Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

''İnnî mağlubun” ve kişisel gelişim

ruveyda Çevrimdışı

ruveyda

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
''İnnî mağlubun” ve kişisel gelişim
http://asrisaadet.wordpress.com/2008/11/27/inni-maglubun”-ve-kisisel-gelisim/#comments
Kur’an’da bize bildirildiğine göre peygamberler bile “innî mağlubun” demişlerdir. Bu şu anlama gelir: “Muhakkak ki ben yenildim.” Bu sözün ardından da “fentesır” gelir. “Bana yardım et” demektir bu… Demek ki önce yenilgi kabul edilecek ve boyunlar çaresizlikle bükülecek ki; insan “fentesır” diyebilme saadetine erişsin. Yardıma muhtaç olduğunu adeta iliklerinde hissedecek ve güçsüzlüğünü itiraf edecek ki; yardım hiç ummadığı yerden gelsin. (Bkz. Kamer suresi, 10. ayet, Hz Nuh’un duası)
Yüce Allah’ın dostları olan koskoca peygamberler bile “innî mağlubun” derken bize ne oluyor ki kendimizde bir güç var zannediyoruz? Hayat bize Rabbimize teslim olmamız için bu sözü söyletmeye çalışırken, biz ısrarla bu sözü söylememek için direniyoruz. Dünya hırsıyla bir şeylerin peşine bu denli düşmüşken “ben yenildim” diyebilmemiz gerçekten de çok zor. Oysa mutlak galip olanın sadece Allah Teala olduğunu idrak ettiğimizde “ben yenildim” diyebilmenin de müthiş hazzını yaşarız.
Kibrimizden başımızın dağlara değmemesi için mutlaka “innî mağlubun” diyebilmeliyiz. İnsanları başarıya programlamak için çalışan kişisel gelişimciler “innî mağlubun”u anlayamazlar çünkü onlar sadece “ne olursa olsun kazanacağım” demeyi öğretirler. İçimizdeki dervişi değil, içimizdeki devi ayağa kaldırmaya çalışırlar. Genelleme yapmıyorum ama birçok kişisel gelişim kitabı insanları kısa süreli gaza getirmekten başka bir şey yapmıyorlar. Gaza gelen insanların ise kazanmadıklarında veya amaçlarına ulaşamadıklarında ne duruma düştüklerini hepimiz görüyoruz.
Bu tür kitapların en büyük tehlikelerinden birisi de zannedersem onları okuyan gençleri, Batı medeniyetinin kapitalist anlayışlarını benimsemeye doğru sürüklemeleridir. Sadece Kapitalizm mi? Pragmatizm, egoizm ve daha nice baş belası düşünce kalıbı… Kader inancını sarsacak düzeydeki “kendine güvenme” anlayışları vs… Bu zararlı anlayışlarda “hırs”ın tahrik edilmesi söz konusudur ki bu da Kapitalizm ve diğer zararlı düşüncelerin gıdasıdır.
Kesintisiz olarak sürekli burnundan soluyan bir “öküz” hırsıyla veya bir “yarış at”ı edasıyla kişisel gelişimini tamamlayan bir insanın olabileceğine inanmıyorum. Bu tipler ancak hayatın bir gerçeğine yenilerek veya bir engeline takılarak şimdiye kadar hiç söylemek istemedikleri “ben yenildim” sözünü söylemek mecburiyetinde kalırlar. Hırslarından dolayı bir şeyleri elde etmeyi kafalarına takmış olan insanlar, “ben yenildim” demedikleri takdirde, hayat bunu onlara belki de zorla söyletecektir. Ki buna defalarca şahit olmuşumdur. Belki diyebilirsiniz ki; “illa biz bunu söylemek zorunda mıyız?” Evet, zorundasınız, çünkü nefsin hiç de hoşuna gitmeyen “ben yenildim” hakikatini kabullenemezsek, o zaman nefsimize çok yüz vermiş oluruz. Bu da bizi felakete sürükler.
“İnnî mağlubun” demenin şart olduğunu söylerken yenilmişlik psikolojisinin çok güzel bir şey olduğunu iddia etmeye çalışmıyoruz. Hayata karşı yenilmiş, ezilmiş insanlar olalım da demiyoruz. Yüce Allah’ın sistemine, düzenine, takdirine, kaderine yenilmenin güzel bir şey olduğunu söylemeye çalışıyoruz. Ki bu da hayattaki dertlere, sıkıntılara ve hüzünlere karşı olan tutumumuzla alakalıdır. Biz hayatta başımıza gelen olumsuzlukların ancak O’nun dilemesiyle olduğunu aklımızdan çıkartmazsak, “ben yenildim” dediğimizde de kime karşı bunu söylemiş olduğumuzun idrakine varırız.
