İnsanın genel olarak dinlere ve özel olarak İslam’a olan ihtiyacı, ikinci derecede öneme sahip bir ihtiyaç olmayıp hayatın cevheri, varlığın sırrı ve insan olmanın ifade ettiği derin manalar ile ilişiği olan asli bir ihtiyaçtır.
Bu noktada hemen insanın dine olan ihtiyacını çok özet olarak belirtmeye çalışalım:
Varlık aleminde aklın büyük gerçeklerle tanışmaya olan ihtiyacı:
İnsanın dini inanca duyduğu ihtiyaç ilk planda kendini tanımlamaya ve kendisini kuşatan uçsuz bucaksız alem gerçeğini tanımlama ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Yani insanoğlu, çok eskilerden beri düşüncesini meşgul eden bu ve benzeri soruların cevabını beşeri felsefelerde arar ve bir türlü ikna edici cevap bulamamasının ardından çareyi ilahi dinlerde arar.
İnsanların dünyaya ilk gelişlerinden beri bütün gayretleri ile cevap bulmaya çalıştıkları şu sorular daima onların zihnini meşgul etti:
Nereden geldim?!
Nereye gidiyorum?!
Neden geldim?!
Dünyalık uğraşılar insanoğlunu bu gibi sorulara cevap aramaktan alıkoysa da insanoğlu herhangi bir anda yine bu soruları kendi kendine sorup cevap bulmak için zihnini yormuştur.
İnsan kendi kendine şöyle sorar:
Ben nereden geldim!?
İçinde olduğum bu kainat nereden geldi!?
Kendi kendime mi meydana geldim!?
Yoksa beni bir yaratıcı mı meydana getirdi!?
Bu yaratıcı kimdir!? Onunla benim bağım nedir!?
Yine, büyük arzı, göğü, içinde bulunan hayvanları, nebatları, cansız varlıkları, nehirleri, denizleri ve bütün bunları içinde yüzdüren uzayı ile bu kainat kendi kendini mi yarattı yoksa bunların hepsini en ince özelliklerine kadar bir yaratıcı mı yarattı!?
Bu hayattan sonra başka bir hayat var mı..!?
Ölümden sonra başka bir hayat var mıdır..!?
Bu gezegenin yüzeyinde sürdürdüğümüz bu kısa yolculuğumuzun ardından varacağımız yer neresidir..!?
Dünya hayatının kıssası: Doğuran rahimler ve yutan topraklar… Sonrasında bir şey yoktur” kısır döngüsünden ibaret midir!?
Hak ve hayır yolda kendi nefislerini feda eden temiz insanların sonları ile başkalarını kendi zevkleri ve nefisleri uğruna feda edenlerin sonlarının eşit olması düşünülebilir mi!?
İşlenen iyi veya kötü amellerin iyi veya kötü karşılıklarını görmeden hayatın bir ölümle sona ermesi mümkün müdür..!?
Yoksa ölümün ardından başlayacak olan bir hayatla iyi amel yapanların, yaptıklarına karşılık mükafatlanmaları, kötü amel yapanların ise yaptıklarına karşılık cezalandırılmaları söz konusu mudur?
İnsan niçin var edildi? İnsana neden akıl ve hür bir irade verilerek diğer mahluklardan farklı olarak yaratılmıştır?
Neden göklerde ve yerde bulunan varlıklara, insanoğluna boyun büktürülmüştür? İnsanın var olmasının bir gayesi var mıdır?
İnsanoğlunun var olması ile ilgili bir ödevi var mıdır? Yoksa hayvanlar gibi yemek içmek sonra ölmek için mi var edilmiştir?
İnsanın bir yaratılış gayesi varsa bu gaye nedir? İnsanoğlu bu gayesini nasıl bilebilir?
