Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Imam Ibn-i Teymiyye'nin Akidesi

E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
İMAM İBN-İ TEYMİYYE'NİN AKİDESİ


İmam İbn-i Teymiyye'nin Akidesi

İmam İbn-i Teymiyye, akidesinin ne olduğu hakkında bizzat kendisinin yazmış olduğu kaside ile bize şu şekilde cevab vermektedir:

"Ey mezhebimi ve akidemi soran kişi! Doğru yolu bulmak için soru sorana, doğru yolda gitmek ihsan edilsin.

Sözünü tahkik ederek söyleyen, bundan yan çizmeyen ve değiştirmeyenin sözüne kulak ver.

Bütün ashabı sevmek benim yolumdur, bu sevgiyle onlara yakın olmayı, Allah’a yakın olmaya bir vesile (yol) sayarım.

Herbirisinin pek açık-seçik kadri ve fazileti vardır, fakat aralarından es-Sıddiyk daha da faziletlidir.

Kur’an hakkında, âyetlerinde geçenleri söylerim, o kadimdir, Allah tarafından indirilmiştir.

İlahi sıfata dair bütün âyetleri ilk tarzda nakledildiği şekilde hak olarak kabul ederim.

Bunun mesuliyetini de bu nakli yapanlara havale ederim ve bu hususta her türlü tahayyüle karşı onu korurum.

Kur’ân’ı bir kenara itip de söylediği söze: "el-Ahtal dedi ki..." diye delil getiren kişi ne çirkin iş yapmış olur!

Mü’minler, Rablerini hak olarak göreceklerdir. Ve keyfiyetsiz olarak (hadiste belirtildiği üzere) semaya iner.

Mizanı ve kendisinden içip, susuzluğumu gidereceğimi ümit ettiğim Havz'ı ikrar ve kabul ederim.

Aynı şekilde cehennemin üstünde uzatılacak sıratı da. Muvahhid olanları kurtulacak, diğerleri ise terkedileceklerdir .

Cehennem ateşine bedbaht olan bir kimse ilahi hikmet gereği girecektir, takva sahibi olan kişi de aynı şekilde cennete girecektir.

Canlı ve aklı başında herkesin kabrinde ameli kendisiyle birlikte olacak ve ona kabirde soru sorulacaktır.

İşte Şafîi’nin de, Malik’in de, Ebu Hanife’nin de sonra da Ahmed’in de nakledilegelen akidesi budur.

Eğer onların izledikleri yola uyarsan, ilahi tevfike mazhar olursun. Eğer bid’at bir yol ortaya koyarsan, kimse senin bu yolunu dayanak kabul etmez."


(Bknz. Cilâu'l-Ayneyn fi Muhakemeti'l-Ahmedeyn, s. 58
 
Y Çevrimdışı

Yed-i Beyza

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Banlanmayacağımdan emin olsam, bu adamın kim olduğunu burada kelimelerim ve tâkatim yetene kadar açıklar, sizi bu adamın yolundan "dosdoğru yol" a davet ederdim.Lâkin, imam (!) dediğiniz bu zat hakkında ehl-i sünnet ulemalarının yaptığı yorumları birazınıda olsa buraya koyacağım. Silecekseniz, kaçışınız manasına gelir. Yok, "kaçmıyorum, cevab ile çürüteceğim" derseniz ; buyurun!

***

İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki:
(İbni Teymiye kibirliydi. Kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdeti idi.) [Kam-ul Muarıd]

Bu, bir.

İbni Hacer-i Askalani hazretleri buyuruyor ki:
(İbni Teymiye; “Kabri Nebeviyi ziyaret için sefere çıkmak haramdır. [Hazret-i] Ali iman ettiği zaman çocuk olduğu için Müslümanlığı sahih olmadı. [Hazret-i] Osman malı çok severdi” diyerek eshab-ı kiramın büyüklerine dil uzattı.) [Ed-Dürer-ül-Kamine]

Bu, iki.

İslam âlimleri buyuruyor ki:

(Allahü teâlânın, sapıtmasına ilmini sebep ettiği kimsedir.) [İbni Hacer-i Mekki - Fetava-yı hadisiyye]

Bu,üç.


Şimdilik 3 tanesini yayımlıyor, tartışmaya devem etmeye müsade edecekseniz şayet gerisini de sunacağın inşâallah...

Selâm ve dua ile.


 
^^muvahhıd şehidan^^ Çevrimdışı

^^muvahhıd şehidan^^

Üye
İslam-TR Üyesi
بســـم الله الرحمن الرحيم

İlim Adamlarının Onun Hakkındaki Sözleri

(Burada bu değerli imamın hakkını verebilmek ve garezkârların şüphelerini reddetmek için sözü biraz uzatmış oldum.)

Arkadaş ve öğrencilerinden çok, onun düşmanları ve onun seviyesinde olan ilim adamları Şeyhu’l-İslam’dan övgüyle söz etmişlerdir. Hatta İbn Nâsıru’d-Din ed-Dımeşkî ondan övgüyle söz eden çağdaşlarından seksen ilim adamından daha fazlasını saymış ve bu hususa dair ünlü kitabı "er-Râddu’l-Vâfir” adlı eserini yazmıştır. Bu eserde 841 yılında vefat eden ve İbn Teymiyye hakkında "Şeyhu’l-İslam" diyen bir kimsenin kâfir olacağını iddia eden el-Alâ el-Buharî diye ün salmış, Muhammed b. Muhammed el-Acemî’nin görüşlerini red etmektedir.
İşte ben sözü geçen bu eserden gerek İbn Teymiyye’nin çağdaşı, gerek müellif İbn Nasiru’d-Din’in çağdaşı olan en ünlü ilim adamlarının birtakım sözlerini seçtim. Bizzat ona öğrencilik etmiş bulunan İbnu’l-Kayyim, İbn Kesir ve İbn Abdi’l-Hadî gibi öğrencilerinin ona dair övgü dolu sözlerini ayrıca kaydetmedim. Çünkü bunlar pekçok ve bilinen şeylerdir.
Ondan hayırla söz edip, onu öven ve müslümanlar arasındaki konumunu açıklığa çıkartanların bazıları:
1 - "Uyûnu’l-Eser fi’l-Meğâzîl ve’ş-Şemaili ve’s-Siyer" adlı eserin müellifi olan İbn Seyyidi’n-Nas (v. 734 h.) hakkında şunları söylemektedir:
"Ben onu bütün ilimlerde pay sahibi gördüm. Nerdeyse sünnete dair bütün rivayetleri ezberlemişti. Tefsire dair söz söyledi mi bu işin sancağını yüklenmiş olduğu görülürdü. Fıkha dair fetva verdi mi en ileri noktaya ulaşmış olduğu, hadise dair konuştu mu hadis ilim ve rivayetinde oldukça ehil olduğu, mezheb ve fırkalar hakkında konuştu mu bu hususta ondan daha etraflı bilgi sahibi kimsenin görülemediği, onun ilerisinde bu hususların kimse tarafından idrâk edilemediği anlaşılırdı. Kısacası bütün ilim dallarında akranlarından ileri idi. Onu gören hiçbir göz onun benzerini görmemiştir. Hatta kendisi bile kendisi gibisini görmüş değildir."
2 - "Siyer-u A'lami’n-Nubelâ"nın müellifi Şemsu’d-Din ez-Zehebî (v. 748) dedi ki:
"Benim gibi bir kimsenin onun niteliklerine dair söz söylemesinden çok daha büyüktür. Eğer Kâbe’de Hacer-i Esved’in bulunduğu rükün ile Makam-ı İbrahim arasında bana yemin ettirilecek olsa, hiç şüphesiz benim gözüm onun gibisini görmemiştir, diye yemin ederim. Allah’a yemin ederim bizzat kendisi bile ilim bakımından kendi benzerini görmüş değildir."
Bir başka yerde de şunları söylemektedir:
"Henüz buluğa ermeden Kur’an ve fıkıhı okudu, tartıştı, delilleriyle, görüşlerini ortaya koydu. Yirmi yaşlarında iken ilim ve tefsirde oldukça ileri dereceye ulaştı, fetva verdi ve ders okuttu. Pek çok eserler yazdı, daha hocaları hayatta iken büyük ilim adamları arasında sayılır oldu. Develere yük teşkil edecek kadar pek büyük eserler yazdı. Bu sırada onun yazdığı eserler belki dörtbin defter, belki de daha fazla tutar. Cuma günlerinde seneler boyunca herhangi bir kitaba başvurmaya gerek görmeksizin yüce Allah’ın kitabını tefsir etti. Fışkıran bir zeka idi, pekçok hadis dinlemiştir. Kendilerinden ilim bellediği hocalarının sayısı ikiyüzü aşkındır. Tefsire dair bilgisi en ileri noktadadır. Hadis, hadis ravileri (Ricâli), hadisin sahih olup olmamasına dair bilgisine hiçbir kimse ulaşamaz. Fıkhı, nakli -dört mezheb imamının da ötesinde- ashab ve tabîin’in görüşleri eşsizdi. Mezheb ve fırkalara dair, usul ve kelâma dair bilgisine gelince, bu hususta onun seviyesinde bir kimse bilmiyorum. Dile dair geniş bir bilgisi vardı, Arapçası oldukça güçlü idi. Tarih ve siyere dair bilgisi şaşırtıcı idi. Kahramanlık, cihad ve atılganlığı ise nitelendirilemeyecek kadar, anlatılamayacak kadar ileri idi. Örnek gösterilecek derecede çok cömert idi. Yemekte ve içmekte az ile yetinir, zühd ve kanaat sahibi bir kimse idi."
3 - "Tabakatu'ş Şafîiyye el-Kübrâ" adlı eserin müellifi Tacu’d-Din’in babası Takıyu’d-Din es-Subkî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şunları söylemektedir:
"Aklî ve şer’î ilimlerdeki geniş bilgisi, üstün kadri ve kaynayıp coşan denizi andıran hali ile ileri zekası, içtihadı ile bütün bu alanlarda anlatılamayacak ileri dereceye ulaşmıştı..." dedikten sonra şunları söylemektedir:
"Bana göre o bütün bunlardan daha büyük, daha üstündür. Bununla birlikte yüce Allah ona zühd, vera, dindarlık, hakka yardımcı olmak, hakkı yerine getirmek gibi özellikleri vermişti; bütün bunları da yalnızca Allah için yapardı. Bu hususta selef-i salihin izlediği yolu izlerdi. Bu konuda çok büyük bir pay sahibi idi. Bu dönemde hatta uzun dönemlerden beri onun benzeri görülmüş değildir."
4 - Muhammed b. Abdi’l-Berr eş-Şafîi es-Sübkî (v. 777)’de şunları söylemektedir:
"İbni Teymiyye’ye cahil bir kimse ile yanlış kanaat ve görüşlere sahib bir kimseden başkası buğzetmez. Cahil bir kimse ne söylediğini bilmez, yanlış kanaat sahibi kimseyi ise sahib olduğu yanlış kanaat onu bilip tanıdıktan sonra hakkı söylemekten alıkoyar."
5 - Hasımlarından birisi olan Kemalu’d-Din b. ez-Zemelkanî eş-Şafîi (v. 727) Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye hakkında şunları söylemektedir:
"Herhangi bir ilim dalına dair kendisine soru sorulacak olursa, onu gören ve onu dinleyen bir kimse, onun bu ilim dalından başka bir şey bilmediğini zanneder ve bu seviyede kimsenin o ilmi bilmediğine hükmederdi. Diğer mezheblere mensub fukaha onunla birlikte oturduklarında kendi mezhebleri ile ilgili olarak daha önceden bilmedikleri şeyleri ondan öğrenirlerdi. Herhangi bir kimse ile tartışıp da hasmı tarafından susturulduğu bilinmemektedir. İster şer’î ilimler olsun, ister başkaları olsun herhangi bir ilim hakkında söz söyledi mi mutlaka o ilim dalının uzmanlarından ve o ilmi bilmekle tanınanlardan üstün olduğu ortaya çıkardı. Beşyüz yıldan bu yana ondan daha ileri derecede hadis hıfzetmiş kimse görülmüş değildir."
6 - Mâlikî ve (sonraları) Şafîi mezhebine mensub İbn Dakîk el-Iyd (v. 702 h.) onun hakkında şöyle demektedir:
"İbn Teymiyye ile biraraya geldiğimde bütün ilimlerin onun gözü önünde bulunduğunu, bu ilimlerden istediğini alıp, istediğini bırakan bir kişi olduğunu gördüm."
7 - Aslen İşbilyeli, Dımaşk’lı (v. 738 h.) el-Birzâlî Ebu Muhammed el-Kasım b. Muhammed, İbn Teymiyye hakkında şunları söylemektedir:
"Hiçbir hususta arkasından yetişilemeyecek bir imamdı. İçtihad mertebesine ulaşmış ve müçtehidlerin şartları kendisinde toplanmıştı. Tefsirden söz etti mi aşırı derecedeki ezberleri dolayısıyla, güzel sunması ile herbir görüşe tercih zayıflık ve çürütmek gibi layık olduğu hükmü vermesiyle ve herbir ilme dalabildiğine dalması ile insanları hayrete düşürürdü. Huzurunda bulunanlar onun bu haline şaşırırlardı. Bununla birlikte o zühd, ibadet, yüce Allah’a yönelmek, dünya esbabından uzak kalıp, insanları yüce Allah’a davet etmeye de kendisini büsbütün vermiş bir kimse idi."
8 - Şafîi mezhebine mensub Dımaşk’lı ve Tehzibu’l-Kemâl adlı eserin sahibi Ebu Haccac el-Mizzî de (v. 742 h.) Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye hakkında şunları söylemektedir:
"Onun benzerini görmedim, kendisi de kendi benzerini görmüş değildir. Allah’ın kitabı ve Rasûlünün sünneti hakkında ondan daha bilgilisini, her ikisine ondan daha çok tabi olanı görmüş değilim."
Bir seferinde de şöyle demiştir:
"Dörtyüz yıldan bu yana onun benzeri görülmemiştir."
9 - Fethu’l-Barî adlı eserin müellifi İbn Hacer el-Askalânî (v. 852 h.) onun hakkında şunları söylemektedir:
"En hayret edilecek hususlardan birisi de şudur: Bu adam Rafızî, Hulûlcüler, İttihatçılar gibi bid’at ehline karşı bütün insanlar arasında en ileri derecede duran bir kimse idi. Bu husustaki eserleri pekçok ve ünlüdür. Onlara dair verdiği fetvaların sınırı yoktur."
Yine onun hakkında şunları söylemektedir:
"Şeyhu’l-İslam Takıyu’d-Din’in, kanaatlerini kabul edenin de, etmeyenin de çokça istifade ettiği ve herbir yana dağılmış eserlerin müellifi ünlü öğrencisi Şemsuddin İbn Kayyim el-Cevziyye dışında eğer, hiçbir eseri bulunmasaydı dahi, bu bile İbn Teymiyye’nin ne kadar yüksek bir konuma sahib olduğunu en ileri derecede ortaya koyardı. Durum böyle iken bir de gerek akli, gerek nakli ilimlerde Hanbeli mezhebine mensup ilim adamları şöyle dursun, çağdaşı olan Şafîi ve diğer mezheblere mensup en ilerideki önder ilim adamları akli ve nakli ilimlerde oldukça ileri ve benzersiz olduğuna da tanıklık etmişlerdir."
10 - "Umdetu’l-Karî Şerhu Sahihi’l-Buharî" adlı eserin müellifi Halefî Bedru’d-Din el-Aynî (v. 855 h.) Şeyhu’l-İslam hakkında şunları söylemektedir:
"O, faziletli, maharetli, takvâlı, tertemiz, vera’ sahibi, hadis ve tefsir ilimlerinin süvarisi, fıkıh ve hadis usulü ve fıkıh usulü ilimlerinde gerek anlatımı ve gerek yazımı itibariyle ileri derecede idi. Bid’atçilere karşı çekilmiş yalın kılıçtı. Dinin emirlerini uygulayan büyük ilim adamı, marufu çokça emreden, münkerden çokça alıkoyandı. Son derece gayretli, kahraman ve korku ve dehşete düşüren yerlerde atılgan, çokça zikreden, oruç tutan, namaz kılan, ibadet eden bir kimse idi. Geçiminde kanaatkarlığı seçmiş, fazlasını istemeyen bir kimse idi. Oldukça güzel ve üstün şekilde sözlerine bağlı kalır, çok güzel ve değerli işleriyle vaktini değerlendirirdi. Bununla birlikte aşağılık dünyalıktan da uzak kalırdı. Meşhur, kabul görmüş ve tenkid edilebilecek bir kusuru bulunmayan, nihaî sözü kestirip atan fetvaları vardır."
Onun şan ve şerefine dil uzatan kimselere karşı savunarak ve bu gibi kimseleri yeren bir üslubla da şunları söylemektedir:
"Ona dil uzatan kimse ancak gülleri koklamakla birlikte hemen ölen pislik böceği gibidir. Gözünün zayıflığı dolayısıyla ışık parıltısından rahatsız olan yarasaya benzer. Ona dil uzatanların tenkid edebilme özellikleri de yoktur, ışık saçıcı, dikkate değer düşünceleri de yoktur. Bunlar önemsiz şahsiyetlerdir. Bunlar arasından onu tekfir edenlerin ise ilim adamı olarak kimlikleri belirsizdir, adları, sanları yoktur.
En yaygın bilinen hususlardan birisi de şeyh, imam, büyük ilim adamı Takıyu’d-Din İbn Teymiyye’nin en faziletli ve üstün şahsiyetlerden, eşsiz ve pek kapsamlı belge ve delillerden birisi olduğudur. Onun sahib olduğu edep ve terbiye, ruhları besleyen bir ziyafeti andırırdı. Onun seçkin sözleri adeta duyguları harekete getiren hoş bir içkiyi andırırdı. Oldukça ileri derecede düşünürlerin olgun meyveleri gibi idi. Onun bu alandaki tabiatı çiğlikten ve çirkinlikten son derece uzaktı. Üzerleri örtülü pekçok hususun örtüsünü açan kişi idi ve böylelikle kapalılıkları gideren zındıkların, inkârcıların dine dil uzatmalarına karşı dinin savunucusu, peygamberlerin efendisinden gelen rivayetleri ilmi tenkide tabi tutan ashab ve tabîinden gelen rivayetleri de tenkid süzgeçinden geçiren bir şahsiyet idi."
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Kaynak Olduğu Belli Olması İçin Resim Olarak Atılmıştır.



KARDEŞİM KAYNAK OLDUĞU BELLİ OLSUN DİYE RESİM EKLEYECEĞİNE KAYNAĞIN İSMİNİ VERSEYDİN. HER EKLENEN RESİM KAYNAK BELİRTİRSE HEM ÖVME HEM DE YERME NİN ÖNÜNE GEÇİLMEZ. AYRICA İBNİ TEYMİYYE SÖYLEDİ DİYE VERMİŞ OLDUĞUNUZ YAZILARINDA HANGİ KİTAPTAN OLDUĞUNU VERMNİZ LAZIM. YOKSA BAŞINA İBNİ TEYMİYYE YAZIP BEN DE SAYFALARCA YAZARIM.

LÜTFEN İBNİ TEYMİYYE HAKKINDA ELEŞTİRİ YAZARKEN BU SİTEDE DİĞER KARDEŞLERİN ÖĞERKEN VERDİĞİ KAYNAKLAR GİBİ SİZDE KAYNAK GÖSTERİNİZ.
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
İbn Ahnânî, İbn Teymiye'nin kabir ziyareti konusundaki fikirlerini Alâeddin Buharî (v. 841/1437) bir taraftan Fazihatu'l-Mülhidîn adıyla bir eser yazıp İbn Arabi'ye kâfir ve zındık derken, diğer taraftan «Her kim İbn Teymiye'ye Şeyhu'l-İslâm derse kâfir olur, ardında namaz kılınmaz» demişti. İbn Nâsıriddin'in er-Reddu'l-Vâfir isimli eseri bu fetvayı red için yazılmıştır. Yine buna karşı Bedruddin Aynî, asıl İbn Teymiye'ye kâfir diyen tam manasıyla kâfirdir, demiştir.


