Hizbi Kontra Gerçeği

A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Hizb-i Kontra bir gerçektir. Bu kontra faaliyetleri nasıl başlamış? Nasıl oluşturulmuş? Kimlere karşı kullanılmış ve kimlere karşı faaliyet göstermiş? Bütün bunları, günümüze kadar nasıl bir süreç izlediğini ele alacağım. Belki biraz uzun olur. Ancak bu süreci bir bütün olarak ele almak gerektiğine inanıyorum.

Hizbullahi hareket, kurulduğu 1979’dan ta 1990 yılına kadar Rasulullah (sav)’in “Nebevi hareket metodunu esas alarak “Gizli Örgütlenme ve Açık Davet” merhalesinin gereği olarak davet, tebliğ ve irşad ekseninde faaliyet yürütmüştür. PKK ise 1984 yılında Eruh ve Şemdinli baskınları ile silahlı mücadele sürecini başlatmıştır. O dönemde devlet ve onun güvenlik ve istihbarat birimleri özellikle Kürdistan’da çok zayıf ve tecrübesiz idi. Bunu devletin o günün istihbarat ve güvenlik birimlerinin başında bulunan görevlileri de açıkça itiraf etmişlerdir.

90’a gelindiğinde PKK önemli ölçüde güçlenmiş, devlet ise bölgede kendi kışla ve karakolları dışına çıkamaz hale gelmişti. PKK, aldığı gücün havasına kapılarak Hizbullahi hareketi hedef almaya ve üzerine giderek şiddete başvurmaya başladı. Hizbullahi hareket, gösterdiği tüm gayretlere rağmen PKK bu tavrından vazgeçmediği için meşru müdafaa hakkını kullanarak kendini savunmaya ve tüm baskılara karşı direnmeye başladı. Bu çatışmadan her iki tarafın da zarar göreceğini, tek kazanan tarafın rejim güçleri olacağını defaatle PKK’ya anlatmasına rağmen PKK, bu tavrından vazgeçmedi ve çatışmaların şiddetini arttırdı. Hizbullah’ın dediği oldu ve rejimin istihbarat ve güvenlik birimleri bu çatışma neticesinde derin bir nefes almaya başladılar.

PKK-Hizbullah Çatışmasının Başlamasında Rejim Güçlerinin Etkisi Yoktur.

Defalarca bu olay yazıldığı için ben ayrıntısına girmeyeceğim. Ancak her kes bunu açıkça bilsin ki, PKK-Hizbullah çatışmasının başlamasında rejim güçlerinin dahli olmamıştır. Yani devlet güçlerinin başlattığı bir çatışma değildir. Hizbullah’ın ısrarla “Bu çatışmadan rejim güçleri kazançlı çıkar” ihtarına ve gayretlerine rağmen PKK’nın körü körüne basiretsizce dayattığı ve tahmil ettiği bir çatışmadır. Eğer rejim güçleri PKK’nın içine sızıp karar mekanizmalarına hakim olup böyle bir karar aldırmışsa bu ayrı. Ama kesinlikle PKK’nın dayatması sonucu ortaya çıkmış bir çatışmadır. Hizbullah bu çatışmanın olmaması için çok gayret göstermiş ve uzun süre karşılık da vermemiştir. Ancak, sonuçta Hizbullah’ın direnmekten başka seçeneği kalmamıştı.

Çatışma başladıktan sonra ve PKK gittikçe Hizbullah karşısında zayıflamaya başlayınca rejimin istihbarat ve güvenlik birimleri bu çatışmadan istifade etmeye ve dolayısıyla çatışmayı alevlendirmeye başladı. Hatta çatışmanın olmadığı yerleşim yerlerine çatışmayı yaymak istedi. Bu süreçte Hizbullahi hareket rejim güçlerinin dikkatini daha çok çekmiş ve bu güçler, harekete yönelmeye ve tanımaya çalışmışlardır.

Yeri gelmişken birkaç hususa değinmeden geçemeyeceğim. Bilindiği gibi düşmanları Hizbullahi hareketi devletin çıkardığı ve PKK’ya karşı kullandığı iddia ve ithamında bulunuyorlar. Lakin bu çatışma sürecinde dikkate değer bazı gerçeklerin halkımız tarafından bilinmesini istiyorum. Bu süreçte Hizbullahi Müslümanlar bölgenin her yerinde çok büyük sıkıntı ve meşakkatlerle karşı karşıya kaldılar. Şahsi, ailevi, ticari güvenlikleri sıfıra indi. Evleri ve işyerleri saldırıya uğrayıp yakıldı, kundaklandı, bombalandı. Evlerinden, mahallelerinden ve köylerinden çıkamaz hale geldiler. Özellikle, İdil, Cizre, Silopi, Nusaybin gibi yerlerde ambargoya maruz kaldılar. Bütün sıkıntılara rağmen, cenazeleri yerde iken, ev ve işyerleri saldırıya uğramışken, evlerinden çıkamaz hale gelmişken bir gün olsun bir Müslüman ne polise veya karakola haber verdi, ne yardım istedi ne de bilgi verdi. Olayların ardından gelen polislerin bütün baskı ve dayatmalarına rağmen ve bunlar sizi öldürüyorlar niye siz onlardan şikayetçi olmuyorsunuz? Niye onlar hakkında bilgi vermiyorsunuz? Diye telkin ve tahriklerde bulunmalarına rağmen bir gün olsun ne kimse şikayetçi olmuş ne de bilgi vermiştir. Eylemler esnasında yakalanan Müslümanlara yaptıkları bütün işkencelere rağmen PKK’lılar hakkında zerre kadar bilgi alamamışlardır. Ancak yakaladıkları PKK’lıların çoğu tanıdığı tüm Hizbullahi Müslümanların bilgilerini polise veriyor ve gerekirse kapısına kadar getirip evi gösteriyordu.

