Allah (c.c)‘a hamd olsun! O’na şükreder, O’ndan yardım diler, O’nun bağışlamasını isteriz. Nefislerimizin şerrinden, kötü amellerimizden O’na sığınırız. Allah (c.c) kime hidayet ederse onu saptıracak, kimi de saptırırsa ona hidayet edecek yoktur. Şehadet ederim ki; Allah (c.c)‘tan başka ibadete layık ilah yoktur. O tektir, O’nun ortağı yoktur. Ve yine şehadet ederim ki; Muhammed (a.s) O’nun kulu ve rasulüdür.
Çağımız öyle bir dönem ki, bir yanda hakka apaçık karşı gelen, diğer yanda da hakkı batılla süsleyen, hak adına bir çok çirkinlikleri işlemekten haya etmeyen insanların bir zamanlar İslam diyarı olan ülkelerde kendilerine “müslüman” ismini yakıştırdıkları korkunç, korkunç olduğu kadar da hayret ve esef verici bir dönem…
Bu dönemde bir yanda beşer fikrinin ürünü olan kanunlar kendilerine müslüman adını veren toplumlarda uygulanmakta, diğer yanda hüviyetlerinde “müslüman” yazılı olan halklar bu kanunlara teslim olmakta ve bu kanunlara teslim olan “teslimiyetçilere”, onların yardakçılarına, destekçilerine, muhafızlarına, gözcülerine, direklerine bağlı kalıp onların çizgileri doğrultusunda hareket etmektedirler.
Öyleyse bu “teslimiyetçiler” kimlerdir?
1 - İslam Alimi Kılığındaki Bel’amlar: Zamanımızda beşeri sistemleri ayakta tutan ve insanları İslam’dan uzaklaştıran kimselerin en başında yer almaktadırlar. Bu kimseleri şu şekilde sınıflandırabiliriz:
a) Cami Hocaları, Müftüler, Hatibler: Bunlar; kafir devletlerin bünyesinde görev alan, yine bu kafir devletlerin isteği doğrultusunda hareket eden, Allah (c.c)’ın hükümlerini gizleyen, insanlara gerçek İslam’ı açıklamayan, insanlara İslam’ın hükümlerini tevil ederek, onların anlamayacakları ve kafir sistemlere zarar vermeyecek ve onların hoşlarına gidecek şekilde açıklayan, Allah (c.c)’ın, meleklerin, mü’minlerin ve bütün lanetçilerin kendilerine lanet ettiği parayla satın alınmış devlet memurlarıdır.
b)Cemat Veya Parti Liderleri: Bunlar; ya kafir sistemlerin kontrolü altında kasıtlı olarak ortaya çıkarılmış ya da kasıt olmaksızın kendiliklerinden ortaya çıkmış, fakat kafir sistemin bekasını sağlayacak şekilde hareket eden, bu şekilde insanları gerçek İslam’a değil de kendi anlayışları doğrultusundaki İslam’a davet eden, böylece peşlerinde çokca sayıda kitleleri toplayan kimselerdir. Bu kimseler gerçek İslam’ı açıklamamalarının sebebi; ya cahil olmaları ya da kafir sistem tarafından görevlendirilmiş olmalarıdır. İşte bu sebeble bu gibi kimseler insanları oyalayıp durmaktadırlar. Zira öyle cemaatlar ya da partiler varki sayıları milyonları geçmiş. Bu milyonlarla, değil bir beldede dünyada Allah (c.c)’ın hükümleri hakim kılınır. Allah (c.c)’ın kendisine akıl verdiği bir kimse bu konuda biraz düşünürse ve basireti de körelmemişse bunun böyle olduğunu açıkca görebilir. Fakat bu kimselerin sayıları çok olmasına rağmen akideleri bozuktur. Bu bozuk akideleri sebebiyle de hiç bir zaman bu kimselerin İslam’ı getirmeleri söz konusu değildir...
c)Tarikat Şeyhleri: Bunlar da kafir sistemlerin kontrolü altında ya kasıtlı olarak veya kendiliğinden ortaya çıkan, fakat kafir sistem için zararı olmayıp bilakis faydası olan, bu kafir sistemin bekasını sağlayan kimselerdir. Bu kimseler de insanlara gerçek İslam’ı anlatmazlar. Üstelik İslam’da yeri olmayan bir çok hurafe, bid’at, sapıklık türetirler. İnsanlar da onlardan gördükleri, duydukları herşeyi İslam’dan zannederek yerine getirirler. Şeyhlerine öyle kudsiyet verirler ki onların her söylediğine bağlanılması ve uyulması gereken bir değer olarak bakarlar. Bu sebeble yaptıkları amellerin Allah (c.c)’ın emirlerine uygun olup olmadığını hiç mi hiç düşünmezler. Zira şeyh ne söylerse, ne yaparsa onlar için doğrudur ve yapılması, bağlanılması mutlaka gereklidir. Günümüzdeki tarikatlar ve bağlıları o kadar çoktur ki, fakat küfür sistemlerini yıkmak için herhangi bir çabaları görülmemekte, bilakis bağlı oldukları şeyhlerinin telkinleri ve emirlerine itaat ederek, oylarıyla beşer sistemlerini destekleyerek onlara tam bir teslimiyetle yaşantılarını sürdürmektedirler... Her akıl sahibi bunu görerek anlar ki; bunlar insanları oyalamak ve onları gerçek İslam’dan uzaklaştırmaktan başka bir şey değildir.
2 - Allah (c.c)’ın Kendilerini Alçalttığı, Devlet Büyüğü İsmi Verilen Sefih İdareciler: Bunlar da beşer sistemlerinin bekası ve İslam’ın yeryüzünde hakim olmaması için canlarıyla, başlarıyla çalışan kimselerdir. Bu kimseler; kendi hür iradeleriyle hareket etmekten uzak olan, birer kuklalardır… İplerinin ise kimlerin elinde olduğunu dünyadaki hadiseleri izleyen kimseler gayet net ve açık olarak görürler… İşte bu kimseler; cumhurbaşkanı, başbakan, kral vs. gibi devlet yöneticileridir. Bu gibi kimseler Allah (c.c)’ın hükümleriyle hiç hükmetmemelerine veya Allah (c.c)’ın hükümlerinden bazılarıyla hükmedip bazılarıyla ise hükmetmemelerine ya da Allah (c.c)’ın hükümleriyle tam olarak hükmediyor gözükmelerine rağmen ulul emr olarak görülen ve bu sebeble çıkardıkları her kanuna, söyledikleri her söze hiç itirazsız bağlanılan kimselerdir. İnsanlarda şayet İslam’dan biraz eser kalmış ise Allah (c.c)’ın kendilerine vermiş olduğu akıl nimetinden istifade etsinler de kimler tarafından yönetildiklerine bir baksınlar! Ya da kendilerini yöneten sefihlerin (aklı kıt kimselerin) gerçek durumlarını araştırsınlar! Allah (c.c)’ın karşısında hesaba çekildikleri zaman: “Ya Rabbi! Biz, bilmiyorduk. Bizi onlar saptırdılar” diyenlerden olmasınlar.
