Namazlarımızda sıkça okuduğumuz kısa surelerden biri de Maun Suresi’dir. Bu surenin mealine bakarsanız, dördüncü ayetin “yazık o namaz kılanlara..” diye başladığını göreceksiniz. Rahmetinin gazabından çok çok engin olduğunu bildiğimiz Yüce Rabbimiz, kendine ibadet eden bir insanı neden böyle kınıyor olabilir?
İbadetlerimizin hedefi Allahu Tealâ’nın rızasını kazanmaktır. Ne var ki edebine riayet edilmeden yapılan ibadetlerin, bırakın O’nun rızasını kazandırmayı, yapanın yüzüne çarpılma ihtimali çok yüksek
Maun Suresi’ndeki “yazık o namaz kılanlara!” kınamasına benzer bir ifadeyi Hz. Peygamber A.S. Efendimiz’in şu sözlerinde de görüyoruz:
“Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttukları oruçtan ellerinde kalan sadece açlık ve susuzluktur. Nice gece ibadeti ile meşgul olanlar vardır ki, ellerinde kalan sadece yorgunluk ve uykusuzluktur. (İbn-i Mace, Darimî, Nesaî, Ahmed)
Çok ciddi bir ikaz ve kınamanın içi içe bulunduğu bu ifadeleri görünce insan sormadan edemiyor: Acaba biz, bu ayet ve hadis-i şerifte anlatılan gruba dahil olmaktan yeterince çekiniyor muyuz? Ya okuduğumuz Kur’an bize lanet ediyorsa ne yapacağız? Namazı bir tür sportif faaliyet veya alışkanlığa, orucu perhize, haccı turistik geziye, zikir meclislerini eğlenceye, zekâtı ticarete, hizmeti benlik davasına, cihadı cinayete, hakka daveti siyasete çevirdiysek, bu nasıl bir dindarlıktır? Amellerimizin muhasebesini yapmadıkça İslâm’ı yaşama ve yaşatma davasında en büyük yıkımı biz yapmış olmaz mıyız?
Bütün bunlardan sonra şunları düşünmek zorundayız:
“Senelerdir yapıp durduğumuz ibadetler, hayatımızda ve ahlâkımızda ne gibi değişiklik yaptı? Yoksa ibadeti adet haline mi getirdik?”
İbadetler birer emanettir
Yüce Rabbimiz müminleri şöyle uyarıyor: “Ey iman edenler! Allah’a ve Rasulü’ne hainlik yapmayın. Size emanet edilen şeylere de bilerek hiyanet etmeyin.” (Enfal, 277)
Büyük müfessir sahabi İbnu Abbas R.A. bu ayeti açıklarken, kullara emanet edilen şeyin Allahu Tealâ’nın yapılmasını farz kıldığı ameller olduğunu belirtiyor. Hiyaneti ise, amelleri gereği gibi yapmayıp zayi etmek şeklinde tefsir ediyor. (İbnu Kesir, Tefsiru Kur’ani’l-Azim)
Rasulullah A.S. Efendimiz, namazda rukû, secde ve kıraatını eksik yapan, namazın bölümlerinden çalan kimseyi “en kötü hırsız” olarak tanıtır. (Darimî, Malik, Ahmed)
Bir emaneti zayi etmeye ihanet denir. Bir şeyin hakkını vermemek de ihanettir.
Yeryüzünde en büyük emanet Allahu Tealâ’nın emanetleridir. Bu emanetler, iman, ibadet ve güzel kulluktur. Yüce Yaratıcı’nın bir insandan yapmasını istediği bütün vazifelere ibadet veya kulluk denir. Rabbine kulluktan kaçıp nefsine kul, dünyaya köle olanlar, temiz fıtratlarına karşı en büyük zulmü yapmaktadırlar. Bu halleriyle onlar, Hakk’a karşı en açık ihanet içerisindedirler. Tevbe etmeden bu halde ilâhi huzura çıkanlar, Yüce Allah’ın öfke ve azabından nasıl kurtulabilirler? Bu, gerçekten çok acı bir sonuçtur.
