Hakimiyet Konusu
Mukaddime:
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle…
Hamd, -âlemlerin Rabbi olan- Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibadete lâyık hiçbir İlâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem O’nun kulu ve rasûlüdür.
Bundan sonra: Teşriyle ilgili kaleme alınan bu risalenin öncelikli amacı -ana hatlarıyla- bu kavramı ve bu kavramla bağlantılı kavramları zihin dünyamıza doğru bir şekilde ‘anahtar kavramlar’ olarak yerleştirmektirfmnffnfn. Zira zamanlar ve mekânlar değişse de tevhid ve şirk ve bunlara bağlı meseleler güncelliğini devam ettirmektedir.
Ebu Huzeyfe El-Mâliki
Hakimiyet Allah’ındır:
Kendine “Müslüman” diyen bir insanın İslam’ına yâkinen hükmolunması için tağutları reddetmesi ve Allah’ın resulünün (asm.) getirdiklerine iman etmesi gerekir. Bunun delili ise:
لَٓا اِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۗ لَا انْفِصَامَ لَهَاۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tağutu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir. (Bakara 256)
Bu ayetten de anlaşıldığı üzere Allah Azze ve Celle tağutu inkâr edip ondan beri olmayı imanın şartı olarak belirtmiştir.
Tağut ne demek:
Lügat manası: Tağut; azmak, haddi aşmak demektir.
Şer’i manası: Şeytan, kâhin, sihirbaz, Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyen yönetici gibi manalara gelir.
Tağuttan beri olmak:
Allah Azze ve Celle Kur’an’da birçok ayetinde tağutu reddetmeyi özellikle belirtmiştir. Tağut ile ilgili ayetler:
اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمُ الطَّاغُوتُۙ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟
“Allah, iman edenlerin Velisidir/dostudur. (Bu dostluğunun bir tecellisi olarak) onları (küfrün, şirkin) karanlıklarından (tevhidin ve imanın) aydınlığına çıkarır. Kâfirlerin velileriyse/dostlarıysa tağuttur. Onları (iman ve tevhidin) aydınlığından (küfrün ve şirkin) karanlıklarına çıkarırlar. Bunlar, ateşin ehlidir ve orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara 257)
Ayette tağutu dost edinenlerin ve tekfir etmeyenlerin kâfir olduğu hükmü açık, tağutu reddedip Allah’a iman edenlerin ise Allah katında bir ferahlığa ereceğini, vahyin aydınlığına erişeceğini anlıyoruz.
Küfrün ve Şirkin karanlığı heva ve hevestir, vahyin aydınlığı ise Sünnet ve Kur’an’dır.
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَع۪يدًا
“Sana indirilene (Kur’ân) ve senden önce indirilen (Kitaplara) iman ettiğini zannedenleri görmedin mi? İnkâr etmekle emrolundukları hâlde tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan onları (hakka geri dönüşü zor) uzak bir saptırmayla saptırmak ister.” (Nisa 60)
Bu ayet bir Yahudi ve Münafığın arasında olan anlaşmazlık sonucu Yahudi Peygamber’e (asm.) başvurmak istiyor lakin Münafık kendi çıkarları için Yahudi bir adam olan Ka’b bin Eşref’in koyduğu hükümlere başvurmak istemesi sonucu ayet nüzul ediyor.
Ayette tağuta muhakeme olanların imanının sadece zanni bir iman olduğu anlaşılıyor. Bu insanların Şeytana uyduğu, Kur’an’a ve önceki Kitaplara iman etmediği de açıkça vurgulanmıştır. Günümüz de ki en büyük sorun da bu. İnsanlar tağutun mahkelemelerinde muhakeme olmayı gurur meselesi haline getirip, okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar.
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُٓوا اَوْلِيَٓاءَ الشَّيْطَانِۚ اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَع۪يفًا۟
“Tağuta kulluk etmekten kaçınıp Allah’a yönelenlere müjde vardır. Kullarımı müjdele.” (Nisa 76)
Ayette “Tağuta kulluk etme” ifadesi geçiyor. Kulluk ancak bir ilaha ibadet etmekle olur. Bu ayetten anlaşılıyor ki ibadet sadece namaz, oruç, kurban vb. davranışlar değil, Tağuta itaat etmekte ibadet sayılmış ve Allah’tan başkasına masiyet ile itaat etmek şirk sayılmış.
Günümüz de ibadetin anlamı sürekli bilerek köreltiliyor. Dışarıda birisine siz oy vererek iki ilah edinmiş oluyorsunuz, o oy verdiğiniz kişiye ibadet etmiş oluyorsunuz, dendiğinde karşı taraf büyük ihtimalle hırçın bir tavırla “Ne ibadeti kardeşim ben ona secde mi ettim?” gibi bir cevap alırdık. Cahil avam daha imanın gereğini bilmeden yaşayıp gidiyor. Biz bunlardan Allah’a sığınırız.
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ وَيَقُولُونَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَهْدٰى مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا سَب۪يلًا
“Kendilerine Kitap’tan pay (ilim) verilen kimseleri görmedin mi? Onlar cibte ve tağuta iman ediyorlar ve kâfirler için: ‘Bunlar, müminlerden daha doğru bir yol üzeredir.’ diyorlar.” (Nisa 51)
Bu ayet günümüzü en iyi şekilde anlatan ayetlerden birisi kesinlikle. Günümüz de insanlar röportajlarda “Şeriat istiyorsanız Yallah…” gibi cümleler kuruyor ve laik sistemi kesinlikle desteklediğini, Şeriatın eskide kaldığını ve yobaz insanların bunu uygulayacağını söylüyorlar. Sokaklarda cahil avam İslam nefreti kusuyor, bunun sebebi ise şirk öğretisi olan ‘Tasavvuf’ ilminin Türkiye’de yaygın olmasıdır. Garip garip hareketler ederek, İslam ile alakası olmayan hurafeler uydurarak avama bir zehir salmışlardır.
وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولًا اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُۜ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ
Andolsun ki biz her ümmet arasında: ‘Allah’a ibadet/kulluk edin ve tağuttan kaçının.’ (diye tebliğ etmesi için) resûl göndermişizdir. Allah içlerinden kimisine hidayet bahşetti, Kimisine ise sapıklık hak oldu. Yeryüzünde gezip dolaşın Ve yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğuna bir bakın.” (Nahl 36)
Her ümmetin ortak davetinin tağutu reddetmek üzerine olduğunun delili ise bu ayettir ve sürekli sürekli vurgulanarak Tevhid’in bir gereği olduğu söylenmiştir. Bunları küçümsemek veya umursamamak ebedi bir azap ile karşı karşıya bırakabilir -ki günümüzün sorunu da bu-.
