Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Hizbullah Iftiralardan Beridir

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
28.09.2010 tarihli Taraf gazetesi, Sadık Güleç imzasıyla, Ergenekonla gündeme gelen Arif Doğan ile yaptığı sözde bir röportajı yayınlandı.

Röportajda Arif Doğan’ın; Hizbullah cemaatinin devlet tarafından kurulduğu ve desteklendiği yönündeki iddiaları doğruladığını, Hizbullah cemaatinin şehit edilen lideri Hüseyin Velioğlu’nu yakından tanıdığını söylediğini iddia etmektedir.

Öncelikle şunu belirteyim ki bu haber tamamen maksatlı, yalan ve çarpıtmadan ibarettir. Sözde röportajın içeriğinden de zaten bu açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Arif Doğan’ın; “Hizbullah'ı değil de Güneydoğu illerinde Hizbul-kontrayı araştırın. O zaman ne olduğunu anlarsınız” dediğini ifade etmekte, Hizbullah ve Hizibulkontra arasında bir ayırım yaptığını, ancak bu ayırımı neden yaptığını ve Hizbulkontradan maksadının ne olduğunu açıklamamaktadır. Ayrıca Arif Doğan’ın, “Hüseyin Velioğlu'nu iyi tanırım” dediğini, ama buna mukabil, “Rahmetli Temel Cingöz (Dev-Sol tarafından öldürülen tuğgeneral) ile benim aramda çekilmiş bir fotoğrafı vardı, Emniyetin arşivinde vardır o fotoğraf, ama foto montajdır, fakat kendisini tanırım” dediğini ifade etmektedir. Bu sözde röportajın ardından, ilke-haber ajansında, Arif Doğan ile konu hakkında görüşüldüğü ve Arif Doğan’ın bu söylenenleri yalanladığı ifade edildi.

Şu ana kadar Hizbullah aleyhinde söylenen bu tür söylem ve ifadelerin hiç biri hakkında hiçbir yerde somut bir şey ortaya konamamıştır. Bunlar, şu ana kadar tamamen böyle asılsız, mesnetsiz ve soyut beyanlarla sınırlı kalmıştır.

Bütün bunlarla birlikte ve Sadık Güleç’in yaptığı sözde röportajdaki çelişkilere ve somut hiçbir şey olmamasına rağmen, söylenenler gerçekmiş gibi, somut bilgi ve belgelere dayanıyormuş gibi Taraf Gazetesi tarafından yansıtılması, tamamen maksatlı ve çarpıtmadan ibarettir. Taraf Gazetesi böyle mesnetsiz ve çarpıtma amaçlı haber yapmakla kimin tetikçiliğini yapmaktadır ve ne amaçlamaktadır? Eğer Hizbullah Cemaati ile ilgili elinde bu yönde somut bilgi, belge ve delil varsa ve yayınlamıyorsa namerttir. Ayrıca devlet kurumları ve yetkilileri de dahil olmak üzere, kimin elinde bu yönde somut delil niteliğinde bir şey varsa ve kamuoyuyla paylaşmıyorlarsa ama buna mukabil sırf soyut söylemlere dayanan mesnetsiz, delilsiz ve maksatlı iftira ve yalanlarda bulunuyorlarsa Allah’ın ve meleklerin laneti üzerlerine olsun.

Hizbulkontra ile; devletin derin unsurları tarafından kurulan ve insanlık dışı çirkin ve kirli işlerde kullanılan karanlık çeteler kastediliyorsa ve Hizbullah bununla ilişkilendiriliyor veya bununla Hizbullah kast ediliyorsa, bu küfürle itham etmeyle eşdeğerdir, affedilmez büyük bir iftira ve suçtur.

Şu bilinen bir gerçektir ki devletin derin unsurları tarafından en fazla zarar gören ve mağdur edilen Hizbullah Cemaatidir. Yazılı, sözlü ve fiili olarak her türlü saldırıya maruz kaldı, binlerce operasyon gördü, kendisine yönelik psikolojik savaş yürütüldü, elemanları kaçırıldı, ağır işkencelerden geçirilerek şehit edildi, yargısız infazlara maruz kaldı, binlercesi ağır cezalara çarptırıldı, yerinden ve işinden edildi. Hizbullah’ın bunlara yönelik yürüttüğü savunma savaşında yakalayıp sorguladığı muhbir ve ajanların beyanları (ki bunlar şu anda emniyetin arşivinde de var) bunları çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Ama buna rağmen, çok insafsız ve bir o kadar da maksatlı ve çirkin bir şekilde Hizbullah bu kirli yapılarla ilişkilendirilmeye çalışılmaktadır.

30 yılı aşkın mücadele sürecinden de net olarak anlaşıldığı gibi Hizbullah’ın Laik Kemalist Rejim ile hiçbir ilişkisi yoktur ve olmamıştır. Yeter artık! Bırakın bu namertliği. Düşmanlık yapacaksanız mertçe ve adam gibi yapın. Böyle rezilce hareket edip yalan, iftira ve çarpıtmalarla zihinleri bulandırmayın.

Hizbullah’a yapılan çirkin iftiraları kınıyorum.

HÜSEYNİSEVDA EDİTÖRÜ 28.09.2010
 
B Çevrimdışı

BaiTullaH

Üye
İslam-TR Üyesi
birde bu var hizbullah zamanında diyarbakırda fuhuş yoktu hizbullah güç kaybetti genel ev fuhuş kadınları doldu diyarbakır

bunu bir kitapda okudum hizbullah fuhuşa darbe vurmuştu ..

aslında hizbullah hizbut tahrir el kaide hatta taliban bile ergenekoncumuş talibanı ise pkk lideri apo diyor ; ki

7 cıa ajanını vuran mücahit mit e baglıdır kısacası emir ergenekondan

fetullah ise çeçenlerin metro saldırısada ergenekon kollamada adlı dizide diyordu hepsi yalan tabi ....

agzı olan herkes konuşuyorz ne yapalım
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
“Hiç şüphesiz, Zikri (Kur’an’ı ) biz indirdik, onun koruyucuları da biziz.” (Hicr 9)

Son günlerde Amerika, Avrupa ve başka bazı yerlerde Kur’an’ı Kerim’i yakma gibi çirkin ve bir o kadar da rezil bazı eylemlere şahit olmaktayız. Her ne kadar bu eylemin figüranları papaz ve kiliseye bağlı kimseler olarak görülüyorsa da bu işin arkasında büyük şeytan Amerika ve siyonist güçlerin olduğu çok açıktır. Bu müstekbir şeytani güçlerin, İslam’ı yok etmek ve Müslümanları pasifize etmek için çok yönlü ve şeytanca plan ve projeler uygulamaya koydukları herkes tarafından bilinen bir gerçektir.

Siyonist ve emperyalist güçlerin daha önce Filistin, Lübnan, Irak ve Afganistan gibi İslam topraklarında uygulamaya koydukları senaryolar ve gerçekleştirdikleri işgal operasyonları, yine aynı şekilde İslami uyanışı bastırmak, Müslümanlar arasında İslami değerleri zayıflatmak ve dünya halklarına İslam’ı kötü göstermek amacıyla sahnelenmiş senaryolardan ibaretti. Bu son senaryo yıllar önceden başlatılan ve halen devam eden, başta ortadoğu olmak üzere dünyanın her yerinde Büyük şeytan Amerika ve Siyonist İsrail’in Müslümanlar aleyhinde sürdürdükleri siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik ve askeri çok yönlü saldırıların son halkasını teşkil etmektedir. Aziz İslam’ı hedef alan bu saldırıların bundan sonra da devam edeceği hesaba katılmalıdır.

Siyonist ve emperyalist güç odakları daha önce de Şeytan ayetleri kitabıyla bütün İslam alemini derinden huzursuz ve rencide eden Salman Rüşti gibi bir piyonu devreye sokmuş, Avrupa’nın bazı ülkelerinde Hz. Muhammed’e (sav) yönelik çok çirkince karikatörleri basına vermiş, İslam’ı karalayıcı filmleri sahnelemiş ve böylece İslam ve Müslümanlara karşı olan kin ve nefretlerini sergilemişlerdi. Tüm bunları yaparken iki yüzlü bir şekilde bu çirkin saldırıları masumane ve fikir hürriyeti kapsamında, Müslümanların haklı tepkilerini ise şiddet, tahammülsüzlük, saldırganlık ve terörist girişimler olarak göstermeye çalışmışlardı.

Kur’an’ı Kerim’e yönelik bu menfur girişimde de hedef yine İslam ve Müslümanlardır. Dünyanın her yerindeki İslami uyanış ve direnişi bastırmak ve karalamak istemektedirler. Aynı zamanda Müslümanları provoke etmeye çalışarak İslam’ı saldırgan, terör ile ilişkili, Müslümanları da terörist olarak göstermeye çalışarak, böylece çirkin emelleri için yapacakları yeni saldırı, talan ve işgallerine haklılık kazandırmaya çalışmaktadırlar.

Buna mukabil Müslümanlar her zamandan daha fazla Kurana sarılmalı, İslami değerlere bağlı kalarak ve bu ulvi değerleri yücelterek bu vahşi ve insanlık dışı plan ve projelerini boşa çıkarmalıdırlar. Haklı tepkilerini ortaya koyarken misliyle mukabele gibi bir yanlışlığa düşmemelidirler. İlahi kaynaklı bütün dinlerin kitaplarını, ibadet yerlerini, kutsallarını, din adamlarını ve İslam’a saldırı halinde olmayan müntesiplerini hiçbir zaman hedef almamalıdırılar.

İslam ümmeti ve Müslüman halkımıza çağrımız; İslam’ı hedef alan ve Müslümanlara yönelik yapılan bu çirkince saldırılara, bundan önce olduğu gibi şimdi de gerekli tepkilerini ortaya koymaları ve seslerini her platformda yükseltmeleridir. Böylece Aziz İslam ve Kur’an’ı Mecid’e yönelik yapılacak hiçbir saygısızlığa müsamaha göstermeyeceklerini ve duyarsız kalmayacaklarını bütün dünyaya göstermelidirler.

Allah’ın (cc); bütün insanlık için göndermiş olduğu hidayet kaynağı Kur’an’ı Kerim’e yönelik bu çirkin girişimleri tel’in ediyor, bu saldırıları gerçekleştirenlerin şahsında büyük şeytan ve siyonist şer güçleri ve uzantıları olan fitne odaklarını nefretle kınıyoruz.

“Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa onlar istemese de Allah mutlaka nurunu tamamlayacaktır.” (Tevbe 32)

Davamızın sonu Allah’a hamd etmektir.

HİZBULLAH BASIN BÜROSU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Bınavê Xwedayê Sübhan u Dıluvan
Şehadet yıldönümü münasebetiyle “İntizar Dergisi” için kaleme aldığım ve “Hüseyni Sevda” Sitesinin yayına başlamasıyla bu sitede de yayınlanan “Şehid Rehber Hüseyin VELİOĞLU’nun Mücadelesi Üzerine” başlıklı makalemde, o büyük Rehber’in ve
fedakar arkadaşlarının beraber öncülük edip kurdukları Hizbullahi Cemaatin bazı vasıflarını şu şekilde özetlemiştim:

“O, sınırları ve kuralları hakim rejim güçlerince belirlenmeyen, ucu hiçbir tarafa dayanmayan, bağımsız, nebevi hareketi model edinen, mezhepler üstü, ifrat ve tefritten uzak, mutedil bir temel üzerinde, müstakim bir akide anlayışına sahip, taassuptan arı, modern, çağdaş, yeniliklere açık ve Kürdistan’ın bağrından çıkan
Hizbullahi bir cemaat kurdu.”

Gerek site ve gerekse dergi çalışmaları açısından gelinen noktayı dikkate alarak, bu konuyu biraz daha açma ve okuyucuları daha net olarak bilgilendirme ihtiyacını hissettim ve konuyu tekrar ele aldım.

Elbette o azizlerin, Allah’ın yardımı ile vücuda getirdikleri Hizbullahi Cemaatin vasıfları sadece bu paragrafta geçenlerle sınırlı değildir. Sadece Şehadet yıldönümü münasebetiyle yad etmek maksadıyla o şanlı mücadeleyi kifayetsiz cümlelerimle ifade etmeye çalıştım. Özellikle Hizbullahi Cemaatin ortaya çıktığı dönemin şartlarını göz önüne alarak yukarıdaki vasıfları belirlemiştim. Şimdi de ayrıntılarına geçelim.

“…sınırları ve kuralları hakim rejim güçlerince belirlenmeyen, …”

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra hakim güç olan Kemalist rejim, İslami şiarları ve mukaddesatları toplumsal ve siyasal alanda etkisiz kılmak için öncelikli hedef alarak vargücüyle üzerine gitti. Yaptıkları inkılaplarla İslami mukaddesatları ve kurumları tamamen lağvedip hükümsüz hale getirdi. Bu gelişmeler karşısında yapılan İslami kıyamlar, acımasızca bastırılırdı. Bu cümleden; Şeyx Said kıyamı, üstad Bediuzzaman’ın Risale-i Nur hareketi, Süleyman Hilmi Tunahan’ın Kur’an’a hizmet hareketi… başarısızlığa uğratıldı. Bundan sonra yaklaşık 30 yıl boyunca ciddi bir İslami hareketliliğe rastlanmamaktadır.

Ezanın yasaklandığı, İslami ilimlerin öğretildiği medreselerin kapatıldığı, camilerin ahırlara dönüştürüldüğü, Kur’an’ın yasaklandığı, askeri operasyonlar esnasında insanların Kur’an başta olmak üzere İslami kitapları muhafaza etmek için toprak altına gömdükleri veya kaçırarak yerleşim alanları dışında mağara ve inlerde sakladığı ve buna benzer olayların yaşandığı o dönemlerin canlı tanıklarından günümüzde yaşayanlar hala mevcuttur. Ancak, despot rejimin bütün baskı ve zulümlerine rağmen Müslüman halk İslami değerlerini büyük bedeller ödeyerek muhafaza etti. İslam dünyasındaki İslami gelişmelere paralel olarak Türkiye’de de bütün baskılara rağmen İslami uyanışlar ortaya çıktı. Ancak bu uyanışlar, ciddi oluşumlara dönüşememiş; dernek, vakıf, parti ve buna benzer yapılanmaların
etrafında vücut bulmuştur. Oysa bu yapıların, sınırları ve kuralları hakim rejim güçlerince belirlenmiş ve onların denetim mekanizmalarının gözetimi altında faaliyet gösterme mecburiyeti getirilmişti. Parti, dernek, vakıf vb. legal oluşum ve yapılar Anayasa ve yasaların belirledikleri kanun ve tüzüklere tabi idi.