Diğer acı bir sonuç da, bir insanın ömrünü Allah’a ibadet ve kulluk içinde geçirdiği halde, ahiretine hiçbir hayır ve sevap götürememesidir. Bunun sebebi, ibadete ihanet edilmesi, yani hakkının verilmemesidir. İşte bu durum, müminler için büyük bir ayıp ve acı bir kayıptır.
Evet, usulüne uygun yapılmayan her iş maksadın tersine sonuç verir. İbadetler de böyledir. Kul, bazen ibadetle Allah’a yaklaşayım derken, Allah’tan uzaklaşabilir. Bunun sebebi kendisidir. Çünkü edebi çiğnenen, hedefi değiştirilen, tavazu yerine kibir ve kendini beğenmeye alet edilen bir ibadet kabulü değil, belki azar ve azabı gerektirir.
Hz. Ömer R.A., bazı insanların ibadetleri nasıl adet haline getirdiğini şu üzüntü dolu sözleriyle dile getirir: “Öyle insanlar var ki, müslüman olarak saçını başını ağartmış. Fakat ömründe Allah için hakkıyla kıldığı bir namazı yok.” (Sühreverdi, Avarifu’l-Mearif)
İbadetin hedefi
Allah için yapılan ve kulu Allah’a yaklaştıran bütün güzel ameller ibadet kapsamına girer. Namaz, oruç, zekat, hac, kurban, zikir, şükür, tefekkür, haramları terk gibi ameller ibadetlerin başında gelir. Özü itibariyle ibadet, kalbin Allah’a bağlanmasıdır. İbadet, samimiyettir. Gerçek ibadet, kulun nefsini tanıması ve kul olduğunu anlamasıdır. İbadetin hedefi Allah’ın rızası, hediyesi ise cennet Cemalullah’ı müşahededir.
İbadetin merkezi kalptir. İlâhi sevgi ve bilgi kalpte oluşur. Allahu Tealâ’ya yaklaşmak kalple olur. Dolayısıyla kalbin katılmadığı ibadetler, şekilden ibaret kalır. Kalbin katılması demek, uyanık olması ve neyi kim için yaptığını bilmesidir. İbadette Allah için niyet farzdır. Bozuk niyet ve gafletle yapılan ibadetler çoğu kez gösteriş için yapılır. Böyle bir ibadet yakınlık değil, uzaklık sebebi olur. Artık ona ibadet değil, ihanet denir. Çünkü Allah için yapılması gereken bir iş, nefis ve dünya için yapılmış; mahluk mabud makamına çıkarılmış, ahiret sermayesi dünyada harcanmıştır.
İbadetin içi niyet, dışı edeptir. Edep, makama uygun davranmaktır. Edep lazım olanı yapmaktır. Her makamın bir edebi vardır. Edebi zayi edenler, maksatlarına ulaşamazlar. Namazın, orucun, haccın, hizmetin, zikrin ve diğer bütün ibadetlerin kendilerine göre edepleri vardır. Bu edeplerin bir kısmı ibadetten önce, bir kısmı ibadetin içinde, bir kısmı da ibadetten sonradır. İbadetten önceki edepleri bilmeyen kimse, ibadetin içindeki ve peşindeki edepleri koruyamaz. Edepsiz ibadet, sahibi için bir yorgunluktur. Aynı zamanda Yüce Rabbine karşı vefasızlıktır. Bundan dolayı, ibadete yanaşmayanlara azap hazırladığı gibi, ibadetteki edebi korumayanlar da azapla korkutulmuşlardır.
İbadete hazırlık
Farz olsun, fazilet olsun, bütün ibadetlerden önce bir hazırlık şarttır. Her ibadetin kendine has edepleri ve hazırlık şekli vardır. Ancak, bazı vazife ve hazırlıklar vardır ki, onların her ibadetten önce yapılması gerekir. Bu hazırlıklar şunlardır:
İbadetin ilmini öğrenmek:
Buna farz-ı ayın ilim denir. İbadet yapmakla yükümlü olan erkek-kadın her müslümanın yapacağı bir ibadetin dışındaki ve içindeki vazifeleri öğrenmesi gerekir. Bunu ihmal etmek, geciktirmek, önemsememek, ibadeti zayi etmek demektir. Cahil kimsenin yaptığı ibadet ya bozuk, ya eksik olur; kârı zararını kurtarmaz.
