Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Hac Suresi İniş Sebebi

Ummu Aişe Çevrimdışı

Ummu Aişe

حسبي الله ونعم الوكيل
Site Emektarı

22- HACC SURESİ

İbn Merdûye'nin İbn Abbâs ve İbnu'z-Zubeyr'den rivayetine göre sûre medenîdir. Dahhâk de böyle söylemiştir.
Ancak Ebu Ca'fer en-Nehhâs'ın Mücâhid'den, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre Medine-i Münevvere'de inen üç âyeti -yine İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayete göre 4 âyeti- dışında sûre Mekke'de nazil olmuştur. Bu dört âyet: "Bunlar, çekişen iki düşman gruptur. Rabları hakkında çekişmişlerdir. O küfredenler için ateşten elbiseler kesilmiştir. Başları üstünden de kaynar sular dökülecektir. Bununla karınlarındakiler ve derileri eritilir. Demir kamçılar da onlar içindir. Ne zaman oradan, (oradaki işkenceden) çıkıp kurtulmak isteseler her defasında oraya geri çevrilirler ve onlara: "Tadın yakıcı azabı." denilir." (âyet- 19-22)[1]
Ebu Salih'in İbn Abbâs'tan rivayetine göre de iki âyeti dışında Sûrenin tamamı Mekkî'dir. Bu iki âyeti: "İnsanlardan öyleleri de vardır ki Allah'a bir yar kenarındaymış gibi kulluk eder... İşte en derin sapıklık budur." (âyet: 11-12) âyetleridir.[2]
İbnu'l-Münzir'in Katâde'den rivayetine göre ise Mekke'de nazil olan dört âyeti dışında Sûre Medine'de nazil olmuştur. Bu dört âyet de:
"Senden önce gönderdiğimiz hiçbir Rasûl ve hiçbir Nebî yoktur ki bir şeyi arzuladığı zaman şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah, şeytanın karıştırdığını giderir sonra Allah, kendi âyetlerini yerleştirir ve Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.
Şeytanın karıştırdığı, kalblerinde hastalık bulunan ve kalbleri kaskatı kesilmiş olan kimseleri sınamaya vesile kılmak içindir. Zâlimler hiç şüphesiz derin bir ayrılık içindedirler.
Bir de bu, kendilerine ilim verilmiş olanların, onun, Rabbından gelme bir gerçek olduğunu bilip inanmaları ve gönüllerini ona bağlamaları içindir. Muhakkak ki Allah iman edenleri dosdoğru yola iletir.
Küfredenler; kendilerine o saat ansızın gelinceye veya gecesi olmayan günün azabı gelip çatıncaya kadar ondan yana devamlı bir şüphe içindedirler." (âyet: 52-55) âyetleridir (Alûsî, age. xvn,ııo). Bu, İbn Abbâs'tan da rivayet edilmiştir.[3]
Sûrenin mekkî ve medenî oluşuna dair rivayetler muhtelif ise de "sûre hem mekkî ve hem de medenî âyetlerden oluşmaktadır." demek doğruya daha yakındır.[4]
el-Gaznevî bu sûre hakkında der ki: Bu, sûrelerin en şaşırtıcı olanlarındandır; gece ve gündüz, seferde ve hazarda, barışta ve savaşta, Mekke'de ve Medine'de, nâsih ve mensûh olarak, muhkem ve müteşâbih olarak nazil olmuştur.[5]
İbnu'l-Cevzî, el-Gaznevî'nin bu sözünü Hibetullah ibn Selâme'ye nisbet eder. Hibetullah sözüne devamla şöyle demiştir: Mekkî olanı 30. âyetinin başından sonuna kadar olan kısmıdır.
Medenî olanı 25. âyetinin başından 30. âyetinin başına kadardır.
Gece nazil olanı başından ilk beş âyetidir.
Gündüz nazil olanı 5. âyetin başından 9. âyetin başına kadar olan âyetleridir.
Seferde nazil olanı 9. âyetin başından 12. âyetin başına kadar olanıdır.
Hazarda nazil olan âyetleri ise 20, âyetin başına kadar olanıdır.[6]

l. Ey insanlar, Rabbınızdan takva üzere olun. Doğrusu kıyamet saatinin sarsıntısı çok büyük bir şeydir.
Tirmizî'nin İmrân ibn Husayn'dan rivayetinde "Ey insanlar, Rabbınızdan takva üzere olun. Doğrusu kıyamet saatinin sarsıntısı çok büyük bir şeydir... Ama Allah'ın azabı pek çetindir." âyet-i kerimelerinin Efendimiz (sa)'e, o bir seferde iken[7] Ve geceleyin nazil olduğu[8], bazı rivayetlerde Mustalık oğulları gazvesinde olduğu (Alûsî, age. xvn,ııi) söylenirken Hasen'den rivayete göre de Hz. Peygamber (sa), Tebük Gazvesinden dönerken, Medine-i Münevvere'ye yaklaştıklarında nazil olduğu[9] tasrih olunmuştur.[10]

3. İnsanlardan kimi vardır ki Allah hakkında bilmeden (ilimsiz) tartışır ve her azgın şeytanın ardına düşer.
Süddî'nin Ebu Mâlik'ten rivayetine göre bu âyet-i kerime "Melekler Allah'ın kızlarıdır, Kur'ân eskilerin masallarından ibarettir, Allah bu çürümüş ve toprak olmuşları diriltemez." diyen en-Nadr ibnu'l-Hâris hakkında nazil olmuştur.[11] İbn Cureyc[12] ve İbn Abbâs da böyle söylemiştir.[13]
Ebu Cehl veya Übeyy ibn Halef hakkında nazil olduğu da söylenmiştir.[14]