Hal böyle olunca İslami uyanışlar ciddi bir güç haline gelemiyor, düzenli bir sevk ve idare mekanizmasına sahip olamadığı için güçlü bir şekilde örgütlenip teşkilatlanamıyordu. Mevcut kurallar ve sınırlar daha fazlasına müsaade etmediği için de güdük kalıyordu. Şüphesiz ki o dönemde samimi, ihlaslı ve fedakarca Allah rızası için elinden gelen bütün gayretleri sarfeden, daima İslam için yürekleri atan ve içleri sızlayan Müslümanlar vardı ve kemiyet olarak da az değildiler. Ancak, İslami faaliyetler çoğunlukla açıktan ve hakim güçlerce belirlenen sınırlar ve kurallar çerçevesinde yapıldığından gelişmesine,
güçlenmesine ve kökleşmesine müsaade edilmiyordu. Ne zaman ciddi bir faaliyet veya gelişme görülse hemen müdahale edilir, engellenir ve bertaraf edilirdi. İhtiyaç duyulduğunda ise darbeler ve ara rejimler vasıtasıyla ülke içerisinde köklü bir tasfiyeye gidilirdi. 60’lı yıllardan 78’li yıllara kadar İslami çalışmalar hep bu çerçevede yapılmış; düşe kalka bir seyir çizmiştir.

İslami camia, bu süreçte garip vartalardan geçmiştir. Kimi zaman materyalist sol akımlara karşı muhafazakar milliyetçileri, kimi zaman ehven-i şer diye sağ partileri, kimi zaman da iktidara ortak olma adına laik ve Kemalist zihniyetle koalisyona bile destek verilmiş ve emekler boşa harcanmıştır.

78’lere gelindiğinde deneme-yanılma yöntemi ile bir çok hakikat anlaşılmış; düşünsel ve takip edilmesi gereken metodlar bazında bir olgunlaşma seviyesine ulaşılmıştır. İslam dünyasındaki İslami hareketlerin başarı ve yükselişleri; başta İhvan-ı Müslimin ve çağdaş İslam alimlerinin kitaplarının tercüme yoluyla Türkiye’deki İslami camiaya ulaşması bu olgunlaşmaya büyük ölçüde katkı sağlamıştır.

Artık tecrübe ile sabit olmuştur ki; sınırları ve kuralları hakim güçlerce belirlenen çerçeve içerisinde İslam’ın özüne uygun bir mücadele ve hizmet verilemez. Çünkü bu güçler, kendilerine zarar ve tehlike gördükleri an müdahale eder ve bütün yolları kapatır. Hak, adalet, özgürlük, demokrasi veya hukuk(!) Bunlar hiç mi hiç önemli görülmez ve dikkate alınmaz. Esas ölçü; hakim olan rejimin kendi ölçüleridir.

Gelinen sürecin sonunda Hizbullahi hareketin öncüleri, Şehid Rehber Hüseyin Velioğlu önderliğinde İslam’ın özüne uygun, sınırları ve kuralları İslam’ın belirlediği, ne değiştirmeye ne eksik bırakmaya ne de fazlalaştırmaya imkan bulunmayan, yüce Allah’ın hükmü ve Rasulullah (sav)' ın sünneti ve metodu doğrultusunda mücadele
ve hizmet verecek bir cemaat kurdular. Kurdukları bu cemaat bir dernek, bir parti veya bir vakıf değildir artık! O bir cemaattir. Onun hizmet ve mücadelesi rejimin herhangi bir kurumunun vereceği kararla ne sekteye uğrar ne de akamete uğratılır. Rejimin herhangi bir yetkilisinin iki dudağı arasından çıkacak bir söz, bu cemaatin kaderine etki etmez. Herhangi bir partinin arka bahçesi, kolu
veya uzantısı olmadığı gibi üzerinden rant sağlanacak veya prim elde edilecek bir konumu da kabul etmez.

Evet Hizbullahi cemaatin temelleri bu anlayış ve bu esas üzerine atılmıştır.

Selam ve dua ile...

M. Zeki GÜNEY
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
“…ucu hiçbir tarafa dayanmayan, bağımsız,…”
Bınavê Xwedayê Sübhan u Dıluvan

Dünyadaki egemen güçler, ideolojik, siyasi, kültürel, ekonomik ve askeri güçlerini sağlamlaştırmak, çıkarlarını güvence altına almak ve hareket alanlarını genişletmek için hem ülkeler hem de var olan hareketler üzerinde etkin olmaya gayret ederler. Egemen güçler, mevcut dengelerin aleyhlerine bozulmaması için her türlü yolu ve aracı kendileri için meşru sayarlar. Onlar için tek önemli olan şey; çıkarlarıdır.

Bu konu çok geniş bir konu olduğundan detayına girmekten sarfı nazar ederek asıl konumuza taalluk eden kısmına kestirmeden değinerek basit örneklerle izah etmeye çalışacağım.
Örneğin, ABD ve Avrupa ülkelerinin Ortadoğu’daki çıkarları için sorunlu bölgeler oluşturmaları, bölge ülkelerinin muhalif örgüt ve hareketlerine her türlü desteği vermeleri, ılımlı İslam (Amerikancı İslam) projesi çerçevesinde İslamcı görünen partilerin kurdurulması, İslam dünyası içerisinde kendi istedikleri dini anlayışı yaymak ve bu amaca hizmet etmek için “Rabıtatul Alemiyyel İslami” gibi kuruluşları ve hareketleri kurup finanse etmeleri gibi. Bu çerçevede hem dini hem de dini olmayan bir çok örgüt, hareket veya kuruluşun ismini verebiliriz.
Bu örgüt, hareket ve kuruluşların ABD ve Batılı ülkeler ile olan ilişkilerini her iki taraf açısından ele almak gerekir.

ABD ve Batılı ülkelerin özellikle Ortadoğu başta olmak üzere İslam dünyasının her tarafındaki İslami ve gayri İslami örgüt, hareket ve kuruluşlarla ilişkileri; bu bölgelerdeki çıkarlarını güvence altına almak ve yeni çıkarları elde etmek temeli üzerine kuruludur. Bu alanda sorun yaşamamak için elinden geldiği kadar elindeki bütün imkanları kullanarak ilişkide bulunduğu yapıları kontrole almak ve yönlendirme mekanizmalarına nüfuz ederek kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışır.

Sözkonusu örgüt, hareket ve kuruluşların egemen ve hakim güçlerle olan ilişkileri de; siyasi, ideolojik, ekonomik, askeri ve daha bir çok alanda destek, himaye ve ortak hedefler için mücadele etme ekseni üzerinde gelişir. Çoğunlukla bu tür ilişkiler bağımlılığa, sapmalara ve asıl hedeflerden uzaklaşmayla neticelenir. Buna bir sürü örnek verebiliriz.

Hizbullahi hareketin kurulduğu döneme baktığımızda İslam coğrafyasını oluşturan ülkelerin hiç birinde İslam’ın hakim ve iktidarda olmadığını görmekteyiz. Dolayısıyla İslami bir hükümet veya idare ile ilişki kurmak gibi bir imkan yoktur. Gerek Müslüman ülkelerin başında bulunan despot ve batıya bağlı yönetimler gerekse ABD ve Batılı ülkelerin, İslam’ı en büyük tehlike ve en büyük düşman olarak gördüğü ve var güçleri ile üzerine gittiği bir dönemdir.

Hizbullahi hareketin öncüleri, varlığını ve gücünü ispatlamayan bir hareketin, şartların tamamıyla İslam’ın ve Müslümanların aleyhinde olduğu bir ortamda başka güçlerle herhangi bir alanda direk veya dolaylı ilişkiler içerisinde olmasının kendisine faydadan çok zarar getireceğine, yapılanmasını yeni yeni oluşturan bir hareketin bu aşamada dışındaki farklı güçlerle ilişki ve diyalog içerisinde olması; etkin değil etkilenen, avantajlı değil dezavantajlı bir duruma sürükleneceğine inandıkları için bundan kaçınmışlardır. Yine kendi ayakları üzerinde duramayan bir hareketin devamlı başkalarına muhtaç olacağını; karşılıksız bir şeyin olmadığı mevcut dünya düzeninde böylesi bir durumun, getirisinin yanında götürüsünün de olacağı kesin olduğundan; bir hareketin kendi yağında kavrulması ve kendi ayakları üzerinde durması gerektiğine inanıyorlardı. Bir hareket kendi yağında kavrulmaz ve kendi ayakları üzerinde durmazsa bağımsız kalabilmesi mümkün değildir. Bağımsız olmayan bir hareketin belirlediği hedef ve gayelerine ulaşması da mümkün değildir. Bu çok önemli bir ilkedir. Özellikle İslami hareket için çok daha önemlidir. Çünkü İslami hareketin hedefleri; Yüce Allah’ın insanoğlu için koyduğu hedeflerdir. Her şeyden bağımsız, sadece Yüce Allah için olmalıdır.

Onun içindir ki; Rasulullah (sav) Mekke’nin yöneticileri tarafından kendisine sunulan mal, makam ve reislik gibi teklifleri kabul etmedi. Hareketin bağımsız tabiatına halel gelmesin diye, en çok muhtaç olduğu dönemde amcası ve en yakın destekçisi olan hanımı vefat etti.

Bir hareketin bağımsız bir şekilde belirlediği hedef ve gayelerine ulaşabilmesi için yapılanmasını bağımsız bir şekilde tamamlamalıdır. Varlığını ve bağımsızlığını koruyacak güce ulaşmayan bir hareketin uluslar arası arenada veya hakim güçlerin hüküm sürdükleri ortamlarda mevcut denklemlerin içerisinde “bende varım” demesi büyük bir külfeti de beraberinde getirir.

Evet, bir hareket belirlediği hedefler doğrultusunda uluslar arası arenada ve platformlarda siyasi, diplomatik… kısaca konjonktürel ortamda bağımsız tavırlarını gösterebilmeli ve hakkını vermelidir.

Bağımsız bir hareket olarak gücünü ispatlamadıkça bir hareketin başka güçlerle ilişkiye geçmesi durumunda başta zikrettiğimiz tehlikelerle karşı karşıya kalacaktır.
İşte Hizbullahi hareket böylesi tehlikelerle karşılaşmamak için ucunu hiçbir güce göstermediği gibi, sırtını da dayamamıştır. Hiçbir gücün çıkarlarına hizmet etmemek ve alet olmamak için himaye, destek ve karşılıklı çıkar ilişkilerine girmemiştir. Bu hareket ucu hiçbir tarafa dayanmayan bağımsız bir harekettir. Hakkında yapılan ithamlar ve spekülasyonlar ise rejimin derin devletine bağlı güçlerce ve bölgemizde Hizbullahi hareketi çekemeyen ve rakip gören örgütlerin karalama maksatlı ortaya attıkları ve medet umdukları iftiralardır.

Selam ve dua ile….

M. Zeki GÜNEY

 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Taraf gazetesinde Hizbullah cemaati ve Şehid Rehber Hüseyin Velioğlu ile ilgili düzmece, iftira ve siparişe dayalı manşetten bir haber verildi. Haberin oluşumu, içeriği ve kurgusunun bile ne kadar saçma ve düzmece olduğu açıkça görülmesine rağmen İslam’a ve Müslümanlara saldırmayı kendine görev kabul edenlerle, sözde “İslamcı” ama gerçekte İslam cemaatini hazmedemeyen ve cemaate saldırmayı İslami mücadele zanneden zavallılar bu durumu fırsat bilerek iftira ve saldırıya geçtiler.

Öncelikle Hüseyin Velioğlu’nun İslami şahsiyeti, verdiği mücadele, çektiği sıkıntılar, fedakârlıkları ve Allah’ın lütfuyla çalışmalarının semeresi, dil uzatanlara en güzel cevaptır. Bununla birlikte onun şahsına ve İslam cemaatine saldıranları bir tasnife tabi tutmak gerekir. İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık yapan Kürt-Türk faşistleri, sözde liberaller ve nesilleri tükenen Marksistlerin dil uzatmaları doğaldır ve tabiatlarının bir gereğidir. Müslüman halkımızda İslami bilinçlenme artıkça onlar kendilerini yiyecek, İslami faaliyetler yoğunlaştıkça onlar hiçbir sınır tanımadan saldıracak, karalayacak, çırpınacaklar ve halkımızın İslami uyanışını sekteye uğratmaya çalışacaklar.

Elbette onlar kendi vazifelerini yapacak, İslam ve İslami değerlerin olduğu her noktayı söz, eylem ve kalemleriyle susturmaya, yok etmeye ve lekelemeye çalışacaklar. Onlar kendi varlık sebeplerini ve bekalarını İslam karşıtlığı ile bina ettiklerinden, kendilerinden farklı bir davranış beklenmemelidir. Onların beyhude uğraşları İslam ve Müslümanlara bir leke getirmeyeceği gibi İslam cemaatine de bir zarar vermez. Çünkü durum, konum ve pozisyonlarından dolayı Müslüman halk nezdinde bir inandırıcılıkları söz konusu değildir.

İslami grup, yapı ve şahsiyet olarak görünen, gösterilen veya geçinenlerin durumu is farklıdır. Bu kesimlerin İslam düşmanlarının oluşturduğu zeminde koşturmaları ve içi boş iddialarla kalemlerini birer kılıç, sözlerini birer hançer yapmaları kabul edilebilir bir durum değildir. Her şeyden önce eğer bunu yapanlar gerçekten İslami endişe sahibi olsa kul hakkını gözetir İslami bir camiayı küfürle eş değer olan, derin devlet uzantısı gibi bir iftirada bulunmazlar ve bu yönde yapılan iftiralara destek vermezlerdi.

Aslında İslami geçinenleri de bir tasnife tabi tutmak zorundayız. İslami geçinmekle birlikte faşist TC’nin bekası uğruna mücadeleyi İslam olarak algılayan, tüm İslami cemaatleri kendisine rakip gören ve hoşgörü adı altında Müslümanlar dışındaki herkese kucak açanların saldırılarını bir yere kadar anlamak gerekir. Onlar İslam diyince suya sabuna dokunmayan, faşist TC uğruna fedakar, teslimkar ve uyumlu vatandaş anlayışıyla hareket ettiklerinden elbette Hizbullahi hareket onlar için düşman olarak görülecek ve her fırsatta saldırmayı görev bilecekler. Çünkü bilinçli Müslümanların varlığı, bu tip yapıların taşeron olduğu projelerin akim kalmasına neden olacağından İslam cemaatine ve bilinçlenmiş İslami bir topluma tahammül etmeleri beklenemez.