Helal yemek ve giyinmek: Yapılış şekliyle ibadetler dört kısımdır: Kalple, bedenle, malla ve hem beden, hem de mal ile yapılan ibadetler. Bir müminin, kendisiyle ibadet yaptığı bütün azalarının ve mallarının temiz olması gerekir. Allahu Tealâ temizdir ve ancak temiz olan amelleri kabul eder.
Haram gıda ile beslenen bir beden, huşu ve huzur içinde namaz kılamaz, hakkıyla oruç tutamaz. İçine haram, haksızlık ve zulüm karışan malla yapılan işler de hayır olmaz.
Haram maldan zekat verilmez. Haram mal ile hacca gidilmez; gidilse kabul edilmez. Haram elbise içinde kılanan namaz kabul olmaz. Harama bulaşan ağzın yapacağı zikirden gerekli fayda hasıl olmaz, duası kabul edilmez. Rasulullah A.S. Efendimiz’in belirttiği gibi, yalanı, gıybeti ve çirkin sözleri terk etmeyen kimsenin orucu aç kalmaktan başka bir şey değildir. O kimsenin aç kalmasına Allahu Tealâ’nın ihtiyacı yoktur (Buharî, Ebu Davud, Tirmizî)
Bunun için arifler: “Midesine girene dikkat etmeyenin hiçbir hali güzel olmaz.” demişlerdir.
Kalbi manen öldüren şeylerden çekinmek: İbadet için en önemli hazırlık, ibadetin merkezi olan kalbi günah kirlerinden temizlemektir. İbadetlerin başında, haramdan kaçmak gelir. Günahla kirlenen bir kalp Yüce Allah’ı hakkıyla sevemez, tadıyla zikredemez. Hakkıyla kılınan namaz insanı kötülüklerden uzaklaştırır. Ancak kötülükler de insanı ya namaz kılmaktan uzaklaştırır veya namazdaki huşu ve huzurdan uzaklaştırır. Gaflet, gafleti davet eder. Kötülük, kötülüğü çeker. Bizlere günahın peşinden hemen tevbe ve iyi amel yapmamız emredilmiştir. Fakat günahla temizliğini kaybeden bir kalple güzel ibadet yapmak, mesela huşu içinde bir namaz kılmak oldukça zor ve zevksizdir.
Yalan, gıybet, alay ve boş sözlerle meşgul olan bir dil, nasıl hikmetten bahsedebilir, ne derece zikir çekebilir? Kin, kibir, haset ve nefretle kararmış bir kalp ne kadar ahireti düşünebilir, nasıl Allah sevgisiyle zikre geçebilir?
Kalbi hazır hale getirmek:
Ne yaptığını bilmeyen kalp sarhoş kabul edilir. Sarhoşun ameline kıymet verilmez. İbadet, şuur ve sevgiyle yapılmalıdır. Yoksa adet olur. İnsan her ibadetin evvelinde, onu niçin ve kim için yaptığını bilmelidir. Buna niyet denir. Allah için niyet edilmeyen işler ibadet olmaz.
Kendini kontrol etmek:
Bütün ibadetler Allahu Tealâ’yı zikretmek içindir. Bütün ibadetlerle varılacak sonuç, güzel ahlâka ulaşmak ve edebi elde etmektir. Bunun için her ibadetin evvelinde kalbimizi, sonunda da halimizi kontrol etmeliyiz. Eğer kalbimiz önceki halinden biraz daha uyanık ve Yüce Rabbine karşı sevgi yüklü ise bu, önceki ibadetlerin güzel yapıldığını gösterir. Eğer her gün davranışlarımız biraz daha güzele gidiyorsa, bu, ibadetlerimizin kabul edildiğinin alametidir.
Arifler, hep şunu derler:
Bir insanın ibadeti, ilmi, zikri, hizmeti ve hayır türü işleri artar da edebi artmazsa, bu onun yaptıklarının taklitten öte geçmediğini gösterir.