Bu sorular asırlardır insanın sorup kalbindeki hastalığa çare arayarak kalbini huzura kavuşturmak istediği sorulardır. Doğru ve şifakâr cevapları vermek için de mutlaka dine müracaat etmek gerekmektedir. Zira din, insana onun bu kâinatta bir rastlantı olarak var olmadığını bilakis kendisinin büyük bir yaratıcının eli ile yaratılarak ulvi bir gaye ile dünyaya gönderildiğini bildirmektedir. Bütün varlıkları, var eden Allah, insanı en iyi surette yaratarak ona ruhundan üfürmüş, onun için kulak, göz, kalp nimetlerini bağışlamış ve onu daha anne karnında başlayan bir süreç içinde güzel nimetlerle nimetlendirerek ona ikramda bulunmuştur.
“(Ey insanlar) biz sizi dayanaksız bir sudan yaratmadık mı! İşte o suyu belli bir yere kadar sağlam bir yere yerleştirdik. Biz buna güç yetirdik. Bizim gücümüz ne büyüktür.” (Mürselat:20-23)
Yaşanılan hayattan ve ardından gelen ölümden sonra insanın gidişinin nereye olduğu sorusunun cevabını sadece din aracılığı ile öğrenmemiz mümkündür. Din bize öğretmektedir ki; ölüm asla yokluk değildir. Fakat ölüm, başka bir alemde, başka bir hayata başlamaktır. Kabirle başlayan ahiret hayatı, bütün nefislerin yaptıklarının karşılığını bulacakları ve amellerine göre sonsuz bir şekilde kalacakları bir hayattır. Orada erkek olsun, kadın olsun hiç kimsenin ameli boşa gitmez. Ahiret aleminde kurulacak olan mahkemede Allah’ın adaletinden hiç bir zalim ve mütekebbirin kurtulması mümkün değildir.
Din, insana niçin yaratıldığını, neden ikram edilip diğer varlıklara karşı faziletli kılındığını bildirir. Din, insana varlık gayesini ve ödevini anlatır.. Din, insana kendisinin hedefsiz bir şekilde yaratılmadığını, başı boş bırakılmadığını ve insanın yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak yaratıldığını anlatır. Din insana yeryüzünün Allah’ın rızasına uygun bir şekilde nasıl imar edilebileceğini ve ondan en iyi şekilde nasıl istifade edilebileceğini anlatır. Yeryüzündeki kaynakları adil bir şekilde nasıl paylaşacağımızı da bize din anlatmaktadır. Şüphesiz Rabbin, kulu üzerindeki en büyük hakkı O’na hiçbir şeyi ortak koşmadan Resulünün gösterdiği şekilde itaat etmesidir. Allah’ın resulleri insanlara hidayet yolunu gösterirler, onları dalalete düşmemeleri konusunda uyarırlar ve hak yolda olanlara cenneti müjdelerler. Allah’ın Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) beşer alemi için her yönüyle en üstün bir örnektir. Çeşitli imtihanlar ve belalarla dolu bu dünya hayatında en iyi şekilde üzerine düşeni yapan insan ahirette yaptıklarının güzel meyvelerini toplayacaktır. Yüce Allah şöyle buyurur:
“O gün her nefis yapmış olduğu her hayırlı amelin karşılığını önünde hazır olarak bulacaktır.” (Al-i İmran:30)
Bu kaide ışığında insanoğlu kendisini yaratıp ona hayatı bahşeden Yüce Allah’ın beyan ettiği var olma sebebini ve esas görevinin ne olduğunu anlamış olacaktır.
Allah’a, onun dinine ve ahiret alemine inanmayan bir insan, hayatı ters dönmüş ve kendini gerçek saadetten mahrum bırakmış bir insandır. Böyle bir insan, fıtrarı gereği görevlerini eksiksiz ifa eden hayvanlardan daha geri bir durumdadır. Zira hayvanların fıtri yapıları ile böyle bir insandan daha üstün vasıflar taşıyacakları bir gerçektir.
Kendi hayatlarını ilgilendiren en önemli konularda bile bilgisiz kalıp karanlıklar içinde dolaşan bir insanın hayatı çıkmazlarla dolu bir hayattır. İnsanın kendi nefisini bilmemesi, varlık sebebini bilmemesi, hayat gayesini bilmemesi -diğer bütün olanaklara sahip de olsa- huzur ve mutluluktan nasipsiz kabus dolu bir hayatı yaşamak zorunda kalması manasına gelir.
