أ
Çevrimdışı
بِسْــــــــــــــــــمِ ﷲِالرَّحْمَنِ الرَّحِيم
Hamd, "Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, O, size bir furkan (hakkı batıldan ayırdedecek bir anlayış) verir ve günahlarınızı örtbas eder, sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir." (Enfâl 29) diye buyuran Allah'a; salât ve selâm Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem'e, âline, ashabına ve onlara tabi olanlara olsun.
Hiç şüphesiz hak ile bâtılın birbirinden ayrılması Rabbimizin sevdiği sünnetlerinden ve bize emrettiği emirlerinden birisidir. Bu uğurda nebiler ve rasûller gönderilmiş, bu uğurda kitaplar indirilmiş, bu uğurda gökler ve yer yaratılmıştır. Ta ki Allah'a ibâdet edenler ile isyan edenler belli olsun. Ta ki hak, bâtıldan; mü'min, kâfirden, muvahhid, müşrikten, Müslüman, münafıktan ayrılmış olsun. Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
"Andolsun, Biz Musa'ya ve Harun'a, takva sahipleri için bir aydınlık ve bir öğüt (zikir) olarak, hak ile batılı birbirinden ayıran (furkan)ı verdik." (Enbiyâ 48)
Rabbimiz Musa ve Harun(aleyhisselam)'a Furkan'ı takva sahipleri yani sakınanlar için verdiğini açıklamaktadır. Bir sonraki ayette ise bu takvâ sahiplerinin vasıflarından birinin ne olduğu şöyle buyrulur;
"(O takvâ sahipleri ki) Onlar görmedikleri halde Rablerinden korkarlar, kıyamet saatinden de titrerler."(Enbiyâ 49)
Görmedikleri hâlde Rablerinden korkar ve kıyamet saatinden de titrerler. Bugün insanlar kıyametten bahsederken titriyorlar mı? Ya da Rablerinden korkup çekinerek O'nun yasakladıklarından sakınıyor, emrettiklerini yerine getirmede kâmil davranmak için çaba sarf ediyorlar mı?
Hayır bilâkis sanki kıyamet koptuğu zaman gidecekleri yer belliymiş gibi sanki Allah'ın azâbından emin olmuşçasına bir gaflet içerisindeler. Bunun sebebi ise Rabblerini tanımak için çaba sarf etmemeleri, bilmemeleri ve bildiklerini de unutmalarından başka ne olabilir ki?
"Onlar Allah'ı hakkıyla tanıyıp bilemediler." (Zümer 67)
"Allah'ın büyüklüğünü gereği gibi değerlendirip bilemediler." (Hac 74)
Kim Allah'ı hakiki şekilde bilirse, "Oku" emrine uyarsa, düşünüp tefekkür eder ve ilmi elde etmek için çabalarsa işte o kişinin Allah zikredildiği zaman kalbi ürperir. Kimin kalbinde Allah'ın marifeti(bilgisi) zayıflarsa Allah korkusu azalır ve sonunda yok olur. Âzâ ve organları gevşek davranmaya başlar.
İşte bu yüzden Rabbimiz, kendisinden en çok kimin korktuğunu şöyle haber vermiştir;
"Kulları içinde Allah'tan ancak âlimler korkar." (Fâtır 28)
Allah korkusu, insanın Allah'ı tanıması oranındadır. Tanıdıkça, ilmi arttıkça, öğrendikçe ve tefekkür ettikçe Rabbinin azâmetini kavrar ve kendisinin ne kadar aciz olduğunu bilir. İşte Allah kendisini bilmek için çabalayan ve takvâsını arttırma yolunda çaba gösteren kullarının rahmet ve mağfirete mazhar olma bakımından büyük bir paya sahip olduklarını buyurmuştur.
Bu yüzden kişinin bilmesi gereken en önemli üç şey şunlardır;
1- İnsanın Rabbini bilmesi
2- İnsanın dinini bilmesi
3- İnsanın peygamberini bilmesi
İlk sırada "İnsanın Rabbini bilmesi" vardır. Eğer ki kişi Rabbini ve dinini bilmez, dinindeki eksiklikleri gidermek için çabalamazsa ve büyük bir musibettir.
Abdullah bin Mübarek (rahimehullah) şöyle demiştir:
"Bir kişi için en büyük musibetlerden biri, (dininde) eksikliklerini bildiği hâlde umursamaması ve üzülmemesidir."