Yine bu çatışmalar esnasında PKK’nın Hizbullahi Müslümanlara yönelik yaptığı evlere saldırı, yaşlı-çocuk, kadın-erkek farkı gözetmeksizin insanları katletmesi, tüm aile bireylerinin bulunduğu evlere hiçbir endişe taşımadan roketlerle saldırması, bombalaması, yollara döşedikleri mayınlarla araç ve yolcularını havaya uçurması, çapraz ateşe tutması ve buna benzer onlarca hunhar ve vahşice saldırılara ses çıkarmayanlar; Hizbullahi eylemcilerin çarşı ortasında yaptıkları eylemleri örnek göstererek Hizbullahi Müslümanların güvenlik birimlerince korundukları ithamında bulunmaları tutarsız bir çelişkiden başka bir şey değildir. Şurası istatistiklerle ispat edilebilir ki; PKK’nın Hizbullahi Müslümanlara yönelik gerçekleştirdiği eylemlerin yüzde biri bile güvenlik birimlerinin müdahalesi ile sonuçlanmamış ve bu eylemlerin sonucunda PKK’lılardan kimse yakalanmamıştır. Buna mukabil Hizbullahi eylemcilerden onlarcası ya eylemleri esnasında ya da eylemlerinden sonra PKK mensuplarının ihbar ve yol göstermesi sonucu güvenlik birimleri ile çatışmaya girmiş, onlarcası şehid olmuş, onlarcası da yaralı veya sağ yakalanmıştır. Buna onlarca örnek verilebilir. PKK mensupları bu hususta güvenlik birimlerine yardımcı olmaktan veya onlardan yardım görmekten çekinmediği gibi bunu gönül rahatlığı ile de yapmışlardır.

Evet, çarşıların ortasında eylemler gerçekleştirilmiştir. Ama bunu sadece Hizbullah değil aynı zamanda PKK da yapmıştır. Kaldı ki, bu çatışmalar devletin faydasına olduğu için bu çatışmanın çıkmasına sevinmiştir. Eğer bir müsamaha varsa bunu her iki taraf için düşünmek lazımdır. Ve şüphesiz ki, rejim güçleri bu çatışmadan memnun olduğu için alevlenmesini ve sürmesini de istemiştir. Hizbullah bunu defalarca PKK’ya ihtar etmesine rağmen PKK, buna kulak vermemiş “neyin faydamıza veya neyin zararımıza olacağını sizden öğrenecek değiliz” diye cevap vermiştir. Ve ne yazık ki, kötü bir neticeyle sonuçlanmıştır.

Gelelim güvenlik ve istihbarat birimlerinin kontra faaliyetlerine. Bu faaliyetler ilk olarak PKK-Hizbullah çatışmasını alevlendirmek ve tüm bölgeye yayma girişimi ile başladı. Bu çatışma sürecinde güvenlik ve istihbarat birimleri Hizbullah hakkında yavaş yavaş bilgi toplamaya ve elde etmeye başladı. Gücünün boyutlarını gördükçe içine eleman sızdırmaya ve buna karşı yeni tedbirler almaya başladı. Önce Silvan ve Batman çevresi ağırlıklı PKK-Hizbullah çatışmasını daha da alevlendirmek ve daha başka yerlere de sıçratmaya gayret gösterdiler. Bu kapsamda Ali Haydar Kaya ve Musa Yüce ekibi faaliyetleri başta gelir. Bu iki kişi Hizbullahi hareketin tabanı içerisinden kazanılmış kişilerdir. Bunlar bir ekip ile birlikte teorik ve pratik eğitime tabi tutulmuş, polis ile başlayan serüvenleri Mit ve bilahare Jitem ile devam etmiştir. PKK yaptığı yanlışın bedelini ağır ödemiş şehir merkezleri ve köylerde Hizbullahi harekete karşı eylem yapamaz hale gelmişti. Hizbullahi hareket, çatışmaların devamından yana olmadığı için PKK eylemleri durunca o da karşılık vermeyi durduruyordu. Polis ve Jitem bu çatışmayı devam ettirmek için her iki tarafa yönelik eylemlerde bulunuyordu. Ancak Hizbullahi hareket bu maksatla yapılan eylemlerin farkına vardı ve bu oyunu bozmaya çalıştı. Nihayet bir çok eyleme ve birçok müslümanın şehadetine rağmen bu planın önüne geçebildi. Bu taktik tutmadı ve çok çabuk fark edilerek akamete uğratıldı. Bu maksatla yapılan eylemlere onlarca örnek verilebilir. Daha önce sitemizde yayınlanan yazı dizilerinde bunların bir kısmına örnekler verilmiştir.

Mesela, durmuş olan çatışmayı tekrar alevlendirmek için polisin devşirdiği ve Hizbullahi harekete karşı kontra faaliyetlerinde kullandığı Murat Kurtboğan ve PKK itirafçısı bir başka kişiyi kullanarak Tatvan’da Mola Gıyaseddin’i şehid etmeleri olayı gibi. Murat Kurtboğan kaldığı cezaevinden alınarak PKK itirafçısı ile birlikte polisin korumasında bu eylemi gerçekleştiriyorlar. Ardından Şehid Mola Gıyaseddin’in katilleri oldukları iddia edilen birkaç kişi yakalanıyor ve PKK’lı olarak takdim ediliyor. Yani olay PKK’ya mal ediliyor. Kısacası PKK-Hizbullah çatışmasını körüklemek ve başka yerlere yaymak için her iki taraftan kazandıkları ajan ve işbirlikçilerden kontra ekipler oluşturularak buna benzer bir sürü eylem gerçekleştirilmiştir.

(Devam Edecek inşaallah)

Selam ve dua ile...

SAİD GABARİ
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Hizbullahi Hareketi Halkın Gözünden Düşürmek ve Teveccühü Kırmak İçin Yapılan Kontra Faaliyetler:

hizbi-kontra2.jpg
Hizbullahi Hareket bölgede güç konumuna gelip belli bir etkinliğe sahip olunca devletin güvenlik ve istihbarat birimleri, bu gücü ve etkinliği kırmak ve halkın teveccühünü baltalamak için kontra yöntemlere başvurdu. Burada özellikle 93-94’ten sonra güvenlik ve istihbarat birimlerinin Hizbullahi Harekete karşı verdikleri mücadelenin konseptine değinmekte fayda vardır. Bu yeni konseptte; “Hizbullah örgütüne karşı yasa ve kanunlarla mücadele vermede başarılı olunamaz. Ancak bu örgüte karşı örgüt ve gayri meşru yol ve yöntemlerle mücadele verilebilir.” Anlayışı benimsenmişti. Bakın bu konseptin gereği olarak hangi kontra faaliyetleri geliştirilmiş!