Bu noktada hemen insanın dine olan ihtiyacını çok özet olarak belirtmeye çalışalım:
Varlık aleminde aklın büyük gerçeklerle tanışmaya olan ihtiyacı:
İnsanın dini inanca duyduğu ihtiyaç ilk planda kendini tanımlamaya ve kendisini kuşatan uçsuz bucaksız alem gerçeğini tanımlama ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Yani insanoğlu, çok eskilerden beri düşüncesini meşgul eden bu ve benzeri soruların cevabını beşeri felsefelerde arar ve bir türlü ikna edici cevap bulamamasının ardından çareyi ilahi dinlerde arar.
İnsanların dünyaya ilk gelişlerinden beri bütün gayretleri ile cevap bulmaya çalıştıkları şu sorular daima onların zihnini meşgul etti:
Nereden geldim?!
Nereye gidiyorum?!
Neden geldim?!
Dünyalık uğraşılar insanoğlunu bu gibi sorulara cevap aramaktan alıkoysa da insanoğlu herhangi bir anda yine bu soruları kendi kendine sorup cevap bulmak için zihnini yormuştur.
İnsan kendi kendine şöyle sorar:
Ben nereden geldim!?
İçinde olduğum bu kainat nereden geldi!?
Kendi kendime mi meydana geldim!?
Yoksa beni bir yaratıcı mı meydana getirdi!?
Bu yaratıcı kimdir!? Onunla benim bağım nedir!?
Yine, büyük arzı, göğü, içinde bulunan hayvanları, nebatları, cansız varlıkları, nehirleri, denizleri ve bütün bunları içinde yüzdüren uzayı ile bu kainat kendi kendini mi yarattı yoksa bunların hepsini en ince özelliklerine kadar bir yaratıcı mı yarattı!?
Bu hayattan sonra başka bir hayat var mı..!?
Ölümden sonra başka bir hayat var mıdır..!?
Bu gezegenin yüzeyinde sürdürdüğümüz bu kısa yolculuğumuzun ardından varacağımız yer neresidir..!?
Dünya hayatının kıssası: Doğuran rahimler ve yutan topraklar… Sonrasında bir şey yoktur” kısır döngüsünden ibaret midir!?
Hak ve hayır yolda kendi nefislerini feda eden temiz insanların sonları ile başkalarını kendi zevkleri ve nefisleri uğruna feda edenlerin sonlarının eşit olması düşünülebilir mi!?
İşlenen iyi veya kötü amellerin iyi veya kötü karşılıklarını görmeden hayatın bir ölümle sona ermesi mümkün müdür..!?
Yoksa ölümün ardından başlayacak olan bir hayatla iyi amel yapanların, yaptıklarına karşılık mükafatlanmaları, kötü amel yapanların ise yaptıklarına karşılık cezalandırılmaları söz konusu mudur?
İnsan niçin var edildi? İnsana neden akıl ve hür bir irade verilerek diğer mahluklardan farklı olarak yaratılmıştır?
Neden göklerde ve yerde bulunan varlıklara, insanoğluna boyun büktürülmüştür? İnsanın var olmasının bir gayesi var mıdır?
İnsanoğlunun var olması ile ilgili bir ödevi var mıdır? Yoksa hayvanlar gibi yemek içmek sonra ölmek için mi var edilmiştir?
İnsanın bir yaratılış gayesi varsa bu gaye nedir? İnsanoğlu bu gayesini nasıl bilebilir?
Bu sorular asırlardır insanın sorup kalbindeki hastalığa çare arayarak kalbini huzura kavuşturmak istediği sorulardır. Doğru ve şifakâr cevapları vermek için de mutlaka dine müracaat etmek gerekmektedir. Zira din, insana onun bu kâinatta bir rastlantı olarak var olmadığını bilakis kendisinin büyük bir yaratıcının eli ile yaratılarak ulvi bir gaye ile dünyaya gönderildiğini bildirmektedir. Bütün varlıkları, var eden Allah, insanı en iyi surette yaratarak ona ruhundan üfürmüş, onun için kulak, göz, kalp nimetlerini bağışlamış ve onu daha anne karnında başlayan bir süreç içinde güzel nimetlerle nimetlendirerek ona ikramda bulunmuştur.