İbn Teymiye'nin en amansız düşmanlarından biri de onun hakkında en katı hükmü vermiş olan İbn Hacer el-Heytemî (v. 974/1576)'d i r. el-Fetâva'l-Hadisiyye'de (Beyrut, ts. s. 114-116) der ki: «İbn Teymiye Allah'ın belâsını verdiği, sapıttığı, gözünü kör, kulağını sağır ederek aşağıladığı bir kişidir. Hâli bozuk, sözleri yalandır, dedikleri tartışmaya değmez. Hayattakilere sövmekle yetinmeyip ölüleri bile tekfir etmiştir. Sözleri çirkin ve küfürdür. Allah bizi inancından, hareketinden ve yolundan korusun.»
Umumiyetle Heytemî'nin muhteris bir kişi olduğu ve yukarıdaki sözleri garazkârlığın sonucu olduğu kabul edilir. Kendisini talebesi Ali Kârî reddetmiş ve İbn Teymiye'nin haklı olduğunu savunmuştu. İbn Alûsî. Heytemî'yi red için Cîlâul-Ayneyn isimli eseri yazmıştı.


İbn Battuta, meşhur seyahatnamesinde şöyle der: Şam'da iken İbn Teymiye cuma hutbesini okumuş ve bir basamak aşağıya inerek «İşte Allah benim inişim gibi iner» (nüzul) demişti. «Zaten onun aklından zoru vardı.»
el-Baytar, İbn Battuta'nın yukardaki ithamını sekiz yönden reddetmiştir.(el-Baytar, Hayatu Şeyhülislâm İbn Teymiye, 36-44, Selim Hilâl, İbn Teymiye, s. 50.). İbn Teymiye'nin hiç bir eserinde böyle bir ifade kullanmaması, ayrıca o çağdaki düşmanlarının bile böyle bir iddiada bulunmamış olmaları İbn Battuta'nın ithamının tamamiyle bir hayalden ibaret olduğunu gösterir. Son zamanlarda buna bir nazire olmak üzere İbn Teymiye'nin güya sandalyesine otururken «İşte Allah'ın arza istivası da böyledir» dediği iddia edilmiştir.







 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Fakihleri kötülemek amacıyla Muhyiddin-i Arabi şöyle demektedir:

“... fakihler, evliyânın Firavun’ları ve Tanrının iyi kullarının Deccallarıdır... (El - Futûhât El - Mekkiyye, Muhyiddin İbn’ül Arabi, sayfa 11. )


Muhyiddin İbn’ül Arabinin, Kur’an’a karşı olan sözlerinden bazı örnekler :

“Futûhât’da dikkatimizi çeken bir motifde, İbn’ül arabinin eser yazmak için dâima Allah’dan bilgi hatta izin beklediğini söylemesidir. Futûhat’da şöyle diyordu :”
<<... Eserlerimi yazmak husûsunda, bana gerçekten izin verilmiştir...>>
<<... Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki, buradaki her harfi ilâhi bir imlâ ve rabbâni bir ilkâ (= ulaştırma) ile yazdım...>> demektedir. İşte bu gibi sözlerle, normal boyda 7000 sayfa tutan Futûhat’ın her harfini dahi kendisine Allah’ın dikte ettiğini iddia ediyordu.” (El - Futûhât El - Mekkiyye, Muhyiddin İbn’ül Arabi, çeviri. Prof Dr. Nihat Keklik, Kültür Bakanlığı Yayınları - 1990 sayfa 93. )


Muhyiddin-i Arabinin, İhlâs sûresinin yalnız kendisi için özel olarak indiğini ve kendisinin bizzat bu süreden ibaret olduğunu söylemesi ve dolayısıyla vasıf olarak doğrudan doğruya Allah olduğunu iddia etmesi :

“... Bu (ihlâs) sûre(si), bana Haleb’te tecelli etti.
Bana denildi ki :
- Bu sûreyi gördüğün zaman, ne bir insan ne de bir canlı onun ışıklarını göremez.
(İşte) bu sûre için ve bu sûreden, bana doğru büyük bir temâyül gördüm. (sûre) bana bundan önce girdiğim bu ev (!) gibi temsil edilmişti. Sonra denildi ki :
- Bu (sûre) sana, diğer müslümanla hâricinde hâlis (yani mahsus)tur. Bunlar bana söylenince işâreti anladım ve bu işâretin zâti (yani bana mahsûs) olduğunu ve benim sûretimin gayrisi değil fakat aynisi olduğunu anladım. ... Ve:
- İşte ben, buyum dedim. ...” (El - Futûhât El - Mekkiyye, sayfa 55-56).


MUHYİDDİNİ ARABİ DEMİŞKİ:


“İnsan-ı kâmil de bu âlemde İlâhi isimler aracılığıyla dilediğince tasarrufta bulunur.” (Muhyiddin İbn el-arabi, Nakş El-Füsus Şerhi, İsmail Ankaravi, Ribat Yayınları, hazırlayan İlhan Kutluer 1981 Ocak baskısı, sayfa 14).



BENDE DERİMKİ:



O dediğiniz yaratılmış kullar, değil bu aleme, kendi bedenlerine bile tasarrufta bulunamaz ve hükmedemezler. Birkaç gün uyumadan, yemeden-içmeden duramazlar. Hatta bağarsaklarına bile hükmedemezlerde def-i hacet için helanın yolunu tutarlar.



İlahi isimleri bu işe alet etmekte başka bir yanlış. Allahın güzel isimleri alemde tasarruf yapmak için değil, ona dua etmek için vardır.



En güzel isimler Allah'ındır, O'na o isimlerle dua edin, O'nun isimleri konusunda eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını göreceklerdir.(7 Araf 180)


DEVAMI GELİYOR BEKLE.
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Muhyiddin İbn el-arabinin diğer bazı meşhur sözleri de şunlardır :

“ -Sübhâne min ezheru’l – eşyâi ve hüve aynühâ”
(İslâm Tasavvuf Tarihi, Akabe Yayınları 1985 Mehmed Ali Ayni, sadeleştiren H.R. Yananlı Sayfa 21).
Manası: Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, eşyadan en parlak şekilde görünür ve O, O’nun aynıdır.
“ – İnne vücudu’l – hâdisati’l – mahlukat hüve aynı vücudu’l – hâlik”
(Yukr. Adı geçen eser, s.21)
Manası : Şüphesiz yaratıkların sonradan olma varlığı. Yaratıcının varlığının aynıdır. Yaratıcının Vücuduyla, yaratıkların vücudu arasında fark yoktur.

“ - İzâ kâne’l – ârifu arifen hakikaten lem yetekayyüd bi-Mu’tekıd.”
(Yukr. Adı geçen eser, s.21)
Manası : Hakk’ı tanıyan kişi gerçekten tanıdığı zaman itikad sahibinin itikadıyla bağlanmaz. Yani; Hiçbir dine veya inanca bağlı olmaz, onun için iyi ve kötü; doğru ve yanlış; İman ve küfür ayırımı yoktur; hepsi bir ve aynı şeydir.

“El – abdü rabbin ver – rabbü abdün / Ya leyte şiiri mine’l – mükellef…”
(Yukr. Adı geçen eser, s.21)
Manası : Kul Allah’tır, Allah’ta kuldur. / Ya mükellef olan kimdir ? Yani mükellef diye bir şey yoktur, dolayısıyla din diye bir şey yoktur.
- Ene’l – furkan ve’s – seb’ül – mesâni / Ve ruhu’r – ruh la ruhu’l – evâni.
(Yukr. Adı geçen eser, s.21)
Manası : Furkan yani Kur’an benim ve Kur’an-da bahsi geçen yedi çift benim. ( bununla Fatiha sûresini kastediyor), ve ruhun ruhuyyum, kalıpların ruhu değil, diyor.

Muhyiddin-i Arabi’nin bütün bu ve bunlar gibi sözleri, Kuran’a göre açık bir şekilde şirk ve küfür olan sözlerdir. Öyle ki, bu gibi sözler. Firavun’un şirk ve küfür olan sözlerini dahi aşmaktadır. Zira, Firavun, kendisinin Allah olduğunu iddia etmişti, Muhyiddin-i Arabi ise her şeye Allah demektedir. Bütün Vahdet-i Vücûd’çuların durumu bundan farklı değildir. Tasavvufun kökü temeli budur dense noksan olur, zira tamamı odur.
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Ayrıca, Muhyiddi-i Arabi’nin Vahdet-i Vücûd görüşünü savunmak için. “Hak için mahlukların hepsinde Zuhur yani belirme vardır.” – “öğen de, öğülen de ancak O’dur.” – “sen O’sun” – “Hakk’ın her bir Mâbud’da (putta) bir veçhi (yüzü) vardır. Onu bilen bilir, bilmeyen bilmez…Böyle olunca her Mâbud’da (putta) Allah’tan başkasına ibadet olunmadı.” – “Sen yere gömüldüğün vakit O’nun içindesin, O senin zarfındır.” gibi ifadelerle putlara ilâhlık atfetmekte ve aslında putlara tapanların Allah’a taptıklarını iddia etmektedir. Bu ise daha önce de belirttiğim gibi, Kuran’ın tevhid yani Allah’ı tekbir İlâh kabul etme öğretisine ters bir anlayıştır.


Batıni olmayanlarla fakihleri kötüledi, bununla yetinmeyerek zındıkları övmesi :

“… Bu tâifenin efendisi Cüneyd dedi ki :
- Zındık olduğuna bin tane sıddik ( = tam iman sahibi kimse) şahâdet etmedikçe, hiç kimse hakikat derecelerine ulaşamaz..….” (El – Futûhât El – Mekkiyye, Muhyiddin İbn’ül Arabi, sayfa 236. )
Bu iddiaya göre, bir kimsenin hakikat derecelerine ulaşması için, bin Müminle inanç konusunda ters düşmesi ve onların onu bir zındık olarak kabul etmeleri gerekirmiş. Başka bir ifadeyle, kim müminlerin, inandıklarının tam tersine inanırsa o kimse hakikati bulan bir evliya imiş.

Muhyiddin İbn’ül Arabinin, Kur’an’a karşı olan sözlerinden bazı örnekler :
“Futûhât’da dikkatimizi çeken bir motifde, İbn’ül arabinin eser yazmak için dâima Allah’dan bilgi hatta izin beklediğini söylemesidir. Futûhat’da şöyle diyordu :”
<<… Eserlerimi yazmak husûsunda, bana gerçekten izin verilmiştir…>>
<<… Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki, buradaki her harfi ilâhi bir imlâ ve rabbâni bir ilkâ (= ulaştırma) ile yazdım…>> demektedir. İşte bu gibi sözlerle, normal boyda 7000 sayfa tutan Futûhat’ın her harfini dahi kendisine Allah’ın dikte ettiğini iddia ediyordu.” (El – Futûhât El – Mekkiyye, Muhyiddin İbn’ül Arabi, çeviri. Prof Dr. Nihat Keklik, Kültür Bakanlığı Yayınları – 1990 sayfa 93. )

“Futâhad’da çok nâdir olarak gözümüze çarpan başka bir motifde, İbn’ül – arabinin kendisine âyet(!) geldiğini iddiâ etmesidir… Bizzat kendisi şöyle diyordu :”
<<… İşte bu 586 yılında İşbiliye kabristanında bir Cuma günü namazdan sonra bize gelen âyet’dir. Bu sırada sarhoş (gibi) kaldım : Üç yıl müddetle namazda veyâ uyanıkken yahut uykuda, ancak bunu okuyabiliyordum…>> (bahsi geçen; El – Futûhât El – Mekkiyye, Muhyiddin İbn’ül Arabi, sayfa 99. )

Kendi yazdıklarının tamamı için de, Allah’tan gelme olduğunu ve kendisine ayet indiğini İbn’ül Arabi, kendisince Kuran’a alternatif üretmeye çalışıyor
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Muhyiddin İbn’ül Arabi’den nakledilen ve Kitabı Futûhât da yer alan başka bir rivayette, güya babası ölmezden onbeş gün önce ölüm gününü bildirmiş ve dediğine göre aynen tahakkuk etmiştir. Fakat nasıl tahakkuk etmiş? Şöyle anlatıyor :
“<<.. Bu hali, rahmetli babam’da dahi gördüm. Zira onu, yüzünde canlı (insan)ların sûreti (şeklinde) olmasından (dolayı), şüphe ile defnettik. Onda ölülerin damarlarının (nabzının) durması ve nefes kesilmesi yoktu. Ölmezden on beş gün önce öleceğini bana haber vermiş ve Çarşamba günü öleceğini söylemiş. Nitekim böyle oldu : ölüm günü gelince, şiddetli bir şekilde hastalanmıştı. Bir şeye dayanmaksızın doğruldu ve dedi ki :
- Oğlum, bugün (artık) göç ve (Cenab-ı Hakk ile ) karşılaşma olacak. Men de :
- Allah bu sefer’inde ( = yolculuk’unda) sana selâmet versin ve mülâkatında seni mübârek kılsın dedim. Bu söz ile ferahladı ve :
- Oğlum, Allah benden (yana) sana iyilik mükâfatı versin. Senden işittiğim ve bilmediğim, belki de bir kısmını (daha önce) inkâr ettiğim (söz) işte budur dedi.
Sonra her iki yanında (? Yanağında) bedeninin rengine uymayan bir parıltı zâhir oldu : İnci gibi parıldayan bir nur… İşte pederi kaplayan bu parıltı, yüzüne doğru yayıldı ve bütün bedenini istilâ etti. Onun elini öptüm, vedalaştım ve huzurundan ayrıldım.
- Ben Câmi-i Kebir’e gidiyorum. Ölüm haberin gelinceye kadar (oradayım) dedim.
- Git ve benim yanıma bir kimsenin girmesini bırakma dedi. Sonra kendi karısı’nı ve kızları’nı (etrafına) topladı. Öğle (vakti) olunca ölüm haberi bana geldi. Kendisine gittim ve bakanları :
- Ölü mü? Yoksa diri mi? (diye) şüphede bırakan bir halde buldum. İşte böyle bir halde onu defnettik.
Babamın büyük bir meşhed’i (şahadeti) vardı. … Bu makamın sahiplerinin hâyatı ve ölümü (birbirine) müsâvidir…>> (El – Futûhât El – Mekkiyye, Muhyiddin İbn’ül Arabi, çeviri. Prof Dr. Nihat Keklik Kültür Bakanlığı Yayınları – 1990 sayfa 128-129 ).




BU MU SİZLWERİN İNANDIĞI ALİMLERİ. DAHA BUNLAR NE Kİ. ADAM 1 YAŞINDAKİ KIZININ BİLE KENDİSİNE CİNSEL MÜNASEBET HAKKINDA SORU SURDUĞUNU İDDİA EDER. BU NASIL MANTIKDIR YA. UÇMALAR KAÇMALAR. SAYISIZ KERAMETLER. BİR DÜŞÜNÜN YA. NEDİR BU ADAMALRIN DERDİ BİR DÜŞÜNÜN. KARALAMA YAPMAYI BIRAK TA BİR BAK. İNANDIĞIN İNSANLAR NELER YAPMIŞ.
 
E Çevrimdışı

ebuasımbinmakdisi

Üye
İslam-TR Üyesi
Allah (c.c)‘a hamd olsun! O’na şükreder, O’ndan yardım diler, O’nun bağışlamasını isteriz. Nefislerimizin şerrinden, kötü amellerimizden O’na sığınırız. Allah (c.c) kime hidayet ederse onu saptıracak, kimi de saptırırsa ona hidayet edecek yoktur. Şehadet ederim ki; Allah (c.c)‘tan başka ibadete layık ilah yoktur. O tektir, O’nun ortağı yoktur. Ve yine şehadet ederim ki; Muhammed (a.s) O’nun kulu ve rasulüdür.

Çağımız öyle bir dönem ki, bir yanda hakka apaçık karşı gelen, diğer yanda da hakkı batılla süsleyen, hak adına bir çok çirkinlikleri işlemekten haya etmeyen insanların bir zamanlar İslam diyarı olan ülkelerde kendilerine “müslüman” ismini yakıştırdıkları korkunç, korkunç olduğu kadar da hayret ve esef verici bir dönem…
Bu dönemde bir yanda beşer fikrinin ürünü olan kanunlar kendilerine müslüman adını veren toplumlarda uygulanmakta, diğer yanda hüviyetlerinde “müslüman” yazılı olan halklar bu kanunlara teslim olmakta ve bu kanunlara teslim olan “teslimiyetçilere”, onların yardakçılarına, destekçilerine, muhafızlarına, gözcülerine, direklerine bağlı kalıp onların çizgileri doğrultusunda hareket etmektedirler.
Öyleyse bu “teslimiyetçiler” kimlerdir?
1 - İslam Alimi Kılığındaki Bel’amlar: Zamanımızda beşeri sistemleri ayakta tutan ve insanları İslam’dan uzaklaştıran kimselerin en başında yer almaktadırlar. Bu kimseleri şu şekilde sınıflandırabiliriz:
a) Cami Hocaları, Müftüler, Hatibler: Bunlar; kafir devletlerin bünyesinde görev alan, yine bu kafir devletlerin isteği doğrultusunda hareket eden, Allah (c.c)’ın hükümlerini gizleyen, insanlara gerçek İslam’ı açıklamayan, insanlara İslam’ın hükümlerini tevil ederek, onların anlamayacakları ve kafir sistemlere zarar vermeyecek ve onların hoşlarına gidecek şekilde açıklayan, Allah (c.c)’ın, meleklerin, mü’minlerin ve bütün lanetçilerin kendilerine lanet ettiği parayla satın alınmış devlet memurlarıdır.
b)Cemat Veya Parti Liderleri: Bunlar; ya kafir sistemlerin kontrolü altında kasıtlı olarak ortaya çıkarılmış ya da kasıt olmaksızın kendiliklerinden ortaya çıkmış, fakat kafir sistemin bekasını sağlayacak şekilde hareket eden, bu şekilde insanları gerçek İslam’a değil de kendi anlayışları doğrultusundaki İslam’a davet eden, böylece peşlerinde çokca sayıda kitleleri toplayan kimselerdir. Bu kimseler gerçek İslam’ı açıklamamalarının sebebi; ya cahil olmaları ya da kafir sistem tarafından görevlendirilmiş olmalarıdır. İşte bu sebeble bu gibi kimseler insanları oyalayıp durmaktadırlar. Zira öyle cemaatlar ya da partiler varki sayıları milyonları geçmiş. Bu milyonlarla, değil bir beldede dünyada Allah (c.c)’ın hükümleri hakim kılınır. Allah (c.c)’ın kendisine akıl verdiği bir kimse bu konuda biraz düşünürse ve basireti de körelmemişse bunun böyle olduğunu açıkca görebilir. Fakat bu kimselerin sayıları çok olmasına rağmen akideleri bozuktur. Bu bozuk akideleri sebebiyle de hiç bir zaman bu kimselerin İslam’ı getirmeleri söz konusu değildir...
c)Tarikat Şeyhleri: Bunlar da kafir sistemlerin kontrolü altında ya kasıtlı olarak veya kendiliğinden ortaya çıkan, fakat kafir sistem için zararı olmayıp bilakis faydası olan, bu kafir sistemin bekasını sağlayan kimselerdir. Bu kimseler de insanlara gerçek İslam’ı anlatmazlar. Üstelik İslam’da yeri olmayan bir çok hurafe, bid’at, sapıklık türetirler. İnsanlar da onlardan gördükleri, duydukları herşeyi İslam’dan zannederek yerine getirirler. Şeyhlerine öyle kudsiyet verirler ki onların her söylediğine bağlanılması ve uyulması gereken bir değer olarak bakarlar. Bu sebeble yaptıkları amellerin Allah (c.c)’ın emirlerine uygun olup olmadığını hiç mi hiç düşünmezler. Zira şeyh ne söylerse, ne yaparsa onlar için doğrudur ve yapılması, bağlanılması mutlaka gereklidir. Günümüzdeki tarikatlar ve bağlıları o kadar çoktur ki, fakat küfür sistemlerini yıkmak için herhangi bir çabaları görülmemekte, bilakis bağlı oldukları şeyhlerinin telkinleri ve emirlerine itaat ederek, oylarıyla beşer sistemlerini destekleyerek onlara tam bir teslimiyetle yaşantılarını sürdürmektedirler... Her akıl sahibi bunu görerek anlar ki; bunlar insanları oyalamak ve onları gerçek İslam’dan uzaklaştırmaktan başka bir şey değildir.
2 - Allah (c.c)’ın Kendilerini Alçalttığı, Devlet Büyüğü İsmi Verilen Sefih İdareciler: Bunlar da beşer sistemlerinin bekası ve İslam’ın yeryüzünde hakim olmaması için canlarıyla, başlarıyla çalışan kimselerdir. Bu kimseler; kendi hür iradeleriyle hareket etmekten uzak olan, birer kuklalardır… İplerinin ise kimlerin elinde olduğunu dünyadaki hadiseleri izleyen kimseler gayet net ve açık olarak görürler… İşte bu kimseler; cumhurbaşkanı, başbakan, kral vs. gibi devlet yöneticileridir. Bu gibi kimseler Allah (c.c)’ın hükümleriyle hiç hükmetmemelerine veya Allah (c.c)’ın hükümlerinden bazılarıyla hükmedip bazılarıyla ise hükmetmemelerine ya da Allah (c.c)’ın hükümleriyle tam olarak hükmediyor gözükmelerine rağmen ulul emr olarak görülen ve bu sebeble çıkardıkları her kanuna, söyledikleri her söze hiç itirazsız bağlanılan kimselerdir. İnsanlarda şayet İslam’dan biraz eser kalmış ise Allah (c.c)’ın kendilerine vermiş olduğu akıl nimetinden istifade etsinler de kimler tarafından yönetildiklerine bir baksınlar! Ya da kendilerini yöneten sefihlerin (aklı kıt kimselerin) gerçek durumlarını araştırsınlar! Allah (c.c)’ın karşısında hesaba çekildikleri zaman: “Ya Rabbi! Biz, bilmiyorduk. Bizi onlar saptırdılar” diyenlerden olmasınlar.
3 -Fikirlerine Saygı Duyulan Akletmeyen Fikir Adamları ve Onların Fikirleri: Sahib oldukları fikir ve düşünceler Allah (c.c)’ın bildirdiği hükümlere ters olmasına rağmen, fikirlerine bağlanılan fikir adamları ve onların fikirleri de günümüzde beşer sistemlerin bekasını ve insanların İslam’dan uzaklaşmalarını sağlayan bir etkendir. Fikir adamı olarak fikirlerine değer verilenler:
a) Bir takım “izm”leri Ortaya Çıkaranlar: Budizm, Laikizm, Komunizm, Faşizm vs.
b) Bir takım etiket ve diploma sahibi kimseler: Gazeteci, yazar, profesör vs.
İnsanlar işte bu gibi kimselerin peşinde giderek, sahib oldukları fikirlerin Allah (c.c)’ın dininden olduğuna veya Allah (c.c)’ın dinine zıt olup olmadığına bakmadan hemen onların görüşlerine teslim olmakta ve bu görüşleri yaşanılması ve de bağlanılması gereken asıl görüşler olarak görmektedirler.
4 - Allah (c.c), Sayıları Çok Nice Kafirleri, İman Sahibi Az Kimselerle Helak Ettiği Halde; Çoğunluk:
Zamanımızda insanları Allah (c.c)’ın dininden alakoyan ve beşeri düzenlerin sistemlerini ayakta tutan bir diğer değer ise; çoğunluktur. Yani; insanların çoğunluğu bir şeye iyi derse o iyi, kötü derse o kötü görülür. Oysa ancak Allah (c.c)’ın iyi dediği iyi, kötü dediği kötüdür. Fakat çoğunluğa göre hareket eden kimseler, çoğunluğun iyi gördüğü bir şeyin Allah (c.c)’ın sisteminde kötü olduğuna veya çoğunluğun kötü gördüğü bir şeyin Allah (c.c)’ın sisteminde iyi olduğuna hiç mi hiç aldırış etmezler. Zira böyle kimselere heva ve hevesleri hakim olmuştur. Bu sebeble heva ve hevesleri neyi hoş görürse onu yapar, neyi de kötü görürse ondan uzak dururlar.
İşte! İnsanları haktan uzaklaştıran, Allah (c.c)’a ve rasulüne tabi olmayı engelleyen, Allah (c.c)’ın kulları için çizmiş olduğu nizamı bir kenara atarak beşer aklının ürünü olan kanunların yeryüzünde idamesini sağlayan belli başlı “teslimiyetçiler” bu sayılanlardır…
Öyleyse ey kendilerine “müslüman” ismini yakıştıranlar! Sizler, kendilerinize bir bakınız! Acaba hangi safta yer alıyorsunuz?
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun….