Daha basit bir örnekle konuyu açmaya çalışalım. Mesela çocuklar maç yaparken, bazıları gol atınca fazlasıyla sevinirler, gol yiyince ise bunu bir türlü kabullenemez ve oyunbozanlık yapmaya başlarlar. İşte bu yenilgiyi kabullenemeyen çocuklar, şayet büyüdükleri zaman da bu kötü huylarını sürdürürlerse açıkçası tehlikeli birer yaratık olurlar. Çocuklar “ben yenildim” demeyi öğrenemedikleri takdirde bir “zalim” olmaya doğru giderler. Hani bu masum bebekler büyünce nasıl da kötü şeyler yapıyorlar diye düşünüyoruz ya! İşte bu ibret alıp almama meselesidir. Hangi tarz yetişirse o minvalde devam eder. O halde çocuklara yenmek gibi yenilmenin de hayatın bir unsuru olduğunu öğretmeliyiz.
Daima kazanmak, yine kazanmak…
“İnnî mağlubun” diyemeyen insanlar, özellikle de siyasete veya ticarete girmişlerse, bu çok daha tehlikeli bir durumdur. Dünya siyasetinin “kasap” tiplemeleri ve dünya ticaretinin doyumsuz filleri bu türdendir. Daima kazanmak ve yine kazanmaktır parolaları. Bunun için de onlar Makyavelizm’i benimserler. Yani kazanmak için her şeyin mubah olduğu anlayışını. Bizim anlayışımızda ise ticarette daha fazla kazanmak için her yola başvurmak yanlış olduğu gibi, siyasette de birilerinin sırtına basarak yükselme anlayışı da çok yanlış bir anlayıştır.
Bugün batıdaki bazı şirketlerde insanları “sadece” ve “her şeye rağmen” kazanmaya programlayan çeşitli seminerler verilmektedir. Aslında bu seminerleri verenler, kişisel veya sosyal gelişim uzmanı falan değil Kapitalizm’in vaizleridirler. Her şey daha çok üretmek ve daha çok zengin olmak içindir. Peki, ama bütün bunlar insanı mutlu etmiş midir? En çok iğrençliklerin yaşandığı ülkeler en zengin ülkeler değil midir? İnsanlar “özgürlük” diye diye nefislerinin kölesi durumuna düşmemişler midir? İslam medeniyetinde ise böyle düşüncelere rastlayamayız. Sırtını Mevla’ya dayayan Müslüman bu seminerlerdeki geçici hipnozların ötesinde çok daha derinden hareket eder. Kazanca programlanamaz, çünkü o bir robot olmayı reddeder. Sürekli “kazanacağım, kazanacağım” demez. Ya ne der öyleyse? “Allah’ın izniyle olur inşallah” der ve “inşallah”ın bereketini de görür.
Medeniyet farklılığından kaynaklanan bu iki farklı anlayış, sonuçları itibari ile de birbirlerinden çok farklıdır. Hırslarını kontrol altına almış Müslüman, başarmaya çalıştığı iş şayet olmadığında, öyle hemen Rabb’ine karşı nankörlük etmez. Rabb’inin fermanına her zaman razı olur. Ötekisi ise ya hayal kırıklığına uğrar ya da hırsını iki üç katı artırarak yeryüzünde acımasız bir konuma gelir.
Bediüzzaman Said-i Nursi hazretleri İslam medeniyetindeki bu güzel anlayışı tarihi bir örnek vererek şöyle izah eder: “Meşhurdur ki: Bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddid defa mağlub eden Celaleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerası ve etbaı ona demişler: Sen muzaffer olacaksın, Cenab-ı Hak seni galib edecek. O demiş: Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım, Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmam; muzaffer etmek veya mağlub etmek O’nun vazifesidir. İşte o zat bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, harika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.” (Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, İstanbul, 1999, s.144) Burada da ifade edildiği gibi Müslüman, kazanmak için elinden gelen her şeyi yapar ama sonuç Yüce Allah’a ait olduğundan ona karışmaz. O bir şey yapıyorsa kendisini sonuca programlamaz. Bilir ki ulvî bir maksat her zaman sonuçtan evladır.
Netice itibari ile “innî mağlubun” ile “ben kazanacağım” demek arasındaki fark, gider kültür ve medeniyet meselesine dayanır. “İslam medeniyeti” deyince aklımıza “gül bahçeleri” veya huzur veren tarihi eserler gelirken, insanını daima kazanmaya programlayan “Batı medeniyeti” deyince ise gökdelenler ve alışveriş merkezleri gelir. Hatta zaman zaman da atların koşuşturduğu hipodromlar gelir. İslam medeniyetinin bir evladı olarak bu yazıyı şöyle bitirmek istiyorum: Yarışın bunalmış asrın huysuz kısrakları! Ben gül bahçesinden ayrılmayacağım.
Aydın Başar
 