8. İnsanlardan öyleleri de vardır ki bilmeden, doğruya ileten bir rehberi olmadan, aydınlatıcı bir kitabı bulunmadan Allah hakkında tartışmaya girişir.
9. Allah yolundan saptırmak için, kibirlenerek yanını eğip büker. Dünyada horluk onadır ve kıyamet günü de ona can yakıcı azabı tattıracağız.
Müfessirlerin çoğu bu iki âyet-i kerimenin de Abdüddâr oğullarından en-Nadr ibnu'l-Hâris hakkında inen âyetler cümlesinden olduğu görüşündedir.[15]
Muhammed ibn Ka'b'den rivayete göre el-Ahnes ibn Şureyk hakkında; İbn Abbâs'tan rivayete göre de Ebu Cehl hakkında nazil olmuştur.[16]
Adları anılan bu üç kişi de Mekke-i Mükerreme'de Hz. Peygamber (sa)'in daveti önüne katı bir muhalefetle karşı duran katı müşrikler olmakla her birinin yaptıkları ve söyledikleri küfür ve inkâr dolu sözler üzerine inmiş olmalıdır.[17]

11. İnsanlardan öyleleri de vardır ki Allah'a, bir yar kenarındaymış gibi kulluk eder. Ona bir iyilik gelirse yatışır, başına bir belâ gelirse yüzüstü döner gider. Dünyayı da âhireti de kaybetmiştir. İşte bu, apaçık hüsrandır.
Bu âyet-i kerimenin biri bedeviler, biri Şeybe ibn Rabî'a ve bir diğeri de bir yahudi olmak üzere üç nüzul sebebi rivayet edilmektedir:
1. "İnsanlardan öyleleri de vardır ki Allah'a, bir yar kenarındaymış gibi kulluk eder..." âyet-i kerimesi hakkında İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor: Kişi (Medine halkından olmayan birisi) Medine-i Münevvere'ye gelir (müslüman olur), karısı erkek çocuk doğurur, atı kulunlarsa: "Bu salih bir din imiş." derdi. Yok karısı doğurmaz, kısrağı kulunlamazsa: "Bu ne kötü bir din imiş." derdi.[18]
Buhârî'deki bu haberde, olayın bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olduğu tasrih edilmemekle birlikte siyakı, bu âyet-i kerimenin nüzulüne sebep olduğunu ifade ediyor. İbn Abbâs'tan gelen benzer başka rivayetler de bunu desteklemektedir.
Nitekim İbn Ebî Hatim'in İbn Abbâs'tan rivayetle tahric ettiği bir haber şöyledir: Bedevilerden bazı kimseler Hz. Peygamber (sa)'e gelir ve müslüman olurlardı. Ülkelerine döndükleri zaman yağmur, bolluk ve hayvanları için güzel bir yavrulama senesi bulurlarsa "Şu bizim dinimiz ne kadar salih bir din." derler ve ona sımsıkı yapışırlardı. Yok eğer kurak, kötü yavrulama ve kıtlık senesi bulacak olurlarsa "Bizim şu dinimizde hiç bir hayır yok." derlerdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ Peygamberine: "İnsanlardan öyleleri de vardır ki Allah'a bir yar kenarındaymış gibi kulluk eder. Ona bir iyilik gelirse yatışır, başına bir kötülük gelirse yüzüstü döner..." âyet-i kerimesini indirdi.[19]
Avf'nin İbn Abbâs'tan rivayetle anlattığına göre ise (bedevilerden) birisi Medine-i Münevvere'ye geldiğinde şayet orada bedeni sıhhat bulur, kısrağı güzel bir yavru doğurur, karısı erkek çocuk dünyaya getirirse hoşnut olur, kalbi mutmain olur da: "Şu dinim üzere olduğumdan beri hayırdan başka bir şey bulmadım." derdi. Ama ona bir belâ gelir, ona Medine'nin acısı (herhangi bir hastalığı) isabet eder, karısı kız çocuk doğurur, malı gider (malında veya ticaretinde zarar eder) ve ona sadaka gelmesi gecikirse şeytan ona gelir ve: "Allah'a yemin olsun ki şu dinin üzere olduğundan bu yana başına kötülükten başka bir şey gelmedi." der ve o da dininden dönerdi.[20]
Dahhâk'e göre bu âyet-i kerime Müellefe-i kulûb hakkında nazil olmuştur ki özellikle Uyeyne ibn Bedr, Akra' ibn Habis ve el-Abbâs ibn Mirdâs onlardandır. Bunlar birbirlerine: "Muhammed'in dinine girelim. Bakalım; eğer bir hayır elde edersek onun hak olduğunu anlamış oluruz. Eğer hayır bulmazsak bâtıl olduğunu anlamış oluruz." demişler ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[21]
2. Atıyye'nin, Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Bir yahudi müslüman olmuş ve müslüman olduktan sonra gözü kör olmuş, malı gitmiş, çocuğu ölmüştü. İslâm'da bir uğursuzluk görerek Hz. Peygamber (sa)'e geldi ve: "Beni ikale et; benim müslümanlığımı feshet." dedi. Hz. Peygamber (sa): "İslâm fesholunmaz." buyurdu. O: "Bu dinimde hiç bir hayır elde etmedim; gözümü kör etti, malımı ve çocuğumu giderdi." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Ey Yahudi, İslâm, ateşin demir, gümüş ve altının kirini giderdiği gibi insanların kirlerini giderir." buyurdular ve bu âyet-i kerime nazil oldu.[22] Ancak İbn Hacer bu rivayetin zayıf olduğu kanaatindedir.[23]
3. İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayete göre de Hz. Peygamber (sa)'in peygamber olarak gönderilmesinden önce müslüman olan, ancak O'nun peygamber olarak zuhurundan sonra irtidad eden Şeybe ibn Rabî'a hakkında nazil olduğu da söylenmiştir.[24]

15. Kim dünyada ve âhirette Allah'ın ona (Hz. Muhammed'e) yardım etmeyeceğini sanıyorsa yukarı bağladığı bir ipe kendini asıp sonra da kessin ve bir düşünsün bakalım; bu hilesi kendisini öfkelendiren şeye engel olabilir mi?
"Biz şimdi müslüman olursak ola ki Muhammed zafer kazanamaz, yahudi dostlarımızla aramızdaki dostluğu ve anlaşmaları da bozmuş oluruz. Sonra bizi düşmanlığını kazanmış olduklarımıza karşı kim korur?" diyerek müslüman olmakta ayak sürüyen bazı Eslem ve Gatafan[25] arapları hakkında nazil olduğu söylenir.[26]

