m. mucahid kardesim sözlerine ya dikkat et ya da istirahat et. Mürted lafin cok agir oluyor, makdisi dahil en direk acik acik mürted diyen alimler varsa buyur buraya delillerini aktar, hamas dediginiz kavramin ici derin, icinde bir cok sahih akidede olan mucahidi ve mazlum halki barindiran bir kelimeye direk mürteddir demek akilsizliktir.
Cami katliamina gelince olayin ic yüzünü bilen alimlerin arastirmasi sonucu cikan nasihatlere ve sonuclara bakariz ama yine de sirf bunu yaptiklari icin mürted denmez.
Hep söylüyorum hamasi 100x kadar elestiriyoruz yerin dibine sokuyoruz, yerden yere vuruyoruz ama bu elestirenlerin zerre arpacik kadar oradaki müslümanlara olumlu katkisi olmuyor.
Sanki herkes oraya yardim etti, oraya olumlu katki yaptida bu adamlar gidip sianin kucagina ya da demokrasi dininin tuzagina düstüler.
Acimasiz ve insafsiz olmakta ve bir grubu ya da insani cizmekte üstümüze yok. Helal olsun diyorum daha ne denir ki..
Ben hamas yöneticilerini kastediyorum.Tamamen bir cemaate mürted demiyorum.
Bak abi şeyh makdisi ne demiş
Derim ki: Eğer o bardakta içtiğin anda seni öldürecek zehir varsa, “Ne doyuracak ne de açlığı giderecek” (88 Ğaşiye/7) bir tarafı yoksa neye yarar? Benim burada zehirden kastım sizin beşeri kanunlarla hükmetmeniz, demokrasiyi din edinmeniz şeklinde karşımıza çıkan apaçık şirkinizdir. Ve bu, bölgedeki diğer tağutların şirkinin ta kendisidir.
Eğer hamasın şirki bölgedeki diğer tağutların şirkiyle aynıysa hamasın ayrıcalığı nedir? İsmail haniyyenin Tayyip Erdoğandan farkı nedir? Eğer beni bunları yazdığım için banlayacaksan buyur banla abi.Istırahat etmeye razıyım.Burada işide o kadar eleştiri yaptık.Cehennem köpeği bile dedik.Ama siz banlamadınız.(İşidle ilgili görüşlerim hala aynen devam etmektedir.)Hamasa bir laf ettik diye banlayacaksanız buyur banlayın.
Bu da şeyh makdisinin açıklamasının tam metni
Şeyh Ebu Muhammed El Makdisinin Hamasa Reddiyesi
Hamd, ezelden ebede dek yalnızca Allah’a özgüdür. O’nu över ve O’ndan Peygamber efendimizi, O’nun ehli beytini ve sahabilerini rahmetiyle kuşatmasını dileriz. Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Allah’tan sakınılması gerektiği gibi sakının. Sizler, kesinlikle Müslüman olarak ölün.” (3/Ali İmran 102)
“Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar vücuda getirip (dünyanın dört bir tarafına) yayan Rabbinizden (emir ve nehiylerine riayetsizlikten) sakının. Adını anarak birbirinizden dilekler dilediğiniz Allah’tan ve sıla-i rahmi kesmekten korkun. Hiç şüphesiz ki O, sizin üzerinize Rakîb’tir. (En ince ayrıntısına kadar her halinizi daima gözetendir.)” (4 Nisa/1)
“Ey iman edenler! Allah’tan (emir ve nehiylerine riayetsizlikten) sakının ve doğru olan sözü söyleyin ki, Allah, yaptığınız amelleri kabul etsin ve günahlarınızı affetsin. Allah ve Resulüne itaat eden, elbette ki bütün büyük emel ve beklentilerini elde etmiştir.” (33 Ahzab/71)
Bütün hitap ve kitapların başında ifade edilmesi sünnet olan “hamd ve salât” fasılasını ifa ettikten sonra…
En doğru söz, Allah’ın kelamı ve en mustakim yol, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in rehberlik ettiği yoldur. Yoldan saptıran en şerli şeyler, dinde sonradan çıkartılan şeylerdir. (Din adına başlı başına bir ibadet olması amacıyla) dinde sonradan çıkartılan her şey bid’attir. Her bid’at sapkın¬lıktır. Ve hiç şüphesiz ki, her sapkınlık azaba mustehaktır.
“Bu benim dosdoğru olan yolumdur, şu halde ona uyun. Sizi O’nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur ki korkup sakınırsınız.” (5 En’am/153)
Bütün işlerin ilk adımı, aslı ve direği tağutu inkâr etmek, ondan uzaklaşmak ve sadece ama sadece Allah’ı birlemektir. Bu Allah’ı hakkıyla birleyen muvahhitler tarafından bilinen bir gerçektir. Allah (sb)’nın insanoğluna namaz, zekat ve diğer ibadetlerden daha önce öğrenmesini ve onunla amel etmesini farz kıldığı temel bir esastır bu. Allah (sb) bu temel aslın ikamesi için; insanı yaratmış, rasuller göndermiş ve kitaplar indirmiştir. Bunun için cihadı ve istişhadı meşru kılmıştır. Rahman’ın dostları ile şeytanın dostları arasında baş gösteren düşmanlığın altında yatan temel etkende tağutu inkar etme, ondan kaçınma ve Allah’ı birleme ilkesidir. Allah (sb) şöyle buyurur:
“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk (ibadet) etsinler diye yarattım.” (51, Zariyat/56)
“Andolsun ki, biz her ümmete: -Allah’a kulluk (ibadet) edin ve tağuttan kaçının- (diye tebliğ etmesi için) bir resul gönderdik.” (16, Nahl/36)
Gerek bu en sağlam asıl gerekse de onun şer’i delilleri karşımızda apaçık dururken –ki diğer taraftan da Kur’an başından sonuna kadar bu temel aslı tesis etmektedir- günümüz ruveybidalarının birçoğu ona zerre kadar önem atfetmemektedirler. Dinin en temel kulpunu, onun sağlam sutunlarını yerle bir etmeye çalışıyorlar. Temeli takva ve Allah’ın rızasını kazanmak üzere tesis edilmemiş cılız akidelerini savunmaya yelteniyorlar. İşin aslı Allah’ın dini hakkında bilmedikleri konuda konuşup, sözü oldukça çoğaltıyorlar. Bu şekilde bir anlamda dinin hükümleri ile oynaşmaya çalışıyorlar. Bunun neticesi olarak ise Allah’ın dini ve daveti hususunda kendi heva ve arzularından kaynaklanan şeyleri güzel ve münasip görerek kendilerini kanun koyucu rabler konumuna getirdiler. Böylece insanları yoldan çıkararak, hem kendileri sapan hem de insanları saptıran önderler oldular.
Nitekim sahih bir hadiste bildirildiği üzere Rasulullah (s)’in ümmeti adına en çok korktuğu şey saptırıcı alimler olmuştur. Yine bir başka hadiste ise kıyamete yakın bir dönemde küçük deccallerin çıkacağı bildirilmiştir. İbn-i Ömer’den rivayet edildiğine göre birgün Rasulullah (s) insanların içinde ayağa kalkar, yüce Allah’ı layık olduğu şekilde sena eder ve daha sonra Deccal’i söz konusu ederek şöyle der:
”Ben sizi Deccal’in fitnesinden sakındırıyorum. Zira kavmini Deccal’in fitnesinden dolayı sakındırıp korkutmayan hiçbir nebi yoktur.”
Bilindiği üzere Deccal ahir zamanda çıkacak, fitnesi ancak o zaman baş gösterecektir. Buna karşılık tüm rasuller onun fitnesinden ümmetlerini sakındırıp korkutmuşlardır.
Deccal’in kıyamete yakın bir dönemde çıkacak olmasına karşılık tüm rasullerin böylesi bir fitneden ümmetlerini sakındırmalarının altında yatan hikmet ise Şeyhu-l İslam İbn-i Teymiye (rh)’ında dediği gibi onun fitnesinin tüm zaman ve mekânlara şamil olmasındandır. Bununla beraber Deccal’in, kendi fitnesini dini esaslar üzerine dayandırması, hak suretinde görünmesi onun fitnesinin tehlikesinin bir başka boyutudur. Nitekim sahih hadislerde de geçtiği üzere onun bir yanında cennetten bir bahce diğer yanında ise ateş olacaktır. Bununla beraber alnında “Kafir ” yazmasına rağmen, onun küfrünü ancak mü’min olanlar görebilecektr. Mü’min olmayanların onu görmesi söz konusu değildir. Zira mü’min basiret sahibidir. Deccal’in din adı altında insanları kandırarak saçtığı fitneye aldanmaz. Bilir ki, Deccal’in insanları kendisiyle korkuttuğu ateşi cennet, cenneti ise ateştir. Bundan dolayı korkmadan, endişe duymaksızın, tereddüt etmeksizin Deccal’in ateşini tercih eder ve cennetinden kaçınır.