Hedef; Hizbullah cemaatini halkın nazarında şüpheli duruma getirmek, halkın teveccühünü kırmak ve cemaati hedefinden saptırarak tasfiye etmektir. Bunu gerçekleştirmek için her türlü gayri meşru yol ve yöntemlere başvurulabilir. Bu kapsamda yapılan faaliyetler kendilerine bağlı ajan, muhbir ve işbirlikçiler vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir. Bunlar, yapacakları faaliyetler hususunda gerekli eğitimlere tabi tutulmuş ve organizeli olarak bu faaliyetler gerçekleştirilmiştir. Özellikle bu alanda yapılacak işlerde İslami kimlikleriyle tanınan ancak gerçekte güvenlik ve istihbarat birimlerine hizmet veren ve onlara bağlı ajan, muhbir ve işbirlikçilerin seçilmesi, yapacakları tahribatların daha etkili olabilmesini sağlamaya yöneliktir.

Bunları başlıklar halinde özetlersek bu ajan, muhbir ve işbirlikçiler vasıtasıyla;

-Hizbullah cemaatinin itibarını düşürmek ve halkın nazarında şüpheli bir konuma sokmak için Hizbullah’ın devlet destekli, devlet kaynaklı ve PKK’ya karşı kullanmak maksadıyla kurulduğu ithamının yapılması ve kamuoyunda bu şekilde propaganda yapılarak karalanması.

-Cemaat tabanına yönelik fitne ve fesat çıkarma gayretleri: Bu hususta kendilerine bağlı ajan ve işbirlikçiler vasıtasıyla cemaat içerisinde rahatsızlığı, sorunları ve hastalığı olan kişileri cemaate karşı kışkırtmak, fitne ve fesat çıkarmak, ayırmak veya aleyhe döndürmek için çalışmak.

-Cemaat adını kullanarak insanları cezalandırmak: Ajan ve işbirlikçilerin de içinde bulundukları istihbarat birimlerine bağlı ekipler cemaat adını kullanarak bölgeden ta İstanbul’a kadar gözlerine kestirdikleri insanları cemaat adına cezalandırmışlardır.

-Cemaat adını kullanarak halktan zorla zekat toplamak: Cemaat Müslümanların zekatını istiyordu. Ancak hiçbir zaman zekat vermediği için kimse cezalandırılmamıştır. Bu ajan ve işbirlikçilerin yardımı ile halktan zorla zekat istenmiştir. Burada çok daha vahimi; zekatı olmayanlardan da zorla zekatın istenmesi ve böylece cemaat aleyhinde kötü bir imajın oluşturulmasıdır.

-Cemaatin imajını kötülemek için Cemaat mensubu sıfatıyla halka eziyet etmek, haksızlık yapmak ve haksız çıkar sağlamak.

-Cemaat adına fidye karşılığı adam kaçırmak:

-Cemaat adını kullanarak tehdit ve şantaj yoluyla halktan zorla para toplamak.

-Gasp, soygun ve hırsızlık faaliyetleri: Polis’in oluşturduğu ve cemaate karşı kontra faaliyetleri yürüten çetenin üyesi A. Ş. Ve bir ara çetenin faaliyetlerine istemeden dahil olan A. H. A. Bu hususta şunları söylüyorlar: “polisin yol göstermesiyle ve teşvikiyle gasp, soygun ve hırsızlık yapma hususunda korkulacak bir merci kalmayınca rahat bir şekilde duruma göre bu yollara başvurduk. Bu tür faaliyetlerde zaman zaman polis ve yerine göre de başka çetelerle işbirliği yapıyorduk. Nusaybin şehir merkezinin tam ortasında mütedeyyin bir ailenin kuyumcu dükkânları polisin yardımı ve JİTEM’e bağlı başka bir çete ile ortaklaşa soyuldu. Yine bir Müslüman’a ait bir araç çete başı Yahya ve polisler tarafından gasp edilerek satıldı. Cemaat mensubu sıfatı ile fakir ve sempatizan durumunda bulunan insanların araçlarını alım adı altında gasp ederek satma ve paralarını vermeme, ticari işyerlerinden hırsızlık yapma gibi davranışlar sergileyerek halkın cemaate karşı nefret duyguları içerisine girmeye sebep oluyorduk. Bu faaliyetlerden maksadımız da zaten bu idi”

- Cemaat gücünü çek-senet tahsili ve mafya türü işlerde kullanma: A. Ş. bu hususta şunları söylüyor: “ özellikle maddi sorun ve anlaşmazlıkları bulunanlardan çete elemanlarına başvuruda bulunanlar ile anlaşıp karşı tarafı sıkıştırıyorduk. Cemaat gücünden istifade ederek karşı tarafı verdiğimiz çözümü kabule zorluyorduk. Başka çareleri yoktu zaten. Bu şekilde haklıyı haksız, haksızı haklı yaparak hem cemaatin imajını zedeliyorduk hem de anlaştığımız taraftan da payımıza düşeni alıyorduk. Bununla beraber bölgede sorunlu olan arazilere yönelik elimizdeki bilgilerden istifade ederek birileri ile anlaşıp ya bu arazilere el koyup satıyorduk ya da işletenlerden haraç alıyorduk. Alacaklarını tahsil etmede zorlananlardan bize başvuranlarla anlaşma yoluna giderek alacaklarını aldığımız takdirde bize ne kadarını vereceği hususunda pazarlık yapıyorduk. Yavaş yavaş çemberi genişleterek çek senet tahsiline başladık. Adeta bir mafya çetesine dönüşmüştük. Artık sadece bölgede değil, ta Mersin ve Antalya’ya kadar hüküm sürmeye çalışıyorduk. Özellikle Akdeniz bölgesinde çek-senet tahsili işine girmiştik. Hızlı girmiş olacağız ki, Mersin ve Silifke’de bu işlerden dolayı karakolluk olduk. Oradaki polislerin bizden haberleri olmadığı için yaptıklarımızdan dolayı şikâyetçi olanların şikâyetleri üzerine gözaltına alındık. Sonra Mardin’den polis devreye girince bizi serbest bıraktılar.”

-İçki, kumar ve fuhuş işleri yapma: Yine A. Ş ve A. H. A’nın ifadelerine bakalım.