19. Şu ikisi, Rableri hakkında birbirleriyle davalaşan hasım iki zümredir. İşte o küfredenler yok mu; onlar için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başkalarının üzerine de kaynar su dökülecektir onların.
Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinde başlıca iki rivayet vardır:
l. Hz. Ali'den rivayet ediliyor ki o şöyle demiştir: "Ben, kıyamet günü Rahman'ın huzurunda husumet için (insanlarla aramdaki husumetler hakkında hüküm verilmesi için) diz çökeceklerin ilki olacağım." Râvi Kays der ki: "Şu ikisi, Rableri hakkında birbirleriyle davalaşan hasım iki zümredir..." âyet-i kerimesi onlar hakkında nazil oldu. Onlar Bedr günü mübareze eden Ali, Hamza, Ubeyde ve Şeybe ibn Rabîa, Utbe ibn Rabîa, el-Velîd ibn Utbe'dir.[27] Aynı haber Buhârî'de aynı yerde Ebu Zerr'den rivayetle de tahric olunmuş olup Ebu Zerr, bu âyet-i kerimenin onlar hakkında nazil olduğunu yeminle bildirmektedir.[28]
Müslim de bu hadisi Ebu Zerr'den rivayetle tahric etmiş olup onun lâfzı şöyledir: Kays ibn Abbâd'dan, der ki: Ebu Zerr'i "Şu ikisi Rabları hakkında davalaşan iki hasımdır..." âyet-i kerimesi Bedr günü birbiriyle mübareze etmek üzere çıkan (müslümanlardan) Hamza, Ali, Ubeyde İbnu'l-Hâris ve (müşriklerden) Rabîa'nın oğulları Utbe, Şeybe ile el-Velîd ibn Utbe hakkında nazil oldu." diye yemin ederken işittim.[29]
Ebu Davud et-Tayâlisî de aynı hadisi kendi senediyle yine Ebu Zerr'den rivayet etmiştir.[30]
Bedr gazvesinde savaş başlamadan teke tek mübareze için müşriklerden çıkan Utbe, Şeybe ve Velîd karşılarına çıkan ansardan üç rakibe razı olmayıp Kureyş'ten rakibler isteyince Efendimiz Hamza, Ali ve kendisinden 10 yaş büyük olan Ubeyde ibnu'l-Hâris ibn Muttalib'i çıkarmıştı. Ubeyde Bedr'de ağır yaralanmış ve Medine'ye dönüşte yolda Safra' denilen yerde vefat etmiştir. Vefatında 63 yaşında imiş. (ra)[31]
2. Katâde'nin rivayetinde İbn Abbâs şöyle anlatmış: Bunlar, ehl-i kitabdır. Mü'minlere: "Biz Allah'a sizlerden daha lâyıkız; bizim kitabımız sizinkinden önce, peygamberimiz sizin peygamberinizden önce." dediler. Mü'minler de: "Bizler Allah'a sizden daha lâyıkız; Bizler hem Muhammed'e, hem de sizin peygamberinize iman etmişiz, Allah katından inen her kitaba iman etmişiz. Bizim kitabımız diğer bütün kitaplar hakkında hüküm vermiştir. Siz ise bizim peygamberimizin hak peygamber olduğunu bile bile onu terkedip sırf çekememezlikten dolayı onu inkâr ettiniz." dediler. İşte iki zümrenin hasımlaşması budur ve Allah Tealâ, düşmanlık edenlere karşı İslâm'a yardım ederek onu muzaffer kılmış ve bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[32] Bu hadise, daha önce geçtiği üzere Nisa' Sûresinin 123. âyetinin de nüzulüne sebep olmuştur.[33]

25. Muhakkak ki o küfredenlere, Allah'ın yolundan ve yerli, yabancı bütün insanları eşit kıldığımız Mescid-i Haram'dan alıkoyanlara ve orada zulüm ile ilhada yeltenenlere elîm bir azâbdan tattırırız.
l. İbn Ebî Hatim'in İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle demiştir: "orada zulüm ile ilhada yeltenenlere elîm bir azâbdan tattırırız." âyet-i kerimesi Abdullah ibn Üneys hakkında nazil oldu. Rasûlullah (sa), birisi Ansardan, diğeri muhacirlerden olmak üzere iki kişiyle birlikte bu Abdullah ibn Üneys'i bir yere göndermişti. Yolda nesebleri hakkında birbirlerine karşı övünmeye kalktılar da Abdullah ibn Üneys kızıp Ansardan olan yol arkadaşını öldürdü, sonra irtidad edip Mekke'ye kaçıp gitti. İşte bu hadise üzerine onun hakkında "orada zulüm ile ilhada yeltenenlere elîm bir azâbdan tattırırız." âyet-i kerimesi nazil oldu.[34]
Ansar'dan olan yol arkadaşını öldürerek Mekke müşriklerine katılanın Abdullah ibn Hatal olduğu ve âyet-i kerimenin de onun hakkında indiği de rivayet edilmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (sa), Mekke-i Mükerreme'yi fethettiğinde bu Abdullah ibn Hatal'in da öldürülmesini emretmişti.[35]
2. Yine İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayete göre ise âyet-i kerime Hudeybiye musalahasi senesi Hz. Peygamber (sa) ve ashabını Mescid-i Harâm'a girmekten ve umre yapmaktan alıkoyan Ebu Süfyân ibn Harb ve ashabı hakkında nazil olmuştur.[36]
İrtidad eden Abdullah ibn Sa'd ve Kays ibn Dubâbe de denilmiştir.[37]

27. İnsanlar içinde haccı ilân et; gerek yaya, gerek arık binekler üzerinde çok uzak vadilerden ve yollardan sana gelsinler.
İbn Cerîr'in Mücâhid'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Cahiliye halkı hacca giderken binitlerine binmez ve sadece yaya olarak gelirlerdi. Allah Tealâ: "Gerek yaya, gerek arık binekler üzerinde çok uzak vadilerden ve yollardan sana gelsinler." âyet-i kerimesini indirerek hacc yolculuğu için azık edinmelerini emredip hacc yolculuğunda binitlerine binerek yolculuğa ruhsat verdi.[38]