Allah sürekli insanlara ibret almasının gerektiğini, yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğunu düşünüp Allah’a tefekkür etmelerini söylüyor. Ne yazık ki bu daveti ne ciddiye alan var ne de bunun gerçek olduğuna inanan var.
Dinlerin gönderilmesinin sebebi bile Tanrı’nın hüküm koyup herşeyi yönetmesidir, bu ilkeyi çıkarınca dinden geriye ne kalıyor? Dinin amacı insanlara bir yönetme şekli koyup onların hak üzere kalmasını sağlamak iken kendi hükmünüze muhakeme olup ona itaat ederseniz siz de İslam’dan geriye ne kalacak?
اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟
Cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır? (Maide 50)
مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
“Allah’ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah’a aittir; kendisinden başkasına değil, O’na tapmanızı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir, fakat insanların çoğu bilmezler”. (Yusuf 40)
وَقَالَ يَا بَنِيَّ لَا تَدْخُلُوا مِنْ بَابٍ وَاحِدٍ وَادْخُلُوا مِنْ اَبْوَابٍ مُتَفَرِّقَةٍۜ وَمَٓا اُغْن۪ي عَنْكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۚ وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ
Babaları: “Oğullarım! Tek bir kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah katında size bir faydam olmaz, hüküm ancak Allah’ındır, O’na güvendim, güvenenler de O’na güvensinler” dedi. (Yusuf 67)
ثُمَّ رُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّۜ اَلَا لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ اَسْرَعُ الْحَاسِب۪ينَ
Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah’a döndürülürler. Bilesiniz ki hüküm yalnız O’nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur. (En’âm 62)
قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ مَا عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ
De ki: “Ben Rabbim’den bir belgeye dayanmaktayım, halbuki siz onu yalanladınız; acele istediğiniz de elimde değildir. Hüküm ancak Allah’ındır. O, hükmedenlerin en iyisi olarak gerçeği anlatır.” (En’âm 57)
وَهُوَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْحَمْدُ فِي الْاُو۫لٰى وَالْاٰخِرَةِۘ وَلَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Allah O’dur; O’ndan başka tanrı yoktur. Hamd, dünyada da ahirette de O’nun içindir; hüküm de O’nundur. Yalnız O’na döndürüleceksiniz. (Kasas 70)
اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَحْكَمِ الْحَاكِم۪ينَ
Allah, hükmedenlerin en iyi hükmedeni değil midir? (Tin 8)
Daha buna delalet eden bir sürü ayet varken hâlâ neden beşeri dinlerle hüküm olmak var?
Rabbimiz sadece kendisine itaat etmeyi emretmişken neden hâlâ Cahiliyenin hükmüne gidenler var hayretle bakıyoruz.
Var oluş amacını unutanlar, gayeyi inkâr edenler, çarptıranlar, O’nun kanunlarını küçümseyip, daha iyi(!), daha modern(!), daha çağdaş(!) kanunlar çıkarma hevesiyle teşri yetkisini kendilerinde görmüşler ve halen de görmektedirler.
Bu yetkiyi kendilerinde görenler, Allâh subhanehu ve teâlâ’ya ait olan bu yetkiyi kendilerinde de görmek suretiyle nefislerini Allâh subhanehu ve teâlâ’nın yerine koyanlardır. Kendileri bunu kabul etseler de etmeseler de durum bundan ibarettir. Onların bazısının diliyle bu söylenene karşı çıktığına şahit olabilirsiniz. Ancak bir hakikattir ki, kişinin eylemiyle söylemi çatıştığında, eylemi söylemini iptal eder.
Teşri Yetkisi Allâh’tadır:
Teşri, kanun koymak, Şari ise kanun koyandır. Herkesin ittifak ettiği üzere İslam’da Şari Allah’tır. Parlamentolar, resmi kurumlar vb. Şeyler asla Şari olamaz. Lakin bu günler de seçimler de vb. Vakıalarda insanlar, en güzel ben yönetirim, şu kanunu yürürlüğe koyacağım vb. ifadelerle Allah’a ortak koşmaktadırlar.
Zamane insanlarının bir kısmı şirki kelime olarak bilseler de, şirkin kapsamı konusunda farklı bakış açılarına sahiptirler. Bu farklı bakış açıları ümmete musallat olan tağuti yönetimler ve bu yönetimleri kutsayan kötü Din adamlarıyla her yana yayılmıştır. Onlar yalnızca Allah subhanehu ve teâlâ’ya ait olan vasıfları bazen Allah subhanehu ve teâlâ’da görürlerken, işlerine gelmediğinde ise ‘Sezar’ın hakkı Sezar’a’ demekten hiç çekinmezler.
Bakınız, Allâh subhanehu ve teâlâ tüm canlılara Rızkını veren Rezzak’tır. Hiç kimse çıkıp ta :’Bende Rezzak’ım, bende sizlere rızk veriyorum.’ diyemez. Böyle söylemek Allâh subhanehu ve teâlâ’ya şirk koşmaktır. Yine Allâh subhanehu ve teâlâ kanun koyan, Şari’dir. Nasıl ki hiç kimse ‘ben Rezzak’ım’ diyemiyorsa, aynı şekilde yine hiç kimsede çıkıp: ‘Ben de Şari’yim, Sizlere Allah’ın kanunlarının yerine geçecek kanunlar koyarım” diyemez. Böyle demek de Allâh subhanehu Ve teâlâ’ya şirk koşmaktır. Hâkimler Hâkimi olan Allâh subhanehu ve teâlâ Nasıl ki kâinata kanunlar koymuş ve bu kanunlara göre düzen işlemektedir, yine onlara peygamberler ve kitaplarla katındaki dinin hükümlerini bildirmiştir. Her peygamberle Rabbimiz kullarını kendisine ve Kendi yasalarına göre yaşamaya çağırmıştır.
