''İnnî mağlubun” ve kişisel gelişim
http://asrisaadet.wordpress.com/2008/11/27/inni-maglubun”-ve-kisisel-gelisim/#comments
Kur’an’da bize bildirildiğine göre peygamberler bile “innî mağlubun” demişlerdir. Bu şu anlama gelir: “Muhakkak ki ben yenildim.” Bu sözün ardından da “fentesır” gelir. “Bana yardım et” demektir bu… Demek ki önce yenilgi kabul edilecek ve boyunlar çaresizlikle bükülecek ki; insan “fentesır” diyebilme saadetine erişsin. Yardıma muhtaç olduğunu adeta iliklerinde hissedecek ve güçsüzlüğünü itiraf edecek ki; yardım hiç ummadığı yerden gelsin. (Bkz. Kamer suresi, 10. ayet, Hz Nuh’un duası)
Yüce Allah’ın dostları olan koskoca peygamberler bile “innî mağlubun” derken bize ne oluyor ki kendimizde bir güç var zannediyoruz? Hayat bize Rabbimize teslim olmamız için bu sözü söyletmeye çalışırken, biz ısrarla bu sözü söylememek için direniyoruz. Dünya hırsıyla bir şeylerin peşine bu denli düşmüşken “ben yenildim” diyebilmemiz gerçekten de çok zor. Oysa mutlak galip olanın sadece Allah Teala olduğunu idrak ettiğimizde “ben yenildim” diyebilmenin de müthiş hazzını yaşarız.
Kibrimizden başımızın dağlara değmemesi için mutlaka “innî mağlubun” diyebilmeliyiz. İnsanları başarıya programlamak için çalışan kişisel gelişimciler “innî mağlubun”u anlayamazlar çünkü onlar sadece “ne olursa olsun kazanacağım” demeyi öğretirler. İçimizdeki dervişi değil, içimizdeki devi ayağa kaldırmaya çalışırlar. Genelleme yapmıyorum ama birçok kişisel gelişim kitabı insanları kısa süreli gaza getirmekten başka bir şey yapmıyorlar. Gaza gelen insanların ise kazanmadıklarında veya amaçlarına ulaşamadıklarında ne duruma düştüklerini hepimiz görüyoruz.
Bu tür kitapların en büyük tehlikelerinden birisi de zannedersem onları okuyan gençleri, Batı medeniyetinin kapitalist anlayışlarını benimsemeye doğru sürüklemeleridir. Sadece Kapitalizm mi? Pragmatizm, egoizm ve daha nice baş belası düşünce kalıbı… Kader inancını sarsacak düzeydeki “kendine güvenme” anlayışları vs… Bu zararlı anlayışlarda “hırs”ın tahrik edilmesi söz konusudur ki bu da Kapitalizm ve diğer zararlı düşüncelerin gıdasıdır.
Kesintisiz olarak sürekli burnundan soluyan bir “öküz” hırsıyla veya bir “yarış at”ı edasıyla kişisel gelişimini tamamlayan bir insanın olabileceğine inanmıyorum. Bu tipler ancak hayatın bir gerçeğine yenilerek veya bir engeline takılarak şimdiye kadar hiç söylemek istemedikleri “ben yenildim” sözünü söylemek mecburiyetinde kalırlar. Hırslarından dolayı bir şeyleri elde etmeyi kafalarına takmış olan insanlar, “ben yenildim” demedikleri takdirde, hayat bunu onlara belki de zorla söyletecektir. Ki buna defalarca şahit olmuşumdur. Belki diyebilirsiniz ki; “illa biz bunu söylemek zorunda mıyız?” Evet, zorundasınız, çünkü nefsin hiç de hoşuna gitmeyen “ben yenildim” hakikatini kabullenemezsek, o zaman nefsimize çok yüz vermiş oluruz. Bu da bizi felakete sürükler.
“İnnî mağlubun” demenin şart olduğunu söylerken yenilmişlik psikolojisinin çok güzel bir şey olduğunu iddia etmeye çalışmıyoruz. Hayata karşı yenilmiş, ezilmiş insanlar olalım da demiyoruz. Yüce Allah’ın sistemine, düzenine, takdirine, kaderine yenilmenin güzel bir şey olduğunu söylemeye çalışıyoruz. Ki bu da hayattaki dertlere, sıkıntılara ve hüzünlere karşı olan tutumumuzla alakalıdır. Biz hayatta başımıza gelen olumsuzlukların ancak O’nun dilemesiyle olduğunu aklımızdan çıkartmazsak, “ben yenildim” dediğimizde de kime karşı bunu söylemiş olduğumuzun idrakine varırız.
