Insanları Şirke Davet Eden Bir Dergi

H Çevrimdışı

hakyolcusu

Üye
İslam-TR Üyesi
SEMERKAND dergisi Velîlerden Yardım İstemek

Mehmet ILDIRAR • 138. Sayı / DİĞER YAZILAR



Velide meydana gelen olağanüstü haller Allah Tealâ hazretlerinin kudretinin neticesidir. Velinin kerametleri, Peygamber mucizesinin onun doğruluğunu belgeleyen birer parçasıdır. Bir velide keramet olan her şey, o velinin bağlı bulunduğu peygamber için bir mucize olur. Şu halde mucize ile kerametin meydana geliş ve tahakkuk itibariyle mahiyeti birdir. Allah Tealâ’nın yaratmasıyla meydana gelirler. Allah Tealâ’dan bir şey isterken, peygamberin veya falan velinin hatırına demek “tevessül”dür. “İstigâse” ise peygamber veya veliyi doğrudan doğruya çağırmaktır. Alimlere göre tevessül ve istigâse caizdir. Faydaları vardır.

Ehl-i Sünnet alimlerinden tevessül ve istigâseyi meşru görenlerin açıklamaları şöyledir: Allah’a dua ederken vesile kullanan ya da doğrudan doğruya bir veliyi çağıran kimse, alemde tasarruf sahibi olanın yalnız Allah Tealâ olduğunu bilir, inanır. Bu durumda tevessül ve istigâse tevhid inancına zarar vermez. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de bildirildiği gibi bazı kulların Allah yanında şefaat etme hakkı vardır. Allah Tealâ bu şefaat hakkını sevdiği ve razı olduğu kullarına verir. Şu ayet-i celileler buna delildir:

“İzni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir?” (Bakara, 255). “Allah’ın huzurunda kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” (Sebe, 23)

Peygamber s.a.v. Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar:

“Nice saçı sakalı karışık, başı toz içinde adamlar var ki, bunlar bir şeyin olması için Allah’a yemin etseler, Allah onların yeminini yerine getirir.”

O halde öyle velileri şefaatçi etmekte, onların hürmetine Allah’tan istemekte bir sakınca yoktur.

Yusuf Nebhanî hazretleri şöyle buyuruyor: “Cenab-ı Hak çoğu işi sebeplere bağlamıştır. Onun için hakiki tesiri Allah’tan bilmek şartıyla sebeplere başvurmak sakıncalı değil, bazen lüzumludur. Kuyuya düşen bir adam, kendisini çekip kurtarmaları için başkalarını çağırır. Hasta adam doktora gider. Zulme uğrayan hakime başvurur. Bunlar şirk ve küfür değil de, neden bir nebiyi veya veliyi yardıma çağırmak şirk olur! Velileri imdada çağırmak şirk ve küfür değildir. Çünkü velilerin, Cenab-ı Hakk’ın onlara verdiği kerametle, O’nun izni dahilinde uzağı görmesi, sesleri duyması, tayyı mekan etmeleri mümkündür. Bu sebeple onlar uzakta bile olsalar yakın sayılırlar. Velilerin hayatta olmaları ile kabirde olmaları arasında, kerametleri bakımından fark yoktur.”

Peygamberimiz s.a.v.’in; “Beni vefatımdan sonra ziyaret eden hayatımda ziyaret etmiş gibidir.” ve “Amelleriniz bana arz edilir. Onları iyi bulduğum zaman Allah’a hamd ederim.” buyurmuş olması, vefat edenlerin de duyduğuna, dünya ile mahiyetini bilmediğimiz bir ilişki içinde olduklarına işarettir.

İstigâse sahih hadislerle de sabittir. Buna bir misal:

Rasulullah s.a.v. Efendimiz’in yanına bir âmâ geldi, gözlerinin görmemesinden şikayet etti. Efendimiz ona sabır tavsiyesinde bulundu. Fakat adam kendisini gezdirecek kimsesi olmadığını söyledi. Rasulullah s.a.v. ona şöyle buyurdu: “Git abdest al ve iki rekât namaz kıl. Ondan sonra, ‘Allahım ben rahmet nebisi Muhammed ile sana dua ediyorum. Allahım onu bana şefaatçi yap. Şefaatini kabul et.’ de.” Adam kendisine söylenenleri yaptı, biraz sonra gözleri açıldı. Bunun üzerine Allah Rasulü ona “Başka ihtiyaçların olursa da böyle yap.” buyurdu.

Ayet-i kerimede buyuruluyor ki:

“Onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler ve hem kendileri istiğfar etse hem de sen onlara istiğfar etsen, Allah’ın tevbeleri kabul ettiğini, merhametli olduğunu görürsün.” (Nisa, 64)

Bu ayet, peygamberin onlara edeceği istiğfarın, onların istiğfarının kabulüne sebep olacağının delilidir. Onun için hacca gidenler bu ayeti okuyarak Rasulullah s.a.v.’in huzuruna varırlar.

