Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Insan Ile Rabbi Arasındaki Sözleşme

_katre_ Çevrimdışı

_katre_

الحمدلله
Site Emektarı
İNSAN İLE RABBİ ARASINDAKİ SÖZLEŞME

8599477222_95906f4e01_z.jpg


İNSAN İLE RABBİ ARASINDAKI SÖZLEŞME


Selamun aleykum değerli kardeşlerim, Rabbimize hamdolsunki bu hafta da yeni bir konu ile birlikteyiz. Bu haftaki
konumuzu size hiçte yabancı olmayan bir söylem üzerine bina edeceğiz.

Sizde mutlaka duymuşsunuzdur. Toplumumuzda “Ne zamandan beri müslümansın?“ diye sorulduğunda “Kalu
beladan beri.“ diye cevap verilen bir söylem vardır. Hiç dilimize bu denli yerleşmiş bu söylemin ne anlama
gelebileceğini düşündük mü?

Bugün Rabbimin yardımı ile hep beraber bu söylemin içeriğini öğrenmeye çalışalım inşaAllah.

İNSANIN RABBİNE KARŞI SORUMLULUĞU NE ZAMAN BAŞLAMIŞTIR?

İlk olarak şunu düzeltmemiz gerekir ki, toplumumuzda yaygınlık kazanan “Ne zamandan beri müslümansın?“
sorusu yanlış bir soru şeklidir. Bu sorunun “Ne zamandan beri Rabbine karşı sorumlusun?“ olması gerekir. Çünkü
insan o boyutta sadece bir Rabbin, yaratıcının olduğunu kabul ve ikrar etmiştir. Bu ise insanın müslüman olması
için yeterli değildir. Bu soru çoğunluk olarak müslüman bir toplum olduğumuzdan ve olaya bu gözle baktığımızdan
dolayı dilimizde bu şekle dönüşmüş kardeşlerim.

Evet, aramızda efsanevi bir şekilde dolaşan bu söylem yüce kitabımız Kur’an’daki bir ayete dayanmaktadır. Yazının
başlığından da anlaşılacağı gibi Rabbimiz bu ayeti kerimesinde Adem aleyhisselam yaratıldığında tüm insanlık ile
yaptığı sözleşmeden bahsetmektedir. Ayetin tam metni şöyledir:

Rabbın, Adem oğullarından, onların sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şâhid tutarak “ben,
sizin Rabbınız değil miyim?” (demişti). Onlar da: “Evet; buna şahidiz” demişlerdi. Bu, kıyamet günü, “bizim
bundan haberimiz yoktu”, dememeniz içindi.“ (A’raf Suresi,172.ayet)

Islam literatüründe bu sözleşmeye 1.Misak denir.

Misak; ahid, sözleşme, anlaşma anlamlarına gelir. Bu kelime Kur’an‘da 25 yerde geçmektedir. Bizim konumuz olan
ayette ise “kalu bela“ olarak isimlendirdiğimiz ruhlar aleminde Allah’in bizden aldığı söz anlamında kullanılmıştır.

Allah Resulu sallallahu aleyhi ve sellem’den bu ayeti kerimeyi açıklayan bir çok hadis rivayet edilmiştir. Ben sadece
birini buraya alıntılıyorum kardeşler:

Ubey.b. Kâ’b’dan bu âyetin izahı hakkında şunları söylediği rivayet edilmektedir:

