Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ibrahim (a.s)'ın Hayatı

muhammet87 Çevrimdışı

muhammet87

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
26 HZ. İBRÂHÎM (A.S) Hz. İbrâhîm (a.s)'ın Hayatı: "(Ey Muhammed Sana indirdiğimiz) kitapta (yani Kur 'an 'da) İbrâhîm'i de (babasıyla olan kıssasını o müşriklere) anlat. Çünkü o, gerçekten sıddık (yani dosdoğru) bir peygamberdir." Meryem.: 19/41) Hz. İbrâhîm (a.s) kendisinden sonra gelen peygamberlerin atasıdır. Hz. İbrâhîm (a.s), Resulullah (s.a,v)'in en büyük atasıdır. Zira Resulullah (s.a.v), Hz. İsmâîl(a.s)'m soyundan gelmektedir. Hz. İsmâîl(a.s) ise Hz. İbrâhîm (a.s)'m oğludur. Buna göre Hz. İbrâhîm (a.s), Resulullah (s.a.v)'in en büyük atası olmaktadır. Şanı Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'a mahsus değerli hususiyetler ve özellikler vermiştir. Bu özellik ve hususiyetlerden bazıları şunlardır: 1. Allah onu, peygamberlere ata,[1] 2. Muttakilere imam,[2] 3. Gönderilmiş peygamberlere örnek[3] 4. Resul ve nebiler arasından onu "Halil" yani dost edinmiş.[4] Çünkü O, Halilü'r-Rahman yani Rahman'm dostudur. 5. Kendisinden sonra gelen peygamberler, onun soyundan türemiş.[5] Bundan dolayı da nesiller birbirini takip etmiştir. İsrailoğulları peygamberlerinin hepsi de, Hz. İbrâhîm (a.s)'m soyundandır. Çünkü İsrail oğulları peygamberleri, Hz.İshâk (a.s)'m oğlu olan Hz.Yakub(a.s)'m çocuklarından gelmişlerdir. Hz.İshâk (a.s) ise Hz. İbrahim (a.s)'in oğludur. Hz. İbrâhîm (a.s) ile başlayan peygamberlik ağacının dalları, yine onun soyundan gelen resullerin ve nebilerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (s.a.v)'e kadar devam etmiştir.[6] Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v) daha Öncede geçitği üzere- Hz. İsmail (a.s)'ın soyundan gelmiştir. Hz. İsmâîl (a.s) ise Hz. İbrâhîm (a.s)'ın büyük oğludur. Nitekim Yüce Allah bu peygamberlik ağacının dallarının durumunu şöyle anlatmaktadır: "ibrahim'e, İshâk'ı ve Yâkub'u müjdeledik, "soyundan gelenlere" "kitap"[7] ve "peygamberlik''[8] verdik. Üstelik İbrahim'e, hem dünyada[9] mükafatını verdik ve hem de ahirette[10] o, salihlerden olacaktır."[11] Hz. İbrâhîm (a.s), Peygamber olarak gönderildikten sonra çeşitli belalarla imtihan edilmiştir. Örneğin; sabr gibi Zira Hz. İbrâhîm (a.s)'m imanı, sarsılmayan, dalgalanmayan ve ölüm korkusu ile zayıflığın giremediği sağlam bir dağ misâli gibidir. Çünkü oğlu İsmâîl'i boğazlamakla emrolunduğunda bu mihnet ve sıkıntısı daha da artmıştı. Fakat Hz. İbrâhîm (a.s), Allah'a ibadette, itaatta ve Allah'ın emirlerine karşı boyun eğmede örnek bir kimse idi. işte bunlardan dolayı Allah onu, kendisinden sonra gelen peygamberlere örnek numunesi kılmış ve aynı zamanda kıymet ile değerliliğinden dolayı da onu tek başına bir "ümmet" kılmıştı. Nitekim Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'m tek başına bir "ümmet" oluşunu şöyle anlatmaktadır: "İbrâhîm şüphesiz Allah'a boyun eğen ve Ona yönelen tek başına bir "ümmet" idi. Müşriklerden de olmamıştır."[12] Ayeti kerimede de görüldüğü üzere; Yüce Allahm ondan büyük övgülerle bahsettiğini görmemiz garipsenecek bir durum değildir. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s): a. Peygamberlerin atası, b. Muttakilerin imamı, c. İmanın temsilcisi, d. Sabır konusunda imtihan edilmiş, e. Şükür konusunda da Allah tarafından yardım edilmiş f. Allah'ın kendisine vermiş olduğu nimetler konusunda Allah'a lütufkar bir kul olmuştu. işte bütün bunlardan dolayı Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'ı "Halil" yani dost olarak kendisine seçmiştir. [13]
Hz. İbrahim (a.s)'ın Soyu: Hz. İbrâhîm (a.s)'m soyu, tarihçilerin belirttiğine göre; İbrâhîm b. Târeh b. Nâhûr b. Sâruğ b. Rau b. Fâlığ b. Âmir b. Şâlıh b. Erfahşed[14] b. Sam b. Nuh ile bitmektedir. Hz. İbrâhîm (a.s) ile Hz. Nûh (a.s) arasında 1000 seneden fazla bir zaman dilimi vardır. Hz. İbrâhîm (a.s)'m bu soyunu tarihçiler Tevrat'tan aldıkları bilgilerle nakletmişlerdir.[15] Görüldüğü üzere tarihçiler, Hz. İbrâhîm (a.s)'m babasının ismini "Târeh" diye nakletmektedirler. Halbuki Kur'ân-ı Kerîm'de, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın babasının ismi "Azer" diye geçmektedir.[16] Kur'an'dan nakledilen bu haber güvenilmesi gerekli olan Sahîh bir haberdir.[17] Tarihçilerin, Hz. İbrâhîm (a.s)'m babasının isminin "Tareh" olduğuna dair ileri sürdükleri görüşü ise Tevrat'a dayanarak nakletmişlerdir. Tevrat ve İncil'de tahrif edildiğinden ötürü müslümanlann yanında bu iki kaynağın başka görüşlerinde olduğu gibi bu görüşünde de bir sağlamlığı ve güvenilirliği yoktur. Çünkü Tevrat ve İncil'den nakledilen görüşlerin bir dayanıklılığı yoktur. Bu durum bazı tefsircilerin, tarihçilerin kervanı içerisinde gittiklerini gösteren garipsenecek durumlardan biridir. Çünkü bazı tefsirciler, tarihçilere dayanarak, Hz. İbrahim (a.s)'ın babasının isminin "Tareh" olduğunu iddia etmişlerdir. Kur'an'da geçen "Azer" isminin ise, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın amcasının ismi olduğunu söylemişlerdir. Buna göre tefsirciler, Kur'an'da geçen Hz. İbrâhîm (a.s)'m babasının isminin "Azer" olduğuna dair nassı, -Hz. İbrâhîm (a.s)'in peygamberlerin atası bir Peygamber olması vb. bir sebepten dolayı ve Hz. İbrâhîm (a.s)'m müşrik bir babanın oğlu olduğunu def etmek için/- te'vil etmişlerdir. Üstelik tefsirciler bu konuda büyük bir çaba sarfederek Hz. İbrâhîm (a.s)'m babasının isminin "Azer" değil de "Tareh"olduğuna dair birçok deliller de getirmişlerdir. Halbuki Hz. İbrâhîm (a.s)'ın müşrik bir babanın oğlu olması onun Allah katındaki makamına bir zarar getirmediği gibi şeref ve haysiyetini de azaltmaz. Çünkü hidayet ancak Allah'ın eliyledir. Zira Allah, dilediğini sapıtır ve dilediğini de hidayete eriştirir. Çünkü Allah, hidayete erecekleri en iyi bir şekilde bilir. Buna bir örnek olması bakımından şöyle bir örnek verilebilir. Firavun'un karısı Asiye, mümine bir kadın,[18] Nuh'un oğlu Ken'an, kafir[19] ve Lûl'un karısı da kafir idi.[20] Bunların kafir olması, bu peygamberlerden hiçbirinin şeref ve haysiyetine hiçbir şekilde zarar vermediği gibi onların şeref ve haysiyet vb. özellliklerini de azaltmaz!! Halbuki Resulullah (sav), Hz. İbrâhîm (a.s)'m babasının isminin "Azer" olduğunu bize haber vermiştir. Bu konudaki hadisi şerifi, Buharı şöyle rivayet etmiştir: "Kıyamet gününde İbrâhîm "babası Azer" ile (babasının) üzeri tozlu ve siyahlı bir haîde karşılaşacaktır. Bunun üzerine îbrâhîm babasına: - Ben. sana (dünyadayken) bana asi olma demedim mi? Diyecek. Babası da, ona: - İşte bugün sana asi olmayacağım, diye cevap verecek. Bunun üzerine İbrâhîm: - Ya Rabb! Sen bana insanlar diriltilecekleri gün beni rezil etmeyeceğini vaad etmiştin. Şimdi Allah'ın rahmetinden çok uzak olan babamın vaziyetinden daha çok utanmayı gerektirecek hangi rüsvaylık olabilir? diyecek. Allah'da: - (Ya İbrâhîm) Ben cenneti kafirlere haram kılmışımdır, buyuracak. Bundan sonra Yüce Allah tarafından: - Ya İbrâhîm! Şu iki ayağının altındaki nedir? Denilir. Bunun üzerine İbrâhîm. (ayağının altına) bakar ve ayaklan arasında kana bulanmış bir sırtlan görür (ki İbrahim'in babası bu çirkin şekle çevrilmiştir) Bu çirkin manzara üzerine onun ayaklarından yakalanır ve ateşe (yani cehenneme) atılır.[21] İşte bu hadisi şerif, Hz. îbrâhîrn (a.s)'m babasının isminin "Azer" olduğunu gösteren bir delildir. Bu görüş, bunun dışındaki görüşe meylettirmeyen doğru olan görüştür. İbn Kesir, bununla ilgili olarak şöyle der: "ibrahim. "Babası Azere": (Allah'ı bırakıp da) putları mı ilah ediniyorsun?, demişti. " (En'am: 6/74). İşte bu ayeti kerime Hz.İbrâhîm (a.s)'ın babasının isminin "Azer" olduğunu ispatlıyor. Aralarında İbn Abbas'mda bulunduğu soyları araştıran alimlerin çoğu, Hz. İbrahim (a.s)'m babasının isminin "Tareti" olduğunu ifade etmişlerdir. Denildi ki: "Tareh, Azer'in taptığı bir putun ismi olduğu için bu kelime (yani Tereh ismi) Azer'e bir lakap olarak takılmıştır. Ibn Cerîr: "Doğrusu Hz. İbrâhîm (a.s)'ın babasının ismi Azer'dir. Belki babasının iki ismi de olabilir ya da bu iki isimden biri onun lakabıdır, diğeri de özel ismidir" der. Ibn Cerîr'in bu sözünün gerçeklik payı büyüktür. Yine de doğruyu en iyi bilen Allah'tır."[22] Hz. İbrâhîm (a.s)'ın Künyesi: İbn Asâkir'in, İkrime'den rivayet ettiğine göre; "Hz. İbrâhîm (a.s), "Ebu Dayfan" yani misafirlerin babası diye künleyenmiştir. Bu konuda derim ki: Belki de bu künye, Hz. İbrâhîm (a.s)'a; çok misafirin gelmesinden dolayı verilmiş olabilir. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s), cömert ve misafirperverliğini en güzel bir şekilde yapar ve misafirini cömert bir biçimde ağırlardı. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s)'in kendisi cömert bir kimseydi. Misafirlerine buzağı keser ve et kızartır ve en güzel yiyecekleri çıkarırdı."[23] îbn Cerîr, Süddi'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir: '"Hz. İbrâhîm (a.s)'ın yiyecek ve içecek çeşitleri çok olup bunlardan kendisine gelen misafirlere yedirir ve onlara ziyafetler verirdi."[24] Kur'ân-ı Kerîm ise, Hz. İbrâhîm (a.s)'a gelen misafirler ile ilgili kıssayı anlatmıştır. Bu kıssada misafirler ile kastedilen meleklerdir. Onlar, Lût kavmini, yapmış oldukları çirkin işten dolayı helak etmek için giderken, yolları üzerinde bulunan Hz. İbrâhîm (a.s)'a da bir çocuk müjdelemek için uğramışlardı. Hz. İbrâhîm (a.s) ise onları ilk anda gördüğünde onları insan zannetmişti. Bundan dolayı gelen misafirlerini ağırlamak için hemen ailesinin yanına koşarak gidip onlar için bir buzağı kesip sonra da onu kızartarak onlara getirip önlerine indirmişti. Fakat onlar kendileri için kesilip kızartılan buzağının etinden yemeyip ondan uzak durdular. Bu durum ise Hz. îbrâhîm (a.s)'m kendisinde, onlara karşı bir şüphenin meydana gelmesine sebep oldu. Bu sırada Hz. İbrâhîm (a.s), garipsenecek ve korkmuş bir şekilde onlara bakmaya başladı. Nihayet melekler, ona kendilerinin meleklerden olduğunu haber verdiler. Bunun üzerine Hz. İbrâhîm (a.s)'dan korku ve şüphe gitmiş oldu. Yüce Allah bu kıssayı Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle anlatmaktadır: "(Ey Muhammedi) îbrâhîm 'in şerefli misafirlerinin haberi sana gelmedi mi? Hani onlar (İbrâhîm 'in) girip: "Selam" demişlerdi, o da (tarafımdan) tanınmayan bir topluluğa "selâm" demişti. (Misafirlerin gelmesi üzerine misafirlerin yanından gizlice sıvışıp) hemen ailesinin yanına giderek (onlara, malının en hayırlılarından olan) semiz bir buzağı (yi kesip kızartarak kendisine gelen misafirlere) getirmiş ve onların önüne sürüp "Yemez misiniz?" demişti. (Onlarda yemeyince) onlara karşı içinde bir korku hissetti. (İbrâhîm 'in bu durumunun farkına varan misafirler) "Korkma!" dediler. (Daha sonra da) ona bilgili olacak bir çocuğu müjdelediler."[25] işte bu ayeti kerimeler; Hz.İbrâhîm Halîl (a.s)'ın cömertliğini anlatan canlı örneklerdir. Zira Hz. İbrâhîm (a.s), hiç tanımadığı misafirlerine dahi deve, sığır, buzağı vb. şeyler boğazlar ve gelen misafirlerine, bu kestiklerini kızartıp önlerine sunar ve onları en güzel bir şekilde ağırlardı, işte Hz. İbrâhîm (a.s)'ın bu hali; yüce kimselerin ahlakından ve cömert kimselerin özelliklerindendir. Araplarda bu övülmüş özellikleri, cömertliği ve ikramlılığıyla tanıdıkları Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'den almışlardır. Çünkü Hz. İsmail (a.s)'da, misafirperverlikte ve cömertlikte babasına benzemekteydi. [26]
