1. Hakkın Kaynağı Vahiydir.
Hakkın en önemli sıfatı kaynağının ne olduğudur. İnsanın taşıdığı inanç ya da ahlakın hak olabilmesi için hakkın kaynağından alınmış olması gerekir. Aksi hâlde zahiri/sureten hakka benzese de ona hak denmez, hak olamaz.
"De ki: Hak sizin Rabbinizdendir…" (18/Kehf, 29)
İnsanoğlu cennetten kovulup dünyaya gönderildiği anda hak ile batıl mücadelesi İblis ile Ademoğlu arasında başlamıştır. İnsanın bu mücadeleye dair Rabbinden ilk duyduğu ayetler konumuz açısından önemlidir. Adem'in aleyhisselam şahsında tüm insanlığa seslenen Rabbimiz, onlara hak yolun ilk ve önemli kandilini bu niyetlerle yakmıştır.
"Hepiniz oradan inin" dedik. "Şayet Benden size bir hidâyet gelir de kim Benim hidâyetime uyarsa, onlar için korku yoktur ve onlar asla üzülmezler de." (2/Bakara, 38)
"Buyurdu ki: "Hepiniz oradan inin. Kiminiz kiminize düşman olacaktır. Benden size bir hidâyet geldiğinde, kim Benim hidâyetime uyarsa o, hem sapıtmaz, hem bedbaht olmaz." " (20/Taha, 123)
Bu ayetler bir hüküm ortaya koyarken, zımmen bazı hükümleri nefy etmekte, yine zımmen (mefhum'ul muhalifle) bu hükme uymayanların akıbetini beyan etmektedirler.
İki ayetin ortak noktası '… Benden size bir hidayet gelecek' şeklindedir. Bir şeyin hidayet yani hak olmasının ölçüsü de belirlenmiştir. Bir şeyin hak/hidayet olması onun Allah'tan subhanehu ve teâlâ olmasına bağlıdır. Bu da inanç ve amellerde kaynak meselesinin önemine vurgu yapar.
Okuduğumuz veya bize öğretilen itikad ve eyleme dair her şeyde bu ölçü temelimiz olmalıdır. Bilgiyi bize sunan tarafa 'Bunun delili nedir?' diyerek kaynağını sormalı Allah'tan olup olmadığına yani hidayet/hak olup olmadığına bakmalıyız.
Batıl ehlinin temel özelliklerinden biri kaynak bilincine sahip olmamaları, inancı ve ameli belirleyen bilgi konusunda gevşek davranmalarıdır. Kur'an-ı Kerim bu duruma 'zanna tabi olma' der.
"Onların çoğu sadece zanna tabi olur. Zan ise haktan bir şey ifade etmez. Allah onların yaptıklarını bilendir." (10/Yunus, 36)
Mekkeli müşrikler inanç ve amellerine kaynaklık teşkil eden bilgi hususunda duyduklarıyla yetiniyor, bunun İbrahim aleyhisselam öğretisi olduğuna inanıyor ve tabi oluyorlardı. Allah subhanehu ve teâlâ onların kaynak problemli bilgi anlayışını 'zanna tabi olma' olduğundan kınıyor ve hakkı ifade etmeyeceği, onun yerini alamayacağı noktasında Müslümanları uyarıyordu.
Benzer şirk ve cahiliye toplumlarında durum bundan farklı değildir. İnsanların bilgileri sohbet meclislerinde duyulan, taziye vaazlarında anlatılan, yaşlı amcaların geçmişten naklettikleri hikayelere dayalı, senaryosu neye göre yazıldığı belli olmaya görsel yayınlara dayanmaktadır. Daha tehlikelisi ise zamanımızda hızla yayılan sanal bilgilerdir. Kim olduğu belli olmayan kullanıcılar, neye dayandıklarını belirtmeden, parantez içine uydurma kaynaklar yazarak bilgiler paylaşıyorlar. Bu bilginin hazır alıcısı mevcut. Almakla yetinmeyen, buna itikad bina eden, bu bilgiyle insanlarla tartışıp konum belirleyenler dahi var.