İşte günümüzde Somali’de Şeyh Şerif’den, Irak’ta Hizbi İslamî’den, Afganistan’da Rabbanî ve benzerlerinden ve aynı zamanda bugün yeryüzünün birçok beldesinde saray mollalarından, resmi hükümetlere hizmet eden alimlerden sadır olan fitne Deccal’in fitnesinin birebir karşılığıdır. Bu fitne, (sureti haktan görünmek için) üzerlerine göstermelik din elbisesi giyinerek tağutların saltanatının kökleşmesi uğruna dillerine şer’i delilleri dolayan, dinin hükümlerini tağutların küfürlerine boyun eğdiren ve böylece onların ateşini cennet gösteren, şirklerini tevhide, küfürlerini imana, sapkınlıklarını hidayete, yalanlarını doğru söze dönüştüren tüm sapkınlık önderi imamların fitnesinin bire bir karşılığıdır. Onlar fitneleriyle İslam’ın en sağlam bağlarını koparmaya, yer bir etmeye çalışmaktadırlar. Rasullerin getirmiş olduğu tevhid dinine karşılık vatandaşlık bayrağı altında yeryüzünde ne kadar zındık varsa bir araya getirmişler, onları bu dinin çatısı altında göstermeye çalışmışlardır. Bunların nazarında kafir hükümetlerin demokrasisi şuradır, tağutları ise “ulul emr” yani itaat edilmesi vacip olan liderdir. Buna mukabil tağutları düşman edinen muvahhid ve mücahidler ise asi, terörist, tekfirci, harici olarak isimlendirilivermiştir. İşte tüm bu yapılanlarla ortaya çıkan fitne Deccal’in fitnesinin bir benzeridir. Yeryüzünün neresinde olursa olsun her kim böylesi şeyler yaparsa tüm bunlar Deccal’in fitnesi için bir önsöz mesabesindedir. Ve bu kimselerin fitnesi Deccal’in fitnesi türündendir.
Hamas’a gelince… Onun bu fitneden oldukça büyük bir nasibi vardır. Zira Hamas din adı altında ortaya çıkmış, İslamî sloganlarla gençleri etrafına toplamıştır. Her kim ki kendisini cennete götürecek zannı ile onun bu aldatıcı sloganlarına kanar, ona aldanır ve tabi olursa; basiretinin azlığı sebebiyle Hamas’ın alnında, anayasasında yazılı olanları ayırt edemezse… İşte böyle kimseleri Hamas, kendi alimleri tarafından din ve cennet elbise giydirilmiş küfür kanunlarıyla, şirke bulanmış demokrasisi ile cayır cayır yanan ateşe götürür.
Kısa bir zaman önce bazı kardeşlerimiz Hamas Müftüsü Yusuf Estal’e ait bir makale gönderdiler. Benden bu risalenin içeriğine dair görüşlerimi sordular, konuya dair bir reddiye yazmamı istediler. Risaleyi okuduğum zaman içeriğinin yalan dolanla, birçok batılla, gerçekleri örtbas etmekle dolu olduğunu gördüm. Üzerinde ilmi bir şeyler yazarak çalışma yapmaya değecek bir kıymeti yoktu. Öncelikle vaktimi böylesi değersiz bir risaleye reddiye yazmakla boşa götürme hususunda tereddüt ettim. Özellikle gerek ben gerekse diğer kardeşlerimiz demokrasi, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeme noktalarında birçok şüpheyi daha önce izale etmiş, onların bu apaçık şirki, ayan beyan küfrü maslahat, istihsan şeklinde isimlendirerek insanları nasıl saptırdıklarını muhtelif kitaplarımızda açıklamıştık. Ancak birçok kardeşimden bu risaleye dair bir şeyler yazmam yönünde mektuplar aldım. Özellikle Ramazan ayı öncesi vaktimin darlığına ve bununla beraber bir forumda tarafımıza yöneltilen eleştiri ve sorulara cevap vermekle meşgul iken bütün işlerimi bir kenara bıraktım ve Gazze’deki muvahhid kardeşlerimize yardımcı olmak niyetiyle Estal’in hem kendi yüzünü hem de Hamas’ın yüzünü karartan, üzerinde harcanan mürekkebe dahi yazık olan risalesine dair düşüncelerimi kaleme aldım.
Allah’tan başarı umarak derim ki:
1- Estal risalesinin ismini “Şubuhatun Merdudetun Fi Lumezatin Ma’dudetin” şeklinde isimlendirmiştir. Bu başlık işin aslı onun risalesinin içeriği hakkında bize yeterince bilgi vermektedir. Zira “Mektup isminden belli olur” denmiştir. Estal denen bu adam kardeşlerimizin asılların aslına, sadece Allah’ın hakkı olan tevhide dair sözlerini “Şüpheler-Lumezat” olarak isimlendirmiştir.
İşin aslı böylesi bir tavır gerek gerek ihvanın gerekse diğer sapkın cemaatlerin genel tutumlarıdır. Onlar asılların aslını küçümser ve hakir görürler. Buna karşılık dinin fer’i konularını önemser, bu fer’i konuları en temel esasların önüne geçirirler. Bu onların apaçık bir sapkınlıklarının, ölçülerinin bozulmasının, hükümlerinin kokuşmasının bir neticesidir. Nitekim bilindiği üzere aslın bozulması kaçınılmaz olarak fer’inde bozulmasını beraberinde getirecektir. İşte bundan dolayıdır ki onların Şer’i konularda uzmanlarının ve alimlerinin zaruret, şer’i maksadlar, maslahatın celbi, mefsedetin def’i gibi delilleri sürekli surette dillerine dolayarak fer’i meselelere önem verme adına tevhidi bozduklarını, şirke koşuştuklarını görürsün.
2- Hamas Müftüsü sözlerine şu şekilde başlamıştır:
“Taifetul Mansura hak üzere üstün olmaya devam edecek fırkadır. Ne onlara muhalefet edenler ne de onları yardımsız bırakanlar Allah’ın emri gelinceye kadar onlara hiçbir zarar vereyemeyeceklerdir.”
Şurası bilinen bir gerçektir ki, gerek “Hamas” gerekse “İhvanu Muslimiyn” hadiste belirtilen yardım edilen cemaatin (Taifetul Mansura’nın) yolundan en uzak olan cemaatlerdir.
Zira Taifetu-l Mansura’nın en önemli ayırıcı özelliği Allah’ın emirlerini ikame etmesidir. Bunların en yücesi ise Tevhiddir. Fakat Hamas hükümeti beşeri kanunlarla hükmetmekle, şirk olan demokrasiyi kendisine menhec edinmekle, alemlerin rabbinin hükümlerini işlevsiz kılmakla tevhidi bozmuştur.
Diğer taraftan kendisine muhalefet edenlerin zerre kadar etkisi altında kalmaması Taifetul Mansura’nın bir diğer özelliğidir. Bu özelliğinden dolayı onlar, Tevhidi, Allah’ın şeriatini ve dinini açık bir şekilde ortaya koyar, bunun üzerinde ısrar eder ve bundan asla geri adım atmaz. İnsanlar tarafından kendilerine yönelik bir zarar görme endişesi ve bundan dolayı da Allah’ın hükümlerini uygulamaktan vazgeçmesi Taifetul Mansura için asla düşünülemez.
Hamas’a gelince… Bu saydığımız vasıflardan insanlar arasında en uzak olanı Hamas’dır. Zira Hamas Allah (sb)’nın “Artık insanlardan değil sadece benden korkun” (4 Maide/44) buyruğuna rağmen sadece insanlardan korkmasından dolayı Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmekte yüz çevirdi.
3- Hamas Müftüsü Estal sözlerine şu ayet ile başladı:
“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur.” (24 Nur/55)
Ayetin hemen arkasından Müftü sözlerine şöyle devam ediyor:
Kendilerine böylesi bir vaadde bulunulan kimseleri Allah (sb) şu şekilde tanımlanmıştır:
“Onlar öyle kimselerdir ki, şâyet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar versek, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin âkıbeti Allah’a aittir.” (22 Hacc/41)
Öncelikle birinci ayette (Nur Suresi’nin 55. ayetinde) zikredilen, yeryüzünde kendilerine iktidar verilen kimselerin görevlerinin en büyüğü ve en önemlisi Hamas tarafından terk edilmiştir. Allah (sb)’nın kendilerine yeryüzünde hilafet bahşettiği kimselerin en önemli vasfı “Bana şirk koşmaksızın ibadet edin” (24 Nur/55) buyruğudur. Bu da Allah’a yönelik ibadetin şirkten hali olmasını gerekli kılar. Ancak Hamas’a gelince onlar kendileri için birden çok kanun koyucu rabler edinmekle, menhec olarak demokrasiye tabi olmakla Allah’a şirk koşmuşlardır.
