İmân-Mümin
Güvenme, verilen bir habere kalbten inanma, haberi getireni tasdik etme; bir şeye tereddüde düşmeksizin inanma; Allah’a, ondan başka îlâh olmadığına, Hz. Muhammed (s.a.s)’ın Allah’ın kulu ve Resulu olduğuna, Allah’ın meleklerine, kitaplarına, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah tarafından yaratıldığına inanma (Buhârî, iman, 37; Müslim, iman, 1, 5, 7; Ebû Dâvud, sünne, 15).
Allah’tan gelen her şeyi mutlak anlamda tasdik eden, doğrulayan kimselere mümin denmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de, tekil, çoğul ve çekimleri ile birlikte iki yüz yirmi dokuz yerde mümin kavramı geçmektedir.
Mü’min, Allah Teâlâ’nın tek olduğunu, ibadette hiç bir ortağı olamayacağını, O’nun dışında ibadete layık olan ve O’na denk olabilecek hiç bir ilâhın bulunmadığını, ibadetin yalnızca O’na hasredileceğini kalben ikrar ve zâhiren açığa vuran kimsedir. İman kalpte; Allah sevgisi, O’na boyun eğme, korkma, ümid etme; varlığı karşısında ürperme, tevbe etme, tevekkül, sığınma, güvenme ve buna benzer şekillerde tecelli eder. Dışa yansıyan yönü ise; Allah’ın şerîatiyle hükmetmek, O’na ve Rasûlüne tam anlamıyla itaat etmek, bunun yanında namazı kılıp, oruç tutmak, zekât vermek ve güç yetirebilenler için haccetmek ve farz kılınan diğer şeyleri yerine getirmektir.
Allah Teâlâ’nın emrettiklerinin hepsine uyan ve haram kıldıklarından sakınan kimse, azap görmeden Cennette girmeye hak kazanır ve mutlak anlamdaki mü’min ismiyle isimlendirilir.
Bu emir ve yasaklara uyma hususunda eksiklik gösterenler, mutlak anlamdaki mü’min ismiyle anılma hakkını kaybederler. Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah zikredildiği zaman kalpleri ürperir. Allah’ın âyetleri onlara okunduğu zaman imanlarını kat kat artırır ve sadece Rablerine güvenirler. Onlar namazlarını dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcarlar. İşte gerçek mü’minler onlardır. Onlar için Rableri nezdinde dereceler, mağfiret ve güzel rızık vardır” (Enfâl 2-4).
“Allah’a imanında şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimseler ancak, hakkıyla iman edenlerdir. Samimi olanlar da işte bunlardır” (Hucurat, 15).
Rasûlüllah (s.a.s)’de bunu, şu şekilde dile getirmiştir:
“Zina eden kişi zina ettiği zaman, mü’min olarak zina etmez. İçki içen kişi de, içki içtiği zaman mü’min olarak içmez. Hırsız da çaldığı vakit mü’min olarak çalmaz. Başkasına âit bir malı insanların gözleri önünde zorla alan kişi de bunu alenen gasbettiği zaman mü’min olarak bu suçu işlemez” (Buhârî, Mezâlim, 30; İbn Mâce, Fiten, 3);
“Hiç biriniz kendiniz için arzuladığınızı, mü’min kardeşi için de arzulamadıkça iman etmiş olmaz” (Buhârî, İman, 81 ; Müslim, İman, 71).
Bunlar gibi diğer bir takım âyet ve hadislerde de, bazı emirleri terk eden veya bazı haramları işleyenlerin, mutlak anlamdaki iman sıfatından uzaklaştırıldıkları görülmektedir.
İman sıfatı tek başına ele alındığı zaman konu, bu şekilde incelenebilir. Ancak, iman olayına İslâm’la birlikte yaklaşıldığı zaman iman; kalbin tasdik edip, amel etmesidir. İslâm ise, bu imanın dil ile ikrar edilip, erkânıyla amel edilmesidir.