Hz. İbrâhîm (a.s)'ın Doğumu: Bazı Tarihçilerin naklettiğine göre, Hz. İbrâhîm (a.s)[27] (bugünkü) Şam şehrinin civarında bulunan Kasyun dağı yanındaki "Berze" denilen köyde doğmuştur. Siyerci ve tarihçilerin yanında meşhur olan sahîh görüşe göre; Hz. İbrâhîm (a.s), Keldânî'lerin ülkesi olan Babil'de doğmuştur. İbn Kesîr'de, birinci görüşü naklettikten sonra Sahîh olan görüşün; Hz. İbrâhîm (a.s)'ın Babil'de doğduğu görüşünü nakletmiştir. Fakat bu yer (yani Berze köyü), Hz. İbrâhîm (a.s)'a nisbet olunmuştur. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s), kardeşinin oğlu Lût(a.s)'a yardıma geldiğinde orada namaz kılmıştır."[28] Hz. İbrâhîm (a.s), babası 75 yaşında iken doğmuştu. Hz.İbrâhîm Azer'in en büyük oğludur. Hz.İbrâhîm'den sonra ise Azer'in şu çocukları doğmuştu: Nâbar ve Hârân. Hz. Lût (a.s), Hz. İbrâhîm (a.s)'m kardeşi Hârân'm oğludur. Ehl-i Kitap ise Hz.İbrâhîm'in, Azer'in ortanca oğlu olduğunu iddia etmektedir. Çünkü Hârân, doğduğu şehir olan Keldâni'lerin ülkesinde -bununla Babil kastediliyor- babası hayattayken ölmüştü. Fakat Sahîh olan görüş, birinci görüştür. Hz. İbrâhîm (a.s), genç yaştayken "Sâre" denilen bir kadın ile evlendi. Sâre çocuğu olmayan kısır bir kadındı. Hz. İbrâhîm (a.s), babası ve hanımıyla birlikte Keldânilerin ülkesinden çıkıp Ken'anlıların ülkesine hicret etti ki, burası mukaddes şehirlerdi. Bunun üzerine Harran'da bir müddet kaldılar. Harran şehri, Şam bölgesine yakın bir şehirdi. Buranın halkı, bu sırada yedi yıldıza tapmaktaydılar. Şam bölgesi halkı ile Cezire halkı, -İbn Kesîr'in de anlattığı gibi-buranın sapık akidesi üzerineydi. Bunlar, ibadet ederken kuzey kutbuna yönelir, çeşitli dua ve hareketlerle yedi yıldıza taparlardı. Bu nedenledir ki, Şam'ın yedi eski kapısından herbirinin üstünde bu yıldızlardan birinin heykeli bulunurdu. Halk, bu yıldızlar için bayram ve şenlikler tertipler, kurbanlarkeserlerdi. Harran halkı da bu şekilde putlara ve yıldızlara tapıyorlardı. O sırada yeryüzü üzerinde Hz. İbrâhîm (a.s), hanımı Sare ve kardeşinin oğlu Hz. Lût (a.s) dışında bulunanların hepsi kafirdiler. Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'ı, kesin hüccetle ve kati delille gönderdi ve bu sapıklıkları ortadan kaldırdı. Çünkü Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'a, küçüklüğünden itibaren rüşdü yani dosdoğru görüşlülüğü vermişti.[29] Bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s) güçlü bir azme ve isabetli görüşe sahip bir kimseydi. Zira o, kavmiyle mücadele ve münazara edip Yüce Allah'ın yardımıyla onlara keskin deliller getiriyor ve kat'i kanıtlarıyla da onlara galip geliyordu. Buna karşılık onlar, Hz. İbrâhîm (a.s)'a cevap vermeye güç yetiremiyorlardı.[30] Hz. İbrâhîm (a.s)'in Babası Azer'i Tevhid Dinine Davet Etmesi: Kur'ân-ı Kerîm; Hz. İbrâhîm (a.s)'ın babası Azer'i tevhid dinine davet ettiğini bize anlatmıştır. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s)'m babası putlara tapan ve Nemrut'u ilah olarak kabul eden müşrik bir kimseydi. Bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s)'m kendisi için insanlar arasında ilk nasihat edilecek kişi babası idi. Bu nedenle Hz. İbrâhîm (a.s), babasına öğüt vermekten nasihat etmekten ve Allah'ın azabından sakmdırmaktan geri durmayıp tebliğinde devam etti. Hz. İbrâhîm (a.s)'m babasına olan davetinde, kendisine insanların en yakını olan ve kendisi hakkında iyilikten başka bİr şey istemeyen anne-babaya saygıda nasıl olması gerektiğinde her çocuk için olması gerekli bir örneklik vardır.[31] Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s)'m babasına karşı söylemiş olduğu sözde sert çıkışmıyor, davetini kabul etmediğinde onu ayıplamıyor ve kınamıyordu. Bunların yanısıra babasına, bütün edep ve vakarıyla hitap ediyor ve ona en güzel lütuf ifade eden kelimelerle cevap veriyor ve güzel hal ile hareketlerle işaretlerde bulunuyordu. Babasıyla olan münakaşasında ve mücadelesinde, zarar veremeyen, görmeyen, işitmeyen ve sahibine hiçbir fayda sağlamayan taşlardan ve bakırdan yapılmış putlara tapmada hatalı olduğunu ona en güzel bir şekilde açıklıyordu. Ayrıca babasına, güç yetiremediğini ve iyilik ile faydayı da birbirinden ayıramadığına dikkat çekiyordu. Çünkü bu putlar, kendileri hakkında bunları dahi yapamadığına göre, başkalarından zararı uzaklaştırmaya nasıl güç yetirebilir idi? Veya herhangi bir şeyi yapmada istenileni yine kendisine tapanlara tahakkuk ettirmeye nasıl olur da güç yetirebilir idi?!.. İşte Hz. İbrâhîm (a.s), babasına olan davetini, edebli ve vakarlı olarak hikmetle, güzel öğütlerle ve nasihatlerle yapmıştır.[32] Fakat Hz. İbrahim (a.s)'m babası, oğlunun kendisine hikmetle ve özveriyle yapmış olduğu bu nasihatleri ve öğütleri kabul etmedi. Hatta Hz. İbrahim (a.s)'m kesin delillerle ve kati kanıtlarla ileri sürdüğü düşüncelere de itibar etmemiştir. Bunların aksine sapıklığında ve inadında ısrar etmiştir, ilahlarını ve tağutlarmı da, kötülükle ve çirkinlikle bahsetmeye başlayınca bu sefer oğlunu dövmekle ve hatta sözlerine devam ettiği takdirde öldürmekle tehdit etmiştir. Nitekim Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s) ile babası Azer arasında geçen bu kıssayı Kur'an'da şöyle anlatmaktadır: "(Ey Muhammedi Sana indirdiğimiz) kitap'ta (yani Kur'an'da) İbrahim'e dair (yani babası ila olan kıssasında müşriklere) anlat. Çünkü o, gerçekten sıddîk (yani dosdoğru) bir peygamberdir. Hani o babasına: "Ey babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun? Babacığım! Doğrusu sana gelmemiş bir ilim (yani vahiy ve Allah bilgisi) bana gelmiştir. Öyleyse (putlara tapmayı bırakıp) bana tabi olda seni dosdoğru bir yola ileteyim. Babacığım! (Allah'ı bırakıp ta) şeytana tapma! Çünkü şeytan rahmana (karşı gelerek emirlerine muhalefet edip ona) isyan etmiştir. Babacığım! Doğrusu Rahman azabı sana dokunurda şeytanın velisi(doslu) olursun diye korkarım. (Bunun üzerine babası ona) "Ey İbrâhîm! Sen benim ilahlarımı beğenmiyor musun ha? Andolsun ki (putlara küfredip hakaret etmek ve onları ayıplamaktan) vazgeçmezsen, seni taşlarım, uzun bir süre benden ayrıl git!" demişti. ibrahim'de: "Selâm olsun sana! Senin için Rabbim'den mağfiret dileyeceğim. Zira o, bana karşı çok lütufkardır."[33] Hz. İbrâhîm (a.s), babası için mağfirette bulunmuştur. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s) duaları arasında babası için mağfirette bulunacağına dair kendi kendine söz vermişti. Bundan dolayıda Hz. İbrâhîm (a.s), babası için Rabbinden mağfiret dilemiş ve yine ondan babasından razı olmasını istemiştir. Zira Hz. İbrâhîm (a.s), Rabbine şöyle dua etmişti: "(Ey Rabbim!) Babamı bağışla. Çünkü o, sapıklığa düşmüş kimselerdendir. "(Şuam: 26/86)[34] Hz. İbrâhîm (a.s)'ın babası için yapmış olduğu bu istiğfarı, biç kuşkusuz babasının iman etmesini arzuladığından dolayı idi. Fakat ne zaman ki babasının şirk ile putlara tapmaya ısrar ettiği ve Allah'ın dinine bağlananlara düşmanlığı ortaya çıktığında Hz. İbrâhîm (a.s), babasından uzaklaşmış ve onunla olan ilgisini kesmişti. Nitekim Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın bu durumuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "İbrahim'in babası için mağfiret dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden dolayı idi.[35] Allah'ın düşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim çok içli ve yumuşak huylu idi."[36] Bu anlatılanlarda; yüce peygamberlere uymada, onların mükemmel yolu üzere yürümede ve onların güzel gidişatında, tevhid ve iman ehli için açık dersler ile ibretler vardır. Buna göre Hz. İbrahim (a.s), babasından ve Hz. Nûh (a.s)'da oğlundan -Allah'a olan düşmanlıkları ve kafir oldukları ortaya çıktığında- uzaklaşmıştır, işte bu durum, imanın kemalindendir. Hz. İbrahim (a.s)'ın babasıyla ve Hz. Nûh (a.s)'m da oğluyla olan akrabalıkları din kardeşliğinden daha yüce ve daha kutsal değildir. Çünkü dini yakınlık ile kardeşlik, soy bağlılığı ve kardeşliğinden daha üstündür. İşte bu anlatılanlar, Allah'ın peygamberlerinin davetinde rol oynadığı mükemmel örneklerdir. Nitekim Yüce Allah, Hz. İbrahim (a.s)'in bu durumu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "ibrahim ve onunla beraber olanlarda (yani müminlerde) sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Zira hani onlar, kavimlerine: "Biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınız (ilahlar)dan uzağız. Sizin dininizi kabul etmiyoruz. Üstelik bizimle sizin aranızda yalnızca Allah 'a inanmanıza kadar ebedi düşmanlık ve öfke başgÖstermiştir" dediler. Yalnız ibrahim'in babasına; "Andolsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat sana Allah'tan gelecek herhangi bir azabı savmaya gücüm yetmez. " Sözü, bu örneğin dışındadır."[37] İşte bu ayeti kerimede, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın imanının sıdk üzere olduğunu gösteren açık bir delil değil midir? veya Hz. İbrâhîm (a.s)'m babasından uzaklaşmasının sebebi; -iman bağları yok olduğunda- baba ile oğul arasındaki bağında kopmasının gerçekleşmesi babasının oğluna karşı açıkça düşmanlığını ilan etmesinden dolayı değil midir? bunda garipsenecek bir durum söz konusu değildir. Çünkü Hz. İbrâhîm Halil(a.s) , imanın ve akidenin doğruluğu hususunda en güzel Örnek olan peygamberlerin atasıdır. işte bütün bunlardan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s), Rahman'm dostu olmaya hak kazanmıştır. [38]
Hz. İbrâhîm (a.s)'in Kavmi Arasında Yetişmesi: Hz. İbrâhîm (a.s), Babil'de "Nemrut b. Ken'an" ismiyle tanınan 'tağut',[39] zalim ve zorbacı hükümdar olan ve -Allah'ın değilde- kendi görüşüyle insanlara hükmettiği bozuk bir ortamda yetişmişti. Nemrut, Babil ülkesini kendi idaresi altına almıştı. Bu sırada Babil halkı da, şirkin ve putçuluğun içerisinde yüzmelerinin dışında, bolluk ve genişlik içerisinde yaşayıp, kendi elleriyle putları yontuyorlar ve daha sonra da Allah'ı bırakıp onları Rabbler ediniyorlardı. İşte böyle bir sırada Nemrut sahip olduğu mülk ve saltanatının havasına kapılıp ve çevresindeki topluluğunda cehalet içerisinde yüzmesinden istifade ederek Babil'de kendisini mutlak otoriter olarak görünce kendisini ilah olarak ilan edip insanları kendisine tapmaya çağırmıştı. Babil halkı ise o sırada putlara tapıyorlardı. Nemrut'u da bu batıl davaya sevk eden şey; kavminin işitmeyen, görmeyen, ve kendilerine tapanlara bir fayda ve zarar sağlayamayan taşlardan ve bakırdan yapılmış putlara tapmasıydı. Fakat Nemrut ise putların aksine, konuşabiliyor, düşünebiliyor, meseleleri anlayabiliyor, hissedebiliyor ve herhangi bir şeyin farkına varabiliyor, iyi olan şeyleri halka çoğaltabiliyor, kötülüğü onlardan kaldırabiliyordu. O zaman kendisi niçin ilah olmuyordu ki? Çünkü kendisi bu tapmaya kavminin taptığı putlardan ve Allah'tan başka ilah edindikleri şeylerden daha layıktı. İşte Hz. İbrahim (a.s), böyle bir ortamda yetişmişti. Bundan dolayıda Allah ona, doğru görüşlülüğü vermiş ve yine onu hidayete erdirmişti. Böylece Hz. İbrâhîm (a.s), böyle bir ortamda görüşünün İsâbetliliğîyle ve düşüncesinin güçlülüğüyte, Yüce Allah'ın bir tek olduğunu, doğurmadığını ve birisi taralından da doğrulmadığını, kainatı hükmü altına aldığını ve alemi idare ettiğini bilmişti. Yine Hz. İbrâhîm (a.s) bu ortamda bu putların, kendisine tapanlara ve bu heykellerin, kendisini yontanlara bir fayda sağlamayacağının farkına varmıştı, işte bütün bunlardan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s), kavmini körlük içerisinde bulunmuş oldukları bu şirk ile cahiliyetten kurtarmaya karar verdi. Hz. İbrâhîm (a.s), Rabbine karşı kalbi imanla dopdolu, Allah'ın kendisine yardım edeceğine dair vaadine güvenle ve yakînle dolu, Yüce Allah'ın kendisine gayb ve iman hususunda vahyettiğine inanan bir kimse idi. Fakat Hz. İbrâhîm (a.s), bunlara rağmen Yüce Allah'dan basiretim, Allah'ın kudretine yakinen inanmasını ve güvenmesini artırmasını istemişti. Bundan dolayı da Hz. İbrâhîm (a.s), Rabbinden öldükten sonra dirilmeye dair olan apaçık mucizesini görmeyi ve öldükten sonra dirilmeyi yakînen görmeyi istedi. Buna göre Hz. İbrâhîm (a.s), Rabbinden, ölen kimseleri nasıl dirilteceğini görmeyi talep etti. Bunun üzerine de Rabbi, Hz. İbrâhîm (a.s)'a şöyle hitap etti: "Allah (İbrâhîm)e: "Ey İbrâhîm! Yoksa ölüleri nasıl dirilteceğime) inanmadın mı?" deyince, İbrâhîm: "Evet! (Senin ölüleri nasıl dirilteceğine hiç kuşkusuz inandım fakat) kalbim (in bu konuda) mutmain olmasını (istedim)" demişti.[40] Hz. İbrâhîm (a.s) gerçektende Allah'a iman etmiş ve O'nu doğrulamış bir kimse idi. Fakat Hz. îbrâhîm (a.s), Allah'ın kudretinin acayipliklerini görmek, kalbinin buna mutmain olması ve yakîni imanını artırması için bunu apaçık bir şekilde görmeyi istedi. Yüce Allah da, Hz. İbrâhîm (a.s)'in bu isteğini yerine getirmek üzere ona; dört çeşit kuş almasını, onları çeşitli parçalara bölüp daha sonrada onları biraraya getirerek kendisine doğru yöneltip çağırmasını emretti. Bunun nedeni ise kuşların parçalarının hangisine ait olduğu bilmesi ve onları yaratanı düşünmesi içindi. Daha sonra Hz. İbrâhîm (a.s), Allah'ın emrettiği şekilde dört çeşit kuş alıp bunların etlerini ve tüylerini birbirine karıştıracak şekilde parçalamış, onların bu parçalarını birbirine karıştırmış ve onların parçalarını çeşitli paylara ayırıp her bir payı bir dağın üzerine bıraktı. Daha sonra da onları kendisine çağırdı. Kuşlarda -Allah tarafından, Hz. ibrâhîm (a.s)'m bu gelişini görüp şahadet etmesi için uçarak değilde- koşarak Hz. İbrâhîm (a.s)'a Allah'ın izniyle geldiler. Her parça kendi benzeriyle bir araya gelince, parçaların herbiri aslî yerine döndü. Bunun üzerine kuşlara, derhal Allah tarafından gizlice ruh üflendi. Böylece kuşlar, Allah'ın izniyle Hz. İbrâhîm (a.s)'a gelmeye güç yetirebildiler. Hz. İbrâhîm (a.s) ise Yüce Allah'ın yaratma ve istediği an herhangi bir şeyi meydana getirmesi huşunda apaçık delillerini görmüş oldu. Her şeyden münezzeh olan Yüce Allah herhangi bir şeyi yapmak istediği zaman o şeye sadece "ol" deyince, o şey anında oluverir. Nitekim Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'m bu durumuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Hani İbrâhîm: "Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" demişti. Allah'da: "(Ey İbrâhîm! Yoksa ölüleri nasıl dirilteceğime) inanmadın mı?" deyince, İbrâhîm: "Evet! (Senin ölüleri dirilteceğine hiç kuşkusuz inandım. Fakat) kalbim (in bu konuda) mutmain olmasını (isledim)" demişti.