“Allah, Âdem’in soyundan gelecek olan insanları onun sulbünde toplamış, onlara can vermiş ve onları
şekillendirmiştir. Sonra onları konuşmalarını istemiş onlar da konuşmuslardır. Daha sonra bunlardan ahd (söz)
almış ve bunları, kendi nefislerine şahit tutarak: “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” demiş onlar da: “Evet, şahidiz
sen bizim rabbimizsin.” diye cevap vermişlerdir. Bunun üzerine Allah: “Ben de yedi kat göğü ve yedi kat yeri ve
atanız Âdemi, kıyamet gününde: “Biz bunu bilmiyorduk.” dememeniz için size karşı şahit tutuyorum. Bilin ki
benden başka ne bir ilah nede bir rab vardır. Hiçbir şeyi bana ortak koşmayın. Ben sizlere, sizden aldığım ahdi
size hatırlatacak Peygamberlerimi göndereceğim ve sizlere kitaplarımı indireceğim.” dedi. Onlar da: “Senin,
bizim rabbimiz ve ilahımız olduğuna, bizim senden başka hiçbir rabbimiz olmadığına şahitlik ederiz.” dediler. Ve
böylece ikrarda bulundular. (Ahmed b.Hanbel C.5, shf.35)

Kardeşlerim, konumuz ile alakalı ayet ve hadisten anlıyoruz ki, henüz Adem aleyhisselam yaratıldığında, Rabbimiz
kıyamet gününe kadar gelecek tüm insanlarla bir sözleşme gerçekleştirmiştir. Bu sözleşme insanların kendisinden
başka bir yaratıcı olmadığını kabul etmeleri ve bu sebeple sadece kendisine itaat etmeleri, kendisine hiçbir şeyi
ortak koşmamaları üzerine olmuştur.

Işte her birimizin Rabbimize karşı sorumluluğu ruhlar aleminde gerçekleştirilen bu sözleşmeyle başlamıştır.
Sizinde takdir edeceğiniz gibi kardeşlerim, her verilen söz bir sorumluluk gerektirir. Bu sebeple herbirimiz yapmış
olduğumuz bu sözleşmenin gereği olan sorumluluğumuzu yerine getirmek için dünyaya gönderiliyor ve imtihana
tabi tutuluyoruz.

Yaşadığımız bu dünya hayatında dahi başkasına verdiğimiz en basit sözü yerine getirmeye çalışıp, yalancı
konumuna düşmemek icin elimizden gelen gayreti gösteren bizler, Rabbimize karşı verdiğimiz sözü yerine getirme
hususunda nasıl davranıyoruz?

HER İNSAN DÜNYAYA FITRAT ÜZERE GELİR

Rabbimiz daha dünyaya gelirken her insanın yaratılışına kendisinin tek yaratıcı ve tek Rab olduğunu bilecek
ve bunu kavrayabilecek duygular yerleştirmiştir. Bugün de bilinmektedir ki, her insan inanma, ibadet etme,
kendisinden çok daha güçlü bir varlığa sığınma duygularına sahip olarak dünyaya gelir. Islam literatüründe buna
“Fıtrat“ denir.

Kardeşlerim fıtrat, Allahu teala‘nın tüm insanları kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir hal ve kabiliyet üzere
yaratmasına denir. Rabbimiz tüm insanları fıtrat üzere yarattığını bize şu ayeti kerimesinde haber vermektedir:

“(Ey Muhammed) Dosdoğru olarak yüzünü dîne, Allah’ın fıtratına çevir ki, insanlari o fıtrat üzere yaratmıştır.
Allah’ın yaratışında hiçbir değişme yoktur, işte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmez.“ (Rum Suresi,
30.ayet)

Kardeşlerim ayette: “Sen yüzünü hakka meyilli olarak dine, O’na teslimiyete, O’na kulluğa çevir.“ denmistir. “Yani
Allah’ın insanları yarattığı fıtrata. Çünkü ‘Fıtrat‘ insanların kendilerini yaratan Rabbe kulluğa programlanmasının
adıdır. Bu programlamada hiçbir değişiklik yoktur. Yani tüm insanlar için bu program geçerlidir. Doğru olan yaşam
şeklide budur. Ama insanların çoğu bunu bilmiyor.“ denmek istenmiştir.

Rabbimizin bu ayetini en güzel şekilde açıklayan Allah Resulu sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisidir:

“Her cocuk fıtrat üzere (hakki kabule yatkin) dünyaya gelir. Daha sonra annesi ve babasi onu ya Yahudilestirir
veya Hıristiyanlastirir yahud da mecusilestirir. (Buhari, Müslim)

Hadisin baska rivayetlerinde de kardeslerim, müsriklestirir, müslümanlastırır diye gelmektedir.