اَلْيَوْمَ يَئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪ينًاۜ فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي
Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam’ı beğendim. (Maide 5)
Allah dinimizi tamamladığı ve başka yeniliklere gerek kalmadığını söylerken çağdaş yasaları(!) koyan insanların koydukları pekte çağdaş sayılmıyor akdine necis bir dinin kuralları sayılıyor.
اَمْ لَهُمْ شُرَكٰٓؤُ۬ا شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır. (Şura 21)
Gördüğünüz üzere koyulan kanunların tamamı bir din sayılıyor ve bu dinin mensuplarına da zalim denmektedir.
Birisi el kesme, recm etme gibi kanunlara iman ettiği halde ona muhalif kanunlar koyması onun kendisiyle çelişmesidir. İslam’a göre birisinin sözü ve fiili çelişiyorsa onun fiili ile zahirine hükmolunur. Bunun delilleri ise:
“Dikkat edin! Şüphesiz bedende bir et parçası vardır ki, o doğru olduğunda tüm beden doğru olur, eğer o bozuk olursa tüm beden bozuk olur. Dikkat edin! O et parçası kalptir.” (Buhârî, İman 52)
Cabir b. Abdillah bildiriyor: Hatib b. Ebi Beltea, Mekke ahalisine Hz. Nebi’in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendileriyle savaşmak istediğini bildiren bir mektup yazdı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’e, kendisinde mektup bulunan kadının bildirilmesi üzerine arkasından adam gönderdi ve mektubu kadının başından aldılar. Hz. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ‘’Ey Hatibi Öyle mi yaptın?’’ buyurunca: “Evet, ancak bunu Resulullah’ı aldatmak için veya münafıklık nedeniyle yapmadım. Allah’ın, Resulüne yardımcı olduğunu ve bunu tamamlayacağını bildim. Ben, onların arasında yabancı bir kişi idim. Annem de onların yanındadır. Ben de annemi onların yanında koruma altına almak istedim” dedi. Ömer: “Bunun başını vurayım mı?” deyince, Hz. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: ‘’Bedir’de bulunan birini mi öldüreyimi Nereden bileceksin, Belki de Allah, Bedir ahalisine muttali olmuş ve: ‘’Dilediğinizi yapını ben sizi affettim’’ buyurmuştur. (Buhârî 4274)
Bu hadisten çıkan kaide, bir insan fiilen küfür işlese onun zahirine hükmolunur ve tekfir edilir tıpkı Ömer’in (ra.) yaptığı gibi. Lakin bu hadisi başka konulara delil getiriyorlar. “Birisi küfr işlese ama kalben kabul etmese kafir olmaz! Tıpkı bu hadiste olduğu gibi” İlk başta bu hadiste Hatib b. Ebi Baltea’nın yaptığı küfr değil, sadece küfr ameli gibi gözüküyor ve zahirinden öyle anlaşılıyor. Çünkü kâfirlere “Hazırlıklı olun savaş geliyor” demek ile “Biz savaşa geliyoruz ailemi koruyun” demek ayrı şeylerdir. İlk vakıa münafıklık, ikincisi ise ailesini korumak için Allah katında mazur görülen bir ‘Hata’dır. O zamanlar İslam’a insanlar yeni giriyordu. Bu tarz ufak hatalarda kimse kâfir olmaz.
“Ben, insanların kalplerini yarmakla ve iç hallerini deşelemekle emrolunmadım!” (Buhârî 4351)
Abdullah İbn-i Utbe radıyallahu anh, Hz. Ömer’in şöyle dediğini duymuştur: “Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem döneminde insanlar vahye göre değerlendirilirlerdi. Şimdi ise vahiy kesilmiştir. Şu anda bizler sizleri ancak bize görünen Amelleriniz ile yargılayabiliriz. Kim bize iyi şeyler gösterirse, onu güvenilir kabul eder ve onu (kendimize) yakınlaştırırız. Onun niyetini bilmek bizim işimiz değildir. Niyeti konusunda onu hesaba çekecek olan yalnız Allah’tır. Her kim de bize bir kötülük gösterirse, niyetinin iyi olduğunu söylese dahi ona güvenmez ve inanmayız. (Buhârî 2641)
Müslümanlar, Bedir Savaşında Abbas radıyallahu anh’ı esir alınınca Abbas radıyallahu anh hemen Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına geldi Ve ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Ben ikrah altında (zorlanarak) buraya getirildim ve Ben Müslüman olmuştum’ dedi. Bunu duyan Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve Sellem: ‘Ey amca! Senin zahirin bizim aleyhimizdeydi. Senin Müslümanlığına gelince; (eğer iddianda samimi isen) Allah senin mükâfatını verecektir. (Ben ise sadece Zahire göre hüküm veririm.) (Es Siyeritu’n Nebeviyye, İbn-i Kesir 2/462, el Bidaye ve’n Nihaye 3/365)
Bu takım naslardan anlıyoruz ki kişinin niyeti ne olursa olsun fiilinde küfr varsa kâfir olur. Yani bazılarının dediği “Helal kabul etmezse bişey olmaz” kaidesi Cehmiyye ve Merisiyye mezheplerinin sapık görüşüdür.