“Bölgede bu çete ve polisin işbirliği ile cemaat adına zekat toplama, halkı cezalandırarak, haksızlık ve zorbalıkla toplanan haraç, haksız yollardan sağlanan rant, hırsızlık, gasp ve soygundan, çek-senet tahsilatından ve mafya türü işlerden yüksek miktarlarda para toplanıyordu. Bu paralar öncelikle polis ve çetenin başı arasında bölüşülüyordu. Çetenin ikinci ve üçüncü derecedeki üyelerine de daha düşük miktarlarda dağıtım yapılıyordu. İkinci ve üçüncü derecedeki üyelere verilen miktarlar ancak geçimlerine yetiyordu. Onun dışında zevk ve eğlence yerlerine de ancak polis ve çetebaşının sayesinde gidilebiliyordu. Onlar da yaptıkları ikramlarla bir nevi çete üyelerine büyüklüklerini gösteriyorlardı. Bizler çete olarak elimizdeki paraları genelde eğlence yerlerinde çarçur ediyorduk. Çete üyeleri sürekli Nezirhan tesislerine gidip orada güzel yemekler yer, içki içer, kumar oynar ve fahişelerle zaman geçirirlerdi. Bunun dışında da çetebaşı Yahya’nın daha önce irtibatlı olduğu kadın dostu vardı. Sürekli onun yanına gider dolaştırır, otellerde onunla sefa sürerdi. Aynı zamanda bu kadının çalıştığı yerler hakkında da ondan bilgi alırdı. Bu kadın dışarıda örtülü ve Müslüman olarak kendini gösterir ve İslamcı geçinen bir çevrenin ticari işlerinde sekreterlik yapardı. Yine çete üyeleri olarak sürekli Akdeniz bölgesine, Mersin’e, Silifke’ye, Antalya’ya ve sahildeki eğlence ve tatil beldelerine gider elimizdeki paraları yukarıda saydığım eğlencelerle çarçur ediyorduk. Bu hayata battıkça daha çok polislerin verdikleri talimatları uyguluyor ve daha çok onlarla bütünleşiyorduk. Din, ahlak ve namus diye bir mefhum kalmıyordu. Gittikçe İslam'a ve Müslümanlara daha çok düşman olmaya ve kin beslemeye çalışıyorduk. Artık öyle olmuştu ki, polisin talimatını beklemeden de işlere girişiyorduk. Ve böylece hem kazanıyorduk hem de polisin istediği gibi cemaati de halkın arasında karalayıp lekeliyorduk”.

İnsanları Tuzağa Düşürerek Şantajla İşbirliğine Razı Etme: Polisin kullandığı çeteye mensup Mehmet adlı genç resmi imam çok ilginç faaliyetleri icra etmiş. A. Ş. adlı çete üyesi bunun hakkında şu bilgileri verir. “Mehmet adlı genç resmi imam, çoğunlukla kendi yaşıtları olan ve tanıdığı genç imamlarla ilgileniyordu. Onun Mele Behçet adında bir arkadaşı daha vardı. Bu da kendini mele olarak gösteriyordu. Behçet’in yanında bir kadın vardı etrafına karısı olarak tanıtıyordu. Halbuki karısı olmadığı gibi onunla çalışan bir muhbir ve fahişe idi. Bu ikisi bölgede tanıdıkları molla arkadaşlarını Van’da bir otele davet ederler. Yanlarındaki kadın da yanına birkaç fahişe daha alarak mellelerin olduğu otele gider ve fahişeleri mellelerin başına musallat ederek alem yapmalarını sağlıyorlar. Sonra polise haber verip otele baskın düzenleyip görüntülerini çekiyorlar. Bu görüntülerle kendilerine şantaj yaparak işbirliğine razı etmeye çalışıyorlar”.

(Devam Edecek)

Selam ve dua ile.

SAİD GABARİ
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Cemaat mensubu sıfatı ile gayri İslami ve gayri ahlaki davranışlarla cemaati halkın nazarında karalamak:

Jitem, Hizbullahi harekete karşı kontra faaliyetlerinde kullandığı işbirlikçilerine bakın hangi taktik ve yöntemlere başvurmalarını ve hangi talimatları vermişler. A. T adlı muhbir bu yöntem ve talimatları şu şekilde izah eder:
“ sen ne yapıp edip cemaat’in tam güvenini kazanmalısın. Cemaate itaatkar ve çok çalışkan ol. Her işe koşmaya ve fedakar olmaya çalış. Bol bol infakta bulun ve zekat ile senden istenen yardımları esirgeme, yapılacak işlerde hep öne çıkmaya çalış. Bu şekilde hem cemaat içerisinde yükselmelisin hem de halk arasında cemaatin önemli bir adamı konumuna gelesin. Hatta ilerideki işlerde daha konumlu olabilmen için hacca git. Bu ünvanınla halk arasında daha çok tesirli olursun. Cemaat içerisinde yükselirsen bizim için çok daha verimli olursun. Halk arasında da cemaatin önemli bir adamı olarak tanınman yine cemaate karşı yapacağımız faaliyetler açısından daha tesirli olursun. Yine kendi çevrendeki özellikle maddi durumları düşük cemaat mensuplarını topla ve onlara iş ver ve bol bol yardımda bulun ki hem ilerde onlar üzerinde etkili olabilesin ve aynı zamanda onlar da cemaat içerisinde daima sana destek ve arka çıksınlar. Hem onları kazanmış olacağız hem de cemaat içerisinde senin için tampon görevi görürler. Kendini her yerde ve her ortamda cemaatin yetkilisi olarak tanıt. Cemaat içerisinde konumunu bu şekilde güçlendirirken öbür yandan halka yönelik icra etmek istediğimiz faaliyetleri artık icra edebilirsin. Buradaki maksadımız, senin bu sıfatınla halka yönelik yapacaklarının tesirli olmasıdır.

• Sürekli etrafında toplayacağın ve güveneceğin bir iki kişi ile halkı ziyaret et, cemaatin usullerinin tersine zamansız ve uygun olmayan zamanlarda ziyaretleri yap. Ziyaretini yine cemaatin usullerine aykırı olarak uzun tut ve ziyaret ettiğin insanları bu şekilde rahatsız et. Ziyaretlerinde sürekli aşırı giderek insanları tekfir et, ziyaret ettiğin kişileri İslam'a yakınlaştırmaktan çok üslubunla uzaklaştırmaya çalış. Güya islamı anlatacaksın ancak sevdirmekten çok nefret ettireceksin. Güya cemaatti şanına yakışır bir şekilde temsil edeceksin ancak davranışlarınla insanların cemaatten nefret etmesini sağlamaya çalışacaksın.