Daha sonra Yusuf Estal Nur Suresi’nin 55. ayetinde geçen ” Bana şirk koşmaksızın ibadet edin” kısmını hemen atlayarak günümüzde mürted ve tağutların bir çoğunun yerine getirdiği namaz, zekat, sadaka ve buna benzer İslami şiarlardan bahsetmiştir. Ancak bunların hiç birinin tevhid olmaksızın kabul edilmesi mümkün değildir.
İyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek meselesine gelince… Bilindiği üzere kâinatta emredilmesi gereken mevcut iyiliklerin en büyüğü Tevhid, nehyedilmesi gereken mevcut kötülüklerinen büyüğü ise şirktir. Ancak Hamas hükümeti bütünüyle Tevhidi bozmuş, şirki yol edinmiş ve ona koşmuştur. Nitekim Hamas Müftüsü’nün risalesinde başından sonuna kadar bütün gücüyle savunmaya çalıştığı şey bu şirkin kendisidir.
4- Hamas Müftüsü kendilerine yönelik entrikaları bir bir saydıktan sonra şöyle der:
“İşte Hamas tüm bu entrikalara karşı efsanevi bir direniş göstermektedir.”
Madem Hamas kendisine yönelik tüm bu entrikalara karşı efsanevi bir direniş göstermektedir… Madem böyle bir güce sahiptir… O halde neden kendilerinden Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeleri, beşer esaslı küfür kanunlarından beri olmaları istendiğinde yeryüzünde zayıf olduklarını, iktidarı bütünüyle ele geçirmediklerini söyleyerek mazeretler öne sürmekte ve batıllarını savunmak için mücadele vermektedir. İşin aslı bu kesinlikle cevaplanması gereken bir sorudur. Ancak ne yazık ki bir cevabı da yoktur…
Estal daha sonra şöyle devam ediyor:
“Bugün bizi tehdit eden şeylerin en tehlikelisi İslam adı altında yürütülen fikir savaşıdır. İlimden zerre kadar bir pay almamış, kitaptan nasibi olmayan kimi gençler, bazı şüpheleri ele alıyor, sağda solda bunları dile getirmeye başlıyor ve yeni yetişen akıllara bu şüpheleri ekmeye çalışıyorlar. Onlar Gazze şeridini hakimiyeti altında tutan Hamas hükümetinin ve Hamas hareketinin İslam kaygısı taşımadığını, şeriati tatbik etme diye bir konuya rağbet etmediğini ve bugün imandan çok küfre yakın olduğunu düşünüyorlar.”
Derim ki: Bunların hiç birisi şüphe değildir ki. Bilakis bunların hepsi gerçektir. Bunlar asla kimi gençlerin dile getirdiği şüpheler değildir. Bilakis Hamas hükümetinin liderlerinin birçoğunun dile getirdiği sözlerdir. İşte sana onlardan bazıları…
Filistin parlamentosunun Hamas milletveli Hamid Beytavi “El-Gadil Urdunuyye” isimli gazetede 20.2.2006 yılında yaptığı bir röportajında şöyle demiştir:
“Kimileri bizim hükümette oluşumuzdan dolayı, irticayı getireceğimizden, kadınları örtünmeye zorlayacağımızdan, kişisel özgürlükleri kısıtlayacağımızdan yana –ki kadın hakları da buna dahildir- endişe duymaktadır. Ancak bu endişelerin hiç birisi haklı değildir. Zira Hamas hareketi yeni bir oluşum değildir ki… Aynı zamanda biz yaygaracı bir cemaatte değiliz. Hamas kökleri “İhvanu Müslimiyn” cemaatine dayanan bir harekettir. Biz onun uzantısıyız. Biz asla İslam şeriatini uygulamayacağız. Buna mukabil bizler mümkün mertebe gücümüz nispetince İslami ilkelere uymaya, güzel öğütle ve hikmetle İslamî şiarlara bağlı kalmaya davet edeceğiz. Hamas’ın hiçbir zaman İslam devleti kurmak ve İslam şeriatini tatbik etmek gibi bir düşüncesi olmamıştır.”
İsmail Heniyye’nin naibi Dr. Nasruddin Şair şöyle der: “Bizim çıkardığımız kanunlar herkese tatbik edilmek üzere konulmuştur. Kim bu kanunları istemiyorsa cehennemin dibine gitsin.”
Derim ki: Şuna bir bakın. Nasıl hakkı batıla çevirmekte. Hâlbuki doğru olan onların çıkardığı kanunlara itaat edenlerin cehennemin dibine gireceği değil midir?
Hamas hükümetinin meclis başkanı Aziz Duveyk 23.2.2006 yılında yaptığı bir konuşmada şöyle demiştir:
“Hamas’ın idaresi altındaki yeni hükümet hiçbir zaman Filistinlileri, günlük hayatlarında İslam şeriatinin kurallarını benimsemeye zorlamayacaktır. Yine aynı şekilde hiçbir zaman sinemaları, alkollü içeçek satan lokantaları kapatmayacaktır. Hamas hükümeti içinde hiçbir ferdin İslam şeriatini zorla tatbik etmek gibi bir niyeti yoktur. Tüm bunlar bizim proğramımızda olmayan şeylerdir ve bunları yapmaya da asla kalkışmayacağız.”
Derim ki: Peki muvahhidleri katletmek, onların mescidlerini yerle bir etmek… Zorla bunları yapmakta bir beis yoktur. Bu tüp şeyler sizin proğramınızda her daim olmuştur. Öyle değil mi?
Ahmed Yasin’e “Kominist bir parti seçimleri kazanırsa sizin tutumunuz ne olacaktır” şeklinde bir soru yöneltilir. Kendisi bu soruya şu şekilde cevap vermiştir:
“Şayet kominist parti seçimleri kazansa bile ben Filistin halkının bu tercihine saygı göstereceğim.”
Bunun arkasından bir başka soru…
“Peki seçimlerde Filistin halkının çok partili demokratik bir yönetim şeklini istediğini açığa çıkarsa o zaman sizin tutumunuz ne olacaktır.”
“Allah’a yemin olsun ki, biz bir değeri ve bir takım hakları olan bir milletiniz. Eğer halk İslam devletini istemediğini açıkça ortaya koyarsa ben yine de onların bu tercihlerine saygı duyacağım ve tercihlerini mukaddes addedeceğim.”
5- Estal demokrasiye dair çöküntüye uğramış şüphelerinden bahsederken şöyle der:
“Bu gençler demokrasinin ismini duymaktan bile nefret ediyor, tiksinti duyuyorlar. Bunun sebebi ise demokrasinin kendi özünde halkın halka hükmetmesi anlamına gelmesi, hâkimiyette Allah ile beraber başka ilahlar edinilmesidir. Elbette bu doğrudur. Zira yaratmakta emretmekte Allah’a aittir. Allah (sb) «Bununla beraber Allah ve Rasulü bir işte karar verdiği zaman mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işlerinde başka bir tercihte bulunmaları söz konusu değildir» (33 Ahzab/36) buyurmuştur.”
Derim ki: Ey Estal… Sözlerin doğru ama sen doğru bir adam değilsin.
Sen demokrasiye dair tiksinti duymamızdan dolayı bizi ve kardeşlerimizi kınıyorsun. Allah’a yemin olsun ki bizim bu övülmüş tiksintimiz, demokrasinin küfür rejimi, onu menhec edinenlerin de kafir olduğuna dair tevhid içerikli konuşmalarımızı işittiğiniz zaman sizin duyduğunuz tiksintiden daha hayırlıdır. Sırf bundan dolayı bizi tekfirci ve harici olarak isimlendirmiyor musunuz? Acaba sizin duyduğunuz tiksinti ile bizim duyduğumuz tiksintiden hangisi inkar edilmeye, zemmedilmeye, kınanmaya daha layıktır. Bu iki tiksintiden hangisinin taraftarları yol bakımından daha sapkındır. Allah (sb) şöyle buyurur:
“Allah, tek olarak anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalplerini bir tiksinti sarar. Ama Allah’tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler.” (39 Zümer/45)
Allah (sb) bu ayette tevhidden bahsedildiği, şirkten teberi etmekten konuşulduğu zaman tiksinti duyan kalpleri kınamaktadır. Bundan dolayı muvahhidleri tekfirci ve harici olarak isimlendirenler bu şekilde bir kınanmaya çok daha layıktırlar.