Sapık Tarikat Ehli

Günümüzde insanları saptıran, İslam’a bağlanmalarını önleyen, beşeri sistemlerin ayakta durmalarını, varlıklarını idame etmelerini sağlayan “teslimiyetçiler”den bahsetmiştik…
Şimdi bu “teslimiyetçiler”den olan “sapık tarikat ya da cemaat şeyhleri” ve buna paralel “sapık tarikat ehli” hakkında bazı şeyler söylemek istiyoruz.
Zamanımızda “sapık tarikat ehli” dünyanın dört bir yanına örümcek ağı gibi yayılmış, başlarındaki sapık hocaları, velileri (!), şeyhleri vasıtasıyla İslam’a bağlanmaktan, Allah (c.c)’a ve rasulüne teslim olmaktan uzak olarak yaşamaktadırlar. Oysa bu insanlar, yaptıklarını Allah (c.c) için yaptıklarını zannederek İslam adına yaparlar... Yaptıkları ameller vesilesiyle Allah (c.c) katında büyük mükafat alacaklarını sanırlar. Oysa İslam dini; Allah (c.c) katından Rasulullah (s.a.s) vasıtasıyla bildirilenlere kayıtsız şartsız teslimiyeti, bildirilenlerin aksine yaşantıyı, her kimden ve her ne şekilde gelirse gelsin reddi gerektirir…
İşte bu sebeble; insanları haktan uzaklaştıran, sapıklığı hak gibi onlara sunan ve kendilerine bir takım mertebeler veren sahte din adamları ya da din adamı kisvesindeki kimselerin de reddedilmesi gerekir… Bunları iyi tanıyabilmek için yaptıklarını ve söylediklerini, Rasulullah (s.a.s)’ın Allah (c.c) katından bildirdikleriyle kıyaslamak yeterlidir.
Bu gibi saptırıcılar geçmişte de vardı şimdi de var… Zira her iyi şeyi icra edenlerin mirasçıları olduğu gibi kötü şeyleri icra edenlerin de mirasçıları muhakkak vardır.
İşte geçmişteki saptırıcılardan bazıları:
Seyyid’üt Taife ismiyle ünlü olan; Cüneydi Bağdadi… Evliyanın büyüklerinden sayılır…
“En’el Hak”, diyerek kendi ölüm fermanını kendi elleriyle imzalayan, buna rağmen evliyanın büyüklerinden sayılan Hallac-ı Mansur.
Rasulullah (s.a.s) tarafından mana aleminde kendisine “Fusus’il Hikem” adlı kitabının verildiğini iddia eden, Şeyhi Ekber ismiyle meşhur Muhyiddini Arabi. İbni Arabi’nin yolunda giden ve Konya’nın büyük velilerinden biri olarak zikredilen Sadreddîn-i Konevî… (Aynı zamanda Celaleddin Rumi’nin hocalarındandır.)
Celaleddin Rumi’ye “Acaba Muhammed aleyhisselâm mı, yoksa Bâyezîd-i Bistâmî mi büyüktür?" diye soru yönelten ve büyük velilerden sayılan Şemsi Tebrizi…
Yine halk arasında “Mevlana” ismiyle meşhur; Celaleddin Rumi…
Şiirlerinde bir çok küfür ve şirk bulunan, veli diye addedilen Taptuk Emre’nin dergahında yetişmiş, ona kulluk etmiş olan Yunus Emre… (Celaleddin Rumi’den de ders almıştır.)
Büyük pirlerden sayılan Ahmed Yesevi….
Gavs’ul A’zam, Kutbi Rabbani, Sultan’ul Evliya, Kutbi Azam gibi lakablarla anılan Abdulkadir Geylani…
Büyük velilerden sayılan Aziz Mahmud Hüdayi…
Mısır Evliyası arasında zikredilen Ahmedi Bedevi…
Büyük evliyalar arasında zikredilen Ahmed Rıfai…
Tîcâniyye tarîkatının kurucusu; Ahmedi Ticani…
Evliyânın büyüklerinden ve müslümanların gözbebeği olan yüksek âlimlerden sayılan ve güya Allahü teâlânın sevgisini kalplere nakşettiği için kendisine "Nakşibend" denilen; Behaeddin Buhari… (Şâh-ı Nakşibend)
Halvetiyye tarikatından Ruşeniyye kolunun kurucusu olan Dede Ömer Ruşeni…
Şâziliyye adı verilen tasavvuf yolunun kurucusu; Ebu’l Hasan’ı Şazili…
İstanbul'u, Fâtih Sultan Mehmed’in fethedeceğini önceden haber verdiği iddia edilen ve büyük veliler arasında zikredilen Hacı Bayramı Veli…
Evliyânın büyüklerinden ve Uşâkîlik tarîkatının kurucusu olarak adı geçen Hasan Hüsameddin Uşaki…
Anadolu'da yaşayan evliyânın ve âlimlerin büyüklerinden birisi olduğu ileri sürülen İbrahim Hakkı Erzurumi….
Anadolu’da yetişen büyük velilerden birisi olarak zikredilen İsmail Hakkı Bursevi…
Nakşibendiyye yolunun Hâlidiyye koluna mensup olan, son asır Anadolu velîlerinden biri olduğu iddia edilen ve Şeyh Seyda namıyla meşhur olan Muhammed Said. (Cezbe halinde iken kışın, Dicle’nin donmuş olan buzlarını kırarak suya girdiği ve saatlerce orada kaldığı söylenir.)
Ruh bilgilerinin, tasavvuf ilminin mütehassısı, son asır âlim ve velîlerinden olduğu ileri sürülen Şeyh Abdulhakimi Arvasi…
Son dönem velileri arasında zikredilen ve kendisine “effendi hazretleri” diye hitab edilen Şeyh Kenan Rıfai.
Evliyanın büyüklerinden olduğu ileri sürülen Bayezidi Bistami.
En büyük velilerden biri olduğu ileri sürülen; İmamı Rabbani….
Evet… İsimlerini işte burada zikrettiğimiz bu kimseler ve daha bunlar gibi niceleri geçmişte ve yakın tarihimizde insanları saptırmış, haktan ve hidayetten uzaklaştırmışlardır… Bu kimselerin ortaya koydukları eserler incelendiğinde İslam’a tamaniyle zıt görüşlerinin varlığı net ve açık olarak görülecektir…
Fakat bir takım insanlar; bu kimselerin apaçık sapıklıklarına rağmen hala onlara sahiblenmek ve onları temize çıkarmak isterler…
Hallacı Mansur’un “Ene’l Hak” sözünü tevil etmeleri gibi…
Celaleddin Rumi’nin “Erotik” anlatımlarını tevil etmeleri, Mesnevisi’nin Allah (c.c) katından olduğunu tevil etmeleri vs gibi….
Böyle kimseler şunu iyi bilsinler ki; Allah (c.c)’ın kitabında ve Rasulünün sünnetinde asla bir değişme olmaz… Din tamamlanmış ve kemale ermiştir… Bu yüzden, birilerinin din olarak insanlara sundukları ya da din olarak ortaya koydukları şeyler tamamlanan dine ters ise asla onlardan bu sundukları şeyler kabul edilmez ve reddedilir.
Bunu sunan ister bir beşer yöneticisi olsun, ister ismi meşhur bir tarikat şeyhi olsun… Sonuç hiç değişmez… Mutlak surette reddedilir. Çünkü bu, müslüman olmanın, İslam’ı muhafaza edebilmenin gereğidir…
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.

Zamanımızda Yaşamış ve Yaşayan Tarikat Ehli

Geçmişte saptırıcılar olduğu gibi günümüzde de insanları saptırmış ve bu sapıklık üzere ölüp gitmiş; hala saptırmakta devam eden ve hayatta olan saptırıcılar mevcut… Bunlar da kendilerinden öncekilerin yoluna adım adım uymaktadırlar…
Zamanımızdaki saptırıcıların bu işi yapmadaki gayeleri; mevcut sistemleri ayakta tutmak ve bu vesileyle dünyalık elde etmek, makam ve mevkilerini korumak sevdasıdır…
İşte bu vasıflı kimseler günümüzde İslam’ın önündeki engellerden birisidir. Öyle ki bu kimselerin icra ettikleri, insanlara sundukları tarikat anlayışı insanları saptırmakta, onların hakka bağlanmalarını önlemekte, insanları Allah (c.c)’a değil, şeyh denilen bir takım sapık kimselere taptırmaktadır.
Böylece kendilerine şeyh denilen kimseler insanlar nezdinde bir makam ve mevkiye sahib oldukları için bu makam ve mevkilerini kaybetmemek pahasına insanların sapmalarına, kendilerini Allah (c.c)’a ortaklar koşmalarına adeta göz yumarlar.
İslam’dan hiç nasibi olmayan bu saptırıcılar aynı zamanda beşeri sistemleri ayakta tutan direklerden birisidirler.
İşte bu kimselere asıl verilmesi gereken sıfat onların; Allah (c.c)’ın ayetlerini gizleyen birer bel’am, Allah (c.c)’a ve rasulüne pervasızca başkaldırarak insanları kendilerine ibadete çağıran birer tağut olduklarıdır.
Bunlardan bazılarını şöylece sıralayalım:
Müridlerince kendisine “Efendi hazretleri” diye hitab edilen Süleyman Hilmi Tunahan. (1959 senesinde İstanbul'da ölmüştür.)
Kendisine tabi olan kimselerin kendisini asrın müceddidi olarak isimlendirdikleri ve kendisine Bediüzzaman lakabını verdikleri Saidi Nursi. 23 Mart 1960'da ölmüştür.
Mehmed Zahid Kotku adıyla meşhur olmuş nakşi şeyhlerinden Muhammed Zahid Burusevi. (13 Kasım 1980'de ölmüştür.) (İskenderpaşa şeyhi)
Zamanımızda yaşamış ve “Seyda Hazretleri” namıyla meşhur Mehmet Raşit Erol. (Menzil Şeyhi) (22 Ekim 1993’te ölmüştür.)
Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi’nin “Ramuz el Ehadis” adını taşıyan ve birçok uydurma ve mevzu hadisleri içeren hadis kitabından (bu kitab diğer nakşi tarikatlarında da okutulmaktadır) dergahında ders yapan Mahmud Esad Çanakkalevi. (Esad Coşan.) (2001 yılında Avustralya'da geçirdiği bir trafik kazası sonucu ölmüştür.)
Müridlerinin kendisini “Büyük Veli”, “Şeyh Efendi” “Efendi Hazretleri” gibi isimlerle çağırdıkları Mahmud Ustaosmanoğlu (İsmailağa Camii şeyhi) (Hala hayattadır.)
Bunlar sadece birer simge... Daha bunlar gibi bir çokları vardır. Hatta bunlardan daha ileri giderek kendilerini açıkca peygamber ilan eden sapıklar bile türemiştir. Bu gibi sapıkların ve sapıklıkta daha ileriye varan kimselerin bu hareketleri kendilerine büyük bir rant sağladığı gibi, onlar sebebiyle bir çok insan hakkı göremez olmuş, bir çok insan bid’ate, şirke, küfüre sürüklenmiş, bir çok genç kızların namusları kirlenmiş, bir çok kurulmuş ailede neseb korunamaz olmuştur.
Herşeyden daha önemlisi; böyle kimseler sebebiyle İslam, insanlara korkunç ve çirkin gözükmüş... İşte bu, beşeri sistemlerin İslam’ı yıkmada kullandıkları bir metoddur...
Bir zamanlar İslam diyarı olan topraklardaki; gerek İslam adına ve gerekse gayri İslami yapılan her bir hareketi dikkatle gözlemleyen kimseler bunu çok açık ve net bir şekilde görecektir...
Bunu ise ancak gözleri ve kalpleri kör olmayan, basiretleri açık kimseler görebilirler. Kalp ve gözleri kör, basiretleri ise kapalı olanlar ise hiç bir şey göremezler.
Bunlar için Allah’tan hidayet dileriz. Bilmeyerek bunlara kananlar için ise bu yazımızın bir uyanış vesilesi olmasını temenni ederiz.
Bu yazımızda bu kimselerden bazılarının bizzat kendi ifadeleriyle sapık görüşlerini ortaya koyacağız.
Hakkı isteyen kimselere bir ışık tutması niyetiyle...

Zamanımızda Yaşamış ve Yaşayan Tarikat Ehlinin Sapıklıkları

SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN

T.C’nin bir çok camisinde vaizlik görevi icra etmiş günümüz bel’amlarından ve küfür düzenlerinin destekçilerinden ve de Nakşi tarikatı mensublarından birisidir.
Sapık tarikat ve tarikatçılıkla alakalı birçok sapıklıkları kabullenmiş ve müridlerine de kabullendirmiştir. Her hangi bir eser telif etmemiştir. Buna gerekçe olarak şöyle demiştir:
“Selefin mum ışığında yazdığı paha biçilmez hazine misali eserlerin toprağa gömülerek çürüdüğünü, bakkallara satılarak çöplüklerde çiğnendiğini, bir kısmının da kütüphane raflarında tozlanmış ve çürümeye terkedilmiş olduğunu gördüm. Medreseleri kapanmış, yazısı değiştirilmiş, din ilimleri yok olmaya yüz tutmuş olan bir zamanda, kitab yazmaktansa, yazılan ilmi eserleri anlayarak anlatacak ve ilmi satırdan göğse intikal ettirip yaşatacak talebe yani; canlı kitab yetiştirmeyi daha lüzumlu buldum.”
1 - Hallacı Mansur hakkında şöyle demiştir:
“Hallacı Mansur’un “Ene’l Hak” demesi “ben hakkım” demek değil, “Ene ale’l Hak” (Ben hak üzereyim) manasındadır. Kur’an’ı Kerim ve hadisi şerifte tevilat yapıyoruz da evliyaullahın sözünü neden hüsnü tevil etmiyoruz?”
2 - Onun rabıta ile ilgili şu sözleri onu tanımak için yeterlidir sanırım:
“Akılsız baş nasılsa, râbıta olmayan kalpte öyledir. İnsanı hayırdan ve irşattan alıkoyan, yegane şey nefistir... İnsan bazen gadaba gelip “kırarım, yakarım” der, ebeveynine âsi olur... Hep böyle şeyler nefsin mahsülüdür. Bu hallerden kurtulmak için tek çıkar yol ancak râbıtadır.“
“Aklın inkişâfı için râbıta ve zikr-i kalbî zarûrîdir.“

“Ana, meme verdikçe çocuk büyüdüğü gibi, nefis de, arzularına uyuldukça büyür. Hatta velî olsam, peygamber olsam der. Nefs-i emmâre ancak râbıta ile terbiye olunur.“
“Her şey râbıta ile kaimdir. Dünya, ay ve diğer peykler (gezegenler), güneşe rabıta yapıyor. Güneş, Arş-ı âlâya, Arş-ı âla sıfat-ı ilahinin nuruna rabıta halindedir.“
“Râbıta ehli, üstazların himayesiyle nazardan korunur ve kalpleri füyuzatla alâkadar olduğundan nazarları başkalarına isabet etmez, ziyan vermez.”
“Râbıtada geçen zaman ömre sayılmaz. Ömür dünya ile ölçülüdür. Râbıta ise uhrevîdir.”
Râbıtaya ehil olmayanlara ilim öğretmek hırsızın eline kılıç vermek gibidir. İlahi feyizlerden mahrum olduklarından öğrendikleri ilmi dünya menfaatine âlet ederler.
Tarîk-i Nakşî; rabıta yolu, enbiya ve mürselîn yolu, ârifler, kâmiller, sıddîklar yoludur. Tarîk-i müşahede ve tarîk-i şühuddur.” (Süleyman Hilmi Tunahan hakkında çeşitli kitabevlerince yazılmış, onun sohbetlerinden bir takım alıntılar... Ayrıca Ali Erol tarafından kaleme alınmış “Hatıratım” adlı kitabtan alıntılar...)

