Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü İnsanda Özgür İrade Var mıdır?

why not Çevrimdışı

why not

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Hadid 22
Yeryüzüne, yahut canlarınıza gelip çatan hiçbir felâket yoktur ki biz, onları yaratmadan önce onu, bir kitapta tespit etmemiş olalım; şüphe yok ki bu, Allah'a pek kolaydır.

Tekvir 29
Ve isteyemezsiniz, âlemlerin Rabbi Allah istemedikçe.

Insan 30
Ve Allah dilemedikçe onlar, dileyemezler; şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.

Bu ayetlerde Allah açık açık kendisi istemeden bizim hiç birşey isteyemediğimiz yazılı o halde özgür irademiz yok mu var mı? Bu ayetlerde olmadığı yazılı özgür irade yoksa insanlar fiillerinden nasıl sorumlu tutulabilir?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Özgür irade yâni Cûz-i irâde hakkında üç mezheb vardır. Bahsettiğiniz benzeri ayetleri ileri sürerek cûz-i iradeyi yâni kişinin hür, özgür irâdesi yoktur anlayışı Cebriye mezhebinin inancıdır. Şimdi bu konudaki mezhebleri sırasıyla görelim:


Cûz-i İrâde Hakkında Kaderiyye (Mûtezile) :

Kullar, iradelerinde tamamen hür ve bağımsızdır. Zira Mutezileye göre irade fiildir. Bunda Allah'ın bir rolü yoktur. Bir bakıma insan, fiillerinin yaratıcısıdır; onları işleyip işlememekte tamamen serbesttir. Özellikle kötü fiiller açısından bu böyledir. "Allah'ın iradesi kötü fiillere taalluk etmez. O sadece iyiyi diler" (Kâdî Abdulcebbâr, Şerhu Usuli'l-Hamse, Kahire 1965, 431)

Kaderiyye'yi bu görüşe sevk eden âmil, beş temel prensiplerinden biri olan "Allah'ın adaleti" ne bakış açılarıdır. Onlara göre, Allah'ın kullarının fiillerinde bir etkisinin olmaması, adaletinin ve kullara zulm etmemesinin bir gereğidir. Eğer Allah, kulun kötü bir fiilî yapmasında bir katkısı varsa, sonra da kulu bu kötü fiilinden dolayı cezalandırıyorsa, bu, O'nun adaletiyle bağdaşmaz. O halde kul, tamamen bağımsız olmalı ki, yaptıklarından dolayı hesaba çekilebilsin.

Bu görüşleri için ileri sürdükleri delillerden birkaçı şöyledir:

"Bu bir öğüttür. Dileyen, Rabbine varan bir yol tutar." (Kehf 29)
".... Eğer (o süre) içinde dönerlerse Allah bağışlayan, merhamet edendir." (Bakara, 226)
"İşte bu ellerinizin yapıp öne sürdüğü işler yüzündendir. Yoksa Allah, kullara zulm edici değildir. " (Enfal 8/51)
"Bir millet, kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirmez" (Râd 11).

Görüldüğü gibi bu âyetlerde kulların fiilleri kendilerine isnad edilmektedir.

Peygamber (s.a.v.) de bir hadiste şöyle buyurmaktadır: "Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra ana-babası onu ya yahudileştirir, ya Mecusileştirir, yahud hristiyanlaştırır... " (Muslim, Kader 25).

Hatta kaderi mazeret olarak ileri sürenlere karşı Allah, bu mazeretlerinin doğru olmadığını, yaptıklarının kendilerine ait olduğunu söylemektedir:

"(Allah'a) ortak koşanlar: Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O'ndan başka hiç bir şeye tapmazdık ve O'nsuz hiç bir şeyi haram kılmazdık dediler. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Peygamberlere düşen yalnız açıkça tebliğ etmek değil mi." (Nahl, 135)

Mûtezile içerisinde kaderi inkâr etmekte o kadar aşırı gidenler vardır ki, bunlar, insanların ne yapacakları konusunda Allah'ın önceden bir bilgisinin bulunduğunu dahi inkâr ederler ve kul, kendi iradesiyle karar verip o fiili işledikten sonra ancak Allah'ın o şeyden haberdar olduğunu söylerler.