3 -Fikirlerine Saygı Duyulan Akletmeyen Fikir Adamları ve Onların Fikirleri: Sahib oldukları fikir ve düşünceler Allah (c.c)’ın bildirdiği hükümlere ters olmasına rağmen, fikirlerine bağlanılan fikir adamları ve onların fikirleri de günümüzde beşer sistemlerin bekasını ve insanların İslam’dan uzaklaşmalarını sağlayan bir etkendir. Fikir adamı olarak fikirlerine değer verilenler:
a) Bir takım “izm”leri Ortaya Çıkaranlar: Budizm, Laikizm, Komunizm, Faşizm vs.
b) Bir takım etiket ve diploma sahibi kimseler: Gazeteci, yazar, profesör vs.
İnsanlar işte bu gibi kimselerin peşinde giderek, sahib oldukları fikirlerin Allah (c.c)’ın dininden olduğuna veya Allah (c.c)’ın dinine zıt olup olmadığına bakmadan hemen onların görüşlerine teslim olmakta ve bu görüşleri yaşanılması ve de bağlanılması gereken asıl görüşler olarak görmektedirler.
4 - Allah (c.c), Sayıları Çok Nice Kafirleri, İman Sahibi Az Kimselerle Helak Ettiği Halde; Çoğunluk:
Zamanımızda insanları Allah (c.c)’ın dininden alakoyan ve beşeri düzenlerin sistemlerini ayakta tutan bir diğer değer ise; çoğunluktur. Yani; insanların çoğunluğu bir şeye iyi derse o iyi, kötü derse o kötü görülür. Oysa ancak Allah (c.c)’ın iyi dediği iyi, kötü dediği kötüdür. Fakat çoğunluğa göre hareket eden kimseler, çoğunluğun iyi gördüğü bir şeyin Allah (c.c)’ın sisteminde kötü olduğuna veya çoğunluğun kötü gördüğü bir şeyin Allah (c.c)’ın sisteminde iyi olduğuna hiç mi hiç aldırış etmezler. Zira böyle kimselere heva ve hevesleri hakim olmuştur. Bu sebeble heva ve hevesleri neyi hoş görürse onu yapar, neyi de kötü görürse ondan uzak dururlar.
İşte! İnsanları haktan uzaklaştıran, Allah (c.c)’a ve rasulüne tabi olmayı engelleyen, Allah (c.c)’ın kulları için çizmiş olduğu nizamı bir kenara atarak beşer aklının ürünü olan kanunların yeryüzünde idamesini sağlayan belli başlı “teslimiyetçiler” bu sayılanlardır…
Öyleyse ey kendilerine “müslüman” ismini yakıştıranlar! Sizler, kendilerinize bir bakınız! Acaba hangi safta yer alıyorsunuz?
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun….
Sapık Tarikat Ehli
Günümüzde insanları saptıran, İslam’a bağlanmalarını önleyen, beşeri sistemlerin ayakta durmalarını, varlıklarını idame etmelerini sağlayan “teslimiyetçiler”den bahsetmiştik…
Şimdi bu “teslimiyetçiler”den olan “sapık tarikat ya da cemaat şeyhleri” ve buna paralel “sapık tarikat ehli” hakkında bazı şeyler söylemek istiyoruz.
Zamanımızda “sapık tarikat ehli” dünyanın dört bir yanına örümcek ağı gibi yayılmış, başlarındaki sapık hocaları, velileri (!), şeyhleri vasıtasıyla İslam’a bağlanmaktan, Allah (c.c)’a ve rasulüne teslim olmaktan uzak olarak yaşamaktadırlar. Oysa bu insanlar, yaptıklarını Allah (c.c) için yaptıklarını zannederek İslam adına yaparlar... Yaptıkları ameller vesilesiyle Allah (c.c) katında büyük mükafat alacaklarını sanırlar. Oysa İslam dini; Allah (c.c) katından Rasulullah (s.a.s) vasıtasıyla bildirilenlere kayıtsız şartsız teslimiyeti, bildirilenlerin aksine yaşantıyı, her kimden ve her ne şekilde gelirse gelsin reddi gerektirir…
İşte bu sebeble; insanları haktan uzaklaştıran, sapıklığı hak gibi onlara sunan ve kendilerine bir takım mertebeler veren sahte din adamları ya da din adamı kisvesindeki kimselerin de reddedilmesi gerekir… Bunları iyi tanıyabilmek için yaptıklarını ve söylediklerini, Rasulullah (s.a.s)’ın Allah (c.c) katından bildirdikleriyle kıyaslamak yeterlidir.
Bu gibi saptırıcılar geçmişte de vardı şimdi de var… Zira her iyi şeyi icra edenlerin mirasçıları olduğu gibi kötü şeyleri icra edenlerin de mirasçıları muhakkak vardır.
İşte geçmişteki saptırıcılardan bazıları:
Seyyid’üt Taife ismiyle ünlü olan; Cüneydi Bağdadi… Evliyanın büyüklerinden sayılır…
“En’el Hak”, diyerek kendi ölüm fermanını kendi elleriyle imzalayan, buna rağmen evliyanın büyüklerinden sayılan Hallac-ı Mansur.
Rasulullah (s.a.s) tarafından mana aleminde kendisine “Fusus’il Hikem” adlı kitabının verildiğini iddia eden, Şeyhi Ekber ismiyle meşhur Muhyiddini Arabi. İbni Arabi’nin yolunda giden ve Konya’nın büyük velilerinden biri olarak zikredilen Sadreddîn-i Konevî… (Aynı zamanda Celaleddin Rumi’nin hocalarındandır.)