SAİDİ NURSİ

Saidi Nursi ile alakalı daha önce bir takım yazılar yazılmış, onun ve onun yolunda gidenlerin yanlışlığı ortaya konmuştu. Şimdi bazı şeyleri tekrarlamakta ve bazı şeyleri de ilave etmekte fayda vardır. Bunları şöylece sıralayalım:
1 - Saidi Nursi Milli mücadele döneminde İngilizlerin işgal planına uygun olarak Doğu'da ve güneydoğuda İngiliz hükümeti destekli bir Kürdistan kurulması amacıyla "Kürt Teali Cemiyeti" kurucuları arasında yerini almıştır. (Marmara brifingi, 1971)
2 - Anadolu'daki kuvâyı milliye hareketini "isyan" olarak vasıflandıran zamanın Osmanlı Şeyhülislâmının fetvasına karşı, mukabil bir fetva vererek millî kurtuluş hareketinin meşrûiyetini îlân etmiştir. Bu hizmetleri Anadolu'da kurulan Millet Meclisi'nin takdirini kazanmış ve Saidi Nursi bizzat Mustafa Kemal tarafından ısrarla Ankara'ya dâvet edilmiştir.
Bu konuyla ilgili olarak Saidi Nursi şöyle diyor:
“Mustafa Kemal beni şifre ile iki defa Ankara’ya taltif için istedi. Hatta demişti: “Bu kahraman hoca bize lazımdır.” (Emirdağ Lahikası- II-79)
3 - 1950 sonrası küfür sisteminde iktidar olan Adnan Menderes ile (DP hükümetiyle) işbirliği içinde olmuştur.
Bu konuyla ilgili olarak Saidi Nursi’nin şu sözlerine bir bakalım:
“Ben çok hasta olduğum ve siyasete alakasız bulunduğum halde Adnan Menderes gibi bir İslam kahramanı ile bir sohbet etmek isterdim. Hal ve vaziyetim görüşmeğe müsaade etmediği için, o suri konuşmak yerine bu mektub benim bedelime konuşsun diye yazdım.
Gayet kısa bir kaç esası, İslamiyetin bir kahramanı olan Adnan Menderes gibi dindarlara beyan ediyorum.” (Emirdağ Lahikası -II- 231)
Oysa beşer düzenlerinde iktidar olmak ya da iktidara adaylık göstermek tevhid inancına tamamıyla zıddır. Buna göre her kim gerek oylarıyla, gerek malıyla, gerek bedeniyle ve gerekse herhangi bir şekilde bu iktidar sahiblerini desteklerse veya onlarla işbirliği içinde olursa o kimsenin hükmü de onlar gibi olmaktan başkası değildir... Desteklenen kimsenin vasfı ise hiç önemli değildir.
Bu kısa bilgiden sonra şunları da aktarmakta fayda vardır:
Said-i Nursi, yaşamı boyunca bir takım risaleler yazmıştır. Bu risalelerin tümüne “Risale-i Nur Külliyatı” denir. Fakat yazdığı risaleler arasında bile zıtlıklar vardır.
Örneğin; Bir kitabında; “Cifir (cebir hesabı)... gaybı Allah’tan başkası bilmez ayetine karşı edep dışı bir davranıştır” (Lem’alar s: 39 yazıldığı tarih: 1957) Dediği halde daha sonraki kitablarında sık sık cebir hesabını kullanır ve kendi yazdıklarının ne kadar yüce olduğunu ortaya koymak ister. Hatta kıyametin vaktini bile tayin eder...
Buna örnek vermek gerekirse:
“Onlardan kimi şaki (isyankar)dır, kimi de said (mutlu)dir.” (Hud: 105) anlamındaki ayetin cebir hesabı yönünden sayı değeri 1303 eder. Hud Suresi 112. ayette; “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol”, anlamında bir ayet olduğu gibi Şura suresinin 15. ayetinde de aynı manada ayet vardır. “Vav”la başlayan Şura suresindeki ayetin cebir hesabı yönünden sayı değeri de 1309 eder. Bu tarihte bütün muhataplar içinde özellikle birine Kur'an adına iltifat ediliyor, doğru olmak yolunda buyruk veriliyor. Birinci tarih(1303) de ise, Risale-i Nurlar müellifi(Said-i Nursi)nin ilim tahsiline başladığı tarihtir. İkinci ayetin tarihi ise O müellif(Said-i Nursi)nin harika bir şekilde pek az bir zamanda ilimce en son noktaya ulaştığı(!), tahsili bitirdikten sonra ders vermeye başladığı ve 3 ayda, bir kış içinde, 15 senede ancak okunabilen 100'den çok kitap okuduğu ve o zamanın o muhitte en ünlü alimlerinin yanında o 3 ayın mahsulu fakat 15 yılın mahsulü kadar olan ilimleri kazandığı, ne kadar büyük bir alim olduğunu; hangi ilimden olursa olsun sorulan her soruya en doğru cevabı vermekle ispat ettiği tarihe rastlar."(Tasdik-i Gaybi, s. 61-62, yıl 1958)
Said-i Nursi bir yerde de kendisini şöyle tanıtır:
“İngiltere'nin en yüksek bilim kurulu, Şeyhülislamlık'a 6 soru sorup cevabını istediği zaman; o 6 soruya 6 kelimeyle cevap veren;
Yabancıların en çok önem verdikleri ve bilginlerinin en esaslı düstur saydıkları ilkelerine, gerçek ilim ve marifetle karşılık verip üstün çıkan;
.... Gerek Avrupa filozoflarına, gerek ülemasına ve gerek okullarda yetişmiş olanlara meydan okuyan, kendisi hiç soru sormadan sorulan soruları eksiksiz cevaplandıran..."(Lem'alar Risalesi)
İşte Said-i Nursi böyle üstün bir kişi olduğunu kendisi anlatıyor...
Kendisini öven bu zatın taraftlarları da onu; “misilsiz, muellif, hakikat kahramanı, bütün İslam aleminin muhtaç olduğu bir filozof” olarak tanımlamışlar ve ilmi değer bakımından Aristo’yu, İbni Sina’yı, İbnirruştu, Farabi’yi” geride bıraktığını söylemişler, hatta manevi sahada Türkiye’nin Gandisi olduğunu belirtmişlerdir. Onun eseri Risale-i Nur’u ise; Kur’an’ı Kerim’in 20. yüzyıldaki tefsiri saymışlardır.
Saidi Nursi, şehidlerin ölümleri sonrası insanlara yardım edebileceklerini isbat için şöyle der:
“Şehitler hayatlarını Allah yolunda feda ettikleri için Allah da onlara berzah aleminde, dünya hayatına benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayat ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmez, daha iyi bir yere gitmiş bilirler. Çok mutlu olurlar. İşte şehitlerin efendisi olan Hz. Hamza da böyle bir hayat yaşamaktadır. Kendine sığınan insanları koruması, dünya ile ilgili işlerini görmesi ve gördürmesi mümkün olabilir. (Said Nursî, Mektubat, 1. Mektup, Risale-i Nur Külliyatı, İstanbul 1994, c.I, s. 347.)
Bu anlayışa gore veli denen zatlar öldüklerinde daha çok yardım yapma imkanı elde ederler ve bir çok tasarruflarda bulunurlar.
Bu konuyla ilgili olarak sapık tarikat ehlinin öncülerinden olan Abdülkadir Geylânî’nin bir şiirinde geçen şu beyitleri meşhurdur:
“Müridim ister doğuda olsun ister batıda
Hangi yerde olsa da yetişirim imdada”
(Bu şiir, Said-i Nursî'nin "Sikke-i Tasdîk-i Gaybî adlı kitabında geçmektedir. Bkz. Risale-i Nur Külliyatı, İstanbul 1995, c.II, s. 2083.)
Tımarhaneye yollandı
Said Nursi'nin hayali, bir "Büyük Doğu Üniversitesi" kurulmasıydı. Saray bu fikri 'delilik' diye karşıladı.
Said Nursi, İkinci Abdülhamid'e "Doğu'da okullar açılmalı, dini bilgilerin yanı sıra fen bilimleri de öğretilmeli" diye başvurdu.
Saray bu talebi hoş karşılamadı. "Kim bu adam, deli mi, divane mi?" deyip Toptaşı Tımarhanesi'ne sevk etti.

-Kabirden yardım istemek = said nursiye mahsus
-Gaybdan haber vermek = said nursiye mahsus
-Ebced ve cifir gibi yahudi kabala işleri yaparak gaybi tarihler peydahlamak =said nursiye mahsus
-İradesi dışında Yazdırılan kitaba sahip olmak = said nursiye mahsus
-Uydurma - zayıf - hadisler nakletmek =said nursiye mahsus
-Uydurma zayıf hadisi bir kitabında sahih deyip diğer kitabında uydurma demek =said nursiye mahsus
-Hz. Ali'nin kucağına cibril tarafından kitap indirtmek =said nursiye mahsus
-Hz.Ali'nin kucağına indirilen kitabı manevi alemde kendisinden almak = said nursiye mahsus
-Yazdığı kitaba Kuranın sıfatlarını vermek =said nursiye mahsus
-Deprem -zelzele- yangını kitabına saldırıdan bilmek =said nursiye mahsus
-Şirk ürün Vahdet-i vücudu ve icatçısı ibn Arabiyi kitaplarında savunmak=said nursiye mahsus
-Şianın etkisinde kalarak akaidi oluştuğundan cevşeni piyasaya sürmek =said nursiye mahsus

Bitmez .....


Mehmet Zahid Kotku:

T.C’nin emri altında değişik camilerde görev yapan zamanımızın büyük belamlarından ve sapık tarikat ehli birisi...
Müridin inancı şöyle olmalıdır: "Ben ancak bağlı bulunduğum şeyhim ile hedefime ulaşabilirim. (KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 247, son paragraf.)
Haklı dahi görünse mürîdin üstadına itirazı haramdır. (KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s.5, 2. paragraf.)
Hz. Musa ile Hızır aleyhisselam kıssasında olduğu gibi şeyhe itiraz çok çirkindir. İtirazcının özrü kabul edilemez. İtirazdan doğan ayrılığın ilacı yoktur. Bu itirazın zararı, mürit üzerine akan feyzin kapanmasıdır. ( KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 246, paragraf 3.)
Müride lazım olan şartlardan biri de şeyhin emrettiği şeyleri tevil etmeyerek ve geciktirmeyerek yapmasıdır. Zira tevil ve geciktirme büyük kesintiye sebeptir. (KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 246, paragraf 5.)
Adabdan biri de şeyhinin sevmediği hoşlanmadığı şeylerden kaçınıp, şeyhinin güzel ahlakına ve yumuşaklığına aldanıp da sevmediği şeyleri yapmamasıdır. (KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 248.)
Şeyh müride bir şey telkin ettiğinde devamlı onunla meşgul olmalı ve kalbine hayır ve şer bir şey getirmemelidir. ( KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 248.)
Sadık müridin sermayesi sevgi ve bağlılıktır. İnatlık asasını ve muhalefet sevdasını bırakıp şeyhin emri altında sükunettir. Tarikata sevgisi ve şeyhine bağlılığı artan mürit tarikatta kalmaktan emin olur. ( KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 250.)
Mürit şeyhinin terbiyesinde ölü yıkayanın elindeki ölü gibi olmalıdır ki, şeyh, müride istediği gibi hareket edebilsin. (KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s.245, 3. paragraph)
Aynı isimli kitabın c: II s: 184-185’TE Allah (c.c)’ın isimlerinin ve sıfatlarının şeyhte gözüktüğü ifade edilmektedir.

ESAD COŞAN

Mehmed Zahid Kotku’nun sapıklığını ölünceye kadar yayan ve bu uğurda çaba sarfeden bir kimse...
Bu kimseyle ilgili bir tek örnek yeterlidir. Zira diğer bütün inançları Mehmed Zahid Kotku ile aynıdır...
Esat COŞAN, Ehl-i Sünnet Akaidi adlı kitabın başına, Mehmed Zahid KOTKU ile ilgili olarak şunları yazmış:
"...İnsanın kalbinden geçirdiğini bilir, gelenin sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi bağışlardı..." (Esat COŞAN (Halil NECATİOĞLU takma adı ile), Evliyanın Kerameti Haktır, Başyazı, İslam Dergisi, Ağustos l992, Sayı 108.)

Mahmut Ustaosmanoğlu:

Günümüzün sapık tarikat öncülerinden; veli diye kendisine hürmet edilen saptırıcılarından birisidir. Onun sapık düşüncelerinin belli başlıları şöyledir:
1 - “İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabir ehlinden yardım isteyiniz.” (Mahmut USTAOSMANOĞLU başkanlığında bir heyet, Ruhu'l-Furkan Tefsiri, İstanbul 1992, c. II, 82.)
Bu anlayış sahibleri, yukarda zikrettikleri uydurma bir hadise dayanarak kabirlere, türbelere giderek veli dedikleri kimselerin hastalıklara şifa vesilesi olacaklarını sanırlar veya herhangibir olumsuz hallerinin düzeleceğine inanırlar.
Bu inanç sahibleri ve bunlar gibileri, inançlarını doğrulamak için de şöyle bir olayı hikaye ederler:
“Bir değerli büyüğümüz bayram sohbetinde şöyle demiş:
"Benim bir hemşirem (kızkardeşim) vardı, yürüyemezdi. Adana'da o zaman bulunan bütün doktorlara gittik, dışarıda hepsine gösterdik çare bulamadılar. Nihayet bize dediler ki, Toroslarda bir zatın türbesi var, hastayı götürün orada bir gece durdurun. Allah'ın izniyle o zatın dua ve ruhaniyeti şifa vesilesi olur. Biz artık her türlü tıbbî ümidimiz kesildikten sonra oraya annemle birlikte hemşiremi sırtımızda götürdük. Geceleyin hemşirem birden bir feryad etti. Annem, acaba aklına, şuuruna bir şey mi oluyor, korkuyor mu? diye hemen yanına fırladı. Hemşirem halâ bağırıyordu. "İyi oldum, iyi oldum, yürüyorum, aman Allah'ım" diye haykırıyordu. Biz de hayretle yanına vardık. Sabahı beklemeden oradan döndük. Sırtımızda götürdüğümüz hemşirem yürüyerek eve geldi.” (Bir Bayram Sohbeti, Altınoluk Mecmuası, Şubat l997, s. 13.)
2 - “Bir veli ölünce ruhu, kınından çıkmış kılınç gibi olur.” (Ruhu'l-Furkan, c. II, s. 67)
Bu anlayışa göre veli sanılan bir kimse öldüğünde ruhu, kınından çıkmış kılınç gibi olur. Yani; her zaman için kendisinden yardım istenilebilecek durumdadır.



3 - Mahmut Ustaosmanoğlu bir konuşmasında şöyle demiştir:
“Biz Allah ile kullar arasında evliyâullahın ve meşâyih-i izâm (büyük şeyhler, veli kullar) hazerâtının ruhlarının (bu kimselerin kim oldukları Ruhu'l-Furkan, C.II, s.86'da daha açık bir şekilde geçmektedir.) vasıta olduğuna inanırız. Onların ruhaniyetinden istimdâd (yardımına çağırmak) eder, istiânede (yardımına istemek) bulunuruz.
4 - Mahmut Ustaosmanoğluna göre veli olmanın şartı şöyledir:
“Veli olmanın başlangıcı kul ile Mevla arasına giren düşüncelerin, ve kulun, Allah'a olan yabancılığının ortadan kaldırılmasıdır.
Mevlanın ikramıyla Allahü Teâlâ‘nın dışında kalan herşey sâlikin (tarikata girmiş kimse) gözünden silinir, Allah’tan başkasını görmez hale gelirse, fenafillah yani Allahü Teâlâ’da eriyip gitme adı verilen devlet hasıl olur ve tarikat hali sona erer. Böylece seyr-i ilallah yani Mevla’ya doğru olan manevi yürüyüş tamamlanmış olur.
Bundan sonra seyr-i fillah (Allah'da yürüyüş) denilen ispat makamına girilir ve kalbe sadece Allah (Celle celâluh) yerleşir. İşte bunları kazanan kişiye “veli”, yani hakiki Allah dostu demek doğru olur.
Nefsi emmare (sürekli kötülük emreden nefis) mutmainneye dönüşür; küfründen ve inkarından vazgeçer. O Mevlasından, Mevlası da ondan razı olur. Nefsin tabiatında bulunan ibadetlere karşı olan isteksizlik hali ortadan kalkar. ( Ruhu'l-Furkan, c. II, s. 63)
5 - “Manevi yolu iyi bilen ve salikleri o yola ulaştırabilen bir şeyh aramak şeriatın emirlerindendir.( Ruhu'l-Furkan, c. II, s. 63.)
6 - “Büyük Şeyh Mustafa İsmet Garibullah kuddise sirruhu hazretleri Risale-i kudsiyyesinde şöyle buyurdu: Hz. Ebu Bekr'e varıncaya kadar bütün silsilenden yardım istemeyi adet et. Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme vararak ondan da yardım iste. Şeyhini şefaatçı, aracı kıl ki, seni sevinçle doldursun.(Ruhu'l-Furkan, c. II, s.86. )
7 - “Rabıta bir müridin, mürşid-i kâmilinin ruhâniyetiyle beraber, suretini kalp gözünün önüne getirerek hayal etmesi ve kalbiyle ondan yardım istemesinden ibarettir. (Ruhu'l-furkan, c,II, s.64.)
8 - “Muhammed Halid Hazretleri, Risale-i Halidiye’sinde şöyle buyuruyor:
Rabıtanın en üstün derecesi, iki gözün arasında olan hayal hazinesi ile mürşidin ruhaniyetinin yüzüne hatta iki gözünün arasına bakmaktır. Zira orası feyiz kaynağıdır. Ondan sonra mürşide karşı kendini alçaltarak, son derece tevazu ile yalvarmak ve onu Mevlâ ile kendi arana vesile kılmak üzere, mürşidin ruhaniyetinin hayal hazinesine girip oradan kalbine ve derinliklerine yavaş yavaş indiğini düşünüp, senin de peşinden yavaş yavaş oraya aktığını ve indiğini hayal ederek, şeyhini, kendi nefsinden geçinceye kadar hayal gözünden kaybetmemektir.”( Ruhu'l-Furkân c. II, s. 79)
9 - “(Yusuf 12/24) ayetinin tefsirinde ekseri müfessirler, Allah dostlarının tasarruf ve imdadını (gücünü ve yardımını) açıklamışlardır. Müfessirlerden Keşşaf, doğruluktan ayrıldığı ve Mutezile Mezhebinin (Mutezile, bir kelâm mezhebidir. Vasıl b. Ata ve taraftarları kurmuştur. İnsanın kendi fiillerinin yaratıcısı olduğunu, Allah'ın bu konuda kimseye karışmadığını savunurlar. Bir çok konuda farklı görüşleri vardır.) görüşüyle vasıflandığı halde Yakup aleyhisselamın ruhaniyyetinin, şaşkınlığından parmaklarını ısırmış olduğu halde Yusuf aleyhisselama gözükerek “O kadından sakın.” dediğini açıklamıştır.” (Ruhu'l-Furkan, c. II, s. 65,66.)
10 - Ubeydullah el-Ahrâr es-Semerkandî hazretleri "Sadıklarla beraber olun." (Tevbe 9/119) âyetinin tefsirinde şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz sadıklarla beraber olmak, surette ve manada onlarla beraber olmaktır." Sonra da manevi beraberliği rabıta ve huzurla tefsir etmiştir ki, bu ehlince malum olan meşru bir iştir. (Ruhu'l-Furkan, c. II, s.66.)
11 - “Şeyhin iki gözünün arası feyiz kaynağıdır. Rabıta yaparken iki gözün arasında olan hayal hazinesi ile mürşidin ruhaniyetinin yüzüne hatta iki gözünün arasına bakılır... Sonra şeyhine karşı kendini son derece alçaltarak ona yalvarıyor, onu Allah ile kendi arasında vesile kılıyor.(Ruhu'l-Furkan, c. II, s. 79.)

