BAŞKALARINI ÇEKİŞTİRİP DEDİKODUSUNU YAPMAKTAN VE ÇOK KONUŞAN KİMSELERLE OTURUP KALKMAKTAN SAKIN.ZİRA ÇOK KONUŞAN KİŞİ ÖMRÜNDEN ÇALAR VE VAKİTLERİNİ BOŞA HARCAMIŞ OLUR
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
“Er-Rahmân, Kur’ân’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona, beyanı (konuşup kendini ifade etmeyi) öğretti.”
[1]
Allah (cc) insanı yarattı. Sonra duygu ve düşünceleri aktarma aracı olan dili öğreterek onları amaçsız bir yığın olmaktan kurtardı. Duygu, düşünce, his ve isteklerin aktarılabilmesi ve anlaşılabilmesi için beyanı öğretti. Er-Rahmân, insanı bu formatta yarattıktan sonra onlarla Kur’ân vesilesiyle iletişim kurdu. Zatını, isteklerini, sevdiklerini, sevmediklerini, öfkelendiklerini, yaptıklarını, yapacaklarını… tüm insanlığın anlayacağı şekilde tafsilatlı olarak açıkladı.
Bu yazıda genel olarak yüce Allah’ın kullarıyla nasıl ve hangi yolla iletişime geçtiği, iletiyi alıcı konumunda olan bizlerin mesaja karşı nasıl bir tavır takınmamız gerektiği üzerinde duracağız inşallah.
Herhangi bir ortam ve zaman diliminde iletişimden söz edilebilmesi için şu beş unsurun mutlaka olması gerekir: gönderici, alıcı, ileti/mesaj, kanal (iletinin gönderilme şekli) ve kullanılan dil/kod.
Sağlıklı iletişimde ilk önce gönderici ile alıcı arasındaki anlaşılabilirliğin net olması gerekir. Yani gönderici, mesajını muhatabın anlayabileceği bir dille göndermelidir.
“Andolsun ki biz, Kur’ân’ı öğüt alınması için kolaylaştırdık. Peki var mı öğüt alan?”
[2]
İkinci olarak, göndericinin vermek istediği mesaj ile alıcının bilgi ve anlayış düzeyinin birbirine yakın olması gerekir. Alıcı, göndericiyi anlamalı; mesajın, iç dünyasında karşılık bulabileceği ahlak, tecrübe ve bilgi düzeyinde olmalıdır. Çünkü bazen iletinin dili anlaşılabildiği hâlde alıcıdan kaynaklı problemler nedeniyle mesaj, istenilen etkiyi oluşturmayabilir, alıcıda tesir/değişiklik meydana getirmeyebilir. Eyke Halkı’nda ve Kur’ân’ın kendi dillerinde indiği Mekkeli müşriklerde olduğu gibi:
“Demişlerdi ki: ‘Ey Şuayb! Söylediklerinin birçoğunu anlamıyoruz.’ ”
[3]
“...Ne oluyor bu topluluğa? Neredeyse hiçbir sözü anlamayacaklar.”
[4]
Aynı mesaja muhatap olan sahabe ise iç dünyalarında “vahyi anlama düzeyini” yakaladıkları için mesajı hakkıyla anlamışlardı:
“...onları takva kelimesi (olan Lailaheillallah’a) bağlı kılmıştı. Onlar da buna layık ve ehil kimselerdi.”
[5]
Ancak dilin doğru ve etik kullanılabildiği, sağlıklı iletişimin kurulabildiği bir ortamda, davranışlarda düzelme/ıslahtan ve sağlıklı bir toplumdan bahsedilebilir. Kur’ân’ı dikkatli bir şekilde okuyan bir kimse İsrailoğullarının, nebilerine karşı sürekli edepsiz konuştuklarını
[6] ve bu konuda kınandıklarını görecektir. Organize, düzenli, birlikte hareket edemeyen bir topluluk olamamalarının nedenlerine bakıldığında karşımıza çıkacak en büyük problemin bu olduğu görülecektir:
“Ey iman edenler! Musa’ya eziyet edenler gibi olmayın. Allah söyledikleri şeylerden O’nu temize çıkardı.”
[7]
“Ey iman edenler! Allah’tan korkup sakının ve doğru/sağlam/adil söz söyleyin. (Allah’ta buna karşılık) Amellerinizi ıslah etsin.”