Celaleddin Rumi’ye “Acaba Muhammed aleyhisselâm mı, yoksa Bâyezîd-i Bistâmî mi büyüktür?" diye soru yönelten ve büyük velilerden sayılan Şemsi Tebrizi…
Yine halk arasında “Mevlana” ismiyle meşhur; Celaleddin Rumi…
Şiirlerinde bir çok küfür ve şirk bulunan, veli diye addedilen Taptuk Emre’nin dergahında yetişmiş, ona kulluk etmiş olan Yunus Emre… (Celaleddin Rumi’den de ders almıştır.)
Büyük pirlerden sayılan Ahmed Yesevi….
Gavs’ul A’zam, Kutbi Rabbani, Sultan’ul Evliya, Kutbi Azam gibi lakablarla anılan Abdulkadir Geylani…
Büyük velilerden sayılan Aziz Mahmud Hüdayi…
Mısır Evliyası arasında zikredilen Ahmedi Bedevi…
Büyük evliyalar arasında zikredilen Ahmed Rıfai…
Tîcâniyye tarîkatının kurucusu; Ahmedi Ticani…
Evliyânın büyüklerinden ve müslümanların gözbebeği olan yüksek âlimlerden sayılan ve güya Allahü teâlânın sevgisini kalplere nakşettiği için kendisine "Nakşibend" denilen; Behaeddin Buhari… (Şâh-ı Nakşibend)
Halvetiyye tarikatından Ruşeniyye kolunun kurucusu olan Dede Ömer Ruşeni…
Şâziliyye adı verilen tasavvuf yolunun kurucusu; Ebu’l Hasan’ı Şazili…
İstanbul'u, Fâtih Sultan Mehmed’in fethedeceğini önceden haber verdiği iddia edilen ve büyük veliler arasında zikredilen Hacı Bayramı Veli…
Evliyânın büyüklerinden ve Uşâkîlik tarîkatının kurucusu olarak adı geçen Hasan Hüsameddin Uşaki…
Anadolu'da yaşayan evliyânın ve âlimlerin büyüklerinden birisi olduğu ileri sürülen İbrahim Hakkı Erzurumi….
Anadolu’da yetişen büyük velilerden birisi olarak zikredilen İsmail Hakkı Bursevi…
Nakşibendiyye yolunun Hâlidiyye koluna mensup olan, son asır Anadolu velîlerinden biri olduğu iddia edilen ve Şeyh Seyda namıyla meşhur olan Muhammed Said. (Cezbe halinde iken kışın, Dicle’nin donmuş olan buzlarını kırarak suya girdiği ve saatlerce orada kaldığı söylenir.)
Ruh bilgilerinin, tasavvuf ilminin mütehassısı, son asır âlim ve velîlerinden olduğu ileri sürülen Şeyh Abdulhakimi Arvasi…
Son dönem velileri arasında zikredilen ve kendisine “effendi hazretleri” diye hitab edilen Şeyh Kenan Rıfai.
Evliyanın büyüklerinden olduğu ileri sürülen Bayezidi Bistami.
En büyük velilerden biri olduğu ileri sürülen; İmamı Rabbani….
Evet… İsimlerini işte burada zikrettiğimiz bu kimseler ve daha bunlar gibi niceleri geçmişte ve yakın tarihimizde insanları saptırmış, haktan ve hidayetten uzaklaştırmışlardır… Bu kimselerin ortaya koydukları eserler incelendiğinde İslam’a tamaniyle zıt görüşlerinin varlığı net ve açık olarak görülecektir…
Fakat bir takım insanlar; bu kimselerin apaçık sapıklıklarına rağmen hala onlara sahiblenmek ve onları temize çıkarmak isterler…
Hallacı Mansur’un “Ene’l Hak” sözünü tevil etmeleri gibi…
Celaleddin Rumi’nin “Erotik” anlatımlarını tevil etmeleri, Mesnevisi’nin Allah (c.c) katından olduğunu tevil etmeleri vs gibi….
Böyle kimseler şunu iyi bilsinler ki; Allah (c.c)’ın kitabında ve Rasulünün sünnetinde asla bir değişme olmaz… Din tamamlanmış ve kemale ermiştir… Bu yüzden, birilerinin din olarak insanlara sundukları ya da din olarak ortaya koydukları şeyler tamamlanan dine ters ise asla onlardan bu sundukları şeyler kabul edilmez ve reddedilir.
Bunu sunan ister bir beşer yöneticisi olsun, ister ismi meşhur bir tarikat şeyhi olsun… Sonuç hiç değişmez… Mutlak surette reddedilir. Çünkü bu, müslüman olmanın, İslam’ı muhafaza edebilmenin gereğidir…
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.
Zamanımızda Yaşamış ve Yaşayan Tarikat Ehli
Geçmişte saptırıcılar olduğu gibi günümüzde de insanları saptırmış ve bu sapıklık üzere ölüp gitmiş; hala saptırmakta devam eden ve hayatta olan saptırıcılar mevcut… Bunlar da kendilerinden öncekilerin yoluna adım adım uymaktadırlar…
Zamanımızdaki saptırıcıların bu işi yapmadaki gayeleri; mevcut sistemleri ayakta tutmak ve bu vesileyle dünyalık elde etmek, makam ve mevkilerini korumak sevdasıdır…
İşte bu vasıflı kimseler günümüzde İslam’ın önündeki engellerden birisidir. Öyle ki bu kimselerin icra ettikleri, insanlara sundukları tarikat anlayışı insanları saptırmakta, onların hakka bağlanmalarını önlemekte, insanları Allah (c.c)’a değil, şeyh denilen bir takım sapık kimselere taptırmaktadır.
Böylece kendilerine şeyh denilen kimseler insanlar nezdinde bir makam ve mevkiye sahib oldukları için bu makam ve mevkilerini kaybetmemek pahasına insanların sapmalarına, kendilerini Allah (c.c)’a ortaklar koşmalarına adeta göz yumarlar.
İslam’dan hiç nasibi olmayan bu saptırıcılar aynı zamanda beşeri sistemleri ayakta tutan direklerden birisidirler.
İşte bu kimselere asıl verilmesi gereken sıfat onların; Allah (c.c)’ın ayetlerini gizleyen birer bel’am, Allah (c.c)’a ve rasulüne pervasızca başkaldırarak insanları kendilerine ibadete çağıran birer tağut olduklarıdır.