Bize düşen en önemli vazife, her ibadetin sonunda ibadetimizdeki kusurlarımız için af dilemektir.
İbadetlerimizin hedefi Allahu Tealâ’nın rızasını kazanmaktır. Ne var ki edebine riayet edilmeden yapılan ibadetlerin, bırakın O’nun rızasını kazandırmayı, yapanın yüzüne çarpılma ihtimali çok yüksek
Maun Suresi’ndeki “yazık o namaz kılanlara!” kınamasına benzer bir ifadeyi Hz. Peygamber A.S. Efendimiz’in şu sözlerinde de görüyoruz:
“Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttukları oruçtan ellerinde kalan sadece açlık ve susuzluktur. Nice gece ibadeti ile meşgul olanlar vardır ki, ellerinde kalan sadece yorgunluk ve uykusuzluktur. (İbn-i Mace, Darimî, Nesaî, Ahmed)
Çok ciddi bir ikaz ve kınamanın içi içe bulunduğu bu ifadeleri görünce insan sormadan edemiyor: Acaba biz, bu ayet ve hadis-i şerifte anlatılan gruba dahil olmaktan yeterince çekiniyor muyuz? Ya okuduğumuz Kur’an bize lanet ediyorsa ne yapacağız? Namazı bir tür sportif faaliyet veya alışkanlığa, orucu perhize, haccı turistik geziye, zikir meclislerini eğlenceye, zekâtı ticarete, hizmeti benlik davasına, cihadı cinayete, hakka daveti siyasete çevirdiysek, bu nasıl bir dindarlıktır? Amellerimizin muhasebesini yapmadıkça İslâm’ı yaşama ve yaşatma davasında en büyük yıkımı biz yapmış olmaz mıyız?
Bütün bunlardan sonra şunları düşünmek zorundayız:
“Senelerdir yapıp durduğumuz ibadetler, hayatımızda ve ahlâkımızda ne gibi değişiklik yaptı? Yoksa ibadeti adet haline mi getirdik?”
İbadetler birer emanettir
Yüce Rabbimiz müminleri şöyle uyarıyor: “Ey iman edenler! Allah’a ve Rasulü’ne hainlik yapmayın. Size emanet edilen şeylere de bilerek hiyanet etmeyin.” (Enfal, 277)
Büyük müfessir sahabi İbnu Abbas R.A. bu ayeti açıklarken, kullara emanet edilen şeyin Allahu Tealâ’nın yapılmasını farz kıldığı ameller olduğunu belirtiyor. Hiyaneti ise, amelleri gereği gibi yapmayıp zayi etmek şeklinde tefsir ediyor. (İbnu Kesir, Tefsiru Kur’ani’l-Azim)
Rasulullah A.S. Efendimiz, namazda rukû, secde ve kıraatını eksik yapan, namazın bölümlerinden çalan kimseyi “en kötü hırsız” olarak tanıtır. (Darimî, Malik, Ahmed)
Bir emaneti zayi etmeye ihanet denir. Bir şeyin hakkını vermemek de ihanettir.
Yeryüzünde en büyük emanet Allahu Tealâ’nın emanetleridir. Bu emanetler, iman, ibadet ve güzel kulluktur. Yüce Yaratıcı’nın bir insandan yapmasını istediği bütün vazifelere ibadet veya kulluk denir. Rabbine kulluktan kaçıp nefsine kul, dünyaya köle olanlar, temiz fıtratlarına karşı en büyük zulmü yapmaktadırlar. Bu halleriyle onlar, Hakk’a karşı en açık ihanet içerisindedirler. Tevbe etmeden bu halde ilâhi huzura çıkanlar, Yüce Allah’ın öfke ve azabından nasıl kurtulabilirler? Bu, gerçekten çok acı bir sonuçtur.
Diğer acı bir sonuç da, bir insanın ömrünü Allah’a ibadet ve kulluk içinde geçirdiği halde, ahiretine hiçbir hayır ve sevap götürememesidir. Bunun sebebi, ibadete ihanet edilmesi, yani hakkının verilmemesidir. İşte bu durum, müminler için büyük bir ayıp ve acı bir kayıptır.