Estal der ki:
“Burada şöyle bir soru zorunlu olarak gündeme geliyor: Acaba demoktasiyi ilk defa getirenler bizler miyiz? Yoksa biz kendimizi bu topraklara zorla beşeri kanunları, ithal edilmiş anayasaları getiren batılı bir işgalin tam ortasında mı bulduk? Bizler ellermizden kelepçeleri, boyunlarımızdan prangaları kırarak gün be gün güvenliği tam anlamıyla elde edebilmek için bakanlıklarda ve parlamentoda karar merkezlerini ele geçirdik.”
Estal’ın bu sözlerinde birçok hata vardır. O’nun “Acaba demoktasiyi ilk defa getirenler bizler miyiz?” şeklinde ortaya attığı soruya gelince… Bu Estal’in zannettiği gibi zorunlu olarak gündeme gelen bir soru değildir. Zira cevabı herkes tarafından malumdur ki bu cevapta “Evet Gazze’ye demokrasiyi getirip onu uygulayan sizlersiniz” şeklindedir.
Şu anda yönetim işini kim üstlenmiş ise, idarî mesuliyeti kim üzerine almışsa, yönetimde demokrasiyi kim tercih etmiş ise Gazze’ye demokrasiyi getirip uygulayanlar onlardır ki, bugün bunu yapan sizden başka kimse değildir. Sizler Fetih yönetimini Gazze’den çıkardınız. İdare bütünüyle elinize geçti. Buna rağmen tüm dünya sizin komutanlarınızdan demokrasi övgüsünden başka bir şey işitmedi. Halbuki demokrasi Fetih tarafından size zorla kabul ettirilmiş değildi.
İşin aslı bu konuda hiçbir şey görmeyen körlerden, hiçbir şey işitmeyen sağırlardan başka kimse tartışmaz… İşte sana bir örnek… Hamas’ın Meclis Başkanı Aziz Duveyk şöyle demiştir:
“Sayesinde başarı elde ettiğimiz demokrasinin temel ilkelerini güçlendirme adına yapılacak olan şudur: Bizden önce Fetih tarafından çıkarılan kanunlarda bir değişikliğe gidileceği zaman bu mutlak surette refarunduma sunulacaktır.”
Bu açıklamadan sonra işin aslı burada Estal’e zorunlu olarak sorulması gereken soru şu olmalıdır:
“Demokrasiyi bu topraklara getiren sizler değilseniz peki bugün demokrasiyi onaylayan, demokrasi ile hareket etmekte ısrar eden, tüm insanları buna yönlendiren ve tüm bu yapılanlarla da övünen sizler değimlisiniz?”
Aziz Duveyk şöyle diyor: “Demokrasi’yi bu topraklarda en iyi uygulayacak bizleriz. Tüm konularda kendisine yöneleceğimiz temel kriter halkımızın kararıdır. Halk dilediği şekilde hükmeder. Dilediğini de reddeder. Uluslararası uygulamalar ve demokrasinin temel ilkeleri çerçevesince bu alanda tek söz sahibi halktır.”
Yine Aziz Duveyk bir Arap televizyonunda Cevz el-Huveni tarafından “Şayet İsrail devleti sizi tanırsa siz de onu tanıyacak mısınız” şeklinde kendisine yöneltilen bir soruya şöyle cevap vermiştir:
“Kesin sınırlar belirlendiği zaman bizlerin batının bizzat kendisinden dahi daha demokrat olduğu görülecektir. İşte o zaman biz bu konuyu Filistin halkına arzederiz. Şayet halk bunu kabul ederse demokrat olmamızın gereği bizler de bunu elbette kabul ederiz. Eğer halk bunu reddederse bilinmelidir ki bu toprakların tek sahibi halkımızdır.”
Yine Hamas Hükümeti’nin resmi sözcüsü “El-Kudsu-l Arabiyye” isimli gazetye verdiği bir demeçte şöyle demiştir:
“Şu an endişenin sebebi Hamas’ın seçimleri kazanmasından kaynaklananmamaktadır. Bilakis bugün insanların taşıdığı endişe bizlerin anayasayı ve mevcut kanunları yürürlükten kaldıracağımıza yönelik bir endişedir. Ancak bilinmelidir ki, Hamas hareketi el verdiği ölçüde anayasaya, mevcut kanunlara ve demokrasiye son derece bağlı kalacaktır.”
10.5.2005 Çarşamba günü İsmail Heniyye bir akşam proğramında şöyle demiştir:
“Filistin halkının birlik ve bütünlüğünü sağlamak, çok partili siyasi sistemin temelini atmak Hamas hükümetinin parlamentoya girme isteğinin temelinde yatan hedeflerdendir. Bilinmelidir ki Hamas hareketi halkın iradesine oldukça saygı duyan bir harekettir. Hamas, halkın tercihine ve iradesine mutlak surette saygı gösterecektir. Hamas seçimlerden çıkacak sonuca katlanacak, bundan razı olacak ve daima halkın iradesi ile beraber olacaktır. Seçim sandıklarından çıkan sonuç her ne olursa olsun bunu kabulleneceğiz. Çünkü seçim sandıkları ve demoktasi en selim yoldur.”
Ben derim ki: Sen kime gülüyorsun be Estal! Liderinin sözlerini kulağın işitmiyor mu? Demokrasi hakkında bu şekilde konuşmaya onu kim zorladı? Demokrasiye dair bu sözler hiçbir zorlama, ikrah ve baskı olmaksızın senin liderinin bütün benliği ile kabul ederek söylediği sözler değil midir?
6- Estal şöyle devam ediyor: “Acaba bugün bizler İslam ve demokrasi arasında bir tercih hakkına mı sahibiz? Yoksa bizler demokrasi ile diktatörlük, zorbalık ya da demokrasi kılıfına bürünmüş tek adam diktatörlüğü arasında mı bir tercih yapmak zorundayız?”
Ben derim ki: Tüm bunlar Estal’in uydurduğu içi yalan ve hileyle dolu sözlerdir. Zira iktidar da bulunan bir kimsenin bunları söylemesi ne kadar doğrudur? İktidarda olan yetkiyi elinde bulundurandır. Hükmü o tercih eder. Hiçbir şeyin ona dikte edilmesi söz konusu değildir.
(O halde Ey Estal) Ya sizler diğer Arap ülkelerindeki tağutlar gibi gerçek anlamıyla iktidar değilsiniz ve her şey doğulu ve batılı tağutlar tarafından size dikte ediliyor ya da sen demokrasinin size zorla kabullendirildiğini iddia ederek yala söylüyor, insanları kandırıyor ve mazeret uyduruyorsun. İşin aslı aynı zamanda da diğer milletlere karşı efsanevî bir kıyam gerçekleştirmekle övünüyorsun.
Hamas sözcüsünün “Hamas hareketi el verdiği ölçüde anayasaya, mevcut kanunlara ve demokrasiye son derece bağlı kalacaktır” şeklindeki ifadeleri daha önce geçmişti. Bu sözler demokasiyi bizzat Hamas’ın tercih ettiğini ve Estal’in “Demokrasi bize zorla dikte ettirildi” şeklindeki iddiasının ne denli büyük bir yalan olduğunu gün gibi açığa çıkarmaktadır.
Estal diyor ki: “Bundan daha da önemlisi şudur: Acaba bizler bugün demokrasiyi bütün yönleri ile kabul ediyor muyuz?”
Derim ki: Evet belki siz demokrasiyi bütünüyle kabul etmiyorsunuz. Buna karşılık siz hakimiyet yetkisini halka, teşri yetkisini ise milletvekillerine vermek şeklinde cereyan eden demokrasinin en pis tarafını kabullendiniz ki bu da apaçık şirk ayan beyan küfürdür. Nitekim Ahmed Yasin “Peki seçimlerde Filistin halkının çok partili demokratik bir yönetim şeklini istediğini açığa çıkarsa o zaman sizin tutumunuz ne olacaktır” şeklinde kendisine yöneltilen bir soruya -daha önce de geçtiği üzere- şöyle cevap vermişti:
“Allah’a yemin olsun ki, biz bir değeri ve bir takım hakları olan bir milletiniz. Eğer halk İslam devletini istemediğini açıkça ortaya koyarsa ben yine de onların bu tercihlerine saygı duyacağım ve tercihlerini mukaddes addedeceğim.”