İbn Kayyım (rahimehullah) ise şöyle demiştir:
"Bütün hayırların temeli, ilim ve adalettir. Bütün şerlerin temeli ise cehalet ve zulümdür."
İşte Allah'ı bilenle, bilmeyenin farkı buradadır. Bundan sonra ise kişi Rabbini tanır, tanıdıkça imânı ve korkusu artar. Bunlar arttıkça âmellerini de güzelleştirmeye ve arttırmaya gayret eder. Ve imân ettiğini söyleyen bu kimselerin samimiyetini görmek için Allah onları hayırla ve şerle dener.
"Sizi bir imtihan olarak hayırla ve şerle deneyeceğiz." (Enbiyâ 35)
Bu imtihanlar sayesinde hak ile bâtıl birbirinden ayrılır. Kim yalancı, kim doğru söylüyor ortaya çıkar. Sonunda ise murdar, temizden ayrılmış olur.
"Allah, müminleri (şu) bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda murdarı temizden ayıracaktır." (Âl-i İmrân Suresi 179)
Her nefse kesin olarak ölümü ve rızkı yazıldığı gibi; mutlaka kaderinde yazılı olan hayrı ve şerri de görür. Fakat bu hayır ve şer, kemniyet(nicelik) ve keyfiyet(nitelik) bakımından kişiden kişiye değişir ve imtihanı yaşayan kişi, imtihan bitmeden evvel çoğu zaman onun hikmetini kavrayamaz. Bittikten sonra ise feraseti ve potansiyelince Allah'ın ona takdir ettiği kadarını kavrayabilir.
Aslında Allah, bir mü'mini hayırdan mahrum ettiğinde veya üzerine şer indirdiğinde ona şer takdir etmez. Çünkü her ikisi de hayra yorumlanır. Ancak kişi, Rabbi hakkında suizanda bulunur ve bundan dolayı da güzel sonuçtan mahrum olur. Nefisler ancak imtihanla temizlenir. Sıkıntılarla imtihan olan nefs, bol nimetin içinde rahat olan nefsten daha sâdıktır.
"Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır." (Ankebût Suresi 3)
"Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!" (Bakara Suresi 155)
İmtihanlara karşı mü'minin sabretmesi ve sebat etmesi gerekir. Başa gelen imtihan esnasında öfkelenmek, hoşnutsuz olmak, insanlardan şüphelenip onları suçlamak, pişman olacağı şeyler yapmak; musibeti ecirden günaha çevirir.
Üzüntüler kişiyi maslahatlardan engeller. Bu yüzden kişi, başına gelen musibeti hatırlatan sebeplerden uzaklaşması gerekir. Nebi sallallahu aleyhi vesellem, amcası Hamza radiyallahu anh'ı öldüren Vahşi, Müslüman olduğunda ona şöyle emretti: "Bana yüzünü hiç göstermeyebilir misin?" (Buhârî, 4072)
İnsan belayı temenni etmemeli, başına geldiğinde ise sabretmelidir. Kişi başına gelen belalara karşı Allah'a sığınıp yalvarmalı, dua etmeli ve O'na sığınmalıdır. Eğer bir de başına gelenlerin Allah'tan olduğunu biliyor ve buna şükrediyorsa bu, başına gelen belalardaki Allah'ın hikmetinin güçlü bir şekilde anlaşıldığını gösterir. Bu da günahların affedilmesine ve derecelerin yükselmesine vesiledir. En doğrusunu Allah bilir.
Rabbimizin sabrettiğimiz ve takvâlı olduğumuzda verdiği bir diğer nimeti ve hikmeti de düşmanlarımızın tuzaklarını bozması ve onların hilelerini bizden savuşturmasıdır.
"Eğer sabreder ve korunursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez." (Âl-i İmrân Suresi 120)
Başa gelen imtihanlar, sıkıntılar ve zorluklar ne kadar sürerse sürsün. Bize düşen Yakub aleyhisselam'ın dediğini "Artık bana düşen, güzel bir sabırdır."(Yusuf 83) demektir. Çünkü bu ümmetin en hayırlıları da "İman ettik" dedikten sonra sınanmışlardı:
"Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır." (Bakara 214)
Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, Mekke vadisinde üç sene kuşatıldı. Yusûf aleyhisselam zina iftirasına uğradı ve hapsedildi. Eyyub aleyhisselam malını ve ailesini kaybedip çetin bir hastalığa yakalandı. Ama önemli olan sonun iyi olmasıdır. Nitekim hepsinin de sonu iyi bitmişti. İşte bundan ibret almak gerekir.
"Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve (cennetteki) ipekleri lütfeder." (İnsan 12)
"İşte onlara, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamı verilecek, orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır." (Furkân 75)
Allah Subhanehu ve Teâlâ, sevabı sabra karşılık verir. Bela kişiye indiği andan itibaren sabretme vazifesi başlamıştır. Mükafat, gösterilen sabradır. En iyi neticeler, yolu en zor, belası en şiddetli, sabrı ve sebatı en kuvvetli olan imtihanlar sonucunda elde edilir. Öyle ki kişi artık iyice ümidini kaybetmeye yaklaşır, üzüntü ve hüzün onu sarar.
"Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir." (Yûsuf 110)
Sıkıntıları, imtihanları, zorlukları, belaları ancak takdir eden, def eder. Sıkıntılardan kurtulma vesilelerinden en güzeli; Allah'ı zikretmekle, Allah'a secde etmekle ve tazarru ile gönülden ona dua etmekle olandır.
"Eğer Allah'ı tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı." (Saffat 143-144)
Allah'ın emrine uyanların, iyiliği emredip kötülükten sakındıranların ve davetçilerin başına sıkıntılar gelmesi kaçınılmazdır. Islah ve imtihan ikizdir. Her ıslahla beraber bir imtihan vardır.
"...iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret." (Lokman 17)
Hak davada imam/lider olanın, diğer kardeşlerine oranla çektiği sıkıntı ve imtihanlar da büyük olur. Çünkü onun, kardeşleri arasındaki yeri; başın vücuttaki yeri gibidir. Hak davada imamlık/liderlik kendiliğinden elde edilmez ancak sıkıntılara karşı sabretmekle gerçekleşir.
"Sabrettikleri ve âyetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten rehberler tayin etmiştik." (Secde 24)
İnsan başına inen bela kadar imkân sahibi ve seçkin olur. Hakka tutunmak, onun için imtihan olmak, sonra da sabretmek... Bunların üçü insanda bir arada bulunursa o, (Allah'ın izniyle) Allah'a yakın bir kul olur.
"Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin." (Tur 48)
Sıkıntılar şiddetlenir ama içinde rahmeti saklar. Meryem aleyhisselam çektiği sıkıntıdan dolayı ölmeyi temenni etmişti: "Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim." (Meryem 23) ama karnında insanlara rahmet olacak bir peygamberin olduğunu bilmiyordu.
Yûsuf aleyhisselam'ın kardeşleri onu kıskanmışlar ve onun yerin altında kalmasını istemişlerdi. Allah onu aziz kıldı. Kardeşleri, Yûsuf'u görmemek için kuyuya attılar ama Allah, onları onun huzuruna çıkardı. İnsanın imkân sahibi olmasının başlangıcı zayıf olur. Yûsuf'un ilk imkân sahibi olması, kuyudan çıkarıldıktan sonra köle olarak satılmasıdır.
"Mısır'da onu satın alan adam, karısına dedi ki: «Ona değer ver ve güzel bak! Umulur ki bize faydası olur. Veya onu evlât ediniriz.» İşte böylece (Mısır'da adaletle hükmetmesi) ve kendisine (rüyadaki) olayların yorumunu öğretmemiz için Yusuf'u o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler." (Yûsuf 21)
İhlaslı kula gelen belanın şiddeti, onun, belanın peşinden kuvvetli imkân sahibi olmasını sağlar. Bunun farklı merhaleleri ve dönemleri vardır. Yûsuf'un imkân sahibi olması kuyuya atılmasıyla başladı, sonra köle pazarında satılması, sonra köle olarak kullanılması, sonra hapse atılması geldi. Bunların hepsi birbirinden farklıdır. Nihayetinde Mısır'a efendi olmasıyla son bulmuştur. İnsan ancak başına gelen belaların üzerinde yükselebilir. Ayrıca imtihanlar günahların temizlenmesine vesiledir.
"Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır." (Bakara 214)
Eğer siz (Uhud'da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir'de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.
Bir de (böylece) Allah, iman edenleri günahlardan temize çıkarmak, kâfirleri de helâk etmek ister. (Âl-i İmrân Suresi 140-141)
Musibet eğer Allah'a yaklaştırırsa nimettir, Allah'tan uzaklaştırıyorsa musibettir.