Müslüman bu noktada bilinçli davranmalı ve bilginin kaynağını araştırmalıdır. Hurafe ve zanna dayalı bilgiden kaçındığı gibi, sanal ortamların bilgisinden de kaçınmalı, kaynağından emin olmadığı bilgiyi kalp ve zihnine almamalıdır.
2. Hak Apaçık Olandır
Rabbimiz şöyle buyuruyor:
"O gün Allah onların hak ettiklerinin karşılığını verecektir. Ve onlar Allah'ın El-Hakk-ı mubin/apaçık hak olduğunu bileceklerdir." (24/Nur, 25)
Allah subhanehu ve teâlâ El-Hakk-ı mubin olduğu gibi, O'nun subhanehu ve teâlâ kitabı da gönderdiği Rasûller de apaçık mesajlarla gelmiştir.
"Ta, Sin, Mim. Bu apaçk kitabın ayetleridir." (28/Kasas, 1-2)
"Rasûller yalnızca apaçık bir tebliğle yükümlüdür." (29/Ankebut, 18)
Hak, içinde kapalılık olmayan, her yönüyle apaçık olan şeydir. Muhatabın anlamadığı, süslü kelimeler, zor terkipler ve uzatılmış cümlelerle 'ne kadar edebî' dedirten ama hiçbirşey anlaşılmayan şey değildir hak. Hak, insanlar anlasın ve yaşasın diye vardır. Bu nedenle de anlaşılırdır. Bir insanın İslam dairesine girebilmesi için olması gereken inanç esaslarına göz attığımızda, bu çok daha iyi anlaşılacaktır.
"Sizin ilahınız tek bir ilahtır. O Rahman ve Rahim'dir." (2/Bakara, 163)
"Muhammed Allah'ın Rasûlü'dür." (48/Fetih, 29)
"Alemlerin Rabbi olan Allah tarafından indirilmiş, içinde şüphe olmayan bir kitaptır." (32/Secde, 2)
"Ey kavmim Allah'a ibadet edin, sizin için O'ndan başka ilah yoktur." (23/Müminun, 23)
Ne kadar sade, anlaşılır ve yalın cümleler. Allah'tan olan ve kaynağını vahiyden alan her mesaj böyle olmalıdır. Hak, fıtratlara hitap edip vicdanlarda makes bulduğundan süslenmeye, uzatılmaya, eğip bükülmeye ihtiyacı yoktur.
Batıl ise dayanaksızdır. Fıtrat ve vicdana uyumlu değildir. Bu nedenler uzadıkça uzar, kabul görmek için muhatabı iknaya çalışır.
'Hakk' olanı herkes anlar. Seviyesi ve statüsü ne olursa olsun hak, duyulduğu anda muhatap tarafından idrak edilir. Öyle ki ona kulak tıkayan, anlayamadığını söyleyen batıl ehli dahi onu çok iyi anlar, idrak eder. Batıl ise sınırlı insan ve belli zümreler tarafından anlaşılır. Sadece ona gönlünü açan, cahiliye taassubuyla ona taraf olan, sosyal bir çevrede tutunmak isteyen insanlar onu anlayabilir.
Bu noktada hakka tercüman olmayı vazife edinmiş kardeşlerimize bir uyarıda bulunmak istiyoruz:
'İnsanlara güzel söz söylemek', 'Sözün en güzeline kulak vermek', 'Güzel öğütle insanları Allah'a davet' gibi Rabbani öğütler ayrı bir şey, sözü uzattıkça uzatmak, anlaşılmaz kelimelerle muhatabı sözlüklere yöneltmek, uzayan terkiplerle süsü hakikatin önüne geçirmek ayrı şeydir.
İnsanların 'hakk' ile arasına uzun mesafelerin ve kalın perdelerin girdiği şu zamanda; hakk yalın, sade ve anlaşılabilir olmalıdır. Hakkın güzelliği kelimelerde değil, taşıdığı anlamlarda, batılın süsü ise kelime ve uslubundadır.