Ayet ve hadisden açıkça anlaşıldığı gibi kardeşlerim, Allah subhanehu ve teala dünyaya gelen her çocuğu bu fıtrat
üzere yaratır. Bu fıtrata anne baba ve çevre gibi etkenler müdahele edip bozmadığı müddetçe her dünyaya gelen
çocuk yaratıcısını bilir ve idrak eder.

Bu aynen bir arının Allah’ın fıtratına koyduğu bilgiler sebebi ile kendisinin asla bilemeyeceği seyleri yapmasına
benzer. Küçücük bir arı balın insana olan yararını, en çok miktarda bal depolayabilmek için en az balmumu
gerektiren şeklin altıgen olduğunu ve bu yüzden peteklerini altıgen şeklinde yapmasının akıllıca olacağını nereden
bilebilir?

Bu yaratıcısının ona ilham ettiği bilgiden başka bir şey değildir. Allah subhanehu ve teala şöyle buyurmaktadır:

“Rabbin bal arısına şöyle vahyetmiştir: ‘Dağlardan, ağaçlardan ve çardaklardan kendine evler edin. Sonra her
çeşit meyveden ye ve Rabbinin (sana ilham ettiği) yoluna boyun eğerek gir.’ Karınlarından, kendisinde insanlar
için şifa bulunan muhtelif renklerde bal çıkar. Şüphe yoktur ki bunda, düşünen kimseler için mutlaka bir ibret
vardır.”(Nahl Suresi, 68-69.ayet)

Işte tüm bunların bilgisini onun fıtratına koyan, ona ilham eden yüceler yücesi Rabbimizdir. Arının yaptığı sadece
tabiatına konmuş bu bilgiler doğrultusunda hareket etmektir.

Kardeşlerim, Rabbimiz arı örneğindeki gibi bizimde O’na en güzel şekilde kulluğumuzu yerine getirebilmek için
gerekli bilgileri tabiatımıza yerleştirdiğini yemin ederek bize haber vermektedir. Ilgili ayetler şöyledir:

Nefse ve onu şekillendirene,

Sonra da ona kötülüğünü ve takvasını ilham edene yemin ederim ki,

Nefsini temizleyen iflah olmuş, onu günâh ile örtüp gizleyen de hüsrana uğramıştır. (Şems Suresi,7-10.Ayetler)

Rabbimiz başka bir ayetinde insanlar icin iki yol belirledigini, bu yolları acık ve belirgin bir şekilde kendilerine
gösterdigini haber vermektedir. Buradaki göstermekten kasıt, bu iyi ve kötüden oluşan iki yolun bilgisinin her
insanin tabiatına konulmuş olmasıdır.

Onun için iki göz, bir dil, iki dudak yaratmadık mı?

Ona iyi ve kötü iki yol göstermedik mi? (Beled Suresi, 10.Ayet)

Işte kardeşlerim, bizim vicdan diye isimlendirdiğimiz bu duygunun içerisine Rabbimiz bize yaşamımız boyunca
yol gösterici bir ibre vazifesi olacak bilgiler yerleştirmiştir. Her birimiz vicdan duygusu ile yaptığımız şeylerin iyi
veya kötü olup olmadığını biliriz. Yaptığımız iyi şeyden huzur duyar, kötü şeydende rahatsızlık, iç huzursuzluğu
hissederiz. Hani “Hiç mi vicdan yok sende?”, “Vicdanı körelmiş bunun..”, “Ne vicdanlı insanmış..” gibi söylemleri
mutlaka duymuşsunuzdur. Bu söylemler bizim içimizde olan bu duygunun dilimize yansıma şekilleridir.
Günümüzde internasyonal ahlak kuralları dediğimiz şey, Allah’ın insanların vicdanına yerleştirmiş olduğu bu
bilgilerin adıdır. Aslında vicdanımız Rabbimize karşı kulluğumuzu yerine getirirken bizim en önemli yol göstericimiz
ve yardımcımızdır.