Radikal geçinen, geçmişte mangalda kül bırakmayan, kimin eksenindeyse onun borusunu öttüren yorgun inqilabilere gelince; onlar kendi babalarını, oğullarını ve benliklerini tanıdıkları ve bildikleri gibi Hizbullahi hareketi tanımakta ve bilmektedirler. İslam cemaatinin hizbi kontra iftiralarından beri olduğunu, yapılan propagandaların İslam cemaatinden çok İslami çalışmaları ve Müslüman halkları hedef aldığını da bilmektedirler. Ama buna rağmen iftira kampanyalarına katılmaları, İslam cemaatini karalamalarının temel sebebi heva ve heveslerine kapılmaları ve nefislerinin esirleri olmalıdır. Eğer heva ve heveslerine esir olmasalardı Taraf gazetesinde albay Arif Doğan ile yapıldığı iddia edilen mülakatı gördükleri gibi aynı gün içinde Doğru Haber Gazetesi’nin mülakatında Arif Doğan’ın birinci ağızdan yaptığı yalanlamayı da görürlerdi. Ama maalesef işlerine gelmediğinde, heva ve hevesleri onları esir ettiğinde üç maymunları oynamakta bir beis görmemektedirler. Aslında onlar için üç maymundan ziyade Kur’ani tabirle sağırdırlar, dilsizdir, görmezler tabirini kullanmak gerekirdi ama İslami terbiye ve mükellefiyet buna izin vermez.

Bu tür yorgun inqilabiler ve geçmişin hızlı radikalleri her gün farklı bir limana demir atmaktan, her dönem birilerinin dümen suyuna girmekten veya gündemin sularına kapılıp mevzi değiştirmekten vazgeçmelidir. Sahih İslam anlayışı ve İslami sorumluluk neyi gerektiriyorsa ona göre hareket etmelidirler. Hizbullah cemaatini ve Rehber Velioğlu’nu sevmeyebilir, fikirlerini yanlış görebilir ve İslami sınırlara riayat ederek eleştiriye de tabi tutabilirler. Ama İslami site ve yayınlardan kafirlerin ağzıyla İslam cemaatine iftira atmaları, küfürle eş değer iftiraları esas alıp itham etmeleri ve bırakın İslami ölçüleri hiçbir ahlaki değeri hesaba katmadan saldırmaları bu tiplerin İslamiliğini de insaniliğini de sorgulamayı gerektirir. Bu tiplerin nefis, heva ve hevaları yerine hakka ve hakikate yönelmeleri gerekir. Bu arada geçmişte nemalandığı diyarların borazanı olan kraldan çok kralcı geçinen ama dikiş tutturmadıkları için kovuldukları ve dışlandıklarından eskiye ve eski değerlerine saldıranlara bir diyeceğim yok, o tipler nemalanma hesabiyle borazan olacaklarından onların saldırganlıkları ve hırçınlıklarını kurutulmuş musluklara perde gerisinde müsebbip aramaya bağlamak gerekir. Varsın öyle hareket etsinler. Ölüm var, ahiret var, hesap var Allah herkesin hesabını görecektir.

Hizbullah Cemaatine yapılan saldırılarda müfterilerin hedefi, bilinçlenmekte olan Müslüman halk olduğu için herkesin bu noktada çaba göstermesi gerekir. Müslüman halkımızın bir kısmı yoğun psikolojik savaşın tesirinde kalabilir ve bu propagandalardan etkilenebilirler. Önemli olan onların zihni kirlilikten muhafaza edilmesi ve hakikatın en güzel şekilde onlara izah edilmesidir. Yoksa müfteriler güneşi balçıkla sıvayamayacaklarını çok iyi bilmektedirler. Çamur at izi kalsın hesabıyla zihin bulandırmaya çalışan bu zavallılar, oluşturmak istedikleri bulanık sularda kendileri boğulacak ve attıkları iftiraların altında kalacaklardır.

Allah’a emanet olunuz.

ABDULLAH HOCAOĞLU
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Hizb-i Kontra bir gerçektir. Bu kontra faaliyetleri nasıl başlamış? Nasıl oluşturulmuş? Kimlere karşı kullanılmış ve kimlere karşı faaliyet göstermiş? Bütün bunları, günümüze kadar nasıl bir süreç izlediğini ele alacağım. Belki biraz uzun olur. Ancak bu süreci bir bütün olarak ele almak gerektiğine inanıyorum.

Hizbullahi hareket, kurulduğu 1979’dan ta 1990 yılına kadar Rasulullah (sav)’in “Nebevi hareket metodunu esas alarak “Gizli Örgütlenme ve Açık Davet” merhalesinin gereği olarak davet, tebliğ ve irşad ekseninde faaliyet yürütmüştür. PKK ise 1984 yılında Eruh ve Şemdinli baskınları ile silahlı mücadele sürecini başlatmıştır. O dönemde devlet ve onun güvenlik ve istihbarat birimleri özellikle Kürdistan’da çok zayıf ve tecrübesiz idi. Bunu devletin o günün istihbarat ve güvenlik birimlerinin başında bulunan görevlileri de açıkça itiraf etmişlerdir.

90’a gelindiğinde PKK önemli ölçüde güçlenmiş, devlet ise bölgede kendi kışla ve karakolları dışına çıkamaz hale gelmişti. PKK, aldığı gücün havasına kapılarak Hizbullahi hareketi hedef almaya ve üzerine giderek şiddete başvurmaya başladı. Hizbullahi hareket, gösterdiği tüm gayretlere rağmen PKK bu tavrından vazgeçmediği için meşru müdafaa hakkını kullanarak kendini savunmaya ve tüm baskılara karşı direnmeye başladı. Bu çatışmadan her iki tarafın da zarar göreceğini, tek kazanan tarafın rejim güçleri olacağını defaatle PKK’ya anlatmasına rağmen PKK, bu tavrından vazgeçmedi ve çatışmaların şiddetini arttırdı. Hizbullah’ın dediği oldu ve rejimin istihbarat ve güvenlik birimleri bu çatışma neticesinde derin bir nefes almaya başladılar.

PKK-Hizbullah Çatışmasının Başlamasında Rejim Güçlerinin Etkisi Yoktur.

Defalarca bu olay yazıldığı için ben ayrıntısına girmeyeceğim. Ancak her kes bunu açıkça bilsin ki, PKK-Hizbullah çatışmasının başlamasında rejim güçlerinin dahli olmamıştır. Yani devlet güçlerinin başlattığı bir çatışma değildir. Hizbullah’ın ısrarla “Bu çatışmadan rejim güçleri kazançlı çıkar” ihtarına ve gayretlerine rağmen PKK’nın körü körüne basiretsizce dayattığı ve tahmil ettiği bir çatışmadır. Eğer rejim güçleri PKK’nın içine sızıp karar mekanizmalarına hakim olup böyle bir karar aldırmışsa bu ayrı. Ama kesinlikle PKK’nın dayatması sonucu ortaya çıkmış bir çatışmadır. Hizbullah bu çatışmanın olmaması için çok gayret göstermiş ve uzun süre karşılık da vermemiştir. Ancak, sonuçta Hizbullah’ın direnmekten başka seçeneği kalmamıştı.

Çatışma başladıktan sonra ve PKK gittikçe Hizbullah karşısında zayıflamaya başlayınca rejimin istihbarat ve güvenlik birimleri bu çatışmadan istifade etmeye ve dolayısıyla çatışmayı alevlendirmeye başladı. Hatta çatışmanın olmadığı yerleşim yerlerine çatışmayı yaymak istedi. Bu süreçte Hizbullahi hareket rejim güçlerinin dikkatini daha çok çekmiş ve bu güçler, harekete yönelmeye ve tanımaya çalışmışlardır.

Yeri gelmişken birkaç hususa değinmeden geçemeyeceğim. Bilindiği gibi düşmanları Hizbullahi hareketi devletin çıkardığı ve PKK’ya karşı kullandığı iddia ve ithamında bulunuyorlar. Lakin bu çatışma sürecinde dikkate değer bazı gerçeklerin halkımız tarafından bilinmesini istiyorum. Bu süreçte Hizbullahi Müslümanlar bölgenin her yerinde çok büyük sıkıntı ve meşakkatlerle karşı karşıya kaldılar. Şahsi, ailevi, ticari güvenlikleri sıfıra indi. Evleri ve işyerleri saldırıya uğrayıp yakıldı, kundaklandı, bombalandı. Evlerinden, mahallelerinden ve köylerinden çıkamaz hale geldiler. Özellikle, İdil, Cizre, Silopi, Nusaybin gibi yerlerde ambargoya maruz kaldılar. Bütün sıkıntılara rağmen, cenazeleri yerde iken, ev ve işyerleri saldırıya uğramışken, evlerinden çıkamaz hale gelmişken bir gün olsun bir Müslüman ne polise veya karakola haber verdi, ne yardım istedi ne de bilgi verdi. Olayların ardından gelen polislerin bütün baskı ve dayatmalarına rağmen ve bunlar sizi öldürüyorlar niye siz onlardan şikayetçi olmuyorsunuz? Niye onlar hakkında bilgi vermiyorsunuz? Diye telkin ve tahriklerde bulunmalarına rağmen bir gün olsun ne kimse şikayetçi olmuş ne de bilgi vermiştir. Eylemler esnasında yakalanan Müslümanlara yaptıkları bütün işkencelere rağmen PKK’lılar hakkında zerre kadar bilgi alamamışlardır. Ancak yakaladıkları PKK’lıların çoğu tanıdığı tüm Hizbullahi Müslümanların bilgilerini polise veriyor ve gerekirse kapısına kadar getirip evi gösteriyordu.

Yine bu çatışmalar esnasında PKK’nın Hizbullahi Müslümanlara yönelik yaptığı evlere saldırı, yaşlı-çocuk, kadın-erkek farkı gözetmeksizin insanları katletmesi, tüm aile bireylerinin bulunduğu evlere hiçbir endişe taşımadan roketlerle saldırması, bombalaması, yollara döşedikleri mayınlarla araç ve yolcularını havaya uçurması, çapraz ateşe tutması ve buna benzer onlarca hunhar ve vahşice saldırılara ses çıkarmayanlar; Hizbullahi eylemcilerin çarşı ortasında yaptıkları eylemleri örnek göstererek Hizbullahi Müslümanların güvenlik birimlerince korundukları ithamında bulunmaları tutarsız bir çelişkiden başka bir şey değildir. Şurası istatistiklerle ispat edilebilir ki; PKK’nın Hizbullahi Müslümanlara yönelik gerçekleştirdiği eylemlerin yüzde biri bile güvenlik birimlerinin müdahalesi ile sonuçlanmamış ve bu eylemlerin sonucunda PKK’lılardan kimse yakalanmamıştır. Buna mukabil Hizbullahi eylemcilerden onlarcası ya eylemleri esnasında ya da eylemlerinden sonra PKK mensuplarının ihbar ve yol göstermesi sonucu güvenlik birimleri ile çatışmaya girmiş, onlarcası şehid olmuş, onlarcası da yaralı veya sağ yakalanmıştır. Buna onlarca örnek verilebilir. PKK mensupları bu hususta güvenlik birimlerine yardımcı olmaktan veya onlardan yardım görmekten çekinmediği gibi bunu gönül rahatlığı ile de yapmışlardır.

Evet, çarşıların ortasında eylemler gerçekleştirilmiştir. Ama bunu sadece Hizbullah değil aynı zamanda PKK da yapmıştır. Kaldı ki, bu çatışmalar devletin faydasına olduğu için bu çatışmanın çıkmasına sevinmiştir. Eğer bir müsamaha varsa bunu her iki taraf için düşünmek lazımdır. Ve şüphesiz ki, rejim güçleri bu çatışmadan memnun olduğu için alevlenmesini ve sürmesini de istemiştir. Hizbullah bunu defalarca PKK’ya ihtar etmesine rağmen PKK, buna kulak vermemiş “neyin faydamıza veya neyin zararımıza olacağını sizden öğrenecek değiliz” diye cevap vermiştir. Ve ne yazık ki, kötü bir neticeyle sonuçlanmıştır.

Gelelim güvenlik ve istihbarat birimlerinin kontra faaliyetlerine. Bu faaliyetler ilk olarak PKK-Hizbullah çatışmasını alevlendirmek ve tüm bölgeye yayma girişimi ile başladı. Bu çatışma sürecinde güvenlik ve istihbarat birimleri Hizbullah hakkında yavaş yavaş bilgi toplamaya ve elde etmeye başladı. Gücünün boyutlarını gördükçe içine eleman sızdırmaya ve buna karşı yeni tedbirler almaya başladı. Önce Silvan ve Batman çevresi ağırlıklı PKK-Hizbullah çatışmasını daha da alevlendirmek ve daha başka yerlere de sıçratmaya gayret gösterdiler. Bu kapsamda Ali Haydar Kaya ve Musa Yüce ekibi faaliyetleri başta gelir. Bu iki kişi Hizbullahi hareketin tabanı içerisinden kazanılmış kişilerdir. Bunlar bir ekip ile birlikte teorik ve pratik eğitime tabi tutulmuş, polis ile başlayan serüvenleri Mit ve bilahare Jitem ile devam etmiştir. PKK yaptığı yanlışın bedelini ağır ödemiş şehir merkezleri ve köylerde Hizbullahi harekete karşı eylem yapamaz hale gelmişti. Hizbullahi hareket, çatışmaların devamından yana olmadığı için PKK eylemleri durunca o da karşılık vermeyi durduruyordu. Polis ve Jitem bu çatışmayı devam ettirmek için her iki tarafa yönelik eylemlerde bulunuyordu. Ancak Hizbullahi hareket bu maksatla yapılan eylemlerin farkına vardı ve bu oyunu bozmaya çalıştı. Nihayet bir çok eyleme ve birçok müslümanın şehadetine rağmen bu planın önüne geçebildi. Bu taktik tutmadı ve çok çabuk fark edilerek akamete uğratıldı. Bu maksatla yapılan eylemlere onlarca örnek verilebilir. Daha önce sitemizde yayınlanan yazı dizilerinde bunların bir kısmına örnekler verilmiştir.

Mesela, durmuş olan çatışmayı tekrar alevlendirmek için polisin devşirdiği ve Hizbullahi harekete karşı kontra faaliyetlerinde kullandığı Murat Kurtboğan ve PKK itirafçısı bir başka kişiyi kullanarak Tatvan’da Mola Gıyaseddin’i şehid etmeleri olayı gibi. Murat Kurtboğan kaldığı cezaevinden alınarak PKK itirafçısı ile birlikte polisin korumasında bu eylemi gerçekleştiriyorlar. Ardından Şehid Mola Gıyaseddin’in katilleri oldukları iddia edilen birkaç kişi yakalanıyor ve PKK’lı olarak takdim ediliyor. Yani olay PKK’ya mal ediliyor. Kısacası PKK-Hizbullah çatışmasını körüklemek ve başka yerlere yaymak için her iki taraftan kazandıkları ajan ve işbirlikçilerden kontra ekipler oluşturularak buna benzer bir sürü eylem gerçekleştirilmiştir.