Mehmet Raşit Erol

Menzil şeyhi olan ve Seyda hazretleri adıyla meşhur olan bu zat; kendisine gelen her kimseyi tevbeye çağırır, tevbe etmeleri için ve mürid olabilmeleri için gerekli olan müridlik şartlarını ellerine tutuştur, kendince müridlerine; kalb, letaif ve nefs-i isbat dersleri verirdi. Bununla birlikte yukarıda söz konusu olan sapık tarikatlarla ilgili her hal, bu sapık tarikatta da mevcuttur.
Bu açıklamalardan sonra sapık tarikat ehlinin şeyhleriyle ilgili inançlarıyla alakalı olarak şunları da ilave etmekte fayda vardır:
Sapık tarikat ehline gore; velîlerin üstün vasıflı olanlarına “evtâd” (direkler) denir. Onların üstünde “revâsî” (dağlar) vardır. Bir felaket zamanında kullar evtâd'a yönelir, evtâd da revâsîye yönelir. Revâsî’yi kutup idare eder.
Kutuptan sonra gelen iki kişiye “imâmân” denir. Bunlardan birine “imam-ı yemîn”, diğerine “imam-ı yesâr” adı verilir. İmam-ı yemîn kutbun hükümlerine, imam-ı yesâr da hakikatine mazhardır. Kutup ölünce onun yerini imam-ı yesâr alır. Kutup ile iki imam, üçleri oluşturur.
Kutup en büyük velîdir. Bütün erenlerin başı, Allah’ın izniyle kâinatta tasarruf sahibidir.
Gavs: Darda kalındığında sığınılan ve istimdâd edilen yani yardım istenilen kutuptur. Darda kalan sûfiler, “Yetiş ya Gavs!” diye gavsa sığınırlar. Gavs, istimdad edene yardım elini uzatır. Abdülkadir Geylânî, “Gavs-ı a’zam” lakabıyla ünlüdür.
Ancak bütün bu sığınma ve istimdâdlar, zahirde gavsa ise de hakikatte Allah’adır. Çünkü alemde yegane mutasarrıf Allah Teâlâ’dır. Ondan başka fail-i mutlak yoktur. “Gavs” olarak bilinenler, esmâ ve sıfât-ı ilahî mazharıdırlar.
Bunlardan başka, sayıları bir rivayette sekiz, diğer bir rivayette kırk olan “nücebâ” ile, sayıları on, ya da üçyüz olan “nukabâ” denilen ve insanların iç dünyalarından haberdar olan şahsiyetler vardır.
Genel olarak ricâlü’l-gayb ve gayb erenleri olarak anılan bu Hakk dostlarının makamı boş kalmaz. Ölenin yerine sırayla kendisinden sonraki yükseltilir. (Hasan Kamil YILMAZ, Altınoluk Mecmuası, Aralık l995 sayısı.)
Onlara göre Allah dünyanın cismânî düzenini sağlamak için bazı insanların bir takım görevler üstlenmesini murâd ettiği gibi, alemdeki manevî ve ruhanî düzenin korunması, hayırların temini, kötülüklerin giderilmesi için de sevdiği bazı kullarını görevlendirmiştir. Bunlar büyük peygamberlerin yerine, onlardan bedel kişilerdir. “Allah’ın yeryüzünü kendilerine musahhar kıldığı” kimseler olarak değerlendirilmiştir. Onlar alemin intizam sebebidir. İnsanların işlerini tanzim ettiklerine inanılır. (Hasan Kamil YILMAZ, Altınoluk Mecmuası, Aralık 1995 sayısı.)
Bu meselede anlatabileceklerimiz kısa ve öz olarak bu kadardır.
Zira aklı selim olan ve İslam’dan nasiblenmiş her kimse için bu anlatılanlar kafidir. Hakkı göremeyen ve gördüğü halde nefsine, heva ve hevesine uyan ya da hakkı görmek istemeyen kimselere ne kadar deliller sunulursa sunulsun yine de akletmez, gerçeği görmezler... Zira onların gözleri var; kördür, kulakları var; sağırdır, kalpleri var; kilitlidir, beyinleri var; düşünmekten, akletmekten uzaktır.
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.


alim dedikleri kişilere bak yaaaa
 
M Çevrimdışı

Mutedeyyin

Misafir
İMAM İBN-İ TEYMİYYE'NİN AKİDESİ


İmam İbn-i Teymiyye'nin Akidesi

İmam İbn-i Teymiyye, akidesinin ne olduğu hakkında bizzat kendisinin yazmış olduğu kaside ile bize şu şekilde cevab vermektedir:

"Ey mezhebimi ve akidemi soran kişi! Doğru yolu bulmak için soru sorana, doğru yolda gitmek ihsan edilsin.

Sözünü tahkik ederek söyleyen, bundan yan çizmeyen ve değiştirmeyenin sözüne kulak ver.

Bütün ashabı sevmek benim yolumdur, bu sevgiyle onlara yakın olmayı, Allah’a yakın olmaya bir vesile (yol) sayarım.

Herbirisinin pek açık-seçik kadri ve fazileti vardır, fakat aralarından es-Sıddiyk daha da faziletlidir.

Kur’an hakkında, âyetlerinde geçenleri söylerim, o kadimdir, Allah tarafından indirilmiştir.

İlahi sıfata dair bütün âyetleri ilk tarzda nakledildiği şekilde hak olarak kabul ederim.

Bunun mesuliyetini de bu nakli yapanlara havale ederim ve bu hususta her türlü tahayyüle karşı onu korurum.

Kur’ân’ı bir kenara itip de söylediği söze: "el-Ahtal dedi ki..." diye delil getiren kişi ne çirkin iş yapmış olur!

Mü’minler, Rablerini hak olarak göreceklerdir. Ve keyfiyetsiz olarak (hadiste belirtildiği üzere) semaya iner.

Mizanı ve kendisinden içip, susuzluğumu gidereceğimi ümit ettiğim Havz'ı ikrar ve kabul ederim.

Aynı şekilde cehennemin üstünde uzatılacak sıratı da. Muvahhid olanları kurtulacak, diğerleri ise terkedileceklerdir .

Cehennem ateşine bedbaht olan bir kimse ilahi hikmet gereği girecektir, takva sahibi olan kişi de aynı şekilde cennete girecektir.

Canlı ve aklı başında herkesin kabrinde ameli kendisiyle birlikte olacak ve ona kabirde soru sorulacaktır.

İşte Şafîi’nin de, Malik’in de, Ebu Hanife’nin de sonra da Ahmed’in de nakledilegelen akidesi budur.

Eğer onların izledikleri yola uyarsan, ilahi tevfike mazhar olursun. Eğer bid’at bir yol ortaya koyarsan, kimse senin bu yolunu dayanak kabul etmez."


(Bknz. Cilâu'l-Ayneyn fi Muhakemeti'l-Ahmedeyn, s. 58


Allah cc razı olsun ahi
 
M Çevrimdışı

Mutedeyyin

Misafir
Allah (c.c)‘a hamd olsun! O’na şükreder, O’ndan yardım diler, O’nun bağışlamasını isteriz. Nefislerimizin şerrinden, kötü amellerimizden O’na sığınırız. Allah (c.c) kime hidayet ederse onu saptıracak, kimi de saptırırsa ona hidayet edecek yoktur. Şehadet ederim ki; Allah (c.c)‘tan başka ibadete layık ilah yoktur. O tektir, O’nun ortağı yoktur. Ve yine şehadet ederim ki; Muhammed (a.s) O’nun kulu ve rasulüdür.

Çağımız öyle bir dönem ki, bir yanda hakka apaçık karşı gelen, diğer yanda da hakkı batılla süsleyen, hak adına bir çok çirkinlikleri işlemekten haya etmeyen insanların bir zamanlar İslam diyarı olan ülkelerde kendilerine “müslüman” ismini yakıştırdıkları korkunç, korkunç olduğu kadar da hayret ve esef verici bir dönem…
Bu dönemde bir yanda beşer fikrinin ürünü olan kanunlar kendilerine müslüman adını veren toplumlarda uygulanmakta, diğer yanda hüviyetlerinde “müslüman” yazılı olan halklar bu kanunlara teslim olmakta ve bu kanunlara teslim olan “teslimiyetçilere”, onların yardakçılarına, destekçilerine, muhafızlarına, gözcülerine, direklerine bağlı kalıp onların çizgileri doğrultusunda hareket etmektedirler.
Öyleyse bu “teslimiyetçiler” kimlerdir?
1 - İslam Alimi Kılığındaki Bel’amlar: Zamanımızda beşeri sistemleri ayakta tutan ve insanları İslam’dan uzaklaştıran kimselerin en başında yer almaktadırlar. Bu kimseleri şu şekilde sınıflandırabiliriz:
a) Cami Hocaları, Müftüler, Hatibler: Bunlar; kafir devletlerin bünyesinde görev alan, yine bu kafir devletlerin isteği doğrultusunda hareket eden, Allah (c.c)’ın hükümlerini gizleyen, insanlara gerçek İslam’ı açıklamayan, insanlara İslam’ın hükümlerini tevil ederek, onların anlamayacakları ve kafir sistemlere zarar vermeyecek ve onların hoşlarına gidecek şekilde açıklayan, Allah (c.c)’ın, meleklerin, mü’minlerin ve bütün lanetçilerin kendilerine lanet ettiği parayla satın alınmış devlet memurlarıdır.
b)Cemat Veya Parti Liderleri: Bunlar; ya kafir sistemlerin kontrolü altında kasıtlı olarak ortaya çıkarılmış ya da kasıt olmaksızın kendiliklerinden ortaya çıkmış, fakat kafir sistemin bekasını sağlayacak şekilde hareket eden, bu şekilde insanları gerçek İslam’a değil de kendi anlayışları doğrultusundaki İslam’a davet eden, böylece peşlerinde çokca sayıda kitleleri toplayan kimselerdir. Bu kimseler gerçek İslam’ı açıklamamalarının sebebi; ya cahil olmaları ya da kafir sistem tarafından görevlendirilmiş olmalarıdır. İşte bu sebeble bu gibi kimseler insanları oyalayıp durmaktadırlar. Zira öyle cemaatlar ya da partiler varki sayıları milyonları geçmiş. Bu milyonlarla, değil bir beldede dünyada Allah (c.c)’ın hükümleri hakim kılınır. Allah (c.c)’ın kendisine akıl verdiği bir kimse bu konuda biraz düşünürse ve basireti de körelmemişse bunun böyle olduğunu açıkca görebilir. Fakat bu kimselerin sayıları çok olmasına rağmen akideleri bozuktur. Bu bozuk akideleri sebebiyle de hiç bir zaman bu kimselerin İslam’ı getirmeleri söz konusu değildir...
c)Tarikat Şeyhleri: Bunlar da kafir sistemlerin kontrolü altında ya kasıtlı olarak veya kendiliğinden ortaya çıkan, fakat kafir sistem için zararı olmayıp bilakis faydası olan, bu kafir sistemin bekasını sağlayan kimselerdir. Bu kimseler de insanlara gerçek İslam’ı anlatmazlar. Üstelik İslam’da yeri olmayan bir çok hurafe, bid’at, sapıklık türetirler. İnsanlar da onlardan gördükleri, duydukları herşeyi İslam’dan zannederek yerine getirirler. Şeyhlerine öyle kudsiyet verirler ki onların her söylediğine bağlanılması ve uyulması gereken bir değer olarak bakarlar. Bu sebeble yaptıkları amellerin Allah (c.c)’ın emirlerine uygun olup olmadığını hiç mi hiç düşünmezler. Zira şeyh ne söylerse, ne yaparsa onlar için doğrudur ve yapılması, bağlanılması mutlaka gereklidir. Günümüzdeki tarikatlar ve bağlıları o kadar çoktur ki, fakat küfür sistemlerini yıkmak için herhangi bir çabaları görülmemekte, bilakis bağlı oldukları şeyhlerinin telkinleri ve emirlerine itaat ederek, oylarıyla beşer sistemlerini destekleyerek onlara tam bir teslimiyetle yaşantılarını sürdürmektedirler... Her akıl sahibi bunu görerek anlar ki; bunlar insanları oyalamak ve onları gerçek İslam’dan uzaklaştırmaktan başka bir şey değildir.
2 - Allah (c.c)’ın Kendilerini Alçalttığı, Devlet Büyüğü İsmi Verilen Sefih İdareciler: Bunlar da beşer sistemlerinin bekası ve İslam’ın yeryüzünde hakim olmaması için canlarıyla, başlarıyla çalışan kimselerdir. Bu kimseler; kendi hür iradeleriyle hareket etmekten uzak olan, birer kuklalardır… İplerinin ise kimlerin elinde olduğunu dünyadaki hadiseleri izleyen kimseler gayet net ve açık olarak görürler… İşte bu kimseler; cumhurbaşkanı, başbakan, kral vs. gibi devlet yöneticileridir. Bu gibi kimseler Allah (c.c)’ın hükümleriyle hiç hükmetmemelerine veya Allah (c.c)’ın hükümlerinden bazılarıyla hükmedip bazılarıyla ise hükmetmemelerine ya da Allah (c.c)’ın hükümleriyle tam olarak hükmediyor gözükmelerine rağmen ulul emr olarak görülen ve bu sebeble çıkardıkları her kanuna, söyledikleri her söze hiç itirazsız bağlanılan kimselerdir. İnsanlarda şayet İslam’dan biraz eser kalmış ise Allah (c.c)’ın kendilerine vermiş olduğu akıl nimetinden istifade etsinler de kimler tarafından yönetildiklerine bir baksınlar! Ya da kendilerini yöneten sefihlerin (aklı kıt kimselerin) gerçek durumlarını araştırsınlar! Allah (c.c)’ın karşısında hesaba çekildikleri zaman: “Ya Rabbi! Biz, bilmiyorduk. Bizi onlar saptırdılar” diyenlerden olmasınlar.
3 -Fikirlerine Saygı Duyulan Akletmeyen Fikir Adamları ve Onların Fikirleri: Sahib oldukları fikir ve düşünceler Allah (c.c)’ın bildirdiği hükümlere ters olmasına rağmen, fikirlerine bağlanılan fikir adamları ve onların fikirleri de günümüzde beşer sistemlerin bekasını ve insanların İslam’dan uzaklaşmalarını sağlayan bir etkendir. Fikir adamı olarak fikirlerine değer verilenler:
a) Bir takım “izm”leri Ortaya Çıkaranlar: Budizm, Laikizm, Komunizm, Faşizm vs.
b) Bir takım etiket ve diploma sahibi kimseler: Gazeteci, yazar, profesör vs.
İnsanlar işte bu gibi kimselerin peşinde giderek, sahib oldukları fikirlerin Allah (c.c)’ın dininden olduğuna veya Allah (c.c)’ın dinine zıt olup olmadığına bakmadan hemen onların görüşlerine teslim olmakta ve bu görüşleri yaşanılması ve de bağlanılması gereken asıl görüşler olarak görmektedirler.
4 - Allah (c.c), Sayıları Çok Nice Kafirleri, İman Sahibi Az Kimselerle Helak Ettiği Halde; Çoğunluk:
Zamanımızda insanları Allah (c.c)’ın dininden alakoyan ve beşeri düzenlerin sistemlerini ayakta tutan bir diğer değer ise; çoğunluktur. Yani; insanların çoğunluğu bir şeye iyi derse o iyi, kötü derse o kötü görülür. Oysa ancak Allah (c.c)’ın iyi dediği iyi, kötü dediği kötüdür. Fakat çoğunluğa göre hareket eden kimseler, çoğunluğun iyi gördüğü bir şeyin Allah (c.c)’ın sisteminde kötü olduğuna veya çoğunluğun kötü gördüğü bir şeyin Allah (c.c)’ın sisteminde iyi olduğuna hiç mi hiç aldırış etmezler. Zira böyle kimselere heva ve hevesleri hakim olmuştur. Bu sebeble heva ve hevesleri neyi hoş görürse onu yapar, neyi de kötü görürse ondan uzak dururlar.
İşte! İnsanları haktan uzaklaştıran, Allah (c.c)’a ve rasulüne tabi olmayı engelleyen, Allah (c.c)’ın kulları için çizmiş olduğu nizamı bir kenara atarak beşer aklının ürünü olan kanunların yeryüzünde idamesini sağlayan belli başlı “teslimiyetçiler” bu sayılanlardır…
Öyleyse ey kendilerine “müslüman” ismini yakıştıranlar! Sizler, kendilerinize bir bakınız! Acaba hangi safta yer alıyorsunuz?
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun….

Sapık Tarikat Ehli

Günümüzde insanları saptıran, İslam’a bağlanmalarını önleyen, beşeri sistemlerin ayakta durmalarını, varlıklarını idame etmelerini sağlayan “teslimiyetçiler”den bahsetmiştik…
Şimdi bu “teslimiyetçiler”den olan “sapık tarikat ya da cemaat şeyhleri” ve buna paralel “sapık tarikat ehli” hakkında bazı şeyler söylemek istiyoruz.
Zamanımızda “sapık tarikat ehli” dünyanın dört bir yanına örümcek ağı gibi yayılmış, başlarındaki sapık hocaları, velileri (!), şeyhleri vasıtasıyla İslam’a bağlanmaktan, Allah (c.c)’a ve rasulüne teslim olmaktan uzak olarak yaşamaktadırlar. Oysa bu insanlar, yaptıklarını Allah (c.c) için yaptıklarını zannederek İslam adına yaparlar... Yaptıkları ameller vesilesiyle Allah (c.c) katında büyük mükafat alacaklarını sanırlar. Oysa İslam dini; Allah (c.c) katından Rasulullah (s.a.s) vasıtasıyla bildirilenlere kayıtsız şartsız teslimiyeti, bildirilenlerin aksine yaşantıyı, her kimden ve her ne şekilde gelirse gelsin reddi gerektirir…
İşte bu sebeble; insanları haktan uzaklaştıran, sapıklığı hak gibi onlara sunan ve kendilerine bir takım mertebeler veren sahte din adamları ya da din adamı kisvesindeki kimselerin de reddedilmesi gerekir… Bunları iyi tanıyabilmek için yaptıklarını ve söylediklerini, Rasulullah (s.a.s)’ın Allah (c.c) katından bildirdikleriyle kıyaslamak yeterlidir.
Bu gibi saptırıcılar geçmişte de vardı şimdi de var… Zira her iyi şeyi icra edenlerin mirasçıları olduğu gibi kötü şeyleri icra edenlerin de mirasçıları muhakkak vardır.
İşte geçmişteki saptırıcılardan bazıları:
Seyyid’üt Taife ismiyle ünlü olan; Cüneydi Bağdadi… Evliyanın büyüklerinden sayılır…
“En’el Hak”, diyerek kendi ölüm fermanını kendi elleriyle imzalayan, buna rağmen evliyanın büyüklerinden sayılan Hallac-ı Mansur.
Rasulullah (s.a.s) tarafından mana aleminde kendisine “Fusus’il Hikem” adlı kitabının verildiğini iddia eden, Şeyhi Ekber ismiyle meşhur Muhyiddini Arabi. İbni Arabi’nin yolunda giden ve Konya’nın büyük velilerinden biri olarak zikredilen Sadreddîn-i Konevî… (Aynı zamanda Celaleddin Rumi’nin hocalarındandır.)
Celaleddin Rumi’ye “Acaba Muhammed aleyhisselâm mı, yoksa Bâyezîd-i Bistâmî mi büyüktür?" diye soru yönelten ve büyük velilerden sayılan Şemsi Tebrizi…
Yine halk arasında “Mevlana” ismiyle meşhur; Celaleddin Rumi…
Şiirlerinde bir çok küfür ve şirk bulunan, veli diye addedilen Taptuk Emre’nin dergahında yetişmiş, ona kulluk etmiş olan Yunus Emre… (Celaleddin Rumi’den de ders almıştır.)
Büyük pirlerden sayılan Ahmed Yesevi….
Gavs’ul A’zam, Kutbi Rabbani, Sultan’ul Evliya, Kutbi Azam gibi lakablarla anılan Abdulkadir Geylani…
Büyük velilerden sayılan Aziz Mahmud Hüdayi…
Mısır Evliyası arasında zikredilen Ahmedi Bedevi…
Büyük evliyalar arasında zikredilen Ahmed Rıfai…
Tîcâniyye tarîkatının kurucusu; Ahmedi Ticani…
Evliyânın büyüklerinden ve müslümanların gözbebeği olan yüksek âlimlerden sayılan ve güya Allahü teâlânın sevgisini kalplere nakşettiği için kendisine "Nakşibend" denilen; Behaeddin Buhari… (Şâh-ı Nakşibend)
Halvetiyye tarikatından Ruşeniyye kolunun kurucusu olan Dede Ömer Ruşeni…
Şâziliyye adı verilen tasavvuf yolunun kurucusu; Ebu’l Hasan’ı Şazili…
İstanbul'u, Fâtih Sultan Mehmed’in fethedeceğini önceden haber verdiği iddia edilen ve büyük veliler arasında zikredilen Hacı Bayramı Veli…
Evliyânın büyüklerinden ve Uşâkîlik tarîkatının kurucusu olarak adı geçen Hasan Hüsameddin Uşaki…
Anadolu'da yaşayan evliyânın ve âlimlerin büyüklerinden birisi olduğu ileri sürülen İbrahim Hakkı Erzurumi….
Anadolu’da yetişen büyük velilerden birisi olarak zikredilen İsmail Hakkı Bursevi…
Nakşibendiyye yolunun Hâlidiyye koluna mensup olan, son asır Anadolu velîlerinden biri olduğu iddia edilen ve Şeyh Seyda namıyla meşhur olan Muhammed Said. (Cezbe halinde iken kışın, Dicle’nin donmuş olan buzlarını kırarak suya girdiği ve saatlerce orada kaldığı söylenir.)
Ruh bilgilerinin, tasavvuf ilminin mütehassısı, son asır âlim ve velîlerinden olduğu ileri sürülen Şeyh Abdulhakimi Arvasi…
Son dönem velileri arasında zikredilen ve kendisine “effendi hazretleri” diye hitab edilen Şeyh Kenan Rıfai.
Evliyanın büyüklerinden olduğu ileri sürülen Bayezidi Bistami.
En büyük velilerden biri olduğu ileri sürülen; İmamı Rabbani….
Evet… İsimlerini işte burada zikrettiğimiz bu kimseler ve daha bunlar gibi niceleri geçmişte ve yakın tarihimizde insanları saptırmış, haktan ve hidayetten uzaklaştırmışlardır… Bu kimselerin ortaya koydukları eserler incelendiğinde İslam’a tamaniyle zıt görüşlerinin varlığı net ve açık olarak görülecektir…
Fakat bir takım insanlar; bu kimselerin apaçık sapıklıklarına rağmen hala onlara sahiblenmek ve onları temize çıkarmak isterler…
Hallacı Mansur’un “Ene’l Hak” sözünü tevil etmeleri gibi…
Celaleddin Rumi’nin “Erotik” anlatımlarını tevil etmeleri, Mesnevisi’nin Allah (c.c) katından olduğunu tevil etmeleri vs gibi….
Böyle kimseler şunu iyi bilsinler ki; Allah (c.c)’ın kitabında ve Rasulünün sünnetinde asla bir değişme olmaz… Din tamamlanmış ve kemale ermiştir… Bu yüzden, birilerinin din olarak insanlara sundukları ya da din olarak ortaya koydukları şeyler tamamlanan dine ters ise asla onlardan bu sundukları şeyler kabul edilmez ve reddedilir.
Bunu sunan ister bir beşer yöneticisi olsun, ister ismi meşhur bir tarikat şeyhi olsun… Sonuç hiç değişmez… Mutlak surette reddedilir. Çünkü bu, müslüman olmanın, İslam’ı muhafaza edebilmenin gereğidir…
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.