[41] Hz. İbrâhîm (a.s)'ın Kavmiyle Tartışması: Hz. İbrâhîm (a.s), kavmini Allah'a ibadet etmeye çağırmada yumuşak davranan bir kimse idi. Bundan dolayıda kavmi ve aile halkını putlardan vazgeçip Allah'a ibadet etmeye dönmeyi hatırlatıyordu. Bunun içinde ilk önce babasını iman etmeye davet etti. Fakat babası oğlunun davet ettiği ilaha iman etmekten kaçındı. Daha sonrada kavmini Allah'a iman etmeye çağırdı. Bunun üzerine kavmi, Hz. İbrâhîm (a.s)'in davetine yanaşmadılar ve onun risâletiyle de alay ettiler. Fakat Hz. İbrâhîm (a.s), onların bu yaptıklarına karşı merhameti, yumuşaklığı, iyi davranmayı ve dikkatli davranmayı elden kaçılmıyordu. Üstelik onları içerisinde bulunmuş oldukları körlük ve sapıklıkta bırakıp gitmeyi istemedi bile. Aksine onların içerisinde bulunmuş oldukları bu batıl inançtan onları kurtarmaya karar vermiş ve her ne kadar onlardan çok eziyet görmüş olsa veya hayatını tehlikeye atmış olsa bile yine de onları dosdoğru yola döndermeye gayret etmişti. Hz. İbrâhîm (a.s), görüşü isabetli olan zeki bir kimse idi. Bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s), kavmine karşı göstermiş olduğu deliller ile kanıtların, sabah aydınlığı gibi ortaya çıkacağım biliyordu. Çünkü his ve görme, bir şeyde birleşmediği müddetçe yeryüzündeki kuraklıkta güzel bir bitki bile bitmez, işte bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s), kavmine delillerle görmelerini aydınlatmayı ve kalpleriyle hislerini birleştirmeyi istedi. Bunu yapmasının sebebi ise, belki onların içerisinde bulunmuş oldukları sapıklıktan dönmeleri ve yine fayda sağlamayan, görmeyen ve sahibine hiçbir fayda sağlamayan taşlardan yapılmış putlara tapmaktan alıkoymayı söylemekle kendiliklerinden hakkı bulabilirler düşüncesiydi. Günün birinde Hz. İbrâhîm (a.s)'ın kavminin büyük bir bayramı vardı. Halk, şehirden çıkıp bayram yerine gidiyorlardı. Çünkü halk, bu bayram günlerinde kendileri için bir tescili ve rahatlama buluyordu. Şehirden çıkıp bayram yerine gitmek istedikleri bir sırada Hz. İbrâhîm (a.s)'ın yakınları da ondan kendilerine arkadaşlık etmek suretiyle bayram yerine gelmesini istediler. Hz. İbrâhîm (a.s) ise onlarla arkadaşlık edip bayram yerine gitmekten kaçındı. Halkın bayram yerine gitmesini fırsat bilen Hz. İbrâhîm (a.s), onlardan bazılarının işitebilecekleri bir şekilde putlarını kıracağına yemin elti. Buna binaen Hz. İbrâhîm (a.s), yakınlarına bir hastalık görüntüsü verdi. Halbuki Hz. İbrâhîm (a.s) da bir hastalık yoktu. Fakat Hz. İbrâhîm (a.s)'daki hastalık onların putlara tapmasından kaynaklanan iğrençlikten kaynaklanmaktaydı. Bu sebeple yakınları bulaşıcı bir hastalık korkusuyla ondan uzaklaştılar. Bunun üzerine Hz. İbrahim (a.s). geride kalanlara seslenerek: "- Allah'a yemin ederim ki! Siz arkanıza dönüp gittikten sonra putlarımıza tuzak kuracağım" dedi. Gericle kalanlar, Hz. İbrâhîm (a.s) ise putlarla başbaşa kalmıştı. Hemen puthaneye gidip putları eliyle tokatlamaya ve ayağıyla da tekmelemeye başladı. Daha sonra da eline bir balta alıp onların üzerine vurarak kırıyordu. Ta ki putlar, kırılmış küçük parçalar oluncaya kadar, Hz. İbrahim (a.s), kırılan bu parçalan, sağa-sola yaydı. Büyük putu kırmayıp onu sağlam bıraktı. Bunun nedeni ise; sağlam bıraktığı bu pul ile onlara karşı putlarını küçük düşürmek. Allah'ın hak dinine yardım etmek, onların kırılmaya ve horlamaya layık olan putlarına tapmalarının bâtıl bir yol olduğunu göstermek amacıyla idi. Bunun üzerine baltayı da sağlam bıraktığı büyük puiun boynuna bağlayıp astı. Zira putları balta ile kırıp parçalamıştı. [42]
Kavminin Bayramdan Dönüşü: Kavminin bir kısmı bayramdan dönüp -adetleri üzere-direkt puthaneye doğru yürüyüp gittiler. Bu davranış, onların, putlara sevgi 've yakınlıklarını göstermek ve onlara itaati tukdim etmek içindi. Önden gidenler puthaneye vardıklarında gördükleri korkunç haller karşısında şaşkına döndüler ve dehşete düştüler. Çünkü onlar, tapmış oldukları ilahlarını birikinti halinde kırılmış ve ufalmış bir vaziyette görmüşlerdi. Bunun üzerine olayın dehşetinden puthanenin etrafına koşuşturup putların içine düşmüş oldukları zilleti ve küçüklüğü arkadan gelenlere haber verdiler. Neye uğradığım şaşıran halk, lopiu bir şekilde bağırmaya başladılar. Seslerinden dolayı neredeyse yeryüzünün bir kısmı sallanacaktı. Daha sonra kendilerine gelen halk: "İlahlarımıza bunu kim yaptı? Doğru (bunu yapan) zalimlerdendir." (Enbiyâ: 21/59) Kısa bir müddet sonra hepsi susmuştu. Halk kırılmış, ufalmış ve param parça olmuş bu ilahlarının önünde korku ve şaşkınlık içerisindeydiler. Ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Tam bu sırada halkın arasından bir ses; Hz. İbrâhîm (a.s)'m putlara dair olan vadini onlara şöyle anlattı: "İbrâhîm denilen bir gencin, onları diline doladığını işitmiştih." (Enbiyâ: 21-60) Yani bu putları paramparça edenin İbrâhîm olması gerek, dedi. Bunun üzerine halk, Hz. İbrâhîm (a.s)'i, eliyle yaptıklarına bir ceza olarak'en şiddetli cezayla cezalandırmaya kadar verdiler. Hz. İbrâhîm (a.s)'i en şiddetli bir şekilde cezalandırmalarının sebebi; buna bir daha teşebbüs edenlere bir ibret olması içindi. Bu sebeple Hz. İbrâhîm (a.s)'in putlar hakkında söylediklerini ispatlamak için onun insanların gözü önüne getirilmesini istediler. Bunun üzerine Hz. îbrâhîm (a.s), insanların gözü önüne getirilerek onun bu sözlerine ve yaptıklarına karşılık, cezaların en şiddetli olanını ona gerekli gördüler. Şüphesiz ki halkın büyük bir yerde toplaması Hz. İbrâhîm (a.s)'rn işine yarar. Çünka Hz. İbrâhîm (a.s) böylece onların inandıkları putların bozgunculuğunu delillerle onlara gösterebilecekti. Hz. İbrâhîm (a.s)'m cezalandırılacağı yere, topluluklar geliyor ve gelenler git gide çoğalıyordu. Hz. ibrâhîm (a.s)'ın olayına rağbet edenlerin hepsi; Hz. İbrâhîm (a.s)'dan intikam almaya susamış aç köpekler gibi sadece kendi arzularını yerine getirmek için onun akıbetini cezalandınlışını görmek istiyorlardı. Daha sonra Hz. İbrâhîm (a.s)'i bu kalabalık topluluğun ortasına getirdiler ve onu deliller ve şahitler karşısında yargılamaya başladılar. [43]
Hz. İbrâhîm (a.s)'ın Yargılanması: Halk, Hz. İbrâhîm (a.s)'ı yargılamaya başladı. Bu sırada Hz. İbrâhîm (a.s)'ın vereceği cevabı işitmek ve onun sorgulanmasını görmek isteyen kimseler oraya toplanmıştı. Hz. İbrâhîm (a.s)'a sorulan ilk soru "Ey İbrâhîm! Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?"(Enbiyâ: 21/62) sorusuydu. Halbuki Hz. İbrâhîm (a.s), hikmet sahibi dahi bir kimse idi. Her ne kadar sonuç belli ise de onlara maksadını açıklamak ve risaletini tebliğ etmek için tartışmayı başka bir yere çekti. Bunun içinde ilk Önce -belki de dosdoğru yola dönerler diye- delilini onlara devamlı kılmak için onların yÖnel em ivecekleri bir cevaba hikmetli bir yola çekerek şöyle dedi: "Belki de o işi şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa, onlara sorun." (Enbiyâ: 21/63) Hz. İbrâhîm (a.s), bu kesin delilini, onları gaflet uykusundan uyandıracak ve baygınlıktan ayıltacak şekilde onların yüzlerine vururcasma çarptı. Bunun üzerine onlar, kendi kendilerine yönelerek kendi nefislerini kınamaya başlayarak şöyle diyorlardı: "(Kendi nefislerini kınayarak) haksız olanlar sizsiniz siz."(Enbiya: 22/64) "Sizler ilahlarınızı korumasız ve gözetleyicisi olmaksızın puthanede yalnız başlarına bıraktınız. Siz böyle yapınca, onlara inanmayan bir kimse de gelip ilahlarımızı parçalayıp ufaltmış. O putperest topluluk Hz. İbrâhîm (a.s)'in bu sözleri karşısında müthiş bir şaşkınlığa düştü. Dilleri tutuldu ve düşünceli bir vaziyette başlarını önleri eğip sustular. Daha sonra da Hz. İbrâhîm (a.s) ile konuşmaya yönelerek ona: "Bunların konuşmayacağım andolsun ki sende bilirsin. "(Enbiyâ: 21/65) Yani Ey İbrâhîm! Bu ilahlarımızın soruya cevap vermeyeceklerini, sözü işitmeyeceklerini sende bilirsin! ilahlarımız, sağır ve cansız birer taş parçaları oldukları halde nasıl olurda bizim onlara kendilerini kimin kırdığına dair soru sormamızı istersin" dediler. Böylece o putperestler, ilahlarının acizliğini ve onların kendi etraflarında olup biteni bilme hususundaki eksikliğini ve Hz. İbrâhîm (a.s)'ın sözüne karşılık ilahlarının güç ve kuvvetten yoksun olduğunu kabul ettiler. Sonunda Hz. İbrâhîm (a.s), azgınların hilesini ve tuzağım güzel bir biçimde boşa çıkarmış oldu. Vaktaki Hz. İbrâhîm (a.s), apaçık delili ortaya çıktığında onları, bu aklı selim düşünceye sarılmalarını sağlamak için şahane bir fırsat yakalamıştı. Zira Hz. İbrâhîm (a.s), hakkı ortaya koyduktan ve o hakkı gündüzün öğle vak^indeki güneşin parlaklığı gibi ortaya çıkardıktan sonra onların cehâletliklerini güzel bir üslupla yüzlerine vurmaya ve batıl üzere sebat göstermelerini kınamaya şöyle başladı: "O halde, Allah 'ı bırakıpta size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size de, Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Akletmiyor musunuz?"(Enbiyâ: 21/66-67) O putperestler böylece savunmuş oldukları düşüncede mağlup olunca, durumlarının ortaya çıkmasından korktular. Artık kendileri için ilahları hakkında Hz. İbrâhîm (a.s)'m delillerini inkar edip galebe çalacakları bir delilleri ve kanıtları kalmadı. Tağuti sistemlerde olduğu gibi tağut konumunda bulunan kimselerde zor durumda kaldıklarını görünce aynen burada olduğu gibi hareket ederler. Çünkü bu yöntem, beşeri sistemlerde hiç değişmeyen bir yöntemdir, işte o putperestlerde Hz. İbrâhîm (a.s)'m sözleri karşısında uğradıkları yenilgilerini örtbas etmek ve batıl yolda olduklarını gizlemek suretiyle Hz. İbrâhîm (a.s)'a karşı güç ve kuvvete sarılıp şöyle dediler: "Bir şey yapacaksanız, onu ateşte yakında .-ilahlarınıza yardım edin." (Enbiyâ: 21/68) [44]
Hz. İbrâhîm (a.s)'in Ateşe Atılması: O putperestler, Hz. İbrâhîm (a.s)'ı -ilahlarını paramparça ettiğinden dolayı- bir ceza olarak onu yakmayı istediler. Fakat Hz. İbrâhîm (a.s)'i nasıl yakacaklardı? Sonunda onu kızgın bir ateşe atmaya gerek duydular. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s), ilahlarına hürmette saygısızlıkta aşırı gittiğinden ve haberleri olmadığı bir sırada ilahlarını paramparça ettiğinden göğüslerinde tutuşmuş kinlerini alevlendirmelerinden dolayı ona karşı bir tepkileri oluşmuştu. Göğüslerinde tutuşmuş bu kinlerini ancak onu ateşte yakmakla söndürebilirlerdi. Bunun içinde onu yakmaya karar verdiler. Bunun üzerine halk, sağdan-soldan ve ordan-burdan odun toplamaya başladılar. Bunu, ilahlarına bir yakınlık ve taptıklarına bir iyilik olsun diye yapıyorlardı. Bu odun toplama işine bütün putperest halk katılıyordu. Hatta hasta olan kadın bile "iyileştiği takdirde İbrahim'in ateşte yanması için mutlaka odun toplayacağına" dair adakta bulunuyordu. Direklere varıncaya kadar odun toplamaya devam ettiler. Neredeyse topladıkları odunlar, Hz. İbrâhîm (a.s)'in yakılacağı yerin alanını daraltmıştı. Odun toplama işi sona erdiğinde ateşi yaktılar. Bunun üzerine ateş tutuştu ve alevlendi. Ateşin alevi, semaya doğru yükseldi ve ışıkları etrafa yayıldı. Daha sonra da Hz. İbrâhîm (a.s)'i bağlayıp ateşin içerisine mancınıkla attılar. Fakat Hz. İbrâhîm (a.s), Allah'ın gözetimi ve koruması altındaydı. Bundan dolayı da Hz. İbrâhîm (a.s), ateşin içerisine düştüğünde ateş onu yakmadı. Sadece kendisini bağladıkları ip yandı. O sırada şöyle bir Rabbani ses geldi: "Ey ateş! İbrahim'e serin ve zararsız ol"(Enbiyâ: 21/69) Yüce Allah'ın kulu ve peygamberi olan Hz. İbrâhîm Halilullah(a.s)'ı korumasındaki büyük mucizesi böylece ortaya çıkmış oldu. Üstelik onların Hz. İbrâhîm (a.s)'a karşı kurmuş oldukları tuzaklarını tam zamanında geri çevirmişti. Şöyle ki: "(Müşrikler) İbrahim'e karşı bir tuzak kurmak istediler. Fakat Biz onları (n bu tuzaklarını başa çıkarmakla onları) hüsrana uğratık." (Enbiyâ: 21/70) Hz. İbrâhîm (a.s)'m kavmiyle olan kıssasının anlatıldığı bu ayeti kerimeler, Enbiyâ Sûresinde topluca şöyle geçmektedir: "Andolsun ki (peygamberliğinden) önce İbrahim'e doğru görüşlülüğü verdik. Biz onu (n buna ehil olduğunu) biliyorduk. Hani o' babasına ve kavmine: "Atalarımızı bunlara tapar bulduk" demişlerdi. (Bunun üzerine İbrâhîm onlara:) "Andolsun ki sizlerde atalarınızda apaçık bir sapıklık içerisindesiniz" deyince, (onlar:) "Sen bize gerçeği mi getirdin? Yoksa bizimle eğleniyor musun?" dediler. O da: "Hayır! Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir ki onları da o yaratmıştır. Ve ben buna şahitlik edenlerdenim. Allah'a yemin ederim, ki, siz dönüp (bayram, yerine) gittikten sonra putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım" dedi. Derken kendisine (başvurup bu putları puthaneye geldiklerinde gördükleri manzara karşısında) "Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Doğrusu o (bunu yaptığından dolayı) zalimlerdendir" dediler. (İbrahim'in putlarına karşı bir tuzak hazırlanacağına dair yemin ettiğini işiten kimseler) "İbrâhîm denilen bir gencin onları (kıracağını) diline doladığını işitmiştik" dediler. (Emretmek yetkisini ellerinde bulunduranlar:) "O halde onu (yargılamak için) halkın gözü önüne getirin. Belki (ondan işitilen sözleri söyleyerek onun aleyhine) şahitlik ederler" dediler. (Bunun üzerine İbrahim'i halkın önüne getirip ona!) "Ey İbrahim! İlahlarımıza hu işi sen mi yaptın?" dediler. O da (Kırmaksızın bıraktığı putu kastederek:) "O işi şu büyükleri yapmıştır. Konuşabüiyorlarsa onlara (yani kırılan putlara) sorun" dedi. Bunun üzerine kendi nefislerine dönüp "haksız olanlar, sizsiniz siz" dediler. Sonra da eski kafalarına (yani batıl davalarına) döndüler ve ona: "Bunların konuşamayacağını andolsun ki sende bilirsin " dediler. O da: "O halde Allah'ı bırakıpta (kendilerine taptığınız takdirde) size hiçbir fayda (tapmayacak olursanız da) zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size de Allah 'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Akletmiyor musunuz?" dedi. Onlar da (halka hitaben:) "Bir şey yapacaksanız, onu (ateşte) yakın da ilahlarınıza yardım edin " dediler. Biz de (onların bu tuzaklarına karşı ateşe:) "Ey Ateş! İbrâhîm. 'e serin ve zararsız ol" dedik. (Onlar) İbrahim 'e karşı (onu yakmakla) tuzak kurmak istediler. Fakat Biz de onları (n bu tuzaklarını boşa çıkarmakla onları) hüsrana uğrattık."[45] Hz. İbrâhîm (a.s)'ın Evlenmesi: Hz. İbrâhîm (a.s), büyüyüp gençlik çağına gelince "Sare" denilen bir kadınla evlendi. Sare'nin, yanısıra Hz. İsmâîl(a.s)'m annesi olan "Hacer" ile evlenmiştir. Daha sonra Yüce Allah, yaşlî olmasına rağmen Hz. İbrâhîm (a.s)'a Sare'den "İshâk" adında bir çocuk verdi. Bu da, küfürlerinden ve ahlaksızlıklarından ötürü kendilerini helak edip yurtlarını harap etmek için Lût kavminin beldesine giderken Hz. İbrâhîm (a. s)'a uğrayıp geçen melekler tarafından verilmişti. Bu müjdeyi perde arkasından işiten Sare'nin yüzü birden bire değişerek: - "Vay başıma gelenlere! Ben bir kocakarı kocamda ihtiyar olmuşken nasıl doğurabilirim? Doğrusu bu, şaşılacak bir şey " dedi. (Hûd: 11/72) Sare'nin bu sözüne karşılık melekler: "Ey evin hanımı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olmuşken nasıl Allah'ın işine şaşarsın? O, övülmeye layıktır, yücelerin yücesidir" dediler. Yüce Allah, yaşlı olmasına rağmen Hz. İbrâhîm (a.s)'a Sare'den böylece bir oğlan çocuğu verdi. İşte bu, Yüce Allah'ın kudretine ve Hz. İbrâhîm (a.s)'m duasını kabul ettiğine dair bir delildir. Zira Hz. îbrâhîm (a.s), kendisinin etmiş olduğu duayı kabul eden Allah'a şöyle hamdetmişti: "İhtiyarlamışken, bana İsmâîl ve İshâk'ı veren Allah'a hamdolsun. Doğrusu Rabbim, (kendisine özveriyle yapılan) duaları işitendir."[46] Hz. İbrâhîm (a.s). babası[47] ve karısıyla birlikte Keldânilerin ülkesinden çıkıp Ken' anlıların ülkesine hicret etti. Burası, mukaddes şehirlerdendir. Muhacirler, buraya yakın "Harran" adında bir yere yerleştiler. Hz. İbrâhîm (a.s)'m babası burada vefat etti. Vefat ettiğinde 250 yaşındaydı. Harran halkı, yedi yıldıza tapmaktaydılar. Bundan dolayı onlar, "Sâbiiler"den[48] idiler. Onlar arasında da puta tapıcılık yıldızlara tapma zamanla yayılmıştı. îbn Kesîr, "el-Bidâye ve'n-Nihâye" adlı tarih kitabında bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Şam şehrini imar edenlerde bu dine (yani Sabiilik dinine) mensuptular. Buranın halkı, ibadet ederken Kuzey Kutbuna yönelir, çeşitli dua ve hareketlerle yedi yıldıza taparlardı. Bu nedenledir ki, Şam'ın yedi eski kapısından herbirinin üstünde bu yıldızlardan birinin heykeli bulunurdu. Halk, bu yıldızlar için bayram ve şenlikler tertipler ve kurbanlar keserlerdi. Harran halkıda işte bu şekilde putlara ve yıldızlara tapıyorlardı. O sırada yeryüzü üzerinde Hz. İbrâhîm (a.s), hanımı Sare ve kardeşinin oğlu Hz. Lût (a.s) dışında bulunanların hepsi kafir idiler. Yüce Allah da Hz. İbrâhîm (a.s)'ı; (kesin hüccetle ve kati delillerle Peygamber olarak gönderdiğinden dolayı) ondan bu kötülükleri giderdi ve onların bu sapıklıklarını da ondan uzaklaştırdı. Çünkü Cenab-ı Allah küçüklüğünde ona dosdoğru görüşü (veya hidayeti) vermiş ve onu peygaber olarak görevlendirmişti. Büyüdüğünde ise onu dost edinmişti. Nitekim Yüce Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki (peygamberliğinden) önce İbrahim'e dosdoğru görüşü (veya hidayeti) verdik. Biz onu (n buna ehil olduğunu) biliyorduk. " (Enbiyâ: 21/51)"[49] Hz. İbrâhîm Halil(a.s)'ın Nemrut İle Olan Tartışması: Hz. İbrâhîm (a.s) çetin ve zor bir dönemde yaşamıştı. Hz. İbrâhîm (a.s)'ın yaşadığı dönemdeki insanlar, şirk ve sapıklık içerisindeydiler. Hz. İbrâhîm (a.s) zamanında kendisinin Rabb olduğunu iddia eden ve şanı yüce olan Allah'ın büyüklüğü ile hakimiyeti konusunda tartışan zorbacı, zalim ve tağut (azgın) bir melik ortaya çıkmıştı. Bu melik, kendisinin Allah'tan başka bir ilah olduğunu iddia etmişti. İşte bu zorbacı melik, "Nemrut b. Ken'an" adında birisiydi. Nemrut, dört dünya meliğinden birisiydi. -Anlatıldığı üzere- dünyada melikler dört taneydi. Bunların ikisi mümin, ikisi de kafirdir. Mümin olanlar: -Kur'an'in Kehf Sûresinde (83-98 arası) anlattığı üzere- Zulkarneyn(a.s) ile Hz. Süleyman 6. Davûd(a.s), kafir olanlar ise, Nemrut ile Buhtu'n-NasrI[50]dır. Bunların dışında kalanlara gelince ise onlar, dünya meliki olmayıp sadece bir şehrin meliki veya dünyada birçok şehrin meliki idiler. Örneğin: Firavun gibi. Firavun sadece Mısır ülkesinin melikiydi.[51] Tarihçilerin naklettiğine göre; Nemrut'un melikliği 400 sene sürmüştür. Nemrut bu süre zarfında haddi aşmış, böbürlenmiş, zalimce davranmış ve Rabb olduğunu iddia etmişti. İşte bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s) onunla tartışmış, akimin kıtlığını ortaya koymuş delillerini boşa çıkarmış ve kuvvetli kanıtlarla onu susturmuştu. Hz. İbrâhîm (a.s)'m Nemrut ile olan ilk tartışması, Hz. İbrâhîm (a.s)'m Nemrut'un huzuruna girdiğinde Nemrut ona: - Ey İbrâhîm! Rabbin kimdir? Senin, benden başka Rabbin var mıdır? Şeklinde sorduğu soru ile gerçekleşmiştir. Hz. İbrâhîm (a.s) ise ona akli ve imani bir sözle cevap verdi: - "Rabbim dirilten ve öldürendir" (Bakara: 2/258) yani doğrusu o Allah, insanı yokluktan var eden, sonra da onu öldüren ve sonra da onu tekrar dirilten büyük bir ilahtır. Bundan dolayı o Allah, her şeye kadirdir. Öldürme ve diriltme, Allah'ın kudretindeki görüntülerden yalnız bize görünen bir görüntüdür. Hz. İbrâhîm (a.s)'m bu sözlerine karşılık akılsız ve ahmak Nemrut alaycı bir şekilde Hz. İbrâhîm (a.s)'a gülerek: - "Bende diriltir ve öldürürüm" (Bakara: 2/258) yani bende senin ilahının yaptığım yapmaya güç yetiririm, diye karşılık verdi. Hz. İbrâhîm (a.s) ise ona: - Nasıl diye sordu. Nemrut'ta: - Bekle de gör, dedi ve hemen kapıdaki nöbetçiyi çağırıp ona: - Git! Ve bana zindandan iki adam getir, dedi. Bunun üzerine nöbetçi zindana giderek öldürülmelerine dair idam kararı verilmiş iki adamı alıp hemen Nemrut'un yanma getirdi: Nemrut cellada; birisinin boynunu vurmasını emretti. O da öldürülmesi emredilenin boynunu vurdu ve adam öldü. Bunun üzerine Nemrut Hz. İbrâhîm (a.s):a: - İşte bunu Öldürdüm, dedi. Nemrut sağ kalan diğerinin ise serbest bırakılmasını emretti. Bunun üzerine ikinci adam serbest bırakıldı. Nemrut Hz. İbrâhîm (a.s)'a: - İşte bunu da dirilttim, dedi. İşte bu tartışma Nemrut'un zayıflığı ve ahmaklığı ile böyle neticelendi. Çünkü Nemrut, diriltme ve öldürme suretiyle gücünü ve kudretini açığa vurmak istedi. Halbuki bu iki özellik, Allah'ın kudretinin Özelliklerinden ve onun ezeli sıfatlarındandır. Nemrut'un zindandan getirttiği adamlardan birisini idam edip öldürmesi ve diğerini ise affedip diriltmesi, onun bu yolla zayıflığını ve küçüklüğünü ortaya koymaktadır. İşte bu cahilliğin ve geri kafalılığın zirvesidir. Hz. İbrâhîm (a.s), Nemrut'un küçüklüğünü, aklmm kıtlığını ve düşüncesindeki geri kafalılığı görünce onunla, inatçılığın ve tartışmanın mümkün olamayacağı başka bir delile geçti. Çünkü bu delil, müstekbirlerin sırtını yere vuran ve her inatçının ağzına gem vuran kesin bir delildir. Bundan dolayı Hz. İbrâhîm (a.s) Nemrut'a şöyle diyor: - "Şüphesiz Allah, güneşi doğudan getiriyor. Haydi (bakalım) sende onu batıdan getirsene!" (Bakara: 2/258) İşte buradaki Hz. İbrâhîm (a.s)'m delili, mücadeleye ve büyüklenmeye fayda sağlamayan keskin bir delildir. Çünkü bu delil, apaçık bir delil olup Hz. İbrâhîm (a.s), bununla Nemrut'a şöyle demekteydi: Eğer sen iddia ettiğin gibi dirilten ve öldüren bir kimse, dilediği her şeyi yapan ve hiçbir engelle karşılaşmayan ve hiçbir güç tarafından da mağlup edilemeyen aksine her şeyi emri ve hakimiyeti altına alan bir ilah isen, haydi bu işi yap bakalım! Yapamazsın. Demek ki iddia ettiğin gibi biri değilsin. Sen ve herkes pekala biliyorsunuz ki, sen bu işin üstesinden gelemezsin. Bırak bu ilahlık işini. Çünkü sen bir sivrisineği bile yaratmaktan veya ona galip gelmekten acizsin!... Hz. İbrâhîm (a.s) burada tartışmayı sona erdirdi ve küfredeni, şaşırıp dona bıraktı. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s) onun sapıklığını, cahilliğini, yalan iddiada bulunduğunu, tuttuğu yolun yanlışlığını bu iddialarıyla cahil kavmi yanında üstünlük tasladığını ortaya çıkardı. Nitekim Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s) ile Nemrut arasında geçen bu tartışmayı şöyle anlatmaktadır: "(Ey Muhammed) Allah kendisine hükümranlık verdi diye İbrâhîm ile Rabbi hakkında tartışanı görmedin mi? Hani İbrâhîm ona: "Rabbim dirilten ve öldürendir" demişti. O da "Ben de diriltir ve öldürürüm" demişti. Bunun üzerine İbrâhîm, ona "Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir! Haydi bakalım sen de onu batıdan getirsem!" demişti. Küfreden (İbrahim'in bu davranışı karşısında) şaşırıp kaldı. Allah zalimler topluluğunu doğru yola (yani hidayete) eriştirmez,"[52] İşte hakkın sesi, güçlü bir şekilde böyle ortaya çıktı. Batılın sesi ise hak karşısında gizlenip böyle kala kaldı. Yani hak böyle ortaya çıkmış, batıl ise sözü ağzında geveleyip durmuş. Süddî'nin anlattığına göre, bu tartışma ateşten çıktığı gün Hz. İbrâhîm (a.s) ile Nemnit-arasmda geçmiştir. Çünkü o güne kadar ikisi bir araya gelmiş değildi. O gün ikisi biraraya gelerek tartışmışlardı. [53]