Bunlardan bazılarını şöylece sıralayalım:
Müridlerince kendisine “Efendi hazretleri” diye hitab edilen Süleyman Hilmi Tunahan. (1959 senesinde İstanbul'da ölmüştür.)
Kendisine tabi olan kimselerin kendisini asrın müceddidi olarak isimlendirdikleri ve kendisine Bediüzzaman lakabını verdikleri Saidi Nursi. 23 Mart 1960'da ölmüştür.
Mehmed Zahid Kotku adıyla meşhur olmuş nakşi şeyhlerinden Muhammed Zahid Burusevi. (13 Kasım 1980'de ölmüştür.) (İskenderpaşa şeyhi)
Zamanımızda yaşamış ve “Seyda Hazretleri” namıyla meşhur Mehmet Raşit Erol. (Menzil Şeyhi) (22 Ekim 1993’te ölmüştür.)
Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi’nin “Ramuz el Ehadis” adını taşıyan ve birçok uydurma ve mevzu hadisleri içeren hadis kitabından (bu kitab diğer nakşi tarikatlarında da okutulmaktadır) dergahında ders yapan Mahmud Esad Çanakkalevi. (Esad Coşan.) (2001 yılında Avustralya'da geçirdiği bir trafik kazası sonucu ölmüştür.)
Müridlerinin kendisini “Büyük Veli”, “Şeyh Efendi” “Efendi Hazretleri” gibi isimlerle çağırdıkları Mahmud Ustaosmanoğlu (İsmailağa Camii şeyhi) (Hala hayattadır.)
Bunlar sadece birer simge... Daha bunlar gibi bir çokları vardır. Hatta bunlardan daha ileri giderek kendilerini açıkca peygamber ilan eden sapıklar bile türemiştir. Bu gibi sapıkların ve sapıklıkta daha ileriye varan kimselerin bu hareketleri kendilerine büyük bir rant sağladığı gibi, onlar sebebiyle bir çok insan hakkı göremez olmuş, bir çok insan bid’ate, şirke, küfüre sürüklenmiş, bir çok genç kızların namusları kirlenmiş, bir çok kurulmuş ailede neseb korunamaz olmuştur.
Herşeyden daha önemlisi; böyle kimseler sebebiyle İslam, insanlara korkunç ve çirkin gözükmüş... İşte bu, beşeri sistemlerin İslam’ı yıkmada kullandıkları bir metoddur...
Bir zamanlar İslam diyarı olan topraklardaki; gerek İslam adına ve gerekse gayri İslami yapılan her bir hareketi dikkatle gözlemleyen kimseler bunu çok açık ve net bir şekilde görecektir...
Bunu ise ancak gözleri ve kalpleri kör olmayan, basiretleri açık kimseler görebilirler. Kalp ve gözleri kör, basiretleri ise kapalı olanlar ise hiç bir şey göremezler.
Bunlar için Allah’tan hidayet dileriz. Bilmeyerek bunlara kananlar için ise bu yazımızın bir uyanış vesilesi olmasını temenni ederiz.
Bu yazımızda bu kimselerden bazılarının bizzat kendi ifadeleriyle sapık görüşlerini ortaya koyacağız.
Hakkı isteyen kimselere bir ışık tutması niyetiyle...
Zamanımızda Yaşamış ve Yaşayan Tarikat Ehlinin Sapıklıkları
SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN
T.C’nin bir çok camisinde vaizlik görevi icra etmiş günümüz bel’amlarından ve küfür düzenlerinin destekçilerinden ve de Nakşi tarikatı mensublarından birisidir.
Sapık tarikat ve tarikatçılıkla alakalı birçok sapıklıkları kabullenmiş ve müridlerine de kabullendirmiştir. Her hangi bir eser telif etmemiştir. Buna gerekçe olarak şöyle demiştir:
“Selefin mum ışığında yazdığı paha biçilmez hazine misali eserlerin toprağa gömülerek çürüdüğünü, bakkallara satılarak çöplüklerde çiğnendiğini, bir kısmının da kütüphane raflarında tozlanmış ve çürümeye terkedilmiş olduğunu gördüm. Medreseleri kapanmış, yazısı değiştirilmiş, din ilimleri yok olmaya yüz tutmuş olan bir zamanda, kitab yazmaktansa, yazılan ilmi eserleri anlayarak anlatacak ve ilmi satırdan göğse intikal ettirip yaşatacak talebe yani; canlı kitab yetiştirmeyi daha lüzumlu buldum.”
1 - Hallacı Mansur hakkında şöyle demiştir:
“Hallacı Mansur’un “Ene’l Hak” demesi “ben hakkım” demek değil, “Ene ale’l Hak” (Ben hak üzereyim) manasındadır. Kur’an’ı Kerim ve hadisi şerifte tevilat yapıyoruz da evliyaullahın sözünü neden hüsnü tevil etmiyoruz?”
2 - Onun rabıta ile ilgili şu sözleri onu tanımak için yeterlidir sanırım:
“Akılsız baş nasılsa, râbıta olmayan kalpte öyledir. İnsanı hayırdan ve irşattan alıkoyan, yegane şey nefistir... İnsan bazen gadaba gelip “kırarım, yakarım” der, ebeveynine âsi olur... Hep böyle şeyler nefsin mahsülüdür. Bu hallerden kurtulmak için tek çıkar yol ancak râbıtadır.“
“Aklın inkişâfı için râbıta ve zikr-i kalbî zarûrîdir.“
“Ana, meme verdikçe çocuk büyüdüğü gibi, nefis de, arzularına uyuldukça büyür. Hatta velî olsam, peygamber olsam der. Nefs-i emmâre ancak râbıta ile terbiye olunur.“
“Her şey râbıta ile kaimdir. Dünya, ay ve diğer peykler (gezegenler), güneşe rabıta yapıyor. Güneş, Arş-ı âlâya, Arş-ı âla sıfat-ı ilahinin nuruna rabıta halindedir.“
“Râbıta ehli, üstazların himayesiyle nazardan korunur ve kalpleri füyuzatla alâkadar olduğundan nazarları başkalarına isabet etmez, ziyan vermez.”
“Râbıtada geçen zaman ömre sayılmaz. Ömür dünya ile ölçülüdür. Râbıta ise uhrevîdir.”