Allah'u Teala bu cahillere akıl versin.


CAİZ VE ŞİRK OLAN
TEVESSUL, İSTİĞASE VE ŞEFAAT


TEVESSUL



Tevessul : Vesile , sözlük anlamıyla , kendisiyle başkasına yaklaşılan, yol, vâsıta, sebep, bahâne, fırsat, Taleb edilene yakın olmak ve ona arzuyla varmak anlamına da gelir Diğer bir anlamı da sultanın katındaki mevki , yakınlık derecesidir. “Vesîle” masdarından meydana gelmiş bir kelimedir.

«Vesile» sözlük anlamıyla, kendisiyle başkasına yakın olunan, taleb edilene içten bir yakınlık ve ona yol aramaktır.

Vesile: Kendisiyle bir şeye ulaşılan, ona yaklaşılan şey.

O’na (yaklaştıracak ) bir vesile arayın / arzulayın. (Mâide, 35)

Vesile ayrıca hadîste geçtiği gibi cennetteki yüce makamın da adıdır.

«Benim için Allah’tan vesile’ye isteyin. Zira o, cennetteki bir menzildir.»[Müslim, K. Salât.]



“Şer’i istılahta" ise , Allah katında yüksek bir derece elde etmek , bir fayda sağlamak veya bir zararı savmak suretiyle ihtiyaç gidermek veya dünya ve ahirette arzulanan bir şeyi elde etmek için Allah’a ve Resulü’ne iteatte bulunup , Salih amel işlemek suretiyle Allah’a yakın olmaktır. Allah’a tevessülde bulunmak ancak onun çizdiği sınırlar içerisinde mümkündür.





TEVESSÜL ÇEŞİTLERİ


1) Meşru Tevessül 2) Bid’at Tevessül



1) Meşru Tevessül Ve Çeşitleri:



tevessül şu üç şekilde vardır :


1- salih ameller

2- salih zatın duası

3- Allahın isim ve sıfatlarıyla dua



Bunları biraz açacak olursak :





1) Güzel İsimleri ve Yüce Sıfatlarıyla Allah’a Tevessül:



Bunlarla tevessül en hayırlı tevessül çeşitlerinden olup, onların en yücesi ve en faydalısıdır. Bu tevessül türüne delil olarak şu ayeti verebiliriz.



“Güzel isimler Allah’ındır. Onlarla Allah’a duada bulunun” (A’raf, 7/180)



Ayetten de anlaşılacağı gibi Allah’a isimlerinden veya sıfatlarından biriyle tevessülde bulunmak Allah’ın sevip hoşnut olduğu amellerdendir. Bu nedenle Allah Rasulu sallAllahu aleyhi ve sellem bu tevessül türü ile tevessülde bulunmuştur. Bize düşen de Allah Rasulu sallAllahu aleyhi ve sellem’nun ashabının ve tabiûn’un dua ettiği gibi duada bulunmak, Allah’a yaklaşmaya, yakın olmaya çalışırken onları kendimize örnek almaktır.( Buhari , müslim)



2) Salih Amelle Tevessül:



Bir müslümanın “Allahım! Sana olan imanım, Rasûlü’ne duyduğum sevgi ve inançla beni rahata erdirmeni senden dilerim” demesi bu türdendir. Kulun; namaz, oruç, cihad, Kur’an tilaveti, zikir, istiğfar, hayır işleyip haramdan sakınmak gibi salih amellerle Allah’a yakınlık aramasıdır. Buna delil olarak: “Derler ki -Rabbimiz! İman ettik. Günahlarımızı bağışla ve bizi cehennem azabından koru...” (Âli-İmrân, 3/16) ayetini verebiliriz. Sünnetten getirilecek delil ise mağara ashabının kıssasıdır. Bu kıssada geçmiş ümmetlerden üç kişi kötü hava koşullarında bir mağaraya sığınırlar. Derken bir kaya düşerek mağaranın girişini tıkar. Onlar da yapmış oldukları salih amellerle dua edip tevessülde bulunarak Allah’tan yardım dilerler. Allah da taşı aralayarak kurtulmalarını sağlar.( Buhari , müslim)



3) Salih Kimselerin Dualarıyla Tevessül:



Kul dara düştüğünde kendini Allah’a karşı günahkar hissederek salih bir kimsenin duasını taleb edebilir. Ancak bu kimse itikadı düzgün, ilim ve takva sahibi bir kimse olmalıdır. Bu tevessül türüne delil olarak: “Rabbimiz! Bizi ve imanda bizi geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla!” (Haşr, 59/10) ayeti verilebilir. Ayrıca Allah Rasulu sallAllahu aleyhi ve sellem’nun: “Mü’minin, müslüman bir kimsenin gıyabında kardeşi için yapmış olduğu dua kabul edilir” (Müslim) hadisi de bu tevessül türüne delildir. Yine Enes b. Malik’ten rivayet edilen şu olay deliller cümlesindendir.



