Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

ibadet yolu olarak kur'an ve sünnet

deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ibadet yolu olarak kur'an ve sünnet

Yasamanın birtakım alanları vardır. Başlıcaları ibadetler, muameleler, politika, hayat ve geçim işleri şeklinde sayılabilir. İbadetler dışında hepsinde içtihad kapısı açıktır. Çünkü ibadetlerde olmaz. ALLAH(c.c.)’a yapılan bütün ibadet şekillerinde ve yollarında şeriatın belirlediği ölçü yanında kalmak farzdır. Rasûlulah bu alanda hiçbir kimsenin fazlalık getirmesine veya değişiklik yapmasına izin vermemiştir. İnanç temellerinden olan bu temeli ispat edecek birtakım delileri sunalım.

1- Rasûlullah(Selamunaleykümv) tavaf esnasında bir adamın iki kişinin yardımıyla yürüdüğünü gördü. “Bu kimdir?” diye sordu. “Bu adam yürüyerek hac etmeyi adamıştır, dediler. Rasûlullah şöyle buyurdu: “Şüphesiz ALLAH(c.c.)’ın bu adamın kendine eziyet etmesine ihtiyacı yoktur. Söyleyin binsin.” (Buhari, Sayd, 27, Eyman, 31; Ebu Davud,, Eyman 19; Tirmizi, Nuzûr, 10) Sahibi ALLAH(c.c.)’a yakınlaşmak ve ibadet etmek niyetiyle yapmış olsa bile, ALLAH(c.c.)’ın teşri etmediği bir işi yapmayı yasaklamış oldu.

2- Hz.Peygamber, bir defasında da bir adamın güneşte oturduğunu gördü. Kim olduğunu sorunca: “Ey ALLAH(c.c.)’ın Rasûlü, bu adam oruç tutmayı, konuşmamayı ve güneşte oturmayı adamıştır” dediler. Bunun üzerine Hz.Peygamber şöyle buyurdu: “Orucunu tamamlasın, konuşsun ve gölgede otursun. (Buhari, Eyman, 31; Ebu Davud, Eyman, 19; İbn Mace, Keffarât, 21; Muvatta, Nuzûr, 6)

Rasûlullah sadece meşru olarak tutulan orucu tasvip etti. Uydurma oruç olan konuşmamayı ise yasakladı. Hz.Zekeriyya kıssasında belirtildiği gibi geçmiş bir şeriatta meşru da olsa, Rasûlullah bunu yasakladı. Kıssada şöyle deniliyordu: “ALLAH(c.c.)’a oruç adadım, bugün hiçbir insanla konuşmayacağım. (Meryem 26) Geçmiş bir şeriatta olmasına rağmen ALLAH(c.c.) bizden böyle bir oruç istememiş ve böyle oruç tutmamızı teşri etmemiştir. Yine adamın gölgede oturmasını da Rasûlullah emretti. Çünkü gölge var iken güneşte oturmak ahmakça bir tekellüf, hak yoldan sapma ve ALLAH(c.c.)’ın teşri etmediği bir ibadet şeklidir.

3- Abdullah İbn Amr İbn el-As’ın hadisi bu iki delilden çok daha açık ve kesindir. Babası kendisini Arabın eşrafından birinin kızıyla evlendirmiş, günler geçmesine rağmen eşinin yanına varmadığından onu Rasûlullah’a şikayet etmiştir. Babası her gün geline “Kocan nasıl?” diye sormuş, ama gelin “İyidir, ama yatağımıza girdiği yok.” Diye cevap vermiş ve bu durum on beş gün devam etmiştir. Bunun üzerine Rasûlullah, Abdullah’ı çağırmış ve kendisine şöyle buyurmuştur: “Duydum ki gündüzleri oruç tutuyor ve geceleri ibadetle geçiriyorsun.” Abdullah evet, dedi. Rasûlullah “Her ay üç gün oruç tut” dedi. Abdullah, “Ey ALLAH(c.c.)’ın Rasûlü deyince, ona “Beş gün tut” dedi. Abdullah ısrar edince, yedi gün dedi. Yine ısrar edince dokuz gün dedi. Yine ısrar edince sonunda Rasûlullah ona şöyle buyurdu: “Kardeşim Davud… bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Düşmandan da kaçmazdı.” (Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 34)

Bu hadis bize şunları anlatıyor: İslam’ın yolu insanın bütün ihtiyaçları arasında denge yoludur. İnsan ALLAH(c.c.)’ın hakkını verirken kuvvetinin, nefsinin ve eşinin hakkını asla unutmaz. Onun için hadiste şöyle buyurulmuştur: “Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır, eşinin senin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını ver.” (Buhari, Savm, 57-59; Enbiya, 37-38; Muslim, Siyam, 183; Ebu Davud, Savm, 66; Nesai, Siyam, 69.