• Sürekli molla ve ilim ehlini cemaat adına ziyaret et, onlara cemaat adına kendilerini ziyarete geldiğini söyle. Bu ziyaretlerin esnasında sürekli tartışmacı bir üslup kullan. Onlarla ilmi tartışmalar yap. Onlara karşı bilgicilik tasla ve kibirli davran. Onların konuşmalarını sürekli kesip araya gir. Ayet ve hadisleri yanlış oku ve yanlış yorumla. Bu şekilde davranırsan molla ve ilim ehlinin cemaatten nefret etmesine ve uzaklaşmasına sebep olacağın gibi bu kesimin halk arasında cemaat aleyhinde propaganda yapmasına vesile olursun. Cemaat mensuplarını cahillikle ve adab-usul bilmemekle itham edecekler. Yaptığın ziyaretlerinin sonucunu da cemaate çok müspet geçtiği şeklinde iletirsin.

• Sen esnaf ve tüccar bir adamsın. Halkın sana düşen işlerini savsakla, sağlam yapma, işe sahtekarlığı karıştır, zamanında teslim etme, yani işlerini bitirinceye kadar iş sahiplerinin canlarını çıkar. Öyle yap ki her yerde cemaat aleyhinde propaganda yapsınlar. Alacak verecek işlerinde sürekli hile ve sahtekarlığa başvur, kimsenin borcunu zamanında ödeme, alacaklılarına ise sürekli eziyet edip onları sıkıştır, minnet ederek onlara haksızlık yapmaya çalış. Böyle davrandığın zaman kimse sadece senin şahsını hedef almaz, herkes cemaati kötüleyecek.

• Gerek ev ve gerekse işyeri komşularını sürekli rahatsız et. Müsait olmayan zamanlarda işye-rini çalıştır ve rahatsızlık vermeye çalış. Ahlakınla muamele ettiğin insanlara kötü bir imaj oluştur. Yapabileceğin herkese zulüm ve haksızlık yap.

• Sürekli kadın ve kızlara bak, bakışların cemaat mensuplarının şahsiyetlerini zedeleyecek şekilde olsun. Kadınlarla haşir-neşir ol ve mutlaka birlikte olmalısın.”

hizbi-kontra3.jpg
Batman emniyet müdürü M. Emin Körpe kontra faaliyetlerinde kullandığı A. Demir adlı işbirlikçiye şu talimatları veriyor: Cami çalışmalarını sabote etmek için gelen çocukları kendine çekerek onlara sarkıntılıkta bulun. Halk seni Hizbullahi bildiği için mahallede ve sokaklardan geçerken kadınlara el at, sarkıntılıkta bulun, hakaret et, camilerin mihrab ve minberlerine necaset atın ve kendin de oraları pislet, Perşembe günleri halkın mezar ziyareti yaptığı esnada onların arasına dalıp kadınlara sarkıntılıkta bulun, cemaat adına sempatizanların evlerine giderek orada kalmaya, hem rahatsız etmeye hem de çocuklarına sarkıntılıkta bulunmaya çalış. Ne yazık ki, bu işbirlikçi yaratık bütün bunları ve burada yazmaya haya ettiğim daha bir çok pisliği yapmış ve bu yaptıkları yaşadığı çevrede cemaate mal edilmiştir.

Yukarıda yazdıklarım güvenlik ve istihbarat birimlerinin cemaati halkın nazarında karalamak ve halkın teveccühünü kırmak için kendilerine bağlı ajan, muhbir ve işbirlikçilerin tümünden istedikleri ve harfiyen yerine getirdikleri faaliyetlerdir. Sadece birkaç örneğini verdim. Bu örnekler gibi hatta daha feci yüzlerce örnek mevcuttur. Yazmaya çalışırsam ciltlerle kitap ortaya çıkar. Evet hizbul-kontra gerçeği işte budur. Bu işin sadece bir cephesidir.

(Devam Edecek)

Selam ve dua ile..

SAİD GABARİ
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Cemaat içinden ve dışından alternatif yapı ve oluşumların oluşturulmaya çalışılması:

Rejimin istihbarat ve güvenlik birimlerinin Hizbullahi harekete karşı kontra faaliyetleri kapsamında mücadele verdiği bir başka cephe ise: cemaat içinden ve dışından alternatif yapıların oluşturulması ve bu sayede cemaatin zayıflatılarak dağıtılmasına çalışmalarıdır. Bu hususta daha önce yazdığım için “REJİM’İN HİZBULLAHİ HAREKETE KARŞI DERİNDEN MÜCADELESİNİN KARANLIK VE KİRLİ PERDELERİ” adlı dizi yazının 15. Bölümünü bir kısmını tekrardan buraya alıyorum.

… Bu bölümde, rejimin derin devletine bağlı güçlerin Hizbullahi Hareketi bölmek, parçalamak ve gücünü zayıflatmak için oluşturmaya çalıştığı alternatif olabilecek yapılar ve oluşumları ele alacağım. Üç örnekle (Biri MİT’ten, biri JİTEM’den ve biri de Polis İstihbaratından olmak üzere) bu konuyu izah etmeye çalışacağım.

