Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlim Öğrenirken Hangi Sırayı Takip Etmeli?

H Çevrimdışı

hudayfa

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
selamun aleykum

Soru:"ilim öğrenmek"

Bir müslümanın ilim öğrenmek için yeterli zamanı yok.Bu müslüman tabiki sıkça okuyor ve öğrenmek için gayret ediyor,ama bildiğim dediği şeyi karşısındakine gereği gibi net ve delilleriyle anlatamamaktan dolayı çok üzülüyor.

Şimdi böyele bir müslüman ne yapması lazım? Kısacası az zamanda çok yol katedebilmesi için nasıl bir program çizmesini öneririsiniz.

Yorumlarınızı bekliyorum.

selam ve dua ile...
 
samanpan Çevrimdışı

samanpan

.
Site Emektarı
kuran ve sünnet yeter galiba. onlarında delilini getirmek çok kolay olsa gerek. sünneti yaşayıp kurana uysun inş. Rabbim bizi de uyanlardan eylesin inş
 
H Çevrimdışı

hudayfa

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
ALLAH razı olsun kardeş inş.

hakkını helal et inş. ama biraz daha açıklayıcı ve düzenli yapabilmesi için yorumlar yazın inş.

tabiki kur-an ve sünnet inş. ama mesela kendine nasıl ayarlamalar yapmalı? sadece kur-an ve sünneti okuması yeterli olur mu? veya yeterli değilse neleri ilk okumaya başlamalı ve akılında kalabilmesi gücünün yettiğince bir yöntem uygulamalı mı? vs ..vs.. gibi

selametle inş..
 
S Çevrimdışı

selefi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
İctihad, taklîd ve intikal hakkında - 08.05.2007 - Hit: 14

İctihad, taklîd ve intikal hakkında

Envâr'da: İctihad ehliyeti, şunları bilmekle meydana gelir:

1. Allah'ın Kitâbı. Bunun hepsini bilmek şart değildir. Ancak hükümlerle ilgili olan âyetleri bilmek kâfidir. Ezbere bilmek de şart değildir.

2. Rasûlüllah (s.a.) in sünneti... Bunun da hepsini değil, hükümlerle ilgili olanlarını bilmek gerekir.

3. Kitap ve sünnetin; hâs -âmm, mutlak- mukayyed, mücmel -mübeyyen, nâsih- mensûh hususiyetlerini; kezâ sünnetin, mütevâtir, âhâd, mürsel, müsned, muttasıl, münkatı', vasıflarını, cerh ve tadil bakımlarından râvîlerin hallerini bilmesi şarttır.[1]

4. Sahabe ve daha sonraki âlimlerin icmâ ve ihtilaf ettikleri hususları;

5. Celî ve hafîsiyle, sahihini fâsidinden ayırarak kıyası;

6. Lüğat ve i'râb bakımlarından Arap lisanını... bilmek.

Bütün bu ilimlerde derin âlim ve mütehassıs olmak şart değildir. Gerektiği kadar bilmek kâfidir.

Pek yaygın ve çeşitli olan bütün hadisleri inceleyip araştırmaya ihtiyaç yoktur. Müctehidin elinde, sahih olduğu sâbit olan ve ahkâm hadislerini kendisinde toplayan bir temel hadis kitabının bulunması yeter. Tirmizî'nin Sünen'i, Nesâî'nin ve Ebu Davud'un Sünen'leri veya bunlar ayarında bir kitap buna misâldir.

İcmâ ve ihtilaf edilen bütün mevzuları bilmesi de şart değildir. Hükmettiği meselede kendi hükmünün icmâa aykırı olmadığını bilmesi kâfidir. Bu bilgiyi de iki yoldan elde edebilir.

1. Gelip geçmiş müctehidlerden birisinin hükmüne uygun hüküm verdiğini bilmek.

2. Mesele hakkında daha evvel gelmiş müctehidlerin birşey söylemediklerine, bunun kendi asrında meydana gelmiş bir mesele olduğuna kani olmak.
Nâsih-mensûh meselesi de böyledir.

Selefin ittifakla kabul ettikleri veya râvilerinin ehil oldukları tevâtüren sâbit olan hadislerin râvilerinin adalet sahibi olup olmadıklarını araştırmaya lüzum ve ihtiyaç yoktur. Bunun dışında kalanların adaletleri araştırılır.

Bütün bu ilimler, dinin her bâbında fetva veren "mutlak müctehidler" için şart koşulmuştur.

Bazı bâb ve meselelerde müctehid, bazılarında mukallid olmak da câizdir.
İctihadın şartlarından biri de itikadın temel kaidelerini bilmektir. Gazâlî'ye göre bunları, kelâmcıların ortaya koydukları delillerinde görülen metodla bilmek şart değildir.

Ehl-i sünnetten olmamaları yüzünden şâhidlikleri muteber olmayanlara kadılık rütbesi verilmez.