“Kıtlık zamanı Ömer (r.a.) , Abbas b. Abdulmuttalib (r.a.) ile yağmur duasına çıkarak şöyle dua etti: -Allahım! Sana Peygamberimiz ile tevessülde bulunurduk sen de bize yağmur yağdırırdın. (Şimdi) Sana Peygamberimizin amcası ile tevessülde bulunuyoruz. Bize yağmur indir. Ravi der ki-Yağmur inmiştir.”( Buhari )



Hz. Ömer’in Sözünün Anlamı :

Biz peygamber (s.a.v.) den bizim için dua etmesini , böylece onun duasıyla Allah’a yakın olmayı kastediyorduk. Şimdiyse O , Allah’ın rahmetine kavuştuğundan dolayı bizim için dua edemez. Bu nedenle bizim için dua etmesini amcasından istiyoruz .



Burada da gördüğümüz gibi Hz. Ömer (r.a.), Peygamberin kabrine gidip aracıl yapmıyor , HAYATTA olan peygamberin amcası hz Abbas ile BERABER Allah'a dua ediyorlar





2) Bid’at Tevessül Ve Çeşitleri:



Allah’ın sevmediği ve hoşnut olmadığı söz, fiil ve inançlarla Allah’a yakınlık aramak bid’at tevessülün kapsamına girer. Bu tevessül çeşidi ile meşgul oluşları, bazı insanları Allah’ın göstermiş olduğu meşru tevessül şekillerinden gaflete düşürüp, onların bütün gayretlerinin boşa çıkıp hüsrana uğramalarına sebep olmuştur.

Şimdi Müslümanları uyarmak ve İslam’ın bu konudaki gerçeğini ortaya koymak üzere bid’at tevessülün bazı türlerini açıklamaya çalışalım.



1) Allah’a Bir Kimsenin Hatırı Veya Makamı-Mevkii İle Tevessül:



Bid’at tevessül türlerinden birisi Allah’tan bir kimsenin hatırı, makamı-mevkii ile istekte bulunmaktır. “Allahım! Peygamberinin veya kulun filancanın yüzüsuyu hürmetine senden isterim” demek böyledir. Böyle bir tevessül anlayışı İslam dininde yoktur. Allahu Teâlâ’nın “Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” (Enâm: 6/38) dediği Kur’an’da, veya Ebu Hureyre’nin “Allah Rasulu bize tuvalete girmek dahil herşeyi öğretti diyerek kapsamını ortaya koyduğu sünnette bu tür tevessüle delil yoktur." Aynı şekilde sahabenin yaşantısında da bu türden örneklere rastlamak mümkün değildir.

İslamın emrettiği, Allah’a güzel isimleri ve yüce sıfatlarıyla tevessülde bulunmaktır. Bu bid’at tevessül türünde şayet kişi Allah’ın sultanlar, krallar gibi aracılara ihtiyacı olduğu şeklinde bir inanca sahip olursa bu onu büyük şirk’e sokar. Çünkü bu yaratıcıyı yaratılana benzetmektir. Bu çok kötü bir kıyastır.

Oysa Allah Subhanehu ve Teâlâ yarattıklarına kıyas edilemez. Allah’ın bir kulundan hoşnut olması için aracı gerekmez. Bir kuluna gazap ettiğinde de hiçbir aracı fayda vermez. Melek, peygamber ya da her ne olursa olsun hiçbir mahluk Allah’a kıyas edilemez. Yaratılan herşey yaratana muhtaçtır. Yaratan ise ne aracıya ne de herhangi bir yaratılmışa muhtaç değildir.

“Onlar, Allah’tan başka, kendilerine göklerde ve yerde olan rızıktan hiç bir şey veremeyen ve buna asla güçleri yetmeyen şeylere ibadet ediyorlar. İşte böylece siz de Allah’a birtakım benzerler icat etmeyin. Çünkü Allah her şeyi bilir. Halbuki siz bilmezsiniz.” (Nahl, 16/73-74)

İşte bu nedenle sahabe, vefatından sonra Allah Rasulu sallAllahu aleyhi ve sellem ile tevessül etmeyi bırakıp dua etmesi için amcası Abbas’a yönelmiştir. Bu, onların Allah Rasulu sallAllahu aleyhi ve sellem’nun sağlığında “Allahım! Peygamberinin yüzüsuyu hürmetine bize yağmur indir” dediklerini, O vefat ettikten sonra ise “Rasulullah’ın amcısı Abbas’ın hürmetine” demeye başladıklarını göstermez. Bu tür bid’at duaların ne Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde ne de Allah’ın kitabında bir yeri olmadığını iyi bildikleri için böyle bir şeye başvurmamışlardır.

Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra, bir kimsenin hatırıyla tevessül caiz olsaydı onun hatırıyla tevessül öncelik kazanırdı. Bu tür tevessül Mekke müşriklerinin şirkiyle benzeşmektedir.