Râbıtaya ehil olmayanlara ilim öğretmek hırsızın eline kılıç vermek gibidir. İlahi feyizlerden mahrum olduklarından öğrendikleri ilmi dünya menfaatine âlet ederler.
Tarîk-i Nakşî; rabıta yolu, enbiya ve mürselîn yolu, ârifler, kâmiller, sıddîklar yoludur. Tarîk-i müşahede ve tarîk-i şühuddur.” (Süleyman Hilmi Tunahan hakkında çeşitli kitabevlerince yazılmış, onun sohbetlerinden bir takım alıntılar... Ayrıca Ali Erol tarafından kaleme alınmış “Hatıratım” adlı kitabtan alıntılar...)
SAİDİ NURSİ
Saidi Nursi ile alakalı daha önce bir takım yazılar yazılmış, onun ve onun yolunda gidenlerin yanlışlığı ortaya konmuştu. Şimdi bazı şeyleri tekrarlamakta ve bazı şeyleri de ilave etmekte fayda vardır. Bunları şöylece sıralayalım:
1 - Saidi Nursi Milli mücadele döneminde İngilizlerin işgal planına uygun olarak Doğu'da ve güneydoğuda İngiliz hükümeti destekli bir Kürdistan kurulması amacıyla "Kürt Teali Cemiyeti" kurucuları arasında yerini almıştır. (Marmara brifingi, 1971)
2 - Anadolu'daki kuvâyı milliye hareketini "isyan" olarak vasıflandıran zamanın Osmanlı Şeyhülislâmının fetvasına karşı, mukabil bir fetva vererek millî kurtuluş hareketinin meşrûiyetini îlân etmiştir. Bu hizmetleri Anadolu'da kurulan Millet Meclisi'nin takdirini kazanmış ve Saidi Nursi bizzat Mustafa Kemal tarafından ısrarla Ankara'ya dâvet edilmiştir.
Bu konuyla ilgili olarak Saidi Nursi şöyle diyor:
“Mustafa Kemal beni şifre ile iki defa Ankara’ya taltif için istedi. Hatta demişti: “Bu kahraman hoca bize lazımdır.” (Emirdağ Lahikası- II-79)
3 - 1950 sonrası küfür sisteminde iktidar olan Adnan Menderes ile (DP hükümetiyle) işbirliği içinde olmuştur.
Bu konuyla ilgili olarak Saidi Nursi’nin şu sözlerine bir bakalım:
“Ben çok hasta olduğum ve siyasete alakasız bulunduğum halde Adnan Menderes gibi bir İslam kahramanı ile bir sohbet etmek isterdim. Hal ve vaziyetim görüşmeğe müsaade etmediği için, o suri konuşmak yerine bu mektub benim bedelime konuşsun diye yazdım.
Gayet kısa bir kaç esası, İslamiyetin bir kahramanı olan Adnan Menderes gibi dindarlara beyan ediyorum.” (Emirdağ Lahikası -II- 231)
Oysa beşer düzenlerinde iktidar olmak ya da iktidara adaylık göstermek tevhid inancına tamamıyla zıddır. Buna göre her kim gerek oylarıyla, gerek malıyla, gerek bedeniyle ve gerekse herhangi bir şekilde bu iktidar sahiblerini desteklerse veya onlarla işbirliği içinde olursa o kimsenin hükmü de onlar gibi olmaktan başkası değildir... Desteklenen kimsenin vasfı ise hiç önemli değildir.
Bu kısa bilgiden sonra şunları da aktarmakta fayda vardır:
Said-i Nursi, yaşamı boyunca bir takım risaleler yazmıştır. Bu risalelerin tümüne “Risale-i Nur Külliyatı” denir. Fakat yazdığı risaleler arasında bile zıtlıklar vardır.
Örneğin; Bir kitabında; “Cifir (cebir hesabı)... gaybı Allah’tan başkası bilmez ayetine karşı edep dışı bir davranıştır” (Lem’alar s: 39 yazıldığı tarih: 1957) Dediği halde daha sonraki kitablarında sık sık cebir hesabını kullanır ve kendi yazdıklarının ne kadar yüce olduğunu ortaya koymak ister. Hatta kıyametin vaktini bile tayin eder...
Buna örnek vermek gerekirse:
“Onlardan kimi şaki (isyankar)dır, kimi de said (mutlu)dir.” (Hud: 105) anlamındaki ayetin cebir hesabı yönünden sayı değeri 1303 eder. Hud Suresi 112. ayette; “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol”, anlamında bir ayet olduğu gibi Şura suresinin 15. ayetinde de aynı manada ayet vardır. “Vav”la başlayan Şura suresindeki ayetin cebir hesabı yönünden sayı değeri de 1309 eder. Bu tarihte bütün muhataplar içinde özellikle birine Kur'an adına iltifat ediliyor, doğru olmak yolunda buyruk veriliyor. Birinci tarih(1303) de ise, Risale-i Nurlar müellifi(Said-i Nursi)nin ilim tahsiline başladığı tarihtir. İkinci ayetin tarihi ise O müellif(Said-i Nursi)nin harika bir şekilde pek az bir zamanda ilimce en son noktaya ulaştığı(!), tahsili bitirdikten sonra ders vermeye başladığı ve 3 ayda, bir kış içinde, 15 senede ancak okunabilen 100'den çok kitap okuduğu ve o zamanın o muhitte en ünlü alimlerinin yanında o 3 ayın mahsulu fakat 15 yılın mahsulü kadar olan ilimleri kazandığı, ne kadar büyük bir alim olduğunu; hangi ilimden olursa olsun sorulan her soruya en doğru cevabı vermekle ispat ettiği tarihe rastlar."(Tasdik-i Gaybi, s. 61-62, yıl 1958)
Said-i Nursi bir yerde de kendisini şöyle tanıtır:
“İngiltere'nin en yüksek bilim kurulu, Şeyhülislamlık'a 6 soru sorup cevabını istediği zaman; o 6 soruya 6 kelimeyle cevap veren;
Yabancıların en çok önem verdikleri ve bilginlerinin en esaslı düstur saydıkları ilkelerine, gerçek ilim ve marifetle karşılık verip üstün çıkan;
.... Gerek Avrupa filozoflarına, gerek ülemasına ve gerek okullarda yetişmiş olanlara meydan okuyan, kendisi hiç soru sormadan sorulan soruları eksiksiz cevaplandıran..."(Lem'alar Risalesi)
İşte Said-i Nursi böyle üstün bir kişi olduğunu kendisi anlatıyor...