sevmekse Çevrimdışı

sevmekse

Üye
İslam-TR Üyesi
TAĞUT
Azgın, sapık, kötülük ve sapıklık önderi, zorba, şeytan, put, puthane, kâhin, sihirbaz. Allah'ın hükümlerine sırt çeviren kişi ve kuruluşların tümü. Arapça "Teğa" kökünden türetilmiş olup kelimenin masdarı olan "Tuğyan" Allah Teâlâ'ya isyan etmek anlamına gelmektedir.

Allah'ın indirdiği hükümlere muhalif olan ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tağuttur.

Tağut, Allah (c.c)'a karşı isyan etmekle beraber O'nun kullarını kendisine kul edinmek gayretinde olandır. Bu ise şeytan, papaz, dinî veya siyasî lider veyahut da kral olabilir. Bu sebepten dolayı bir insanın müslüman olabilmesi için tağutu reddetmesi gerekmektedir.

Tağut kelimesi aslında çoğul manâsı taşımaktadır. Çünkü Allah (c.c)'ı inkâr eden, bir yerine birçok tağutun kulu olur. Bunlardan bir tanesi insanı çeşitli günahlara yönelten şeytandır. Diğeri, insanı ihtiras ve arzularının esiri kılan kendi nefsidir. Kezâ karısı, çocukları, hısım ve akrabaları, ailesi, arkadaşları ve milleti ile siyasî ve dinî liderleri ve hükümetleri gibi diğerleri de bulunmaktadır. Bütün bunlar o kimse için birer tağut olur ve o kişiyi kendi arzu ve ihtiraslarına esir etmek isterler. Bu pek çok efendilerin kulu olan kimse, tatminine bir türlü imkân olmayan bu tağutlardan her birini ayrı ayrı memnun etmek hayaliyle ömrünü boşa tüketir (Mevdudî, Tefhimu'l-Kur'an, Terc. Heyet, İstanbul 1986, I, 176)

Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de: "Andolsun ki biz her kavme "Allah'a ibadet edin, tağuta kulluk etmekten kaçının " diye (tebliğ yapması için) bir peygamber göndermişizdir" (en-Nahl, 16/36), "İman edenler Allah yolunda cihad ederler, kâfirler ise tağut yolunda savaşırlar" (en-Nisa, 4/76) ayetleriyle müminlere tağut hakkında bilgi vermekte ve tağuta karşı takınmaları gereken tavrı açıklamaktadır. Alimler de tağut hakkında, ayet ve hadislerden çıkardıkları deliller çerçevesinde yaptıkları yorumlarla bu kavramı tefsir etmektedirler.

Bugün yeryüzünde yürürlükte olan rejimlerin hepsi, beşerî rejimlerdir ve hükümlerini kendileri koymaktadırlar. Dolayısıyla da Allah (c.c)'ın hükümlerine muhalefet etmektedirler. O halde bu rejimlerin hepsi "tağut" olarak isimlenir. Hatta kitlelere "en cazip ve hüsn-ü kabul gören bir rejim" olarak tanıtılan demokratik ve lâik rejimler de tağut hükmündedir.

Her ne şekilde olursa olsun, insanlar tarafından konulmuş ve Allah (c.c)'ın hükümlerine muhalefet eden hükümler "tağut" olarak isimlendirilirler.

Allah Teâlâ (c.c) Kur'an-ı Kerîm'de; "Sana indirilen Kur'an'a ve senden önce indirilen kitaplara iman ettik diye boş iddialarda bulunanlara bakmaz mısın? Onlar tağutun huzurunda muhakeme olmak (hükümlerine boyun eğmek) istiyorlar. Halbuki tağutu inkâr etmekle (tekfir etmekle, lânetlemekle) emrolunmuşlardı. Şeytan onları uzak bir sapıklığa saptırmak ister" (en-Nisa, 4/60) buyurmaktadır.