34....Sen mütevazı olanları müjdele.
35. Onlar ki Allah anıldığı zaman kalbleri titrer, başlarına gelene sabreder, namaz kılar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.
Bu âyet-i kerimelerin Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer ve Hz. Ali haklarında nazil olduğu rivayet edilmiştir.[39]

37. Onların ne etleri, ne kanları hiçbir zaman Allah'a ulaşmaz. Fakat sizden O'na yalnızca takva erişir. Size olan hidayetini tanımanız içindir ki O, bunları böylece sizin buyruğunuza vermiştir. Muhsinleri müjdele.
Daha önce (Mâide Sûresi'nin 3. âyetinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere İbn Cureyc der ki: "dikili taşlar üzerine kesilenler ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılınmıştır." (Mâide, 5/3) âyet-i kerimesindeki "Nusub", putlar demek değildir. Putlar, kendilerine suret verilip üzerine nakış yapılanlardır. Nusub ise bir takım taşlardır ki Ka'be'nin çevresine dikilmişlerdi. Sayılarının 360 ve bunlardan 300'ünün Huzâa'ya ait olduğu söylenir. Câhiliye halkı kurban kestiklerinde kurbanların kanlarını bu taşlara sürer, kurban etlerini bu taşlar üzerine koyarlardı. İslâm gelince ashab-ı kiram: "Ey Allah'ın elçisi, câhiliye halkı Ka'be'ye, onun etrafındaki dikili taşlara kan sürerek ta'zimde bulunurlardı. Ka'be'ye ta'zime, saygı göstermeye biz elbette onlardan daha lâyığız. Biz de kurbanlarımızın kanlarından Ka'be'ye sürmeyelim mi?" diye sordular. Hz. Peygamber bunu yasaklamadı da hemen peşinden Allah Tealâ bu "Hiçbir zaman onların ne kanları, ne etleri Allah'a ulaşacak değildir..." âyet-i kerimesini indirdi.[40]

38. Muhakkak ki Allah, o iman etmiş olanları müdafaa eder ve yine muhakkak ki Allah, hainleri ve çok nankör olanları sevmez.
Dahhâk ibn Müzâhim'den rivayette o şöyle demiştir: Hz. Peygamber (sa)'in ashabı, hicretten önce müşriklerin inananlara eziyeti ve bu eziyetlerinin şiddetlenmesi üzerine inananlara bu eziyeti yapanları gizlice yapılacak baskınlarla öldürmek üzere Hz. Peygamber (sa)'den izin istediler. Bunun üzerine Allah Tealâ: Muhakkak ki Allah hainleri ve çok nankör olanları sevmez." âyet-i kerimesini indirdi. Ne zaman ki Rasûlullah ve ashabı Medine-i Münevvere'ye hicret ettiler, işte orada müşrikleri öldürmeleri ve onlarla savaşmaları serbest bıraktı ve şöyle buyurdu: "Kendileriyle savaşılan mü'minlere, uğradıkları o zulümden dolayı savaşmalarına izin verildi..."[41]

39. Kendileriyle savaşılan mü'minlere, uğradıkları o zulümden dolayı savaşmalarına izin verildi. Şüphesiz ki Allah, onlara yardım etmeye elbette kemaliyle Kadir'dir.
40. Onlar ki, haksız yere ve sadece "Rabbımız Allah'tır. " dedikleri için yurtlarından çıkarılmışlardır. Şüphesiz ki Allah, insanların bir kısmını diğerleriyle bertaraf etmeseydi manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çokça zikredilen mescidler yıkılır giderdi. Allah, kendisine yardım edenlere elbette yardım edecektir. Hiç şüphesiz Allah, Kavî'dir, Aziz'dir.
l. İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor: Hz. Peygamber (sa) Mekke'den müşrikler tarafından çıkarılınca Hz. Ebu Bekr: "Peygamberlerini çıkardılar. İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn, mutlaka helak olacaklar." dedi de bu âyet-i kerime nazil oldu. Bu âyet-i kerimenin nüzulü üzerine Hz. Ebu Bekr: "Anladım ki savaş olacak." demiştir. İbn Abbâs der ki: Savaş hakkında ilk nazil olan âyet budur.[42] Ancak Tirmizî bu haberin aynı zamanda Saîd ibn Cübeyr'den mürsel olarak da rivayet edildiğini ve bu rivayetteki isnadında İbn Abbâs'ın bulunmadığını da kaydetmiştir.
Taberî'deki Saîd ibn Cübeyr rivayetinden bu iki âyetin birlikte nazil olduğu anlaşılmaktadır.[43]
2. Hâkim'in Müstedrek'inde İbn Abbâs'tan rivayetine göre Mekke müşrikleri müslümanlara eziyet ve işkence eder, işkenceye uğratılmış mü'minler kimi taşla yaralanmış, kiminin başı yarılmış olarak gelir ve Hz. Peygamber (sa)'e uğradıkları zulmü anlatarlardı. Hz. Peygamber de her defasında onlara: "Sabredin, henüz savaşmakla emrolunmadım." buyururdu. Bu hal O ve ashabı Medine-i Münevvere'ye hicret edene kadar devam etti. Hicretten sonra nihayet bu âyet-i kerime nazil oldu da savaşmalarına izin verildi. Yetmiş küsur âyette savaştan men'edildikten sonra cihad hakkında ilk nazil olan âyet işte budur.[44]
Ancak cihad hakkında ilk nazil olan âyetin hangisi olduğu âlimler arasında ihtilaflı olup bazıları "Sizinle savaşanlarla Allah yolunda siz de savaşın..." (Bakara, 2/190) âyetinin, diğer bazıları da "Şüphesiz ki Allah, hak yolunda savaşarak öldürmekte ve kendileri de ölmekte olan mü'minlerin canlarını ve mallarını kendilerine cennet vermek karşılığı satın almıştır..." (Tevbe, 9/111) âyetinin cihad hakkında inen ilk âyet olduğunu söylemektedirler.[45]
3. İman ettikten sonra hicret etmeyerek Mekke-i Mükerreme'de kalan ve fakat haklarında bazı âyet-i kerimelerin (meselâ bak: Nisa, 4/97; Nahl, 16/110; Ankebût, 29/10, 69 âyetleri) inmesi üzerine Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye hicret etmek üzere yola çıkan ve onları zorla Mekke'ye geri götürmek üzere peşlerine düşen müşriklerle savaşmalarına izin verilenler hakkında nazil olduğu da söylenmiştir.[46] İbnu'l-Cevzî bunu Mücâhid'in kavli olarak zikreder.[47]