İbn Teymiyye şöyle der:
“Bir kimse küfür olan bir söz söyler ya da bir amel işlerse, kâfir olmayı kastetmemiş olsa bile, bu nedenle kâfir olur. Zira Allah’ın dilediği kimseler dışında hiç kimse küfrü kastetmez.” Allâh subhanehu ve teâlâ’nın hükümle-rinin yerine yeni hükümler getirerek Allâh subhanehu ve Teâlâ’nın kullarını bunlara uymaya zorlayarak çeşitli Yaptırımlar uygulayanlar bu yaptıklarıyla bu işin yapılabileceğini böylece Kur’an’ın hükümsüz olduğunu dilleriyle olmasa da, halleriyle söylemektedirler. Mademki, onlar da Kur’an’ın hükümler koyduğunu kabul ediyorlarsa, o zaman onlara sormak lazım: ‘Siz necisiniz? Kur’an’ın hükümlerini baş tacı yapıp, uygulayacağınıza neden Kur’an’ın karşısında yerlerinizi aldınız? Mademki, Kur’an’ın hükümlerini kabul ediyordunuz da, -sadece bir misal olarak söylersek- neden zinayı suç olmaktan çıkardınız? Zina büyük bir suç ve toplumları helake götüren bir pislikken, nasıl olur da iki kişi anlaşıyorsa… diye hüküm çıkartabiliyorsunuz? Zina hangi dinde helaldir? Hangi dinde meşrudur? Hangi Ahlak bunu kabul eder?’ Allâh subhanehu ve teâlâ’nın katındaki İslam’a göre zina bir suçtur. Ve onun cezası, evli veya bekâr yapanın durumuna göre Kur’an ve Sünnet’te hükmü varken, neye göre; ‘iki kişi karşılıklı zorlama olmadan yapıyorlarsa meşrudur’ demektesiniz. Bu yetkiyi nereden almaktasınız? Nefislerini ilah edinip teşri yetkisini kendilerinde görenlerin neyi, nerede, ne zaman yapacakları belli değildir. Onlar nefislerine göre ‘helvadan putlar’ yapıp yemeye alışık olduklarından sürekli Allâh subhanehu ve teâlâ’nın hadlerini çiğneyerek yeni yasacıklar çıkarmaktan geri durmazlar. Bizler, onlar; ‘zina suçtur’ deyip, Kur’an ve sünnet’in dışında cezalar çıkarıp, bunları kanunlaştırdıklarında da yine onların karşısında olduk. Onların uyduruk cezasının batıllığını ifade ettik. Bu günde bu batıl hükümlerin ve onları çıkaranların karşısındayız, Elhamdülillah .Bunun gibi, Kur’ân’ı Kerim ve Sünnet’i Seniye’de –benzeri şeylere yönelik- hükümler varken, bu hükümlerin karşısında hükümler çıkarmak elbette Allâh subhanehu ve teâlâ’yı hüküm mercii olarak tanımamak anlamına gelmektedir. Bu tür faaliyetlerde bulunanlar, dilleriyle hükmün Allâh subhanehu ve teâlâ’ya ait olduğunu söyleseler bile, fiilleriyle bunu yalanlayan kişiler durumundadırlar. Hiç şüphesiz ki, Allâh subhanehu ve teâlâ’nın indirdiği hükümlerin yerine hükümler çıkarmak, bu küfür kanunlarını korumak ve bu küfür kanunlarına göre hükümler vermek hepsi küfür fiilleridir.
Yine İbn Teymiyye şöyle der:
“Ne zaman ki insan üzerinde icma edilmiş bir haramı helal kılar veya üzerinde icma edilmiş bir helali(serbest yapmak) haram(yasaklamak) kılar veya üzerinde icma edilmiş bir şeriatı değiştirirse, fukahanın ittifakıyla mürted ve kâfir olur.”
Yine İbn Hazm şöyle der:
“Küfrünü açıklayan kâfir, İslam ülkelerinden birinde üstünlüğü elde etse, Müslümanları olduğu gibi bıraksa ancak ülke düzeninde tek başına kendisi yönetici olsa ve İslam’dan başka bir din ilan etse, onun yanında olan, ona yardım eden herkes, Müslüman olduğunu iddia etse dahi kâfir olmuştur.
اِنَّٓا اَنْزَلْنَا التَّوْرٰيةَ ف۪يهَا هُدًى وَنُورٌۚ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذ۪ينَ اَسْلَمُوا لِلَّذ۪ينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِنْ كِتَابِ اللّٰهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَٓاءَۚ فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ي ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat’ı indirdik. Kendilerini (Allah’a) vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah’ın Kitab’ını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi). Hepsi ona (hak olduğuna) şahitlerdi. Şu halde (Ey yahudiler ve hakimler!) İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. (Maide 44)
Maide 44 hakkında alim görüşleri:
İbn Kesir şöyle diyor:
“Hasan el-Basri: Bu ayetler ehli kitap hakkında nazil oldu. Ama bize de uygulanır.
Abdürrezzak Süfyan-ı Sevri’de o da Mansur’dan o da İbrahim en-Nehai’den naklen: “Bu ayetler beni israil hakkında nazil oldu ve Allah bu ümmeti de kapsamına aldı.” (ibn-i Kesir Tefsiri 1/60)
Şeyh Sadık Hasan Han sahih bir senetle Huzeyfe’den diyor ki:
“Bu ayetler zikredildiği zaman, bir adam: “Bunlar Beni İsrail hakkındadır.” Dedi. Huzeyfe’de: “Beni İsrail size ne güzel kardeş oldu. Tatlı olan her şey size, ama acı olduğunda onlara... Hayır, vallahi siz de onların yollarını adım adım takip edeceksiniz.” İbn-i Abbas’ta da aynı şey geçer. (Fethu’l Beyan 3/30 ayrıca bkz. Tefsiri Kurtubi)
Şeyh Sadık Hasan Han şöyle demektedir:
“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse” sözündeki“kim” genel bir sözdür. Bu nedenle bu ayetin hükmünü bir toplulukla sınırlandıramayız. Kim olursa olsun, İslâm’ın dışında bir şey ile hükmederse kâfirdir. Bu tefsir en uygun olanıdır. Suddi radıyallahu anh de böyle diyor. Ve devamla, İbn Mesud, Hasan ve Nah’i: “Bu ayetler geneldir. Yahudilerden olsun bu ümmetten olsun her kim rüşvet yiyip Allah’ın hükmü Haricinde bir hükümle hükmederse muhakkak kâfir olmuştur, zalim olmuştur, fasık olmuştur.” dediler. Böyle anlaşılması daha uygundur. Çünkü sözün genelleştirilmesine itibar edilir, özel sebeplere değil.”
“Bu ayetler Yahudiler hakkında nazil olmuştur ama onlarla sınırlı değildir. Çünkü sözlerin geneline itibar edilir, nüzul sebebine değil... Zira “kim” kelimesi şart edatı olması nedeniyle umumu kapsamaktadır. Dolayısıyla bu yüce ayetler, Allah'ın hükmü olan kitap ve sünnet ile hükmetmeyen herkesi kapsar.” (Edvau’l Beyan 2/92, Fethu’l Beyan 3/30)
Mücahid şöyle diyor: “Ayet bu noktada genelleştirilir.”İbn Mesud ve Hasan da:
“Bu ayetler genel olarak Allah’ın hükmü ile hükmetmeyen herkes içindir. İster Yahudi ister kâfir ister Müslüman olsun” demektedir. (Kurtubi Tefsiri s:2187)
Hamd âlemlerin Rabbi olan Allâh subhanehu ve teâlâ’ya mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Mukaddime:
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle…
Hamd, -âlemlerin Rabbi olan- Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibadete lâyık hiçbir İlâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem O’nun kulu ve rasûlüdür.