Haricîler gibi icmâı kabul etmeyenlere, Kaderiyye gibi haber-i vâhidi kabul etmeyenlere ve Şia gibi kıyâsı inkâr edenlere de kadılık verilmez.

Envâr'da: Müctehidin tedvin edilmiş[2] bir mezhebinin bulunması da şart değildir.

Tedvin edilmiş mezheplerin birinden diğerine mukallidin intikal etmesi câizdir.
Usûlcülere göre: Bir hâdisede bir mezheple amel ettikten sonra, bunu yapan, dönüp bir başkasına göre hâdiseyi tekrar tatbik edemez.

Fakat başka meselelerde istediğiyle amel eder. Eğer amel etmemişse mezkür hâdisede olsun, başkasında olsun istediği mezhebe göre hareket eder. Bazı meselelerde bir müctehidi, bazılarında da diğerini taklîd etmesi (telfik) câizdir.
Bazı usûlcülere göre câiz değildir.

Bir kimse her mezhebin en kolay hükümlerini seçse Ebu İshak'a göre fâsık olur. İbn Ebi Hüreyre fâsık olmaz, der. Bazı şerhler bunu tercih etmiştir.
Yine Envâr'da: Şâfiî, Ebu Hanife, Mâlik ve Ahmed (Allah cümlesinden râzı olsun) gibi imamların mezheplerine bağlı bulunanlar kısım kısımdır.

1. Avam tabakası... Bunların (meselâ) Şâfiî'yi taklîd etmeleri, "ölüyü taklit" meselesinin bir kısmını teşkil eder.

2. İctihad derecesinde olanlar... Aslında müctehid müctehidi taklîd etmez. Bunların birbirine intisaplarının mânası; ictihadda, delillere verilen değerde ve bunları kullanmakta... aynı metodu benimsemekten ibarettir.
3. Orta derecede (mutavassıt) bulunanlar.

Bunlar ictihad mertebesine varamamışlardır. Ancak imamlarının usûl ve metodlarını bilirler ve onların sözleri arasında raslamadıkları meseleleri, söylediklerine kıyas edebilirler. Bunlarla, bu gibilerin fetvalarını alan avam, mukallid sayılırlar ve kendileri mukallid olduklarından, başkaları tarafından taklîd edilemezler.

İmamın talebelerinden Ebu'l-Feth Herevî der ki: "Usûlde, mezhebimizden olan bütün âlimlerin ifade ettiklerine göre avamdan olanın (kendi tercihine istinat eden) mezhebi yoktur. Bir müctehid bulursa onu taklîd eder. Bulamaz da bir mezhep mütehassısına (mütebahhirine) raslarsa onu taklîd eder. Çünkü o kendi (şahsî) mezhebince buna fetva verebilir.

Bundan açıkça anlaşılıyor ki mütebahhirin kendi hükmünde taklid edilmesi câizdir.

Fakihlerin tercih ettiklerine göre ise bir mezhebe bağlı olan âmmînin mezhebi vardır ve ona aykırı hareketi câiz değildir.

"Eğer bir mezhebe bağlı değilse her mezhebi tercih ve taklid edebilir mi" meselesinde ihtilaf vardır ve bu ihtilaf, muayyen bir mezhebi taklidin şart olup olmadığına dayanır. Farklı görüşler iki şekil arzeder:

1. Nevevî der ki: "Delilin gerektirdiği odur ki mukallid, muayyen bir mezhebe bağlı kalmaya mecbur değildir. Sadece ruhsatları toplamamak şartıyla rasladığı ve istediği müctehid ve müftüye fetva sorabilir."

Fethu'l-kadîr'in, âdâbu'l-kâdî kitabında: "Biline ki müellifin kadı için söyledikleri müftü için de söylenmiştir. Buna göre ancak müctehidler fetva verebilir. Usûlcülerin sâbit olan görüşlerine göre müctehidden başkası müftü olamaz.

Müctehidlerin dediklerini hıfzetmiş kimseler ise müftü değildir. bunlardan birine fetva sorulunca onun yapacağı, meselâ "Ebu Hanife şöyle der" gibi bir şekilde müctehidin sözünü nakletmektir. Bundan anlaşılıyor ki zamanımızda mevcut müftülerin verdikleri "fetva" değildir. Bu, soruyu sorana amel etmesi için, müftünün (müctehidin) sözünü nakilden ibarettir. Bunu naklin yolu da ikidir:

a) Ya sözünü naklettiği imama kadar elinde bir rivâyet silsilesi vardır.
b) Veya elden ele dolaşan meşhur kitaplardan almış olur. Muhammed b. Hasen'in kitaplarıyla benzerleri gibi. Müctehidlerin buna benzer meşhur kitapları, onlardan mütevâtir veya meşhur olarak nakledilen haberler derecesindedir. Râzî de aynı şeyi söylemiştir.

Bu sebeple zamanımızda, nâdir rivâyetlere ait bir nüsha bulunsa, bundaki sözlerin İmam Muhammed veya Ebu Yusuf'a nisbet edilmesi câiz değildir. Çünkü bu gibi nüshalar, zamanımızda ve memleketimizde meşhur olmamıştır ve elden ele dolaşarak tanınmamıştır.