47. Senden, çabucak azâb getirmeni istiyorlar. Allah asla va'dinden caymaz. Doğrusu Rabbının katında bir gün, saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.
Bu âyet-i kerime de "Eğer gerçekten doğru söyleyenlerden isen bizi tehdid edip durduğun şeyi başımıza getir bakalım." (A'râf, 7/70) diyen en-Nadr ibnu'l-Hâris hakkında nazil olmuştur. Maamafih "Eğer bu, gerçekten senin katından gelen bir hak, bir gerçek ise..." (Enfâl, 8/32) diyen Ebu Cehl ibn Hişâm hakkında nazil olduğu da söylenmiştir.[48] Bu âyet-i kerimenin en-Nadr hakkında inmiş olduğu görüşünü İbnu'l-Cevzî, Mukatil'e nisbet etmiştir.[49]

52. Senden önce gönderdiğimiz hiçbir rasûl ve hiçbir nebî yoktur ki bir şeyi arzuladığında şeytan onun arzusuna bir vesvese karıştırmış olmasın. Allah, şeytanın karıştırdığını giderir, sonra Allah kendi âyetlerini yerleştirir. Ve Allah Alîm'dir, Hakim'dır.

Müfessirlerin bir çoğu bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak "Garânîk Hadisesi"ni anlatırlar. Bu hadisenin anlatıldığı rivayetlerin hepsi de mürsel rivayetler olup sahih bir kanaldan müsned olarak rivayeti yoktur. Müfessirler, rivayetlerin ortak noktalarını alarak birbirini tamamlar halde şöyle anlatırlar:
Hz. Peygamber (sa)'e, kavmi Kureyş'in kendisinden yüz çevirmesi, onların kurtuluşu için kendilerine getirdiklerinden uzaklaşmaları zor ve ağır geliyor; onların iman etmelerine çok istekli ve hırslı olduğu için Allah'tan, kendisiyle kavmi arasını yakınlaştıracak bir şeyler gelmesini temenni ediyordu.
Bir gün Mescid-i Harâm'da Kureyş'ten bir çok kişinin bulunduğu bir mecliste o da oturuyordu. Allah Tealâ o sırada kendisine "İndiği zaman yıldıza yemin olsun ki..." (Necm) sûresini indirdi ve o da kendisine yeni indirilen bu sureyi okumaya başladı. "Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ'yı ve üçüncüleri olan o Menâfi..." âyetine gelince şeytan, kendi kendine söylemekte olduğu ve temenni ettiği sözleri atıverdi: "Onlar o beyaz kuğulardır ki şefaatleri umulur." dedi. Bunu duyan Kureyşliler (bunları Muhammed söyledi sanarak) çok sevindiler. Hz. Peygamber (sa) sûreyi okumaya devam ederek bitirdi, (Sûrenin sonunda secde âyeti olduğu için) secde etti, müslümanlar da (Hz. Peygamber'e uyarak) secde ettiler, o sırada orada bulunan bütün müşrikler de secde ettiler. Mü'min olsun, kâfir olsun o sırada mescidde (Mescid-i Haram) bulunan herkes secde etti. Hattâ çok yaşlı oldukları için secde edemeyen el-Velîd ibnu'l-Muğîra ve Ebu Uhayha Saîd ibnu'l-As da yerden toprak alarak alınlarına kaldırdılar ve bu toprağa toprağa secde ettiler. Sonra da oradan ayrılıp dağıldılar. Kureyşliler, oradan ayrılırken doğrusu çok sevinçliydiler. "Nihayet Muhammed bizim ilâhlarımızı güzel bir şekilde andı." diyor ve şöyle devam ediyorlardı: "Biz zaten Allah'ın dirilten, öldüren, yaratan, rızık veren olduğunu biliyorduk. Bizim tanrılarımız sadece onun katında bizim için şefaatçilerimizdir. Muhammed böylece bizim tanrılarımıza bir pay verdiğine göre bizler de onunla beraberiz."
Akşam olunca Cibrîl, Rasûlullah (sa)'a geldi ve: "Ne yaptın? İnsanlara, Allah'tan benim sana getirmediğim şeyler okudun, benim sana söylemediğim şeyler söyledin." dedi. Hz. Peygamber o kadar üzüldü ve Allah'tan o kadar büyük bir korkuya kapıldı da Allah Tealâ kendisine bu âyet-i kerimeyi indirdi. Bunun üzerine Kureyş müşrikleri: "Muhammed, bizim tanrılarımızı hayırla anmaktan, onların Allah katında değerli olduklarını söylediğinden pişman oldu." deyip küfür ve kötülüklerini daha da bir artırdılar.[50]
Saîd ibn Cübeyr'den gelen başka bir rivayete göre ise Cibrîl, Hz. Peygamber (sa)'e, şeytanın onun diline "Onlar o beyaz kuğulardır ki şefaatleri umulur." sözünü atar atmaz gelmiş ve Hz. Peygamber (sa)'e: "Bana okuduğun Allah kelâmını arzet." demiş. Onun, şeytanın diline attığı fazlalıkla okuması üzerine: "Şu "Onlar o beyaz kuğulardır ki şefaatleri umulur." kısmına gelince; ben sana bunları getirmedim. Bunlar şeytandandır." demiş ve bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiştir. Ebu Bekr el-Bezzâr "Bu hadisin Hz. Peygamber (sa)'den rivayet edildiğini bilmiyoruz." demiştir.[51]
Ebu'l-Aliye'den gelen rivayette de Hz. Peygamber (sa)'in Kureyş'in imanı hususunda umuda kapılması onlar: "Ey Muhammed, seninle beraber oturanlar, senin meclis arkadaşların filân oğullarının kölesi, filân oğullarını kölesi. Halbuki bizim tanrılarımızı iyi bir şekilde zikretsen biz de gelir senin meclislerinde seninle birlikte otururuz. Biliyorsun sana Arapların eşraf ve ileri gelenleri de geliyor. Kavminin ileri gelenlerini senin yanında oturuyor görürlerse sana daha çok rağbet ederler." dediği sırada olmuştur. Tam o esnada Allah Tealâ Necm sûresini indirmiş ve o da kendisine yeni indirilen bu sureyi okumaya başlamış. "Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ'yı ve üçüncüleri olan o Menâfı..." âyetine gelince de şeytan, Efendimizin dilinden "Bunlar o beyaz kuğulardır ki şefaatleri umulur ve bunlar gibisi asla unutulmaz." sözlerini akıtıvermiş... Ebu'l-Aliye de olayın kalan kısmını yukardaki şekilde anlatmıştır.[52]