Bundan sonra: Teşriyle ilgili kaleme alınan bu risalenin öncelikli amacı -ana hatlarıyla- bu kavramı ve bu kavramla bağlantılı kavramları zihin dünyamıza doğru bir şekilde ‘anahtar kavramlar’ olarak yerleştirmektirfmnffnfn. Zira zamanlar ve mekânlar değişse de tevhid ve şirk ve bunlara bağlı meseleler güncelliğini devam ettirmektedir.
Ebu Huzeyfe El-Mâliki
Hakimiyet Allah’ındır:
Kendine “Müslüman” diyen bir insanın İslam’ına yâkinen hükmolunması için tağutları reddetmesi ve Allah’ın resulünün (asm.) getirdiklerine iman etmesi gerekir. Bunun delili ise:
لَٓا اِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۗ لَا انْفِصَامَ لَهَاۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tağutu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir. (Bakara 256)
Bu ayetten de anlaşıldığı üzere Allah Azze ve Celle tağutu inkâr edip ondan beri olmayı imanın şartı olarak belirtmiştir.
Tağut ne demek:
Lügat manası: Tağut; azmak, haddi aşmak demektir.
Şer’i manası: Şeytan, kâhin, sihirbaz, Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyen yönetici gibi manalara gelir.
Tağuttan beri olmak:
Allah Azze ve Celle Kur’an’da birçok ayetinde tağutu reddetmeyi özellikle belirtmiştir. Tağut ile ilgili ayetler:
اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمُ الطَّاغُوتُۙ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟
“Allah, iman edenlerin Velisidir/dostudur. (Bu dostluğunun bir tecellisi olarak) onları (küfrün, şirkin) karanlıklarından (tevhidin ve imanın) aydınlığına çıkarır. Kâfirlerin velileriyse/dostlarıysa tağuttur. Onları (iman ve tevhidin) aydınlığından (küfrün ve şirkin) karanlıklarına çıkarırlar. Bunlar, ateşin ehlidir ve orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara 257)
Ayette tağutu dost edinenlerin ve tekfir etmeyenlerin kâfir olduğu hükmü açık, tağutu reddedip Allah’a iman edenlerin ise Allah katında bir ferahlığa ereceğini, vahyin aydınlığına erişeceğini anlıyoruz.
Küfrün ve Şirkin karanlığı heva ve hevestir, vahyin aydınlığı ise Sünnet ve Kur’an’dır.
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَع۪يدًا
“Sana indirilene (Kur’ân) ve senden önce indirilen (Kitaplara) iman ettiğini zannedenleri görmedin mi? İnkâr etmekle emrolundukları hâlde tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan onları (hakka geri dönüşü zor) uzak bir saptırmayla saptırmak ister.” (Nisa 60)
Bu ayet bir Yahudi ve Münafığın arasında olan anlaşmazlık sonucu Yahudi Peygamber’e (asm.) başvurmak istiyor lakin Münafık kendi çıkarları için Yahudi bir adam olan Ka’b bin Eşref’in koyduğu hükümlere başvurmak istemesi sonucu ayet nüzul ediyor.
Ayette tağuta muhakeme olanların imanının sadece zanni bir iman olduğu anlaşılıyor. Bu insanların Şeytana uyduğu, Kur’an’a ve önceki Kitaplara iman etmediği de açıkça vurgulanmıştır. Günümüz de ki en büyük sorun da bu. İnsanlar tağutun mahkelemelerinde muhakeme olmayı gurur meselesi haline getirip, okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkarlar.
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُٓوا اَوْلِيَٓاءَ الشَّيْطَانِۚ اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَع۪يفًا۟
“Tağuta kulluk etmekten kaçınıp Allah’a yönelenlere müjde vardır. Kullarımı müjdele.” (Nisa 76)
Ayette “Tağuta kulluk etme” ifadesi geçiyor. Kulluk ancak bir ilaha ibadet etmekle olur. Bu ayetten anlaşılıyor ki ibadet sadece namaz, oruç, kurban vb. davranışlar değil, Tağuta itaat etmekte ibadet sayılmış ve Allah’tan başkasına masiyet ile itaat etmek şirk sayılmış.
Günümüz de ibadetin anlamı sürekli bilerek köreltiliyor. Dışarıda birisine siz oy vererek iki ilah edinmiş oluyorsunuz, o oy verdiğiniz kişiye ibadet etmiş oluyorsunuz, dendiğinde karşı taraf büyük ihtimalle hırçın bir tavırla “Ne ibadeti kardeşim ben ona secde mi ettim?” gibi bir cevap alırdık. Cahil avam daha imanın gereğini bilmeden yaşayıp gidiyor. Biz bunlardan Allah’a sığınırız.
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ وَيَقُولُونَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَهْدٰى مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا سَب۪يلًا
“Kendilerine Kitap’tan pay (ilim) verilen kimseleri görmedin mi? Onlar cibte ve tağuta iman ediyorlar ve kâfirler için: ‘Bunlar, müminlerden daha doğru bir yol üzeredir.’ diyorlar.” (Nisa 51)
Bu ayet günümüzü en iyi şekilde anlatan ayetlerden birisi kesinlikle. Günümüz de insanlar röportajlarda “Şeriat istiyorsanız Yallah…” gibi cümleler kuruyor ve laik sistemi kesinlikle desteklediğini, Şeriatın eskide kaldığını ve yobaz insanların bunu uygulayacağını söylüyorlar. Sokaklarda cahil avam İslam nefreti kusuyor, bunun sebebi ise şirk öğretisi olan ‘Tasavvuf’ ilminin Türkiye’de yaygın olmasıdır. Garip garip hareketler ederek, İslam ile alakası olmayan hurafeler uydurarak avama bir zehir salmışlardır.
وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولًا اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُۜ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ
Andolsun ki biz her ümmet arasında: ‘Allah’a ibadet/kulluk edin ve tağuttan kaçının.’ (diye tebliğ etmesi için) resûl göndermişizdir. Allah içlerinden kimisine hidayet bahşetti, Kimisine ise sapıklık hak oldu. Yeryüzünde gezip dolaşın Ve yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğuna bir bakın.” (Nahl 36)
Her ümmetin ortak davetinin tağutu reddetmek üzerine olduğunun delili ise bu ayettir ve sürekli sürekli vurgulanarak Tevhid’in bir gereği olduğu söylenmiştir. Bunları küçümsemek veya umursamamak ebedi bir azap ile karşı karşıya bırakabilir -ki günümüzün sorunu da bu-.