“Onlara ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz” (Zümer, 39/3)

Makamı-mevkii ne olursa olsun bir yaratılmış ile herhangi bir fayda sağlamak veya bir zararı başından savmak için güç yetirir olduğuna inanarak tevessülde bulunmak büyük şirktir. Allah korusun insanı dinden çıkarır.



2) Ölmüş Evliya Ve Salihlere Seslenmek, Onlardan Yardım Dilemek, Adaklar Adamak:



Salih kimselere seslenerek, onları çağırmak, onlara adak adamak gibi fiiller Allah’ın dininden değildir. Bunlar tevhidi ortadan kaldıran, büyük şirk kapsamına giren fiillerdir. Bir kimsenin “Ey Seyyidim filan, ey şeyhim falan!... Elimden tut, şu hacetimi gider” türünden sözler sarfetmesi bu türün kapsamındandır. Ölmüş kimselere adak adamak da meşru bir tevessül türü değildir. Bir kimsenin “Ey efendim filan! Allah beni rızıklandırırsa... şu dileğim yerine gelirse... senin için şunları yapacağım, kurban keseceğim” vb. sözleri bu bağlamdadır. Bunların tümü ibadet türü olan dua ve adağı Allah’tan başkasına sarfetmektir ki İslam dini bu gibi şeylerden uzaktır.

“Ekinlerinden, hayvanlarından Allah’a pay ayırıp dediler ki -Bu Allah’ın (iddialarına göre) bu da ortak koştuklarımızındır. Ortak koştukları için olanlardan Allah’a pay düşmez. Allah için ayırdıklarından ise ortak koştuklarına da aktarırlar. Ne kadar kötü hüküm veriyorlar.” (Enâm, 6/136)

Allah’tan başkasına yönelmek, onlara duada bulunmak, onlar için türbeler yapıp içinde mum yakmak -ki günümüzde birçok cahil kimse bunları İslâm adına yapmaktadır.- ne peygamberimizin ne de Selefi Salih’in yapmadığı İslama zıt davranış biçimleridir. Çünkü onlar dua’nın sadece Allah’a edilmesi gerektiğine inanan kimselerdi. Şu ayetle emrolundukları gibi;

“Kullarım sana benden sorarlarsa bilsinler ki ben yakınım. Dua ettiğinde bana dua edene karşılık veririm. Öyleyse çağrıma karşılık versinler ve bana iman etsinler ki doğru yolu bulurlar.” (Bakara, 2/186)

Ve Muvahhidlerin İmamı SallAllahu aleyhi vesellem de onlara şunu öğretmiştir:

Dua, ibadettir.” ( tirmizi )

Dua ibadet iken nasıl olur da Allah’a mahsus bir ibadet biçimi O’ndan başkasına sarfedilebilir?...

“Eğer onları çağırırsanız, sizin çağırmanızı işitmezler. Faraza işitseler bile size cevap veremezler. Kıyamet günü de sizin (onları Allah’a) ortak koşmanızı reddederler. (Bu gerçeği) sana, herşeyden haberi olan (Allah’tan) başka hiç kimse haber veremez.” (Fatır, 35/14)

Bil ki, bu amellerin bütünü tevhidle, peygamberlerin gönderiliş amacı ile çelişmektedir. Peygamberler, Allah’tan başkasına ibadeti ortadan kaldırıp, ibadeti yalnızca bir olan Allah’a yöneltmek için gönderilmişlerdir. Yine peygamberler, Allah’ın amelleri kabulü için şu iki şartın yerine gelmesi gerektiğini beyan etmişlerdir. Bu şartlar:



a) Amelin salih olması

b) Allah’ın şeriatine uygun olmasıdır.



Allah şirkten başka herşeyi bağışlar.

“Şüphesiz Allah, şirkten başka herşeyi dilediği kimsede bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse büyük bir iftirada bulunmuştur.” (Nisa, 4/48)





3) Velilerin Ruhlarına Kurban Kesmek Ve Kabirleri Etrafında Ta’zimde Bulunmak:



Günümüzde cahillerin yaptığı işlerden bazıları, velilerin türbeleri önünde kurban kesmek, belirli zamanlarda etrafında toplanıp ta’zimde bulunmak, şifa umuduyla hastaları onlara taşımak, oralarda geceleyip ölmüş olan velilerden şefaat istemek, onlara seslenip dua talep etmek, onlardan meded ummak gibi şeylerdir. Bunların tümü Allah’ın şeriatinde bulunmayan cahiliyye işi sapıkça bid’atlerdir. Allah’a, ibadette başkalarını ortak koşmaktır. Allah, bu tür şirklerden kullarını sakındırmıştır.