Zamanımızda Yaşamış ve Yaşayan Tarikat Ehli

Geçmişte saptırıcılar olduğu gibi günümüzde de insanları saptırmış ve bu sapıklık üzere ölüp gitmiş; hala saptırmakta devam eden ve hayatta olan saptırıcılar mevcut… Bunlar da kendilerinden öncekilerin yoluna adım adım uymaktadırlar…
Zamanımızdaki saptırıcıların bu işi yapmadaki gayeleri; mevcut sistemleri ayakta tutmak ve bu vesileyle dünyalık elde etmek, makam ve mevkilerini korumak sevdasıdır…
İşte bu vasıflı kimseler günümüzde İslam’ın önündeki engellerden birisidir. Öyle ki bu kimselerin icra ettikleri, insanlara sundukları tarikat anlayışı insanları saptırmakta, onların hakka bağlanmalarını önlemekte, insanları Allah (c.c)’a değil, şeyh denilen bir takım sapık kimselere taptırmaktadır.
Böylece kendilerine şeyh denilen kimseler insanlar nezdinde bir makam ve mevkiye sahib oldukları için bu makam ve mevkilerini kaybetmemek pahasına insanların sapmalarına, kendilerini Allah (c.c)’a ortaklar koşmalarına adeta göz yumarlar.
İslam’dan hiç nasibi olmayan bu saptırıcılar aynı zamanda beşeri sistemleri ayakta tutan direklerden birisidirler.
İşte bu kimselere asıl verilmesi gereken sıfat onların; Allah (c.c)’ın ayetlerini gizleyen birer bel’am, Allah (c.c)’a ve rasulüne pervasızca başkaldırarak insanları kendilerine ibadete çağıran birer tağut olduklarıdır.
Bunlardan bazılarını şöylece sıralayalım:
Müridlerince kendisine “Efendi hazretleri” diye hitab edilen Süleyman Hilmi Tunahan. (1959 senesinde İstanbul'da ölmüştür.)
Kendisine tabi olan kimselerin kendisini asrın müceddidi olarak isimlendirdikleri ve kendisine Bediüzzaman lakabını verdikleri Saidi Nursi. 23 Mart 1960'da ölmüştür.
Mehmed Zahid Kotku adıyla meşhur olmuş nakşi şeyhlerinden Muhammed Zahid Burusevi. (13 Kasım 1980'de ölmüştür.) (İskenderpaşa şeyhi)
Zamanımızda yaşamış ve “Seyda Hazretleri” namıyla meşhur Mehmet Raşit Erol. (Menzil Şeyhi) (22 Ekim 1993’te ölmüştür.)
Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi’nin “Ramuz el Ehadis” adını taşıyan ve birçok uydurma ve mevzu hadisleri içeren hadis kitabından (bu kitab diğer nakşi tarikatlarında da okutulmaktadır) dergahında ders yapan Mahmud Esad Çanakkalevi. (Esad Coşan.) (2001 yılında Avustralya'da geçirdiği bir trafik kazası sonucu ölmüştür.)
Müridlerinin kendisini “Büyük Veli”, “Şeyh Efendi” “Efendi Hazretleri” gibi isimlerle çağırdıkları Mahmud Ustaosmanoğlu (İsmailağa Camii şeyhi) (Hala hayattadır.)
Bunlar sadece birer simge... Daha bunlar gibi bir çokları vardır. Hatta bunlardan daha ileri giderek kendilerini açıkca peygamber ilan eden sapıklar bile türemiştir. Bu gibi sapıkların ve sapıklıkta daha ileriye varan kimselerin bu hareketleri kendilerine büyük bir rant sağladığı gibi, onlar sebebiyle bir çok insan hakkı göremez olmuş, bir çok insan bid’ate, şirke, küfüre sürüklenmiş, bir çok genç kızların namusları kirlenmiş, bir çok kurulmuş ailede neseb korunamaz olmuştur.
Herşeyden daha önemlisi; böyle kimseler sebebiyle İslam, insanlara korkunç ve çirkin gözükmüş... İşte bu, beşeri sistemlerin İslam’ı yıkmada kullandıkları bir metoddur...
Bir zamanlar İslam diyarı olan topraklardaki; gerek İslam adına ve gerekse gayri İslami yapılan her bir hareketi dikkatle gözlemleyen kimseler bunu çok açık ve net bir şekilde görecektir...
Bunu ise ancak gözleri ve kalpleri kör olmayan, basiretleri açık kimseler görebilirler. Kalp ve gözleri kör, basiretleri ise kapalı olanlar ise hiç bir şey göremezler.
Bunlar için Allah’tan hidayet dileriz. Bilmeyerek bunlara kananlar için ise bu yazımızın bir uyanış vesilesi olmasını temenni ederiz.
Bu yazımızda bu kimselerden bazılarının bizzat kendi ifadeleriyle sapık görüşlerini ortaya koyacağız.
Hakkı isteyen kimselere bir ışık tutması niyetiyle...

Zamanımızda Yaşamış ve Yaşayan Tarikat Ehlinin Sapıklıkları

SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN

T.C’nin bir çok camisinde vaizlik görevi icra etmiş günümüz bel’amlarından ve küfür düzenlerinin destekçilerinden ve de Nakşi tarikatı mensublarından birisidir.
Sapık tarikat ve tarikatçılıkla alakalı birçok sapıklıkları kabullenmiş ve müridlerine de kabullendirmiştir. Her hangi bir eser telif etmemiştir. Buna gerekçe olarak şöyle demiştir:
“Selefin mum ışığında yazdığı paha biçilmez hazine misali eserlerin toprağa gömülerek çürüdüğünü, bakkallara satılarak çöplüklerde çiğnendiğini, bir kısmının da kütüphane raflarında tozlanmış ve çürümeye terkedilmiş olduğunu gördüm. Medreseleri kapanmış, yazısı değiştirilmiş, din ilimleri yok olmaya yüz tutmuş olan bir zamanda, kitab yazmaktansa, yazılan ilmi eserleri anlayarak anlatacak ve ilmi satırdan göğse intikal ettirip yaşatacak talebe yani; canlı kitab yetiştirmeyi daha lüzumlu buldum.”
1 - Hallacı Mansur hakkında şöyle demiştir:
“Hallacı Mansur’un “Ene’l Hak” demesi “ben hakkım” demek değil, “Ene ale’l Hak” (Ben hak üzereyim) manasındadır. Kur’an’ı Kerim ve hadisi şerifte tevilat yapıyoruz da evliyaullahın sözünü neden hüsnü tevil etmiyoruz?”
2 - Onun rabıta ile ilgili şu sözleri onu tanımak için yeterlidir sanırım:
“Akılsız baş nasılsa, râbıta olmayan kalpte öyledir. İnsanı hayırdan ve irşattan alıkoyan, yegane şey nefistir... İnsan bazen gadaba gelip “kırarım, yakarım” der, ebeveynine âsi olur... Hep böyle şeyler nefsin mahsülüdür. Bu hallerden kurtulmak için tek çıkar yol ancak râbıtadır.“
“Aklın inkişâfı için râbıta ve zikr-i kalbî zarûrîdir.“

“Ana, meme verdikçe çocuk büyüdüğü gibi, nefis de, arzularına uyuldukça büyür. Hatta velî olsam, peygamber olsam der. Nefs-i emmâre ancak râbıta ile terbiye olunur.“
“Her şey râbıta ile kaimdir. Dünya, ay ve diğer peykler (gezegenler), güneşe rabıta yapıyor. Güneş, Arş-ı âlâya, Arş-ı âla sıfat-ı ilahinin nuruna rabıta halindedir.“
“Râbıta ehli, üstazların himayesiyle nazardan korunur ve kalpleri füyuzatla alâkadar olduğundan nazarları başkalarına isabet etmez, ziyan vermez.”
“Râbıtada geçen zaman ömre sayılmaz. Ömür dünya ile ölçülüdür. Râbıta ise uhrevîdir.”
Râbıtaya ehil olmayanlara ilim öğretmek hırsızın eline kılıç vermek gibidir. İlahi feyizlerden mahrum olduklarından öğrendikleri ilmi dünya menfaatine âlet ederler.
Tarîk-i Nakşî; rabıta yolu, enbiya ve mürselîn yolu, ârifler, kâmiller, sıddîklar yoludur. Tarîk-i müşahede ve tarîk-i şühuddur.” (Süleyman Hilmi Tunahan hakkında çeşitli kitabevlerince yazılmış, onun sohbetlerinden bir takım alıntılar... Ayrıca Ali Erol tarafından kaleme alınmış “Hatıratım” adlı kitabtan alıntılar...)

SAİDİ NURSİ

Saidi Nursi ile alakalı daha önce bir takım yazılar yazılmış, onun ve onun yolunda gidenlerin yanlışlığı ortaya konmuştu. Şimdi bazı şeyleri tekrarlamakta ve bazı şeyleri de ilave etmekte fayda vardır. Bunları şöylece sıralayalım:
1 - Saidi Nursi Milli mücadele döneminde İngilizlerin işgal planına uygun olarak Doğu'da ve güneydoğuda İngiliz hükümeti destekli bir Kürdistan kurulması amacıyla "Kürt Teali Cemiyeti" kurucuları arasında yerini almıştır. (Marmara brifingi, 1971)
2 - Anadolu'daki kuvâyı milliye hareketini "isyan" olarak vasıflandıran zamanın Osmanlı Şeyhülislâmının fetvasına karşı, mukabil bir fetva vererek millî kurtuluş hareketinin meşrûiyetini îlân etmiştir. Bu hizmetleri Anadolu'da kurulan Millet Meclisi'nin takdirini kazanmış ve Saidi Nursi bizzat Mustafa Kemal tarafından ısrarla Ankara'ya dâvet edilmiştir.
Bu konuyla ilgili olarak Saidi Nursi şöyle diyor:
“Mustafa Kemal beni şifre ile iki defa Ankara’ya taltif için istedi. Hatta demişti: “Bu kahraman hoca bize lazımdır.” (Emirdağ Lahikası- II-79)
3 - 1950 sonrası küfür sisteminde iktidar olan Adnan Menderes ile (DP hükümetiyle) işbirliği içinde olmuştur.
Bu konuyla ilgili olarak Saidi Nursi’nin şu sözlerine bir bakalım:
“Ben çok hasta olduğum ve siyasete alakasız bulunduğum halde Adnan Menderes gibi bir İslam kahramanı ile bir sohbet etmek isterdim. Hal ve vaziyetim görüşmeğe müsaade etmediği için, o suri konuşmak yerine bu mektub benim bedelime konuşsun diye yazdım.
Gayet kısa bir kaç esası, İslamiyetin bir kahramanı olan Adnan Menderes gibi dindarlara beyan ediyorum.” (Emirdağ Lahikası -II- 231)
Oysa beşer düzenlerinde iktidar olmak ya da iktidara adaylık göstermek tevhid inancına tamamıyla zıddır. Buna göre her kim gerek oylarıyla, gerek malıyla, gerek bedeniyle ve gerekse herhangi bir şekilde bu iktidar sahiblerini desteklerse veya onlarla işbirliği içinde olursa o kimsenin hükmü de onlar gibi olmaktan başkası değildir... Desteklenen kimsenin vasfı ise hiç önemli değildir.
Bu kısa bilgiden sonra şunları da aktarmakta fayda vardır:
Said-i Nursi, yaşamı boyunca bir takım risaleler yazmıştır. Bu risalelerin tümüne “Risale-i Nur Külliyatı” denir. Fakat yazdığı risaleler arasında bile zıtlıklar vardır.
Örneğin; Bir kitabında; “Cifir (cebir hesabı)... gaybı Allah’tan başkası bilmez ayetine karşı edep dışı bir davranıştır” (Lem’alar s: 39 yazıldığı tarih: 1957) Dediği halde daha sonraki kitablarında sık sık cebir hesabını kullanır ve kendi yazdıklarının ne kadar yüce olduğunu ortaya koymak ister. Hatta kıyametin vaktini bile tayin eder...
Buna örnek vermek gerekirse:
“Onlardan kimi şaki (isyankar)dır, kimi de said (mutlu)dir.” (Hud: 105) anlamındaki ayetin cebir hesabı yönünden sayı değeri 1303 eder. Hud Suresi 112. ayette; “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol”, anlamında bir ayet olduğu gibi Şura suresinin 15. ayetinde de aynı manada ayet vardır. “Vav”la başlayan Şura suresindeki ayetin cebir hesabı yönünden sayı değeri de 1309 eder. Bu tarihte bütün muhataplar içinde özellikle birine Kur'an adına iltifat ediliyor, doğru olmak yolunda buyruk veriliyor. Birinci tarih(1303) de ise, Risale-i Nurlar müellifi(Said-i Nursi)nin ilim tahsiline başladığı tarihtir. İkinci ayetin tarihi ise O müellif(Said-i Nursi)nin harika bir şekilde pek az bir zamanda ilimce en son noktaya ulaştığı(!), tahsili bitirdikten sonra ders vermeye başladığı ve 3 ayda, bir kış içinde, 15 senede ancak okunabilen 100'den çok kitap okuduğu ve o zamanın o muhitte en ünlü alimlerinin yanında o 3 ayın mahsulu fakat 15 yılın mahsulü kadar olan ilimleri kazandığı, ne kadar büyük bir alim olduğunu; hangi ilimden olursa olsun sorulan her soruya en doğru cevabı vermekle ispat ettiği tarihe rastlar."(Tasdik-i Gaybi, s. 61-62, yıl 1958)
Said-i Nursi bir yerde de kendisini şöyle tanıtır:
“İngiltere'nin en yüksek bilim kurulu, Şeyhülislamlık'a 6 soru sorup cevabını istediği zaman; o 6 soruya 6 kelimeyle cevap veren;
Yabancıların en çok önem verdikleri ve bilginlerinin en esaslı düstur saydıkları ilkelerine, gerçek ilim ve marifetle karşılık verip üstün çıkan;
.... Gerek Avrupa filozoflarına, gerek ülemasına ve gerek okullarda yetişmiş olanlara meydan okuyan, kendisi hiç soru sormadan sorulan soruları eksiksiz cevaplandıran..."(Lem'alar Risalesi)
İşte Said-i Nursi böyle üstün bir kişi olduğunu kendisi anlatıyor...
Kendisini öven bu zatın taraftlarları da onu; “misilsiz, muellif, hakikat kahramanı, bütün İslam aleminin muhtaç olduğu bir filozof” olarak tanımlamışlar ve ilmi değer bakımından Aristo’yu, İbni Sina’yı, İbnirruştu, Farabi’yi” geride bıraktığını söylemişler, hatta manevi sahada Türkiye’nin Gandisi olduğunu belirtmişlerdir. Onun eseri Risale-i Nur’u ise; Kur’an’ı Kerim’in 20. yüzyıldaki tefsiri saymışlardır.
Saidi Nursi, şehidlerin ölümleri sonrası insanlara yardım edebileceklerini isbat için şöyle der:
“Şehitler hayatlarını Allah yolunda feda ettikleri için Allah da onlara berzah aleminde, dünya hayatına benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayat ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmez, daha iyi bir yere gitmiş bilirler. Çok mutlu olurlar. İşte şehitlerin efendisi olan Hz. Hamza da böyle bir hayat yaşamaktadır. Kendine sığınan insanları koruması, dünya ile ilgili işlerini görmesi ve gördürmesi mümkün olabilir. (Said Nursî, Mektubat, 1. Mektup, Risale-i Nur Külliyatı, İstanbul 1994, c.I, s. 347.)
Bu anlayışa gore veli denen zatlar öldüklerinde daha çok yardım yapma imkanı elde ederler ve bir çok tasarruflarda bulunurlar.
Bu konuyla ilgili olarak sapık tarikat ehlinin öncülerinden olan Abdülkadir Geylânî’nin bir şiirinde geçen şu beyitleri meşhurdur:
“Müridim ister doğuda olsun ister batıda
Hangi yerde olsa da yetişirim imdada”
(Bu şiir, Said-i Nursî'nin "Sikke-i Tasdîk-i Gaybî adlı kitabında geçmektedir. Bkz. Risale-i Nur Külliyatı, İstanbul 1995, c.II, s. 2083.)
Tımarhaneye yollandı
Said Nursi'nin hayali, bir "Büyük Doğu Üniversitesi" kurulmasıydı. Saray bu fikri 'delilik' diye karşıladı.
Said Nursi, İkinci Abdülhamid'e "Doğu'da okullar açılmalı, dini bilgilerin yanı sıra fen bilimleri de öğretilmeli" diye başvurdu.
Saray bu talebi hoş karşılamadı. "Kim bu adam, deli mi, divane mi?" deyip Toptaşı Tımarhanesi'ne sevk etti.

-Kabirden yardım istemek = said nursiye mahsus
-Gaybdan haber vermek = said nursiye mahsus
-Ebced ve cifir gibi yahudi kabala işleri yaparak gaybi tarihler peydahlamak =said nursiye mahsus
-İradesi dışında Yazdırılan kitaba sahip olmak = said nursiye mahsus
-Uydurma - zayıf - hadisler nakletmek =said nursiye mahsus
-Uydurma zayıf hadisi bir kitabında sahih deyip diğer kitabında uydurma demek =said nursiye mahsus
-Hz. Ali'nin kucağına cibril tarafından kitap indirtmek =said nursiye mahsus
-Hz.Ali'nin kucağına indirilen kitabı manevi alemde kendisinden almak = said nursiye mahsus
-Yazdığı kitaba Kuranın sıfatlarını vermek =said nursiye mahsus
-Deprem -zelzele- yangını kitabına saldırıdan bilmek =said nursiye mahsus
-Şirk ürün Vahdet-i vücudu ve icatçısı ibn Arabiyi kitaplarında savunmak=said nursiye mahsus
-Şianın etkisinde kalarak akaidi oluştuğundan cevşeni piyasaya sürmek =said nursiye mahsus

Bitmez .....