Allah sürekli insanlara ibret almasının gerektiğini, yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğunu düşünüp Allah’a tefekkür etmelerini söylüyor. Ne yazık ki bu daveti ne ciddiye alan var ne de bunun gerçek olduğuna inanan var.
Dinlerin gönderilmesinin sebebi bile Tanrı’nın hüküm koyup herşeyi yönetmesidir, bu ilkeyi çıkarınca dinden geriye ne kalıyor? Dinin amacı insanlara bir yönetme şekli koyup onların hak üzere kalmasını sağlamak iken kendi hükmünüze muhakeme olup ona itaat ederseniz siz de İslam’dan geriye ne kalacak?
اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟
Cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır? (Maide 50)
مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
“Allah’ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah’a aittir; kendisinden başkasına değil, O’na tapmanızı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir, fakat insanların çoğu bilmezler”. (Yusuf 40)
وَقَالَ يَا بَنِيَّ لَا تَدْخُلُوا مِنْ بَابٍ وَاحِدٍ وَادْخُلُوا مِنْ اَبْوَابٍ مُتَفَرِّقَةٍۜ وَمَٓا اُغْن۪ي عَنْكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۚ وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ
Babaları: “Oğullarım! Tek bir kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah katında size bir faydam olmaz, hüküm ancak Allah’ındır, O’na güvendim, güvenenler de O’na güvensinler” dedi. (Yusuf 67)
ثُمَّ رُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّۜ اَلَا لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ اَسْرَعُ الْحَاسِب۪ينَ
Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah’a döndürülürler. Bilesiniz ki hüküm yalnız O’nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur. (En’âm 62)
قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ مَا عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ
De ki: “Ben Rabbim’den bir belgeye dayanmaktayım, halbuki siz onu yalanladınız; acele istediğiniz de elimde değildir. Hüküm ancak Allah’ındır. O, hükmedenlerin en iyisi olarak gerçeği anlatır.” (En’âm 57)
وَهُوَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْحَمْدُ فِي الْاُو۫لٰى وَالْاٰخِرَةِۘ وَلَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Allah O’dur; O’ndan başka tanrı yoktur. Hamd, dünyada da ahirette de O’nun içindir; hüküm de O’nundur. Yalnız O’na döndürüleceksiniz. (Kasas 70)
اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَحْكَمِ الْحَاكِم۪ينَ
Allah, hükmedenlerin en iyi hükmedeni değil midir? (Tin 8)
Daha buna delalet eden bir sürü ayet varken hâlâ neden beşeri dinlerle hüküm olmak var?
Rabbimiz sadece kendisine itaat etmeyi emretmişken neden hâlâ Cahiliyenin hükmüne gidenler var hayretle bakıyoruz.
Var oluş amacını unutanlar, gayeyi inkâr edenler, çarptıranlar, O’nun kanunlarını küçümseyip, daha iyi(!), daha modern(!), daha çağdaş(!) kanunlar çıkarma hevesiyle teşri yetkisini kendilerinde görmüşler ve halen de görmektedirler.
Bu yetkiyi kendilerinde görenler, Allâh subhanehu ve teâlâ’ya ait olan bu yetkiyi kendilerinde de görmek suretiyle nefislerini Allâh subhanehu ve teâlâ’nın yerine koyanlardır. Kendileri bunu kabul etseler de etmeseler de durum bundan ibarettir. Onların bazısının diliyle bu söylenene karşı çıktığına şahit olabilirsiniz. Ancak bir hakikattir ki, kişinin eylemiyle söylemi çatıştığında, eylemi söylemini iptal eder.
Teşri Yetkisi Allâh’tadır:
Teşri, kanun koymak, Şari ise kanun koyandır. Herkesin ittifak ettiği üzere İslam’da Şari Allah’tır. Parlamentolar, resmi kurumlar vb. Şeyler asla Şari olamaz. Lakin bu günler de seçimler de vb. Vakıalarda insanlar, en güzel ben yönetirim, şu kanunu yürürlüğe koyacağım vb. ifadelerle Allah’a ortak koşmaktadırlar.
Zamane insanlarının bir kısmı şirki kelime olarak bilseler de, şirkin kapsamı konusunda farklı bakış açılarına sahiptirler. Bu farklı bakış açıları ümmete musallat olan tağuti yönetimler ve bu yönetimleri kutsayan kötü Din adamlarıyla her yana yayılmıştır. Onlar yalnızca Allah subhanehu ve teâlâ’ya ait olan vasıfları bazen Allah subhanehu ve teâlâ’da görürlerken, işlerine gelmediğinde ise ‘Sezar’ın hakkı Sezar’a’ demekten hiç çekinmezler.
Bakınız, Allâh subhanehu ve teâlâ tüm canlılara Rızkını veren Rezzak’tır. Hiç kimse çıkıp ta :’Bende Rezzak’ım, bende sizlere rızk veriyorum.’ diyemez. Böyle söylemek Allâh subhanehu ve teâlâ’ya şirk koşmaktır. Yine Allâh subhanehu ve teâlâ kanun koyan, Şari’dir. Nasıl ki hiç kimse ‘ben Rezzak’ım’ diyemiyorsa, aynı şekilde yine hiç kimsede çıkıp: ‘Ben de Şari’yim, Sizlere Allah’ın kanunlarının yerine geçecek kanunlar koyarım” diyemez. Böyle demek de Allâh subhanehu Ve teâlâ’ya şirk koşmaktır. Hâkimler Hâkimi olan Allâh subhanehu ve teâlâ Nasıl ki kâinata kanunlar koymuş ve bu kanunlara göre düzen işlemektedir, yine onlara peygamberler ve kitaplarla katındaki dinin hükümlerini bildirmiştir. Her peygamberle Rabbimiz kullarını kendisine ve Kendi yasalarına göre yaşamaya çağırmıştır.