Evet, usulüne uygun yapılmayan her iş maksadın tersine sonuç verir. İbadetler de böyledir. Kul, bazen ibadetle Allah’a yaklaşayım derken, Allah’tan uzaklaşabilir. Bunun sebebi kendisidir. Çünkü edebi çiğnenen, hedefi değiştirilen, tavazu yerine kibir ve kendini beğenmeye alet edilen bir ibadet kabulü değil, belki azar ve azabı gerektirir.
Hz. Ömer R.A., bazı insanların ibadetleri nasıl adet haline getirdiğini şu üzüntü dolu sözleriyle dile getirir: “Öyle insanlar var ki, müslüman olarak saçını başını ağartmış. Fakat ömründe Allah için hakkıyla kıldığı bir namazı yok.” (Sühreverdi, Avarifu’l-Mearif)
İbadetin hedefi
Allah için yapılan ve kulu Allah’a yaklaştıran bütün güzel ameller ibadet kapsamına girer. Namaz, oruç, zekat, hac, kurban, zikir, şükür, tefekkür, haramları terk gibi ameller ibadetlerin başında gelir. Özü itibariyle ibadet, kalbin Allah’a bağlanmasıdır. İbadet, samimiyettir. Gerçek ibadet, kulun nefsini tanıması ve kul olduğunu anlamasıdır. İbadetin hedefi Allah’ın rızası, hediyesi ise cennet Cemalullah’ı müşahededir.
İbadetin merkezi kalptir. İlâhi sevgi ve bilgi kalpte oluşur. Allahu Tealâ’ya yaklaşmak kalple olur. Dolayısıyla kalbin katılmadığı ibadetler, şekilden ibaret kalır. Kalbin katılması demek, uyanık olması ve neyi kim için yaptığını bilmesidir. İbadette Allah için niyet farzdır. Bozuk niyet ve gafletle yapılan ibadetler çoğu kez gösteriş için yapılır. Böyle bir ibadet yakınlık değil, uzaklık sebebi olur. Artık ona ibadet değil, ihanet denir. Çünkü Allah için yapılması gereken bir iş, nefis ve dünya için yapılmış; mahluk mabud makamına çıkarılmış, ahiret sermayesi dünyada harcanmıştır.
İbadetin içi niyet, dışı edeptir. Edep, makama uygun davranmaktır. Edep lazım olanı yapmaktır. Her makamın bir edebi vardır. Edebi zayi edenler, maksatlarına ulaşamazlar. Namazın, orucun, haccın, hizmetin, zikrin ve diğer bütün ibadetlerin kendilerine göre edepleri vardır. Bu edeplerin bir kısmı ibadetten önce, bir kısmı ibadetin içinde, bir kısmı da ibadetten sonradır. İbadetten önceki edepleri bilmeyen kimse, ibadetin içindeki ve peşindeki edepleri koruyamaz. Edepsiz ibadet, sahibi için bir yorgunluktur. Aynı zamanda Yüce Rabbine karşı vefasızlıktır. Bundan dolayı, ibadete yanaşmayanlara azap hazırladığı gibi, ibadetteki edebi korumayanlar da azapla korkutulmuşlardır.
İbadete hazırlık
Farz olsun, fazilet olsun, bütün ibadetlerden önce bir hazırlık şarttır. Her ibadetin kendine has edepleri ve hazırlık şekli vardır. Ancak, bazı vazife ve hazırlıklar vardır ki, onların her ibadetten önce yapılması gerekir. Bu hazırlıklar şunlardır:
İbadetin ilmini öğrenmek:
Buna farz-ı ayın ilim denir. İbadet yapmakla yükümlü olan erkek-kadın her müslümanın yapacağı bir ibadetin dışındaki ve içindeki vazifeleri öğrenmesi gerekir. Bunu ihmal etmek, geciktirmek, önemsememek, ibadeti zayi etmek demektir. Cahil kimsenin yaptığı ibadet ya bozuk, ya eksik olur; kârı zararını kurtarmaz.