Bu konu Cibrîl Hadisi’yle, eksiksiz olarak ortaya konulmaktadır. Cebrail (a.s), Rasulullah (s.a.s)’e gelip onu, “Bana İslâm’dan haber ver” dediği zaman o; “İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in de Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve güç yetirebilirsen Beyt’i haccetmendir” buyurmuş ve imandan sorulduğunda ise; “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve kadere; hayrına ve şerrine inanmandır” (Müslim, İmân, 1) demişti.
Rasûlüllah (s.a.s)’in, “Allah’tan başka ilâh olmadığına şehadet etmen ” sözü, ubudiyyet ve ulûhiyyetin tek olan Allah Teâlâ’ya ait olduğunu kabul ve bu kabulün zorunlu kıldığı ibadetleri ifa etmeyi ifade etmekte idi. Bazılarının zannettiği gibi, mutlak sükût isteniyor değildir. Bunun gibi, “Allah’a iman etmen” sözünün anlamı da, Allah’ın hak olduğunu -farz kılınan amel ve davranışları üzerine bina etmeden- tasdik edip, ikrar etmek değildir.
Allah ve Rasûlünün hak üzere olduğunu kalben bilmek, hiç bir şey ifade etmez. Allah Teâlâ, Yahudilerin Peygamber (s.a.s)’e karşı takındıkları tavrın yanlışlığını ortaya koyarken şöyle buyurmaktadır:
“Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Peygamberi, kendi çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar, yine de onlardan bir cemaat, bile bile gerçeği gizlerler” (Bakara 146);
“Vicdanları doğruluğuna kanaat getirdiği halde, sırf zulümleri ve büyüklenmeleri yüzünden, o mucizeleri inkâr ettiler” (Neml 14).
Bu âyetler onların, Allah Rasûlünü bâtınen yalanlamadıklarını açıklamaktadır.
Kalpleri tasdik ettiği halde, yeryüzünde büyüklük taslamaları onları bu tasdiğe boyun eğmekten kendilerini alıkoymuştu. Bu da imanın; ibadeti tek olan Allah Teâlâ’ya hasretmek; şirki ve hiç bir gücü olmayan batıl ilahları reddetmek olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.
Günümüzdeki büyük kitleler kendilerini İslami olarak değerlendirmektedirler.Bu kitlelerin sayısı azımsanacak kadar az değildir. Bu kitlenin yaklaşık olarak 1.5 milyar nüfusu olduğu söylenmektedir. Bu büyük kitle ne kadar İslami dir? Bu kitle hayatlarına Allah’ın müdahale etmesine izin veriyor mu acaba? Yoksa bu kitle Yahudilerde olduğu gibi sadece Allah(cc)’ın olduğunu Muhammedin(sav) onun Peygamberi olduğunu kabul edip öylece kala mı kalıyor?
İman sadece inanmak da değildir.Yukarıdaki ayette Allah(cc) belirttiği üzere Yahudiler ve Hristiyanlar Peygamber(sav)’i çocuklarını tanıdıkları gibi tanımalarına rağmen, onu Peygamber olduğunu bilmelerine rağmen Mümin olarak değerlendirilmemişlerdir.
Bir çok siyer kitabında geçmek ile beraber, Beyhaki de geçmekte olan Ebu Cehil olayına bakmakta fayda vardır; Ebu Cehil : “Onun (Peygamberimizi(sav) kastediyor) söylediklerinin gerçek olduğunu kesinlikle biliyorum. Fakat beni men eden şey şu: “Kusayy oğulları (1) Hicabet (2) bizde dediler. Peki dedik. Sikayet (3) bizde dediler, peki dedik. Nedve (4) bizde dediler, peki dedik. Sonra onlar yemek verdiler, biz de verdik. Sonunda bir konuda onlarla tam eşitliği sağlamışken, onlar; “Peygamber de bizden” diyorlar. Hayır! Vallahi bunu yapamam.
(1) Kusayy: Peygamberimizin dördüncü atasıdır. Kureyşlileri bir araya getirip soylarını birleştirmiş, hükümdarlığı Huzailerden alıp Kureyşlilere vermiş, Kureyş’in şerefinin temelini atmıştı.
(2) Hicabet: Kâbe’nin koruyucusu olma vazifesi. Kâbe’nin anahtarlarını elinde bulundurma sorumluluğu.
(3) Sikayet: Hacılara su verme vazifesi.