Aynı şekilde Aziz Duveyk’inde şu sözlerini daha önce yazmıştık:
“Tüm konularda kendisine yöneleceğimiz temel kriter halkımızın kararıdır. Halk dilediği şekilde hükmeder. Dilediğini de reddeder. Uluslar arası uygulamalar ve demokrasinin temel ilkeleri çerçevesince bu alanda tek söz sahibi halktır.”
“Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşrî’ ettiler (bir şeriat kıldılar)? ” (42 Şura/21)
“Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı (bir sürü) Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek Allah mı?” (12 Yusuf/39)
Estal şöyle devam ediyor: “Yoksa muhaliflerimiz aynı evin ve aynı mahallenin içinde sadece kin ve düşmanlık tohumlarına sebebiyet verecek ve onlarca sene unutulmayacak bir şekilde kan şelaleleri üzerinden bir değişim ve ıslahat mı istiyorlar? Yetimler, dullar, evlatlarını kaybeden analar ve yaralıların böylesi bir durumda kanlarını ve kaybettikleri azizlerini unutmaları nasıl mümkün olur? Biz davetçi miyiz yoksa kadı mı?”
Derim ki: Tüm dünya sizlerin Müslümanlara, mücahidlere karşı bir kadı ve katil olduğunuza, onlara karşı asla bir davetçi olmadığınıza şahit olmuştur. Ve bu tutumunuz defalarca tekrar etmiştir. Bunun en somut örneği daha kısa bir süre önce Refah’ta İbn-i Teymiye Mescidi’nde o mescidi bombalamak, mücahid ve muvahhidleri katlederek kendisini gösterdi. Ki otorite elinizde olduğu halde bu işi farklı metotlarda çözüme kavuşturma imkanına da sahiptiniz. Ancak siz katletmekten, haram kanları dökmekten başka bir şey kabul etmediniz. Hakeza daha önce de Sabra’da mücahidlerden bir gurubu çoluk/çocuk, kadın ayırt etmeksizin öldürmüştünüz. İşin aslı kan şelaleleri akıtarak bir değişime gitmeyi isteyen bizzat sizlersiniz. Kadınlar, dullar, yetimler, çocuklarını kaybeden analar şerefli evlatlarının kanlarını asla unutmayacak. Daha kardeşlerimizin kanları kurumadı bile. Ve tüm bu yaptıklarınız, demokrasiyi akan kanları durdurma adına tercih ettiğinize dair iddianızı yalanlamakta, reddetmektedir. Ne zaman ki küfür olan demokrasinizi, tağutlarınızı müdafa etmek durumunda kalırsanız kan şelaleleri kapısını aralayan, muvahhid ve mücahidlere karşı davetçi değil kadı kesilen bizzat sizlersiniz. Ne zaman ki bizler tağutlarınızı tekfir etsek, cihad ahkâmından konuşsak bize karşı büyük liderinizin size öğrettiği gibi “Biz kadı değiliz… Davetçiyiz” demiyorsunuz. Sizler Allah (sb)’nın akıtılmasını meşru gördüğü kanı koruyor buna karşılık Allah (sb)’nın haram kıldığı masum kanları heder ediyorsunuz. Vallahi Müslümanları katleden, ancak putperestlere sesini dahi çıkarmayan Haricilere insanlar arasında bütünüyle benzeyen sizlersiniz.
Estal parlamentoda görev alma konusunda şöyle diyor: “Bazı yeni yetme gençler parlamentaya girmeyi sırf «Yasama Meclisi» şeklindeki isminden dolayı kabul etmemektedirler. Bununla beraber onlar «Sizin anayasanızda İslam şeriatinin mertebesi en nihayetinde teşri kaynaklarından herhangi bir kaynaktır. Bu ise en büyük şirktir. Zira teşri yetkisi bütünüyle sadece Allah’a aittir» diye iddia ediyorlar.”
Derim ki: Sizin bu konuyu bilmeniz ve buna rağmen parlamentoya girmeniz Allah’ın sizin aleyhinizde en açık delilidir. Sizler bu şirki bir ilim üzere, konuya dair delilleri tüm detayları ile bildiğiniz halde işlemektesiniz.
Estal sözlerine şöyle devam ediyor: “Parlamentonun iki görevi vardır. Bunlar denetim ve yasamadır. Denetim; parlamentonun yürütme ve yargı mekanizmalarını gözetler. Bu parlamentonun zaruri bir görevidir ve bu noktada bir tartışmaya gerek dahi yoktur.”
Burada bizler Estal’e ve parlamentoya girmek için çabalayan diğerlerine şunu soruyoruz: Parlamentoya girmek için devamlı surette dilinize doladığınız bu gözetleme işi acaba hangi metotlarla cereyan etmektedir. Bize önce bunu bir açıklasanız… Sizin denetim dediğiniz şey sınırları beşeri kanunlar tarafından tayin edilmiş muhakemelere temyiz yetkisi vermek değil midir? Biliyoruz ki hükümet gözetleme, denetim, red, kabul ve buna benzer tüm icraatlarını Allah’ın indirdiği hükümlerin gayrısı ile yürütmektedir. Bu ise apaçık bir şirk, ayan beyan küfürdür. Böylesi bir yolu ancak müşrikler kullanır. Muvahhidlere gelince… Onlar davet, ıslahat, red ya da kabul türünden bütün işlerinde ancak tertemiz şeriati vesile edinirler.
Estal der ki: “Kanunlara gelince bunların birçoğu zaten mevcuttu. Sadece bir takım düzenlemelere gidilmesi gerekiyordu. İşin aslı bu kanunların düzenlenmesinde elbette başka meydanlarda (farklı metotlarda) vardır. Ancak biz öncelikle tüm kanunların çıkarıldığı ana merkez olan bakanlar kurulu üzerinde egemen olma ve bununla birlikte de parlamentoda İslam Şeriatinde ve İslam fıkhında uzman alimlerin sayısını artırma mücadelesi verdik.”
Bu anlattığınız şeylerin tamamı işin aslı sizin aleyhinize delildir. Şu an gerek yürürlükte olan, gerek sizin tarafınızdan çıkarılan ve kendisiyle övündüğünüz, gerekse de onarım ve düzenlemeye ihtiyaç hissettiğiniz kanunların tamamının beşer ürünü oldukları herkesçe malumdur. Ve bu düzenleme, onarım işi de demokratik metotlarda yani halk tarafından seçilen vekillerin beşeri kanunlara muvafakaatı çerçevesince yürümektedir.
Ey Estal! Sen şimdi hangi şüpheyi reddettin ki? Hangi delili getirdin? Sen bu ve benzeri delillerle batılınıza batıl katmaktan başka bir şey yapmadın.
Estal’in bundan sonraki sözleri şeriati işlevsiz bırakma, Allah’ın indirdiği hükümlerin gayrısıyla hükmetme suçlarını gizleme adına lafı evirip çevirmek, kıvırmak ve bahaneler üretmekten başka bir şey içermiyor. Ancak o bu sözleri ile ancak gerçekleri görmekten yoksun körleri kandırabilir ya da başını kuma gömen devekuşlarını inandırabilir.
(Ey Estal!) Peki hiç kimsenin şu soruları size sorma hakkı yok mudur? Allah’ın ahkamı, kanlar, mallar ve ırzlara dair şer’i hadler sizin kanunlarınızın neresinde acaba? Sizin kanunuza göre zina eden ya da hırsızlık yapan, içki içen, iffetli kadınlara iftira atan kimsenin cezası nedir? Tüm bu şer’i hadler sizin kanunlarınızın neresine düşüyor?
Onun bu sorulara vereceği cevap yukarıda söylediği pis sözlerden başka bir şey olmayacaktır. Nitekim daha önce Filistin parlamentosunun Hamas milletveli Hamid Beytavi’nin şu sözlerini zikretmiştik:
“Kimileri bizim hükümette oluşumuzdan dolayı, irticayı getireceğimizden, kadınları örtünmeye zorlayacağımızdan, kişisel özgürlükleri kısıtlayacağımızdan yana –ki kadın hakları da buna dahildir- endişe duymaktadır. Ancak bu endişelerin hiç birisi haklı değildir. Zira Hamas hareketi yeni bir oluşum değildir ki… Aynı zamanda biz yaygaracı bir cemaatte değiliz. Hamas kökleri “İhvanu Müslimiyn” cemaatine dayanan bir harekettir. Biz onun uzantısıyız. Biz asla İslam şeriatini uygulamayacağız. Buna mukabil bizler mümkün mertebe gücümüz nispetince İslami ilkelere uymaya, güzel öğütle ve hikmetle İslamî şiarlara bağlı kalmaya davet edeceğiz. Hamas’ın hiçbir zaman İslam devleti kurmak ve İslam şeriatini tatbik etmek gibi bir düşüncesi olmamıştır.”