Mehmet Zahid Kotku:

T.C’nin emri altında değişik camilerde görev yapan zamanımızın büyük belamlarından ve sapık tarikat ehli birisi...
Müridin inancı şöyle olmalıdır: "Ben ancak bağlı bulunduğum şeyhim ile hedefime ulaşabilirim. (KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 247, son paragraf.)
Haklı dahi görünse mürîdin üstadına itirazı haramdır. (KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s.5, 2. paragraf.)
Hz. Musa ile Hızır aleyhisselam kıssasında olduğu gibi şeyhe itiraz çok çirkindir. İtirazcının özrü kabul edilemez. İtirazdan doğan ayrılığın ilacı yoktur. Bu itirazın zararı, mürit üzerine akan feyzin kapanmasıdır. ( KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 246, paragraf 3.)
Müride lazım olan şartlardan biri de şeyhin emrettiği şeyleri tevil etmeyerek ve geciktirmeyerek yapmasıdır. Zira tevil ve geciktirme büyük kesintiye sebeptir. (KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 246, paragraf 5.)
Adabdan biri de şeyhinin sevmediği hoşlanmadığı şeylerden kaçınıp, şeyhinin güzel ahlakına ve yumuşaklığına aldanıp da sevmediği şeyleri yapmamasıdır. (KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 248.)
Şeyh müride bir şey telkin ettiğinde devamlı onunla meşgul olmalı ve kalbine hayır ve şer bir şey getirmemelidir. ( KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 248.)
Sadık müridin sermayesi sevgi ve bağlılıktır. İnatlık asasını ve muhalefet sevdasını bırakıp şeyhin emri altında sükunettir. Tarikata sevgisi ve şeyhine bağlılığı artan mürit tarikatta kalmaktan emin olur. ( KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s. 250.)
Mürit şeyhinin terbiyesinde ölü yıkayanın elindeki ölü gibi olmalıdır ki, şeyh, müride istediği gibi hareket edebilsin. (KOTKU, Tasavvufî Ahlak, c. II, s.245, 3. paragraph)
Aynı isimli kitabın c: II s: 184-185’TE Allah (c.c)’ın isimlerinin ve sıfatlarının şeyhte gözüktüğü ifade edilmektedir.

ESAD COŞAN

Mehmed Zahid Kotku’nun sapıklığını ölünceye kadar yayan ve bu uğurda çaba sarfeden bir kimse...
Bu kimseyle ilgili bir tek örnek yeterlidir. Zira diğer bütün inançları Mehmed Zahid Kotku ile aynıdır...
Esat COŞAN, Ehl-i Sünnet Akaidi adlı kitabın başına, Mehmed Zahid KOTKU ile ilgili olarak şunları yazmış:
"...İnsanın kalbinden geçirdiğini bilir, gelenin sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi bağışlardı..." (Esat COŞAN (Halil NECATİOĞLU takma adı ile), Evliyanın Kerameti Haktır, Başyazı, İslam Dergisi, Ağustos l992, Sayı 108.)

Mahmut Ustaosmanoğlu:

Günümüzün sapık tarikat öncülerinden; veli diye kendisine hürmet edilen saptırıcılarından birisidir. Onun sapık düşüncelerinin belli başlıları şöyledir:
1 - “İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabir ehlinden yardım isteyiniz.” (Mahmut USTAOSMANOĞLU başkanlığında bir heyet, Ruhu'l-Furkan Tefsiri, İstanbul 1992, c. II, 82.)
Bu anlayış sahibleri, yukarda zikrettikleri uydurma bir hadise dayanarak kabirlere, türbelere giderek veli dedikleri kimselerin hastalıklara şifa vesilesi olacaklarını sanırlar veya herhangibir olumsuz hallerinin düzeleceğine inanırlar.
Bu inanç sahibleri ve bunlar gibileri, inançlarını doğrulamak için de şöyle bir olayı hikaye ederler:
“Bir değerli büyüğümüz bayram sohbetinde şöyle demiş:
"Benim bir hemşirem (kızkardeşim) vardı, yürüyemezdi. Adana'da o zaman bulunan bütün doktorlara gittik, dışarıda hepsine gösterdik çare bulamadılar. Nihayet bize dediler ki, Toroslarda bir zatın türbesi var, hastayı götürün orada bir gece durdurun. Allah'ın izniyle o zatın dua ve ruhaniyeti şifa vesilesi olur. Biz artık her türlü tıbbî ümidimiz kesildikten sonra oraya annemle birlikte hemşiremi sırtımızda götürdük. Geceleyin hemşirem birden bir feryad etti. Annem, acaba aklına, şuuruna bir şey mi oluyor, korkuyor mu? diye hemen yanına fırladı. Hemşirem halâ bağırıyordu. "İyi oldum, iyi oldum, yürüyorum, aman Allah'ım" diye haykırıyordu. Biz de hayretle yanına vardık. Sabahı beklemeden oradan döndük. Sırtımızda götürdüğümüz hemşirem yürüyerek eve geldi.” (Bir Bayram Sohbeti, Altınoluk Mecmuası, Şubat l997, s. 13.)
2 - “Bir veli ölünce ruhu, kınından çıkmış kılınç gibi olur.” (Ruhu'l-Furkan, c. II, s. 67)
Bu anlayışa göre veli sanılan bir kimse öldüğünde ruhu, kınından çıkmış kılınç gibi olur. Yani; her zaman için kendisinden yardım istenilebilecek durumdadır.



3 - Mahmut Ustaosmanoğlu bir konuşmasında şöyle demiştir:
“Biz Allah ile kullar arasında evliyâullahın ve meşâyih-i izâm (büyük şeyhler, veli kullar) hazerâtının ruhlarının (bu kimselerin kim oldukları Ruhu'l-Furkan, C.II, s.86'da daha açık bir şekilde geçmektedir.) vasıta olduğuna inanırız. Onların ruhaniyetinden istimdâd (yardımına çağırmak) eder, istiânede (yardımına istemek) bulunuruz.
4 - Mahmut Ustaosmanoğluna göre veli olmanın şartı şöyledir:
“Veli olmanın başlangıcı kul ile Mevla arasına giren düşüncelerin, ve kulun, Allah'a olan yabancılığının ortadan kaldırılmasıdır.
Mevlanın ikramıyla Allahü Teâlâ‘nın dışında kalan herşey sâlikin (tarikata girmiş kimse) gözünden silinir, Allah’tan başkasını görmez hale gelirse, fenafillah yani Allahü Teâlâ’da eriyip gitme adı verilen devlet hasıl olur ve tarikat hali sona erer. Böylece seyr-i ilallah yani Mevla’ya doğru olan manevi yürüyüş tamamlanmış olur.
Bundan sonra seyr-i fillah (Allah'da yürüyüş) denilen ispat makamına girilir ve kalbe sadece Allah (Celle celâluh) yerleşir. İşte bunları kazanan kişiye “veli”, yani hakiki Allah dostu demek doğru olur.
Nefsi emmare (sürekli kötülük emreden nefis) mutmainneye dönüşür; küfründen ve inkarından vazgeçer. O Mevlasından, Mevlası da ondan razı olur. Nefsin tabiatında bulunan ibadetlere karşı olan isteksizlik hali ortadan kalkar. ( Ruhu'l-Furkan, c. II, s. 63)
5 - “Manevi yolu iyi bilen ve salikleri o yola ulaştırabilen bir şeyh aramak şeriatın emirlerindendir.( Ruhu'l-Furkan, c. II, s. 63.)
6 - “Büyük Şeyh Mustafa İsmet Garibullah kuddise sirruhu hazretleri Risale-i kudsiyyesinde şöyle buyurdu: Hz. Ebu Bekr'e varıncaya kadar bütün silsilenden yardım istemeyi adet et. Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme vararak ondan da yardım iste. Şeyhini şefaatçı, aracı kıl ki, seni sevinçle doldursun.(Ruhu'l-Furkan, c. II, s.86. )
7 - “Rabıta bir müridin, mürşid-i kâmilinin ruhâniyetiyle beraber, suretini kalp gözünün önüne getirerek hayal etmesi ve kalbiyle ondan yardım istemesinden ibarettir. (Ruhu'l-furkan, c,II, s.64.)
8 - “Muhammed Halid Hazretleri, Risale-i Halidiye’sinde şöyle buyuruyor:
Rabıtanın en üstün derecesi, iki gözün arasında olan hayal hazinesi ile mürşidin ruhaniyetinin yüzüne hatta iki gözünün arasına bakmaktır. Zira orası feyiz kaynağıdır. Ondan sonra mürşide karşı kendini alçaltarak, son derece tevazu ile yalvarmak ve onu Mevlâ ile kendi arana vesile kılmak üzere, mürşidin ruhaniyetinin hayal hazinesine girip oradan kalbine ve derinliklerine yavaş yavaş indiğini düşünüp, senin de peşinden yavaş yavaş oraya aktığını ve indiğini hayal ederek, şeyhini, kendi nefsinden geçinceye kadar hayal gözünden kaybetmemektir.”( Ruhu'l-Furkân c. II, s. 79)
9 - “(Yusuf 12/24) ayetinin tefsirinde ekseri müfessirler, Allah dostlarının tasarruf ve imdadını (gücünü ve yardımını) açıklamışlardır. Müfessirlerden Keşşaf, doğruluktan ayrıldığı ve Mutezile Mezhebinin (Mutezile, bir kelâm mezhebidir. Vasıl b. Ata ve taraftarları kurmuştur. İnsanın kendi fiillerinin yaratıcısı olduğunu, Allah'ın bu konuda kimseye karışmadığını savunurlar. Bir çok konuda farklı görüşleri vardır.) görüşüyle vasıflandığı halde Yakup aleyhisselamın ruhaniyyetinin, şaşkınlığından parmaklarını ısırmış olduğu halde Yusuf aleyhisselama gözükerek “O kadından sakın.” dediğini açıklamıştır.” (Ruhu'l-Furkan, c. II, s. 65,66.)
10 - Ubeydullah el-Ahrâr es-Semerkandî hazretleri "Sadıklarla beraber olun." (Tevbe 9/119) âyetinin tefsirinde şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz sadıklarla beraber olmak, surette ve manada onlarla beraber olmaktır." Sonra da manevi beraberliği rabıta ve huzurla tefsir etmiştir ki, bu ehlince malum olan meşru bir iştir. (Ruhu'l-Furkan, c. II, s.66.)
11 - “Şeyhin iki gözünün arası feyiz kaynağıdır. Rabıta yaparken iki gözün arasında olan hayal hazinesi ile mürşidin ruhaniyetinin yüzüne hatta iki gözünün arasına bakılır... Sonra şeyhine karşı kendini son derece alçaltarak ona yalvarıyor, onu Allah ile kendi arasında vesile kılıyor.(Ruhu'l-Furkan, c. II, s. 79.)

Mehmet Raşit Erol

Menzil şeyhi olan ve Seyda hazretleri adıyla meşhur olan bu zat; kendisine gelen her kimseyi tevbeye çağırır, tevbe etmeleri için ve mürid olabilmeleri için gerekli olan müridlik şartlarını ellerine tutuştur, kendince müridlerine; kalb, letaif ve nefs-i isbat dersleri verirdi. Bununla birlikte yukarıda söz konusu olan sapık tarikatlarla ilgili her hal, bu sapık tarikatta da mevcuttur.
Bu açıklamalardan sonra sapık tarikat ehlinin şeyhleriyle ilgili inançlarıyla alakalı olarak şunları da ilave etmekte fayda vardır:
Sapık tarikat ehline gore; velîlerin üstün vasıflı olanlarına “evtâd” (direkler) denir. Onların üstünde “revâsî” (dağlar) vardır. Bir felaket zamanında kullar evtâd'a yönelir, evtâd da revâsîye yönelir. Revâsî’yi kutup idare eder.
Kutuptan sonra gelen iki kişiye “imâmân” denir. Bunlardan birine “imam-ı yemîn”, diğerine “imam-ı yesâr” adı verilir. İmam-ı yemîn kutbun hükümlerine, imam-ı yesâr da hakikatine mazhardır. Kutup ölünce onun yerini imam-ı yesâr alır. Kutup ile iki imam, üçleri oluşturur.
Kutup en büyük velîdir. Bütün erenlerin başı, Allah’ın izniyle kâinatta tasarruf sahibidir.
Gavs: Darda kalındığında sığınılan ve istimdâd edilen yani yardım istenilen kutuptur. Darda kalan sûfiler, “Yetiş ya Gavs!” diye gavsa sığınırlar. Gavs, istimdad edene yardım elini uzatır. Abdülkadir Geylânî, “Gavs-ı a’zam” lakabıyla ünlüdür.
Ancak bütün bu sığınma ve istimdâdlar, zahirde gavsa ise de hakikatte Allah’adır. Çünkü alemde yegane mutasarrıf Allah Teâlâ’dır. Ondan başka fail-i mutlak yoktur. “Gavs” olarak bilinenler, esmâ ve sıfât-ı ilahî mazharıdırlar.
Bunlardan başka, sayıları bir rivayette sekiz, diğer bir rivayette kırk olan “nücebâ” ile, sayıları on, ya da üçyüz olan “nukabâ” denilen ve insanların iç dünyalarından haberdar olan şahsiyetler vardır.
Genel olarak ricâlü’l-gayb ve gayb erenleri olarak anılan bu Hakk dostlarının makamı boş kalmaz. Ölenin yerine sırayla kendisinden sonraki yükseltilir. (Hasan Kamil YILMAZ, Altınoluk Mecmuası, Aralık l995 sayısı.)
Onlara göre Allah dünyanın cismânî düzenini sağlamak için bazı insanların bir takım görevler üstlenmesini murâd ettiği gibi, alemdeki manevî ve ruhanî düzenin korunması, hayırların temini, kötülüklerin giderilmesi için de sevdiği bazı kullarını görevlendirmiştir. Bunlar büyük peygamberlerin yerine, onlardan bedel kişilerdir. “Allah’ın yeryüzünü kendilerine musahhar kıldığı” kimseler olarak değerlendirilmiştir. Onlar alemin intizam sebebidir. İnsanların işlerini tanzim ettiklerine inanılır. (Hasan Kamil YILMAZ, Altınoluk Mecmuası, Aralık 1995 sayısı.)
Bu meselede anlatabileceklerimiz kısa ve öz olarak bu kadardır.
Zira aklı selim olan ve İslam’dan nasiblenmiş her kimse için bu anlatılanlar kafidir. Hakkı göremeyen ve gördüğü halde nefsine, heva ve hevesine uyan ya da hakkı görmek istemeyen kimselere ne kadar deliller sunulursa sunulsun yine de akletmez, gerçeği görmezler... Zira onların gözleri var; kördür, kulakları var; sağırdır, kalpleri var; kilitlidir, beyinleri var; düşünmekten, akletmekten uzaktır.
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.


alim dedikleri kişilere bak yaaaa

hocam Allah cc senden razı olsun
 
matchless maturidi-1 Çevrimdışı

matchless maturidi-1

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Daha önceleri bu zatın iyi birisi oldğunu biliyordum buradaki yorumlara baktıktan sonra biraz hakkında araştırma yaptım ve daha önce duymadıklarım şeyleri gördüm ve bunların gerçekliğini sizlere soruyorum çünkü araştırma yaparkende zira bu zatı destekleyen tek site sizlersiniz =)
cevaplarını merak ettiğim sorular şunlar cevaplarsanız inşAllah kafamda ki sorular gidecektir_?


İbni Teymiyye’nin görüşlerinin bazıları şunlardır:


  • -Allâh’ın sıfatlarında sonradan yaratılmış sıfatlar olduğunu iddia etmesi.
Bu görüşü şu kitaplarda geçmektedir.
1- Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul
2- Minhac es-Sünne e-Nebeviyye
3- Fetaval Kübra
4- Altı Sürenin Tefsir Mecmuası
“Minhac es-Sünne e-Nebeviyye” adlı kitabında diyor ki: “Allâh’ın hareket eder ve Allâh’ın zatında yaratılmış ve araz olan sıfatlarının da olduğunu söylüyoruz. Bunun batıl olduğunu delil nedir? ”





  • -Allâh’ın “cisim olduğunu” iddia etmesi.
Bu görüşü şu kitaplarda geçmektedir.
1-Şerh Hadis-i Nüzul
2-Fetaval Kübra
3-Beyan Telbis el-Cehmiyye
* “Şerh Hadis-i Nüzul” adlı kitabında diyor ki : “Şeraite göre bir peygamberden, bir sahabeden, bir tabi’den veya bir seleften Allâh’ın cisim olup olmadığını bildiren bir nakil yoktur. Ancak ispatlamak veya inkâr etmek bu şeraitte bir bid’attir.”
* “Fetave İbni Teymiyye” adlı kitabında da diyor ki: “Tecsim kelimesi, yani Allâh’ın cisim olduğunu ne inkâr etmek ne de ispatlamak niyetiyle hiçbir Selefin görüşünde geçmiş değildir. O zaman Ehli Selef cismi reddettiler veya ispatladılar denemez.”
* “Beyan Telbis el-Cehmiyye” adlı kitabında şöyle diyor: “Kesinlikle Allâh’ın kitabında, Resulün Sünnetinde, Ehli Selefin sözlerinde, Allâh’ın cisim olmadığı konusunda kesinlikle bir nas yoktur ve Allâh’ın sıfatlarının cisim ve araz olmadığı konusunda da bir nas yoktur.”



  • -Allâh’ın harf ve ses ile tekellüm ettiğini ve dilediği vakitte konuşup dilediği vakitte sustuğunu iddia etmesi.
Bu görüşü şu kitaplarda geçmektedir
1- Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul
2- Minhac es-Sünne e-Nebeviyye
3- Fetaval Kübra
4- Altı Surenin Tefsir Mecmuası
5- Sıfatı Kelam
“Fetaval Kübra” adlı kitabında şöyle diyor: ”Müslümanların cumhuru şöyle diyorlar: ‘Arapça olan Kur’an Allâh’ın kelamıdır. Allâh harf ve sesle onunla tekellüm eder.”


  • -Allâh’ın bir yerden bir yere göç ettiğini, hareket ettiğini ve göğe indiğini iddia etmesi.
Bu görüşü şu kitaplarda geçmektedir
1-Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul
2-Minhac es-Sünne e-Nebeviyye
3-Şerh Hadis-i Nüzul
“Minhac es-Sünne e-Nebeviyye” adlı kitabında diyor ki : “Biz Allâh hakkında hareket eder ve Yaratılmış sıfatlar ve arazlar onun zatında olur deriz.”
“Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul” adlı kitabında onun gibi ‘Mücessim’ olan Daremi’nin sözünü onaylayarak diyor ki: ”Hay ve Kayyum dilediğini yapar, dilerse hareket eder, dilerse aşağı iner ve yukarı çıkar, dilerse tutar ve bırakır, dilerse kalkar ve oturur. Çünkü Hay ile ölünün arasında fark hareket etmesidir.”


  • -Allâh’ın sınırlı olduğunu iddia etmesi.
Bu görüşü şu kitaplarda geçmektedir.
1- Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul
2- Beyan Telbis el-Cehmiyye
“Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul” adlı kitabında diyor ki: “Müslümanlar ve kâfirler Allâh’ın göklerde ve sınırlı olduğuna ittifak etmişlerdir.”
* Yine aynı kitapta diyor ki: “Allâh’ın bir sınırı var ancak bu sınırı Allâh’tan başka kimse bilemez.
* Yine aynı kitapta diyor ki: “Her kim Allâh hakkında sınırlı olduğunu itiraf etmezse küfre girmiş olur ve Allâh’ın ayetlerini inkâr etmiş olur.”
“Beyan Telbis el-Cehmiyye” adlı kitabında diyor ki: “Kitap ve Sünnete göre Allâh’ın yaratılmışlardan ayrı olması için sınırı vardır.”
* Yine aynı kitapta diyor ki; “Allâh’ın sınırı var ve bu sınırı Allâh’tan başka kimse bilemez.”


  • -Allâh’a yön veya mekân nispet etmesi.
Bu görüşü şu kitaplarda geçmektedir
1-Er-Risele et-Tedmuriyye
2-Minhac es-Sünne e-Nebeviyye
3-Beyan Telbis el-Cehmiyye
* “Minhac es-Sünne en-Nebeviyye” adlı kitabında diyor ki: “Ehli Halefin Cumhuru, Allâh, âlemin üzerinde olduğunu söylemeleri velev ki, dilleri ile söylemeseler bile kalplerinde bu şekilde itikad ederler.”
“Er-Risele et-Tedmuriyye” adlı kitabında diyor ki: “Şüphe yoktur ki, Allâh bu âlemin üzerindedir.”
“Beyan Telbis el-Cehmiyye ” adlı kitabında diyor ki: “Allâh, Kur’an’da Firavun hakkında Musâ’nın Allâh’ını görmesi için göklere çıkacağını nakletmiştir. Yani İbni Teymiyye diyor ki: “Musâ Peygamber, Firavun’a, Allâh’ın yukarıda olduğunu söylemiş olsaydı Firavun bu şekilde yapmayacaktı.”