Eğer bu çeşit rivâyetlere, Mebsût ve Hidâye gibi meşhur bir kitapta raslansa, bu kitaplara dayanarak onları kabul edebilir. Bir kimse müctehidlerin farklı görüşlerini biliyor, fakat delillerini bilmiyor ve birini diğerine tercih için gerekli ictihaddan da âciz bulunuyorsa, içlerinden birinin sözünü kesin olarak kabul edemez ve bununla fetva veremez. Ancak bunları fetva sorana nakleder, o da kanaatince daha doğru olanı seçip alır. (Bunu, bazı kitaplar böyle ifade eder.)

Bana göre ise bütün rey ve görüşleri nakletmesi gerekli değildir. Birisini nakletmesi kâfidir. Çünkü mukallid istediği müctehidi taklîd edebilir. Fetva veren, bunlardan birinin sözünü nakledip mukallid de onu taklid edince maksud meydana gelir. Evet, fetvayı kestirip atmaz ve "senin meselenin cevabı şudur" diyemez. Ancak meselâ, "Ebu Hanife'ye göre bunun hükmü şudur." diyebilir. Çeşitli görüşlerin hepsini nakletse, soranın kanaatine göre daha doğru olanı alması meselesine gelince..

Bir kere avamdan olan kimsenin hükmün doğruluk ve yanlışlığı hakkındaki kanati ilmî bir kıymet ifade etmez. Buna göre deniyor ki "mukallid iki müctehidden bir şeyi sorsa, onlar da farklı cevap verseler, lâyık olan odur ki mukallid, gönlü hangi cevaba meylederse onu alır." Bana göre gönlünün meyletmediğini de alsa câizdir. Çünkü bu meylin olmasıyla olmaması müsâvidir. Ona gerekli olan bir müctehidi taklîddir, o da bunu yapmıştır; müctehid ister isabet etmiş olsun, ister hata...

Deniliyor ki: Delil ve ictihadla bir mezhebden diğerine geçen günahkâr olur ve cezalandırılması gerekir. Delil ve ictihad bulunmadan geçende ise evleviyetle durum böyle olur.

Bir kere burada ictihaddan, araştırma ve kalbi hakem kılmayı kasdetseler gerektir. Çünkü âmmînin ictihadı yoktur. Sonra asıl intikal, ancak hususi bir meselede taklîd ve amel ettikten sonra gerçekleşebilir. Yoksa mukallidin: "-meselâ Ebu Hanife'yi- fetva verdiği bütün meselelerde taklîd ettim ve onlarla amel etmeyi kendime gerekli kıldım" diye toptan ifadesi, bunların nasıl olduklarını dahi bilmediği halde böyle demesi, gerçek taklîd değildir.

Bu ancak taklîd va'di mânası taşır. Bunu söyleyen sanki, başına gelecek vak'alarda bahis mevzuu olacak bütün meselelerde Ebu Hanife'yi taklîd etmeyi borçlanmış gibidir.

Eğer bu borçlanmayı kastediyorlarsa, bununla (niyet veya sözle borçlanma ile) muayyen bir müçtehidi taklîd etmenin gerekli olacağına şer'î delil yoktur. Taklîd zarureti bu borçlanmadan değil, muhtaç olduğu hususta müctehidin sözüyle amel etmeyi -mukallide- şer'î delîlin vâcip kılmasından doğmuştur. "Bilemezseniz âlimlerden sorunuz"[3] âyeti bunu ifade ve icabeder. Sorma işi ise ancak muayyen bir hâdisenin hükmünü istemekle tahakkuk eder. İşte bu takdirde müctehidin ne dediğini bilince onunla amel etmesi vâcib (gerekli) olur. Öyle sanıyorum ki, yukardaki gibi borçlandırma ve bağlamalar, halkı ruhsat aramadan menetmek için ileri sürülmüştür. Aksi halde âmmînin her meselede ayrı bir müctehidin sözüyle amel etmesi kendisi için daha kolaydır. Bunu aklî ve naklî hangi delilin menettiğini bir türlü anlayamadım. Bir kimsenin, ictihad selahiyetini haiz müctehidlerin sözlerinden kendine en kolay geleni seçmesi kınanma vesilesi oluyor. Halbuki Rasûlüllah (s.a.) "ümmetine kolaylaştırmayı sever ve hoşlanırdı." Allah sübhânehu doğruyu daha iyi bilir." (Fethu'l-kadîr'den yapılan nakil bitti.)



[1] Bu tâbir ve ıstılahlar için Fıkıh usûlü ve Hadîs usûlü isimli kitaplarımıza bakınız

[2] Müstakil olarak toplanıp tertip edilerek yazılmış.

[3] en-Nahl, 16/43; el-Enbiya, 21/7.
 
Üst Ana Sayfa Alt