O halde sizlerin din olarak tercih ettiğiniz demokrasiden başka bir şey değildir.
8- Estal Cihad’ın durdurulması ve buu konuda ağır davranılmasına dair kendilerine yöneltilen suçlamalara şöyle demektedir:
“Burada şu sorunun cevaplandırılması gerekir: Acaba zaman zaman Hamas’ın biraz dinlenmeye ya da ateşkes olarak isimlendirilen şeye ihtiyacı yok mudur?”
Bu doğrudur(!) Sizin buna ihtiyacınız var. Muvahhid kardeşlerimizi öldürmek, onları sürgün etmek, mücahidleri hapsetmek için böylesi bir dinlenmeye ve ateşkese son derece ihtiyacınız var…
9- İran’dan ya da diğer devletlerden alınan yardımlar hususunda Estal şöyle der:
“Ayıp olan diğer devletlerden gelen yardımları kabul etmek midir yoksa onların bu yardımları karşılığında koştukları şartlara boyun eğmek midir?”
Derim ki: Herkes tarafından bilinen bir gerçektir ki günümüzde hiçbir devlet şartsız ve koşulsuz sadece Allah’ın rızasını gözetme adına zekat ya da sadaka cinsinden yardımlarda bulunmaz. Ve özellikle tüm dünyayı saran şu iktisadi kriz ortamında böylesi bir şey mümkün değildir.
Bugün getirdikleri şartlara boyun eğmeksizin karşılıksız yardım diye bir şey hiçbir devletin lugatinde bile yoktur. Estal’in bu sözleri oldukça saçma sapan sözlerdir. Belki bu sözlere cahil avamdan kananlar olabilir. Ancak zerre kadar akıl sahibi olan kimselerin bu sözlere kanması mümkün değildir.
Her ne olursa olsun herkesin bildiği bir gerçektir vardır ki; Hamas Hükümeti İran’dan aldığı yardımlarla Halid Meşali’nde dediği gibi Humeyni’nin ruhani evladı olmuştur. Bu mümkündür. Zira Halid Meşal’de bilir ki Humeyni Mut’a nikahını helal saymaktadır(!)
Halid Meşal’in devamlı surette övünüp durduğu bu ruhani evlatlığın boyutları nedir ah bir bilsek… İşin aslı bu mücahitlere düşmanlık karşılığında rafizilerle kurulan bir dostluktan başka bir şey değildir.
Daha sonra Estal denen adam Çeçen halkına karşı düşmanlık gösteren Ruslarla dostluk kurmalarına dair kendilerine yöneltilen eleştirileri “Müslüman Halkların Bazı Meselelerine Tarafsız Bakış” başlığı altında örtbas etmeye çalışıyor, Çeçenistan meselesinin Rusya’nın kendi iç meselesi olduğunu söylüyor. Nitekim Halid Meşal bir konuşmasında Çeçenistan meselesi hakkında şöyle demişti:
“Çeçenistan meselesi Rusya’nın iç meselesidir. Biz diğer devletlerin iç meselelerine müdahil olmayız.”
(Görüyorsunuz) Nasıl da yalan söylüyor. Öncelikle Çeçenistan meselesinin kendilerinin iç meselesi olduğunu söylemek tarafsız bir bakış mıdır? Bilakis sen bu sözünle bütün açıklığı ile Ruslar’a meylettiğini ortaya koyuyorsun. Senin bu sözlerin “Kominist Ruslar Çeçen halkı ile ilişkilerini en uygun gördük çözüm yolları ile tedavi etme hakkına sahiptirler. Bu onların kendi iç meseleleridir. Diledikleri gibi bir çözüm metodunu tercih etmeleri onların kendi hakkıdır” demektir. Her akıl sahibi senin sözlerinden bundan başka bir şey anlamaz.
Buna karşılık Hamas’ın başıboş adamları yiğit Çeçen kardeşlerimizin sözlerini bir düşünsünler… Kafkas Emirliğinin lideri Dokko Omarow şöyle demektedir:
“Kardeşlerimiz Afganistan’da, Irak’ta, Somali’de, Filistin’de savaşmaktadır. Nerede olursa olsun Müslümanlara karşı savaşan herkes bizim ortak düşmanımızdır. Bizim düşmanımız sadece Rusya değildir. Bilakis İslam ve Müslümanlarla harbe girişen gerek Amerika, gerek İsrail gerekse diğer tüm devletler bizim ortak düşmanımızdır.”
Hay ağzına sağlık. Ağzın dert görmesin ne de güzel söyledin. Hamas’ın başıboşlarına gelince… Onların çenesi çekilsin…
Rahman’ın dostları ile şeytanın dostları arasında ne denli açık bir fark olduğunu görüyorsun değil mi?
Allah’a yemin olsun ki balık kavağa çıkana dek Rahman’ın dostları ile şeytanın dostları ne birbirine karışır ne de birbirine benzer…
Diğer taraftan Estal denen adam şu sözleri sarfetmekten de haya etmemektedir:
“Bu gençler «Hamas hükümeti Çeçenistandaki kardeşlerimizi korumaya dahi cüret edemiyor ve yıllardır kardeşlerimizin kanının emmekten usanmayan Rus hükümeti ile siyasi bağlantı içerisindedirler» diyerek Hamas hükümetinden nefret ediyorlar.”
Hayır! Biz sizi Çeçenistandaki kardeşlerimizi korumaya cüret etmediniz diye kınamadık. Bilakis bizler asıl (onları korumanızdan da geçtik) kardeşlerimizi yardımsız bırakmaya cesaret edişinizden, onların düşmanı olan Moskova hükümetinin yaptıklarını açıkça örtbas etmeye çalışmanızdan nefret ediyoruz.
Tüm bunlarla beraber Estal, hükümetinin şu beşpara etmez konumunu hayâsızca, utanmadan nasılda örtbas etmeye çalışıyor:
“(Çeçenistan meselesinde) Hükümetimizin böylesi bir tutum sergilemesinde kötü görülecek hiçbir yön yoktur. Çünkü Rasulullah (s) kendilerine işkence edilen arkadaşlarının yanından geçiyor ancak «Sabır Ey Yasir ailesi! Sabır… Size vaad olunan ancak cennettir» diyordu.”
Şu hem sapkın hem de milleti saptıran müftünün Rasulullah’ın kelamını nasıl çarpıttığına bir bak. Hamas hareketi ve hükümetini savunma adına Rasulullah’ın kelamını sanki kendilerini destekleyecek bir delilmiş gibi Müslümanları yardımsız bırakma, onları bütünüyle terk etme anlamına getirerek nasıl da tahrif ediyor. Sanki Allah Rasulü –haşa ve kella- bu sözleri ile Müslümanlardan uzak durmayı, onların sorunlarına karşı tarafsız olmayı kastediyordu. Bilakis Rasulullah (s) “Sabır Ey Yasir ailesi! Sabır… Size vaad olunan ancak cennettir” diyerek Müslümanları sabır ve sebata teşvik ediyor, onları bununla müjdeliyordu.
Rasulullah (s) hiçbir zaman sizin (Çeçenistan meselesinde dediğiniz gibi) “Kureyşin Müslümanlara işkence etmesi, onları öldürmesi kendi iç meselesedir. Bizi ilgilendiren bir mesele değildir” demedi.
Hayvanlar gibi ve hatta konum olarak onlardan daha da aşağıda olan kimseler yerin dibine girsin… Yazıkları olsun şu Estal denen adamın saçma sapan sözlerine kanıp aldananlara… Bildiğim kadarıyla Hamas içerisinde kültürlü, mühendis, İslam hukukunda uzman kimseler var. Şu boş, saçma sapan sözler söylenirken akılları nerede? Neden susuyorlar? Şu ahmakça söylenmiş sözlere ikna mı oldular?. Yoksa dalkavukluk adına susmayı mı tercih ediyorlar?
10- Estal “Münkerin Elle Değiştirilmesi” konusunda şöyle demektedir:
“Münkeri el ile değiştirmenin şartlarından bir tanesi değiştirilmesi umulan münkerden daha büyük ya da ona eşit bir münkerin ortaya çıkmamasına sebep olmamaktır.”