(4) Nedve: Savaş ve barış kararlarının alındığı büyük danışma meclisi.
Ebu Cehil’in Muhammed(sav)’in Peygamber olduğunu kabul etmesi hiçbir zaman onun Mümin olarak anılmasını sağlamamıştır. Kendisi en büyük İslam düşmanları arasında yer almıştır. İsmi Amr bin Hişam olan bu kişiye Müslümanlar Ebu Cehil(Cehaletin Babası) lakabını takmışlardır.
İman tanımını biraz daha genişletirsek; Allah(cc)’a şartsız şüphesiz teslimiyet, Muhammed(sav)’in Peygamber olduğunu kabul, dil ile tasdik, kalp ile ikrar ve ameller ile bunu göstermektir. Amelsiz bir iman düşünülemez .Her inanışın kendine özgü ritüelleri, inanışları ve yaşayışları vardır.Örnek vermek gerekirse; Futbol dinine mensup kişilerin haftalık olarak maçlarını izlemeleri, tuttukları takımların marşlarını ibadet edasıyla söylemeleri , maç öncesi ve sonrasında gösterdikleri fanatik tavırlar ile de dış dünyaya dinlerini ispatlama çabaları…
Bir takım tuttuğunun ispatı için maçı izlemek,forma almak,bu uğurda kavga etmek, bu uğurda ölmek öldürülmek, takımının hayatını şekillendirmesine izin vermek … Sıradan bir din olan Futbol Dinine tabi olduğunu ispatlamak için bu kadar çok alamet gerekiyorsa ;
ALLAH KATINDA TEK DİN OLAN İSLAM DİNİ İÇİN DE İSPAT GEREKMEZ Mİ?
Selam Hidayete Tabi Olanların Üzerine Olsun…
Kaynak:1.Kavramlar Ansiklopedisi
2.Sahihi Buhari, Sahihi Müslim, Ebu Davud Sünne
3.Eymen ed-DIMAŞKİ
Mehmed Emin Ceval
Yazılar Kendi Çalışmalarımdır, Kaynak Belirterek Alıntı Yapılabilir
Güvenme, verilen bir habere kalbten inanma, haberi getireni tasdik etme; bir şeye tereddüde düşmeksizin inanma; Allah’a, ondan başka îlâh olmadığına, Hz. Muhammed (s.a.s)’ın Allah’ın kulu ve Resulu olduğuna, Allah’ın meleklerine, kitaplarına, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah tarafından yaratıldığına inanma (Buhârî, iman, 37; Müslim, iman, 1, 5, 7; Ebû Dâvud, sünne, 15).
Allah’tan gelen her şeyi mutlak anlamda tasdik eden, doğrulayan kimselere mümin denmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de, tekil, çoğul ve çekimleri ile birlikte iki yüz yirmi dokuz yerde mümin kavramı geçmektedir.
Mü’min, Allah Teâlâ’nın tek olduğunu, ibadette hiç bir ortağı olamayacağını, O’nun dışında ibadete layık olan ve O’na denk olabilecek hiç bir ilâhın bulunmadığını, ibadetin yalnızca O’na hasredileceğini kalben ikrar ve zâhiren açığa vuran kimsedir. İman kalpte; Allah sevgisi, O’na boyun eğme, korkma, ümid etme; varlığı karşısında ürperme, tevbe etme, tevekkül, sığınma, güvenme ve buna benzer şekillerde tecelli eder. Dışa yansıyan yönü ise; Allah’ın şerîatiyle hükmetmek, O’na ve Rasûlüne tam anlamıyla itaat etmek, bunun yanında namazı kılıp, oruç tutmak, zekât vermek ve güç yetirebilenler için haccetmek ve farz kılınan diğer şeyleri yerine getirmektir.
Allah Teâlâ’nın emrettiklerinin hepsine uyan ve haram kıldıklarından sakınan kimse, azap görmeden Cennette girmeye hak kazanır ve mutlak anlamdaki mü’min ismiyle isimlendirilir.