(Devam Edecek)
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Bınavê Xuda
Bu güne kadar Hizbullahi hareket üzerine yetkili-yetkisiz, bilgili-bilgisiz, garazlı garazsız bir çok kesim tarafından çok şeyler
derin_devlet.jpg
söylendi, yazıldı, çizildi… Rahatlıkla söyleyebiliriz ki kamuoyuna yansıtılanların yüzde biri ancak doğrudur. Bunun iki nedeni vardır; birincisi Hizbullahi hareketin genel kamuoyuna zamanında gerekli açıklamalarda bulunmamasıdır ki bu hususta cemaat, halkı ile doğrudan olan bağları ve diyalogu dışında başka yollara tevessül etmedi veya zamanının gelmesini bekledi. İkincisi ise cemaatin düşmanı ve rakipleri, propaganda savaşı ekseninde psikolojik bir mücadeleyle Hizbullahi cemaati karalama, yanlış gösterme ve böylece etkisizleştirme yoluna gitmeleridir. Hizbullahi hareket üzerine kamuoyunda piyasaya sürülen bilgilerin büyük bir kısmı hareket düşmanları veya hasımları tarafından dezenforme edilmiş bilgilerdir. Geri kalanları ise -yine büyük bir kısmı su-i niyet güdülerek- yoruma dayalı bilgilerdir. Burada hem bu kategoriye girmeyen hem de efkarı umumiye yönelik bir ara açıklama ve hatırlatmadan sonra konumuzun ayrıntılarına geçeceğiz.

Bilgileri kurgulamak ve yorumlamak alanında insanlarımız ve medya çevreleri hem hazır bir zemine hem de geçmişe dayalı bir birikime sahiptirler. Beşeri ideolojilere dayanan farklı birçok örgütün meydanlarda at koşturdukları, birbirleriyle çatışıp anarşi ve terör estirdikleri yakın tarihimizde, perde arkasında o kadar çok garip, acayip, kirli, çetrefilli,… ilişkiler, durumlar, vakıalar ve gerçekler ortaya çıktı ki, kimin eli kimin cebinde, kimin ipleri kimin elinde, kimin sırtı kime dayalı, kim kimin hesabına çalışıyor,…..? gibi garabetli ve kafa karıştırıcı manzaralar ortaya çıktı. Bu nedenle insanlarımız hemen her şeye kuşku ile bakmaya veya temkinle karşılamaya başladılar. Aydınlar, yazar-çizerler, entelektüeller, fikir sahipleri, örgüt ve ideoloji mensupları da, her yeni gelişme üzerine veya olay karşısında fikir yürütmeyi, yorumlamayı veya niyetlerine göre kurgulayıp deforme etmeyi adet haline getirdiler. Aslında çok da parlak bir geçmişe sahip olmayan örgüt ve oluşumların sabıkaları da bu hususta derin travmalara sebebiyet verdikleri gibi böylesi saplantıları da beraberinde getirerek kötü bir zeminin oluşmasında etkili oldu.

Halbuki her mesele ve olay karşısında yazıp-çizmek, yorumlamak, değerlendirmek ve kamuoyuna sunmak için somutluk, müşahhaslık, delil, kaynak… gibi kriterleri esas alarak objektif, tarafsız, saptırmadan… hareket etmek, vicdani, ahlaki ve insani sorumluluğun gereği olduğu gibi topluma karşı da bir görevdir. İslam ise; bu kriter ve kıstasları belirlediği gibi, bunların dikkate alınmadan adalet ölçülerinin ihlal edilmesi durumunda cezai müeyyideler getirerek insan hak ve hukukunu garanti altına almaktadır. Adaletin uygulanmasında Müslim, gayri Müslim farkı gözetmemektedir. Bu kriter ve kıstaslar dikkate alınmadan yapılan haber, yorum, değerlendirme, tahlil ve teşhisler doğru olmayacağı gibi insan hak ve hukukunu çiğneme, iftira atma, yanlış itham ve istifhamlara sebebiyet verme ve daha bir çok hakkın çiğnenmesini beraberinde getirebilir. Bu aynı zamanda zulümdür.

Bu ilke ve kurallar, herkes ve her kesim için geçerli olduğu gibi akıl ve mantığın da bir gereğidir. Ele alacağımız meselelerin önemine binaen Müslüman halkımıza hatırlatma babından yüce Rabbimizin koymuş olduğu bir kurala dikkat çekmek istiyoruz. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerimde: “Ey inananlar! Eğer yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse, onun iç yüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz.” (Hucurat 6.Ayet) diye buyurmaktadır. Rabbimizin buyruğu böyle iken, Hizbullahi hareket hakkında gerek rejim güçlerinin, gerekse beşeri ve ilhadi örgüt ve oluşumların kamuoyuna yansıttıkları ve piyasaya sürdükleri haber ve iddialarla hangi maksatların gerçekleştirilmeye çalışıldığı, niyetlerinin ne olduğu açıkça ortada iken, bu haberlere inanmanın saflık değil ise ne olduğuna varın siz karar verin.

Bölgemizin ve milletimizin bağrından çıkan, aşırılıktan uzak, tefrikadan beri, halis İslam anlayışıyla bağrından çıktığı millet
kemalist_rejim.jpg
ve memleketi önceliği olarak alan, bağımlı olmaktan uzak, özgür ve bağımsız iradesiyle, halkının sorun ve problemlerini, tabii hakları ve hukukunu Allah (cc)' yolunda, Resûlullah (sav)’ın insanları zulüm ve cehaletten kurtaran ve dünyanın en azizleri mertebesine çıkaran metodu ile zalim ve tağutlara karşı mücadele veren Hizbullahi hareketten hemen hemen haberdar olmayan yoktur. Bu hareket, bu güne kadar milletimizin en büyük düşmanı olan ve geri bırakan cehalet ile mücadele maksadıyla 1979’dan beri kültür seferberliği ilan ederek bölgemizi yeniden ihya etti. İnsanlarımıza hak ile batılı, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt etmek, her iki dünya saadetinin metodunu öğretmek, millet ve memleket olarak asıl kurtuluş yolunu göstermek maksadıyla gece-gündüz davet ve tebliğ yoluyla mücadele verdi. Halkın kemikleşmiş sorunlarına el atarak çözmeye, hakları gasp edilenlerin hakkını almaya, başta yeni nesil olmak üzeri insanlarımızı Kur’an ve İslam kültürü ile yetiştirmeye, toplumu ifsat eden gayri ahlaki ve bozucu saldırıları engellemeye çalıştı. Bütün gayretleri ve hedefleri bu halkın selameti ve kurtuluşu için olan ve bu memleketin en takvalı, en samimi, en fedakar, kıyamet gününde Allah (cc)' ın huzurunda hesap vermeye yakini imanı olan ve Allah (cc)' korkusu dışında hiçbir korku taşımayan bu memleketin öz evlatları olan değerli şahsiyetlerin omuzlarında bu hareket şekillendi ve hizmet verdi.

Bölge üzerinde farklı hesapları olan rejim ile beşeri ve ilhadi örgütlerin bu hareketin hedefe doğru hızla yükselişi karşısında hezeyana düşüp kaygılanmaları sebebiyle; hareketi akamete uğratmak, halkın teveccühünü kırmak, yükselişini durdurmak için ellerindeki bütün imkanları seferber ederek, propaganda savaşı başta olmak üzere psikolojik, siyasi, sosyal, ekonomik, askeri ve diğer bütün yollara baş vurarak, her türlü taktik ve yöntemi meşru görerek hareketi çökertmeye çalıştılar. Hizbullahi hareket bir çok cephede mücadele vermek zorunda kaldı. Varlığını muhafaza etmek için savunmaya geçen hareket ile düşmanları arasında çok derinden ve gizli bir mücadele verildi. Bu mücadele esnasında Hizbullahi hareket tarafından halkımızın tasavvur bile edemeyeceği garip ve dehşetengiz gerçekler ortaya çıkarıldı. İnşallah elimizden geldiği kadarıyla Hizbullahi harekete karşı derinden verilen bu mücadelede hareket düşmanlarının başvurdukları derin ve kirli yöntemleri ele almaya çalışacağız. Selam ve dua ile
Said GABARİ
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Bınavê Xuda


90’lı yıllardan beri Hizbullahi hareket üzerine, hemen her kesimden yazmayan, çizmeyen, eleştirmeyen , değerlendirme yapmayan ….vs kalmadı. Bütün bunların tarafsız ve objektif yapılmadığı ise şüphe götürmez bir gerçektir. Hem rejimin, hem PKK’nın, hem rejimin en etkili güçlerinden Medya’nın Hizbullahi harekete düşmanlığı açıktır. İslamcı bilinen bazı kesimden de yapılan eleştiri ve değerlendirmeler dostça olmadığı gibi, bazen düşmanlıklarını açıkça izhar edenlerinkinden de öteye geçtiğine hepimiz şahit olduk.

Her ne kadar geç kalınmış bir çalışma olsa da, asla propaganda maksadını taşımadan, sadece gerçekleri ortaya koymayı ve objektif bir değerlendirme yapmaya çalışacağımı, İslam davasına gönül vermiş ve taraftarı olmakla beraber gerçekleri tarafsızca ele alacağımı, afâki bilgiler yerine somut ve müşahhas kriterleri esas alacağımı taahhüt ederim. Hiçbir hakkın ihlal edilmemesi için bazı bilgileri yorum şeklinde vermeye çalışacağım. Bununla beraber olaya, gerektiğinde felsefe ve mantık yönünden yaklaşarak bazı tahliller de yapmaya çalışacağım. Maksadım; meseleye çok farlı açılardan bakarak geniş bir perspektifte ele almaktır.

Asıl konumuz, rejim güçlerinin Hizbullahi harekete karşı derinden verdiği mücadelede gayri ahlaki ve gayri hukuki yol ve yöntemleri ortaya koymakla beraber, taalluk ettiği için cemaate düşmanlık yapıp savaş açan PKK’nın de sebep olduğu ve bizatihi başvurup pratize ettiği yöntem ve tutumunu da ele almadan geçemeyeceğim. PKK’nın Hizbullahi harekete ve aynı zamanda bölgedeki cemaat mensubu olmayan mütedeyyin Müslümanlara verdiği zarar, rejim güçlerinin verdiği zarardan çok değilse, az değildir. Bu düşmanca tavırlarını sürdürdüklerini ve Kemalist rejim güçlerine İslam’a ve Müslümanlara karşı ittifak kurmak için yaptıkları çağrılar ve ısrarcı tavırları herkesçe aşikârdır. PKK, kamuoyu önünde resmi ağızlardan aleni olarak bu çağrıları yapmakta bir beis görmediğine göre, perde arkasından yaptıkları girişimleri ve gösterdikleri gayretleri de artık siz kıyas edin.

Hizbullahi cemaatin kuruluşundan başlayarak meseleyi ele almaya çalışalım.

1980’li yıllara gelindiğinde bölgemizde İslami kesimin içerisinde bulunduğu durum, iç açıcı bir manzara arz etmiyordu. Rejimin müsaade ettiği ve kontrol ettiği sınırlar içerisinde dernek, vakıf vb yapılanmalar etrafında mücadele verdiklerinden beklenen başarıyı bir türlü yakalayamıyorlardı. Bu nedenle derin bir özeleştiri ve arayış içerisine girmişlerdi. Netice itibariyle mücadelede kullanılan yol ve yöntemlerin yanlış ve İslam’ın asıl metot ve yöntemleri ile uyuşmadığı kanaatine varılmıştı. Ancak bu süreçte hararetli tartışmalar yapılmış ve bu tartışmalardan sonra İslami kesim içerisinde düşünce ayrılıkları ortaya çıkmıştı.

O zamana kadar mücadelede başvurulan yol ve yöntemlerin yanlış olduğuna, cemaatsiz İslami mücadele verilemeyeceği kanaatine varan cemaat rehberi ve hareketin ilk kadroları, detaylı bir araştırma ve hazırlık döneminden sonra, 1979 yılında Hizbullahi cemaati kurdular. Resûlullah (sav)’ın davet metodu esas alınarak “gizli davet ve gizli örgütlenme”, yerine göre de “açık davet ve gizli örgütlenme” stratejisi ile çekirdek kadroları ve az sayıdaki ders halkaları ile mücadele sahnesine çıkan Hizbullahi hareket, yoğun faaliyetleriyle Kürdistan’ın en ücra köşelerine kadar daveti götürüp örgütlenme çalışmalarını sürdürdü. Kuruluşunun üzerinden henüz iki yıl geçmemişken 12 Eylül askeri darbesi yapıldı. Türkiye’deki legal ve illegal bütün siyasi hareket ve örgütlere ağır darbeler vuruldu. İslami grupların geneli illegal ve güçlü bir altyapıya sahip olmadıkları için aldıkları ağır darbelerle dağılma sürecine girdiler. Cemaat ise gizli davet ve gizli örgütlenme ekseninde mücadele verdiğinden bu süreci en az zararla atlattı. Darbe sonrası zorlu süreçte de gizliliğe önem verdiğinden varlığını koruyabilmiştir. (1)

Cemaat, Kürdistan’da varlık gösteren İslamcı veya milliyetçi hiçbir örgüt ve oluşum ile “karşı karşıya gelmeme, hedef almama ve çatışmama” ilkesini benimseyerek mücadele verdi. Bu hassasiyeti, karşısındaki örgüt ve gruplardan görmediği halde, bu prensibine bağlı kalarak tahriklere kapılmadı.

Hizbullahi cemaatin kuruluşu, tarihi ve mücadele sahnesine çıkışı bu şekilde iken (daha fazla bilgi için “Kendi Dilinden Hizbullah ve Mücadele Tarihinden Kesitler/ İ. Bagasi” adlı kitaba başvurulabilir.) ve 1990 yılına kadar PKK ile hiçbir çatışmaya girmemişken, bu cemaatin PKK’ ye alternatif olarak ve onun etkisini kırmak için başka güçler tarafından kurulduğunu iddia etmenin ve bu safsata iddiada ısrar etmenin ne kadar gülünç ve tutarsız olduğu ortadadır. 12 Eylül askeri cuntasının İslam’a düşmanlığını bilmeyen yoktur. Eğer “gizli davet ve gizli örgütlenme” ilkesi doğrultusunda mücadele verilmeseydi, İslam düşmanı askeri cuntanın bu hareketi yaşatması veya müsamaha göstermesi düşünülebilir mi? Kürtleri inkar politikası güden cunta rejiminin, Kürtleri yok etmek için bahane ve gerekçe olması açısından PKK gibi silahlı ve terörist bir örgütü piyon olarak kullanarak hem Kürtleri hem de İslami hareketleri tasfiye yoluna başvurması muhtemel olasılıklar arasında düşünülebileceği gibi mantığa da uygundur. Her ne kadar başkaları bu iddiada bulunup delillerini ortaya koyup örneklendiriyorlarsa ve PKK’nın pratiği bu şüpheleri güçlendiriyorsa da bizim böyle bir derdimiz ve saplantımız yoktur, tarafımızdan olup bitenler malumdur.

İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde sahipsiz kalmayan İslam, kıyamete kadar da sahipsiz kalmayacaktır. Böyle köklü bir geçmişe sahip bu dinin müntesipleri, tarihin her döneminde onun misyon ve hedeflerine göre mücadelesini vermiş, gerekliliklerini yerine getirmişlerdir. Tarih boyunca İslam düşmanları ve onların İslam ümmeti içerisindeki yardakçıları, böyle köklü bir mücadele tarihine sahip olan İslam’ı tahrif edip siyasal ve sosyal hayattan uzaklaştırmak için gösterdikleri gayretler hiç bir zaman azalmamıştır. Laik demokrasi ile materyalist sosyalizmin taraftarları bu ideoloji ve sosyal düzenlerini Müslümanların memleketinde hakim kılmak için, zulüm, baskı, dayatma ve her türlü gayri ahlaki ve gayri meşru yollara başvurarak ellerinden geleni ardlarına koymamışlardır. Halkımız bu sürecin son 40-50 yılına şahittir. Tarihi yönden olaya baktığımızda, Hz. Ömer (ra) döneminde İslam topraklarına dahil olan memleketimizde ve yüzyıllarca İslam’a büyük hizmetlerde bulunan milletimizin içine sokulan gayri İslami ideoloji ve akımların yabancı menşeli, dinimize, örf ve ananelerimize aykırı olduğunu görmekteyiz. Buna göre; acaba, bu yabancı menşeli fikir ve onların savunucuları mı sonradan milletimize ve memleketimize dahil edilmiş ve alternatif olarak sunulmuştur, yoksa 1350 yıldır uzaklaşmadığı İslam ve İslami hareketler mi?

derin_devlet2.jpg
Kemalist rejim, hile ve entrikalarla kurulup başa geldiği ilk günden itibaren halk tarafından kabul görmemiştir. Bu ceberut düzen, iktidarını muhafaza edip devam ettirebilmek için türlü türlü komplo ve entrikalara başvurmuştur. Sağ-Sol çatışması çıkartma, sağı solla, solu sağ ile dengeleme, muhalif kavimlere karşı faşist-milliyetçi grupları üretip destekleme, komplo ve provokasyonlarla muhaliflerini ortadan kaldırma gibi başvurduğu bir çok yönteme örnekler verebiliriz. Türkiye’de gerek Kürtler içerisinde ve gerekse Türkler içerisinde pratize edilen böyle bir dengeleme politikası uygulanmıştır ve halen de uygulanmaktadır. Kendisine muhalif hareketlerin gücünü dağıtmak ve parçalamak için rejimin çok yönlü planları vardır.

Türkiye’de böyle bir dengeleme politikasının varlığına dayanarak kamuoyu ve medyada kendilerine “uzman” (!) diyen ve bazı etiketlerle tescil ettirmeye çalışanların, ellerinde hiçbir kanıt ve bilgi olmadan sadece mantık yürüterek Hizbullahi hareketi böyle bir politikanın aracı olarak yorumlayıp değerlendirmeleri, başlı başına bir mantıksızlık ve büyük bir çelişkidir. Farazi olarak böyle bir mantık yürütme yoluna gidilse dahi Hizbullah’ın böyle bir politikada araç olarak kullanılması değil; böyle bir politikanın Hizbullah’a karşı uygulanması gerekir ve mantıklı olanı da budur. Nitekim rejim, Hizbullahi harekete karşı böylesi yollara başvurmuştur. Bunlar delilleri ile birlikte ileriki bölümlerde verilecektir.

Selam ve dua ile… Said GABARİ

(1)- Kendi Dilinden Hizbullah ve Mücadele Tarihinden Kesitler/ İ. Bagasi” adlı kitaptan derlenmiştir
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Bınavê Xuda,

asker.jpg
Bölge’de silahlı mücadele başlatarak dışındaki tüm örgüt ve fraksiyonları tasfiye yoluna giden PKK, bölgenin tek hâkim gücü olma hedefini güderek dışındakilere hayat hakkı tanımayacağını pratiği ile gösterdi. 12 Eylül öncesinde bu örgütün özellikle Batman’daki çekirdek kadrolarından Mehmet Şener ve Enver Ata gibileri daha sonra Hizbullah Cemaatini kuracak Rehber ve öncü kadrolarını iyi tanıyorlardı. Her ne kadar MTTB ismi altında faaliyet gösteriyorlarsa da rejim ve onun uzantıları ile bir ilişkilerinin olmadığını, her ne kadar tasvip etmeseler de mücadelelerini İslam fikir ve metodu çerçevesinde verdiklerini yakini olarak bildiklerinden diğer sol grup ve örgütlere karşı bunları savunmuş ve: “fikri ve ideolojik noktada her ne eleştiriyi yaparsanız yapın ama bunları düzen ve onun uzantıları ile ilintilendirmeyin çünkü onları çok iyi tanıyoruz” şeklinde tavır koymuşlardı. 91 yılında cemaate dayatılan ve tahmil edilen çatışmaların öncesinde bu çatışmayı önlemek için cemaatin gösterdiği çabaların karşılık bulmaması üzerine cemaatin Rehberi; “eğer Şener ve onun ekibi ülkeye giriş yapabilseydi ve onlarla diyalog kurulabilseydi büyük ihtimalle bu çatışma önlenecekti” şeklinde diyecekti.

PKK, ideolojisinden kaynaklanan İslam’a karşı antipatisini açıkça göstermekten çekinmedi. Tarikat ve tasavvuf ehline kafayı tutarak pervasızca saldırmaktan geri durmadı. Hizbullahi hareket ise kuruluşundan sonra gizlilik ve örgütlenmeye özen gösterdiğinden kimse tarafından tanınmıyordu. PKK dahi böyle bir kesimden haberdar olmakla beraber yapısı hakkında hiçbir bilgiye sahip değildi. Medrese, okul, cami başta olmak üzere her alanda ve her kesimde faaliyet gösteren Hizbullahi hareket, gün geçtikçe yayılıyor, güçleniyor ve taban buluyordu. Bu gelişmeler karşısında PKK’nın de rahatsızlığı gün geçtikçe artıyordu. Silahlı mücadele ile Kürdistan’da hâkimiyet kurma peşinde olan örgüt, kendi muhaliflerini çoktan temizlemiş, saf dışı etmiş ve bunun gururunu yaşıyorken hızla yayılmakta olan İslami harekete nasıl tahammül gösterecekti?

Hizbullahi hareketin fiili ve sözlü bir saldırısı olmamasına rağmen PKK, hemen propaganda savaşı başlatarak işin üzerine gitmeye başladı. Önce fikri ve ideolojisine dayanarak, “din afyondur, halkları özgürlüklerine kavuşturamaz, çağdaş bir doktrini yoktur, devlet kavramı yoktur, ortaçağ zihniyetidir, devri geçmiştir, kişi ile Allah (cc) arasında bir bağdır…” gibi istifhamlarla hareketi akamete uğratma yoluna gitti. Oysa İslami hareketi benimseyen insanlar, İslami düşünceyi çağdaş seviyede rahatlıkla savunabilir, tezlerini ispatlayabilir, modern dünyada en ideal sistem olabileceğini iddia edip felsefi, mantıki ve bilimsel olarak ortaya koyabilir ve örneklendirebiliyorlardı artık. Hatta kapitalizmi, liberalizmi, materyalizm, kominiz, Marksizm ve Sosyalizm gibi çağdaş kavramları ve düzenleri çürütebilecek kadar ileri bir seviyeye ulaşmışlardı. Bu girişiminin sonuçsuz ve modasının geçtiğini fark eden PKK, başka taktiklere başvurdu.

abo%201.jpg
Beslendikleri kaynağın, “çamur at, tutmazsa izi kalır” prensibi gereği Müslümanları karalamaya, türlü türlü iftiralar atmaya başladılar. Bölge genelinde aynı merkezden çıkma yalan ve iftira kampanyaları alabildiğince alıp başını gidiyordu. Cemaatin, İran’da gerçekleşen İslam inkılâbına bakışı müspet olduğundan, önce bunlar Humeynicidirler diye karalamaya çalıştılar. Tutmadı, bunlar beşinci mezheptendir, Şii’dirler, günde 3 vakit namaz kılıyorlar, bazen de terbiye ve edebe sığmayan yalan ve iftiralarda bulunuyorlardı. Bunların hiç biri tutmuyordu. Çünkü Hizbullahi hareketin mensupları toplumun içinden ve her katmanında yer alıyorlardı. Halk onları iyi tanıyordu, her kesin mutlaka yakından veya uzaktan akrabaları veya alakalı oldukları birileri hareketin içinde yer alıyordu. Hâsılı bunları fazla uzatmaya gerek yoktur. Çünkü 90’lı yılları hatırlayanlar bütün bunlara şahittirler. Kim elini vicdanına koyarsa bu yapılan karalama maksatlı yalan ve iftiraların ne kadar gerçek dışı olduğunu görecektir. Herkes çok yakından bildiği ve tanıdığı akrabası, komşusu, köylüsü olan insanlar hakkında yapılan ithamların hangi boyutlara vardığını bilir. Ancak bütün bunlara rağmen Hizbullahi cemaat, hiçbir zaman PKK’yı hedef alma, aleyhinde propaganda yapma ve ona karşı cephe oluşturma gibi bir girişim ve gayret içerisinde olmadı. Hiç kimse bunu iddia edemeyeceği gibi ispatını da yapamaz.

Bu araya bir fasıla koyarak başka bir konuyu irdeleyelim. Henüz başlık olarak kullandığım konulara tam olarak doğrudan giriş yapmamamın sebebi; bu meseleyi bir bütün olarak ele almaktır.

rabutatul1.jpg
“Rabitatul Alemiy-el İslami”… Bu kuruluş, merkezi Suudi Arabistan’da olup uluslar arası faaliyet gösteren bir organizasyondur. Finansmanını Suudi devleti sağlamakla beraber Amerikanın finansörlük yaptığı yönünde de Müslümanlar arasında yaygın bir kanaat mevcuttur. Bu organizasyonun görünen yüzüyle temel stratejisi; İslam ülkeleri içerisinde medrese eksenli ilim çalışmaları yapma ve âlim yetiştirmektir. Zahiren çok güzel görünen bu çalışmanın ilk etapta çok calib, İslam ve Müslümanlar için hayırlı hizmetlere vesile olabileceği düşünülebilir. Asıl maksadı ise; İslam ve Müslümanlar arasından “kıyam” ve “şehadet” ruhunu yok etmek, onları siyasetten ve devlet düşüncesinden uzaklaştırmak, koyun misali uslu, Amerika ve batı ile barışık ve uyum içinde, tabiri caizse Amerika ve batının istediği Müslüman tipini oluşturmaktır. Bunun hikâyesi uzundur, konumuza taalluk ettiği için kısaca değinip geçeceğiz.

Hizbullahi hareket, Kürdistan’da 90 öncesi dönemde medreseler üzerinde ilmi, kültürel ve Faki yetiştirmede yoğun bir faaliyet sürdürdü. Bu süreçte kısaca Rabıta olarak adlandırılan bu organizasyon da aynı alana el atıp faaliyete başladı. Cemaat, medreselerdeki kıt imkânlar ve zor şartlar altında yasal zemini olmadan bin bir güçlükle mücadele ederken, bunlar bol imkân ve finansmanla, yasal olarak hiçbir korkuları olmadan, gözleri kamaştıran tekliflerle bölgede yer alma gayreti içerisinde idiler. Siyasi ve Teşkilati tecrübe ve birikimden yoksun bir kısım molla kesimi, bu göz kamaştıran teklifler karşısında asıl maksadı ve zahiren görünmeyen boyutunu görmeyip kimisi bilmeden aldandı kimisi de bilerek hizmet etti. Bölge genelinde faki okutulan camilerin mollaları başta olmak üzere hemen hemen iş yapabilecek çoğu mollaya bu tekliflerini götürdüler. O dönemde cemaat bölgenin muhtelif yerlerinde bu tür camilerde zaten faaliyet gösterdiğinden, dolayısıyla bu teklifler bilerek veya bilmeyerek birçok cemaat mensubu mollaya da yapıldı. İşin gerçeğini anlayan cemaat, yaptığı detaylı araştırmalar neticesinde olayın iç yüzünü ayrıntıları ile ortaya koydu. Cemaat mensubu mollalar vasıtasıyla bütün ilişkiler ve irtibatlar, finansal kaynaktan işin başındaki kişilere kadar, ta merkezlerine kadar bu organizasyon deşifre edildi. Bu deşifreden sonra kime gittilerse ret cevabı alıp bir nevi kovuldular. Bilerek veya bilmeyerek bu işin içinde yer alanlara gerekli izahatlar yapıldı. Bilinçli olarak faaliyetleri sürdürenler ise ikaz edildiler. Kısa bir süre sonra büyük oranda bu faaliyetler durma noktasına geldi. Her ne kadar bölge genelinde tutturamadılar ise de münferit olarak halen bu teşkilat ile bağlantılı kişiler bulunmaktadır. Bu dönemde özellikle etkili oldukları camilerde ve İmam Hatip okullarında cemaate karşı düşmanca tavırlar içerisine girip tahribatlarda bulundular. Bu proje İslam ümmetinin genelinde uygulanmaktadır. Kısacası İslam’ı dönüştürme projesi / küfürle dost ve barışık bir İslam veya Amerikancı İslam projesi olarak da adlandırabiliriz.
Bir sonraki bölümde, bölgede faaliyetlerini yoğunlaştıran Jitem’i ele alacağız.

Selam ve dua ile…

Said GABARİ
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Bınavê Xuda

Vereceğimiz bu bilgileri, o dönemde bizatihi Jitem’in içinde yer alan bir kişinin cemaat tarafından yapılan sorgusunda gönüllü olarak verdiği bilgilerden derledik. 86-87 yılları olacak, bölgede Jitem faaliyetleri yoğunlaşıyor. Celil Yüzbaşı ve Ahmet Cem Ersever güneydoğuya gelip faaliyetlere başlar.

Cumhuriyetin kuruluşundan beri bölgede rejime destek veren belli başlı aileler vardır. Bu aileler her zaman devlet ile beraber olup devlet tarafından bölgede uygulanacak politikalara hizmet ederler. Devlet nezdinde imtiyaz sahibi ve sicillidirler. Tanınan tanınmayan bu tip aile ve kişiler bölgenin her tarafında mevcuttur. Celil yüzbaşı ve Cem Ersever, bölgeyi harmanlayıp ellerinde bulunan listede yer alan bu devlet yanlısı aile ve kişileri ziyaret edip tanışırlar. Sosyal araştırma maksatlı yaptıkları çalışmalarını tamamladıktan sonra tespit ettikleri kişileri organize ederek çalışmalarına başlarlar. Hedef, amaç ve araçlarını şu şekilde ortaya koydular: “ortaya çıkan teröre ve terör örgütüne karşı yasal ve hukuki yollarla mücadele vermek mümkün değildir. Onlara ancak anlayacakları dilden karşılık vermek lazım. Teröre karşı terör; örgüte karşı örgütle mücadele etmek gerekir.”