“Allah’a ibadet edin. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın” (Nisa, 4/36)

“Bile bile Allah’a eşler koşmayın” (Bakara, 2/22)

Bu işleri yapanla, yapılmasına rıza gösteren hüküm açısından aynı konumdadır. Bu hüküm şirktir, iman ettikten sonra küfre sapmaktır. Allah cümlemizi bundan korusun...

Şaşırtıcı bir gerçektir ki, bu tür bid’at tevessüllere başvuran kimseler meşru tevessül çeşitlerini kullanmak yönünden pek zayıftırlar. Kur’an ve sünnet kaynaklı meşru tevessül çeşitlerini bırakıp kendi uydurdukları dualar ve bid’at tevessül çeşitleriyle Allah’a yakın olmayı ummaktadırlar. Oysa Allah Rasulu sallAllahu aleyhi ve sellem’nun ve ashabının uygulamaları bu konuda en hayırlı ve en faydalı olanıdır.

“Hayırlı olanı daha aşağısıyla mı değişiyorsunuz” (Bakara, 2/61)

İnkar edilmeleri din’de asıl olan, iftira yolu ile ona eklenmeye yeltenilen bu gibi bid’atleri ilk defa reddeden biz değiliz. Bilakis bu, Sahabe, Tabiûn ve Dört İmam ile kıyamete kadar onlara uyan kimselerin yoludur.



MÜSLÜMANLARIN TEVESSÜL KONUSUNDA YANLIŞA DÜŞME SEBEBLERİ


1 ) En önemli sebeb taklittir. Taklit , bir kimsenin herhangi bir delile dayandırmadığı bir görüşünü , kabullenmektir. Bu şer’i açıdan yanlış bir tutumdur ve yasaktır . Mukallid , delilini bilmeden taklit ettiği kimsenin görüşünü aksi sabit olsa da bağnazca savunan kimsedir. Allah bir çok ayette bu tutumdan sakındırmıştır.

“ Onlara _ “Haydi , Allah’ın indirdiğine ve Rasule gelin “ dendiğinde derler ki _ “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyler bize yeter.” Ya babaları bir şey bilmeyen , doğru yola ermemiş kimsele idiyse?...”(Maide 104)

Selef alimleri ve müctehid imamlar aynı şekilde taklitten sakındırmışlardır. Zira taklit , çekişme , zayıflık ve saflarda bölünme sebebidir . Bu nedenle bütün meselelerde tek bir kişiyi taklit eden bir sahabiye rastlamak mümkün değildir. Dört imam da bu görüşlerinde bağnaz bir tutum içerisine girmeyip kendilerine Allah rasulunün (s. a.v.) sahih bir hadisi ulaştığında derhal görüşlerini terk etmişlerdir. Ayrıca kullandıkları delilleri bilmeksizin kendilerini taklit etmekten başkalarını sakındırmışlar , şu ayetin manasını hakkıyla anlamış olduklarını ortaya koymuşlardır :

“ Size indirilene uyun. Ondan başkasını dost edinip de uymayın .Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz ! ..”(Araf 3)



2 ) Bir konuyu değerlendiriken ayet ve hadislerin bir kısmını alıp bir kısmını almamak. Bununla beraber , delil edindikleri ayet ve hadisler de , halbuki ne onların ispat etmek istediklerine delil olabilir , ne de görüşlerini destekler mahiyettedir. Ancak kesin olan şu ki ; onlar nasların delalet ettiği doğru tefsiri bilmiyorlar , ya da onları delalet ettiğinden çok uzak anlamlarla tevil ediyorlar. Şu ayette olduğu gibi :

“ Ey iman edenler ! Allah’tan sakının ve ona vesile arayın “ (Maide 35)

Bu ayette “vesile” den maksat , taat ve hoşnut olduğu amellerle Allah’a yakın olmaktır. Oysa bazı kimseler bu ayeti Allah’tan başkasından meded ummaya delil getirmektedirler. Bu , Allah’ın kelamını tahrif etmektir. Allah’ın emrettiği vesile , müfessirlerin ittifak ettiği gibi Salih ameller vasıtasıyla Allah’a yakın olma talebidir.

Yine hadislerden ise bazı kimselerin bahsi geçen “Yağmur Duası“ hadisinde Hz. Ömer’in , Hz. Abbas’la yaptığı tevessülü , Allah rasulüne (s.a.v.) yakınlığı nedeniyle zatiyle yapmış bir tevessül olarak değerlendirmeleri buna örnektir. Peki o zaman , Hz. Muaviye’nin ve diğer Müslümanların Yezid b. Esved el Cüreşi ile yaptıkları tevessüle ne buyrulur ? … Cüreşi dua eder etmez yağmur yağmaya başlamıştır. Bu konuya örnek olarak “Ama” hadisini de verebiliriz.



Ama’nın biri Allah rasulüne (s.a.v.) gelerek _ “Bana afiyet vermesi için Allah’a dua et “ der. Allah rasulu (s.a.v.) ona _” Dilersen dua ederim. Dilersen sabredersin. Bu senin için daha hayırlıdır “ der.