Bir kişi Allah (c.c)'a, peygamberlere, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve inanmakla mükellef olduğu bütün hususlara inandığını açıklasa, fakat demokratik, lâik, sosyalist, kapitalist vb. rejimlerden herhangi birinin hükümlerini kabul edip itaat ederse o kimsenin irtidadına (dinden çıktığına) hükmedilir. Zira insanları yaratan Allah Teâlâ'dan başkası, insanların nasıl idare olunacağı hususunda ve onların sosyal yaşamlarına yönelik hükümler koyma yetkisine sahip değildir. Çünkü hüküm koyan insan, o hükme tâbi olmasını istediği insanlardan üstün ve herhangi bir ayrıcalığa sahip değildir. Allah Teâlâ katında üstünlük, sadece takva iledir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de Allah Teâlâ; "Şüphesiz ki sizin Allah katında en şerefliniz, takvaca en ileri olanınızdır" (el-Hucurat, 49/13) buyurmaktadır.

Kendisinde böyle yetkiler gördükten sonra, Allah Teâlâ'nın indirdikleriyle hükmetmeyip, heva ve hevesleri doğrultusunda hükümler koyanlar aynı zamanda "ilahlık" iddiası içindedirler. Dolayısıyla Allah Teâlâ'nın hükümleri dışında hüküm koyanlar ve o hükümlere tâbi olanlar da, tevhid akîdesinin dışına çıkıp kâfir olurlar. Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de: "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar, kâfirlerdir." (el-Maide, 5/44) buyurmaktadır.

Tağutların hükümlerine göre yönetilen beldeler "Dâr'ul-Harp" durumundadırlar. Tağutun hüküm sürdüğü beldelerde yaşayan bütün müminlerin, din Allah'ın oluncaya, Allah'ın indirdikleriyle hükmedilinceye kadar cihad etmeleri farzdır. Bu cihaddan kaçıp, tağutun hükmüne razı olanlar ise, ister bilerek, ister bilmeyerek yapsın, kâfir olma durumundadırlar. Allah Teâlâ (c.c) bu hususta; "İman edenler Allah yolunda cihad ederler, küfredenler ise tağut yolunda savaşırlar" (en-Nisa, 4/76) buyurmakta ve müminin tağut karşısındaki yerini belirlemektedir.

Allah Teâlâ, Âdem (a.s)'dan, Resulullah'a (s.a.v) kadar bütün peygamberleri, insanları Tevhid'e, yani Allah'ın varlığına ve birliğine, ortağı olmadığına inanmaya; O'nun koyduğu hükümleri kabullenmeyerek kendi heva ve heveslerine göre hüküm koyma isteğinde olan "tağut"a karşı savaşmaya ve tağut kapsamına giren her şeye kulluk etmekten kaçınmaya çağırmaları için göndermiştir.
Nitekim Allah Teâlâ bu hususta; Andolsun ki biz her kavme, "Allah'a ibadet edin, tağuta kulluk etmekten kaçının" diye (tebliğ yapması için) bir peygamber göndermişizdir" (en-Nahl, 16/36) buyurmaktadır.

Bu tağutlar İbrahim (a.s) döneminde Nemrut, Mûsa (a.s) döneminde Firavun, Resulullah (s.a.v) döneminde de Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi Daru'n-Nedve'nin ileri gelenleri ve puta tapan şahsiyetleri olduğu gibi, diğer peygamberler döneminde de, kendilerine gönderilen peygamberlerin getirdiği tevhid akidesini inkâr edip, atalarından kalan inançları devam ettirme inatçılığı gösteren puta tapan kavimler olmuşlardır. Günümüzde de heva ve hevesleriyle hükümler koyan ve o hükümleri insanlara dayatan meclisler, hükümetler, devletler vb. gibi kurum ve kuruluşlar da bu tağutlardandır.

Gelen peygamberler, gönderildikleri kavimleri tevhid'e çağırdılar. Tapmaya devam edegeldikleri putlarının kendilerine ne bir fayda, ne de bir zarar veremeyeceklerini açıkladılar. Ancak pek azı müstesna olmak üzere, çoğunluğu peygamberleri yalanladılar, hatta öldürdüler. Allah Teâlâ'ya yönelecekleri yerde, atalarından devraldıklarını ileri sürdükleri tağuta yöneldiler. Allah Teâlâ bu inkârcı kavimler hakkında; "Onlara: «Allah'in indirdiğine uyun.» denildiğinde, «Hayır, atalarımızı neyin üzerinde bulduksa ona uyarız.» dediler. Ya ataları birseye akıl erdirememiş ve doğruyu seçememiş idiyseler? (Bakara 170)" buyurmakta ve nasıl bir çıkmazda olduklarını açıkça gözler önüne sermektedir.