PKK’nın bölgede uyguladığı taktiklerden biri; davalı olan aile, kabile, aşiret ve köyler arasında birini diğerine karşı kollayıp destekleyerek kendi tarafına çekmekti. Eğer karşı taraflar teslim olmazsa çoğunlukla düşman konumuna düşer, kendilerini korumak için genellikle devletin kucağına atılıyorlardı. Koruculuk sistemi de bu sayede hayli yaygınlaştı. Jitem, bölge genelinde rahatlıkla faaliyet gösterebilecek yeterli derecede, zemin ve desteğe sahipti. PKK itirafçılarından, koruculardan ve işbirlikçilerden oluşturdukları özel birimler ve timler vasıtasıyla PKK terörüne karşı devlet terörünü estirdiler. Yargısız infazlar, kaçırıp kaybettirmeler, sabotaj ve terör eylemleri, köy yakmalar, haraç toplama ve keyfi cezalandırmalar, tehdit, şantaj ve baskı yoluyla ajanlaştırma gayretleri… ve daha nice karanlık ve kirli faaliyetleri icra ettiler. Jitem’in bu tür faaliyetleri hakkında yeri geldikçe daha detaylı açıklamalar yapacağım.

Jitem, Saddam zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan Güneyli Kürtlerden de istifade etme yoluna gitti. Sağlık taraması adı altında gelen Kürtlerin tümü mülakat taramasından geçirilerek kendi işlerine yarayabileceklerini tespit ettiler. Sonra bu kişilerin mağduriyetinden istifade edilerek bol vaadlerle işbirliğine razı ettiler. Bir kısmını Kürtler arasında, bir kısmını PKK’ya karşı eğiterek, bir kısmını da jitem’in Güney kürdistan’da rahatlıkla faaliyet gösterebilmesi için zemin hazırlama ve lojistik destek sağlamak maksadıyla Güney Kürdistan’a gönderdiler.

Hem PKK, hem de devlet destekli Jitem terörü bölgeyi kasıp kavururken Hizbullahi hareket davet ve tebliğ faaliyetlerini ara vermeden yürütüyor ve bölgenin genelinde yapılanmasını sürdürüyordu. Kendisi dışında ve kendisine rağmen hiçbir örgütlü güce tahammül göstermeyen PKK, hızla yayılmakta olan Hizbullahi harekete karşı karalama maksatlı propaganda ve psikolojik savaşı hızlandırmış ve bölge genelinde kavgalara varan sürtüşmeler yaşanıyordu. Nihayet PKK siyasi feraset ve basiretten yoksun olarak bu çatışmanın nelere mal olacağını ve sonucunun ne olacağını hiç düşünmeden Müslümanları katletmeye başladı. Hizbullahi hareket, yaşanan bu olaylara karşılık vermedi ve beklemeye başladı. Çünkü böyle bir çatışmanın kendisi ve bölge halkı için zararlı; kârlı çıkanın rejim olacağını kesinlikle biliyordu. Bu çatışmaların önünü almak için içeride ve dışarıda yakinen tanıdığı PKK yetkililerine elçiler ve mesajlar gönderdi. Gerisini “Kendi Dilinden Hizbullah” kitabından alalım: “ Cemaat, bir elçisi vasıtasıyla PKK’nin bölgedeki sorumlularına gönderdiği mesajda; “Bağımsız İslami bir hareket olarak bölgede sürdürdüğümüz İslami mücadelemizin esas hedefinin zulüm rejimi olduğunu, PKK’ye yönelik özel bir düşmanlık ve faaliyetimizin olmadığını, bölge genelinde varolan sürtüşme ve gerginliklerin PKK’nin baskı ve saldırılarından kaynaklandığını, Cemaatın PKK ile çatışmak istemediğini, patlak verecek bir çatışmanın lokal olmaktan çıkıp bütün bölgeyi kapsayan bir savaşa dönüşeceğini, böyle bir çatışmanın uzun süre devam edeceğini ve maliyetinin ağır olacağını, bunun her iki tarafın da zararına olacağını, özellikle şu anda fiili bir çatışma ortamı içinde olan PKK’nin kendisine yeni bir cephe açmakla daha fazla zarar eden taraf olacağını, iki taraftan ziyade bu savaştan TC’nin kazançlı çıkacağını, Cemaate yönelik saldırılarını durdurmalarını, aksi takdirde bizim de kendimizi savunmak zorunda kalacağımızı, bu mesajımızı iyi değerlendirmelerini, böyle bir çatışma başlarsa bunun sorumlusunun kendileri olacağını’’ açık bir şekilde PKK tarafına iletti.

PKK, o dönemin zafer sarhoşluğu içinde mesajımıza kulak asmadı ve bu fırsatı iyi değerlendirmedi. Cemaatın mesajına müspet cevap vermeyen PKK, hiç bir insani ve ahlaki kurala riayet etmeden ve hiç bir parti veya teşkilatta örneği görülmeyecek bir kabalık ve terbiyesizlik örneği sergiledi. Mesajı alan PKK sorumluları, weké hové seré çiya bu mesajı götüren Cemaat mensubuna keleş dipçiğiyle vurup, başından yaralayarak kanlar içinde bıraktılar. Cemaatin mesajına da şu cevabı verdiler; “Biz, neyin çıkarımıza ve neyin zararımıza olduğunu sizden daha iyi biliyoruz. Bunları siz bize öğretemezsiniz. Sizin nasihatlarınıza ihtiyacımız yoktur. Eğer gerçekten devlete muhalifseniz gelin PKK’ye katılın ve PKK’nin önderliğinde bu mücadeleyi sürdürün. Eğer bunu yapmıyorsanız bu işi bırakın ve bölgeyi terk edin. Eğer bunu da yapmıyorsanız, size yönelir ve sizi imha ederiz. Buna göre hangisini istiyorsanız kendinize tercih edin” diyerek, bizi üç seçenekten birini tercihle başbaşa bıraktılar.”

Hizbullahi hareket, kendisine sunulan her üç seçeneğin de netice itibariyle aynı kapıya çıktığını yani, yok olmaya mahkum edildiğini bildiğinden direnmekten başka yol kalmadığından savunmaya geçti ve çatışmalar bölgenin geneline yayıldı.

PKK’nın böyle bir çatışmayı dayatmasını iki şekilde izah etmek mümkündür. Birincisi yukarıdan da anlaşılabileceği gibi zafer sarhoşluğuna kapıldığı ahmakça tavrıdır. İkincisi ise; o dönemde bölgede terör estiren Jitem’in PKK içerisine sızarak tahrik edip saldırtmasıdır. Bunu neye dayanarak söylüyoruz? Jitem’in hedefleri belli, pratiği de ortadadır. PKK, sorumluluk yapan kadrolar dahil bir çok elemanın Jitemle ilişkili olmasında bir sakınca görmüyordu. Bölge genelinde bir çok yerde yakinen tanıdığımız PKK elemanlarından ve sorumlularından hem polis, hem de Jitem ile irtibatlı olanlarını biliyoruz. Daha sonra cemaatin sorgulama faaliyetleriyle ortaya çıkardıkları ise tam bir vehamettir. Jitem ile PKK o kadar birbiriyle iç içe geçmiş ki bu ilişkinin kullanma ve istihbarat toplamak maksadıyla olduğu, yoksa bir ortaklık mı? Belli değil. Eylem ve operasyon anlarında PKK militan ve sorumlularının jitem ile ilişkili kişilerin evlerinde barınmaları, ağır sayılabilecek PKK silahlarının nakli hususunda jitem tetikçilerinin görev almaları ve buna benzer ilişkilerini pekiştirecek bir sürü örneği rahatlıkla verebilirim. Bunların hepsi kişi, yer, zaman ve şahitlerle somut ve müşahhastır.

Dönemin önemli PKK sorumlularından olup sonra ayrılan bir kişinin yazdığı bir makalede PKK-Hizbullah çatışmasının başında Hizbullah tarafından PKK’ye yazılı bir mesaj gönderildiğini, bu mesajda; Ya PKK Hizbullaha katılır, ya bölgeyi terk eder ya da tamamen imha edilir” gibi seçeneklerin olduğunu belirtir. Halbuki Hizbullah tarafından asla böyle yazılı bir mesaj gönderilmediği gibi, mesajın içeriğine bakıldığında da Hizbullah tarafından böyle dayatmaların yapılması ne akla ne de Teşkilati hiçbir mantıkla bağdaşmamaktadır. Eğer şayet bunlar doğru ise ve yukarıda da izah ettiğimiz PKK ile Jitem’in ortaklık gibi görünen muhabbetini göz önüne aldığımızda diyebiliriz ki Jitem, PKK’yı Hizbullahi Müslümanların üzerine saldırttı, PKK da onun oyununa gelerek yoğun faaliyetlerinden ve teslim olmayışından çılgına döndüğü Hizbullahi Müslümanların üzerine giderek katletmeye başladı.

PKK’nın bölgedeki sorumluları, Hizbullahi Müslümanlar hakkında merkezlerine geçtikleri sözlü ve yazılı raporlarda “bunlar sofiloktur, var oldukları yerlerde sayıları 5-10 kişiyi geçmez, onları 3 günde temizleriz…” gibi ifadeler kullanmış ve Apo’yu bu şekilde bilgilendirmişler. Daha sonra Hizbullah’ın ele geçirdiği PKK arşivleri arasında çatışmaların uzaması üzerine “hani 3-5 günde bitirecektiniz” diye Apo’nun sorumlulara attığı fırçalar ve yaptığı eleştirilerin kayıtları bulunacaktı.

Zaman zaman medyada ve kamuoyu önünde Hizbullah üzerine yapılan bazı değerlendirmelerde PKK-Hizbullah çatışması kasti ve maksatlı bir şekilde çarpıtılmaktadır. Halbuki Hizbullah, böyle bir çatışmayı ısrarla istemediği gibi önlenmesi için yurt içinde ve yurt dışında girişimlerde bulunmuş, elinden gelen gayreti göstermiş ve bu çatışmadan her ne kadar galip gelmişse de kan döküldüğü, Kürt milleti zarar gördüğü ve Kemalist rejim kazançlı çıktığı için sevinmemiştir. Bu gerçeği herkesin bilmesi gerekir; PKK yukarıda izah ettiğimiz şekilde tavır koyup karanlık güçlerin oyununa gelerek Müslümanlara saldırıp katletmiştir. Bütün girişimlere rağmen bu tutumunu değiştirmeyerek hunharca saldırılarına devam ederek yüzlerce Müslüman’ın kanını akıtmış, binlerce insanı mağdur etmiş, Kürt halkı içerisinde derin siyasi ve sosyal yaralar açmıştır. Onun bu tutumunun sebep olduğu tahribatlar sayılamayacak kadar büyüktür. Bundan sonraki bölümlerde zaman zaman bu tahribatları ve devletin eline verdiği kozları yeri geldikçe değineceğiz.

Selam ve dua ile ….

Said GABARİ

 
tawh1d Çevrimdışı

tawh1d

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Burda bahsettiginiz Hizbullah; Lübnan Hizbullahinin bir kolu olup, Iran tarafindan desteklenen Sii bir Cihad hareketi midir ?
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Hayır hiç ilgisi yok. Zaten dışa bağımlı olan hareketlerin başarı şansı yok. Fiemanillah.
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Bınavê Xuda

Kürdistan bölgesinde, Kürdlerin birbirleri ile çatışmaları elbette ki en çok rejimin işine yarayacaktı. Hizbullahi hareket bunu bildiğinden, engellemek için çok çaba sarfetti. Ancak gösterdiği bütün çabalara rağmen bu çatışmaların önüne geçmeye muvaffak olamadı. Çatışmalar yayılınca rejim güçleri, eline geçen fırsatın değerini anladı ve buna dört elle sarıldı. Bu fırsatı çok iyi değerlendirecekti. Bir taşla birden çok kuşu vuracaktı.

Birincisi: Hizbullahi hareket PKK saldırılarına direndikçe gücü ortaya çıkacak, o güne kadar bu güçten habersiz olan devletin güvenlik ve istihbarat birimleri, bu gücü tanıma fırsatını bulacaktı.

İkincisi: Çatışmaları körükleyerek her iki gücün birbirleriyle uğraşmasını sağlayacak ve böylece bu örgütlerin güçleri zayıflatılacaktı.

Üçüncüsü: Bölgede estirdiği terör faaliyetlerini rahatlıkla icra edebilecek ve bu faaliyetlerini rahatlıkla örtebilecekti. Çünkü çatışma ortamında yapılan her olay neticede iki taraftan birine mal edilebilecekti.

Gerçekten PKK ile sürtüşmeler başlamayıncaya kadar devletin güvenlik ve istihbarat örgütleri, Hizbullahi hareket hakkında somut ve müşahhas bir bilgiye sahip değildi. Hem hareketin takip ettiği gizli örgütlenme metodu hem de o güne kadar yaptığı faaliyetler davet ve tebliğden ibaret olduğu için zaten devlet güçleri ile karşı karşıya gelecek bir vakıası olmamıştı. Rejimin İslam’a olan düşmanca tavrından dolayı İslami faaliyetlere müsamahası hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. Bu nedenle İslami faaliyetlerden dolayı yakaladığı bazı Müslümanları somut olarak kayıtlarda belirlenmiş bir örgüt ismi olmadığından bu Müslümanları PİK (Partiyâ İslamiya Kurdistan) örgütüne üye olmaktan yargıladılar. Daha sonra çatışmalar başlayınca direnen Müslümanlar, kendileri, işyerleri ve evleri saldırıya uğradığından deşifre oluyorlardı. Güvenlik ve istihbarat güçleri öncelikle deşifre olan Müslümanları tek tek fişlemeye başladı. Müslümanların güçleri ortaya çıktıkça da devletin bu güçleri daha çok işin üzerine eğilmeye ve hakkında bilgi toplamaya çalıştı. O dönemde edinilen bilgilere göre bölgede hangi suçtan yakalanırsa yakalansın gözaltına alınan hemen herkesten Hizbullah ile ilgili bilgi alınmaya çalışılıyordu. Bu çatışmalar esnasında PKK, sadece ve sadece bazı Müslümanların evlerini ve şahıslarını deşifre maksatlı saldırılar yaptığı gibi, gözaltına alınan mensupları da Hizbullah hakkında ne biliyorsa hepsini polise anlatmakta ve yardımcı olmakta bir sakınca görmüyorlardı.

O dönemde Müslümanlar çok zor şartlar altında direniyorlardı. Bir yandan acımasızca üzerine gelen mülhid örgüt, öbür taraftan rejimin güvenlik ve istihbarat güçlerine karşı kendini muhafaza etme gayretleri. İki ateş arasında iki cepheye karşı varlığını muhafaza çabası içerisindeydi.