Cûz-i İrâde Hakkında Cebriyye :

Kaderiyye mezhebine reaksiyon olarak ortaya çıkan Cebriyye mezhebine göre, insanın hiçbir irâdî hürriyeti yoktur. Allah önceden her şeyi takdir etmiştir. Kul, bu takdir edilmiş şeyleri yapmak zorundadır. Yukarıdan gelen su nasıl aşağıya doğru akmağa, yukarıya fırlatılan taş nasıl geri dönmeye mahkûm ise, insan da kaderinde yazılı olan şeyleri yapmağa mahkûmdur. İnsan âdeta önceden programlanmış bir robot gibidir. Nasıl programlanmışsa, onu yapar.

Cebriyye'nin bu görüşlerine dayanak olarak ileri sürdükleri naslardan bir kısmı şöyledir:

"Allah birini şaşırtmak isterse, sen onun için Allah'a karşı hiç bir şey yapamazsın. Onlar öyle kimselerdir ki Allah, onların kalblerini temizlemek istememiştir." (Maide, 5/41)
"Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü İslâm'a açar; kimi de saptırmak isterse onun göğsünü, (o kimse) göğe çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık yapar." (En'am 6/125)
De ki: " Size bir kötülük istese veya size rahmet dilese sizi Allah'tan kim korur?" (Ahzâb,.33/17).
"Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz." (Tekvir 81/29).

Kulun iradesizliği yanında, sorumluluğunu hangi temele dayandıracağını izah etmekten aciz kalan Cebriyye, zamanla bilgin ve düşünürler arasında yok olup gitmeğe mahkûm oldu. Ancak zaman zaman ummetin bu düşüncenin etkilerinden kurtulduğu söylenemez.



Cûz-i İrâde Hakkında Ehl-i Sunnet :

Ehl-i sünnet mezhebinin görüşlerini incelerken göreceğimiz gibi, bu fırkaların her ikisi de nassları tek yönlü almış; karşı tarafın ileri sürdüğü delilleri görmezlikten gelmiştir.

Ayrıca iki fırkanın da Emevîler döneminde ortaya çıkmış olması dikkat çekicidir. Belki o dönemde İslâm ummeti yabancı kültürlerle karşılaşmaya başlamış ve bu durum fırkaların ortaya çıkmasında etkenlerden birini teşkil etmiştir. Ama hiç şubhe yok ki Râşid Halîfelerin adil idaresinden sonra İslâm ummetine hâkim olan zorba Emevî idaresinin de etkisi az değildir.

Baskı ve zulme dayalı idareler, birbirine zıt olan bu iki görüşün de toplumda yayılmasına zemin hazırlar. O günkü toplum içinde bir tarafta kural-kaide tanımayan ve işi anarşizme kadar götüren insanlar; diğer tarafta da köşesine sinmiş, iradesini yitirmiş, olayların akıntısına kendisini salıvermiş bedbin miskinler vardı. Nitekim günümüzde de her zaman bu gibi zorba yönetimlerin egemen olduğu toplumlarda bu iki sınıf insanla karşılaşıyoruz.

Ehl-i sünnetin görüşü Ehl-i sünnetin ilk dönemlerini temsil eden selef âlimleri, başlangıçta böyle bir problem üzerinde detaylı bir şekilde durmamışlardır. Belki de böyle bir konu üzerinde durma ihtiyacını duymamışlardı. Onların mesele üzerinde durmaları, Kaderiyye ve Cebriyye'nin görüşlerini reddetmekle başlar.

Selef, hem Kaderiyye'nin, hem de Cebriyye'nin görüşlerini naslara uygun görmemişlerdir.

Onlar, bu konudaki nassların hepsini bir bütün olarak değerlendirmişlerdir. Böylece ileri sürdükleri görüş de, her iki fırka arasında orta yolu takip eden bir görüş olmuştur.

Buna göre Allah'ın iradesi mutlak ve kullî bir iradedir. İradesinin hilâfına hiçbir şey meydana gelmez. O'nun saltanatında irade etmediğinin vuku bulması, ya unutma ve gafletinden, ya da acizlik ve zaafından kaynaklanır ki; haşa Allah hakkında böyle bir şey söz konusu olamaz.

Kula irade ve seçme hürriyetini veren, bizzat Allah'ın kendisidir. İnsana iyi ya da kötüyü seçme kabiliyetini O vermiştir. O halde insan, iradesini kullanırken Allah'ın iradesinin dışına çıkmamaktadır.