Ama' da _ “dua et” diye ısrarını bildirir. Bunun üzerine Allah rasulu (s.a.v.) ona güzel bir şekilde abdest alıp şu duayı söylemesini emreder._” Allah’ım sana peygamberin rahmet peygamberi Muhammed (s.a.v.) ile yöneliyorum. Ey Muhammed ! Hacetimin giderilmesi için seninle Rabbime yöneliyorum . Allah’ım ! Benim hakkımda onu şefaatçi kıl !



Hadiste görüldüğü gibi Allah rasulünden (s.a.v.) dua talebi vardır . Aynı zamanda Allah’ın peygamberinin duasını kabulu için “ama dua etmekte _” Allah’ım ! Benim hakkımda onu şefaatçi kıl “ demektedir .




3) Aslı astarı olmayan hatta bazen dinin asıllarıyla çelişen uydurma hadislerle ve Allah rasulune (s.a.v.) nisbeti kesinlik kazanmamış zayıf hadislerle amel etmek. Örnek olması sebebiyle birkaç tanesini buradaki ortama aktaralım.

“ Makamımla tevessülde bulunun. Şüphesiz Allah katında makamım büyüktür “

Bu hadis (!) uydurmadır , batıldır.



“_Adem günah işleyince dedi ki _ Ya Rab ! Muahmmed’in hakkı için senden beni bağışlamanı dilerim . Bunun üzerine Allah Teala _ Ey Adem ! Henüz yaratmadığım halde Muhammed’i nasıl biliyorsun ? diye sordu? Adem _ Ya Rab ! Beni elinle yaratıp bana ruhundan üfleyince başımı kaldırdım ve arşın direkleri üzerinde şu yazıyı gördüm : La ilahe illAllah Muhammedur Rasulullah. Bildim ki Sen adının yanına ancak en sevdiğin kimsenin adını yazarsın .

Allah da şöyle buyurdu._ Seni bağışladım , Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım.”



Uydurmadır.

Râvilerinden olan Abdurrahm an b. Zeyd b. Eslem hakkında İbn Hibbân şöyle der: «Hadis uydurmakla itham olunmuş, Leys, Malik ve İbn Lehi’a üzerine hadisler uydurmuştur. Dolayısıyla imâm ez-Zehebî rivâyet hakkında uydurma ve batıl derken, İbn Hacer el-Askalânî de ona katılır.

Zehebi, bu hadis hakkında: ''Hadis uydurmadır. Abdurrahman yalancıdır. Ve Abdullah İbni Meslem el-Fahri'nin kim olduğunu bilmiyorum'' demektedir.

Mizan'ul-İtidal'de bu hadis için ''batıl bir haberdir'' denilmektedir.

Beyhaki Delail Nübüvve'de ''Abdurrahman İbni Zeyd İbni Eslem zayıf ravilerdendir'' der.

El-Elbani bu hadisi aktardıktan sonra '' Sonuç olarak ben derim ki: Bu hadisin Peygamber (sav)'den aslı yoktur. Bu hadise iki muhterem hafız -Askalani ve Zehebi- batıl hükmü vermiştir.( Zayıf Hadisler Silsilesi 1/hadis no 25) diyerek hadisi eleştirmektedir.



Şeyhul İslam İbni Teymiyye (ra): ''Hakim bu rivayeti sahihi sakimden (zayıf) ayırma babının girişinde aktarmakta ve Abdurrahman İbni Zeyd İbni Eslem'in babasından rivayet ettiği hadisler uydurmadır'' demektedir.



El-Sagani “uydurulmuş” dedi.( El-Sagani El-Hadis El-Mevzuat sy.7) Elbani de aynı şeyi söylemiştir.( Silsile el-Zayif 1/450 no 282)

El Acluni Uydurma olduğunu söylemiştir ( el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, II, 214.)

Şeyh Molla Aliyyul Kari "Zayıftır ama anlamı doğrudur… ” (Aliyyul Kari El-Esrar El-Merfuat sy 67-68) der ve şu iki hadisi bu görüşüne delil getirir:


a. İbn Esakir tarafından nakledilen hadis ”sen olmasaydın dünya yaratılmazdı.” İbni Cevzi bunu nakletti ve şöyle dedi ”uydurulmuştur” (İbni Cevzi El-Mevzuat 1/288) ve Suyuti’de aynı şeyi söylemiştir. (Suyuti El-Laai 1/272)



b. Deylemi’den nakledilen bir hadis ”Ya Muhammed! Sen olmasaydın Bahce (cennet) yaratılmış olmazdı ve Sen olmasaydın ateş (cehennem) yaratılmış olmazdı.”