Hizbullahi hareket hakkında yorum ve değerlendirmelerde bulunanların insafsızca yaptıkları bir karalama ve ithama da değinmeden geçemeyeceğim. Hizbullah’ın devlet destekli olduğu veya devlet tarafından oluşturularak PKK’ya karşı kullanıldığı iftirası o kadar yapıldı ki “gerçek ortaya çıkıncaya kadar, yalan çoktan yerini bulmuş” misali bu karalama maksatlı iftira da zihinlerde adeta yerini aldı. Bu iftira ve karalamaların kaynağını ortaya çıkaracağız, ancak çatışmaların başlama şekline ve sonrasına bakıldığında, zerre kadar akıl ve izandan nasibini alan herkes, bunun karalama maksatlı bir iftira olduğunu anlar. Bakın çatışmalar başladıktan sonra Hizbullah’a yönelik yapılan eylemlerin hiç birinde tetikçiler yakalanmadığı gibi devletin güvenlik güçleriyle de karşılaşmamışlardır. Buna mukabil Hizbullah tarafından yapılan eylemlerde çoğu zaman devletin güvenlik güçleri ile de çatışmaya girilmiş ve bu çatışmalarda onlarca Hizbullahi genç şehid olmuş ve onlarcası da yakalanmıştır. Bunların sayılarını verebileceğimiz gibi bölgenin her tarafında da bu olaylar olmuştur. Bununla beraber kendilerini savunmak için nöbet tutmak zorunda kalan Müslümanlar, çoğu zaman güvenlik güçlerinin yaptığı baskınlarla silahlarıyla birlikte yakalanıp cezalandırılmış ve zindanlara atılmışlardır. Sürtüşme ve çatışmaların başladığı 1990’lı yıllardan itibaren hiçbir zaman zindanlardan Cemaat mensupları eksik olmamış ve her geçen gün sayıları artmıştır. Yani işin iç yüzüne objektif bir şekilde bakıldığı zaman meselenin tersinden yansıtıldığı ve süreç boyunca Hizbullahi hareket tanındıkça daha çok baskıya uğradığı, üzerine gidildiği ve operasyonlara maruz kaldığı görülecektir. Öbür yandan PKK’nın medya başta olmak üzere her türlü imkânlarıyla sürekli Müslümanları devlete ispiyon edip, deşifre ettiği, tahrik edip saldırttığı, gazetelerinde Müslümanlara ait bazı evlerin adres ve fotoğrafları yayınlanarak bu Müslümanların kimliği deşifre edildiği, bizatihi onların yandaş ve mensupları tarafından karakollara şikâyet edildiği, polis ve askerin önüne düşüp onları Müslümanların ev ve işyerlerine götürdüğü, JİTEM ve polis ile çalışan elemanları vasıtasıyla ihbar ettiği… hususunda yüzlerce somut örnek verilebilir.

Devletin güvenlik ve istihbarat birimleri; JİTEM, MİT ve polis hiçbir hukuki ve kanuni yol ve kural tanımadan, her yola başvurmayı meşru görerek akla gelebilecek her türlü metoda başvurdu. MİT daha çok istihbaratla uğraşırken, JİTEM ve Polis (Polisten maksat; Polis istihbaratı ve Terörle mücadele şubesidir) hem istihbarat hem de operasyonel olarak faaliyetler gösterdi. İşbirlikçi ajan, korucu ve itirafçılardan oluşturduğu ekiplerle faaliyet gösteriyordu. Bu ekipler o kadar çok azıttılar ki üstleri bile onları kontrol etmekte zorlanır oldular. Üstlerinden bir görev talimatı gelmediği zamanlarda bu çeteler kendi inisiyatifleri ile gasp, soygun, cezalandırma, haraç, kadın ticareti, uyuşturucu, esrar, silah kaçakçılığı ve buna benzer kirli işler yaparak hem satıp hem de yakalatma yoluyla malı tekrar elde eder, cezaevi ile tehdit ederek bu sefer ekstradan maddi menfaatler sağlama yoluna başvurdular. Bunların terörü daha çok korkutucu ve tehlikeli boyutlara vardı.
Devletin bu karanlık güçleri PKK-Hizbullah çatışmasını körüklemek maksadıyla her iki tarafa karşı da eylemlerde bulunmuştur. Sorgulanan JİTEM, polis işbirlikçi ve tetikçileri bu çerçevede onlarca eylem yaptıklarını itiraf ettiler. Bu bilgiler Hizbullah tarafından sorgulanan bu çetelerin elemanları tarafından verilmiştir. Edindiğim bilgilere göre bunlar arasında A4 boyutunda 2000 sayfadan fazla bilgi verenler de olmuş. Bunlar, çatışmaların olduğu yerlerde çatışmaları alevlendirmek, olmayan yerlerde de çatışmayı başlatmak maksadıyla eylemler yapmışlardır. Bu eylemlerde genellikle itirafçı ve işbirlikçiler kullanılmıştır. Devletin eline geçen sorgu kasetlerinde bunlar mevcuttur. Bir iki tanesi mahkemelere ve basına yansıdı. Özellikle her iki taraftan da vurulmaları kolay ve risk taşımayan eylemlerin çoğu bu çeteler tarafından yapılmıştır. Batman, Silvan, Diyarbakır başta olmak üzere bölgenin her tarafında bu yollara başvurulmuştur. Bunlara birçok örnek verilebilir.
molla_giyasettin.jpg
Örneğin; Tatvan’da bu çatışmayı başlatmak için Mele Gıyaseddin Barlak’ın şehid edilmesi olayı. Bu olayda Hizbullah davasından yargılanıp cezaevine konulan ve orada ajanlaştırılmış olan biri ile PKK’den itirafçı olan bir kişi görevlendirilmiş, olay günü sivil polisler tarafından adı geçen kişiler cezaevinden alınarak kendilerine eylem yaptırılmış ve akabinde birkaç ay sonra aynı şehirde bir kaç PKK elemanı yakalanıp olayın failleri diye mahkemeye sevk edilmişlerdir. Yine Diyarbakır’da öldürülen Musa Anter ve Vedat Aydın gibileri hep aynı mihraklar ve çeteler tarafından vurulmuşlardır. Bu olaylarla ilgili olarak JİTEM elemanlarının yaptıkları itiraflar basına yansıdı.

Denilebilir ki, yapmadığı halde kendisine mal edilen bu tür olaylara karşı Hizbullah niye sessiz kalmıştır? Bu gün itibariyle olaya bakıldığında bu soru yerinde bir sorudur. Her ne pahasına olursa olsun böylesi eylemlerle alakasının olmadığını ilan etmesi faydasınadır diye düşünülebilir. Ancak o günün şartlarında, sıcak bir çatışmanın yaşandığı bir esnada böyle bir açıklama ne kadar isabetli olurdu? Ne şekilde algılanırdı? Ayrıca tamamıyla illegal olan ve kendisini kamuoyuna ilan etmeyen bir yapıda bulunması bunu mümkün kılmıyordu. Çünkü ilan, beraberinde pek çok şeyi de getirir. Kaldı ki, bu çatışmanın önlenmesi için Hizbullah, yaptığı girişimlerde bunu PKK tarafına açıkça bildirmiş, çatışmanın başlaması durumunda bunun lokal olmaktan çıkıp bölge geneline yayılacağını, rejim güçlerinin bundan istifade edeceğini bildirmişti. Ama dinleyen kim?...

Bu çatışmanın durma noktasına geldiği bir dönemde PKK’nın içinden bazı odakların çatışmayı uzatmak için eylemlere giriştiği de bir gerçektir. Susa cami katliamı böyle bir girişimin neticesidir. JİTEM ve polis kurduğu çeteler vasıtasıyla bizatihi bu çatışmayı körüklemek maksadıyla eylemler yaparken, bir yanda da içine sızdığı PKK’yı da kullanarak gayelerini gerçekleştirmeye çalışmıştır. Gelecek yazımızda çatışmalı ortamdan istifade yoluna başvuran polis ve JİTEM çetelerinin faaliyetlerini yazmaya devam edeceğiz.

Selam ve dua ile ….

Said GABARİ
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Bınavê Xuda
Derin devlete bağlı çete ve örgütler, PKK-Hizbullah çatışmasının oluşturduğu ortamdan su-i istifade yoluna giderek bölgeyi adeta yaşanılmaz hale getirdiler. Bu çete ve örgütler, etkin olabilmek için hem devletin gücünden hem de yerel imkanlardan istifade ettiler. Bunların tarifini şu şekilde yapabiliriz; jitem, resmi olarak varlığı reddedilirken gerçekte ise jandarma tarafından kurulmuş ve bilfiil faaliyet gösteren bir kurumdur. Bunun hikayesini bilmeyen artık yoktur. Bu nedenle işin bu kısmını detaylıca anlatmaya gerek yoktur. O dönemde hem jitem hem de polisin Terörle mücadele ve istihbarat dairesi bünyesinde, bölgede faaliyet gösteren örgütlere karşı hiçbir kanun ve kurala bağlı kalmadan mücadele verildi. Bunların idaresinde birimler oluşturuldu. Bunlar devletin resmi kurumları tarafından üretilen gayri resmi birimleridir. Dolayısıyla devletin her türlü imkânlarından istifade ediyorlardı. Bunların bir versiyonu da Ergenekon Çetesi türü yapılanmalardır. Bununla beraber bölgedeki tüm çeteleri kontrolleri altına alarak onları da kullandılar. Çatışmalı ortamdan istifade yoluna gittiler diyoruz ama iş o boyuta vardı ki artık her şey aşikare yapıldı. Dolayısıyla çatışmalı ortam onların faaliyetlerine örtü olamıyordu. Zamanla buna gerek de kalmadı.

Bir önceki bölümde izah ettiğim gibi itirafçı, korucu, işbirlikçi ve ajanlardan oluşan birimlerin bölgede estirdikleri terör korkunç boyutlara varmıştı. Derin devlete bağlı bu çete ve oluşumların hedefinde, PKK, Hizbullah başta olmak üzere her oluşum ve yapı bulunmaktaydı. İcra ettikleri kirli faaliyetleri esnasında hiçbir farkı gözetmiyorlardı.

Zaman zaman kamuoyunda devletin bu süreçte Hizbullah’a göz yumduğu veya tolerans tanıdığı hususunda spekülasyonlar yapıldı. Bu spekülasyonlar ya sadece mantık yürütülerek yapılıyordu ya da Hizbullahi harekete düşmanlık yapanlar tarafından ortaya atılıyordu. Halbuki böyle bir şey yoktur. İşin aslı ise şöyledir; öncelikle rejim güçleri Hizbullahi hareketi tanımıyordu. Gücünü ve çapını bilmediği bu hareketin rejim güçleriyle bir çatışması olmamıştı. Çünkü o döneme kadar hareketin faaliyetleri davet ve tebliğ ekseninde sürüyordu. Ayrıca PKK’nın bölgede ulaştığı seviye, rejim güçlerinin hareket kabiliyetini önemli ölçüde daraltmıştı. Böylesi bir ortamda PKK-Hizbullah çatışmasının çıkması en çok onun işine yaradığından elbette ki bunun kızışmasına ve alevlenmesine elinden geldiği kadar yardımcı olacaktı. Önceki bölümlerde de izah ettiğim gibi çatışmayı körüklemek için her iki tarafa karşı eylemler yapmak bu maksada yönelikti. O dönemde Hizbullah ile bir silahlı çatışma içerisinde olmayan devlet güçleri, PKK ile sıcak çatışma içerisinde olup hareket alanı da hayli daralmıştı. PKK’nın Hizbullah’a dayattığı çatışma ortamında sadece ortam kızışsın diye henüz çatışmalı olmadığı Hizbullahi hareketin üzerine imha maksatlı gitmemesi sadece bu maksada binaendir. Bunun böyle olacağını önceden kestiren Hizbullahi hareket bunu PKK makamlarına izah etmiş, ancak zafer sarhoşluğuna giren bu örgüt bunların hesabını yapmadan bildiğini okumuştu. Böylesi zor bir dönemde böyle bir çatışmanın çıkması devlet güçleri için bir nefes alma ve ferahlanmaya vesile oldu. Bunu inkar etmek anlamsız olacağı gibi Hizbullah’a göz yumulduğu iddiası da buradan kaynaklanmaktadır. Kaldı ki göz yumulma varsa, sadece Hizbullah’a değil aynı şekilde PKK’ya da göz yumulmuş hatta bunun ötesine de gidilmiştir. Önceki bölümlerde yazdım bu çatışmalar esnasında eylem esnasında hiçbir PKK eylemcileri ile güvenlik güçleri karşı karşıya gelmediler. Oysa bu tetikçilerin PKK mensubu oldukları açıkça biliniyordu. Eğer bunlar görgü tanıkları ve eyleme maruz kalanlar tarafından yakini olarak tanınmasaydı bunlar başka karanlık güçler tarafından yapılmış eylemlerdir şüphesi ortaya çıkabilirdi. Nitekim PKK mensupları tarafından yapılmayan eylemler Hizbullahi hareket tarafından fark ediliyordu. Karanlık güçlere bağlı çeteler tarafından işlendiği şüphesi bile oluşunca, bu tür eylemlere hemen karşılık verilmiyordu. Bunların araştırılması üzerine çoğu zaman bu karanlık çeteler tarafından yapıldığı ortaya çıkarılıyor ve hesabı soruluyordu.

Bu çatışmalı dönemde göz yumulma meselesinde bir ayrıcalığa tabi tutulmayan Hizbullahi harekete tolerans da tanınmamıştır. Önceki bölümde dile getirdiğim gibi bu süreçte onlarca Hizbullahi genç devletin kurşunlarına hedef olup şehid oluyor, onlarcası da zindanlara atılıyordu. Hizbullahi potansiyele karşı baskılar da hiçbir zaman hafiflememiştir. Özellikle hareketin gücü ortaya çıktıkça devlet baskısı da o oranda çoğalıyordu. İleriki bölümlerde buna daha detaylı değineceğim.

Bu çetelerin faaliyetlerine kısaca değinelim.

- Adam Kaçırma: Yasadışı örgüt üyeleri suçlamasıyla hedef seçilen kişiler kaçırılıyor ve bunlardan günlerce haber alınamıyordu. Resmi gözaltı prosedürleri uygulanmadığından resmi makamlara yapılan bütün başvurular sonuçsuz kalmakta idi. Bir başka yöntem de gözaltına alınanlar prosedür gereği resmi işlemlerden geçirildikten sonra serbest bırakılır ve çıkışta bu sefer adı geçen birimlerce kaçırılırdı. Bu kaçırılan kişilere günlerce hatta aylarca işkence yapılır ve çözmeye çalışılırdı. Eğer çözüldükten sonra resmi makamlara havale edilmesinde fayda görülüyorsa o zaman yine prosedürüne uydurularak resmi makamlara intikal ettirilir ve hakkında işlem yapılırdı. Yok eğer çözülemiyorsa çoğu zaman infaz edilir ya bir çukura gömülür ya da bir kuyuya atılırdı. Bölgede ceset kuyularının hikayeleri dilden dile dolaşır. Kaçırılanların uğradıkları bir başka akibet de zaman zaman infaz edilip cesedin bir kenara atılmasıydı.