Dinin bildirleriyle yetinmek, aşırılığa kaçmaktan sakınmak ve dinle yarışmamak konusunda Hz.Peygamberin çok öğretileri bulunmaktadır. İfrat ve dinle yarışmaktan şiddetle sakındırmıştır. Bakınız, Buhari, İtisam, 5, İman, 29 (39); Nesai, Hac, 217, İman, 28 (38); İbn Mace, Mesaki, 63; Mukaddime, 7; Ebu Davud, Mukaddime, 19-35)

4- İbadet ve ALLAH(c.c.)’a yakınlaşma konusunda Kur’ân ve Sünnet’in gösterdiklerinin dışında bir ibadet şeklinin caiz olmadığının da en açık delili, Rasûlullah’ın evine gelip nasıl ibadet ettiğini soran üç kişinin durumunu anlatan şu hadistir:

Bir kere ashabdan üç kişi Rasûlullah’ın gizli ibadetini sormak üzere peygamberin hanımlarının evlerine gelmişlerdi. Bunlara Peygamberin ibadetinin ne kadar ve nasıl olduğu söylenince, kendi ibadetlerini azımsayarak “Biz nerede, Rasûlullah nerede? Şüphesiz ALLAH(c.c.), peygamberin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlamıştır.” dediler. Sonra şöyle söz verdiler: Birisi, “Ben geceleri daima namaz kılacağım.” dedi. Diğeri, “Ben de her gün oruç tutacağım.” dedi. Üçüncüsü, “Ben de hiç evlenmeyeceğim” dedi. Onlar bu söz üzerinde iken Rasûlullah yanlarına gelerek:

“Siz şöyle şöyle söyleyen kimselersiniz değil mi? Fakat ALLAH(c.c.)’a yemin ederim ki ben sizin ALLAH(c.c.)’tan en çok korkanınız ve korunanınız bulunuyorum. Bununla beraber bazen oruç tutar, bazen tutmam, gece hem namaz kılarım, hem uyurum, kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetim (yolum) budur. Kim benim yolumdan yüz çevirirse, benden değildir” buyurdu. (Buhari, Nikah, 1 Muslim, Nikah, 5 Ebu Davud, Nikah, 3 Nesai, Nikah, 4)

Bu hadis, bize çok şey anlatmaktadır. Şu anda yalnız konumuzla ilgili kısmı bizi ilgilendirmektedir. O da, ALLAH(c.c.)’ın teşri ettiği ve Rasûlullah’ın gösterdiği yoldan başka bir yol tutmak, ne suretle olursa olsun gösterdiğinden başka şekilde ibadet etmek veya ALLAH(c.c.)’a yakınlaşmaya çalışmak, İslam’ın apaçık ve dosdoğru yolundan sapmak ve başka bir yolu benimsemektir. Bu amel Salih bir niyet ve sadece ALLAH(c.c.) rızası için de yapılsa, İslam’ın kabul etmediği bir ameldir. Çünkü Yüce ALLAH(c.c.)’a ancak onun teşri ettiği ve Rasûlullah’ın gösterdiği şekilde yapılan ibadet makbul olur. Nitekim Yüce ALLAH(c.c.) ona şöyle emretmiştir. “De ki, şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, hepsi alemlerin Rabbi olan ALLAH(c.c.) içindir. Onun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim.” (En’âm, 162-163)

Rasûlullah, dindarlık amacıyla evlenmemeyi ve hadımlaşmayı yasaklamış, böyle şeyi ALLAH(c.c.)’ın helal kıldığı şeyleri haram kılmak olarak değerlendirmiştir. Evlenmeme ve hadımlaşmanın yasaklanmasıyla ilgili mesela Buhari şunu rivayet etmektedir:

“Rasûlullah, Osman İbn Maz’un’un evlenmekten yüz çevirmesini yasakladı. Peygamber onun (dindarlık için) evlenmemesine izin verseydi, biz daha ileri giderek hadımlaşırdık.” (Tecridi Sarih, c, 11, 1787 nolu hadis, 1788 nolu hadiste Ebu Hüreyre’nin hadım olmasına izin vermesi amacıyla soru sorması ve dört defa ısrar etmesine rağmen Rasûlullah yüz vermemiştir. Dindarlık amacıyla ve evlenme imkanı bulamadığından dolayı hadımlaşmayı ve evlenmemeyi yasaklaması ve evlenme imkanı bulamayanlara oruç tutmalarını tavsiye etmesi hakkında bakınız, (Buhari, Nikah 8, Muslim, Nikah, 6-8, Tirmizi, nikah, 3, Nesai, nikah, 4, İbn Mace, Nikah, 2 Darımi, Nikah, 3 İbn Hanbel, 1/175, 176, 183, 3/158, 254, 5/17, 6/91, 112, 125, 157, 253)

Rasûlullah her şeyde Müslümanların ilkidir ve örnektir. Bundan başkasını onun hakkında düşünmek bir müslüman için caiz değildir. Onun gösterdiğine ve uyguladığına ilaveler yapmak ve değiştirmek, ona yapılan saygısızlık ve itham olur.

5- Rasûlullah bütün bunları açıklamakla yetinmemiş, halka yaptığı bütün konuşmalarında şunu belirtmiştir: “Her bid’at sapıklıktır ve her sapıklık cehennemliktir.” (Muslim, Cuma, 43) Yine şöyle buyurmuştur: “ALLAH(c.c.)’a ibadet etmek ve ona yakınlaşmak sadece ve sadece ALLAH(c.c.)’ın teşri buyurduğu ve Rasûlullah’ın öğrettiği ile olur. Bunun dışına çıkmak, eksiltmek veya arttırmak, değiştirmek bid’attır ve sapıklıktır.

Ashab-ı Kiram’ın İnanç ve İbadet Yolu Olarak Kur’ân ve Sünnet


Ashab-ı Kiram bu esası ve her davranışlarında ona bağlı kalmışlardır. Çünkü “La ilahe illALLAH(c.c.) Muhammedun Rasûlullah” sözünün gereği budur. Bu esasa uymuş ve üzerinde titizlik göstermişlerdir. Bundan en ufak bir sapma gördükleri anda büyük tepki göstermiş ve derhal önlemeye çalışmışlardır. Abdullah İbni Mes’ud’un Kufe mescidinde müşahede ettiği olaya tepki göstermesi ve yasaklaması bunun güzel bir örneğidir.

Abdullah İbni Mes’ud, bir gün Kufe mescidine gelmiş ve bir takım halkalar görmüştür. Her halkanın ortasında bir yığın çakıl taşı ve başlarında duran bir adam halka yapan insanlara yüz defa sübhanALLAH(c.c.), yüz defa elhamdulillah, yüz defa ALLAH(c.c.)u Ekber diyor, onlar da tekrar ediyorlar. Abdullah İbni Mes’ud onlara şöyle demiştir: “Ey insanlar! ALLAH(c.c.)’a yemin ederim ki sizler ya Rasûlullah’ın dininden daha doğru bir din üzerindesiniz yahut sapıklık (dalalet) kapısı açmış bulunmaktasınız.” (Biraz farklılıkla Darımi rivayet etmiştir. Senedi iyidir.)

Bu apaçık bir mantık kuralıdır. Bunlar ya Rasûlullah’tan daha çok hidayet üzerindedirler- Çünkü Rasûlullah’ın muvaffak olamadığı bir amele muvaffak olmuşlardır- ya da sapıklık içindedirler. Birinci durum kesinlikle mümkün değildir. Çünkü Rasûlullah’tan daha üstün bir kimse yoktur. İkinci durum kalıyor. Yani bunların bir sapıklık kapısı açmış olmaları durumu.

İbn Mes’ud’un sözünü duyunca onlar şöyle dediler: “Ey Ebu Abdurrahman! ALLAH(c.c.)’a yemin ederiz ki, hayırdan başkasını istemedik.” Bu da onların bu işi nasıl iyi niyetle yaptıklarını ve bu bid’at amel ile ALLAH(c.c.)’ın rızasını nasıl aradıklarını gösteriyor. Ancak İbni Mes’ud onlara: “Hayrı isteyen nice kişiler vardır ki, hayra ulaşmaz” demiştir. Bu demektir ki; amelin sahih ve geçerli olabilmesi için tek başına iyi niyet yeterli değildir. İyi niyet yanında şeriatın ölçü ve sınırlarına bağlı kalmak da şarttır.