Hz. İbrâhîm (a.s)'in Mısır'a Hicret Etmesi: Kıtlık ve kuraklık bütün Şam bölgesindeki ve Filistin'deki şehirleri kaplamıştı. Bunun üzerine Hz. İbrâhîm (a.s), Mısır'a hicret etti. Mısır yolculuğu sırasında ona, karısı Sare arkadaşlık etmişti. Sare övülecek bir güzelliğe sahipti. İşte Hz. İbrâhîm (a.s), beraberinde hanımı Sare olduğu halde Mısır'a girdi. Bunlar Mısır'a girdiği sırada şehrin giriş kapısında bulunan görevli adamlardan birisi Sare'nin bu güzelliğini görünce, onun güzelliğini hemen gidip Mısır kralına haber verdi. Mısır şehrinin bu kralı, zorbacı ve zalim bir kimseydi. Bu kral, Amâlikalı olan Arap krallarından birisiydi, ismi Sinan b. Ulvan idi. Bu zâlim ve tağut kralın adetlerinden birisi de, bir adamın yanında güzel bir kadının bulunduğunu işittiğinde o kadını, o adamdan zorla almasıydı. Hz. İbrâhîm (a.s)'da Mısır ülkesinde konaklayınca bu zalim kral, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın hanımı olan Sare'ye zulmetmeyi yani sarkıntılık etmeyi ve onu kendisine ayırmayı istedi. Bunun üzerine Hz. İbrâhîm (a.s)'ı yanına çağırtıp ona, Sare ile olan akrabalık bağını sordu. Hz. İbrâhîm (a.s), (Sare hakkında "benim hanımımdır" diyecek olursa onun yüzünden kendisinin öldürüleceğinden çekindiğinden dolayı) "O kızkardeşimdir" dedi. Hz. İbrâhîm (a.s) bu sözüyle din kardeşliğini kastetmiştir. Çünkü müminler ancak birbirleriyle kardeştir.(Hucurât: 49/10) Kral, Hz. İbrâhîm (a.s); Sâre'yi kendisine göndermesini emretti. Bunun üzerine Hz. İbrâhîm (a.s), hemen kralın huzurunda çıkıp Sare'nin yanma gelerek ona: - Bu zorba senin, "benim hanımım" olduğunu öğrenirse, senin için bana galebe çalar. Eğer sana (benim neyin olduğumu) soracak olursa, "kızkardeşinı olduğunu söyle!" Çünkü sen, zaten "İslami yönden (din) kardeşimsin. Bu yeryüzünde (yani Mısır ülkesinde) senden ve benden başka bir mümin bilmiyorum." dedi. Kral, (adam göndererek) Sare'yi yanma getirtti. Sare'de geldi. (Sare'nin gidişinin akabinde) Hz. İbrâhîm (a.s), hemen namaza durdu. Sare, kralın yanma girince kral (onu ayakta karşıladı. Fakat elini ona uzatamadı. Eli şiddetli bir şekilde tutulu kaldı. Artık ayaklarıyla tepinmeye başlamıştı. Sare'ye: - "Elimi salması için Allah'a dua et! Sana bir zarar vermeyeceğim!" dedi. Sare'de Allah'a dua etti. Bunun üzerine kralın eli -eskisi gibi- serbest bırakıldı. Ama kral, ikinci defa tekrar Sare'ye sataşmak istedi. Fakat eli Önceki gibi veya ondan daha şiddetli bir şekilde tutuldu. Sare'ye: - "Elimi salması için Allah'a dua et! Sana bir zarar vermiyeceğim!" dedi. Sare'de Allah'a dua etti. Bunun üzerine kralın eli -eskisi gibi- serbest bırakıldı. (Ama kral normal hale dönüp) tekrar Sare'ye sataşmak istedi. Kralın eli, önceki iki seferden daha şiddetli bir şekilde tutuldu. Sare'ye: - "Elimi salması için Allah'a dua et! Sana bir zarar vermeyeceğim!" dedi. Sare'de Allah'a duâ etti. Bunun üzerine kralın eli -eskisi gibi- serbest bırakıldı. Kral," kadını getiren adamı çağırıp ona: - "Sen bana insan değil, bir şeytan getirmişsin! Bunu ülkemden hemen çıkar!" diye emir verdi. Kral, (Sare'de gördüğü bu hallerden dolayı) ona "Hacer" adında bir cariyeyi hediye olarak verdi. Bunun üzerine Sare Hz. İbrâhîm (a.s)'m yanma geldi. O sırada Hz. İbrâhîm (a.s), namaz kılıyor (ve hanımım zalim kraldan kurtarması için dua ediyordu.) Sare'nin geldiğini hissedince namazını bitirip ona eliyle işaret ederek: - "Nasılsın? Ne haber?" dedi. Sare'de: - "(Hayırdan başka bir şey yoktur) Allah tam zamanında kafirlerin hilesini geri çevirdi. (Yani bana zarar vermek için uzattığı eli, Allah tararından tutula kaldı) ve (kral) bana da "Hacer" adında bir cariyeyi hediye olarak verdi" dedi. (Hadisi anlatan) Ebu Hureyre (r.a): "Ey gök suyunun oğulları! (Yani ey gök suyu ile istifade eden kimseler!) Bu kadm (yani Hacer, sizin annenizdir), Allah onu her türlü kötülükten ve Hz. İbrâhîm Halil(a.s) bir ikram olarak (kralın zulmünden) korunmuştur" dedi.[54] Hz. İsmâîl (a.s)'ın Doğumu: Hz, İbrahim (a.s), beraberinde hanımı Sâre ve onun cariyesi olan Hacer ile birlikte Mısır'dan Filistin'e hicret etti. Sâre, çocuğu olmayan kısır bir kadındı. Kocasına bir erkek çocuğu veremediğinden dolayı devamlı olarak üzülüyordu. Çünkü o, yetmiş yaşma varmıştı. Artık ihtiyar bir kimse olmuştu. Bundan dolayı cariyesi Hacer'i Hz. İbrâhîm (a.s)'a hediye ettikten sonra kocasının, onunla evlenmesini istedi. Böylece Sare; - "Belki Allah İbrahim'e cariyeden ikisininde hayatını aydınlatan bir erkek çocuk verir de, hayatın zorluğunu yüklenmede babasına yardımcı olur" diye düşünüyordu. Hz. İbrâhîm (a.s), hanımının bu görüşünü kabul edip onun isteğine boyun eğdi. Daha sonra da Hz. İbrahim (a.s), Hacer ile evlendi. Hacer, Hz. İbrâhîm (a.s)'e zeki ve akıllı bir erkek çocuğu doğurdu. O da Hz. İsmâîl(a.s)'dır. Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed b. Abdullah (sav)'de onun soyundandır. Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'a yaşlı olmasına rağmen bu çocuğu verdi. Bundan sonra da Hz. İbrâhîm (a.s)'ın kendisi de toparlanıp gayrete geldi. Hz. İbrâhîm (a.s) bu sırada 86 yaşma ulaşmıştı. Belki Sare, sevinçle Hz. İbrâhîm (a.s)'a ortak olabilirdi. Fakat kıskançlığını kalbindeki sessizliğe gömemedi. Aksine üzüntü ve keder kasırgalarından çoğu ona doğru esti. Gece uykusu ve sükunetlik, kendisine haram oldu. Sabahladığında çocuğa bakmaya dahi güç yetiremiyordu. Hacer'i bile görmeye tahammül edemiyordu. Böylece hastalıklı kalbi için bir şifa bulamadı. Ancak Hz. İbrâhîm (a.s)'ın Hacer'i ve çocuğunu evinden uzaklaştırması ve Hacer'in, gözünün önünden uzak kalmasıyla şifa bulabilirdi, işte bu durum, Allah'ın hikmetindendi. Çünkü Allah, onun böyle yapmasını diliyordu. Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'a karısının emrine itaat etmesini vahyetti. Böylece Hz. İbrâhîm (a.s), karısının ricasını kabul etti. Bunun üzerine Hz. İbrâhîm (a.s), Hacer ve oğlu İsmâîl'i alıp Mekke'nin büyük kayaları olan dağlara varıncaya kadar sahraları ve ıssız çölleri yürüyerek geçip gitti. Nihayet buraya vardıklarında Hz. İbrâhîm (a.s), karısını ve oğlunu beraber oturacak ve konuşup arkadaşlık edecek birileri olmadığı halde bu ıssız çöl yerinde bıraktı. O sırada Mekke'de hiçbir kimse olmadığı gibi evler ve binalar da yoktu. Hz. İbrâhîm (a.s), karısı ve oğlunu -bu ıssız çöl yerinde-zemzeme yakın büyük bir gölgeliğin yanma terk etti. Daha sonra Hz. İbrâhîm (a.s), karısının ve oğlunun yanma içerisinde hurma bulunan meşin bir dağarcıkla, içerisinde su bulunan bir su kabını da bıraktı. Daha sonra da Hz. îbrâhîm (a.s), Filistin'e dönmeyi istediğinde Hacer, Hz. îbrâhîm (a.s)'m arkasından gelerek ona: - "Ey İbrâhîm! İçerisinde ne oturup konuşacak bir kimse ve ne de arkadaşlık edecek bir kimse bulunmayan bu ıssız çöl yerinde bizi bırakıp da nereye gidiyorsun?" dedi. Hz. İbrâhîm (a.s), Allah'ın emrini yerine getirememekten ve onun emrin*den vazgeçme korkusundan dolayı Hacer'in bu sözüne aldırış etmedi. Hacer ise sözünü tekrar tekrar Hz. İbrâhîm (a.s)'m ar*kasından söylediyse de Hz. îbrâhîm (a.s), Hacer'in bu sözle*rine aldırış etmedi. Bunun üzerine Hacer, Hz. İbrâhîm (a.s)'a: - "Ey İbrâhîm! Bizi bu ıssız çöl yerinde bırakmanı sana Allah mı emretti?" diye sordu. Hz. İbrâhîm (a.s), Hacer'in bu sözüne karşılık. - "Evet! Sizi bu ıssız çöl yerine bırakmamı Allah emretti" diye cevap verdi. Bunun üzerine Hacer: - "Öyleyse Allah bize yeter. O, bizi zayi etmez ve himaye*siz bırakmaz" dedi. Allahu Ekber... Gerçekten bu acayiplikleri yaptıran, Al*lah'a olan imandır. Zaten acayiplikler arka arkaya geliyor. Hz. îbrâhîm (a.s), az kalsın daha Allah'ın emrini yerine getireme*yecekti. Öyle Yüce Allah Hz. İbrâhîm (a.s), içerisinde ne bir komşu, ne konuşacak bir arkadaş bulunmayan ıssız bir çöl yeri olan bu vahşi yerde hanımıyîa birlikte süt emmekte olan çocu*ğunu bırakmaya nasıl oluyor da kalbi mutmain oluyor!! Hacer ise içerisinde ne su, ne yiyecek, bulunan; açlığa ve öldürülmeye, susuzluğa ve saldırgan vahşi hayvanlara maruz kalabileceği büyük kayalıkların bulunduğu bir yerde tek başına kalmaya nasıl oldu da razı oldu?![55] Gerçektende bu; Hz. İbrâhîm (a.s) ile hanımı Hacer'in kalbini sükunete kavuşturan Allah'a imanlarıydı. Çünkü Hz. İbrâhîm (a.s), Allah'ın emrini yerine getirme yolunda, hanı*mını ve çocuğunu geniş ve bitkisiz bir yerde Allah'a teberru etmişti. Hz. İbrâhîm (a.s), hanımından ve çocuğundan biraz uzak*laşınca Beytü'l-Haram'a doğru yönelip durdu ve ellerini kaldı*rarak şu duayı okumaya başladı: "Rabbimizf Ben çocuklarımın bazısını namaz kılabilmeleri için senin kutsal evinin yanında çorak bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! insanların gönüllerini onlara meylettir. Şükretme*leri için onları ürünlerle rızıklandır." (İbrâhîm: 14/37)[56] Zemzemin Çıkarılması ve Beytü'I-Atîk'in (Kabe'nin) Yapılması: Hacer, bu ıssız çöl yerinde tek başına kalmıştı. İsmail'i emziriyor ve kendisi de, Hz. İbrâhîm (a.s)'m kendileri için bı*raktığı kırbadaki sudan içiyordu. Nihayet kırbadaki su tüke*tince, hem kendisi ve hem de çocuğu susadı. Hacer, çocuğu*nun susuzluktan dolayı toprak üstünde sızlanarak yuvarlandı*ğına bakmaya başladı. Bu acıklı manzarayı görmemek için, oradan kalkıp ileriye doğru koştu. Oraya en yakın tepenin, safa tepesi olduğunu gördü. Tepenin üstüne çıktı; sonra bir kimseyi görür ümidiyle oradan vadiye baktı. Ama vadide hiçbir kim-seVi göremedi. Safa'dan vadiye indi. Vadinin ortasına geldi*ğinde bütün gücünü topladı ve sonra da yorgun kimse gibi koş*tu ve vadiyi aştı. Merve tepesine ulaştı. Tepenin üstüne çıktı. Sonra bir kimseyi görür ümidiyle etrafa göz gezdirdi. Ama hiç kimseyi göremedi. Hacer bu şekilde (Safa ile Merve arasında) yedi defa gitti-geldi.[57] Bir ara Merve tepesi üstünde iken bir ses işitti ve sesin sa*hibine: - "Ey ses sahibi! Eğer sen, yardım edecek güç ve kuvvette, isen bize yardım et! (Eğer yetişip yardım etmezsen, ben ve ya*nımdaki oğlum helak olup gideceğiz) diye seslendi. Bir de ne görsün, bugünkü zemzem kuyusunun yerinde bir melek, topu-ğuyla -yada kanadıyla- toprağı kazıyor. Nihayet suyu çıkardı. Hacer hemen zemzemin çıktığı yere gelerek suyun etrafa akıp gitmemesi için etrafını,toprakla çeviriyor ve eliyle de suyu to*parlamaya çalışıyor, bir yandan da suyu avuçlayarak kırbasını doldurmaya devam ediyordu. Su avuçlandıktan sonra yine ye*rinden kaynıyordu.... Hacer, bu sudan içti ve çocuğunu da emzirdi. Melek de: - "Ey Hacer! Telef ve helak olmaktan korkma. İşte şurası -yerden yüksek bir kum tepesine işaret ederek- Allah'ın evi*dir. O evi, bu çocuk ile babası yapacaktır. Doğrusu Allah o işin ehlini telef etmez!" dedi. Daha sonrada melek, oradan kaybo*lup gitti. Beytullah'm yeri, (o sırada) tepe gibi olup yerden yük*sekteydi. Uzun zaman seller, sağını-solunu kazıyıp götür*müştü. Kuşlar suya doğru yönelmeye başlayıp onun etrafında dö*nüp duruyorlardı. Hacer'de bu şekilde yaşarken günün birinde Cürhümlülerden bir topluluk bugünkü Mekke'nin bulunduğu yerden geçerken uzaktan, kuşların zemzemin bulunduğu yerde dönüp durduklarını gördüler. "Bu kuş, bir suyun üzerinde dolaşmaktadır. Oysa biz va*diyi susuz bir yer olarak bilirdik" dediler. Bir ya da iki haber*ciyi, kuşların dönüp durdukları yere gönderdiler. Haberciler, zemzemin çıktığı yere doğru geldiklerinde bir de ne görsünler! Issız bir çöl vadisinde bir kadın ve oğlu. Üstelik yanlarında bir de su çıkmaktaydı. Haberciler hemen geri dönüp geride kalanlara orada su gördüklerini söylediler. Bunun üzerine bütün kafile oraya yö*neldi. Onlar geldiklerinde Hacer, zemzem suyunun yanın*daydı. Ona: - "Senin yanında konaklayıp yerleşmemize izin verir mi*sin?" diye sordular. O da: - "Bu su için bizden bir hak (yani mülkiyet) talebinde bu*lunmamanız şartıyla evet!" diyerek izin verdiğini açıkladı. On*larda Hacer'in bu şartına karşılık: - "Evet" dediler. Hacer'in ve oğlunun görüşecek ve konuşacak birilerine ih*tiyaç duydukları bir sırada Cürhürnlülerin gelişi, Hacer'i se*vindirmişti. Cürhümlüîerde oraya yerleştiler. Akrabalarına da haber saldılar. Onlarda yanlarına gelip yerleştiler. Böylece o-raya bir kısım hane halkı yerleşmiş oldu. Daha sonra Mekke'de[58] evler çoğaldı. Hacer'in oğlu İs*mail'de büyüyüp delikanlılık çağma geldi ve Cürhümiülerden birisinin kızıyla evlendi. Aynı zamanda onlardan Arapça'yı da Öğrenmişti... Mekke, ıssız çöllükten ve vahşi bir yer olmaktan kurtulmuştu. Çünkü Cürhürnlülerin oraya yerleşmelerinden itibaren sakinleri çoğalmıştı. Bir müddet sonra Hacer vefat etti.[59] Hz. îbrâhîm (a.s) ise Hacer'den ve oğlundan uzak bir yer olan Filistin ülkesinde hayatını devam ettiriyordu. Sayısız se*nelerin acılarından sonra Hz. İbrahim (a.s), hanımı Hacer'i ve oğlu İsmail'i bir gece rüyasında gördü ve kalbi, onların hasre*tiyle yanıp tutuşmaya başladı. Hasretini ve özlemini gidermek için sahraları ve ıssız çölleri yürüyüp geçti. Nihayet Mekke'ye vardı.