Bu emir ve yasaklara uyma hususunda eksiklik gösterenler, mutlak anlamdaki mü’min ismiyle anılma hakkını kaybederler. Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah zikredildiği zaman kalpleri ürperir. Allah’ın âyetleri onlara okunduğu zaman imanlarını kat kat artırır ve sadece Rablerine güvenirler. Onlar namazlarını dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcarlar. İşte gerçek mü’minler onlardır. Onlar için Rableri nezdinde dereceler, mağfiret ve güzel rızık vardır” (Enfâl 2-4).
“Allah’a imanında şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimseler ancak, hakkıyla iman edenlerdir. Samimi olanlar da işte bunlardır” (Hucurat, 15).
Rasûlüllah (s.a.s)’de bunu, şu şekilde dile getirmiştir:
“Zina eden kişi zina ettiği zaman, mü’min olarak zina etmez. İçki içen kişi de, içki içtiği zaman mü’min olarak içmez. Hırsız da çaldığı vakit mü’min olarak çalmaz. Başkasına âit bir malı insanların gözleri önünde zorla alan kişi de bunu alenen gasbettiği zaman mü’min olarak bu suçu işlemez” (Buhârî, Mezâlim, 30; İbn Mâce, Fiten, 3);
“Hiç biriniz kendiniz için arzuladığınızı, mü’min kardeşi için de arzulamadıkça iman etmiş olmaz” (Buhârî, İman, 81 ; Müslim, İman, 71).
Bunlar gibi diğer bir takım âyet ve hadislerde de, bazı emirleri terk eden veya bazı haramları işleyenlerin, mutlak anlamdaki iman sıfatından uzaklaştırıldıkları görülmektedir.
İman sıfatı tek başına ele alındığı zaman konu, bu şekilde incelenebilir. Ancak, iman olayına İslâm’la birlikte yaklaşıldığı zaman iman; kalbin tasdik edip, amel etmesidir. İslâm ise, bu imanın dil ile ikrar edilip, erkânıyla amel edilmesidir.
Bu konu Cibrîl Hadisi’yle, eksiksiz olarak ortaya konulmaktadır. Cebrail (a.s), Rasulullah (s.a.s)’e gelip onu, “Bana İslâm’dan haber ver” dediği zaman o; “İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in de Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve güç yetirebilirsen Beyt’i haccetmendir” buyurmuş ve imandan sorulduğunda ise; “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve kadere; hayrına ve şerrine inanmandır” (Müslim, İmân, 1) demişti.
Rasûlüllah (s.a.s)’in, “Allah’tan başka ilâh olmadığına şehadet etmen ” sözü, ubudiyyet ve ulûhiyyetin tek olan Allah Teâlâ’ya ait olduğunu kabul ve bu kabulün zorunlu kıldığı ibadetleri ifa etmeyi ifade etmekte idi. Bazılarının zannettiği gibi, mutlak sükût isteniyor değildir. Bunun gibi, “Allah’a iman etmen” sözünün anlamı da, Allah’ın hak olduğunu -farz kılınan amel ve davranışları üzerine bina etmeden- tasdik edip, ikrar etmek değildir.
Allah ve Rasûlünün hak üzere olduğunu kalben bilmek, hiç bir şey ifade etmez. Allah Teâlâ, Yahudilerin Peygamber (s.a.s)’e karşı takındıkları tavrın yanlışlığını ortaya koyarken şöyle buyurmaktadır:
“Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Peygamberi, kendi çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar, yine de onlardan bir cemaat, bile bile gerçeği gizlerler” (Bakara 146);
“Vicdanları doğruluğuna kanaat getirdiği halde, sırf zulümleri ve büyüklenmeleri yüzünden, o mucizeleri inkâr ettiler” (Neml 14).
Bu âyetler onların, Allah Rasûlünü bâtınen yalanlamadıklarını açıklamaktadır.
Kalpleri tasdik ettiği halde, yeryüzünde büyüklük taslamaları onları bu tasdiğe boyun eğmekten kendilerini alıkoymuştu. Bu da imanın; ibadeti tek olan Allah Teâlâ’ya hasretmek; şirki ve hiç bir gücü olmayan batıl ilahları reddetmek olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.