  • -Allâh hakkında “Allâh Oturuyor” iddiası.
Bu görüşü şu kitaplarda geçmektedir
1-Fetaval Kübra
2-Minhac es-Sünne e-Nebeviyye
3-Şerh Hadis-i Nüzul
4-Fetaval Hamviyyel Kübra
5-Altı Surenin Tefsir Mecmuası
“Feteve İbni Teymiyye” adlı kitabında “Büyük âlimler ve evliyalar Allâh-u Teâlâ’nın Muhammed’i, Arş’ta kendisinin yanına oturtacaktır demişlerdir” şeklinde demiştir.
* Yine “Fetaval Hamviyyel Kübra” adlı kitabında Allâh hakkında “Hakikaten Allâh-u Teâlâ bizimledir ve Arş’ın üzerindedir” demektedir.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Cevabımız , sapıkça iftiralarla dolu alıntının içinde Renkli yazılar olacaktır.

& matchless maturidi-1
Lâ';201628' Alıntı:
Daha önceleri bu zatın iyi birisi oldğunu biliyordum buradaki yorumlara baktıktan sonra biraz hakkında araştırma yaptım ve daha önce duymadıklarım şeyleri gördüm ve bunların gerçekliğini sizlere soruyorum çünkü araştırma yaparkende zira bu zatı destekleyen tek site sizlersiniz =)
cevaplarını merak ettiğim sorular şunlar cevaplarsanız inşAllah kafamda ki sorular gidecektir_?

Bu zatı destekleyen tek site biz diyerek cahilliğini herkese ifşa etmiş oldun . Bundan önceki yazılarından da tasavvufa uyacağım diye Kuran ve sunnete aykırı geldiğin gözlemlenmiştir. Şimdi aşağıdaki sapıklığını ve iftiralarınızı göreceksiniz.

İbni Teymiyye’nin görüşlerinin bazıları şunlardır:

  • -Allâh’ın sıfatlarında sonradan yaratılmış sıfatlar olduğunu iddia etmesi.
Bu görüşü şu kitaplarda geçmektedir.
1- Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul
2- Minhac es-Sünne e-Nebeviyye
3- Fetaval Kübra
4- Altı Sürenin Tefsir Mecmuası
“Minhac es-Sünne e-Nebeviyye” adlı kitabında diyor ki: “Allâh’ın hareket eder ve Allâh’ın zatında yaratılmış ve araz olan sıfatlarının da olduğunu söylüyoruz. Bunun batıl olduğunu delil nedir? ”


***
Şeyhul İslam İbn teymiyye'yi düşman gören birisi , öfke ve nefret ile ancak bu kadar sapıkça yazılar yazar, ne yazdığını kendisi bile farkına varamaz.
Şeyhu'l İslam bu konuda aslen şöyle der :

"Fakat öncelikle bilmek gerekir ki hareket, intikal, tağayyur, tahavvül be benzeri kelimeler, mucmel lâfızlardır. Kelâmcılar, hareket kelimesini sadece mekândaki hareket için kullanmışlardır. Bu da bir cismin, önceki tarafın boş, ikinci tarafın dolu ve meşgul olacağı şekilde, bir mekândan diğer bir mekâna intikal etmesidir. Meselâ vücudumuzun, bir yerden başka bir yere hareketi, havanın, suyun, toprağın, bulutun, önceki mekânın boş, ikinci tarafın dolu olacak şekilde bir taraftan diğer tarafa hareketi böyledir. Kelâmcıların ekseriyeti, hareket için bunun dışında bir mânâ bilmemektedir.
İşte buradan hareketle nasslarda vârid olan hareket türüne ait çeşitleri nefyetmişlerdir. Bunlar, nasslardaki bütün hareket lâfızlarının hep bu anlama işaret ettiğini sanmaktadırlar. Aslında nasslarda mevcut hareketi kabul eden, ama bunların tamamında yukarıda verdiğimiz mânâyı anlayanların durumu da aynıdır. Bunlara örnek olarak Hak Teâlâ'nın dünya semâsına inmesinden, bazı mahlûkâtının O'nun üstünde kalacağı mânâsını anlayanları verebiliriz ki, buna göre Allah, kendisinden üstte hiçbir şey olmayan zahir, yücelerdeki en yüce olmamaktadır ve daha önce geçtiği gibi bunlara göre Allah'ın hiçbir durumda Arş üzerine istiva etmemiş olması gerekir. ...
.... O'nu herhangi bir şeyde mahlûkâtın sıfatlarına benzer bir sıfatla vasıflandıran kimse, kesinlikle yanılgı içindedir. Meselâ insanın evin damından aşağıya inmesi gibi Allah'ın indiğini, hareket ettiğini, intikâlde bulunduğunu söyleyen kimse böyledir.
"Kesin olarak söylenmesi gereken husus şudur: Allah'ın zâtını vasıflandırdığı bütün hususlarda O'na benzer hiçbir şey yoktur. O'nu herhangi bir şeyde mahlûkâtın sıfatlarına benzer bir sıfatla vasıflandıran kimse, kesinlikle yanılgı içindedir. Meselâ insanın evin damından aşağıya inmesi gibi Allah'ın indiğini, hareket ettiğini, intikâlde bulunduğunu söyleyen kimse böyledir. Aynı şekilde Arş'ın, O'ndan hâli olduğunu, O'nun nüzulünün bir mekân için boşluk, diğer mekân için doluluk doğurduğunu söyleyen kişi de böyledir. Böyle bir düşünce bâtıldır; daha önce belirttiğimiz gibi, Rab Teâlâ'yı böyle bir şeyden tenzih etmek gerekir.
Bu, öyle bir şeydir ki reddini ve Rab Teâlâ'yı bundan tenzihi, şer'î ve aklî deliller gerekli kılmaktadır...
O'nu herhangi bir şeyde mahlûkâtın sıfatlarına benzer bir sıfatla vasıflandıran kimse, kesinlikle yanılgı içindedir. Meselâ insanın evin damından aşağıya inmesi gibi Allah'ın indiğini, hareket ettiğini, intikâlde bulunduğunu söyleyen kimse böyledir.
(Şeyhulislam İbn Teymiyye; Mecmuu'l Fetaava, C. 5)

ibn Teymiye hakkında ki tescim suçlamaları adaletten uzak ve iftira niteliğinde sözlerdir. Onun eserlerinde tescim akidesini içeren sözlerin bulunmadığına ulemada şahidlik etmektedir..
İbn Hacer al- Askalani : "Onun hakkında söylenen sözlerin birçoğu nefsi birtakım mulahazalar ile söylenmiştir. Onun eserleri kendisini tecsim ile suçlayanları haksız çıkaracak sözlerle doludur.

Buhari şarihi Hanefi alimi Bedruddin Ayni : "Onun kitapları her tarafta yayılmıştır ve onun kitaplarında sapıklık ve tefrikaya işaret eden hiç bir şey yoktur."

Yine Hanefi mezhebinin imamlarından Abdurrahman b. Ali (835/1431-32): "İbn Teymiyye'den onun küfrünü, fıskını ve dinde çirkinliğini gerektirecek bir şey nakledilmemiştir."

Şâfiî imamlardan İmam Salih b. Ömer el-Buhıtkînî (868/1463-1464) : "Ben İbn Teymiyye'nin bu zamana kadar okuduğum kitaplarında onun küfrünü, zındıklığını gerektirecek bir sözüne rastlamadım. Onun kitaplarında kişiyi ilim ve dinde yükseltecek bid'atçılar ve sapıklarla mucadele gibi meziyetlere rastladım.."

(Alimlerin bu sözleri Halil Herra'sın, Ebu Zehra'nın ve Said Şimşek'in yazdığı biyografilerden alınmıştır)

***
  • -Allâh’ın “cisim olduğunu” iddia etmesi.
Bu görüşü şu kitaplarda geçmektedir.
1-Şerh Hadis-i Nüzul
2-Fetaval Kübra
3-Beyan Telbis el-Cehmiyye
* “Şerh Hadis-i Nüzul” adlı kitabında diyor ki : “Şeraite göre bir peygamberden, bir sahabeden, bir tabi’den veya bir seleften Allâh’ın cisim olup olmadığını bildiren bir nakil yoktur. Ancak ispatlamak veya inkâr etmek bu şeraitte bir bid’attir.”
* “Fetave İbni Teymiyye” adlı kitabında da diyor ki: “Tecsim kelimesi, yani Allâh’ın cisim olduğunu ne inkâr etmek ne de ispatlamak niyetiyle hiçbir Selefin görüşünde geçmiş değildir. O zaman Ehli Selef cismi reddettiler veya ispatladılar denemez.”
* “Beyan Telbis el-Cehmiyye” adlı kitabında şöyle diyor: “Kesinlikle Allâh’ın kitabında, Resulün Sünnetinde, Ehli Selefin sözlerinde, Allâh’ın cisim olmadığı konusunda kesinlikle bir nas yoktur ve Allâh’ın sıfatlarının cisim ve araz olmadığı konusunda da bir nas yoktur.”


***
Bir üstteki iftira ile ilgili sözlerimin aynısı buradaki iftira içinde geçerlidir. Böyle iftira atıp kenara çıkamazsınız. Ahlak ve onurunuz var ise İbn Teymiyye'nin İsmini veridğiniz kitablarından tescimi öven , Allah c.c. hakkında cisimdir diyen bir görüşünün altını çizin ve resmini buraya koyun, Size sahtekar yalancı, iftiracı demekten vaz geçeyim ve görüşlerinize itibar edeyim . Aksine Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye kitablarında tescimi reddeden sözleriyle doludur.

"O'nu herhangi bir şeyde mahlûkâtın sıfatlarına benzer bir sıfatla vasıflandıran kimse, kesinlikle yanılgı içindedir. Meselâ insanın evin damından aşağıya inmesi gibi Allah'ın indiğini, hareket ettiğini, intikâlde bulunduğunu söyleyen kimse böyledir."

"Kesin olarak söylenmesi gereken husus şudur: Allah'ın zâtını vasıflandırdığı bütün hususlarda O'na benzer hiçbir şey yoktur. O'nu herhangi bir şeyde mahlûkâtın sıfatlarına benzer bir sıfatla vasıflandıran kimse, kesinlikle yanılgı içindedir. Meselâ insanın evin damından aşağıya inmesi gibi Allah'ın indiğini, hareket ettiğini, intikâlde bulunduğunu söyleyen kimse böyledir. Aynı şekilde Arş'ın,O'ndan hâli olduğunu, O'nun nüzulünün bir mekân için boşluk, diğer mekân için doluluk doğurduğunu söyleyen kişi de böyledir. Böyle bir düşünce bâtıldır; daha önce belirttiğimiz gibi, Rabb Teâlâ'yı böyle bir şeyden tenzih etmek gerekir.
Bu, öyle bir şeydir ki reddini ve Rabb Teâlâ'yı bundan tenzihi, şer'î ve aklî deliller gerekli kılmaktadır"(Mecmuu'l fetava Cilt 5)


Tasavvuf yaralarından dolayı Şeyhu'lislam İbn Teymiyye'nin en kapalı sözlerinden tescimi ve teşbihi bulup çıkaran kalbi fitneye düşmüş bu kişiler, Sapık İbn Arabi'nin güneş gibi açık teşbih ve tescim dolu küfür sözlerinden haz duyarlar.


''Hakkın, yaratıkların yaratıklasın sıfatları ile ortaya çıktığını görmüyormusun? Bunu kendisi belirtmiştir. Noksanlık ve kötülük sıfatları ile ortaya çıktığını kendisi belirtmiştir.
Yaratıklarından baştan sonuna kadar Hakkın sıfatlarıyla ortaya çıktığını görmüyormusun? yaratıkların sıfatları Onun için Hak olduğu gibi Onun sıfatları da yaratıklar için haktır...." (İbn Arabi, fusus el-hikem S.80)
"Allah maddeden soyut olarak hiçbir zaman muşahede edilmez. varlık bakımından mevcudatın aynısıdır. Muhdesat (sonradan olan) diye isimlendirilenler onun yüce zatıdır ve ondan başkası değildir." (İbni Arabi, Fusus el - Hikem 1/76 el-halebi baskısı)

"Biz Hakkı ne ile nitelediysek, bizde o niteliğin aynısıyız. hakta kendisini bizimle nitelemiştir. Ne zaman O'nu görsek, Kendimizi görürüz. Ne zaman O bizi görse , Kendini görür." (İbni Arabi, Fusus el-Hikem, Adem Fassı, ayrıca bkz. Aliyyu'l el Kari- Risale fi Vahdetul Vucud, 52-114 . Alibey matbaası ist.1294.h. - Tasavvuf ve İslam- İbrahim sarmış)

***

  • -Allâh’ın harf ve ses ile tekellüm ettiğini ve dilediği vakitte konuşup dilediği vakitte sustuğunu iddia etmesi.
Bu görüşü şu kitaplarda geçmektedir
1- Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul
2- Minhac es-Sünne e-Nebeviyye
3- Fetaval Kübra
4- Altı Surenin Tefsir Mecmuası
5- Sıfatı Kelam
“Fetaval Kübra” adlı kitabında şöyle diyor: ”Müslümanların cumhuru şöyle diyorlar: ‘Arapça olan Kur’an Allâh’ın kelamıdır. Allâh harf ve sesle onunla tekellüm eder.”


Kuran-ı Kerim'e tarihte Allah'ın kelamı değil, mahluktur diyen Mutezile sapıklarıdır. Bunların yüzünden ehli sunnet alimleri işkenceler görmüştür. Allah bu sapıklardan bizi kurtarsın.

Cenâb-ı Hak, Peygamberleriyle vahiy yoluyla konuşur. Mûsâ’nın (as), Tûr dağında vahye mazhar kılınışını ve Allah’ın kelâmına muhatab oluşunu Kur’ân’da şöyle buluruz:
Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte gelince, Rabb’i onunla konuştu.”
(A'raf 143)

Ey Mûsâ! Seni gönderdiklerimle ve konuşmamla insanlar arasından seçtim.” (A'raf 144)
Bir kısım peygamberleri sana daha önce anlattık. Bir kısmını ise sana anlatmadık. Allah Mûsâ ile gerçekten konuştu.” (Nisa 164)


***
  • -Allâh’ın bir yerden bir yere göç ettiğini, hareket ettiğini ve göğe indiğini iddia etmesi.
Bu görüşü şu kitaplarda geçmektedir
1-Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul
2-Minhac es-Sünne e-Nebeviyye
3-Şerh Hadis-i Nüzul
“Minhac es-Sünne e-Nebeviyye” adlı kitabında diyor ki : “Biz Allâh hakkında hareket eder ve Yaratılmış sıfatlar ve arazlar onun zatında olur deriz.”
“Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul” adlı kitabında onun gibi ‘Mücessim’ olan Daremi’nin sözünü onaylayarak diyor ki: ”Hay ve Kayyum dilediğini yapar, dilerse hareket eder, dilerse aşağı iner ve yukarı çıkar, dilerse tutar ve bırakır, dilerse kalkar ve oturur. Çünkü Hay ile ölünün arasında fark hareket etmesidir.”


***
Sahih hadislerden bîhaber bu sapıklar, acaba ehli sunnet akidesini de mi inkar ediyorlar?

"Allah Tebâreke ve Teâlâ, her gece, gecenin son üçte biri kalınca dünya semasına iner ve şöyle buyurur: Mulkün sahibi benim! Kim ki bana duâ ederse, ona cevab veririm. Kim ki benden isterse ona veririm. Kim ki bana istiğfar ederse onu bağışlarım. Tan yeri ağarıncaya kadar bu böylece devam eder."
(Tirmizî, Namaz, 326)


***
  • -Allâh’ın sınırlı olduğunu iddia etmesi.
Bu görüşü şu kitaplarda geçmektedir.
1- Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul
2- Beyan Telbis el-Cehmiyye
“Muvafakat Sarihil Ma’kul Lisahihil Menkul” adlı kitabında diyor ki: “Müslümanlar ve kâfirler Allâh’ın göklerde ve sınırlı olduğuna ittifak etmişlerdir.”
* Yine aynı kitapta diyor ki: “Allâh’ın bir sınırı var ancak bu sınırı Allâh’tan başka kimse bilemez.
* Yine aynı kitapta diyor ki: “Her kim Allâh hakkında sınırlı olduğunu itiraf etmezse küfre girmiş olur ve Allâh’ın ayetlerini inkâr etmiş olur.”
“Beyan Telbis el-Cehmiyye” adlı kitabında diyor ki: “Kitap ve Sünnete göre Allâh’ın yaratılmışlardan ayrı olması için sınırı vardır.”
* Yine aynı kitapta diyor ki; “Allâh’ın sınırı var ve bu sınırı Allâh’tan başka kimse bilemez.”


***

Allah'ın İlmi ve kudreti yerine , kendisine (zatına) her yerde derseniz, Domuzun bağırsaklarında, tuvaletlerde de Allah cc demenin sapıklığına gider, bütün iyi ve kötü her yeri Allah (c.c.) vardır, her yerdedir diyerek asıl mekanın en büyüğünü kendinizin koyduğunuzu görmezsiniz. Allah ıslah etsin!

***
  • -Allâh’a yön veya mekân nispet etmesi.
Bu görüşü şu kitaplarda geçmektedir
1-Er-Risele et-Tedmuriyye
2-Minhac es-Sünne e-Nebeviyye
3-Beyan Telbis el-Cehmiyye
* “Minhac es-Sünne en-Nebeviyye” adlı kitabında diyor ki: “Ehli Halefin Cumhuru, Allâh, âlemin üzerinde olduğunu söylemeleri velev ki, dilleri ile söylemeseler bile kalplerinde bu şekilde itikad ederler.”
“Er-Risele et-Tedmuriyye” adlı kitabında diyor ki: “Şüphe yoktur ki, Allâh bu âlemin üzerindedir.”
“Beyan Telbis el-Cehmiyye ” adlı kitabında diyor ki: “Allâh, Kur’an’da Firavun hakkında Musâ’nın Allâh’ını görmesi için göklere çıkacağını nakletmiştir. Yani İbni Teymiyye diyor ki: “Musâ Peygamber, Firavun’a, Allâh’ın yukarıda olduğunu söylemiş olsaydı Firavun bu şekilde yapmayacaktı.”


***
Allah c.c. Arşa istiva etmiş, ve istivayı bozduğuna dair bir delil bildirmemiştir. Arş ise mahlukatın en üstündedir. Bu konuda Kur'ana rağmen sapıklıkta bulunmak isteyene bir şey yapılamaz.
RAHMAN ARŞA İSTİVA ETTİ
İlmi Konu - Allah Nerede ? - Rahman Arş'a İstiva Etti ! (kitap)

***
  • -Allâh hakkında “Allâh Oturuyor” iddiası.
Bu görüşü şu kitaplarda geçmektedir
1-Fetaval Kübra
2-Minhac es-Sünne e-Nebeviyye
3-Şerh Hadis-i Nüzul
4-Fetaval Hamviyyel Kübra
5-Altı Surenin Tefsir Mecmuası
“Feteve İbni Teymiyye” adlı kitabında “Büyük âlimler ve evliyalar Allâh-u Teâlâ’nın Muhammed’i, Arş’ta kendisinin yanına oturtacaktır demişlerdir” şeklinde demiştir.
* Yine “Fetaval Hamviyyel Kübra” adlı kitabında Allâh hakkında “Hakikaten Allâh-u Teâlâ bizimledir ve Arş’ın üzerindedir” demektedir.


***
En üstteki iftira ile ilgili sözlerimin aynısı buradaki iftira içinde geçerlidir. Böyle iftira atıp kenara çıkamazsınız. Ahlak ve onurunuz var ise İbn teymiyyenin İsmini veridğiniz kitablarından tescimi öven , Allah c.c. hakkında cisimdir diyen bir görüşünün altını çizin ve resmini buraya koyun, Size sahtekar yalancı, iftiracı demekten vaz geçeyim ve görüşlerinize itibar edeyim . Çünkü şeyhul İslam'ın Arşa istivasına şekil vermez, 'İstiva malum, mahiyeti, keyfiyeti meçhuldur' der.!

***


Allah'tan (c.c.) korkun, metnini birebir okumadığınız iftiralar ve bilmediğiniz ehli sunnet akidesinin düşmanı olmayın. Allaha dönün!
 
Üst Ana Sayfa Alt