Bu söz doğrudur ancak kendisi ile batıl bir netice hedeflenmiştir. Bu kaide yeryüzündeki en büyük münkerin Allah’a şirk koşmak olduğu gerçeği ile sınırlandırılıp tefsir edilmediği için İhvanu Müslimîn cemaatinin cebinden böylesi fasid sözlerle her zaman karşılaşmaktayız. Nitekim daha önce de dediğimiz gibi aslın bozulması kaçınılmaz olarak fer’inde bozulmasını beraberinde getirecektir.
Estal daha sonra olayları örtbas etme adına uydurduğu yalanlarına şöyle devam ediyor ki- işin aslı onun bu söylediklerini daha geçen hafta Refah şehrinde yaşananlar tamamen yalanlamaktadır-:
“Hamas hükümeti değişim sürecinin tedrici bir metotla, barışçıl bir çerçeve içerisinde imkan verdiği ölçüde kan akıtmaksızın gerçekleşmesini istiyor.”
Allah aşkına ey muvahhid kardeşim bir düşün… Allah’ın hükümleri ile hükmetmek kan dökülerek olmasın(!) Ancak kendi kanunlarını korumak, Allah’ın hükümleri ile hükmetmeyi engellemek için geçen hafta yaptıkları gibi en temiz kanlar hiçbir sakınca görülmeksizin heder edilsin. Öyle ki Ebu Nur el-Makdisî (rh) liderliğinde bir gurup kardeşimiz onlara “Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmedin sizin sadık hizmetçileriniz olalım” dedikleri halde onların temiz kanlarını döktüler. Ebu Nur el-Makdisî onlara “Siz Allah’ın şeriatini hakim kıldığınız zaman sizinle bizim aramızda bir kan dökülmesi kesinlikle söz konusu bile olamaz” demek istiyordu. Ancak Hamas onun ve kardeşlerinin tertemiz kanını dökmekten başka bir şey yapmadı. Bunu da kendi alçak beşeri kanunlarını korumak, Allah’ın şeriatini ise işlevsiz bırakmak için yaptılar. Bu akılların yozlaşması, kalplerin ters düz olmasıdır. Allah bu kalpleri mühürlemiştir. Öyle ki artık ne marufu maruf olarak biliyorlar, ne de münkeri münker olarak…
Estal akabinde sözlerine şöyle devam ediyor:
“Hüç şüphesiz ki Allahu Tealâ kitabı ile yola gelmeyenleri otorite/yönetim gücü ile yola getirir. Fakat bunu yapacak otoritenin yeryüzünde mutlak bir güce sahip olması gerekir. Ancak bizim Gazze Şeridin’de abluka altına alınmış idaremiz param parçadır. Bırakın gökyüzüne hakim olmayı (yani hava sahalarını elimizde tutmayı) sulara, köprülere dahi bir hakimiyetimiz yok ki…”
Subhanellah… Allah’ın hakkı ve Müslümanların hakkı için sizden İslam şeriatini tatbik etmeniz istendiğinde bütün iktidarınız, otoriteniz anında yok oluyor. Buna karşılık mücahidler tarafından Yahudilerle yaptığınız ateşkes anlaşması bozulduğu, iktidarınıza muhalefet edildiği, kanunlarınıza itaat edilmediği zaman mescidler bombalanıyor, kanlar akıtılıyor, silahlı güçünüz birden bire ortaya çıkıyor, otoriteniz büyüyor, iktidarınız kendini gösteriyor!
Ey kavmim biraz edepli davranın…
İnsanların akılları ile dalga geçmeniz size (ayıp olarak) yeter…
Hile, yalan, dolan ve düzenbazcılık size (ayıp olarak) yeter…
İçinizde akıl sahipleri, anlayış sahipleri, dirayet sahipleri nerede…
Nerede diploma sahipleri, unvan sahipleri içinizde…
İçinizde Estal’in bu saçma sapan sözlerine cevap verecek aklı başında birisi yokmu hiç? Bu yalancı, iftiracı adam bir de sizin müftünüz? Koskoca müftü yalan söylemekten, iftira atmaktan, hakkı örtbas etmeye çalışmaktan geri durmuyorsa ya diğer insanlar ne yapar?
Kassam tugaylarına sesleniyorum… Hamas’ın tüm fertlerine sesleniyorum… Şu adamın bu tür batıl, saçma sapan sözleri dillendirmesinden hiç utanıp sıkılmıyor musunuz? Nasıl oluyor da sizler böylesi adamları kendiniz için yetki sahibi olarak kabul ediyorsunuz?
11- Müftü efendi “Yeryüzünde Bozgunculuk Çıkaranlar” başlığı altında şöyle diyor:
“Hamas hükümeti gücünün neredeyse tamamını yeryüzündeki mücrimlerin en büyüklerine ve işbirlikçi hıyanet önderlerine karşı harcamaktadır.”
Derim ki: Bizim kardeşlerimiz hükümetinize el-ayak olmaması için zindanlara atılırken, kurşuna dizilirken, sürgüne gönderirken, kendilerine suikast düzenlenirken diğer taraftan Gazze’de gerek lider konumunda gerekse guruplar halinde laik, inkarcı, sapkın sol parti taraftarı kim varsa sizin yanınızda güven içindedirler. Sizden yana hiçbir endişeleri yoktur. Sizden onlara bir kötülük dokunması söz konusu bile değildir. Yoksa sizin yanınızda mücrimlerin en büyükleri bizim mücahid kardeşlerimiz mi? Sizin lugatinizde işbirlikçi hıyanet önderleri muvahhid kardeşlerimiz mi? Yerin dibine girin…
12- Estal “İslam Şeriatinin Uygulanması” konusunda şöyle diyor:
“Bu gençler ne zaman içinde açık saçık insanların bulunduğu bir düğün ya da İslami tesettüre uygun olmayan bir tarzda giyinmiş açık bir kadın görseler rahatsız olurlar da aynı zamanda uçuşan başları, kesilen kolları, kırbaçlanan sırtları görmekten rahatsızlık duymazlar. Kendilerince işlevsiz bırakılmış şer’i ahkama karşı ağlar gibi görünürler.”
Hayır şer’i ahkam bizim nazarımızda değil bilakis tüm dünyanın ve hatta sizin liderlerinizin nazarında işlevsiz bırakılmıştır. Nitekim buna dair bizzat kendi liderlerinizin sözlerini daha önce aktarmıştım. O halde bu lafı evirip çevirmenin anlamı nedir? Neden bu büyüklenme?…
Daha sonra şöyle diyor:
“Şeriat sadece hadleri uygulamak değildir ki. Bilakis şeriat dinin tamamıdır. Şer’i siyaset dini ayakta tutmak içindir. Ve hakeza dünya siyaseti de tamamen bununla ilgilidir. Bizim hükümetimizin başbakanı, parlamento üyeleri, meclis başkanlarından birçoğu halkla beraber camiye giriyorlar, Cuma namazı kılıyorlar, onlara imam oluyorlar. Onlara vaaz ediyor, fetva veriyorlar. Kültür ve Enfarmasyon Bakanlığı, Eğitim Bakanlığı aracılığı ile davet ve irşad faaliyetinde bulunuyorlar. Biz ancak Allah’ın lütfu ile insanları korkudan selamete ulaştırabildik. Bununla da yetinmedik bilakis açları doyurduk.”
Derim ki: Haklısın… Abbas’da bunları yapıyordu. Ve Afganistan’da Karzai’de aynısını yapıyor… İstisnasız tüm arap tağutları sizin bu yaptıklarınızı yapıyor. Bugün yeryüzünde insanların önünde namaz kılmayan, mescidler imar etmeyen, halkını doyurmayan, onları korkudan emin kılmayan bir tane tağut ismi versene bana. Tabi ki şayet o halk bu tağutlara karşı çıkmıyor, kanunlarına muhalefet etmiyorsa bu böyledir. Şayet bunun aksi olurda birileri bu tağutlara baş kaldırırsa yeryüzünün en şerefli insanları dahi olsalar hemen öldürülürler. Tıpkı sizin yaptığınız ve yapmaya da devam edeceğiniz gibi…
Allah’ın şeriatini işlevsiz bırakan hükümetini güzel gösterme adına şu adamın (Estal’in) diline dolayıp durduğu namaz kılma, vaaz ve fetva verme, açları doyurma meselesine gelince… Bütün Müslümanlarca malumdur ki, Allah’ı tevhid etmeksizin ve ona şirk koşarak tüm bu amellerin kabul edilmesi söz konusu değildir. Ancak sizler teşri noktasında demokrasiyi din ve menhec edinerek ve beşeri kanunlarla hükmederek tevhidi bozdunuz ve Allah’a şirk koştunuz.