Allah, insanın, başına gelen bela karşısında en sağlam şekilde durup sabredeni, seçkin olmayı hak edeni ortaya çıkarmak için belanın müddetini uzatır. Sözüyle sâdık olan her insan, kalbiyle de sâdık değildir. Allah, safları ayırt etmek ve nefisleri temizlemek için böyle yapar.
"Andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz." (Muhammed 31)
"Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonuç (Allah'tan korkup günahtan) sakınanlarındır." (A'râf 128)
Herkes hak ve sebat üzere olduğunu göstermeye muktedirdir. Fakat imtihan, samimi ve sâdık olanla olmayanı birbirinden ayırır. Yere çakılan kazığın sağlam olup olmadığı, el ile hareket ettirilince anlaşılır. Zorluklar ve imtihanlar, insanların saflarını ayırır. Bunu kendiniz için bir şer sanmayın.
"(Peygamber'in eşine) bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin içinizden bir gruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmayın, aksine o, sizin için bir iyiliktir." (Nur 11)
Belalar nefsi, hevâ ve hevesten arındırır. İnsan hastalandığında ve hüzünlendiğinde Rabbine yaklaşır. Nefisler hakkı, kum tepelerinin altına gömer. Bela indiğinde arzu/heves yok olur ve hak ortaya çıkar.
"Andolsun, onlara Rabbinin azabından ufak bir esinti dokunsa, hiç şüphesiz, «Vah bize! Hakikaten biz zalim kimselermişiz!» derler." (Enbiyâ 46)
Sabretmesini bilmeyen zaferi gerçekleştiremez.
"Buna (güzel davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur." (Fussilet 35)
Musa aleyhisselam kovuldu. İbrahim aleyhisselam ateşe atıldı. Yûsuf aleyhhiselam kuyuya atıldı. Yakub aleyhisselam oğullarıyla sınandı. Eyyub aleyhisselam malıyla, canıyla ve ailesiyle sınandı. Yahya ve Zekeriyya aleyhisselam öldürüldü. En sonunda daima hak muzaffer oldu.
"(En güzel) âkıbet, takvâ sahiplerinindir." (Kasas 83)
"Hak geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkumdur." (İsrâ 81)
Hak uğrunda peygamberlerin, salihlerin, davetçilerin başlarına gelen belanın bizim başımıza gelmemesi övünülecek bir şey değildir. Başa gelen belalar, bizden öncekilerin de başına gelmişti. Bizim sıkıntıyı gördüğümüz zaman yapmamız gereken şey: "İşte Allah ve Resûlü'nün bize vâdettiği! Allah ve Resûlü doğru söylemiştir, dediler." (Ahzâb 22) ayetindeki işaret edilen mü'minlerden olmaktır. Hakka tabi olanlar çoktur ama başlarına bir bela geldiğinde ters yüz olur ve kaybolup giderler.
"İnsanlardan kimi Allah'a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir." (Hac 11)
İnsanlardan kimi vardır ki: «Allah'a inandık» der; fakat Allah uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, insanların işkencesini Allah'ın azabı gibi tutar. Halbuki Rabbinden bir nusret gelecek olsa, mutlaka, «Doğrusu biz de sizinle beraberdik» derler. İyi de, Allah, herkesin kalbindekileri en iyi bilen değil midir? (Ankebût 10)
"Eğer sana bir iyilik erişirse, bu onları üzer. Ve eğer başına bir musibet gelirse, «İyi ki biz daha önce tedbirimizi almışız» derler ve böbürlenerek dönüp giderler." (Tevbe 50)
Bir çok insan durumun bozukluğuna aldanıp ters düz olur. Oysa Allah hakkın kesin olarak galip geleceğini vaad etmiştir.
"Allah: Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir." (Mücadele 21)
İşte bütün bunlardan sonra insan artık yapması gerekeni bilmiş, öğrenmiştir. Alemlerin Rabbi olan Allah, kullarına karşı o kadar merhametlidir ki indirdiği hayır ve şerrin içine bile öyle hikmetler ve nimetler gizler ki bunlardan bazılarında kullarının ayağının kaymaması için onlara Kitabı indirir ve Nebiler gönderir. İşte bundan sonra hak ile bâtıl, doğru ile yanlış, temiz ile murdar, doğruluk ile eğrilik birbirinden ayrılmıştır.
"Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır." (Bakara 256)
أهل الحديث
15 Rebiülevvel 1445(Eylül 2023)