[60] Fakat karısını bulamadı. Zira kansı, kendisi Filis*tin'de iken vefat etmişti. Oğlunu ise okunu yontup düzeltir bir vaziyette buldu. Hz. İbrâhîm (a.s), oğlunu görünce onu tamdı ve ona hemen sarıldı. Yani bir babanın hasretini ve özlemini gidermek için oğluyla yaptığı gibi onun aynısını yaptı. Daha sonra oğluna; - "Ey İsmâîl! Yüce Allah bana önemli bir işi emretti" dedi. İsmail'de: - "Allah sana, ne yapmamı emrettiyse hemen onu yerine getir" dedi. Hz. İbrâhîm: - "Sen bana, bu işte yardım edeceksin" dedi. İsmail'de: - "Bende sana yardım ederim" dedi. Hz. İbrâhîm (a.s): - "Allah bana, kendisi için orada -eliyle zemzeme yakın, yerden yüksek tepeyi yani bugünkü Beytulîah'm yerini işaret ederek- bir ev (yani Kabe'yi)[61] yapmamı emretti" dedi. Bunun üzerine ikisi birlikte Kabe'nin temellerini kazmaya başladı. Hz. İsmâîl taşları getiriyor, Hz. İbrahim ise Kabe'nin duvarlarını örüyordu. Kabe'nin duvarları yüksekliğinde Hz. İbrahim (a.s)'ın uzanıp kaldırması zorlaşmca bugün "Makam-ı İbrâhîm" diye anılan taşı[62] Hz. İsmâîl getirip Hz. îbrâhîm (a.s)'ın ayağının altına iskele gibi koydu. Hz. İbrahim'de onun üzerine çıkarak yapı işine devam etti. Hz. İsmâîl ise babasına taş getirip vermeye devam etti. Böylece taş, Kabe'nin yapımı bitinceye kadar Hz. İbrâhîm (a.s)'m ayağı altında Kabe'nin her tarafına dolaştırıldı. Kabe'nin yapımı[63] bittikten sonra her iki*si, Yüce Allah'a şöyle dua ettiler: "Ey Rabbimiz! Bizden (yapmış olduğumuz şu hizmeti) ka*bul et. Doğrusu hakkıyla işiten ve kemaliyle bilen sensin sen!"(Bakara: 2/127) Böylece şerefli Kabe'nin yapımını bitirdiler.[64] İşte Mek-ke-i Mükerreme, bu zamandan itibaren imar edilmiş ve Allah orayı koruyup muhafaza etmiştir.[65] Hz. İsmâîl (a.s)'ın Kurban Edilme Kıssası: Hz. İbrâMm (a.s), uyurken öyle bir rüya gördü rüyasında: "Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'e; oğlu İsmail'i kendisi için kurban kesmesini emrediyordu." O sırada Hz. İbrâhîm (a.s)'in İsmail'den başka bir çocuğu yoktu. Üstelik Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'a yaşlı ve ihtiyar olduğu bir sırada İsmâîl'i vermişti. Ve şimdi de geri istiyordu. Hz. İbrâhîm (a.s), uykusundan uyandıktan sonra tereddüt*süz, kayıtsız ve şartsız olarak Allah'ın emrini yerine getirmek için hemen Filistin'den Mekke'ye geldi. Hz. îbrâhîm (a.s), Mekke'ye oğlunun yanma geldiğinde[66] onun, Allah'ın emrini kabul etmedeki ölçüsünü ve Allah'a olan itaatini görmek için Allah'ın kendisine emretmiş olduğu işi oğluna haber vermeyi isteyerek ona: "Ey oğlum! Doğrusu ben, uykuda iken seni (Allah 'in isteği doğrultusunda) boğazladığımı gördüm. Bir düşün! (Bu konuda) Ne dersin?" dedi. (Saffât: 37/102) Yani Hz. İbrâhîm (a.s), oğlunun kalbinin huzur ve sükunete kavuşması için ve oğluna Allah'ın emrini zorla kabul ettirmektense daha kolay ve hoş bir şekilde Allah'ın bu emrini oğluna arz etti. Bunun, Allah'ın emri olduğunu duyan oğlu, yumuşak bir şekilde kabul etti. Hz. İsmail'in Allah'ın emrine karşı olan sonsuz itaati ve bunu kabul etmede gösterdiği cüretkarlığı, babası Hz. İbrâhîm (a.s)'ı çok sevindirdi. Hz. îsmâîl(a.s), babasının bu sözüne ka r-şılık şöyle cevap verdi: "Ey babacığım! Ne ile emrolunduysan onu yap. Allah di*lerse, sabredenlerden olduğumu göreceksin. "(Saffât: 37/102) Hz. İsmail'in bu davranışı, büyük bir iyilik, Allah'tan b ü-yük bir başarı, -babada ve oğulda- dağları şiddetle sallayan ve bu konuda Allah'a kullukta ubudiyyetin en güzel bir şekliyle -babada ve oğulda tezahür eden bir imandı. Baba oğlunu, kurban kesmekle emrolunuyor ve Allah'ın emrini yerine getirmeye koşuyor. Oğul ise babasıyla istişare ediyor ve Allah'ın hükmüne yönelerek ve boyun eğerek kabul ediyor. Sanki bu iş, avuç dolusu sudan bir yudum gibi. Çünkü o-ğul, babasına, sevdiğini kaybetmenin verdiği acıyı hafifletmeyi isteyerek onu maksadına ulaştırmak için yolların en güzeliyle irşat ederek şöyle diyor: - "Ey babacığım! Beni boğazlamak istediğin zaman iple sıkıca bağla. Üstelik bağımı iyi yap ki bıçağın tenime değdi*ğinde hareket etmeyeyim. Ölümün bana daha hafif ve kolay olması için bıçağını iyice keskinleştir. Boğazımı bıçak ile kesmede çabuk davran ki bıçak beni çabuk öldürsün. Çünkü Ölüm, çok çetin ve zordur. Aynı zamanda bana bakınca, ka I-binde yumuşama meydana gelirde benim hakkımda Allah'ın sana emrettiği işi yerine getirmede kötü bir durum meydana gelebilir. Hz. İbrâhîm (a.s) ise oğluna: - "Ey oğlum! Sen bana Allah'ın emrettiği işi yerine geti r-mede ne güzel yardımda bulundun" dedi. Daha sonra Hz. İbrâhîm (a.s), oğlunu bağrına bastı ve onu Öpmeye başladı. Çünkü oğluyla son defa ve dalaşıyordu. Daha sonra Hz. İbrâhîm (a.s), oğlunu Allah'a teslim etmek üzere yanı üzere yere yatırdı. Elini ve ayağını omzundan bağladı. Bıçağı boğazına koydu. Boynunun altından bıçağı bastırdı. Fakat bıçak kesmedi. Bıçağı elinde ters çevirdi. Yine kesmedi. Sanki bıçak, sert bir ağaç veya taş parçasıyla karşılamıştı. Hz. İsmâîl, babasına: - "Ey babam! Beni yüzümün üzerine yatır. Çünkü sen, b a-na baktığın da, bana karşı acıma hissin gelirde benim hakkı m-da senin ile Allah'ın emrini yerine getirme arasında engel te ş-kil edersin" dedi. Bunun üzerine Hz. İbrâhîm (a.s), oğlunun söylediğini ya p-tı. Daha sonra da bıçağı, oğlunun ensesine koyup bastırdı. B ı-çak yine kesmedi. Çünkü Yüce Allah bıçağı, kesin hususi hükmü altına almıştı. Böylece Hz. İbrâhîm (a.s), imtihanı k a-zanmış oldu. Bunun yanı sıra ilahi ses, şu şekilde geldi: "Ey ibrâhîm! Rüyayı gerçek yaptın. İşte Biz iyi davranan*ları böyle mükafatlandırırız" diye seslendik. Doğrusu (İbra*him'e yapılan) hu (iş) apaçık bir imtihan idi. Ona (bu yaptığı davranışa karşılık) fidye olarak büyük bir kurbanlık ver*dik."[67]
Kurban Edilen Kimdir?
Daha önce anlattığımız üzere, Hz. İbrâhîm (a.s)'m kurban etmekle emrolunduğu oğlu, Hacer'in soyundan olan Hz. İsmâîl (a.s)'dır. Alimlerin çoğunun itimat ettiği Sahih olan görüşte budur. Çünkü bu kıssanın Mekke'de meydana gelmesi, Hz. İbrahim (a.s)'m hanımı Hacer'i ve oğlu İsmail'i daha önce o-raya bırakıp gitmesinden dolayıdır. Zaten Hz. İsmâîl, o esnada Mekke'de yaşamaktaydı. İshâk ise o sırada daha bilinmiyordu. Üstelik İshâk, Mekke'ye hiç gelmemişti bile. Hz. İsmâîl ise küçüklüğünde iken Mekke'ye annesi Hacer ile birlikte gelmiştir."[68] Ehl-i Kitabın inancına göre;[69] kurban edilen Hz. İsmâ-îl(a.s) olmayıp Hz. İshâk(a.s)'dır. Bu görüş, Kur'anî nasslara muhalefet ettiğinden dolayı batıl ve merdut bir görüştür. İbn Kesîr, bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Kur'an'm açık ifadesi budur. (Yani Hz. îsmâıl(a.s)'ın kurban edildiğidir. Kur'an'daki ve hadisteki) bu ifadeler, kur*ban edilenin Hz. İsmâîl(a.s)'ın olduğu hususunda hemen he*men bir delil gibidirler.[70] Çünkü bu ayetler de, kurban edile*nin kıssası anlatılmakta,[71] sonrada şöyle denilmektedir: "iyilerden bir Peygamber olacak "İshâk"ı İbrahim 'e müj*deledik. " (Saffât: 37/112) Hz. İshâk(a.s)'m Hz. İbrahim (a.s)'a müjdelenmesi -ayetlerdeki konunun sıralanışında da görüldüğü gibi - Hz. İs-mâîl(a.s)'m Mekke'de iken kurban edilişinden sonra olmuş*tu.[72] Çünkü Hz. İbrahim (a.s)'m Allah'a olan imanın kuvve t-lenmesi ve itaati, Mekke'ye gelip oğluna Allah'ın emri ni ilet*tikten sonra ortaya çıkmıştı. Hz. İbrahim (a.s)'m bu imtihanı kazanmasından dolayı Allah ona, Hz. İsmail'in dışında başka bir çocuğu verip ona, -yukarıda geçen ayette görüldüğü üzere-İshâk'ı müjdelemiştir. Kurban edilenin Hz. İshâk olduğunu söyleyenlerin[73] da*yanakları İsraili rivayetlerdir. Halbuki İsrail oğullarının kitapları tahrif edilmiştir. Üstelik onların yanında bulunan Tevrat'ta Yüce Allah, Hz. îbrâhîm (a.s)'a; bekar olan oğlunu kurban etmeşini emretmişti. Halbuki Hz. İsmâîl 'as o sırada bekardı. (ve Hz. İshâk(a.s) ise o sırada henüz daha mevcut değildi) İsrail oğullarını böyle bir yalan söylemeye iten faktör; Arapları çekemeyişleridir. Çünkü Hz. îsmâîl, Hz. Muhammed (s.a.v)'inde mensup olduğu Hicaz bölgesi Araplarmın atasıdır. Hz. İshâk ise, İsrail oğullarının atası Hz. Yakub'un babas ıdır. Hz. Yakub'un diğer ismi de "İsrail"dir. İsrail oğullan bu yüce şerefi, Araplardan alıp kendilerine mal etmek istediler. Bu nedenle de Allah'ın kelamını tahrif ettiler ve ilaveler yaptılar. Üstelik onlar, yalancı bir kavimdirler. Çünkü onlar, üstünlük ve şerefin Allah'ın elinde bulunduğunu ve bunları istediği he r-hangi bir yere vereceğini bir türlü kabul etmediler. Selef alimlerinden bir çoğunun söylediğine göre[74], Hz. İbrâhîm (a.s)'m kurban olarak takdim ettiği oğlu, Hz. İshâk(a.s)'dır. Fakat bunu söyleyenler, bu görüşlerini Yüce Allah Ka'bu'l-Ahbar'dan veya Ehl-i Kitap'm kitaplarından almışlardır.[75] Çünkü Hz. İshâk (a.s)'ın kurban edildiğine dair Resulullah (sav)'den sahîh bir hadis nakledilmemiştir. Üstelik bu görüşten dolayı kutsal kitabımız olan Kur'an'm açık ifad e-lerini de terk edemeyiz. Dikkat edildiği takdirde, kurban olarak takdim edilenin, Hz. İshâk olduğu, Kur'ân-ı Kerîm'in ifadelerinden anlaşılmıyor. Biraz düşünürsek, kurban edilenin Hz. İsmâîl olduğunu Kur'an'm ifadelerinden anlarız. Hatta bu husus Kur'an'daki ayetlere bakıldığında- kesin ifadelerle belirtilmiş*tir. Kurban edilenin Hz. İshâk değil de Hz. İsmâîl olduğu hu*susunda İbn Ka'b el-Kurazî'nin getirmiş olduğu delil, ne kadar güzel ve ilginçtir. Kurazî'nin getirmiş olduğu delilin kaynağı, Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesidir: "ibrahim'e, İshâk'ı ve (onun oğlu) Yakub'u müjdeledik" (Hûd: 11/71) Kurazî derki: Bu ayette ilk önce Hz. İshâk'in daha so nra da Hz. İshâk'in oğlu Yakub'un doğacağı Hz. îbrâhîm (a.s)'a müjdeleniyor. Buna göre Hz. İshâk(a.s)'m çocuğu doğmadan kendisi de daha henüz küçücük bir çocuk iken- Hz. İshâk(a.s)'m kurban edilmesi Hz. İbrâhîm (a.s)'a emrediliyor. Küçücük bir çocuk iken kurban edilmesi emredilen bir insanın daha sonra çocuğu hiç doğar mı? Bunun aklen ve naklen olma*sı mümkün değildir. Çünkü bu, ayette geçen müjdeleme ile çelişki halindedir.[76] Rivayet olunur ki; Halife Ömer b. Abdulaziz, Şam'da ya*şamakta olan bir yahudiye haber salarak huzuruna çağırtmıştı. Yahudi alimlerinden olduğuna kanaat getirdiği o adama Ömer b. Abdulaziz: - "Hz. İbrâhîm (a.s)'a, iki oğlundan hangisinin kurban e-dilmesi emredilmişti" diye sormuş. Yahudi alimi de: - "Hz. İsmâîl'in kurban edilmesi emredilmişti. Allah'a yemin ederim ki, Ey Mü'minlerin Emiriî Yahııdilerde bunu biliyorlar. Fakat onlar, atanız Hz. İsmâîl'in kurban edilmesi hakkındaki ilahi emre boyun eğişi ve sabredişi, faziletinin ve üstünlüğünün Allah tarafından anlatılışını çekemediklerinden dolayı Arap topluluğunu kıskanırlar. Bu sebeple kurban keşi1me emrinin Hz. İsmâîl hakkında verilmediğini bile bile inkar ediyorlar. Bu husustaki emrin Hz. îshâk hakkında verildiğini ileri sürerler. Çünkü Hz. İshâk, onların atasıdır" şeklinde c e-vap vermişti."[77] Meşhur olduğu üzere, Hz. Peygamber(sav), "İki kurban*lığın oğlu" diye çağrılırdı.[78] "İki kurbanlık" ile kastedilen ise, Hz. İsmâîl ile Hz. Peygamber'in babası Abdullah'tır.[79] Hz. İbrahim (a.s)'in Vefatı: Hz. İbrahim (a.s),Sahîh olan rivayete göre, 175 yaşınday*ken vefat etmiştir. Hz. İbrahim (a.s)'m hayatı, önemli büyük mücadelelerle, cihat, sabr ve imtihan ile geçmişti. İşte bütün bunlardan dolayı Yüce Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'ı peygamberlerin atası kılmıştır. Ayrıca Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'ı dostluğa seçmiş[80] ve onu dine karşı çok itaatkar olmada,[81] uysallıkta[82] ve ona çok*ça yönelip tövbe etmede[83] insanlar için örnekti. İşte bütün bunlardan dolayı Allah, Hz. İbrâhîm (a.s)'ı, övmüş ve onu insanlara örnek bir kimse kılmıştır. Şöyle ki: "Rabbi, İbrahim'i birtakım emirlerle imtihan etmiş, o da bu emirleri yerine getirmişti. Bunun üzerine Allah, ona: "Sem insanlara önder kılacağım " demişti. O da: "Soyumdan da (ge*lenleri önder kıl) deyince, "Zalimler, benim ahdime erişemez " buyurmuştu."[84] Hz. İbrâhîm (a.s), Allah'ın komşuluğuna göç edince oğul*lan Hz. İsmâîl (a.s) ile Hz. İshâk (a.s) onu, beni Hays kabilesi*nin yaşadığı Habrun kasabasında aynı kabileden Aftan b. Sahr adlı bir adamın tarlasındaki mağaraya, hanımı Sare'nin yanma demettiler. Habrun kasabası, bugün Kudüs tararında "Halil" şehri olarak bilinen bir yerdir. Bu Habrun kasabası, daha önce "Erba' kasabası" diye bilinirdi. Hz. İsmâîl (a.s) ise 137 yaşındayken vefat etmiştir.[85] Beytullah'a yakın "Hicr" denilen yerde annesi Hacer'in yanma derhedilmiştir.[86] Allah'ın salât ve selamı onların hep*sinin üzerine olsun. Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. [87]



[1] Hz. İbrâhîm (a.s)'dan itibaren peygamberlik, iki kola ayrılmaktadır. Bınlardan birincisi, Hz.İsmâîl (a.s)'ın koni, ikincisi ise Hz.îshâk (a.s)'m oğlu olaı Hz. YaTcûb (a.s)'ın kolu. Buna göre Hz. İbrâhîm (a.s)'dan sonra gelen peygamberler, bu iki kol ile Hz, İbrâhîm (a.s)'a dayanmaktadırlar. Bundan dolayı da Hz. İbrâhîm (a.s), ken*disinden sonra gelen peygamberlerin atası olmaktadır. Bununla ilgili olarak bk.z: Ankebût: 29/27 (ç).