[8]
“Musa kavmine demişti ki: ‘Allah, bir inek kesmenizi emrediyor.’ Demişlerdi ki: ‘Bizimle alay mı ediyorsun?’ Musa: ‘Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım.”
[9]
Bu yüzdendir ki Allah (cc), ideal/örnek topluma en açık, en anlaşılabilir, en fasih ve beliğ şekilde hitap etmiş ve toplumun temellerini atarken dilin bu özeliklerini kullanmıştır:
“Şüphesiz ki biz, bilen bir topluluk için ayetlerimizi detaylı olarak açıkladık.”
[10]
“O (Kur’ân’la) muttakileri müjdeleyesin ve inatçı topluluğu uyarasın diye onu senin dilinle kolaylaştırdık.”
[11]
“(Bu Kitap,) (özünde merhamet sahibi olan) Er-Rahmân, (rahmetini kullarına eriştiren) Er-Rahîm olan (Allah) tarafından indirilmiştir. (Bu,) bilen bir topluluk için Arapça okunan, ayetleri detaylı olarak açıklanmış bir Kitap’tır. Müjdeci ve uyarıcı olarak…”
[12]
“Hamd, kuluna Kitab’ı indiren ve onda hiçbir eğrilik/çarpıklık kılmayan Allah’a aittir. (O Kur’ân,) dosdoğru bir Kitap’tır. Katından şiddetli bir azapla uyarmak ve salih amel işleyen müminlere güzel bir mükâfat olduğunu müjdelemek için (indirilmiştir).”
[13]
Filozof Konfüçyüs’e sordular:
“Bir memleketi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu?”
Konfüçyüs’ün cevabı şöyle oldu:
Hiç şüphesiz dili gözden geçirmekle işe başlardım. Dil kusurlu olursa sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez…
Bu nedenle mesajı gönderen kişi muhatabında bırakmak istediği tesir kadar dili doğru kullanmalıdır. Gönderici ile alıcı arasında ortak bir dil oluştuktan sonra, ortak zeminin muhafazası için çabalamak gerekir. Zira dil, yaşayan bir organizmadır; ıslah edilmesi mümkün olduğu gibi bozulması da mümkündür. Bunun farkında olan şer odakları 1 Kasım 1928 tarihinde Osmanlıcayı ve Kur’ân dili olan Arapçayı yasakladılar. Dillerini değiştirerek; toplumun başta dini olmak üzere, kültür ve adetlerini de değiştirdiler. Allah Resûlü de (sav) bunun bilincinde olarak Kur’ân terminolojisinde/ıstılahında ismi “el-işâ” olan yatsı namazına “el-ateme“ diyen bedevileri uyarmıştır:
“Bedeviler namazınızın ismi hususunda size galabe çalmasın. Bu namazın adı sadece ‘el-işâ’dır.“
[14]
Kur’ân’a gelince; Kur’ân edebi bir metindir. Bir edebi metni doğru anlamanın, çözümlemenin temel şartı da o metinde dilin hangi işlevde kullandığının bilinmesidir. Yani dilin nasıl, ne şekilde ve ne amaçla kullanıldığını... Gönderici iletiyle bir şey isteyebilir, korkutabilir, harekete geçirmeye çalışabilir, sevdiğini hissettirebilir.
Alıcı ile gönderici arasındaki ilişki, sayısız işlevi gerçekleştirmek üzere kurulduğu için; ileti hangi işlevi gerçekleştiriyorsa dilin işlevi o şeyle adlandırılır. Dil bilimciler dilin en fazla -birazdan zikredilecek olan- altı işlevle kullanıldığını fark etmişlerdir. Yüce Rabbimiz bize olan merhameti nedeniyle bizlerle iletişim kurarken iletisini daha iyi anlamamız, bize tesir etmesi ve sıkılmamamız için altı işlevi de kullanarak iletişime geçmiştir.
[15]
1. Göndergesel İşlev
Dilin bilgi vermek amacıyla kullanılmasıdır. Amaç, mesaj konusunda doğru, nesnel, gözlemlenebilir bilgi vermektir. Cümleler duygu içermez. Ansiklopedilerde, kullanım kılavuzlarında dil bu işlevle/amaçla kullanılır. Kevni ayetlerden bahsedilirken dil, bu işleviyle kullanılır:
“Rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik.”