Kendisini öven bu zatın taraftlarları da onu; “misilsiz, muellif, hakikat kahramanı, bütün İslam aleminin muhtaç olduğu bir filozof” olarak tanımlamışlar ve ilmi değer bakımından Aristo’yu, İbni Sina’yı, İbnirruştu, Farabi’yi” geride bıraktığını söylemişler, hatta manevi sahada Türkiye’nin Gandisi olduğunu belirtmişlerdir. Onun eseri Risale-i Nur’u ise; Kur’an’ı Kerim’in 20. yüzyıldaki tefsiri saymışlardır.
Saidi Nursi, şehidlerin ölümleri sonrası insanlara yardım edebileceklerini isbat için şöyle der:
“Şehitler hayatlarını Allah yolunda feda ettikleri için Allah da onlara berzah aleminde, dünya hayatına benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayat ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmez, daha iyi bir yere gitmiş bilirler. Çok mutlu olurlar. İşte şehitlerin efendisi olan Hz. Hamza da böyle bir hayat yaşamaktadır. Kendine sığınan insanları koruması, dünya ile ilgili işlerini görmesi ve gördürmesi mümkün olabilir. (Said Nursî, Mektubat, 1. Mektup, Risale-i Nur Külliyatı, İstanbul 1994, c.I, s. 347.)
Bu anlayışa gore veli denen zatlar öldüklerinde daha çok yardım yapma imkanı elde ederler ve bir çok tasarruflarda bulunurlar.
Bu konuyla ilgili olarak sapık tarikat ehlinin öncülerinden olan Abdülkadir Geylânî’nin bir şiirinde geçen şu beyitleri meşhurdur:
“Müridim ister doğuda olsun ister batıda
Hangi yerde olsa da yetişirim imdada”
(Bu şiir, Said-i Nursî'nin "Sikke-i Tasdîk-i Gaybî adlı kitabında geçmektedir. Bkz. Risale-i Nur Külliyatı, İstanbul 1995, c.II, s. 2083.)
Tımarhaneye yollandı
Said Nursi'nin hayali, bir "Büyük Doğu Üniversitesi" kurulmasıydı. Saray bu fikri 'delilik' diye karşıladı.
Said Nursi, İkinci Abdülhamid'e "Doğu'da okullar açılmalı, dini bilgilerin yanı sıra fen bilimleri de öğretilmeli" diye başvurdu.
Saray bu talebi hoş karşılamadı. "Kim bu adam, deli mi, divane mi?" deyip Toptaşı Tımarhanesi'ne sevk etti.
-Kabirden yardım istemek = said nursiye mahsus
-Gaybdan haber vermek = said nursiye mahsus
-Ebced ve cifir gibi yahudi kabala işleri yaparak gaybi tarihler peydahlamak =said nursiye mahsus
-İradesi dışında Yazdırılan kitaba sahip olmak = said nursiye mahsus
-Uydurma - zayıf - hadisler nakletmek =said nursiye mahsus
-Uydurma zayıf hadisi bir kitabında sahih deyip diğer kitabında uydurma demek =said nursiye mahsus
-Hz. Ali'nin kucağına cibril tarafından kitap indirtmek =said nursiye mahsus
-Hz.Ali'nin kucağına indirilen kitabı manevi alemde kendisinden almak = said nursiye mahsus
-Yazdığı kitaba Kuranın sıfatlarını vermek =said nursiye mahsus
-Deprem -zelzele- yangını kitabına saldırıdan bilmek =said nursiye mahsus
-Şirk ürün Vahdet-i vücudu ve icatçısı ibn Arabiyi kitaplarında savunmak=said nursiye mahsus
-Şianın etkisinde kalarak akaidi oluştuğundan cevşeni piyasaya sürmek =said nursiye mahsus
Bitmez .....
Mehmet Zahid Kotku:
T.C’nin emri altında değişik camilerde görev yapan zamanımızın büyük belamlarından ve sapık tarikat ehli birisi...
Müridin inancı şöyle olmalıdır: "Ben ancak bağlı bulunduğum şeyhim ile hedefime ulaşabilirim. (KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 247, son paragraf.)
Haklı dahi görünse mürîdin üstadına itirazı haramdır. (KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s.5, 2. paragraf.)
Hz. Musa ile Hızır aleyhisselam kıssasında olduğu gibi şeyhe itiraz çok çirkindir. İtirazcının özrü kabul edilemez. İtirazdan doğan ayrılığın ilacı yoktur. Bu itirazın zararı, mürit üzerine akan feyzin kapanmasıdır. ( KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 246, paragraf 3.)
Müride lazım olan şartlardan biri de şeyhin emrettiği şeyleri tevil etmeyerek ve geciktirmeyerek yapmasıdır. Zira tevil ve geciktirme büyük kesintiye sebeptir. (KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 246, paragraf 5.)
Adabdan biri de şeyhinin sevmediği hoşlanmadığı şeylerden kaçınıp, şeyhinin güzel ahlakına ve yumuşaklığına aldanıp da sevmediği şeyleri yapmamasıdır. (KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 248.)
Şeyh müride bir şey telkin ettiğinde devamlı onunla meşgul olmalı ve kalbine hayır ve şer bir şey getirmemelidir. ( KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 248.)
Sadık müridin sermayesi sevgi ve bağlılıktır. İnatlık asasını ve muhalefet sevdasını bırakıp şeyhin emri altında sükunettir. Tarikata sevgisi ve şeyhine bağlılığı artan mürit tarikatta kalmaktan emin olur. ( KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 250.)
Mürit şeyhinin terbiyesinde ölü yıkayanın elindeki ölü gibi olmalıdır ki, şeyh, müride istediği gibi hareket edebilsin. (KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s.245, 3. paragraph)
Aynı isimli kitabın c: II s: 184-185’TE Allah (c.c)’ın isimlerinin ve sıfatlarının şeyhte gözüktüğü ifade edilmektedir.
ESAD COŞAN
Mehmed Zahid Kotku’nun sapıklığını ölünceye kadar yayan ve bu uğurda çaba sarfeden bir kimse...
Bu kimseyle ilgili bir tek örnek yeterlidir. Zira diğer bütün inançları Mehmed Zahid Kotku ile aynıdır...