[2] Bununla ilgüi olarak bakınız: Bakara: 2/124 (ç).
[3] Bu konuda b.k.z: Nahl: 16-120-122 ayetleri ile tefsirlerine (ç).
[4] Konuyla ilgili olarak B.k.z: Nisa: 4/125; İsrâ: 17/73; Nahl: 16/121(ç).
[5] B.k.z: Ankebût: 29/27(ç).
[6] Bu ifadeler Hz.Peygamber (s.a.v)'den sonra resul veya nebi geleceği» iddia e-denlere verilen güzel bir cevaptır. Bununla ilgili açıklama İnşallah ileride yapılacaktır.(ç)b
[7] Ayette geçen "kitap" ifadesinden maksat, Tevrat, încîl, Zebur ve Kur'ân-ı Ke*rîm' dir.(ç)
[8] Ayette geçen "peygamberlik" ifadesi İle de; Hz. ibrâhîm (a.s)'ın soyundan gelen*lere peygamberliğin verileceği kastedilmiştir. Hz. İbrâhîm (a.s)'dan sonra gelen peygamberlerin hayatları iyice incelendiğinde bu açıkça göriilecektir.(ç).
[9] Hz. İbrâhîm (a.s)1 a dünyada verilen nimet, güzel övgü, kıyametin sonuna kadar ona getirilecek olan salat-ü selâm. Bununla ilgili olarak bakınız Salli ve Barik dulanna. (ç).
[10] Hz. İbrahim (a.s)'a ahirette verilecek nimet İse; Sarihlerden yani cennet ehlinden oîmasıdır.(ç).
[11] Ankebût: 29/27. {Ayette Hz.İsmâîl (a.s)'dan bahsedilmemesinin sebebi onun durumunun bilinen bîr husus olmasından dolayıdır. Bununla ilgili oarak b.k.z: Said Havva, eJ-Esas-ı fi't:Tefsir, 11/110 Nesefi tefsirinden naklen). Ayrıca bu konuda b.k-z: Nisa: 4/54(ç).
[12] Nahl: 16/120.
[13] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 332-334.
[14] Hz. İbrâhîm (a.s)'ın, Rau'dan itibaren 5 atası tarafımızdan eklenmiştir, (ç).
[15] Tevrat, Tekvin 11/26, Yazarımız Sâbûnî'nin bahsettiği bu tarihçilerden bazları şunlardır: Taberî Tarihür'r-Rusül ve;l-Mülûk 1/119; İbn Esir, el-Kâmil, 1/94; îbn Haldun, Tarih, 2/33; Belâzurî Ensâbu'3-Eşref, 1/5; İbn Asakir, Tarih, 2/136-137 vb tarihçilerdir.(ç).
[16] Ayet içinb.k.z: En'âm: 6/74 (ç).
[17] Doç. Dr. Abdullah Aydemir bu konuda şunları söyler: "'İslam bilginlerim bazıla*rı "Azer" kelimesinin, Hz. İbrahim (a.s)'m babasının lakabı veya erkek kardeşinin ismi yahut babasının adı veya bir putun adı olması ihtimallerinden bahsederek Kur'ân-ı Kerîm'in zahirinden uzaklaşmışlar ve Hz. İbrâhîm (a.s)'ın babasının adının "Tareh" olduğunu iddia etmişlerdir. Buna sebepte, hu adın "Tekvin" de böyle tespit edilmiş olmasıdır. (Tekvin, 11/26) Buna Sahîh hadislerde bir işaret yoktur. Bu, İslam'a girmiş olan mühtedilerce ortaya afılmış bir isimdir. Buharı, "et-Târihü'l-Kebîr"inde; Hz. İbrâhîm (a.s)'ın babasının adını "'Azer" olarak zikretmiş ve bu ismin Tevrat'ta "Tareh" olarak zabt edildiğine de dikkatimizi çekniştir. Bütün te*lam tarihçileri, Hz. îbrâhîm (a.s)'ın nesebini îespit ederken mutlaka bu "Tareh" kelimesinden söz etmişlerdir. Fakat Buharî dışında hemen hemen hiçbiri bunun Tevrat'ın rivayeti olduğuna dikkat etmemiştir. Bu rivayet. Kur'an'a açıkça zıttır. Bu zıtlık sebebiyle Tevrat'ın bu konudaki açıklaması ve tarihçiler ile tefsircilerin kty-dettikleri rivayetlere itibar edilemez." Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslami Kaynaklara Göre Peygamberler, s. 64 (ç).
[18] Hz. Asiye'nin mümin bir kadın olduğuna dair b.k.z: Tahrîm: 66/11 (ç).
[19] Hz-Nûh (a.s)'m oğlunun kafir dduğuna dair b.k.z: Hûd: 11/42,45-46 (ç).
[20] Hz.Lût (a.s)'ın hanımının kafir olduğuna dair b.k.z: A "raf: 7/83; Tahrîm: 66/11; Ayrıca Tahrîm: 66/11'de, Hz.Nûh (a.s)'m hanımının da kafir olduğu anlatılmakâdır.
[21] Buharı,Tefsir Şuarâ Sûresi 232 (288-289), Enbiyâ 11 (24); Müsned 4/53.
[22] İbn Kesîr, cl-Bidâye ve"n-Nihâye, 1/142. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 335-338.
[23] îbn Asâkir, Târih, 2/157 (ç),
[24] İbn Cerir et-Talim, Tarih. 1/127 (ç),
[25] Zâriyât: 51/24-28 (Benzeri ayetler için b.k.z: Hûd: 11/69-76; Hicr: 15/51-60;,' Ankebut: 29/31/33) (ç).
[26] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 338-340.
[27] Hz. İbrâhîm (a.s)'ın ismi Kur'ân-ı Kerîm'in 25 Sûresinde olmak üzere toplam 69 yerinde geçmektedir. Bunlar şunlardir: Bakara:2/124, 125, 125, 126, 127, 130, 132, ' 133. 135, 136, 140, 258, 258, 258, 260; Âli İmran: 3/33, 65, 67, 68, 84, 95, 97;' Nisa: 4/54, 125, 125, 163; En'âm: 6/74, 75, 83, 161; Tevbe: 9/70. 114, 114; Hûd: 11/69. 74, 75. 76; Yûsuf: 12/6, 38; İbrâhîm 14/ 35; Hicr: 15/51; Nahl: 16/120, 123; Meryem: 19/41, 46, 58; Enbiyâ: 21/51, 60, 62, 69; Hacc: 22/26, 43, 78; Şuarâ: 26/69; Ankebût: 29/16. 31; Alızâb: 33/7; Saffât: 37/83, 104, 109; Sâd: 38/45; Şura: 42/13; Zuhruf: 43/26; Zâriyât: 51/24; Necm: 53/37; Hadîd: 57/26; Mümtehine: 60/4, 4: Alâ: 87/19. Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'de, Hz. İbrâhîm (a.s)'tn ismine binaen İbrâhîm Sûresi vardır. Hz. İbrâhîm (a.s)'m kıssasrın geçtiği sureler şunlardır: Ba- ;| kara: 2/124-134, 258, 260; En'âm: 6/74-90; Tevbe: 9/114. Hûd: 11/67-76; İbrahim: | 14/35-42: Hicr: 15/51-60: Nahl: 16/120-122; Meryem: 19/41-50; Enbiyâ: 21/51-73; | Hacc: 22/26-30; Şuarâ: 26/69-89; Ankebût: 29/16, 24-27, 31. 33; Saffât: 37/83-113; Sâd: 38/45-47- Zuhruf: 43/26-29; Zâriyât: 51/24-37; Mümtehine: 60/4-6(ç).
[28] İbn Kesîr, et-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/143 (ayrıca b.k.z: İbn Asâkir, Tarih, 2/137) (Ç).
[29] Bununla ilgili olarak b.k.z: Enbiyâ: 21/51 (ç).
[30] Konuyla ilgili olarak b.k.z: Bakara: 2/258; En'âm: 6/74-90; Meryem: 19/41-50; Enbiyâ: 21/51-73; Şuarâ: 26/69-89; Ankebût: 29/24-27; Saffât: 38/83-113; Zuhruf: 43/26-29 (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 340-342.
[31] Hz. İbrâhîm (a.s)'ın bu tavrında, günümüz Müslümanlarının ibret alması için gerekli çok önemli mesajlar bulunmaktadır, (ç).
[32] Said Havva, Hz. îbrâhîm (a.s)'m bu tavrından alınacak dersleri şöyle sıralami-tadır: Birincisi: Hz. îbrâhîm (a.s), babasına işlediği bu hatanın gerekçesine dikkat etmesi gerektiğini söylüyor. Bunu söylerken de babasının içinde olduğu durumdaki ısrar ediş ve aşırı fikri sabitten vazgeçmesi için uyandırıcı bir üslup kullandı. Çünkü yaratıklar arasında en şerefli mevkiye sahip olanlar peygambaterdir. Ama insanlar onlara ibadet bile etmişlerdir. Bunlara ibadet eden kiliseler hakkında verilen hü-kümse, apaçık bir sapıklıktır. (Çünkü ibadet yalnız Allah'adır.) Taş veya ağaca ibadet edenin durumu- ne olabilir peki? Çünkü bu tür şeyler, kendisine İbadet edenin zikrini işitmez, ibadet edişini bile görmez, kendilerine İbadet edenlerin başına gele*bilecek bir belayı savamaz, onun hiçbir ihtiyacını da karşılayamazlar. İkincisi: Hz. tbrâhîm (a.s), babasını hakka davet ederken yumuşak ve ince bir üs lupla yaklaştı ona. Babasını kara cahillikle, kendisini de üstün bir bilgi ile niteleme*di. Ancak "Sende bulunmayan bir miktar ilim bende var, bu ise dosdoğru yolu gös*teren bilgidir" dedi. Farz etti ki ben ve sen bir yolda gitmekteyiz ve o yolu ben, senin bilmediğin bir şekilde ve senden daha tazla bümdeteyim. O halde sen bana uy ki, kaybolmaktan ve başka yollara sumaktan seni kurtarayım" dedi. Üçüncüsü: Hz. İbrâhîm (a.s), babasını üzerinde bulunduğu yolu izlemekten nehyetti. Gerekçe olarak da şunu gösterdi: c'ÇünkÜ bütün nimetlerin kendsinden geldiği rahman olan Allah'a başkaldıran şeytan, seni putlara ibadet etmek çukuruna düşürdü ve onlan sana cazip gösterdi. Sen gerçekte Ailah'a değil ona ibadet etnik*tesin" dedi. Dördüncüsü: Ona akıbetinin kötülüğünü hatırlatarak korkuttu. Bu (putlara ibadetin başına getireceği sıkıntı ve vebali hatırlattı. Bununla birlikte gereken cdeb ölçülei-ne de riayet etti. Çünkü mutlaka cezaya çarptırılacağım ve onun azap göreceğini açıkça söylemedi. Aksine "Sana bir azabın gelip dokunmasından koıkanm" diye*rek, az olacağı hissini veren belirtisiz bir ifade kullaıdı. Şöyle demiş gibi oldu: "Ben rahman olan Allah'ın azap rüzgarlarından bir esintinin gelip sana dokunrm-smdan korkuyorum. Şeytanın dostluğunu ve şeytanın arkadaşları araşma girişini, onunla birlikte olmayı da azaptan dalıa büyük gösterdi. Nitekim Allah'ın rızasının bizzat sevaptan daha büyük olması gibi. Babasına verdiği her öğüdün başına da "babacığım'" sözlerini eklenerek ona adeta yalvardı, kafir dahi olsa babaya saygı göstermek gereğini hissettirerek onun duygularını okşamaya çalıştı." (Said Havva, el-Esâsı iî't-Tefsir, 8/468^69; Ncsefi tefsirinden naklen) (ç).
[33] Meryem: 19/41 -47 (Konuyla İlgili olarak benzer ayetler için b.k.z: En'Sm: 6/74, Enbiyâ: 21/51-56; Şuarâ: 26/69-83; Saffât: 37/S3-87; Zuhruf: 43/26-28) (ç).
[34] Bununla ilgili oiarak b.k.z: İbrâhîm: 14/41 (ç).
[35] Hz. İbrâhîm (a.s)'m babası Azer için mağfiret isteyeceğini bildiren söz, Mümtahine: 60/4; Meryem: 19/47!de geçmektedir.(ç).
[36] Tevbe: 9/114..
[37] Mümtahine: 60/4.
[38] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 342-347.
[39] "Tağut", Yüce Allah'ın Kur'ânı Kerîm'de kullandığı bir kavramdır. Bundan dolayı "tağut" kavramının ayrı bir özelliği vardır. Zira Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılan Firavun, Nemrut, Ebu Lehep, Hâman birer tağuttu. Bunlar, Kur'ân-ı ICerîm'in ör*nekleme olarak verdiği bir tiplemedir. İslam şehidi Seyyid Kutub, tağut kavumuu şöyle izah etmektedir! "Tağut", insan hatırasına hakim olan, hakka zulmeden Allah'ın kullan için çizdiği sınırları çiğneyen her şeydir. Onda, Allah'a inancın eseri olmadığı gibi Allah'ın koyduğu şeriatle de alakası yoktur. Allah'a bağlantısı olmayan her program ve A-lah'a bağlanmayan her çeşit düşünce, sistem,edcb ve alışkanlık tağuttur. Otoritesini Allah'ın sisteminden olmayan her idare Allah'ın şeriatı üzere durmayan her çeşit sistem, hakka tecavüz eden her düşmanlık tağuttur. Allah'ın otoritesine, uluhiyetine, hakimiyetine düşman olmak en kötü düşmanlıktır ve en şiddetli azgın*lıktır. Bu, hem lafız, hem de mana itibariyle tağut kavramına girer." (İslam Şehidi Seyyid Kutub, Fizilalrl-Kur an. 1/292) (ç).
[40] Bakara: 2/260.
[41] Bakara: 2/260. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 347-350.
[42] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 350-352.
[43] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 352-354.
[44] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 354-356.
[45] Enbiyâ: 21/51-70. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 356-358.
[46] îbrâhîm: 14/39.
[47] Bununla ilgili gerekli açıklama daha önce geçmişti, (ç).
[48] Sabitler, Kur7an'da Bakara: 2/62; Mâide: 5/69 ve Hacc: 22/17 olmak üzere top*lam üç yerde geçmektedir. Fakat alimler bu Sahillerin kimler olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. İbn Kesîr, Sabiilerin kimler olduğu hususundaki görüşleri şöyle sıralanmaktadır; 1. Mecusi, Yahudi ve Hıristiyanlar arasında kendilerine ait bir dinleri olrrayan bir topluluktur. 2. Eh)-i Kitaptan Zebur'u okuyan bir topluluktur. 3. Meleklere tapan bir topluluktur. 4. Gün de beş defa kıbleye doğru yönelmiş olarak ibadet eden topluluktur. 5. Irak'ın ötesinde bir topluluk olup Kuşaklardır. Bunlar bütün peygamberlere ia-nan, her yıl otuz gün oruç tutan ve günde beş vakit yemene doğru Jönelerek namaz kılan kimselerdir. 6. Allah'ı bir tek oİarak tanıyan, fakat amel edecekleri bir şeriatı bulunmayan ve küfür sözü söylemeyen bir topluluktur. 7. Bir dine mensupturlar. Ceziretü'I-Musul'da yaşamışlardır. "Allah'tan başka İlah yoktur" derlerdi. Onların ne bir ameli, ne bir peygamberi ve ne de bir kitabı vardır. Sadece "La ilahe illallah" sözünü söylerlerdi. Fakat bir peygambere de inanmazlardı. İşte bundan dolayı Mekkeli müşrikler. Hz. Peygamber (s.a.v) ile as*habına: "Sabiiler" diyorlardı. Çünkü bunlar, insanları "La ilahe illallah'" sözüne çağın yor 1 ardı. Bu benzerlikten ddayı Mekkeli müşrikler onları, Sabiilere benzeti*yorlardı. 8. Dinleri, Hıristiyanların dinine benzeyen fakat kfcleleri güneye doğru olan ve Hz. Nûh (a.s)'m dini üzere olan bir topluluktur. 9. Dinleri, Yahudilik ile Mecusiliğin karışımından oluşan kestikleri yenntyen ve kadınlarıyla evlenilmeyen bil* topluluktur. 10. Bir peygamberin, davetçinin kendisine ulaşmadığı kimselerdir. (îbn Kesîr, Tefsirü'1-Kurani'l-Azim. 1/94. Daru:l-Kalem) Bu görüşler özetlenerek alınmıştır. Bu konuda daha geniş bilgi b.k.z:Fahreddîn er-Râzî, Tefsiri Kebîr. 3/56, ank, 1998; Seyyid Kutub, Fizilali'1-Kur/an, 1/156-157, İst, 1992; Elmahlı Hamdı Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 1/375; Mevdudi,Tarih Bo*yunca Tevhİd Mücadelesi, 2/46-47 (ç).