Hakkın apaçık olması bulandırılmaması İslam nezdinde en önemli konulardandır. Bu nedenle hakkın apaçık oluşu aleyhine tüm faaliyetler en ağır suçlar kapsamında değerlendirilmiş ve sahipleri Kur'an'ın en ağır tehdit ve yergisine muhatap olmuşlardır.
"Muhakkak indirdiğimiz apaçık ayetlerimizi ve hidayeti, insanlara Kitapta apaçık bir şekilde bildirdikten sonra gizleyenler var ya; işte onlara hem Allah lanet eder, hem de lanet edenler lanet eder." (2/Bakara, 159)
"Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip de onu az bir pahaya değiştirenler (var ya); işte onlar (ahirette) karınlarında ateşten başka bir şey yemezler, Kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz, onları temize çıkarmaz, onlar için acıklı bir azap da vardır. Onlar hidayete karşılık sapıklığı, mağfirete karşılık azabı satın alanlardır. Onlara ateşe karşı dayanma gücü veren nedir?" (2/Bakara, 174-175)
Hakkı gizleyenler bu ağır ifadelere muhatap olurken, onu apaçık bir şekilde anlatmayan, hakkı ağzında geveleyen ya da içine batılı karıştıranlar da bu yergi ve kınamadan nasiplerini almışlardır.
"Beraberinizdekileri (Tevrat'ı) doğrulayıcı olarak indirdiğime iman ediniz ve onu inkâr edenlerin ilki olmayınız. Ayetlerimi de az bir pahaya satmayınız ve yalnız benden korkunuz." (2/Bakara, 41)
3. Hak Tektir
Hakk'ın kaynağı tektir, apaçıktır. Buna bağlı olarak da hakk tektir, birden fazla olamaz. Batıl ise şeytanidir, insanların heva ve arzularına dayanır. Kaynağının çokluğu nedeniyle birden fazladır.
"İşte bu sizin El-Hakk olan Rabbinizdir. Haktan sonrası sapıklıktan başka bir şey değildir. Nereye çevriliyorsunuz." (10/Yunus, 32)
Rabbimiz, vahyin aydınlığı ve batılın karanlığını karşılaştırdığı yerlerde nur kelimesini müfred/tekil, karanlığı ise cemi/çoğul kullanarak bu hakikate işaret etmiştir.
"Allah iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kafirlerin dostu ise tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır…" (2/Bakara, 257)
"Sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için o ve melekleri size salât eder. O müminlere merhametlidir." (33/Ahzab, 43)
Hak ehli olmak isteyenlerin çok iyi anlaması ve üzerinde sebat etmesi gereken noktalardan biri de budur. Hakkın kesinliği ve keskinliği, sahiplerini dünya ve ahirette sabit kılıcı olma özelliği onun tek oluşu ve çeşitlenmiyor oluşuyla alakalıdır.
Tek olan, yakin hasıl eder. Muteaddid olan ise şüphe ve zan... İnsanın amel ve eylemlerinin kalite ve devamlı oluşu, düşüncenin berraklığı ve kesinliğiyle alakalıdır. İnsanın inandığı tek hakikat kalbini kuşatıp etkilediği için insanın amellerini tek yönde kanalize eder. Bu durumda salih amellerin dünyada meyvelerini verip, sahibinin imanından tat almasına ve yeryüzünde kalıcı olmasını sağlar.
Bu nedenle batıl ehlinin hak ehline yönelik en ciddi hamlesi hakkı sulandırmak ve batılın da bir fikir/inanç/ideoloji olarak meşru olabileceğini kabul ettirme çabasıdır. Bunun için çeşitli yollara başvurur, diyalog ve karşılıklı hoşgörüden başlayarak eziyet, sürgün ve öldürmeye varan farklı yöntemler kullanırlar.