Tağutların devri kapanmış değildir. Peygamber bulunsun veya bulunmasın, her dönemde tağutlar varlıklarını korumuşlardır. Tağut, sadece eski kavimlerde ortaya çıkıp yaşama imkânı bulan bir güç değildir. Tağut, bugün de müslümanın en büyük düşmanıdır. Tağut, devlet sistemlerini, ahlâki değerleri ele geçirmiş ve onları müslümana zarar verecek bir hale dönüştürmüştür. Kısaca tağut, müslümanı dört yanından kuşatmış bulunmakta ve müslümana hayat hakkı tanımamaktadır.

Müslüman Allah'ın hükümleri doğrultusunda yaşamak, O'nun koyduğu hükümler dışında konulan bütün hükümleri reddetmek, İlâhlık taslayan bütün güçleri yok etmek için çalışmakla mükelleftir. Şu bir gerçektir ki, Allah (c.c)'a iman edenler, O'nun yolunda tağutla savaşmak zorundadırlar. Çünkü tağut bir mümin için her şey demek olan imanını çiğnemek, ona hayat hakkı vermemek ve Allah'ın hükümlerini iptal edip, kendi heva ve hevesleri doğrultusunda hükümler koymak amacındadır. Nitekim Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de; "İman edenler Allah yolunda cihat ederler, küfredenler ise tağut yolunda savaşırlar" (en-Nisa, 4/76)

Resulullah (s.a.v) de tağut hakkında bir hadis-i şerifinde; "Her kim (tağuta karşı) cihad etmeden ve onunla mücadele (ederek Hakk'ı hakim kılma) arzusunu ruhunda duymadan ölürse, nifaktan bir şube üzerinde ölür" buyurmaktadırlar." (Muhtasar Sahih-i Müs-lim, Hafız Münzirî, Hd. No: 103)

Bu ayet ve hadis, bir müminin tağuta karşı takınması gereken tavrı en anlaşılır şekilde ortaya koymaktadır. Bir mümin; camileri-nin ibadete açık olmasına izin veren, insanları dini inançlarında özgür bıraktığını iddia eden rejimlere karşı çok dikkatli olmak zorundadır. Bugün bu rejimler, İslâm dünyası için büyük bir tehlike arzetmektedirler. Bu rejimlerin hepsi tağuttur. Çünkü apaçık ortadadır ki Allah'ın indirdikleriyle hükmetmemektedirler. İnsanları kendi heva ve hevesleri doğrultusunda çıkarmış oldukları hükümlerle idare etmektedirler. Allah'ın hükümlerini, ortaçağ insanına hitab edebilen, sınırlı, bugünün gelişen ve düşünen insanının gerisinde kalmış hükümler olarak kabul etmektedirler.

Bir mü'min, tağutu, yani Allah Teâlâ'nın emirleri ve yasakları ile çatışan nefsini, diğer şahısları, önderleri, rejimleri ve ilkeleri red etmedikçe, hakimiyetin yalnız Allah'a ve O'nun düzeni olan İslâm nizamına ait olduğunu kabullenmedikçe imanın sembolü olan tevhid kulpuna yapışamaz. Allah Teâlâ bu konuda da şöyle buyurmaktadır: "Dinde zorlama yoktur. Hakikat, iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim tağutu inkâr edip de Allah'a (O'nun kanunlarına) iman ederse, muhakkak ki kopması (mümkün) olmayan en sağlam kulpa sarılmıştır. Allah işiten ve bilendir." (Bakara, 2/256)

Dolayısıyla insanlar için iki yol vardır. Birincisi: Allahu Teâlâ (c.c)'ya iman etmek ve her türlü ilişkileri (hayatını) İslâm'ın hükümlerine göre değerlendirmek; ikincisi, tağuta kalben teslim olmak (iman etmek) suretiyle hevâ ve heveslerine göre yaşamak!.. Bu iki inanç ve yaşama biçiminin dışında üçüncü bir durumdan söz etmek mümkün değildir. İnsanlar kendi iradeleri ile, bu iki yoldan birisini tercih etmekte serbesttirler. Buna "Kesb" (kendi kazancı) denilir. İmam Taftazânî, "İnsanların sevap ve mükâfat almaya, ceza ve azab görmeye esas teşkil eden ihtiyari fiilleri vardır." (Taftazanî, Şerhu'l Ahaid, İstanbul 1980, s. 196) diyerek, bu konuda herhangi bir zorlamanın olmayacağına işaret etmiştir.