[49] İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/132. Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 358-361.
[50] Batılı tarihçiler. Buhtunnasr'ın, tarihteki, "Nabokodonasscr" olduğunu ileri sirmüşîerdir. (ç)
[51] İbn Cerir et-Taberî, Tarihu'r-Rusül ve'1-Müiük, 1/240; îbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/140.
[52] Bakara: 2/258.
[53] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 361-364.
[54] Buharî, Enbiyâ 9. Büyü 100, Hibe 36, Nikah 12. İkrah 6; Müslim, Fazâil 154(2371); Ebu Dâvud, Talâk 16(2212): Tirmizî, Tefsir sure-i Enbiya 3165, Müsncd. 2/404: îbn Hacer el-Askalanî, Fethü'1-Bâri. 6/388 (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 365-367.
[55] Yazarımız SaMnî'nin de belirttiği üzere; Hz. Hacer'in bu tavrı gerçektende bü*yük bir önem arz etmektedir. Çünkü Hz. Hacer'de Allah'ın emrine kesin bir boyun eğme ve itiraz etmeme vardır. Bunu da yaptıran aıcak Hz. Hacer'in Allah'a olan imanıydı. Hz. Hacer, bu iman sayesinde.Allah'ın emrine karşı gelrremiş ve orada kalmaya razı olmuştu. Zira orada kalmasını Allah emrettiyse buna razı olması gerektiğİmn farkındaydı. Fakat orada bir Mekke şehrinin kurulacağın, Kabe'nin tek*rar inşa edileceğini ve oğlu İsmail'in soyundan peygamberlerin ve resullerin sonaı-cusu olan Hz. Muhammed (s.a.v)'in geleceğini bilmiyordu. Ama hikmdi ilahiyenin farkında değildi. Ayrıca urada müslüman kadınlar için alınacak önemli ibretler dersler vardır!! (ç)
[56] Buharî, Enbiyâ 12 (3, 4. 6) (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 367-370.
[57] Bugün Mekke'ye hacı olmak için giden insanlar; Hz. Hacer'den kalma bu sayı yaparak Safa ile Merve arasında gidip gelirler, (ç).
[58] "Mekke" kelimesi, Kur'ân-ı Kerîm'in iki yerinde geçmektedir. AVİ İrnrân: 3/96 ve Feth: 48/24. Mekke vo Bekke isimlerinin, imla ve telaffuz farkına rağmen aynı yere verîien isim olduğunu söyleyen tarihçiler bulunduğu gibi; Mekke'nin, Harem sınırlan ile birlikte tüm bölgeyi içine alan umumi bir isim; Bekke'nin ise sadece Beytullah'in veya Mescidi Haram'ın ismi olduğunu söybyen tarihçilerde vardır. Mekke'ye, günahları eksilttiği veya giderdiği ve orada zulüm yapaılan helak ettiği, zorbaların ve zalimlerin boyunlarını kırdığı, kibir ve gururları yok ettiği ve insanlar orada toplanıp biriktiği, için "Mekke" ismi verilmiştir. M. Asım Koksal, Peygamberler Tarihi, 1/182 (ç).
[59] Hz. Hacer bugün Kabe'nin bitişiğinde yarım daire şeklinde bir duvarla çevrili i'Hicr" diye anılan yerde gömülür,(ç).
[60] Hz. İbrâhîm (a.s)'ın Mekke'ye dördüncü gelişiydi. Hz. îsmâîl (a.s) bu sırada 30 Maşında bulunuyordu. İşte Hz, İbrâhîm (a.s), bu gelişinde oğlu Hz. İsmâîl (a.s) ile Kabe'yi inşa etmiştir. Diğer iki gelişinde oğlu Hz. İsmâîl (a.s) ile buluşamamıştı. Bu üa gelişi de -daha önce geçen- Buharı"nin rivayet ettiği hadiste geçmiştir, (ç).
[61] "Kabe"ye, Kabe denilmesinin sebebi, dört köşeli olduğu yahut Mekke'de kum*lan ilk bina olması itibariyle veya çevresinden tepe gibi yükseklik bulunduğu için verilmiştir. Esasen Araplar, her yüksek eve "Kabe" derlerdi, (ç).
[62] Hz. İbrâlıîm (a.s), bu taşın üzerinde durmuş olduğu içindir ki ona "Makam-ı İbrâhîm" ismi verilmiştir, (ç).
[63] Rivayetlere göre Kabe 11 defa yapılmıştır: 1. Yüce Allah, gök halkının Beyt-i Ma'muru tavaf ettikleri gibi yeryüzü halkının da tavaf ve ziyaret etmeleri için Beyt-i Ma'mur'un yeryüzündeki bir örneği olması üzere melekleri gönderip ilk Kabe'yi yaptırmıştır. 2. Kabe'nin ikinci yapılışı, Hz. Adem (a.s) tarafından dır. 3. Hz. Adem (a.s)'ııı vefatından Hz. Adem'in oğullan Kabe'yi taş ve şmur ile tekrar yapmışlardır. 4. Tufan ile Kabe'nin binası yok olduğundan dolayı Hz. îbrâhîm (a.s) ve oğlu Hz. İsmâîl (a.s) tarafından inşa edilmiştir. 5. Üzerinden zaman geçip yıkılınca Kabe'yi bu seferde Amalikalılar yemiştir. 6. Bu defa Cürhümlüler tarafından yapılmıştır. 7. Kusayb. Kilâb tarafından yapılmıştır. 8. Kureyşliler tarafından yapılmıştır. 9. Abdullah b. Zübeyr tarafından yapılmıştır. 10. Haccâc-ı zalim tarafından yapılmıştır. 11. Osmanlı padişahlarından Ahmed ve oğlu Murad tarafından yapılmştır.Ayrıca günümüzde Kabe'nin etrafında yeni düzenlemeler yapılmaktadır. Kabe'yle ilgili bilgiler için b.k.z: Bakara: 2/127-129; Âl-i İmrân: 96-97 (ç).
[64] Buharî, Enbiyâ 12 (3, 4; 6); İbn Hacer el-Askalani. Fethö'1-Bâri, 6/396.
[65] Hz. İbrâhîm (a.s), Kabe'nin yapımı sırasında bugün Hacerü'l-Esved" denilen taşı da yerine yerleştirmişti. Rivayete göre, Hacerü'l-Esved taşı, cennetten Hz. Adem (a.s)'m yanında gelmişti. Hacerü'l-Esved taşı cennetten çıktığı zaman kardan daha ak olduğu halde Adem oğullarının müşrik ve kafir olanları onu. günahları ile ka*rartmış (Müsned, 1/307; Tirmizî ve îbn Mâce) her cahiliyet ve İslam devrinde birbi*ri ardınca meydana gelen yangınlarda o taş daha kara bir haîe gelmiştir.(ç) Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 370-375.
[66] Rivayetlere göre; Hz. îsmâîl (a.s) bu sırada yedi yaşındaydı, Hz. İbrâhîm (a.s)'ın ise Mekke'ye gelişinin ilkiydi.(ç)
[67] Saffât: 37/104-107 (Hadisi şerifte bu kurbanlığın birkaç olduğu anlatıimaktadır. Bu hadis için B.k.z: Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/297) (ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 375-377.
[68] Hz. İsmâîl (a.s)'m annesi Hz. Hacer ile birlikte Mekke'ye gelişini bildiren uzun*ca hadis daha önce geçmişti, (ç)
[69] Bununla ilgiii olarak B.k.z: Tevrat, Tekvin, 16-23 bah.(ç).
[70] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, Kurbanlığın, Hz. İshâk (a.s) değil de Hz. îsnıâîl (a.s) olduğuna dair hadisleri ve haberleri şöyle sıralamaktadır: 1. Bubarî, Enbiyâ 12'de ve Ahmed b. Hanbel'in Müsned adlı eserinin 1/347'de geçen rivayetler buna delildir. (Kısaltılarak alınmıştır) 2. Hz. Peygamber (s.a.v) bir vesile ile: "Ben iki kurbanlığın oğluyum" bu*yurmuştur. (B.k.z: Keşfu'1-Hafa, 1/199) İslam tarihçileri iki kurbanlıktan birinin Hz. Peygamber (s.a.v)'in babası Abdullah, diğerinin de Hz. İsmâîl (a.s) olduğunu açıklamışlardır. 3. İslam'ın ilk devirlerinde, Hz. İsmâîl (a.s) için kesilen koçun başını, iki boynuzu ile birlikte Kabe'de asılı'bir halde bulunduğunu ve başın kuru*muş olduğuna dair muhtelif senetİerle rivayet edilen hadisler (b.k.z: Müsned, 4/68; 5/379-380) ve tarihi rivayetler mevcuttur. Tek başına sa*dece bu rivayet bile kurbanlığın Hz. İshâk (a.s) değil, Hz, İsmâîl (a.s) ol*duğuna delil olarak yeter. Çünkü Mekke'de hakim olan Hz. İsmâîl (a.s)idi. Hz. İshâk (a,s)'m küçükken Mekke civarına geldiğine dair elde hiçbiı delil yoktur. 4. Hz. Peygamber (s.a.v)'den "Gerçekten kurbanlık İsmail'dir" (Kurtubi, Tefsir, 15/100-101) mealinde bir hadis de rivayet edilmiştir. 5. Rivayete göre; el-Esmâî şöyle demiştir: "Bir gün kurbanlığın kim oldu ğunu Ebu Amr ibn el-Alâ'dan sormuştum. Cevabında bana: i(Ey Esma! Sen aklını mı yitirdin? Hz. İshâk (a.s) Mekke'ye nereden gelmiş? Mekke'de ikamet eden Hz. İsmâîl (a.s)'dır. 6. îbn Abbas(ra): "Cam Allah yoluna kurban edilmek İstenen Hz. İsmâîl (a.s)'dır. Yahudiler ise kurbanlığın Hz. îshâk (a.s) olduğunu iddia ettiler ve (böylece de) yalan söylediler" demiştir. 7. İbn Ka'b el-Kurâzî ile ilgili rivayet daha önce geçmişti. (Doç Dr. Abdullah Aydemir, a.g.e, sh. 72-73) (ç)
[71] Saffât: 37/99-112 (ç).
[72] "Kurbanlığın Tevrat'ta (Tekvin, 22/1-19) Hz. İshâk (a.s) olarak ismen açıklan*mış olmasına rağmen, yine Tevrat'a dayanarak bunun bir yalan ve tahrif olduğunu isbat etmek mümkündür. Şöyle ki: Yüce Allah Tevrat'ta. Hz. İbrâhîm (a.s)'e şu emri verir: ''Şimdi oğlunu, biricik oğlunu. İshâk'ı al... kurban olarak takdim et!" (Tekvin, 22/2) Eğer Tevrat'ı dikkatlice okursak Hz. İshâk'ın "biricik" oğul olmadı*ğını görürüz. Çünkü (Tevrat'a göre) Hz. İshâk doğduğu zaman Hz. İsmâîl 14 yaşın*da idi. (Tekvin, 17/24-25) Tevrat'a göre Hz. İbrâhîm (a.s) ile Hz İsmâîl (a:s) aynı günde sünnet olmuşlardır. (Tekvin, 17/25-26) Hz. îshâk doğduğu zaman Hz. İbrâ*hîm (a.s) 100 yaşma basmıştı. (Tekvin, 21/5) O halde Hz. İshâk için kullanılan biri*cik sıfatı yanlıştır. Kendisinden 14 yıl önce dünyaya gelmiş ağabeyisi Hz. İsmail varken, Hz. İshâk'a "'biricik" oğul denmez. Bu açık bir tahriftir. Muhtemelen bu biricik sıfatı Hz. İsmail'e aittir. Bu isim de bilerek tahrif edilmiştir." (Doç, Dr. A. Aydemir, age. sh.73-74) (ç).
[73] Bu görüşte olan kimselerin delilleri için b.k.z: Doç. Dr. Abdullah Aydemir, age, sh. 69-71 (ç).
[74] Bu görüşte olanlar şunlardır: Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Abbas, Abdullah b. Mes'ud, Ebu Mûsâ eUEş'arİ, Ebu Hureyre, Ka'bu'l-Ahbar, Vehb b. Münebbih ve daha bazı tabiin ve onlan takip eden İslam büyükleri de kurbanlığın Hz. İshâk ol*duğu yolunda kanaat beyan etmişlerdir. B.k.z; Taberî, Tarih, 1/402; Taberî, Tefsir, 23/71; Zemahşerl Keşşaf, 4/56-57; İbnü'l-Cevzî Tefsir, 7/72; îbnü'I-Esîi\ el-Kâmü, 1/108, 109, -110, ibn Kayyim el- Cevziyye, Zadü'1-Mead, 1/29; Fahreddîn er-Râzî, Tefsiri Kebîr. 26/153-154; Kurtubi, Tefsir, 15/100-101; İbn Kesîr, Tefsir, 4/43-44; İbn Kesir, el-Bidâye, 1/159 (ç)
[75] Tabressi, bu konuyla ilgili olarak şöyle der: "Kurbanlığın, Hz. İshâk olduğunu İddia edenler, Ehl-i Kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlara dayanıyorlar. Onların bu konuda ittifak etmiş olmalarını öne sürerek, görüşlerini takviye cihetine gidiyorlar.
[76] Ibn Kesîr. cİ-Bk!âye ve'n-Nihâye. 1/158.
[77] îbn Kesîr: el-Bidâye, ve'n-Nihâye, 1/160.
[78] Bununla ilgili hadis için b.k.z: Acluni, Keşlu'1-Hafa, 1/199 (ç).
[79] İbn Hişam, Siretü'n-Nebeviyye, 1/160 vd; îbn Kesîr, el-Bidaye ve;n-Nihaye, 1/160; Zemahşeri, el-Keşşât; 4/56, İbnül-Esîr, el-Kâmil, 1/108; Tabressi, Tefsir, 4/453, et-Tusi, Tefsir, 8/474; Aynca konuyla ilgili olarak İvad İbrâhîm tarafindan "MecelletiT 1-Ezher" adlı derginin üçüncü sayısının sh. 241 ve devamında bir maka*le yayın lanmışîır.(ç). Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 377-382.
[80] Bununla ilgili olarak b.k.z: Îbnü'1-Esîr, el-Kâmil, 1/123-124; Taberî, Tarihü'r-Rüsul ve'1-Müluk, 1/160-161; İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihaye, 1/174. Ayrıca Hz. İbrâhîm (a.s)'m 200 yaşında vefat ettiğine dair rivayetlerde vardır, Fakat yazarımız Sabunî, birinci görüşü tercih etmiştir, (ç).
[81] Konuyla ilgili olarak b.k.z: Nisa: 4/125, İsrâ: 17/73; Nahl: 16/121(ç).
[82] Konuyla ilgili olarak b.k.z: Hûd: 11/75 (ç).
[83] Konuyla ilgili olarak b.k.z: Hûd: 11/75 (ç).
[84] Bakara: 2/124.
[85] Bununla ilgili olarak b.k.z: İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, 1/193; Talvn Tarihü'l-Rûsul ve'1-Müluk, 1/162; Mes'udi, Mumcu'z-Zeheb, 2/48 (ç).
[86] Bununla ilgili olarak b.k.z: İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihaye, 1/193; Tarvn Tarihü'l-Rüsul vc'1-Miiluk, 1/162; İbnü'î-Esîr, el-Kâmil, 1/125; İbn Haldun, Taııl. 2/39; İbn Sa'd, Tabakât, 1/52 (ç).
[87] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 382-383.
 
Üst Ana Sayfa Alt