“(Ey insanlar) biz sizi dayanaksız bir sudan yaratmadık mı! İşte o suyu belli bir yere kadar sağlam bir yere yerleştirdik. Biz buna güç yetirdik. Bizim gücümüz ne büyüktür.” (Mürselat:20-23)
Yaşanılan hayattan ve ardından gelen ölümden sonra insanın gidişinin nereye olduğu sorusunun cevabını sadece din aracılığı ile öğrenmemiz mümkündür. Din bize öğretmektedir ki; ölüm asla yokluk değildir. Fakat ölüm, başka bir alemde, başka bir hayata başlamaktır. Kabirle başlayan ahiret hayatı, bütün nefislerin yaptıklarının karşılığını bulacakları ve amellerine göre sonsuz bir şekilde kalacakları bir hayattır. Orada erkek olsun, kadın olsun hiç kimsenin ameli boşa gitmez. Ahiret aleminde kurulacak olan mahkemede Allah’ın adaletinden hiç bir zalim ve mütekebbirin kurtulması mümkün değildir.
Din, insana niçin yaratıldığını, neden ikram edilip diğer varlıklara karşı faziletli kılındığını bildirir. Din, insana varlık gayesini ve ödevini anlatır.. Din, insana kendisinin hedefsiz bir şekilde yaratılmadığını, başı boş bırakılmadığını ve insanın yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak yaratıldığını anlatır. Din insana yeryüzünün Allah’ın rızasına uygun bir şekilde nasıl imar edilebileceğini ve ondan en iyi şekilde nasıl istifade edilebileceğini anlatır. Yeryüzündeki kaynakları adil bir şekilde nasıl paylaşacağımızı da bize din anlatmaktadır. Şüphesiz Rabbin, kulu üzerindeki en büyük hakkı O’na hiçbir şeyi ortak koşmadan Resulünün gösterdiği şekilde itaat etmesidir. Allah’ın resulleri insanlara hidayet yolunu gösterirler, onları dalalete düşmemeleri konusunda uyarırlar ve hak yolda olanlara cenneti müjdelerler. Allah’ın Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) beşer alemi için her yönüyle en üstün bir örnektir. Çeşitli imtihanlar ve belalarla dolu bu dünya hayatında en iyi şekilde üzerine düşeni yapan insan ahirette yaptıklarının güzel meyvelerini toplayacaktır. Yüce Allah şöyle buyurur:
“O gün her nefis yapmış olduğu her hayırlı amelin karşılığını önünde hazır olarak bulacaktır.” (Al-i İmran:30)
Bu kaide ışığında insanoğlu kendisini yaratıp ona hayatı bahşeden Yüce Allah’ın beyan ettiği var olma sebebini ve esas görevinin ne olduğunu anlamış olacaktır.
Allah’a, onun dinine ve ahiret alemine inanmayan bir insan, hayatı ters dönmüş ve kendini gerçek saadetten mahrum bırakmış bir insandır. Böyle bir insan, fıtrarı gereği görevlerini eksiksiz ifa eden hayvanlardan daha geri bir durumdadır. Zira hayvanların fıtri yapıları ile böyle bir insandan daha üstün vasıflar taşıyacakları bir gerçektir.
Kendi hayatlarını ilgilendiren en önemli konularda bile bilgisiz kalıp karanlıklar içinde dolaşan bir insanın hayatı çıkmazlarla dolu bir hayattır. İnsanın kendi nefisini bilmemesi, varlık sebebini bilmemesi, hayat gayesini bilmemesi -diğer bütün olanaklara sahip de olsa- huzur ve mutluluktan nasipsiz kabus dolu bir hayatı yaşamak zorunda kalması manasına gelir.