Kul, kendisine verilen irade ile seçimini yapar. Allah Teâlâ, kulların kendi fiillerini yapma ve kesb etme hürriyetine sahib olduklarını açıkça ifade etmektedir:
"Dilediğinizi işleyin, doğrusu O, yaptıklarınızı görendir. " (Fussilet 41/41)
"Kim yararlı bir iş işlerse kendi lehinedir, kim de kötülük işlerse kendi aleyhinedir. Rabbin kullara karşı zalim değildir. " (Fussilet 46)
Ama kul bu hürriyeti kullanırken kesin olarak kendisine bu irade gücünü verenin Allah olduğunu bilmelidir. O'nun iradesi dahilinde bunları yapmaktadır; Allah Teâlâ dilemezse, hiç bir şey yapamaz.

Kul seçimini yapar ama yaratma Allah'a aittir. "O, herşeyin yaratıcısıdır." (En'am, 102).
O halde yapılan iş, yaratma yönüyle yüce Allah'a; kesbedilmesi ve işlenmesi yönüyle kula aittir. Bu sebeble de sonucundan sorumludur.

Kul, irade ve isteğinin dışında kalan durumlardan sorumlu tutulmayacaktır.
"Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. " (Bakara, 2/286)

İrade problemini karmaşık hale getiren hususlardan birisi, aslında meydana gelmesi söz konusu olmayan farazî sorulara cevab vermek isteğinden kaynaklanmaktadır. Bunlardan en önemlisi şudur: Allah bir şeyi irade buyururken kul aksini irade eder ve bunun zıttını yapmayı arzu ederse ne olur?

Elbette ki böyle bir soruya: "Allah'ın dilediği olur" karşılığı verilecektir. Ancak dikkat edilirse bu soruda Allah ve kul, çekişen iki yarışmacı konumuna sokulmuştur. Böyle bir şey söz konusu olamaz ki buna cevab aransın. En azından cevab aransa bile meselenin tamamen nazarî olduğu bilinmelidir. Hâşâ Allah, kuluyla yarışa girmez. Kula irade ve seçme yetkisini kendisi vermiştir onu burada özgür bırakmıştır. O halde kul, şu veya bu seçimi yaparken Allah'ın iradesi sınırları çerçevesinde bu seçimi yapmaktadır. Allah'ın iradesiyle kulun iradesinin karşı karşıya gelmesi diye bir durum söz konusu değildir. Bu konuda ileri sürülen bir diğer farazî soru da sudur: Kul, daha önce belirlenmiş olan kaderinde yazılı olanın aksine bir şeyi yapmak isterse, bunu yapma yetkisi var mıdır?

Eğer Allah Teâlâ, zamanla kayıtlı olmayan, yani geçmiş ve geleceği bütün teferruatiyle bilen bir bilgiye sahib bulunmasaydı, belki böyle bir soru söz konusu olabilirdi. Allah Tebârak ve Teâlâ, kulun bunu mu, yoksa şunu mu seçeceğini; niyyetinin nerede ve ne zaman değişeceğini bilir; kaderini de bu bilgisiyle tayin eder. Daha açık bir ifadeyle; kul, yaptığı bir şeyi kaderinde yazılı olduğu için yapıyor değil; o şeyi yapacağı için Allah kaderine onu yazmıştır. Bu sebebledir ki, yaptıkları kötü ameller konusunda kaderlerini gerekçe olarak ileri süren muşriklerin bu iddiaları Kur'an'da reddedilmektedir:
"(Allah'a, ortak koşanlar) Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O'ndan başka hiç bir şeye tapmazdık ve O'nsuz hiç bir şeyi haram kılmazdık dediler. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Peygamberlere düşen yalnız açıkça tebliğ etmek değil mi?" (Nahl, 15)

.....

CÛZ-İ İRÂDE

De ki: İşte Rabbiniz tarafından gerçek geldi. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf, 29)

Kendi irademiz ile işlediğimiz fiiller:

Yemek, içmek, bakmak, konuşmak, yürümek gibi fiillerimiz bu kısma dahildir. Burada tercih ve seçim hakkımız vardır. Helal şeylere bakabileceğimiz gibi, harama da bakabiliriz; helali yiyebileceğimiz gibi, haramı da yiyebiliriz; hayrı konuşabileceğimiz gibi, yalan ve gıybet de konuşabiliriz. Bu tür fiillere “ihtiyâri” (isteğe bağlı) fiiller denilir. Cûz’i irade ise; “ihtiyâri fiiller” dediğimiz bu kısım fiillerdeki tercih kabiliyetimizdir.