Farklı maksatlarla Adam Kaçırma: Bunlar fidye karşılığı, ajanlaştırma maksatlı ya da istedikleri ve ihtiyaç duydukları bazı işlerde yardımlarını sağlamak maksadıyla kaçırmalar şeklinde sınıflandırılabilir.

İnsanlar zaman zaman kaçırılan yakınlarının ardından onları aramada ısrarcı olunca hedefi saptırmak maksadıyla bu kişilere zaman zaman Hizbullah adres olarak gösterilir ve hedef şaşırtmaya çalışılırdı. Ayrıca bu insanların mağduriyetinden istifade etmek isteyen kötü niyetliler veya çoğu zaman aynı şebekelere bağlı elemanlar vasıtasıyla umutlar verilerek bu insanlardan maddi menfaatler sağlanıyordu. Giden yakınları ardından büyük meblağlarda maddi kayıplara uğrayanlar da azımsanmayacak kadar vardırlar.

-Tehdit ve Şantaj Metodu: Bu metot ile bir çok faaliyet gerçekleştiriliyordu. Bunların başında muhbirleştirme gelir. Kişiler ya gözaltında, ya bu ekiplerce araçlara alınarak tenha bir yere götürülerek ya da bu kişilerle diyalogu bulunan akraba veya yakınları vasıtasıyla tehdit edilir veya eldeki bilgilerle şantaja başvurulur ve bu kişilerin muhbir olmaları sağlanıyordu. Bunun dışında eğer elde bilgi varsa o bilgilerle veya yoksa senaryolar vasıtasıyla bir çok kişi korkutulur ve bu yöntemle maddi menfaat sağlama yoluna gidilirdi. Bu hususta başvurdukları başka bir taktik ise, insanları açıkça ve ciddi bir şekilde tehdit ederek mensubu oldukları davadan vazgeçmesi istenirdi. Yani yerlerinde rahat oturmaları isteniyordu.

Tehdit ve Şantaj araçları ise farklılık arz ediyordu. Bunların başında varsa eğer somut bilgi ve belgeler, yoksa gerektiğinde hukuki olarak geçerli olabilecek düzmece bilgi ve belgelerin düzenlenmesi, insanların mal varlıklarının koz olarak kullanılması, eldeki resmi görev ve mevkilerin koz olarak kullanılması, ailevi ve ahlaki açıkların kullanılması, kanun dışı iş yaptırma ve fuhuşa bulaştırarak belgelendirme yoluna giderek tuzağa düşürme, ceza, zindan ve nihayet can ile korkutma yoluna baş vurma….. bu araçların sadece bir kısmıdır.

Bu çetelerin faaliyetlerini yazmaya devam edeceğim.

Selam ve dua ile…

Said GABARİ
 
A Çevrimdışı

ahmet meydani

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Bınavê Xuda

Öncelikle bir hususu belirtmekte fayda vardır. Belki asıl konumuzdan uzaklaşmış gibi görünebiliriz. Ancak insanlığa ve ahlaka sığmayan, her sisteme ve her kanuna göre kerih ve yasak olması gereken cürümlerin ve kirli işlerin, bu maksatla kurulmuş çete ve şebekelerin yerine devleti ele geçiren derin güçlerce yapılması, devletin bekası için meşru araçlar olarak kullanılması ve toplumumuza reva görülmesinden dolayı bu kirli işleri deşifre etmek gerektiğine inanıyorum.

- Uyuşturucu ve Esrar Ticareti: Doğu ve Güneydoğu bölgesi coğrafik konumu itibariyle Asya’dan Avrupa’ya geçiş güzergahıdır. Bu has konumu nedeniyle aynı zamanda uyuşturucu ve esrar ticaretinde önemli olup ana güzergahlardan bir tanesidir. Bu bir gerçektir ki yüklü miktarda gelir getiren bu tür ticaretlerin önünü tamamen almak mümkün değildir. Devletler de bunu biliyor. Bu nedenle bu tür ticaretleri engellemekten çok kontrol altına alma yoluna gidilir. Tabi ki bu resmi söylem ve politika gereğidir. Devlet içerisinde kümelenen derin güçler, bu tür politikaların arkasına gizlenerek ipleri ele geçirir, devletin resmi politikalarını bir kenara bırakarak tamamen kendi hegemonyalarını kurarlar. Türkiye’de de durum bundan ibarettir. Şu anda da uyuşturucu ve esrar ticaretinin % 99’u bu şekilde yapılmaktadır. Ya bölgedeki kadimi şebekeler kullanılır ya da yukarıda ismi geçen derin güçlerce bu iş direk yapılmaktadır. Bu nedenle bölge genelinde uyuşturucu ve esrar hiçbir zaman yakalanmamaktadır. Bu da yasak olan bu ticaretin nasıl yapıldığını izah etmektedir zaten. Özellikle uyuşturucu ve esrar’ın nakli bu çetelerin elemanlarına ait araçlarla yapılmaktadır. Resmi kimlik ve rütbeleri olduğundan resmi kolluk kuvvetlerince aranmadıkları için geçişler rahatlıkla yapılmaktadır. Bazen kazaen aramalara takılmalar olsa da, rütbeli ve yetkililer devreye girdiğinden hemen örtbas edilmektedir.

Hizbullah’ın sorguladığı işbirlikçi ve muhbirler bu işin gerektiğinde resmi güvenlik araçları ile yapıldığını ve diğer ayrıntılarını da anlatmışlardır. Derin devlete bağlı çete ve örgütler bu işi o kadar çok sağlama bağlamışlar ki bu çarkın içinde yer alan hiç kimse kılını bile kıpırdatamaz hale gelmişlerdir. Gerek bu işi yapan şebeke mensupları, gerek bu işi tekeline alan çete elemanları ve gerekse en tepede bulunanlar o kadar çok ustalıkla göbekten bağlanmışlar ki, kimse ne çarkın dışına çıkabiliyor ne de müdahale edebiliyor.

- Silah Kaçakçılığı: Bölgenin kendisine has şartları nedeniyle herkesi silah almaya mecbur bırakmaktadır. Hal böyle olunca büyük bir sektör oluşmaktadır. Bu sektörün de devletin kontrolü dışında olması devletin güvenliği için bir tehdit oluşturmaktadır. Bu işin engellenmesi mümkün olmadığından “olacaksa benim kontrolümde olsun” politikası gereği devletin güvenlik birimleri bu işi kontrol altına almaya çalışmaktadır. Ülkeye giriş yapan silahların kaynağı, ülkeye giriş şekli ve ülkede dağıtımına bakıldığında bu işin de devlet kontrolünde yapıldığı şüphe götürmez bir gerçektir. Bu tür kaçakçılık işleri münferit işler olmaktan çok şebeke ve organizasyonların işidir. Yine muhbir ve ajanların yapılan sorgulamalarında bu çarkın detayları ortaya çıkarılmıştır.

Silah kaçakçılığını farklı kategorilerde ele almak gerekir. Birincisi PKK’ya ait silahlar ve onun şebekeleri, ikincisi; piyasaya dağıtılan silahlar, üçüncüsü derin devlete bağlı çete ve örgütlerin silahlarıdır. Hizbullah’a ait silahları ise ileriki bölümlerde zikredeceğiz.

ergenekom.jpg
Derin devlete bağlı çete ve örgütlerin silah ihtiyacı, devletin güvenlik kurumlarından sağlandığı gibi, silah kaçakçılığı yapan şebekelerden de istifade edilmektedir. Bu şebekeler derin devlet güçlerince kontrol altına alındığından ihtiyaç duyulan silahları temin etmek problem olmaktan çıkmıştır. Susurluk, Ergenekon ve buna benzer çete uzantılarında ortaya çıkan silahlar hep bu cinsten silahlardır.

Gerek PKK’ya ait silahların gerekse piyasaya sürülen silahların alım-satım, dağıtım, taşıma ve naklini ise şebekeler yapmaktadır. Derin devlet güçleri ise bütün bu şebekelere sızarak ele geçirmiş, aynen esrar ve uyuşturucu madde kaçakçılığı gibi kontrol altına almıştır. Bu şebekelerin içerisinde yer alanlar da yine göbekten bağlanmışlardır. Kaldı ki bu işte kontrol altına alınamayanlar gerek hukuki yollarla gerekse başka yöntemlerle saf dışı bırakılarak tasfiye edilmişlerdir. Hatta denilebilir ki bu sektör; derin devletin çete ve örgütlerine mensup elemanların eline geçmiş ve bu işi tamamen onlar yapmaktadırlar. İstisnai olarak yapılanlar küçük çaplı ticaretler ise zaten kaideyi bozmaz. Bu işin ilginç boyutlarından biri de özellikle Güney Kürdistan’daki kaçakçılık sektörünün de bu güçlerce kontrol altına alınmış olmasıdır. Jitem ve MİT gibi istihbarat şebekelerinin Güney Kürdistan’da oluşturdukları ağları, ayrıca Peşmerge güçleri ile işbirliği sayesinde bu sektör kontrol altına alınmıştır.

PKK’ya ait silahların nakli de yine bu şebekeler tarafından yapılmaktadır.

Bu örgüte ait silahların nakli, istihbarat bilgisi devletin güvenlik birimlerince elde edilecek de nasıl müdahale edilmez? Gibi bir soru sorulabilir. Ancak bu o kadar garip görülmemelidir. Hatta derin devletin en çok kolaylık sağladığı silah kaçakçılığı bu örgütünkidir. Çünkü bu yolla hem silahları, hem de silah hareketliliği kontrol altına alınmaktadır. Bu bilgi tek taraftan da elde edilmiş bilgi değildir. Hem bu şebeke elemanlarının hem de PKK militanlarının Hizbullah tarafından yapılan sorgulamalarından elde edilmiştir. Hatta bu hususlarda elimizde daha detaylı bilgileri de mevcuttur.

Derin devlete bağlı bu çete ve örgütler, çeşitli yöntemlerle Hizbullah’a silah satma, silahlarının naklini yapma hususunda farklı yollardan girişimlerde bulunmuş ve böylelikle hem Hizbullah’ın silah gücünü tanıma hem de kontrol altına almak için çeşitli yollara başvurmuştur.

Gasp-Soygun ve Haraç: Siyasi örgütlerin ortaya çıkmasından sonra adi olan bu işleri yapan çetelerin etkinlikleri önemli ölçüde kalmamalıdır. İşin mantığı ve olması gereken budur. Yok, eğer etkinlikleri hala devem ediyorsa, ya çok büyük güçleri var ya da bir güce dayanmaktadırlar. Yoksa hem örgütlere hem de devletin güvenlik birimlerine karşı suç teşkil eden bu işlerin yapılması mümkün değildir. Oysa bölgemizin haline baktığımızda, bunların azalmak yerine çok daha güçlendikleri ve dokunulmaz” bir konuma kavuştuklarını görmekteyiz. PKK’nın bölge halkını “vergilendirme, cezalandırma vb” isimlerle haraca bağlayıp mali kaynak elde etmesi bir yana, bölgedeki bütün kirli işleri kontrolüne alan derin devlet güçlerine bağlı çete ve birimlerin, bu alanda da kimseye pabuç bırakmadığı görülmektedir. Bölgede hem devletin güvenlik birimlerince hem de PKK tarafından fişlenmeyen insan kalmamıştır. Bölge insanımız politik ortamdan kaynaklanan şartlar mucibince bir tarafa destek veya sempatik davranırken öbür taraf için düşman ve hedef konumuna düşmektedir. Bu nedenle her iki taraftan da fişlenmektedir. Polis veya jitem ile ilişkisi veya herhangi bir nedenden dolayı teması olanlar PKK tarafından cezalandırılmakta, düzenli haraca bağlanmaktadır.
PKK ile ilişki ve temas içerisinde ise bu sefer devletin güvenlik birimleri ve bunlara bağlı çetelerin hedefi konumuna geldiğinden cezalandırılması, haraca bağlanması, mal varlığına el koyma ve buna yapılacak her türlü muamele meşru sayılmaktadır. Ortam böyle olunca özellikle itirafçı ve işbirlikçilerden oluşan ekipler cirit atıp istedikleri gibi çıkar sağlama yoluna gittiler. Sırtları sağlam, ceplerinde jitem ve polis kartları, bellerinde silahları olduğundan ve bölgede bunların estirdikleri terör de nam salınca erkek olan varsa karşı çıksın! kimin haddine! Vermek istemeyen çıktığında ise üzerine ifade verecek itirafçı mı yok! Kuyumcu, dövizci, tüccar, Yeterki elinde yağlı bir ticaret olsun mutlaka bunlara harcını vermek zorundadır. Bunun yanında gelirleri azaldığında gözlerine kestirdikleri kuyumcu veya döviz bürolarını soyar, kimsenin kılı bile kımıldamazdı. Bu yollardan topladıkları paraları şefleri ve müdürleri ile paylaştıklarından onlardan da ses çıkmaz. Şayet mahkemelere intikal eden vakıalar olsa da savcı ve hâkimlerin yakınlarında bombalar patlatılır ve gözdağı verildiğinden kimse bu tür vakıaların ardına da düşmez, araştırma ve kovuşturmaya tabi tutmaya cesaret edemez olmuştur.

Aslında bu işler devletin işine de yarıyordu. Ajana, muhbire, işbirlikçiye ve icra ettikleri faaliyetler için devletin bütçesinden kaynak aktarılacağına bu yollarla kaynak sağlanacak, böylece devletin maddi kaybı olmayacağı gibi kârı da olacaktır. Hem böyle olunca elemanlar daha bir iştahla ve gayretle çalışmaktadırlar.

Hicri Şemsi yılbaşı ve newruz münasebetiyle bu önemli günü kutlar, bütün Müslümanlara hayırlara vesile olmasını temenni ederim.

Yazmaya devem…


Selam ve dua ile…

Said GABARİ
 
E Çevrimdışı

ebufaris kurdi

Guest
Tamam, bizler müslümanlar fasıkların getirdiği haberlere inanmayıp bu konuda hizbullah cemaatini itham etmeyelim, ya bugünkü hizbullah cemaati ne durumdadır?
Nurculuğun, tasavvufun bir sürü hurefesi tartışılmadan olduğu gibi kabul ediliyor ve cemaat mensupları ve medyası aracılığıyla propagandaı yapılıyor.Demokratik seçimlere katılınıyor hatta en son Anayasa refarandumunda gidip oy kullandılar.
Bunların açıklaması nedir acaba?
Eski cihadi cizgiye ne oldu?
Yoksa geçmişte hata yapıldıda, bugün yapılan mı doğru?
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Ana Sayfa Alt