[16]
“Allah ki; yedi göğü ve yerde de onun bir benzerini yarattı.”
[17]
“O kâfirler, göklerin ve yerin bitişik olduğunu, bizim onları birbirinden ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmediler mi? İman etmezler mi?
Yer onları sarsmasın diye (dağlardan) kazıklar çaktık. Yollarını şaşırmamaları için de, (o dağlar arasında) geniş yollar kıldık.
Gökyüzünü (üzerlerine düşmesin diye) korunmuş bir tavan yaptık. Onlar, O’nun ayetlerinden yüz çevirmişlerdir.
Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur. Her biri (belirlenmiş) bir yörüngede akıp gitmektedir.”
[18]
2. Heyecana Bağlı İşlev
Göndericinin kendi iletisi hakkındaki duyguları ve hislerinin anlaşılabildiği iletilerde dil bu işlevde kullanılmıştır. Dilin göndergesel işlevinde nesnellik, heyecena bağlı işlevinde ise öznellik ön plandadır. Özel mektuplarda, lirik şiirlerde, eleştiri yazılarında sıkça kullanılır. “Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!” “Eyvah geç kaldım!” gibi cümleler örnek verilebilir. Kur’ân’da bu işlevi gödüğümüz bazı ayetler şöyledir:
“Ey Nuh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin çocukları! Şüphesiz ki o (Nuh), çokça şükreden bir kuruldu.”
[19]
“Âlemler içinde Nuh’a selam olsun.”
[20]
“De ki: ‘Şayet müminlerseniz, imanınız size ne kötü bir şey emrediyor!’ ”
[21]
3. Alıcıyı Harekete Geçirme İşlevi
İleti/Mesaj bu amaçla kodlanarak alıcıyı harekete geçirmek üzere düzenlenir. Alıcıda tepki ve davranış değişikliği yaratmaya odaklıdır. Dilin çağrı işlevi, alıcıya hitap ve emir kipiyle oluşturulur. Cenaze merasimindeki telkinler, propagandalar, siyasi metinler, indirim kampanyalarında olduğu gibi: “Beni dikkatle dinleyin!” “Sınıfı hemen terk et!” “İnsanlar geliniz, toplanınız, dinleyiniz!”
Kur’ân’da bu işlevi gödüğümüz bazı ayetler şöyledir:
“Ey insanlar! Bir örnek verildi, (dikkatle) dinleyin. Şüphesiz ki Allah’ı bırakıp da dua ettikleriniz, bir araya toplansalar bir sinek dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey çekip alacak olsa, onu (sineğin elinden) kurtaramazlar. İsteyen de zayıf kaldı, istenen de…”
[22]
“Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemeyi ister mi? (Nasıl da) tiksindiniz!”
[23]
“Ey iman edenler! Size Allah yolunda savaşa çıkın denildiği zaman, ne oldu size de ağırlaşıp yerinize çakıldınız? Yoksa ahireti (bırakıp) dünya hayatına mı razı oldunuz? Ahiretin yanında dünya hayatının metaı pek azdır.”
[24]
“Allah’tan gücünüz yettiğince korkup sakının. İşitin, itaat edin. Kendinize hayır olarak infakta bulunun.”
[25]
4. Kanalı Kontrol İşlevi
Bu işlevde mesajdan daha çok iletişimin devam edip ettirilmemesi önemlidir. Gönderici, alıcılara sorular sorarak ya da dikkatlerini kendisine yönlendirecek şekilde dili kodlayarak bağlantıyı sürdürmeye çalışır. İletişimi sürdürmek ve dikkatin dağılmaması için dil bu işlevde kullanılır. Kişiye mesajdan kopmamasını telkin etmek ve bunu devam ettirebilmesi için malumatlarda bulunmak da denebilir. “Beni dinlemiyor musunuz?” “Sesim geliyor mu?” cümlelerinde dilin bu işlevi kullanılmıştır. Kur’ân’da bu işlevi gödüğümüz bazı ayetler şöyledir:
“Onlar, Rablerinin ayetleri kendilerine hatırlatıldığında sağır ve kör gibi davranmazlar. (Kulak kabartıp, anlamaya çalışırlar.)”
[26]
“İşte bu, sizin hak Rabbiniz olan Allah’tır. Haktan ötesi sapıklıktan başka bir şey midir? Nasıl olur da (O’na ibadet etmekten, putlara ibadet etmeye) çevrilirsiniz?”