Ancak Hz. Peygamber (sa)'in ümniyyesine Şeytanın nasıl vesvese karıştırdığı, bu karıştırmanın mahiyet ve şekli hakkında müfessirler muhtelif rivayetler zikrederler. Bunları değerlendiren Kurtubî, anılan sözlerin Hz. Peygamber (sa)'in dilinden dökülmesinin şeriatin tebliği ile peygamberlerin emanet ve sıdk sıfatları açısından mümkün olmadığını, olsa olsa Hz. Peygamber (sa) bu âyet-i kerimeyi okurken Şeytanın gelip, sesini Hz. Peygamber (sa)'in sesine benzeterek "Bunlar o ulu kuğulardır ki..." demiş olabileceğini söyler.[53]
Suyûtî, bu Garânîk kıssası hakkındaki rivayeti ve bu rivayetin tanklarını zikrettikten sonra der ki: İbnu'l-Arabî ve İyâz'ın, bu rivayetler bâtıldır, aslı yoktur." sözüne itibar edilmez."[54] Ancak bu rivayetlerin hepsi mürsel rivayetler olup başka bir yönden de Hz. Peygamber (sa)'in risâleti telâkkî ve tebliğine gölge düşürdüğü için İbnu'l-Arabî ve İyâz'ın söyledikleri tercih olunmalıdır.
Fahreddin er-Râzî de bu Garânîk hadisesiyle ilgili rivayeti verdikten sonra Kur'ân, Sünnet ve akıl bu rivayetin bâtıl ve uydurma olduğunu göstermektedir.
l. Şu âyet-i kerimelerin delaletiyle Hz. Peygamber (sa)'in dilinden, kendisine vahyolunandan başkasının sâdır olması muhaldir:
a) "Eğer O Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı elbette O'nu kıskıvrak yakalar, sonra da onun can damarını koparır O'nu yaşatmazdık." (Hakka, 69/44-46)
b) "Onlara âyetlerimiz açık açık okunduğu zaman öldükten sonra bize kavuşmayı ummayanlar "Ya bundan başka bir Kur'ân getir, ya da bunu değiştir." dediler. De ki: "Onu, kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam..." (Yûnus, 10/15).
c) "O, kendi arzusuna, hevâ ve hevesine göre konuşmaz. O (nun söyleyip bildirdikleri) O'na vahyolunandan başka bir şey değildir." (Necm, 53/3-4).
d) "Müşrikler, sana vahyetmiş olduğumuzdan başka bir şeyi yalan yere Biz'e isnat etmen için seni, neredeyse sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi." (İsrâ, 17/73).
e) "Eğer seni sebatkâr kılmasaydık gerçekten, neredeyse onlara birazcık meyledecektin." (İsrâ, 17/74).
f) "Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık, onu parça parça indirdik." (Fürkan, 25/32).
g) "Elbette Biz, seni okutacağız ve sen asla unutmayacaksın." (A'lâ, 87/6).
2. Ayrıca Muhammed ibn İshâk ibn Huzeyme'ye bu kıssa sorulduğu zaman: "Bu, zındıkların uydurmasıdır." deyip bu konuda müstakil bir eser kaleme almıştır. İmam Ebu Bekr Ahmed ibnu'l-Huseyn el-Beyhakî: "Bu kıssa nakil yönünden sabit değildir." dedikten sonra bu rivayeti yapan râvîleri birer birer ele alıp hepsinin de ta'n olunduklarını belirtir. Keza İmam Buhârî de Sahîh'inde bu Sûre ile ilgili olarak "Hz. Peygamber (sa)'in Necm Sûresini okuduğunu ve müslümanların, müşriklerin, ins ve cinnin secde ettiğini" rivayet eder. Ancak onda, hiçbir şekilde "Garânîk"ten bahsetmez.
3. Aklî yönden mes'eleyi ele aldığımızda;
a) Her kim Hz. Peygamber (sa)'in putlara ta'zimde bulunduğuna inanırsa mutlaka küfre düşmüş olur. Zira O'nun bütün gayreti puta tapıcılığı ortadan kaldırmaya yönelik idi. Bütün gayretiyle kaldırmaya çalıştığı putlara ta'zimde bulunmuş olması nasıl düşünülebilir ki?!
b) Hz. Peygamber (sa), risâletinin ilk günlerinde Ka'be'nin yanında açıktan Kur'ân okur namaz kılardı. Ne zaman ki O'na el kaldırmaya ve eziyet etmeye başladılar; o da geceleyin veya Ka'be'nin çevresinde müşriklerin bulunmadığı halvet hallerinde orada Kur'ân okumaya ve namaz kılmaya başladı. Dolayısıyla O, Necm Sûresini okurken etrafında müslüman ve müşrik olmak üzere bir kalabalığın bulunuyor olması hiçbir şekilde mümkün değildir.
c) Müşriklerin, Hz. Peygamber (sa) ve getirmiş olduğu dine düşmanlıkları o kadar katı, o kadar şiddetli idi ki bu kadarcık bir söz işittiklerinde onun hakikatini anlamadan, gerçekten bu sözleri Hz. Muhammed'in söyleyip davasından vazgeçtiğine yakîn kesbetmeden hemen onun söylediklerini kabul ederek müslümanlarla birlikte secde edivereceklerini akıl kabul etmez.
d) Allah Tealâ "Senden önce gönderdiğimiz hiçbir rasûl ve hiçbir nebî yoktur ki bir şeyi arzuladığında şeytan onun arzusuna bir vesvese karıştırmış olmasın." buyurduktan sonra, "Allah, şeytanın karıştırdığını giderir, sonra Allah kendi âyetlerini yerleştirir." buyurmaktadır. Allah'ın, kendi âyetlerine ihkâm vermesi, muhkemleştirmesi ve Hz. Peygamber (sa)'in kalbine yerleştirmesi elbette, Şeytanın onun diline Kur'ân'dan olmayan herhangi bir sözü atmasını engellemesi, attığı takdirde de onu izale etmesi ile mümkündür. Herhalde Şeytanın bu ilâvesine mani olmak, bidayeten böyle bir şeye meydan vermemek -bazılarının söylediği gibi- o atılanı neshetmekten daha kolay ve daha akılcı olur.
e) Şeytanın, Hz. Peygamber (sa)'in diline böyle bir takım sözleri atmasını caiz görmek vahye güveni ortadan kaldırır ve bütün bir Kur'ân'ı şüphe altına sokar; ondaki bütün âyetler "Acaba şeytan bunlara da bir şey karıştırmış mıdır?" şüphesine konu olur ki "Ey O Rasûl, Rabbından sana indirileni tebliğ et. Bunu yapmazsan elbette O'nun mesajını tebliğ etmemiş olursun ve elbette Allah seni koruyacaktır." (Mâide, 5/67) âyet-i kerimesi de bâtıl olmuş olur. Çünkü vahyedilenin noksan olarak tebliğ edilmesiyle fazla olarak tebliğ edilmiş olması eşittir.
İşte bütün bunların sonucu olarak bu "Garânîk rivayeti"nin ve bu rivayetle anlatılan hadisenin tamamen uydurma ve bâtıl olduğu ortaya çıkmaktadır.[55]