İbrahim Sarıaltun, polisle işbirliğine başladıktan sonra gösterdiği başarılar nedeniyle MİT’e kaydırılmış ve çok daha önemli faaliyetler icra etmiştir. Yukarıda bahsi geçen alternatif yapılanma ve oluşumlar hakkında detaylı bilgiler verirken bu projelerden bir tanesi hakkında şu bilgiyi verir: “Bölge kökenli Molla, Şeyx, Seyyid ve dindar olarak bilinen bürokratlardan müteşekkil bir grup tarafından MİT’in tasarladığı bir proje dahilinde bir vakıf kuruldu. (bu vakfın ismini ve bu grupta yer alanların isimlerini şu anda vermeyeceğim) Bu vakıf hem İslami hem de Kürd halkının dikkatini çekecek milliyetçi çağrışımlar yapan bir isimle kuruldu. Kurucuları, hem dindar hem de milliyetçi vasıflara sahip, popüler, bölgenin Seyyid, Şeyx ve Molla ailelerine mensup; bazıları zamanında Hizbullahi Harekete yakınlıkları ile tanınmış ve daha sonra uzaklaşmış, bölgede dindar olarak tanınan bürokrat, eski ve yeni milletvekillerinden oluşuyordu. Bu şahıslar ve oluşumları, zahirde rejim muhalifi söylemlere sahip ve Kürd’lere yönelik olarak faaliyet gösterecek ve bu yapıları ile Hizbullahi Harekete alternatif bir güç olarak onun gücünü ve etkinliğini kıracaktı. Ayrıca bu oluşum bölgede ve Türkiye genelinde faaliyet gösteren ve bölge kökenli diğer grup ve oluşumları da kontrol altına alarak kendi bloklarına alacaklardı. Bu oluşum sadece Türkiye ile sınırlı kalmayacak Hizbullahi Hareketin yurtdışındaki imajını karalamak için de faaliyet gösterecekti. Nitekim Güney Kürdistan’daki İslami Hareketlere giderek Hizbullahi Hareket aleyhinde kulis faaliyetleri yapmışlardı. Filistinli ve Lübnanlı İslami Hareketler nezdinde de aynı girişimlerde bulunmuş; kulis faaliyetlerini icra edeceklerdi.” MİT’in bu projesi kamil anlamda oturtulmadan İbrahim Sarıaltun’un yakalanmasıyla cemaat tarafından deşifre edildi. Deşifre olduktan sonra plan başarısızlığa uğrayıp akim kaldı.

İkinci örneğimizi JİTEM’den vereceğiz. Önceki bölümlerde şahsı ve faaliyetleri hakkında bilgi verdiğimiz Ali Haydar Kaya. JİTEM’in kontrolünde gelişen bir proje hakkında çok detaylı bilgiler verir. Bu projenin detaylarına geçmeden önce projenin başaktörü hakkında ismini vermeden biraz bilgi verelim.

Silvan’da ikamet eden molla etiketli bir şahıs cemaat ile beraber iken, cemaat onu İslami hizmetler için teşvik eder ve ön plana çıkarır. Bu şahıs mağrur nefsi kabararak cemaat ile sorunlar yaşamaya başlar. Aynı zamanda bu şahıs ünlü bir jitemcinin oğlu üzerinde alaka yapar. Bu genç daha sonra babasının öldürülmesiyle onun yerine geçer ve jitemin önemli bir elemanı olur. Hem Ali Haydar Kaya hem de bu genç bu şahıs üzerine çalışır ve onu cemaat aleyhinde kışkırtarak ayrılmasını sağlarlar. Bu şahsın cemaatle sorun yaşamasındaki bir başka neden de; Şia akidesini ve Caferi mezhebini ön plana çıkararak tefrika ve fitne çıkarmaya yönelik gayretleri idi. Cemaat, “hiç kimsenin akide ve mezhebine karışmama” prensibi gereği bu şahsın da akide ve mezhebine karışmadı. Ancak bölgede böyle bir gayret içerisine girmemesi gerektiğini, sorunumuzun akide ve mezhep olmadığını bu gayretlerin bölgede tefrika ve ihtilafların baş göstermesine sebep olacağını asıl işimizin İslam’a hizmet olduğunu ifade ederek onu hizmete teşvik ediyordu. Ancak bu şahıs kendi bildiğini okudu ve cemaatle yollarını ayırdı. Yolunu ayırdıktan sonra cemaat kendisine karışmadı. Bu şahıs beraberinde azda olsa bir grup insanı götürdü. Ali Haydar Kaya Cemaat tarafından yakalanınca işin perde arkası aydınlandı ve işin içinde hangi maksatların olduğu ortaya çıktı. Halbuki o zamana kadar cemaat bu projeden haberdar olmadığı gibi ayrılmanın da tamamen nefsi, akidevi ve mezhebi farklılıklardan kaynaklandığını biliyor ve karışmıyordu. A. Haydar Kaya bu proje hakkında şu bilgileri verir:

“Söz konusu şahsın cemaat ile akidevi ve mezhebi sorunlar yaşadığı JİTEM tarafından fark edilince bu sorununa el atılarak bir projeye dönüştürüldü. Şia akidesi ve Caferi mezhebinin bölgede yaydırılarak hem cemaate alternatif bir yapının oluşturulması hem de bölgede Şii-Sünni tefrika ve ihtilafının baş göstermesi ekseninde cemaatin gücünün ve desteğinin kırılması hedeflendi. Bu maksatla söz konusu şahıs desteklenerek yönlendirildi. Bu şahıs ve arkadaşları İran’a gönderilerek “İran destekli” imajı yaratıldı. Ondan sonra bir kısım elemanları İran’a eğitime gönderildi. Bununla beraber İran’dan molla kisvesinde bazı şahıslar davet edilerek bu güruhun elemanlarına moral ve destek maksatlı sohbetler düzenlendi. Bu güruh İran destekli ve ilim ehli bir imaja kavuşturuldu. Bölge Müslümanlarının İran’a olan sempatileri hesaba katılarak özellikle İran destekli gösterme gayretleri bölge Müslümanlarının bu sempatilerini celbetmeye yönelikti. Bu güruh, bütün gayretlerini bölgede cemaat aleyhinde yoğunlaştırarak Şia propagandası yapmaya başladı. Bununla yetinmeyip insanları cemaatten ayırmaya, mut’a nikahı adı altında insanları fuhşa bulaştırarak fesat çıkarmaya başladı.”

İşin bu boyutlara varması cemaati harekete geçirdi. Bu güruhun bazı elemanları yakalandı baş aktörleri ise o zaman kaçmayı başardı.

Üçüncü örneğimiz ise Polis’in tasarlayıp oluşturduğu “İslamcı Mafya” projesidir. Polis, bu proje ile birkaç maksadı birlikte elde etmeyi hedeflemişti.

Birincisi; Hizbullahi hareketin içinden elemanları katarak cemaatin içine sızıp iğfal yollarını açmak ve cemaat yapısında gedikler açarak fesat çıkarmak.

İkincisi; Hizbullahi hareketi kamuoyunda mafya ve çıkarcılıkla özdeşleştirip lanse etmek ve bu yolla yüce hedeflerine halel getirmek.

Üçüncüsü; Hizbullahi hareketi hem içte hem de dışta İslami camiada sabıkalı duruma düşürmek.

