Unutmak ne dipsiz bir şeydir ki, unutanlara unuttuklarını bile unutturuyor.
Unutulmak ne acı bir şeydir ki, unutulanın unutuluşuna ağlayışını kimse hatırlamıyor.
Unutuştan çıkarıldık her birimiz.
Yüzümüz gün yüzüne değeli, tenimiz güneşe erişeli beri unutulmaktan alındık, unutmaktan sakındık.
Hatırı sayılır olduk.
Ne var ki, unutmak yaşamak kadar elimizin altında ve unutulmak ölüm kadar yanı başımızda.
Ölüm bizi geldiğimiz yere, nisyân’a götürüyor tekrar.
Ölüm unutuşlara gömüyor yüzümüzü; tenimizi tanıdıklarımıza yabancı kılıyor.
Yaşarken ölümü anmıyoruz o yüzden.
Yaşarken ölümle aramıza sahte uzaklar koyuyoruz.
Unutulmak korkusu bu…
En çok unutulacağımızı unutuyoruz.
Ve ve herkesin unuttuğu anlarda, hatırlanmaya değer olmadığımız zamanlarda hatırımızı tek sayanın Yaratanımız olduğunu çabucak unutuyoruz.
Sen ki hiç unutmadın ve hiç unutmazsın bizi, bize Senin zikrini unutturma Rabbim..
Hatırla ki toprak ayağının altından çekiliyor.
Ellerin son defa dokunuyor güle ve güne.
Gözlerinin karası son kareyi alıyor ışıktan ve karanlığa hazırlanıyorsun.
Göz kapaklarının kapanışı seni bir dağın ardına götürecek.
Unutmaya ve unutulmaya hazırlanıyorsun.
Varlığın incecik dudaklarda bir kuru söze dönüşecek.
Hatıran bir taştan ve hüzün renkli bir topraktan ibaret kalacak.
Kahkahalar seni yalnız bırakacak.
Mutluluklar seni hesaba katmadan tamam olacak.
Sana arkalarını dönecekler.
Dönüp yüzüne bakmayacaklar.
Senin kokun uzakların kokusu olacak.
Tenin toprağın soğuğunu tadacak.
Ve gelecek ölüm;
Gözleri gözlerin olacak.
Hatırla ki yarınki gün seni taze bir toprak yığınının altında bulacak.
Bir gün saatinin akrebi senin uzanamadığın anlara doğru dönecek.
Sen olmayacaksın…
Ve kolunda ki saat sensiz zamanları tırmanıyor olacak.
Sulamayı unuttuğun çiçeğin bile senden sonra solacak.
Yüzüne gün ışığı vurmayacak.
Hayatının ebedi rengini dar ve sessiz bir boşlukta bulacaksın.
Ya küle dönecek ya güle dönüşeceksin.
Yarınsız ve sonsuz bir günün yanağında incecik bir gamze olup kristalleşeceksin.
Yüzün solacak.
Ellerin hiçbir yere varmayacak.
Parmakların hiçbir şey göstermeyecek.
Ve ayaklarının altında hep boşluk kalacak.
Unutma ki şimdi toprak ayağının altından çekiliyor.
Yürüdükçe ince bir hesap çizgisine çekiliyorsun.
Unutma ki elinle ölüme dokunuyorsun.
Elinle ölümü dokuyorsun.
Hatırla ki gözlerin ölüme bakıyor.
Gözlerin bir cesedi alacakaranlığa taşıyor.
Hatırla o zamanı ki sen boz topraklar altında derin unutuşlarda eriyorsun.
En son kaleminin karanlık izi kalıyor soğuk sayfalarda.
Ve sözlerin kırık dökük hatıralara dönüşüyor.
Solgun bir gül gibi elden ele dudaktan dudağa dolaşıyor.
Hatırla…
Hatırla ki sen sözleri genç kalpleri şevklere taşıyan ölü bir şairsin.
Hatırla ki sen masum ve sonsuz bakışlı gözlerin kapı aralarında beklediği bir babasın.
“Baba!” çığlıklarını sana eriştiremiyor oğlun.
Hatırla…
Hatırla ki bir mezar taşında iki rakam arasında çizilmiş eğreti bir çizgiye indirgenmişsin.
Mezar taşın unutuldu ve hatta mezar taşın bile seni unuttu diyelim…
Ve hep başkaları var dışarıda..
Hep yabancılar geziyor yıkık mezar taşları arasında.
Kimsenin tanıdığı değilsin artık,
Kimsenin özlediği değilsin,
Kimsenin beklediği değilsin,
Kimsenin ardı sıra gözyaşı döktüğü değilsin,
Kimsenin ölüsü de değilsin,
Tıpkı şimdi olduğu gibi..
Oysa sen ve son ne kadar da uzak görünüyordunuz birbirinize..
Ey Rabbim Senden bir teşehhud miktarı ömür,
Bir LA İLAHE İLLALLAH miktarı ölüm istiyorum Senden.
LA İLAHE İLLALLAH.
Senai Demirci(Dikkat; Mustafa İslamoğlu içerebilir!)