ElBani derki ”Deylemi’den hadisin sahih olduğunu ortaya koymadan gerçekliğini onaylamak doğru olmaz ki Hiç bir alimin bu konu üzerinde durmuş olmasına rastlamış değilim… Deylemi’nin bunu aktaran tek kişi olması benim için bu hadisin zayıf olduğuna inanmak için yeterlidir, dahası Musned’inde (Deylemi Müsned 1/41/2) rastladığımda zayıf olduğuna inandım. (El Elbani Silsile El-Zayıf 1/451 no.282)



Yukarıdaki sözün uydurma olduğuna bir delil de yine başka bir rivayetten ! Akıl sahiplerini çelişkiyi görmeye davet ediyorum :

Adem (a.s.)’ın Nebî (s.a.s.)’i, kendi yaratılışından sonra cennette iken yer yüzüne inmesinden bilmesidir. Halbuki zayıf, ancak daha iyi bir senedle gelen başka rivayette:

Adem (a.s.) Hindistana iner ve yanlızlık hisseder, bunun üzerine Cebrâil inerek; Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Eşhedu En Lâ İlâhe İllallâh (iki defa), Eşhedu Enne Muhammeden Rasûlullâh (iki defa) deyip ezan okur.
Adem şöyle der: «Muhammed de kim»? Cebrâil: «Peygamberlerden son oğlundur» der.
İbn Asâkir (1/323/2).



Râvilerinden Ali b. Behrâm bilinmemekte, diğer bir râvi olan Muhammed b. Abdullâh b. Süleyman aynı şekilde bilinmemektedir.

Bir önceki rivâyette Âdem (a.s.) daha cennette iken Peygamber (s.a.s.)’i tanıyordu, bu ikinci rivayette ise, Âdem (a.s.) yer yüzüne indiği halde Muhammed (s.a.s.)’i tanımamıştır.



Bununla birlikte Allah c.c. Her şeyi bilmiyormuş gibi Hz. Adem’in Hz.Muhammed(s.a.v) adını nerden gördüğünü bilmiyor da yarattığı Adem’e sorarak cehaletini gideriyor (haşa! Summe haşa )



Son Olarak :

Muvahhid bir kula düşen , kişiyi büyük şirke , küçük şirke veya haram olan bid’ate düşüren bid’at tevessül türlerinden sakınmaktır . Zira bu , duada haddi aşmaktır , ve duanın karşılıksız kalmasını gerektirir. Çünkü Allah azze ve celle ancak şer’i ölçüler içerisindeki duaları kabul eder.Ayrıca mü’min kul ,dualarını Kur’an ve sünnetten seçmeye özen göstermelidir. Zira bu kabul edilme açısından daha güvenilirdir ve de kişiye sevap kazandırır.

Bir hadiste _ “haramlar bellidir , helaller bellidir. Birde ikisi arasında şüpheli şeyler vardır . Bunlardan sakınmayan tehlikeye girer “ manasındaki hadisi şerife göre bile en azından hareket etmenizi , görüyorsunuz ki Bid’at olan tevessülleri en azından ben bunlardan beriyim diyerek reddetmenizi bekleriz.

Allah’ım ! Güzel isimlerin yüce sıfatların ; sana olan imanımız , Rasulüne duyduğumuz sevgi ve sünnetine olan bağlılığımız ; ancak senin rızanı gözettiğimiz Salih amellerimiz ve içimizden Salih kimselerin duasıyla sana yakınlık umar ; bizleri yolunda çaba gösteren , yoluna çağıran Peygamberinin (s.a.v.) sünnetine bağlı , haktan ayrılmayan muvahhid kimseler kılmanı , bizi düşmanlarımıza galip getirp aziz dinin İslam’ı yüceltmeyi bizlere nasib etmeni Senden dileriz


İSTİĞÂSE

Sıkıntılı anlarda sıkıntının giderilmesini isteme. istiğâse, "gavs" kökünden türemiştir. Lügatta "gavs", sıkıntılı durumlarda yardım dileme anlamına gelir. Kendisinden yardım istenene de "müstağâs" denir. (İbn Fâris, Mu'cemu Makayîsi'l-Luğa, Mısır 1971, IV. 400).

Kendisinden yardım istenenin, yardım istenen hususun üstesinden gelebilecek durumda olması tabiîdir. Değilse, yardım istemenin bir anlamı yoktur. Bu sebeple beşer üstü bir gücü gerektiren bir husus insanlardan istenemez. İnsanlardan ancak onların güçleri dahilinde olan şeyler istenir. Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de: "İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın" (el-Mâide, 5/2) "Fakat onlar, dinde yardım isterlerse (onlara) yardım etmeniz gerekir" (el-Enfâl, 8/72) buyurulmaktadır.