Bu şekilde ashab, dine yabancı unsurların girmesini önlemek ve yabancı herşeyden onu uzak tutmak için son derece titizlik göstermişlerdir. Ta ki insanlar ALLAH(c.c.) kitabı ve Rasûlü’nün sünnetiyle oturup kalksınlar, onların gösterdiği şekilde edep ve ahlak sahibi olsunlar, onların sınırları içinde yaşasınlar. Bu hassasiyetleri sonucudur ki, Hz.Ali, hayali kıssalar ve uydurma hikayelerle insanların kalplerini yumuşatmaya, dine bağlamaya çalıştıklarını sanarak onlara vaz’eden ve kıssalar anlatan kişileri camiden kovmuş ve bu şekilde anlatmalarını yasaklamıştır. İbn Ömer de aksırınca “elhamdulillah vessalatu vesselamu ala Rasûlullah” diyen adama tepki göstermiş ve şöyle demiştir: “Rasûlullah bize böyle öğretmedi. Onun yerine “Biriniz aksırınca ALLAH(c.c.)’a hamd etsin buyurdu. Rasûlüne selat getirsin, demedi.” (Aksıranın “el-Hamdu lillah” demesi hadisini Buhari ve başkaları rivayet etmiştir. Bakınız, Buhari, Edeb, 126; Tirmizi, Edeb, 3; İbn Mace, Edeb, 30. Olayı Darimi ve Bezzar da rivayet etmiştir. Hangi amaçla olursa olsun, Rasûlullah adına yalan söylemek ve hadis uydurmanın cehenneme goturen bir iş olduğunu biliyoruz.)

Bütün bu gerçekler ve ölçülerden şunları anlıyoruz:

a- Hidayet, ALLAH(c.c.)’ın buyurduğu ve Rasûlullah’ın örneklendirdiğidir. Onun dışında hidayet olmaz. “İşte benim doğru yolum budur. Ancak ona uyun, başka yollara uymayın ki sizi O’nun yolundan ayırmasın”

Bu hidayet ALLAH(c.c.)’ın kitabı ve Rasûlullah’ın sünnetiyle sınırlıdır. Bunun dışında ALLAH(c.c.)’a yaklaştıran ve cehennemden uzaklaştıran üçüncü bir yol yoktur.

b- ALLAH(c.c.)’ın kitabına ve Rasûlullah’ın sünnetine aykırı olan her inanç, mücadele edilmesi ve ortadan kaldırılması farz olan bir inançtır.

c- ALLAH(c.c.)’a yakınlaşmak ve nefsi tezkiye etmek amacıyla şeriatın belirlediği ibadetlerde ve taatlarda yapılacak her türlü değişiklik, İslam’a mensup olan ve ona davet eden kişilerden de olsa, merdut bir bid’attır. Bunu yapanlar cehennemlik olurlar.

d- ALLAH(c.c.)’ın kitabı ve Rasûlullah’ın sünneti konusunda gaybi bir bilgi iddia eden ve buna cinler, fetih, feyiz veya semaya ulaşma yolu ile ulaşıldığını söyleyen herkes yalancıdır ve dinin dışına çıkmış olmaktadır.

e- Din işlerinde alimlerin sözleri yüzde yüz doğrudur veya alınması vaciptir, diye bir şey yoktur. Sözlerinin Kur’ân’a arzedilmesi ve onunla ölçülmesi gerekir. Kur’ân’a ve Rasûlünün sünnetine uyanlar alınır, uymayanlar atılır. Delili bilmediğimiz bu sözlerle amel etmek, ancak delili öğrenip bilgi sahibi oluncaya kadar caiz olur. Delili öğrenip bilgi sahibi olduğumuz anda bu sözleri yargılar ve hakkında hükmederiz.

İslam’ın tevhid inancını ve sırat-ı mustakimi korumak için tedbirler alması ve ölçüler koymasına rağmen aradan yıllar geçtikten sonra muhtelif sebeplerle İslam toplumunda birtakım sapmaların meydana geldiğini görüyoruz. Bu sapmaların en önemlilerinden birisi, şüphesiz dindarlık ve takva kılığında ortaya çıkan ve sonraları adını uzletçi ve mistik sapmadır.

Bu sapmanın siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel bir çok sebepleri vardır. Bunlar arasında özellikle siyasi ve sosyal sebeplerin en büyük rolü oynadığını görüyoruz.
-Alıntı-
 
Üst Ana Sayfa Alt