Polis, direk olarak bu organizasyonları cemaat içerisinden oluşturamadı. Bu nedenle cemaatle herhangi bir şekilde, (sempatizan, cemaat mensupları ile akrabalıkları bulunan…) münasebetleri bulunan ve İslamcı geçinen şahıslar vasıtasıyla çeteler oluşturup işe başladı. Ondan sonra yavaş yavaş cemaat içerisinden ulaşabildikleri ya da iğfal ettikleri kişileri bu organizasyonların içine almaya başladılar. Nitekim daha sonra itirafçı olacak Şaban ….. gibileri bu tür şebekelerin içine çekildi ve yanlarında bulunan cemaate ait silahlardan da suistifade edilmek istendi. Cemaat bu tür faaliyetlerin kokusunu alır almaz müdahale etti ve büyük bir tuzak Allah’ın yardımı ile akamete uğratıldı. Nesim Malki cinayeti böyle organizasyonların uzantısıdır. Cemaat kendisine karşı kurulan bu tuzağı fark etti ve bertaraf etti. Ancak ne yazık ki cemaat dışında kalan diğer İslami grupların kendilerini bu tehlikeden muhafaza etmede ne kadar hassasiyet gösterdikleri, ne kadar farkında oldukları veya ne kadar tedbir aldıkları hususunda sevindirici bir ifade kullanmakta zorlanıyorum. Nitekim bu tür tuzaklara düşen bazı kesimler hakkında duyumlar alınmaktadır.

Polis’in İslami hassasiyetlere sahip Müslümanlara yönelik bu tür tuzakları kurmaya ve onları bu tuzaklara düşürmek için elinden gelen gayreti göstermeye devam ettiği; yakın dönemde icra ettiği bazı operasyonlarla da açıkça görülmektedir.

Kontra faaliyetleri için verilen eğitimler:

Devletin her üç istihbarat ve güvenlik birimi kazandıkları ajan, muhbir ve işbirlikçileri cemaate karşı kontra faaliyetlerde kullanmak için özel eğitime tabi tutmuşlardır. Bu eğitim hem teorik hem de pratik alanda verilmiştir. Mit, kullanacakları elemanları Bolu-Düzce ve Yalova üçgenindeki kamplarında özel eğitime tabi tutmuştur. Jitem; bölgedeki karakol ve kışlalarda bu eğitimi vermiş. Mesela Silvan jandarma komutanlığında, Hasankeyf’in çevresinde bulunan bir karakolda ve hatta Kuzey Iraktaki Birleşmiş Milletler bayrağı temsilciliği adı altında kullandığı karakollarda ajan ve muhbirlere bu eğitim verilmiştir. Polis de aynı şekilde belirli polis karakollarında ve çevik kuvvet merkezlerinde eğitim vermiştir.

Evet devletin güvenlik ve istihbarat birimlerinin karakol, kışla ve kamplarında eğitim verilmiş, eğitilenler olmuştur. Ancak, bunlar Hizbullahi harekete karşı kontra faaliyetler göstermek için ve hareketi ifsat etmek için eğitilmiş ve yetiştirilmişlerdir.

Rejimin istihbarat birimleri cemaati El-Kaide ile ilişkilendirmek ve dış destekli olduğunu lanse etmek için bir çok yola başvurdu. Hatta medyada bu yönde birkaç haber bile yayınlattı. Ancak bütün gayretlerine rağmen bunu başaramadı.

Şu anda da rejimin güvenlik ve istihbarat birimleri bu çalışmalarından vazgeçmiş değildir. Şu anda da cemaate karşı alternatif yapılara destek vermekte ve yenilerini türetmeye çalışmaktadır. Özellikle Kürdistan’da el-kaide bağlantılı ve buna zıt olarak da şia akidesini taşıyan birimler oluşturmaktadır. Alttan alta bir faaliyet vardır ve biz de bunun farkındayız. ellerinden gelse çok daha fazlasını da türetecekler.

Hizbullahi hareketin en çok uzak durduğu, en istemediği ve adete şeytandan kaçarcasına kaçtığı şey hareketin rejim ile ilişkilendirilmesi ve adının rejim ile anılmasıdır. Bunu küfürle eşdeğer tutmaktadır. Çünkü laik-kemalist rejimin küfür rejimi olarak görür. İstihbarat birimleri de bunu bildiğinden Hizbullahi hareketi halkın nazarında meşkuk duruma düşürmek ve teveccühü kırmak için bu noktadan saldırmakta ve yüklenmektedir. Bunu tüm imkanlarını seferber ederek yapmaktadır. Bürokratlarını, siyasetçilerini, medya mensuplarını ve nüfuz edebildiği her kurumu ve kişiyi kullanmaktadır. Ve en çok istifade ettikleri kesim ise kendi etki alanları içerisinde bulunan ve İslamcı diye bilinen kesimlerdir.

Mesela TBMM faili meçhul komisyonunun hazırladığı rapora Hizbullah ismini koyması hadisesi! Bunu Saygı Öztürk’ün “Bu iddialar Emniyet Müdürünü Kanser Etti”/ spothaber. Sitesinde yayınlanan yazısında nasıl kurgulandığı açıklanmaktadır. Bülent Orakoğlu, Jitemci Arif Doğan bunların hepsi 90 ile 2000 yılları arasında bu işlerin başında bulunan ve bu kontra faaliyetlerini organize eden ve yürüten kişilerdir. Hizbullah’ı devlet destekli gösterme fikrini ortaya atanlardır.

Hasılı kelam durum bundan ibarettir. Hizbul-kontra rejimin istihbarat ve güvenlik birimlerinde Hizbullahi harekete karşı etkin bir şekilde kullanılmıştır. PKK’ya karşı da kısmen kullanılmıştır.

Durum bundan ibaretken zaman zaman kamuoyunda Hizbullah hakkında şüphe uyandırmak ve gelişmeleri baltalamak için hizbullahı hazmedemeyenler köhneleşmiş bu iddia ve ithamları ortaya atıyorlar. Bunların büyük bir kısmı zaten Hizbullahi harekete düşmandır.

Selam ve dua ile..