Daha basit bir örnekle konuyu açmaya çalışalım. Mesela çocuklar maç yaparken, bazıları gol atınca fazlasıyla sevinirler, gol yiyince ise bunu bir türlü kabullenemez ve oyunbozanlık yapmaya başlarlar. İşte bu yenilgiyi kabullenemeyen çocuklar, şayet büyüdükleri zaman da bu kötü huylarını sürdürürlerse açıkçası tehlikeli birer yaratık olurlar. Çocuklar “ben yenildim” demeyi öğrenemedikleri takdirde bir “zalim” olmaya doğru giderler. Hani bu masum bebekler büyünce nasıl da kötü şeyler yapıyorlar diye düşünüyoruz ya! İşte bu ibret alıp almama meselesidir. Hangi tarz yetişirse o minvalde devam eder. O halde çocuklara yenmek gibi yenilmenin de hayatın bir unsuru olduğunu öğretmeliyiz.
Daima kazanmak, yine kazanmak…
“İnnî mağlubun” diyemeyen insanlar, özellikle de siyasete veya ticarete girmişlerse, bu çok daha tehlikeli bir durumdur. Dünya siyasetinin “kasap” tiplemeleri ve dünya ticaretinin doyumsuz filleri bu türdendir. Daima kazanmak ve yine kazanmaktır parolaları. Bunun için de onlar Makyavelizm’i benimserler. Yani kazanmak için her şeyin mubah olduğu anlayışını. Bizim anlayışımızda ise ticarette daha fazla kazanmak için her yola başvurmak yanlış olduğu gibi, siyasette de birilerinin sırtına basarak yükselme anlayışı da çok yanlış bir anlayıştır.
Bugün batıdaki bazı şirketlerde insanları “sadece” ve “her şeye rağmen” kazanmaya programlayan çeşitli seminerler verilmektedir. Aslında bu seminerleri verenler, kişisel veya sosyal gelişim uzmanı falan değil Kapitalizm’in vaizleridirler. Her şey daha çok üretmek ve daha çok zengin olmak içindir. Peki, ama bütün bunlar insanı mutlu etmiş midir? En çok iğrençliklerin yaşandığı ülkeler en zengin ülkeler değil midir? İnsanlar “özgürlük” diye diye nefislerinin kölesi durumuna düşmemişler midir? İslam medeniyetinde ise böyle düşüncelere rastlayamayız. Sırtını Mevla’ya dayayan Müslüman bu seminerlerdeki geçici hipnozların ötesinde çok daha derinden hareket eder. Kazanca programlanamaz, çünkü o bir robot olmayı reddeder. Sürekli “kazanacağım, kazanacağım” demez. Ya ne der öyleyse? “Allah’ın izniyle olur inşallah” der ve “inşallah”ın bereketini de görür.
Medeniyet farklılığından kaynaklanan bu iki farklı anlayış, sonuçları itibari ile de birbirlerinden çok farklıdır. Hırslarını kontrol altına almış Müslüman, başarmaya çalıştığı iş şayet olmadığında, öyle hemen Rabb’ine karşı nankörlük etmez. Rabb’inin fermanına her zaman razı olur. Ötekisi ise ya hayal kırıklığına uğrar ya da hırsını iki üç katı artırarak yeryüzünde acımasız bir konuma gelir.
Bediüzzaman Said-i Nursi hazretleri İslam medeniyetindeki bu güzel anlayışı tarihi bir örnek vererek şöyle izah eder: “Meşhurdur ki: Bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddid defa mağlub eden Celaleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerası ve etbaı ona demişler: Sen muzaffer olacaksın, Cenab-ı Hak seni galib edecek. O demiş: Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım, Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmam; muzaffer etmek veya mağlub etmek O’nun vazifesidir. İşte o zat bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, harika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.” (Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, İstanbul, 1999, s.144) Burada da ifade edildiği gibi Müslüman, kazanmak için elinden gelen her şeyi yapar ama sonuç Yüce Allah’a ait olduğundan ona karışmaz. O bir şey yapıyorsa kendisini sonuca programlamaz. Bilir ki ulvî bir maksat her zaman sonuçtan evladır.
Netice itibari ile “innî mağlubun” ile “ben kazanacağım” demek arasındaki fark, gider kültür ve medeniyet meselesine dayanır. “İslam medeniyeti” deyince aklımıza “gül bahçeleri” veya huzur veren tarihi eserler gelirken, insanını daima kazanmaya programlayan “Batı medeniyeti” deyince ise gökdelenler ve alışveriş merkezleri gelir. Hatta zaman zaman da atların koşuşturduğu hipodromlar gelir. İslam medeniyetinin bir evladı olarak bu yazıyı şöyle bitirmek istiyorum: Yarışın bunalmış asrın huysuz kısrakları! Ben gül bahçesinden ayrılmayacağım.