58. Onlar ki Allah yolunda hicret edip de sonra ölür veya öldürülürler; Allah işte onlara elbette güzel bir rızık verecektir. Hiç şüphesiz Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.
59. Andolsun ki onları hoşnut olacakları bir yere koyacaktır. Muhakkak ki Allah Alîm'dir, Halim'dir.
Rasûlullah (sa)'ın ashabının "Allah yolunda ölenle Allah yolunda öldürülenin hükümde eşit olup olmadıklarında" ihtilâf etmeleri üzerine nazil olduğu söylenmiştir. Ashabdan bazıları: "Elbette Allah yolunda ölenle öldürülen eşittir." derken, diğer bazıları: "Hayır, aksine Allah yolunda öldürülen diğerinden daha üstündür." demişler ve işte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeleri indirmiştir.[56] Ashab arasında ortaya çıkan bu ihtilâfın Osman ibn Maz'ûn ve Ebu Seleme ibn Abdu'l-Esed'in ölmeleri üzerine olduğu da rivayet edilmiştir.
Yine rivayete göre sahabeden bazıları: "Ey Allah'ın elçisi, Allah yolunda öldürülenlere Allah'ın ne gibi hayırlar vereceğini biliyoruz. Biz de onlar gibi Allah yolunda seninle birlikte cihad ediyoruz. Peki bizler savaşta değil de normal bir ölümle ölürsek bize neler var?" diye sormuşlar ve işte onların bu sorusu üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[57]

60. İşte böyle. Kim, kendisine yapılan haksızlığa benzeriyle mukabele eder de sonra yine kendisine saldırılırsa andolsun ki Allah, ona yardım edecektir. Şüphesiz ki Allah, Afüvv'dür, Ğafür'dur.
İbn Ebî Hâtim'in Mukatil'den rivayetine göre Hz. Peygamber (sa)'in göndermiş olduğu bir seriyye yolda müşriklere rastlamışdı. Bu rastlama Muharrem'in bitmesine iki gün kala olmuştu. Müşrikler: "Gelin müslümanlara saldıralım. Onlar nasıl olsa haram ayda savaşmayı kerîh görür ve savaşmazlar. Biz de böylece onların hakkından geliriz." diyerek o müslüman gruba hücum ettiler. Gerçekten müslümanlar, haram ayda savaşı kerîh görerek müşriklerden kendileriyle savaşmamalarını istedilerse de müşrikler, müslümanların bu teklifini kabul etmeyerek saldırdılar, müslümanlar da (her ne kadar haram ayda savaşmayı hoş görmeseler de saldırıya ilk başlayan kendileri olmayıp) yerlerinde sebat ederek saldırıya karşılık verdiler ve zafer onlarda kaldı. İşte bu hadise üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[58]

66. O'dur O sizi dirilten, sonra öldürecek, sonra yine diriltecek olan. Gerçekten insan çok nankördür.
İbn Abbâs bu âyet-i kerimenin el-Esved ibn Abdu'l-Esed, Ebu Cehl ibn Hişâm, el-As ibn Hişâm ve bir grup müşrik hakkında nazil olduğunu söylemiştir.[59]

67. Her ümmete, yerine getirmeleri gerekli ibadetler koyduk. Öyle ise işte seninle çekişmesinler. Sen, Rabbına davet et. Hiç şüphesiz sen, dosdoğru bir hidayet üzeresin.
Bu âyet-i kerimenin Huzâ'a kabilesinden olup müslümanlara: "Kendi öldürdüklerinizi yiyorsunuz, da Allah'ın öldürdüklerini neden yemiyorsunuz?" diyen Büdeyl ibn Varkâ', Bişr ibn Süfyân ve Yezîd ibn Huneys hakkında nazil olduğu rivayet edilmiştir.[60]