SAİD GABARİ
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Kur’an-ı Kerim’de Müslümanların özellikleri anlatılırken, kâfirlere karşı sert, Müslümanlara karşı yumuşak olup (Fetih 29), birbirlerinin kardeşi olduklarını (Hucurat 10) buyuran Allah Teala, “Bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz” (Hucurat 6) buyurur. Ve ayrıca “Sen onların inanç sistemlerine uymadıkça, ne Yahudiler, ne de Hıristiyanlar senden memnun olmayacaklar. De ki: Dinleyin! Asıl doğru yol Allah’ın yoludur. Sana gelen bunca ilimden sonra onların arzu ve isteklerine uyacak olursan Allah’a karşı seni koruyacak ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır” (Bakara 120) buyurur.
Allah’ın apaçık ayetlerine rağmen bazı Müslümanların yalancıların, fasıkların ve İslam düşmanlarının kuyruklarına takılıp onların yalanlarını yaldızlayarak piyasaya sürüp Müslüman bir topluma hakaret ve zulmetmeleri esef vericidir. Oysa Müslümanları lekelemeyi ve İslami faaliyetlerini engellemeyi amaçlayan fasıkların ve yalancıların kunladıkları iftira yüklü birkaç kelimeyle karşılaşan her Müslüman’ın tepki göstermesi gerekirdi. Akıl, mantık ve İslami sorumluluk bunu gerektiriyordu.
İftiraya uğrayan ve töhmet altında bırakılan Müslümanlar bunun yalan olduğunu bağıra bağıra dile getirdikleri halde, Müslümanların sözlerini görmezden gelen bazıları İslam düşmanlarının yalanlarında ısrar edip öne çıkarmaya çalışıyorlar. Müslüman bir topluluğu töhmet altında bırakan iftiralara karşı şiddetli tepki gösterecekleri yerde lütfedip yeni eklemeler yaparak kendilerince yeni hizmetlere (!) imza atıyorlar. Belki de İslami anlayışları bunu gerektiriyor. Müslüman bir topluluğa karşı fasıklarla ve İslam düşmanlarıyla aynı safı paylaşmaktan rahatsızlık duymak bir yana, bu tiplerin ağzından çıkan her yalana “haber-i sadık” değeri verip, pişire pişire neşrediyorlar.
Oysa İslam hukuku “beraati zimme asıldır” kaidesini esas alır. İtham edilen kişi veya topluluğun suçu ispatlanmadıkça suçsuz olduğunu kabul eder. Düşmanlarının başından beri darbe vurmaya ve yok etmeye çalıştığı Hizbullah Cemaati, iddialara şiddetli tepki gösterip yalan ve iftira olduğunu her fırsatta dile getiriyor. İddia sahiplerini ise delil getirmeye davet ediyor.
Devlete ajanlık yaptıkları gerekçesiyle Hizbullah tarafından onlarca insan sorgulandı. Bunların sorgu kasetleri emniyet müdürlüğünde ve mahkemelerde mevcuttur. Rahatlıkla ulaşılabilecek delillerdir. Hal böyleyken devletin ajanlarını sorgulayan İslami bir cemaatin devlet tarafından kurulduğunu söylemek hangi mantığa sığar? Devlet kurmuşsa neden devletin onlarca adamını sorgulasın? Devlet kurmuşsa neden yıllarca rehberinin peşinde olsun ve izini tespit edince de silahlı çatışmaya girsin? Devlet kurmuşsa neden Hizbullah ile ilgili en küçük bir delili bulunmasın? Oysa devletin bugüne kadarki karanlık ilişkileri bir bir deşifre edilip belgelendiği halde bunun neden bir belgesi yok?
Aslında fasıkların ve İslam düşmanlarının haberlerini neşredenler Hizbullah Cemaatinin bunlardan beri olduğunu çok iyi bilirler. Bunların çoğu ülkemizin İslami mücadelesinde büyük bir çığır açan Hizbullah’ın şehid rehberini yakından tanırlar. O’nun ihlasını, samimiyetini ve İslam düşmanı rejime karşı duruşunu iyi bilirler. Ancak basiretsizlikleri ve içine düştükleri acınacak ruh hali fasıkların ve İslam düşmanlarının sözlerinin peşine takılmalarını zorunlu hale getirmektedir.
İslam dininde, fasık, münafık ve İslam düşmanlarının sayıları binleri dahi bulsa şahitlikleri kabul edilmez. İslam’a göre kemiyetleri ne olursa olsun hiç hükmündedirler. Oysa milliyetleri, kültürleri ve renkleri ne olursa olsun İslam dini iki mü’minin şehadetini kabul eder.
fasiklarin-haberi.jpg
Hizbullah Cemaatinin binlerce taraftarı fasıkların ve İslam düşmanlarının getirdiği haberlerin yalan ve iftira olduğunu haykırıyor. Müslümanların, fasıkların sözlerine inanmamalarını istiyor. Akıl ve iz’an sahibi her Müslüman için İslami bir topluluğun bu samimi çağrısı hüccet niteliğindedir. Oysa bazı Müslümanlar binlerce Müslüman’ın şahidliğini yok sayıp devletin karanlık çetelerinden birinin ağzından uçuşan yalana uymayı tercih ediyor.
Fasıkların ve İslam düşmanlarının iftiralarına kendileri gibilerinin inanmaları garipsenecek bir durum değil. Ancak, Müslümanlar, sorumlu davranıp saflarını netleştirmek zorundadır. Ya münafıklarla ve İslam düşmanlarıyla aynı safta olduklarını ilan edecekler ya da Müslümanların safında olduklarını. İslam düşmanlarıyla aynı safı paylaştıklarını iddia ederlerse söyleyecek sözüm yok. Ancak İslam’ın safında olduklarını iddia ediyorlarsa Müslümanca davranmak, olaylara Müslümanca yaklaşmak zorundadırlar.
Son olarak diyebilirim ki, Allah’ın ve Mü’minlerin laneti Mü’min bir topluluğa iftira eden ve töhmet altında bırakanların üzerine olsun. Bunların kuyruğuna takılan Müslümanlara da Allah Teala akıl, iz’an ve basiret versin. Hizbullah Cemaati bütün bu yalanlardan ve iftiralardan beridir. Fasıkların ve münafıkların iftira ve yalanlarını pişirip pişirip piyasaya süren Müslümanlar, binlerce Müslüman’ın hakkını çiğnediklerini ve zulmettiklerini idrak etmeli, hesap gününde bunun da bir hesabının olacağını, zulme uğrayan Müslümanların haklarından vazgeçmeyeceklerini bilmelidirler.
M. Emin ÇELİK
 
Geri
Üst Ana Sayfa Alt