Allahü Teâlâ'nın hükümlerini bir kenara bırakarak, Tağut'un huzurunda muhakeme olmak ve onun hükümlerine boyun eğmek, küfrü tercih etmek demektir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Sana indirilen Kur'an'a ve senden önce indirilen kitaplara iman ettik diye, boş iddialarda bulunanlara bakmaz mısın? Onlar Tagut'un huzurunda muhakeme olmak (hükümlerine boyun eğmek) istiyorlar. Halbuki Tağut'u inkâr etmekle (tekfir etmekle, lânetlemekle) emrolunmuşlardı" (en-Nisa 4/60) buyurulmuştur. Bu ayette Tağut'un hükümlerine boyun eğen ve kalben razı olanların, iman iddialarının boş olduğu ifade edilmektedir. İbn-i Kesir bu ayetin tefsirinde "Allahü Teâlâ Tağut'un hükümlerine kalben teslim olanların iman iddialarını red etmektedir" diyerek, meselenin özüne işaret eder (İbn Kesir, Tefsir, Beyrut 1969, I, 519). Tağutî güçler; Allahu Teâlâ'nın arzında, O'nun hükümlerine karşı tuğyan eden ve insanların üzerinde ilâhlık iddiasında bulunan otoritelerdir. Bunlarla sürekli olarak savaşmak farzdır. Bununla ilgili olarak, "İman edenler; Allah Teâlâ'nın yolunda cihat ederler. Küfredenler ise, Tağut yolunda savaşırlar. Öyle ise; şeytanın dostlarıyla (Tagut güçlerle) savaşınız. Şüphesiz ki, şeytanın hilekârlığı zayıftır" (en-Nisa, 4/76) buyurulmuştur. Bir mümin Tağutî güçlerle savaşmanın farz olan bir ibadet olduğunu bilmek mecburiyetindedir. Bu Kelime-i Tevhid'in tabii bir sonucudur.

Allahû Teâlâ'nın hükümlerine karşı tuğyan eden siyasi otoriteler insanları, dalaletin karanlığına doğru çekerler. Hem bu dünyada, hem de Ahirette işkenceye ve azaba uğramalarına sebep olurlar. İslâm dininin hükümlerini inkâr eden bütün ideolojiler Tağut hükmündedir. Kur'an-ı Kerim'de; "Allah, iman edenlerin velisidir (yardımcısıdır). Onları karanlıktan (kurtarıp) nura çıkarır. Küfreden-lerin velisi ise Tağut'tur. O da kendilerini nurdan (ayırıp) karanlıklara çıkarır. Onlar (Tağut ve ona tabi olanlar) Cehennemin arkadaşlarıdır. Onlar orada, bir daha çıkmamak üzere ebedi kalıcıdırlar" (el-Bakara, 2/257) buyurulmuştur.

Günümüzde Allahü Teâlâ'nın indirdiği hükümleri bir kenara bırakarak, "Hakimiyet kayıtsız ve şartsız insanındır" sloganına sarılan ve insanların çoğunun rızasına göre kurulduğu iddia edilen siyasî otoriteler, iktidar haline gelmişlerdir. Bu siyasi otoritelerin Tağut hükmünde olduğu asla unutulmamalıdır. Daha açık bir ifade ile İslâm nizamının dışındaki bütün sistemler "Tağuti" özellikleri taşırlar. Kelime-i Şehadet getiren ve günde beş vakit ezânı dinleyen her mükellef bu mahiyeti asla unutmamalıdır. İnsanları Tağutî güçlere karşı cihada teşvik etmeyen ve bu uğurda gayret sarfetmeyen kimseler ne kadar ilim sahibi olursa olsunlar, kat'iyyen âdil ve müslüman değildirler. Olsa olsa onlar ancak Bel'âm'dırlar. Dolayısıyla onların fetvaları ile amel edilemez.
 
ruveyda Çevrimdışı

ruveyda

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
allah razı olsun sevmekse kardeşim paylaşımın için....selametle
 
Üst Ana Sayfa Alt