اَلْيَوْمَ يَئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪ينًاۜ فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي
Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam’ı beğendim. (Maide 5)
Allah dinimizi tamamladığı ve başka yeniliklere gerek kalmadığını söylerken çağdaş yasaları(!) koyan insanların koydukları pekte çağdaş sayılmıyor akdine necis bir dinin kuralları sayılıyor.
اَمْ لَهُمْ شُرَكٰٓؤُ۬ا شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır. (Şura 21)
Gördüğünüz üzere koyulan kanunların tamamı bir din sayılıyor ve bu dinin mensuplarına da zalim denmektedir.
Birisi el kesme, recm etme gibi kanunlara iman ettiği halde ona muhalif kanunlar koyması onun kendisiyle çelişmesidir. İslam’a göre birisinin sözü ve fiili çelişiyorsa onun fiili ile zahirine hükmolunur. Bunun delilleri ise:
“Dikkat edin! Şüphesiz bedende bir et parçası vardır ki, o doğru olduğunda tüm beden doğru olur, eğer o bozuk olursa tüm beden bozuk olur. Dikkat edin! O et parçası kalptir.” (Buhârî, İman 52)
Cabir b. Abdillah bildiriyor: Hatib b. Ebi Beltea, Mekke ahalisine Hz. Nebi’in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendileriyle savaşmak istediğini bildiren bir mektup yazdı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’e, kendisinde mektup bulunan kadının bildirilmesi üzerine arkasından adam gönderdi ve mektubu kadının başından aldılar. Hz. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ‘’Ey Hatibi Öyle mi yaptın?’’ buyurunca: “Evet, ancak bunu Resulullah’ı aldatmak için veya münafıklık nedeniyle yapmadım. Allah’ın, Resulüne yardımcı olduğunu ve bunu tamamlayacağını bildim. Ben, onların arasında yabancı bir kişi idim. Annem de onların yanındadır. Ben de annemi onların yanında koruma altına almak istedim” dedi. Ömer: “Bunun başını vurayım mı?” deyince, Hz. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: ‘’Bedir’de bulunan birini mi öldüreyimi Nereden bileceksin, Belki de Allah, Bedir ahalisine muttali olmuş ve: ‘’Dilediğinizi yapını ben sizi affettim’’ buyurmuştur. (Buhârî 4274)
Bu hadisten çıkan kaide, bir insan fiilen küfür işlese onun zahirine hükmolunur ve tekfir edilir tıpkı Ömer’in (ra.) yaptığı gibi. Lakin bu hadisi başka konulara delil getiriyorlar. “Birisi küfr işlese ama kalben kabul etmese kafir olmaz! Tıpkı bu hadiste olduğu gibi” İlk başta bu hadiste Hatib b. Ebi Baltea’nın yaptığı küfr değil, sadece küfr ameli gibi gözüküyor ve zahirinden öyle anlaşılıyor. Çünkü kâfirlere “Hazırlıklı olun savaş geliyor” demek ile “Biz savaşa geliyoruz ailemi koruyun” demek ayrı şeylerdir. İlk vakıa münafıklık, ikincisi ise ailesini korumak için Allah katında mazur görülen bir ‘Hata’dır. O zamanlar İslam’a insanlar yeni giriyordu. Bu tarz ufak hatalarda kimse kâfir olmaz.
“Ben, insanların kalplerini yarmakla ve iç hallerini deşelemekle emrolunmadım!” (Buhârî 4351)
Abdullah İbn-i Utbe radıyallahu anh, Hz. Ömer’in şöyle dediğini duymuştur: “Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem döneminde insanlar vahye göre değerlendirilirlerdi. Şimdi ise vahiy kesilmiştir. Şu anda bizler sizleri ancak bize görünen Amelleriniz ile yargılayabiliriz. Kim bize iyi şeyler gösterirse, onu güvenilir kabul eder ve onu (kendimize) yakınlaştırırız. Onun niyetini bilmek bizim işimiz değildir. Niyeti konusunda onu hesaba çekecek olan yalnız Allah’tır. Her kim de bize bir kötülük gösterirse, niyetinin iyi olduğunu söylese dahi ona güvenmez ve inanmayız. (Buhârî 2641)
Müslümanlar, Bedir Savaşında Abbas radıyallahu anh’ı esir alınınca Abbas radıyallahu anh hemen Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına geldi Ve ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Ben ikrah altında (zorlanarak) buraya getirildim ve Ben Müslüman olmuştum’ dedi. Bunu duyan Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve Sellem: ‘Ey amca! Senin zahirin bizim aleyhimizdeydi. Senin Müslümanlığına gelince; (eğer iddianda samimi isen) Allah senin mükâfatını verecektir. (Ben ise sadece Zahire göre hüküm veririm.) (Es Siyeritu’n Nebeviyye, İbn-i Kesir 2/462, el Bidaye ve’n Nihaye 3/365)
Bu takım naslardan anlıyoruz ki kişinin niyeti ne olursa olsun fiilinde küfr varsa kâfir olur. Yani bazılarının dediği “Helal kabul etmezse bişey olmaz” kaidesi Cehmiyye ve Merisiyye mezheplerinin sapık görüşüdür.