Aydın Başar
http://asrisaadet.wordpress.com/2008/11/27/inni-maglubun”-ve-kisisel-gelisim/#comments
Kur’an’da bize bildirildiğine göre peygamberler bile “innî mağlubun” demişlerdir. Bu şu anlama gelir: “Muhakkak ki ben yenildim.” Bu sözün ardından da “fentesır” gelir. “Bana yardım et” demektir bu… Demek ki önce yenilgi kabul edilecek ve boyunlar çaresizlikle bükülecek ki; insan “fentesır” diyebilme saadetine erişsin. Yardıma muhtaç olduğunu adeta iliklerinde hissedecek ve güçsüzlüğünü itiraf edecek ki; yardım hiç ummadığı yerden gelsin. (Bkz. Kamer suresi, 10. ayet, Hz Nuh’un duası)
Yüce Allah’ın dostları olan koskoca peygamberler bile “innî mağlubun” derken bize ne oluyor ki kendimizde bir güç var zannediyoruz? Hayat bize Rabbimize teslim olmamız için bu sözü söyletmeye çalışırken, biz ısrarla bu sözü söylememek için direniyoruz. Dünya hırsıyla bir şeylerin peşine bu denli düşmüşken “ben yenildim” diyebilmemiz gerçekten de çok zor. Oysa mutlak galip olanın sadece Allah Teala olduğunu idrak ettiğimizde “ben yenildim” diyebilmenin de müthiş hazzını yaşarız.
Kibrimizden başımızın dağlara değmemesi için mutlaka “innî mağlubun” diyebilmeliyiz. İnsanları başarıya programlamak için çalışan kişisel gelişimciler “innî mağlubun”u anlayamazlar çünkü onlar sadece “ne olursa olsun kazanacağım” demeyi öğretirler. İçimizdeki dervişi değil, içimizdeki devi ayağa kaldırmaya çalışırlar. Genelleme yapmıyorum ama birçok kişisel gelişim kitabı insanları kısa süreli gaza getirmekten başka bir şey yapmıyorlar. Gaza gelen insanların ise kazanmadıklarında veya amaçlarına ulaşamadıklarında ne duruma düştüklerini hepimiz görüyoruz.
Bu tür kitapların en büyük tehlikelerinden birisi de zannedersem onları okuyan gençleri, Batı medeniyetinin kapitalist anlayışlarını benimsemeye doğru sürüklemeleridir. Sadece Kapitalizm mi? Pragmatizm, egoizm ve daha nice baş belası düşünce kalıbı… Kader inancını sarsacak düzeydeki “kendine güvenme” anlayışları vs… Bu zararlı anlayışlarda “hırs”ın tahrik edilmesi söz konusudur ki bu da Kapitalizm ve diğer zararlı düşüncelerin gıdasıdır.
Kesintisiz olarak sürekli burnundan soluyan bir “öküz” hırsıyla veya bir “yarış at”ı edasıyla kişisel gelişimini tamamlayan bir insanın olabileceğine inanmıyorum. Bu tipler ancak hayatın bir gerçeğine yenilerek veya bir engeline takılarak şimdiye kadar hiç söylemek istemedikleri “ben yenildim” sözünü söylemek mecburiyetinde kalırlar. Hırslarından dolayı bir şeyleri elde etmeyi kafalarına takmış olan insanlar, “ben yenildim” demedikleri takdirde, hayat bunu onlara belki de zorla söyletecektir. Ki buna defalarca şahit olmuşumdur. Belki diyebilirsiniz ki; “illa biz bunu söylemek zorunda mıyız?” Evet, zorundasınız, çünkü nefsin hiç de hoşuna gitmeyen “ben yenildim” hakikatini kabullenemezsek, o zaman nefsimize çok yüz vermiş oluruz. Bu da bizi felakete sürükler.
“İnnî mağlubun” demenin şart olduğunu söylerken yenilmişlik psikolojisinin çok güzel bir şey olduğunu iddia etmeye çalışmıyoruz. Hayata karşı yenilmiş, ezilmiş insanlar olalım da demiyoruz. Yüce Allah’ın sistemine, düzenine, takdirine, kaderine yenilmenin güzel bir şey olduğunu söylemeye çalışıyoruz. Ki bu da hayattaki dertlere, sıkıntılara ve hüzünlere karşı olan tutumumuzla alakalıdır. Biz hayatta başımıza gelen olumsuzlukların ancak O’nun dilemesiyle olduğunu aklımızdan çıkartmazsak, “ben yenildim” dediğimizde de kime karşı bunu söylemiş olduğumuzun idrakine varırız.