Müşriklerin, Allah Rasûlü'ne sallallahu aleyhi ve sellem 'Bir müddet sen bizim ilahlarımıza ibadet et, bir müddet biz senin ilahına ibadet edelim' teklifi hakkı sulandırma ve onu çeşitlendirme çabasından başka bir şey değildir.
Vahyin bu çabalara cevabı şöyledir:
"Şüphesiz ki bu benim dosdoğru yolumdur. O hâlde ona uyun. Başka yollara uymayın. Sonra sizi O'nun yolundan ayırırlar. İşte sakınasınız diye Allah size bunları tavsiye etti." (6/En'am, 153)
Bu ayetin siyak ve sibakı ele alındığında mesele daha iyi anlaşılacaktır. 'Vasiyet' ayetleri olarak bilinen önceki üç ayette Allah subhanehu ve teâlâ müminlere tavsiyelerde bulunur. 'Allah'a ibadet edin, O'na hiçbirşeyi ortak koşmayın' ilkesiyle başlayıp, Müslümanlara farz olan ebeveyn hakkı, kul hakkı, zinanın, katlin, yetim malı yemenin haram oluşuyla ilgili hükümlerin beyanıyla devam eder. İtikadi, hukuki ve ahlaki öğretilerin mealini verdiğimiz ayetle sonlanması ise önemli bir mesaj içerir. İnane, hukuk ve ahlak olarak tek hak, takip edilecek yol ve uyulacak öğüt İslam'dır. Onun dışındaki tüm yol ve yöntemler insanı sıratı müstakimden koparacak saptırıcı yollardır.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu ayetin ve içerdiği 'hakkın tek oluşu' mesajının sahabenin gönlüne ve aklına hece hece nakşolmasını istedi. Ayet-i celileyi şöyle tefsir etti:
'Allah Rasûlü düz bir çizgi çizdi. 'Bu Allah'ın yoludur' dedi. Bu çizginin sağına ve soluna çizgiler çizdi. 'Bu yolların her birinin üzerinde şeytan vardır, ona davet eder' dedi ve bu ayet-i kerimeyi okudu. (6/En'am, 153)' (Müsned)
Modern meydan okuma ve postmodern aymazlığın insanlığa 'izafiyetçiliği' dayattığı zamanımızda bu hakikatlerin daha da belirginleşmesi gerekiyor. Her şeyin izafi olduğu, herkesin doğrusunun sadece kendini bağladığı ve her düşünceye hoşgörülü olmamız gerektiği yönünde telkinler; hakkı sulandırma ve batılı meşrulaştırma çabasından başka bir şey değildir. Aynı zamanda hak ehlinin uğruna yaşayıp uğruna öldüğü ve tüm benliklerini kuşatan hakkın tekliği ilkesini, buna bağlı olarak da mücadele azim ve iradelerini ellerinden almaktır.
İslami camianın içinde bu rüzgarın etkilerini müşahade ediyoruz maalesef. Bir grup tamamen bu görüşe taraftar olmuş durumda. Demokrasi ve fikir hürriyeti adı altında süzme demokratlara taş çıkartacak şekilde paralıyorlar kendilerini. Bir başka grup tarihin çöplüğünde nakil antikacılığı yapıyor. Tarihte konuşulmuş ve ortaya atılmış ne kadar fikir varsa bunları itinayla topluyor, geçmişe ait olması hasebiyle kutsuyor ve ilgili-ilgisiz birçok konuya iliştirip, sonuç olarak meselenin ihtilaflı olduğu kanısına varıyor. Böylece hakkın tek olmadığı, birden fazla doğru olabileceği çıkarımıyla hak çeşitlendirilmiş oluyor.
Buna mukabil hakkın tek oluşu ilkesini savunanlar aşırılık, bölücülük ve fitne yapmakla suçlanıyor. Hakka taraftar olmak isteyenlerin bu mahalle baskısı karşısında sabır ve yakinde direnmesi, vahyin öğretileriyle teselli olup, hakkın ve ehlinin azlığı gerçeğiyle yollarına devam etmeleri gerekiyor.