İbn Teymiyye şöyle der:
“Bir kimse küfür olan bir söz söyler ya da bir amel işlerse, kâfir olmayı kastetmemiş olsa bile, bu nedenle kâfir olur. Zira Allah’ın dilediği kimseler dışında hiç kimse küfrü kastetmez.” Allâh subhanehu ve teâlâ’nın hükümle-rinin yerine yeni hükümler getirerek Allâh subhanehu ve Teâlâ’nın kullarını bunlara uymaya zorlayarak çeşitli Yaptırımlar uygulayanlar bu yaptıklarıyla bu işin yapılabileceğini böylece Kur’an’ın hükümsüz olduğunu dilleriyle olmasa da, halleriyle söylemektedirler. Mademki, onlar da Kur’an’ın hükümler koyduğunu kabul ediyorlarsa, o zaman onlara sormak lazım: ‘Siz necisiniz? Kur’an’ın hükümlerini baş tacı yapıp, uygulayacağınıza neden Kur’an’ın karşısında yerlerinizi aldınız? Mademki, Kur’an’ın hükümlerini kabul ediyordunuz da, -sadece bir misal olarak söylersek- neden zinayı suç olmaktan çıkardınız? Zina büyük bir suç ve toplumları helake götüren bir pislikken, nasıl olur da iki kişi anlaşıyorsa… diye hüküm çıkartabiliyorsunuz? Zina hangi dinde helaldir? Hangi dinde meşrudur? Hangi Ahlak bunu kabul eder?’ Allâh subhanehu ve teâlâ’nın katındaki İslam’a göre zina bir suçtur. Ve onun cezası, evli veya bekâr yapanın durumuna göre Kur’an ve Sünnet’te hükmü varken, neye göre; ‘iki kişi karşılıklı zorlama olmadan yapıyorlarsa meşrudur’ demektesiniz. Bu yetkiyi nereden almaktasınız? Nefislerini ilah edinip teşri yetkisini kendilerinde görenlerin neyi, nerede, ne zaman yapacakları belli değildir. Onlar nefislerine göre ‘helvadan putlar’ yapıp yemeye alışık olduklarından sürekli Allâh subhanehu ve teâlâ’nın hadlerini çiğneyerek yeni yasacıklar çıkarmaktan geri durmazlar. Bizler, onlar; ‘zina suçtur’ deyip, Kur’an ve sünnet’in dışında cezalar çıkarıp, bunları kanunlaştırdıklarında da yine onların karşısında olduk. Onların uyduruk cezasının batıllığını ifade ettik. Bu günde bu batıl hükümlerin ve onları çıkaranların karşısındayız, Elhamdülillah .Bunun gibi, Kur’ân’ı Kerim ve Sünnet’i Seniye’de –benzeri şeylere yönelik- hükümler varken, bu hükümlerin karşısında hükümler çıkarmak elbette Allâh subhanehu ve teâlâ’yı hüküm mercii olarak tanımamak anlamına gelmektedir. Bu tür faaliyetlerde bulunanlar, dilleriyle hükmün Allâh subhanehu ve teâlâ’ya ait olduğunu söyleseler bile, fiilleriyle bunu yalanlayan kişiler durumundadırlar. Hiç şüphesiz ki, Allâh subhanehu ve teâlâ’nın indirdiği hükümlerin yerine hükümler çıkarmak, bu küfür kanunlarını korumak ve bu küfür kanunlarına göre hükümler vermek hepsi küfür fiilleridir.
Yine İbn Teymiyye şöyle der:
“Ne zaman ki insan üzerinde icma edilmiş bir haramı helal kılar veya üzerinde icma edilmiş bir helali(serbest yapmak) haram(yasaklamak) kılar veya üzerinde icma edilmiş bir şeriatı değiştirirse, fukahanın ittifakıyla mürted ve kâfir olur.”
Yine İbn Hazm şöyle der:
“Küfrünü açıklayan kâfir, İslam ülkelerinden birinde üstünlüğü elde etse, Müslümanları olduğu gibi bıraksa ancak ülke düzeninde tek başına kendisi yönetici olsa ve İslam’dan başka bir din ilan etse, onun yanında olan, ona yardım eden herkes, Müslüman olduğunu iddia etse dahi kâfir olmuştur.
اِنَّٓا اَنْزَلْنَا التَّوْرٰيةَ ف۪يهَا هُدًى وَنُورٌۚ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذ۪ينَ اَسْلَمُوا لِلَّذ۪ينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِنْ كِتَابِ اللّٰهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَٓاءَۚ فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ي ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat’ı indirdik. Kendilerini (Allah’a) vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah’ın Kitab’ını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi). Hepsi ona (hak olduğuna) şahitlerdi. Şu halde (Ey yahudiler ve hakimler!) İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. (Maide 44)
Maide 44 hakkında alim görüşleri:
İbn Kesir şöyle diyor:
“Hasan el-Basri: Bu ayetler ehli kitap hakkında nazil oldu. Ama bize de uygulanır.
Abdürrezzak Süfyan-ı Sevri’de o da Mansur’dan o da İbrahim en-Nehai’den naklen: “Bu ayetler beni israil hakkında nazil oldu ve Allah bu ümmeti de kapsamına aldı.” (ibn-i Kesir Tefsiri 1/60)
Şeyh Sadık Hasan Han sahih bir senetle Huzeyfe’den diyor ki:
“Bu ayetler zikredildiği zaman, bir adam: “Bunlar Beni İsrail hakkındadır.” Dedi. Huzeyfe’de: “Beni İsrail size ne güzel kardeş oldu. Tatlı olan her şey size, ama acı olduğunda onlara... Hayır, vallahi siz de onların yollarını adım adım takip edeceksiniz.” İbn-i Abbas’ta da aynı şey geçer. (Fethu’l Beyan 3/30 ayrıca bkz. Tefsiri Kurtubi)
Şeyh Sadık Hasan Han şöyle demektedir:
“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse” sözündeki“kim” genel bir sözdür. Bu nedenle bu ayetin hükmünü bir toplulukla sınırlandıramayız. Kim olursa olsun, İslâm’ın dışında bir şey ile hükmederse kâfirdir. Bu tefsir en uygun olanıdır. Suddi radıyallahu anh de böyle diyor. Ve devamla, İbn Mesud, Hasan ve Nah’i: “Bu ayetler geneldir. Yahudilerden olsun bu ümmetten olsun her kim rüşvet yiyip Allah’ın hükmü Haricinde bir hükümle hükmederse muhakkak kâfir olmuştur, zalim olmuştur, fasık olmuştur.” dediler. Böyle anlaşılması daha uygundur. Çünkü sözün genelleştirilmesine itibar edilir, özel sebeplere değil.”
“Bu ayetler Yahudiler hakkında nazil olmuştur ama onlarla sınırlı değildir. Çünkü sözlerin geneline itibar edilir, nüzul sebebine değil... Zira “kim” kelimesi şart edatı olması nedeniyle umumu kapsamaktadır. Dolayısıyla bu yüce ayetler, Allah'ın hükmü olan kitap ve sünnet ile hükmetmeyen herkesi kapsar.” (Edvau’l Beyan 2/92, Fethu’l Beyan 3/30)
Mücahid şöyle diyor: “Ayet bu noktada genelleştirilir.”İbn Mesud ve Hasan da:
“Bu ayetler genel olarak Allah’ın hükmü ile hükmetmeyen herkes içindir. İster Yahudi ister kâfir ister Müslüman olsun” demektedir. (Kurtubi Tefsiri s:2187)
Hamd âlemlerin Rabbi olan Allâh subhanehu ve teâlâ’ya mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.