KURTULUŞUMUZUN VESİLESİ ANCAK ALLAH’A KULLUKTUR

Değerli kardeşlerim, yukarıdan bu yana anlatmaya çalıştığımız hususlar dünyaya gelen her insanın yaratıcısını
bilecek, tanıyacak ve O’na kulluk yapabilecek bir donanımla geldiğini ortaya koymaktadır. Bu donanım Rabbimize
verdiğimiz sözün gereğidir. Fakat Rabbimiz katında bize değer kazandıracak, ebedi kurtuluşumuza vesile olacak
olan sahip olduğumuz tüm bu donanımla kendisine asla şirk kosmamamızdır. Rabbimizin bizden istediği budur.
Bunu da nasıl gercekleştireceğimizi kitaplar indirerek, resuller göndererek bize açıklamıştır.

Her insanin kelimeyi şehadeti (yani yaratıcı olan Rabbin, ibadete layik olan tek ilah olduğunu, O’ndan başka hiçbir
ilahın ibadete layik olmadığını) kabul ederek girdiği bu daire sorumluluğumuzun ikinci aşamasıdır. Bu aşamada
Allah’ın resulleri ile gönderdiği kitaplara iman etmemiz, gönderilen bu emir ve nehiylere itaat etmemiz ve
yaşamımızı bu kurallar çerçevesinde idame etmemiz yaratılışımızın amacıdır. Bunada Islam literatüründe 2.Misak
diyoruz.

Bizi Firavundan, Mekke müşriklerinden, yahudi ve hristiyanlardan ayıracak olan şeyde bu aşamadaki
kulluğumuzdur. Çünkü yaratıcıyı bilme ve kabul etme tüm insanlığın üzerinde ortak bulunduğu bir durumdur.
Zaten bu şekliyle olan imana Firavunda, Mekke müşrikleride, Yahudi ve Hristiyanlarda sahipti. Bu şekliyle iman
bize ebedi saadeti kazandırmak için asla yeterli değildir.

Kardeşlerim, yazımızın başına dönerek toparlayacak olursak, daha ruhlar alemindeyken Rabbimize bir söz vermiş
ve bu sözün gereğini yerine getirmek icin dünya sahnesine gönderilmişiz. Rabbimize verdiğimiz bu sözün özüde
sadece kendisini ilah olarak kabul etmemiz, O’ndan başka hiçbir ilahın ibadete layık olmadığını ikrar etmemiz ve
bunu sözlerimizle, düşüncelerimizle, niyetlerimizle ve davranışlarımızla ispat etmemizdir. İşte bunun adına da Islam
literatüründe TEVHİD denir. Haftaya inşaAllah tevhidin içeriğine değinelim.

Rabbim sahip olduğumuz tüm donanımları en iyi şekilde değerlendirmeyi ve verdigimiz söze sadık kalabilmeyi bize
nasip etsin. Amiiin.

Saliha Yildiz
 
_katre_ Çevrimdışı

_katre_

الحمدلله
Site Emektarı
Enes b. Mâlik, Resulullah (s.a.v.)’in bu hususta şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
“Allah Teâlâ cehennemliklerden azabı en hafif olana şöyle diyecektir:
“Yeryüzünde,ne varsa hepsi senin olsaydı şimdi onları verip kendini kurtarmak ister miydin?” O kişi ise “Evet” diyecektir.
Bunun üzerine Allah ona:
“Sen, Âdem’in sulbünde iken ben senden, bundan daha kolayını istemiştim. Bana ortak koşmamanı istemiştim, fakat sen, ortak koşmaktan direttin.(Buhari, K. el-Enbiya bab: 1. /Ahmed b Hanbel, Musned, C:3, S: 127)
 
Üst Ana Sayfa Alt