Daha basit bir örnekle konuyu açmaya çalışalım. Mesela çocuklar maç yaparken, bazıları gol atınca fazlasıyla sevinirler, gol yiyince ise bunu bir türlü kabullenemez ve oyunbozanlık yapmaya başlarlar. İşte bu yenilgiyi kabullenemeyen çocuklar, şayet büyüdükleri zaman da bu kötü huylarını sürdürürlerse açıkçası tehlikeli birer yaratık olurlar. Çocuklar “ben yenildim” demeyi öğrenemedikleri takdirde bir “zalim” olmaya doğru giderler. Hani bu masum bebekler büyünce nasıl da kötü şeyler yapıyorlar diye düşünüyoruz ya! İşte bu ibret alıp almama meselesidir. Hangi tarz yetişirse o minvalde devam eder. O halde çocuklara yenmek gibi yenilmenin de hayatın bir unsuru olduğunu öğretmeliyiz.
Daima kazanmak, yine kazanmak…
“İnnî mağlubun” diyemeyen insanlar, özellikle de siyasete veya ticarete girmişlerse, bu çok daha tehlikeli bir durumdur. Dünya siyasetinin “kasap” tiplemeleri ve dünya ticaretinin doyumsuz filleri bu türdendir. Daima kazanmak ve yine kazanmaktır parolaları. Bunun için de onlar Makyavelizm’i benimserler. Yani kazanmak için her şeyin mubah olduğu anlayışını. Bizim anlayışımızda ise ticarette daha fazla kazanmak için her yola başvurmak yanlış olduğu gibi, siyasette de birilerinin sırtına basarak yükselme anlayışı da çok yanlış bir anlayıştır.
Bugün batıdaki bazı şirketlerde insanları “sadece” ve “her şeye rağmen” kazanmaya programlayan çeşitli seminerler verilmektedir. Aslında bu seminerleri verenler, kişisel veya sosyal gelişim uzmanı falan değil Kapitalizm’in vaizleridirler. Her şey daha çok üretmek ve daha çok zengin olmak içindir. Peki, ama bütün bunlar insanı mutlu etmiş midir? En çok iğrençliklerin yaşandığı ülkeler en zengin ülkeler değil midir? İnsanlar “özgürlük” diye diye nefislerinin kölesi durumuna düşmemişler midir? İslam medeniyetinde ise böyle düşüncelere rastlayamayız. Sırtını Mevla’ya dayayan Müslüman bu seminerlerdeki geçici hipnozların ötesinde çok daha derinden hareket eder. Kazanca programlanamaz, çünkü o bir robot olmayı reddeder. Sürekli “kazanacağım, kazanacağım” demez. Ya ne der öyleyse? “Allah’ın izniyle olur inşallah” der ve “inşallah”ın bereketini de görür.
Medeniyet farklılığından kaynaklanan bu iki farklı anlayış, sonuçları itibari ile de birbirlerinden çok farklıdır. Hırslarını kontrol altına almış Müslüman, başarmaya çalıştığı iş şayet olmadığında, öyle hemen Rabb’ine karşı nankörlük etmez. Rabb’inin fermanına her zaman razı olur. Ötekisi ise ya hayal kırıklığına uğrar ya da hırsını iki üç katı artırarak yeryüzünde acımasız bir konuma gelir.
Bediüzzaman Said-i Nursi hazretleri İslam medeniyetindeki bu güzel anlayışı tarihi bir örnek vererek şöyle izah eder: “Meşhurdur ki: Bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddid defa mağlub eden Celaleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerası ve etbaı ona demişler: Sen muzaffer olacaksın, Cenab-ı Hak seni galib edecek. O demiş: Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım, Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmam; muzaffer etmek veya mağlub etmek O’nun vazifesidir. İşte o zat bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, harika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.” (Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, İstanbul, 1999, s.144) Burada da ifade edildiği gibi Müslüman, kazanmak için elinden gelen her şeyi yapar ama sonuç Yüce Allah’a ait olduğundan ona karışmaz. O bir şey yapıyorsa kendisini sonuca programlamaz. Bilir ki ulvî bir maksat her zaman sonuçtan evladır.
Netice itibari ile “innî mağlubun” ile “ben kazanacağım” demek arasındaki fark, gider kültür ve medeniyet meselesine dayanır. “İslam medeniyeti” deyince aklımıza “gül bahçeleri” veya huzur veren tarihi eserler gelirken, insanını daima kazanmaya programlayan “Batı medeniyeti” deyince ise gökdelenler ve alışveriş merkezleri gelir. Hatta zaman zaman da atların koşuşturduğu hipodromlar gelir. İslam medeniyetinin bir evladı olarak bu yazıyı şöyle bitirmek istiyorum: Yarışın bunalmış asrın huysuz kısrakları! Ben gül bahçesinden ayrılmayacağım.
Aydın Başar