Yaratılması cihetiyle ıztırâri fiillerde olduğu gibi, ihtiyâri fiilleri de yaratan Allah’dır. Fakat ihtiyâri fiil ve hareketlerimizde talebimiz söz konusudur. İşte bu talebe “cûz’i irade” denir. Demek ihtiyâri fiillerde insan; taleb edendir, Allah ise; fiili yaratandır.

İşte insan bu talebi sayesinde itaatkâr veya isyankâr olur. Başka bir ifadeyle, insanın iradesi fiilin vasfına, Allah’ın kudreti ise fiilin aslına taalluk eder.

Mesela, yazı yazma fiilinin aslını yaratan Allah’tır. Yazılan, sevab bir şey olabileceği gibi, günah bir yazı da olabilir. Birinci halde yazının faydalı olduğundan, ikinci halde ise zararlı olduğundan bahsedilir. İşte yazı yazma fiilinin faydalı ve zararlı olmasına insan karar vermektedir. İnsan neye karar vermişse, Allah da yazıyı onun kararına göre yaratmaktadır. Ve onu mesul eden de bu tercihi ve kararıdır.

Asansörü ben hareket ettiriyorum ve asansör benim kuvvetimle çalışıyor.”
diyemeyeceğimiz gibi,
Bu asansör kendi kendine hareket ediyor, dilerse beni üst kata, dilerse beni alt kata indiriyor, elimde hiçbir şey yok.”
da diyemeyiz.
Evet, birinci sözü söyleyerek, asansörü kendi kuvvetimizle hareket ettirdiğimizi iddia edemeyiz. Çünkü asansörü hareket ettirmek ve onu icat etmek için gereken kuvvetin binde biri değil, milyonda biri bile bizde yoktur. Değil asansörü kendi kuvvetimizle hareket ettirdiğimizi iddia etmeyi, belki ona binmemiz bile kendi kuvvetimizle olmamıştır. Bu misafirhanenin merhametli sultanı bizi, hiçbir kuvvet ve mudahalemiz olmaksızın bu asansöre bindirmiştir. Bizler bu sözü söyleyemeyeceğimiz gibi, ikinci söz olan, “asansörün hareketinde hiçbir mudahalemizin olmadığını, asansörün kendi isteğine göre bizi dilediği katlara çıkardığını” da iddia edemeyiz.
Zira asansör, bizim bastığımız ve çıkmak istediğimiz kata bizi çıkarmaktadır. Bizi, istemediğimiz ve düğmesine basmadığımız hiçbir kata çıkartmamaktadır.
O halde en doğru söz şudur:
“Asansörü biz hareket ettirmiyoruz ve asansör bizim kuvvetimizle çalışmıyor, ancak biz asansörün çıkacağı ve ineceği katları irademizle belirliyor ve düğmeye basıyoruz.”
O halde çıkacağımız ve ineceğimiz katı biz tayin etmiş olmaktayız. Asansör ise bizim tâyinimize ve talebimize göre hareket etmektedir.
Asansörün düğmesine basmak, Allah’dan o fiilin yaratılmasını istemektir. İşte bu cûz’i iradedir... Cûz’i irademizle Kur’an’ın başına oturduğumuzda ve Kur’an okumayı tâleb ettiğimizde, Allah da kuvvetiyle “Kur’an okumak” fiilini yaratmaktadır. Yani biz bu halde iken, asansörün üst düğmesine basmış ve asansör de bizi o kata çıkartmıştır. Ağzımızın hareketinden tutun, okuduğunuz Kur’an’a kadar her şey Allah’a aittir. O’nun yaratması ve icadı ile meydana gelir. Bize düşen tek şey, bu vaziyetin yaratılmasını tercih ve tâleb etmemizdir. Bu tercih ve tâleb etmeye “cûz’i irade” denilir.


43368037_10212060293685467_1959100008665972736_n.jpg
 
Üst Ana Sayfa Alt