Helal yemek ve giyinmek: Yapılış şekliyle ibadetler dört kısımdır: Kalple, bedenle, malla ve hem beden, hem de mal ile yapılan ibadetler. Bir müminin, kendisiyle ibadet yaptığı bütün azalarının ve mallarının temiz olması gerekir. Allahu Tealâ temizdir ve ancak temiz olan amelleri kabul eder.
Haram gıda ile beslenen bir beden, huşu ve huzur içinde namaz kılamaz, hakkıyla oruç tutamaz. İçine haram, haksızlık ve zulüm karışan malla yapılan işler de hayır olmaz.
Haram maldan zekat verilmez. Haram mal ile hacca gidilmez; gidilse kabul edilmez. Haram elbise içinde kılanan namaz kabul olmaz. Harama bulaşan ağzın yapacağı zikirden gerekli fayda hasıl olmaz, duası kabul edilmez. Rasulullah A.S. Efendimiz’in belirttiği gibi, yalanı, gıybeti ve çirkin sözleri terk etmeyen kimsenin orucu aç kalmaktan başka bir şey değildir. O kimsenin aç kalmasına Allahu Tealâ’nın ihtiyacı yoktur (Buharî, Ebu Davud, Tirmizî)
Bunun için arifler: “Midesine girene dikkat etmeyenin hiçbir hali güzel olmaz.” demişlerdir.
Kalbi manen öldüren şeylerden çekinmek: İbadet için en önemli hazırlık, ibadetin merkezi olan kalbi günah kirlerinden temizlemektir. İbadetlerin başında, haramdan kaçmak gelir. Günahla kirlenen bir kalp Yüce Allah’ı hakkıyla sevemez, tadıyla zikredemez. Hakkıyla kılınan namaz insanı kötülüklerden uzaklaştırır. Ancak kötülükler de insanı ya namaz kılmaktan uzaklaştırır veya namazdaki huşu ve huzurdan uzaklaştırır. Gaflet, gafleti davet eder. Kötülük, kötülüğü çeker. Bizlere günahın peşinden hemen tevbe ve iyi amel yapmamız emredilmiştir. Fakat günahla temizliğini kaybeden bir kalple güzel ibadet yapmak, mesela huşu içinde bir namaz kılmak oldukça zor ve zevksizdir.
Yalan, gıybet, alay ve boş sözlerle meşgul olan bir dil, nasıl hikmetten bahsedebilir, ne derece zikir çekebilir? Kin, kibir, haset ve nefretle kararmış bir kalp ne kadar ahireti düşünebilir, nasıl Allah sevgisiyle zikre geçebilir?
Kalbi hazır hale getirmek:
Ne yaptığını bilmeyen kalp sarhoş kabul edilir. Sarhoşun ameline kıymet verilmez. İbadet, şuur ve sevgiyle yapılmalıdır. Yoksa adet olur. İnsan her ibadetin evvelinde, onu niçin ve kim için yaptığını bilmelidir. Buna niyet denir. Allah için niyet edilmeyen işler ibadet olmaz.
Kendini kontrol etmek:
Bütün ibadetler Allahu Tealâ’yı zikretmek içindir. Bütün ibadetlerle varılacak sonuç, güzel ahlâka ulaşmak ve edebi elde etmektir. Bunun için her ibadetin evvelinde kalbimizi, sonunda da halimizi kontrol etmeliyiz. Eğer kalbimiz önceki halinden biraz daha uyanık ve Yüce Rabbine karşı sevgi yüklü ise bu, önceki ibadetlerin güzel yapıldığını gösterir. Eğer her gün davranışlarımız biraz daha güzele gidiyorsa, bu, ibadetlerimizin kabul edildiğinin alametidir.
Arifler, hep şunu derler:
Bir insanın ibadeti, ilmi, zikri, hizmeti ve hayır türü işleri artar da edebi artmazsa, bu onun yaptıklarının taklitten öte geçmediğini gösterir.
Bize düşen en önemli vazife, her ibadetin sonunda ibadetimizdeki kusurlarımız için af dilemektir.