, kan, gözyaşı asla eksik olmayacak” imiş.
Mutlaka marjinal bir görüştür. Fakat “tarihin kutsanması”nın bir örneği olarak bu sözler önemli bir zihniyet sorununun dışavurumudur.
DOĞRUSU NE?
Tarih disiplini ve analitik düşünce açısından baktığımızda, ilk gözlemlenmesi gereken olgu şudur: Hilafet kurumu Cemel ve Sıffin’deki hilafet savaşlarını niye önleyemedi?
Önleyemedi, çünkü kabile sosyolojisinin egemen olduğu toplumda siyaseti düzenleyecek kurallar ve kurumlar gelişmemişti; bu yüzden hilafetin kendisi kavga konusu olmuştu.
Dahası, İslam dünyasının geri kalması ve Avrupalı sömürgeci güçlerin işgaline uğraması hilafet kurumunun mevcut olduğu çağlarda gerçekleşmedi mi?!
Evet o çağlarda gerçekleşti çünkü Müslümanlar bilimde geri kalmıştı.
TEMEL FAKTÖRLER
Merhum Hilmi Ziya Ülken Hocamız, “İslam Felsefesi” (1967) adlı kitabında, 1300’lerden sonra dünya tarihindeki temel değişimi şöyle anlatır:
“Batı’da kilise taassubuna (bağnazlık) karşı savaşın uyandığı devirde, doğuda İslam’ın toleransı unutulmuş ve taassup başlamıştı. 16. yüzyıldan başlayarak Avrupa karanlıktan kurtulmuştu... İslam dünyası ise 15. yüzyıldan sonra haşiyecilik ve nakilcilik içine saplandı, skolastiğe daldı...” (s. 337-338)
Bu yüzden İslam dünyası ve Osmanlı geriledi. Avrupa güçlendi, kendi dışındaki neredeyse bütün kıtaları sömürgeleştirdi.
Siz istediğiniz kadar “cihadizm” yapın, “siyasal İslam” nutukları atın... Milletlerin çağımızdaki hükmü bilim, teknoloji ve hukuktaki seviyeleri kadardır.
Müslümanlara asıl bunu anlatmak gerekir.
OSMANLI DÖNEMİNDE
Halife-padişahın yönetimindeki imparatorlukta da eğitim ve ekonomide Müslümanlar gayrimüslimlerin gerisinde kalmıştı.
Osmanlı istatistiklerine göre 1912 yılında Osmanlı sanayiinin yüzde 48’i Rumlara, yüzde 30’u Ermenilere, yüzde 10’u diğerlerine, sadece yüzde 12’si Türklere aitti!
Niye mi? Mesela matbaanın Müslümanlardan yüz elli yıl önce Rum ve Ermeni cemaatlerine girmesi...
Derinlerde birçok sebep var:
13. yüzyıldan itibaren medresede akli ilimlerin ve felsefenin kaldırılması, “Fatih rönesansı”nın da kısa ömürlü kalması...
Mutlak itaat isteyen baskıcı idarelerin uzun asırlarda hür düşünceyi önlemesi ve tüzel kişiliklerin gelişmesini engellemesi gibi birçok sebep sayılabilir.
Bizim Meşrutiyet İslamcıları bu gerçeklerin tam olarak farkındaydılar, “ülum ve fünun” diyerek modern bilimleri, “hürriyet ve musavat” (eşitlik) diyerek modern hukuki değerleri savunmuşlardı. Unutuldular maalesef.
TARİH VE DİN
Temeldeki zihniyet sorunu şudur: Tarihi öğrenmek yerine idealize etmek! Tarihle dini karıştırmak, tarihteki kurumları ve ataerkil âdetleri din zannetmek.
Bu fevkalade önemli zihniyet sorununu bilimsel düzeyde ele alan gerçekten âlim ilahiyatçılarımız var. Fakat sesleri ve eserleri kitlelere ulaşmıyor.
21. yüzyılda “Evlilik ve Aile Hayatı” adıyla dağıtılan kitaplarda kadın, kocasının kölesi durumuna düşürülüyor; çünkü ortaçağ bilgilerini tekrarlıyor.
Halbuki Diyanet’in ilmihalinde kadının eşitliği savunuluyor. Çünkü bu ilmihali yazan ilahiyatçılar aynı zamanda modern hukuk, sosyoloji ve tarih okumuşlardır.
Netice: Rasyonel düşünce, bilim zihniyeti kolay edinilmiyor ama bu olmayınca da sorunlar çözülmüyor, katmerleniyor; İslam dünyasının hali budur