Esat COŞAN, Ehl-i Sünnet Akaidi adlı kitabın başına, Mehmed Zahid KOTKU ile ilgili olarak şunları yazmış:
"...İnsanın kalbinden geçirdiğini bilir, gelenin sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi bağışlardı..." (Esat COŞAN (Halil NECATİOĞLU takma adı ile), Evliyanın Kerameti Haktır, Başyazı, İslam Dergisi, Ağustos l992, Sayı 108.)
Mahmut Ustaosmanoğlu:
Günümüzün sapık tarikat öncülerinden; veli diye kendisine hürmet edilen saptırıcılarından birisidir. Onun sapık düşüncelerinin belli başlıları şöyledir:
1 - “İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabir ehlinden yardım isteyiniz.” (Mahmut USTAOSMANOĞLU başkanlığında bir heyet, Ruhu'l-Furkan Tefsiri, İstanbul 1992, c. II, 82.)
Bu anlayış sahibleri, yukarda zikrettikleri uydurma bir hadise dayanarak kabirlere, türbelere giderek veli dedikleri kimselerin hastalıklara şifa vesilesi olacaklarını sanırlar veya herhangibir olumsuz hallerinin düzeleceğine inanırlar.
Bu inanç sahibleri ve bunlar gibileri, inançlarını doğrulamak için de şöyle bir olayı hikaye ederler:
“Bir değerli büyüğümüz bayram sohbetinde şöyle demiş:
"Benim bir hemşirem (kızkardeşim) vardı, yürüyemezdi. Adana'da o zaman bulunan bütün doktorlara gittik, dışarıda hepsine gösterdik çare bulamadılar. Nihayet bize dediler ki, Toroslarda bir zatın türbesi var, hastayı götürün orada bir gece durdurun. Allah'ın izniyle o zatın dua ve ruhaniyeti şifa vesilesi olur. Biz artık her türlü tıbbî ümidimiz kesildikten sonra oraya annemle birlikte hemşiremi sırtımızda götürdük. Geceleyin hemşirem birden bir feryad etti. Annem, acaba aklına, şuuruna bir şey mi oluyor, korkuyor mu? diye hemen yanına fırladı. Hemşirem halâ bağırıyordu. "İyi oldum, iyi oldum, yürüyorum, aman Allah'ım" diye haykırıyordu. Biz de hayretle yanına vardık. Sabahı beklemeden oradan döndük. Sırtımızda götürdüğümüz hemşirem yürüyerek eve geldi.” (Bir Bayram Sohbeti, Altınoluk Mecmuası, Şubat l997, s. 13.)
2 - “Bir veli ölünce ruhu, kınından çıkmış kılınç gibi olur.” (Ruhu'l-Furkan, c. II, s. 67)
Bu anlayışa göre veli sanılan bir kimse öldüğünde ruhu, kınından çıkmış kılınç gibi olur. Yani; her zaman için kendisinden yardım istenilebilecek durumdadır.
3 - Mahmut Ustaosmanoğlu bir konuşmasında şöyle demiştir:
“Biz Allah ile kullar arasında evliyâullahın ve meşâyih-i izâm (büyük şeyhler, veli kullar) hazerâtının ruhlarının (bu kimselerin kim oldukları Ruhu'l-Furkan, C.II, s.86'da daha açık bir şekilde geçmektedir.) vasıta olduğuna inanırız. Onların ruhaniyetinden istimdâd (yardımına çağırmak) eder, istiânede (yardımına istemek) bulunuruz.
4 - Mahmut Ustaosmanoğluna göre veli olmanın şartı şöyledir:
“Veli olmanın başlangıcı kul ile Mevla arasına giren düşüncelerin, ve kulun, Allah'a olan yabancılığının ortadan kaldırılmasıdır.
Mevlanın ikramıyla Allahü Teâlâ‘nın dışında kalan herşey sâlikin (tarikata girmiş kimse) gözünden silinir, Allah’tan başkasını görmez hale gelirse, fenafillah yani Allahü Teâlâ’da eriyip gitme adı verilen devlet hasıl olur ve tarikat hali sona erer. Böylece seyr-i ilallah yani Mevla’ya doğru olan manevi yürüyüş tamamlanmış olur.
Bundan sonra seyr-i fillah (Allah'da yürüyüş) denilen ispat makamına girilir ve kalbe sadece Allah (Celle celâluh) yerleşir. İşte bunları kazanan kişiye “veli”, yani hakiki Allah dostu demek doğru olur.
Nefsi emmare (sürekli kötülük emreden nefis) mutmainneye dönüşür; küfründen ve inkarından vazgeçer. O Mevlasından, Mevlası da ondan razı olur. Nefsin tabiatında bulunan ibadetlere karşı olan isteksizlik hali ortadan kalkar. ( Ruhu'l-Furkan, c. II, s. 63)
5 - “Manevi yolu iyi bilen ve salikleri o yola ulaştırabilen bir şeyh aramak şeriatın emirlerindendir.( Ruhu'l-Furkan, c. II, s. 63.)
6 - “Büyük Şeyh Mustafa İsmet Garibullah kuddise sirruhu hazretleri Risale-i kudsiyyesinde şöyle buyurdu: Hz. Ebu Bekr'e varıncaya kadar bütün silsilenden yardım istemeyi adet et. Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme vararak ondan da yardım iste. Şeyhini şefaatçı, aracı kıl ki, seni sevinçle doldursun.(Ruhu'l-Furkan, c. II, s.86. )
7 - “Rabıta bir müridin, mürşid-i kâmilinin ruhâniyetiyle beraber, suretini kalp gözünün önüne getirerek hayal etmesi ve kalbiyle ondan yardım istemesinden ibarettir. (Ruhu'l-furkan, c,II, s.64.)