"Başınız dara düştüğünde mezardakilerden yardım dileyin" şeklindeki uydurma bir hadise (Alûsî, Rûhu'l Meânî, Beyrut t.y. VI, 125) dayanarak özellikle tasavvuf ehlinden bazıları, hazır bulunmayan veya ölmüş olan salih kişilerden yardım isteneceğini söyler ve buna "istiğase" adını verirler. Oysa hazır bulunmayan veya ölmüş olan bir kimseden yardım istemek, dua kapsamına girer. İslâm inancına göre ise, dua sadece Allah'a yapılır. Kendisine dua edilenin sadece Allah olması gerektiği, Kur'an'ın bir çok ayetlerinde belirtilmiş, başkasına dua etmenin sapıklık olduğu gayet açık bir şekilde ifade edilmiştir. Söz konusu ayetlerden birkaçı şöyledir:

"Allah'ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kim olabilir? Oysa onlar, bunların dualarından habersizdirler" (el-Ahkâf; 46/5); "Gerçek dua, ancak O'na yapılır. O'ndan başka çağırdıkları ise, kendilerinin hiçbir isteklerini karşılayamazlar." (er-Ra'd, 13/14); "Yakut dua ettiği zaman darda kalmışa kim yetişiyor da kötülüğü (onun üzerinden kaldırıp) açıyor ve sizi (eskilerin yerine) yeryüzünün hâkimleri kılıyor?" (en-Neml, 27/62); "Rabbiniz Allah'tır, mülk O'nundur. O'ndan başka çağırdıklarınız ise bir çekirdek kabuğuna bile sahip değillerdir" (el-Fatır, 35/13).

Kendisinden yardım istenen kişinin salih bir kişi olması ile olmaması arasında bu açıdan bir fark yoktur. Burada önemli olan, onun yaratılmış olmasıdır. Nitekim "De ki; 'O'ndan başka (kendilerinde birşeyler) sandığınız kimseleri çağırın, onlar ne sizden sıkıntıyı kaldırabilirler, ne de (onu) başka bir yana çevirebilirler. O yalvardıkları da, onların (Allah'a) en yakın olanları da Rablerine yaklaşmak için vesile ararlar, azabından korkarlar" (el-isrâ, 17/ 56-57) ayetlerinde kendilerine yalvardıklarından maksadın Hz. Uzeyr, İsâ ya da melekler olduğu selef âlimlerinden bir kısmı tarafından belirtilmiştir (Kurtubî, el-Camîi'l Ahkâmi'l-Kur'ân, Beyrut 1966, X, 279; Ebu's-Suûd Efendi, İrşâdü'l-Akli's-Selîm, Kahire t.y., V, 179).

Taberânî'nin"el-Mu'cemu'l Kebû"inde naklettiği bir hadiste şöyle denilmektedir: Hz. Peygamber (s.a.s) zamanında müminlere eziyet eden bir münafık vardı. Hz. Ebû Bekir: "Kalkın bu münâfık hususunda Resulullah (s.a.s)den istiğasede bulunalım" dedi. Bunun üzerine Resulullah; "Benden istiğasede bulunulmaz; ancak Allah'tan istiğâsede bulunulur" buyurdu (Tabarânî'den naklen, İbn Teymiye, İbn Teymiye Külliyâtı, İstanbul 1986, I, 183).

Yardımın sadece Allah'tan isteneceğine dair nasslardan biri de, namazımızın her rekâtında okuduğumuz Fatiha sûresindeki: "İyyâke na'budu ve iyyâke nestaîn: Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileriz" ayetidir. Müfessirler, "iyyâke" sözcüğünün, "na'budu ve nestaîn" sözcüklerinden önce zikredilmesinin hasr ifade ettiğini söylerler. Yani başkasına değil, sadece sana ibadet ederiz ve başkasından değil, sadece senden yardım dileriz (Ebû's-Suûd, a.g.e, I, 16-17).

Müfessir Fahruddin er-Râzî, "iyyâke nestaîn" in tefsirini yaparken şöyle demektedir: "Senden başkasından yardım istemem. Çünkü başkasının bana yardımı, ancak bana yardım etmesi için ona yardım etmenle mümkündür. Başkasının yardımı, ancak senin yardımınla gerçekleşebileceğine göre, bu aracılığı kaldıralım ve yardımı sadece senden isteyelim." (er-Râzî, Mefâtîhu'l-Gayb, Tahran t.y., I, 254).

Netice olarak istiğase sadece Allah'a yapılır. Mezarda yatan ya da yanımızda hazır bulunan veya bulunmayan herhangi bir salih kişiden istiğâsede bulunmak, güçlerinin yetmediği bir şeyi onlardan istemek olur ki, bu, İslâm inancıyla bağdaşmayan bir husustur. Ancak kişinin salih birine giderek kendisi için dua etmesini istemesi caizdir. Buna dair pek çok sahih rivâyet vardır (Âlusi, a.g.e., VI, 125).
 
yağmur@hicret Çevrimdışı

yağmur@hicret

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
E's öncelikle konu için Allah razı olsun..bildiğim kadarıyla semerkand dergisi nakşibendi menzil kolundan alyor adı yamanın menzil köyü semerkand gurubu olarak adlandırılıyor kollar baya karışık yanii:eek:uch2: selametle...
 
Üst