[27]
“Kâfirler için cehennemde konaklayacak yer mi yok?”
[28]
5. Şiirsel/Sanatsal İşlev
Dilin şiirsel işleviyle kullanıldığı metinlerde gönderici, alıcıda hissettirmek istediği etkileri uyandırmak için dili istediği gibi kullanır, yani kendi özgün üslubunu oluşturmak için bir anlamda dili kendi yaratır. Cümleler karşılaştırmalardan, çağrışım gücü yüksek sözcüklerden yararlanarak oluşturulur. Sözcükler sıkça yan ve mecaz anlamlarda kullanılır. Kur’ân’da başından sonuna kadar sanatsal işlevde kullanılmıştır, dersek yanılmış olmayız Allahuâlem:
“Hakka! (Her insana hak ettiği sonu getiren, gerçekleşmesi hak ve kesin olan kıyamet.)”
[29]
“Bu kelimenin tıpkı kendine mahsus –tıpkı büyük bir ağırlığı kaldırıp sonra yerine bırakılmaya benzer- bir ses tonu vardır… Ha harfi elif ile yukarı kaldırılıp kaf harfine vurunca, zınk/şap diye yerine oturuyor. Sonundaki yuvarlak ha ise ağırlığın iyice yerine yerleştiğini ifade ediyor.”
[30]
“Karia/Şiddetle sarsan kıyamet!”
[31]
“Karia kıyamet demektir. Bu isim, habersiz ve ani olarak gürültülü bir şekilde inecek olan şamar sesini canlandırmaktadır.”
[32]
“Ve deve iğne deliğinden geçene dek onlar cennete girmeyeceklerdir.”
[33]
“Atların ayaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.”
[34]
6. Dil Ötesi İşlev
Bu işlevde, kullanılan dil hakkında bilgi verilir. Dilin yapısı, özne yüklem ilişki, fiil çekimleri, hangi dil ailesine mensup olduğu, kelimelerin baştan mı-sondan mı eklemeli olduğu, kelimelerin cinsiyeti hakkında bilgi verilirken dil, dil ötesi işlevde kullanılır. Bu sayede iletişimin ana hatları açıklanmış olur. İletişimden önce iletinin iyi anlaşılması için verilen bilgilerdir de denebilir. İletişim için bu işlev; müfessir için tefsir usulü, muhaddis için hadis usülü, fakih için fıkıh usulü mesabesindedir. Kur’ân’da bu işlevi gödüğümüz bazı ayetler şöyledir:
“Apaçık/açıklayıcı Kitab’a yemin olsun ki; Akletmeniz için onu Arapça bir Kitap kıldık. Hiç kuşkusuz o, bizim katımızdaki ana Kitap’ta (Levh-i Mahfuz’da) olan, çok yüce, hüküm ve hikmet sahibi bir Kitap’tır.”
[35]
“O, şair sözü değildir. Ne kadar da az inanıyorsunuz. Kâhin sözü de değildir. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.”
[36]
“Şayet (okunan bir kitapla) dağlar yürütülse ya da onun aracılığıyla yeryüzü parçalansa veya onunla ölülerle konuşulacak olsa (hiç şüphesiz o, Kur’ân olurdu.)”
[37]
O hâlde Kur’ân iletisinin muhatapları olarak bize düşen görev; Allah’ın (cc) bize gönderdiği bu kodu çözerek iletiyi anlamaktır. Rabbimizin bizi korkutmak istediği yerlerde korkmalı, sevinmemizi istediği yerlerde sevinmeli, yapmaya ve yapmamaya teşvik edildiğimiz emirlerde azimli olmalı, korkmamamız için verilen misallerde cesur olmalı, sorumluluk bilincinin hatırlatıldığı yerlerde ciddiyetle davayı yürütmeye çalışmalıyız. Mesajı net, gıcırtısız alabilmek için, bizlerin de tıpkı radyolarda olduğu gibi o ince frekans ayarını tutturmamız ve bunun sürekliliğini korumamız gerekir.
Yoksa satırlar ve sayfalar değişir de kişinin duygularında ve davranışlarında bir değişim gerçekleşmez. Dağları yürütebilecek ve dağları parçalayabilecek tesirde bir kitap, avuç içi kadar kalplerimizi sarsmaz, etkilemez.