Günümüzdeki büyük kitleler kendilerini İslami olarak değerlendirmektedirler.Bu kitlelerin sayısı azımsanacak kadar az değildir. Bu kitlenin yaklaşık olarak 1.5 milyar nüfusu olduğu söylenmektedir. Bu büyük kitle ne kadar İslami dir? Bu kitle hayatlarına Allah’ın müdahale etmesine izin veriyor mu acaba? Yoksa bu kitle Yahudilerde olduğu gibi sadece Allah(cc)’ın olduğunu Muhammedin(sav) onun Peygamberi olduğunu kabul edip öylece kala mı kalıyor?
İman sadece inanmak da değildir.Yukarıdaki ayette Allah(cc) belirttiği üzere Yahudiler ve Hristiyanlar Peygamber(sav)’i çocuklarını tanıdıkları gibi tanımalarına rağmen, onu Peygamber olduğunu bilmelerine rağmen Mümin olarak değerlendirilmemişlerdir.
Bir çok siyer kitabında geçmek ile beraber, Beyhaki de geçmekte olan Ebu Cehil olayına bakmakta fayda vardır; Ebu Cehil : “Onun (Peygamberimizi(sav) kastediyor) söylediklerinin gerçek olduğunu kesinlikle biliyorum. Fakat beni men eden şey şu: “Kusayy oğulları (1) Hicabet (2) bizde dediler. Peki dedik. Sikayet (3) bizde dediler, peki dedik. Nedve (4) bizde dediler, peki dedik. Sonra onlar yemek verdiler, biz de verdik. Sonunda bir konuda onlarla tam eşitliği sağlamışken, onlar; “Peygamber de bizden” diyorlar. Hayır! Vallahi bunu yapamam.
(1) Kusayy: Peygamberimizin dördüncü atasıdır. Kureyşlileri bir araya getirip soylarını birleştirmiş, hükümdarlığı Huzailerden alıp Kureyşlilere vermiş, Kureyş’in şerefinin temelini atmıştı.
(2) Hicabet: Kâbe’nin koruyucusu olma vazifesi. Kâbe’nin anahtarlarını elinde bulundurma sorumluluğu.
(3) Sikayet: Hacılara su verme vazifesi.
(4) Nedve: Savaş ve barış kararlarının alındığı büyük danışma meclisi.
Ebu Cehil’in Muhammed(sav)’in Peygamber olduğunu kabul etmesi hiçbir zaman onun Mümin olarak anılmasını sağlamamıştır. Kendisi en büyük İslam düşmanları arasında yer almıştır. İsmi Amr bin Hişam olan bu kişiye Müslümanlar Ebu Cehil(Cehaletin Babası) lakabını takmışlardır.
İman tanımını biraz daha genişletirsek; Allah(cc)’a şartsız şüphesiz teslimiyet, Muhammed(sav)’in Peygamber olduğunu kabul, dil ile tasdik, kalp ile ikrar ve ameller ile bunu göstermektir. Amelsiz bir iman düşünülemez .Her inanışın kendine özgü ritüelleri, inanışları ve yaşayışları vardır.Örnek vermek gerekirse; Futbol dinine mensup kişilerin haftalık olarak maçlarını izlemeleri, tuttukları takımların marşlarını ibadet edasıyla söylemeleri , maç öncesi ve sonrasında gösterdikleri fanatik tavırlar ile de dış dünyaya dinlerini ispatlama çabaları…
Bir takım tuttuğunun ispatı için maçı izlemek,forma almak,bu uğurda kavga etmek, bu uğurda ölmek öldürülmek, takımının hayatını şekillendirmesine izin vermek … Sıradan bir din olan Futbol Dinine tabi olduğunu ispatlamak için bu kadar çok alamet gerekiyorsa ;
ALLAH KATINDA TEK DİN OLAN İSLAM DİNİ İÇİN DE İSPAT GEREKMEZ Mİ?
Selam Hidayete Tabi Olanların Üzerine Olsun…
Kaynak:1.Kavramlar Ansiklopedisi
2.Sahihi Buhari, Sahihi Müslim, Ebu Davud Sünne
3.Eymen ed-DIMAŞKİ
Mehmed Emin Ceval
Yazılar Kendi Çalışmalarımdır, Kaynak Belirterek Alıntı Yapılabilir