8 - “Muhammed Halid Hazretleri, Risale-i Halidiye’sinde şöyle buyuruyor:
Rabıtanın en üstün derecesi, iki gözün arasında olan hayal hazinesi ile mürşidin ruhaniyetinin yüzüne hatta iki gözünün arasına bakmaktır. Zira orası feyiz kaynağıdır. Ondan sonra mürşide karşı kendini alçaltarak, son derece tevazu ile yalvarmak ve onu Mevlâ ile kendi arana vesile kılmak üzere, mürşidin ruhaniyetinin hayal hazinesine girip oradan kalbine ve derinliklerine yavaş yavaş indiğini düşünüp, senin de peşinden yavaş yavaş oraya aktığını ve indiğini hayal ederek, şeyhini, kendi nefsinden geçinceye kadar hayal gözünden kaybetmemektir.”( Ruhu'l-Furkân c. II, s. 79)
9 - “(Yusuf 12/24) ayetinin tefsirinde ekseri müfessirler, Allah dostlarının tasarruf ve imdadını (gücünü ve yardımını) açıklamışlardır. Müfessirlerden Keşşaf, doğruluktan ayrıldığı ve Mutezile Mezhebinin (Mutezile, bir kelâm mezhebidir. Vasıl b. Ata ve taraftarları kurmuştur. İnsanın kendi fiillerinin yaratıcısı olduğunu, Allah'ın bu konuda kimseye karışmadığını savunurlar. Bir çok konuda farklı görüşleri vardır.) görüşüyle vasıflandığı halde Yakup aleyhisselamın ruhaniyyetinin, şaşkınlığından parmaklarını ısırmış olduğu halde Yusuf aleyhisselama gözükerek “O kadından sakın.” dediğini açıklamıştır.” (Ruhu'l-Furkan, c. II, s. 65,66.)
10 - Ubeydullah el-Ahrâr es-Semerkandî hazretleri "Sadıklarla beraber olun." (Tevbe 9/119) âyetinin tefsirinde şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz sadıklarla beraber olmak, surette ve manada onlarla beraber olmaktır." Sonra da manevi beraberliği rabıta ve huzurla tefsir etmiştir ki, bu ehlince malum olan meşru bir iştir. (Ruhu'l-Furkan, c. II, s.66.)
11 - “Şeyhin iki gözünün arası feyiz kaynağıdır. Rabıta yaparken iki gözün arasında olan hayal hazinesi ile mürşidin ruhaniyetinin yüzüne hatta iki gözünün arasına bakılır... Sonra şeyhine karşı kendini son derece alçaltarak ona yalvarıyor, onu Allah ile kendi arasında vesile kılıyor.(Ruhu'l-Furkan, c. II, s. 79.)
Mehmet Raşit Erol
Menzil şeyhi olan ve Seyda hazretleri adıyla meşhur olan bu zat; kendisine gelen her kimseyi tevbeye çağırır, tevbe etmeleri için ve mürid olabilmeleri için gerekli olan müridlik şartlarını ellerine tutuştur, kendince müridlerine; kalb, letaif ve nefs-i isbat dersleri verirdi. Bununla birlikte yukarıda söz konusu olan sapık tarikatlarla ilgili her hal, bu sapık tarikatta da mevcuttur.
Bu açıklamalardan sonra sapık tarikat ehlinin şeyhleriyle ilgili inançlarıyla alakalı olarak şunları da ilave etmekte fayda vardır:
Sapık tarikat ehline gore; velîlerin üstün vasıflı olanlarına “evtâd” (direkler) denir. Onların üstünde “revâsî” (dağlar) vardır. Bir felaket zamanında kullar evtâd'a yönelir, evtâd da revâsîye yönelir. Revâsî’yi kutup idare eder.
Kutuptan sonra gelen iki kişiye “imâmân” denir. Bunlardan birine “imam-ı yemîn”, diğerine “imam-ı yesâr” adı verilir. İmam-ı yemîn kutbun hükümlerine, imam-ı yesâr da hakikatine mazhardır. Kutup ölünce onun yerini imam-ı yesâr alır. Kutup ile iki imam, üçleri oluşturur.
Kutup en büyük velîdir. Bütün erenlerin başı, Allah’ın izniyle kâinatta tasarruf sahibidir.
Gavs: Darda kalındığında sığınılan ve istimdâd edilen yani yardım istenilen kutuptur. Darda kalan sûfiler, “Yetiş ya Gavs!” diye gavsa sığınırlar. Gavs, istimdad edene yardım elini uzatır. Abdülkadir Geylânî, “Gavs-ı a’zam” lakabıyla ünlüdür.
Ancak bütün bu sığınma ve istimdâdlar, zahirde gavsa ise de hakikatte Allah’adır. Çünkü alemde yegane mutasarrıf Allah Teâlâ’dır. Ondan başka fail-i mutlak yoktur. “Gavs” olarak bilinenler, esmâ ve sıfât-ı ilahî mazharıdırlar.
Bunlardan başka, sayıları bir rivayette sekiz, diğer bir rivayette kırk olan “nücebâ” ile, sayıları on, ya da üçyüz olan “nukabâ” denilen ve insanların iç dünyalarından haberdar olan şahsiyetler vardır.
Genel olarak ricâlü’l-gayb ve gayb erenleri olarak anılan bu Hakk dostlarının makamı boş kalmaz. Ölenin yerine sırayla kendisinden sonraki yükseltilir. (Hasan Kamil YILMAZ, Altınoluk Mecmuası, Aralık l995 sayısı.)
Onlara göre Allah dünyanın cismânî düzenini sağlamak için bazı insanların bir takım görevler üstlenmesini murâd ettiği gibi, alemdeki manevî ve ruhanî düzenin korunması, hayırların temini, kötülüklerin giderilmesi için de sevdiği bazı kullarını görevlendirmiştir. Bunlar büyük peygamberlerin yerine, onlardan bedel kişilerdir. “Allah’ın yeryüzünü kendilerine musahhar kıldığı” kimseler olarak değerlendirilmiştir. Onlar alemin intizam sebebidir. İnsanların işlerini tanzim ettiklerine inanılır. (Hasan Kamil YILMAZ, Altınoluk Mecmuası, Aralık 1995 sayısı.)
Bu meselede anlatabileceklerimiz kısa ve öz olarak bu kadardır.
Zira aklı selim olan ve İslam’dan nasiblenmiş her kimse için bu anlatılanlar kafidir. Hakkı göremeyen ve gördüğü halde nefsine, heva ve hevesine uyan ya da hakkı görmek istemeyen kimselere ne kadar deliller sunulursa sunulsun yine de akletmez, gerçeği görmezler... Zira onların gözleri var; kördür, kulakları var; sağırdır, kalpleri var; kilitlidir, beyinleri var; düşünmekten, akletmekten uzaktır.
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.
alim dedikleri kişilere bak yaaaa