68. Seninle tartışırlarsa de ki: "Allah, yapmakta olduklarınızı en iyi bilendir. "
69. Ayrılığa düştüğünüz şeylerde elbette Allah, kıyamet günü aranızda hükmedecektir.
Mukatil der ki: Allah Tealâ bu âyet-i kerimeleri, Hz. Peygamber (sa)'e Mi'râc gecesi yedinci semâda O, Allah Tealâ'nın huzurunda iken ve Rabbının en büyük âyetlerini gördüğünde kendisine vahyetmiştir.[61]

74. Onlar, Allah'ı gereği gibi takdir edemediler. Muhakkak ki Allah Kavi'dir, Azîz'dir.
Kelbî der ki: Bu âyet-i kerime de En'âm Süresindeki benzeri (âyet: 6/91) gibi içlerinde Mâlik ibnu's-Sayf, Ka'b ibnu'l-Eşref ve Ka'b ibn Esed'in de bulunduğu ve "Allah gökleri ve yeri yaratmayı bitirdiğinde yoruldu da bu yorgunluğunu gidermek ve dinlenmek için uzanıp istirahate çekildi (ve iyi dinlenebilmek için de) ayak ayak attı." diyen bir grup yahudi hakkında nazil olmuştur.[62]

76. Allah meleklerden rasuller seçer, insanlardan da. Şurası muhakkak ki Allah Semî'dir, Basîr'dir.
Mukatil der ki: Bu âyet-i kerime, el-Velîd ibnu'l-Muğîra'nın: "Aramızdan şuna mı (Muhammed'i kastediyor) zikir indirilmiş?!" demesi üzerine indirilmiştir.[63] Ancak İbnu'l-Cevzî bu kavli zayıf görmektedir.[64]

[1] Alûsî, age. xvn,ıo9.
[2] İbnu'l-Cevzî, age. V,401.
[3] İbnu'l-Cevzî, age. V.401.
[4] Alûsî, age. XVII, 110.
[5] Kurtubî, age. Xll,3.
[6] İbnu'l-Cevzî, age. V,402.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/608-609.
[7] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 22/1, hadis no: 3168.
[8] Râzî, age. xxııı,3.
[9] Taberî, age. xvn,86.
[10] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/609.
[11] Taberî, age. XVII,89; tbn Kesîr, age. V,390; Alûsî, age. XVII,114.
[12] İbn Kesîr, age. v, 390.
[13] Râzî, age. xxm,5.
[14] Alûsî, age. XVII, 114.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/609.
[15] Taberî, age. XVII,92.
[16] Alûsî, age. xvh.i22.
[17] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/610.
[18] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 22/2.
[19] Taberî, age. xvıi,94; İbn Kesîr, age. V.396.
[20] Vahidî, age. s. 216; İbn Kesîr, age. v,396.
[21] Râzî, age. XXIII,13.
[22] Vahidî, age. s. 216.
[23] Alûsî, age. xvn,i24.
[24] Alûsî, age. xvıı,i24.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/610-611.
[25] Mukatil'den rivayette Esed ve Gatafan, bak: İbnu'i-Cevzî, age. v,4iı.
[26] Alûsî, age. XVII, 127
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/612.
[27] Buhâri, Tefsîru'l-Kur'ân, 22/3.
[28] Ayrıca bak: İbn Mâce, Cihâd, 29, hadis no: 2835.
[29] Müslim, Tefsîr, 34; Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr, Bağdad 1399/1979, 111,164, hadis no: 2953.
[30] Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd fî Tertibi Musnedi't-Tayâlisî Ebî Dâvûd, el-Mektebetu'l-İslâmiyye, (İkinci baskı) Beyrut 1400, 11,21.
[31] İzzuddîn İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Ğâbe fî Ma'rifeti's-Sahâbe, tahkik: Muhammed İbrahim el-Bennâ, Muhammed Ahmed Aşûr, Mahmud Abdulvehhâb Fâyid, Kahire tarihsiz (Dâru'ş-Şa'b), 111,553-554.
[32] Vahidî, age. s. 217; Taberî, age. xviı,99; İbn Kesîr, age. v,40i.
[33] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/612-613.
[34] İbn Kesîr, age. V,408.
[35] Râzî, age. xxm,25.
[36] Râzî, age. XXIII,23; Alûsî, age. XVII,138.
[37] Râzî. age.XXIII,23.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/613-614.
[38] Suyûtî, Lübâbu'n-Nükûl. 11,13-14.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/614.
[39] Kurtubî, age. xn,40.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/614.
[40] Taberî, Câmiu'l-Beyân. VI.48; Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb. Tahran tarihsiz. XI, 135). Bu, Ebu Salih kanalıyla İbn Abbâs'tan da rivayet edilmiştir (İbnu'l-Cevzî, age. v,434.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/615.
[41] Taberî, age. xvıı,i23.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/615.
[42] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 22/4, hadis no: 3171; Neseî, Cihâd, 1; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1,216.
[43] Taberî, age. xvh,i23.
[44] Alûsî, age. XVII,161-162.
[45] Alûsî, age. xvn.i62.
[46] Râzî, age. xxm,39.
[47] Bak: İbnu'l-Cevzî, age. v,436.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/616-617.
[48] Kurtubî, age. xn,52.
[49] Bak: Zâdu'I-Mesîr, V.439.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/617.
[50] Vahidî, age. s. 217-218.
[51] Vahidî, age. s. 218.
[52] Taberî, age. xvn,i3i.
[53] Kurtubî, age. xu,55.
[54] Suyûtî, Lübâbu'n-Nükûl, H,15-16.
[55] Râzî, Mefâtîhu'l-Ğayb, XXIII,49-50.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/617-621.
[56] Taberî, age. xvn,i36.
[57] Alûsî, age. xvıi,i88.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/621.
[58] Taberî, age. XVII,136-137; Râzî, age. XXIII,59; Suyûtî, Lübâbu'n-Nükûl, 11,17.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/622.
[59] Kurtubî, age. Xll,62.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/622.
[60] Alûsî, age. xvıı,i96.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/622.
[61] Kurtubî, age. xn,63.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/623.
[62] Râzî, age. XXIII,69.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/623.
[63] Râzî, age. xxhı,69.
[64] Zâdu'l-Mesîr, V,453.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/623.
 
Üst Ana Sayfa Alt