“Andolsun, sana ve senden önceki peygamberlere şöyle vahyedildi: Eğer Allah’a ortak koşarsan elbette amelin boşa çıkar ve elbette ziyana uğrayanlardan olursun.” (39 Zümer/65)
“Kim Allah’a ortak koşarsa, artık, Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.” (5 Maide/72)
Daha sonra Estal –görünen o ki yazarken aklı başında değildi ve ne dediğini de bilmiyordu- şöyle devam ediyor:
“Sizler acaba Hamas hükümetinin 1400 dönüm üzerine turunçgil ve meyveler diktiğini, bununla düşmanlardan meyve ithal etmemize artık bir ihtiyacımızın kalmadığını bilior musunuz? Nitekim bu sene kavun karpuz mevsiminde de buna benzer şeyler yapmıştık.”
Derim ki: Ey Estal! Ey ahmak herif! Seninle aramızdaki sorunun ve düşmanlığını sebebi kavun karpuz üzerine midir? Kavun, karpuz, domates ve hıyarın, Allah’ın şeriatini iptal ederek tağutların hükümlerini icra edenlere ne faydası vardır?
Bizim kerim peygamberimiz günler, haftalar ve hatta aylarca açlığa sabretmemizi bize öğretmiştir. Zaman zaman aylar geçerdi de evinde ocak yanmazdı. Yiyeceği sadece su ve hurmadan ibaretti. Ancak rasulümüz bize hiçbir şekilde şirki kabullenmemizi, ona sessiz kalmamızı, Allah’ın hükmünü işlevsiz bırakmamızı öğretmemiştir. Allah’ın haram kıldığı şeylerden bir tanesi ihlal edildiği zaman Rasulullah (s) oldukça kızardı. Bırakın sizin yapmış olduğunuz gibi Allah’ın şeriatini işlevsiz bırakmayı, Allah’ın hadlerinden sadece bir haddin uygulanmaması için birileri aracılık yapmaya kalkışsa oldukça öfkelenirdi. O bize şöyle buyurmuştur:
“Hediye hediye üzere kaldığı sürece onu alın. Ancak size (alacağınız varken) rüşvet olarak verilirse onu almayın. Dikkat edin ki İslam’ın değirmeni bir daire gibidir. Kitap sizi nasıl yönlendiriyorsa sizde onunla beraber dönün. Dikkat edin yakın bir zamanda kitap ile otorite birbirinden ayrılacaktır. Siz kitabı hiçbir şekilde terk etmeyin. Dikkat edin sizin başınıza bir takım yöneticiler gelecek sizin için uygun görmedikleri hükümleri kendi nefisleri için uygun görecekler. Eğer onlara isyan ederseniz sizi öldürürler, onlara itaat ederseniz sizi saptırırlar.”
Rasulullah (s)’e “Ya Rasulullah! Ne yapabiliriz?” diye sorulunca o şöyle cevap verdi:
“Meryem oğlu İsa’nın Havarilerinin yaptığı gibi yapın. Onlar ki testerelerle kesildiler, idam sehpalarına götürüldüler. Allah’a itaat uğruna olacak bir ölüm Allah’a isyan üzere devam edecek bir yaşamdan daha hayırlıdır.”
Estal bilgiçlik taslayarak şöyle diyor:
“Bu meselede problemin aslı, hadleri uygulamanın şartlarının insanların ihtiyaçlarını karşılamak olduğunu bilmeyen bu gençlerdedir. Şöyle ki; İslam helal olan şeylere kolayca ulaşabilmeyi hedefler. İslam tesettürlü bir hayatın özlemini duyar yoksa hadleri uygulamanın özlemini duymaz. İslam nizamının temel gayesi hastalığa ilaç vermekten ziyade hastalıktan korunmayı sağlamaktır. Bilindiği üzere hadler şüphe olduğu zaman düşürülür ve hadleri düşüren pekçok sebep vardır.”
Derim ki: Sizin en büyük probleminiz yaptığınız şeylerin iyi ve güzel olduğunu zannetmenizdir. Sizler gerek bilgi ve ilim açısından gerekse de vakıaya dair fıkhı bilme açısından kendinizin eşsiz insanlar olduğunuzu düşünüyorsunuz. Ancak konuşmalarınız, tercihleriniz ve bozuk temelleriniz gösteriyor ki, bu noktada siz insanlar arasında en cahil kimselersiniz. Ve hatta sizin cehaletiniz “cehli mürekkeb” şeklindedir.
Bize gelince… Allah’a hamd olsun ki hadler noktasında senin anlatmaya çalıştıklarını biliyoruz. Ancak bizim bu konudaki bilgimiz hak üzeredir. Bizler sizin yaptığınız gibi Allah’ın hududlarını işlevsiz bırakma, Allah’ın hükmünü iptal etme suçunu temize çıkarma adına bu temel kaideleri dilimize dolamıyoruz. Biliyoruz ki zaruretler ve istisnalar miktarınca takdir olunur. Nitekim bu tüm muhakkik alimler katınca bilinen bir şeydir. Allah’ın şeriati ile hükmetmeye, onun hadlerini icra etmeye gelince… İşte bu temel asıldır. Bu aslın icra edilmesiyle sadece kavun ve karpuzda değil, İslam şeriatinin hedeflediği zarurî, haci ve tahsini bütün maslahatlar sağlanmış olur.
“Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni (Kur’an’ı) gereğince uygulasalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından (bol bol rızık) yiyeceklerdi.” (5 Maide/66)
“Eğer, o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler(in kapılarını) açardık.” (7 Araf/96)
Ancak sizin beşeri kanunlarınız gelince… İşte bütün bereketleri yok eden bu alçak beşeri kanunlarınızdır. Eğer siz bu kanunları uygulamakta ve Allah’ın şeriatini işlevsiz bırakmakta ısrarlı davranmaya devam ederseniz neyiniz varsa yok olup gidecektir. O zaman size ne İran rafizilerinden aldığınız destek ne de kendisiyle öğünüp durduğunuz kavun, karpuzlarınız bir fayda vermeyecektir.
Bilinmelidir ki, bütün bereketlerin yok olması, fakirliğin yaygınlaşması, iktisadi krizler ve tüm afetler ancak Allah’ın indirdiği hükümlerin gayrısıyla hükmetmek ve Allah’a isyan etmenin sonucudur. Nitekim İbn-i Abbas (rhuma)’nın rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (s) şöyle buyurur:
“Beş şeye karşılık beş şey vardır: Bir toplum eğer sözünde durmazsa mutlaka Allah onlata düşmanlarını musallat eder. Bir toplum eğer Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla hükmedecek olursa mutlaka aralarında fakirlik yaygınlaşır. Şayet içlerinde hayasızlık çıkarsa mutlaka aralarında taun (öldürücü ve bulaşıcı hastalıklar) baş gösterir. Şayet ölçüyü eksik yapacak olurlarsa mutlaka yerin mahsullerinden mahrum kalırlar ve kıtlık baş gösterir. Zekatı vermeyecek olurlarsa Allah onları yağmurdan mahrum bırakır.”
Estal’in hadlerin uygulanması noktasında “Hadleri düşüren birçok sebep vardır” sözüne gelince… Bu bir abartıdır ve Estal bununla ancak Hamas’ın cahil ve ayak takımını kandırabilir. Bizim bildiğimiz ise yeryüzünde asıl olanın Allah’ın şeriati ile hükmetmek, O’nun hükümlerini ikame etmek olduğudur. Estal’in iddia ettiği gibi hadleri düşüren birçok sebep filan da yoktur. Bunlar sadece birkaç tanedir ve yerine göre, miktarınca uygulanır. Ancak şu bilinmesi gerekir ki Hamas’ın içinde bulunduğu durum gereği kesinlikle Allah’ın şeriatini işlevsiz bırakması, alçak beşeri kanunlarla hükmetmesi hadlerin düşürülmesine asla bir sebep teşkil etmez.
13- Ve son olarak Estal şöyle diyor: “Cüz’i meselelerin ardından koşar, bunları reddetme adına deyatlara girmeye kalkışırsak iş uzar gider. Ancak o gençlerin asıl sorunları adaletsiz davranmalarıdır.”
Derim ki: Ey Estal! Sizin en büyük sorununuz kalplerinizin körelmesidir. Bundan dolayıdır ki ne marufu maruf olarak biliyor ne de münkeri münker olarak tanıyorsunuz. Öyle ki, adaleti batıldan, zulümden ve hatta küfürden bile ayırt edemez olmuşunuz. Tevhidden cahil kaldığınız, onu temel bir kriter olarak kullanmadığınız için bütün kıstaslarınız, ölçüleriniz bozulmuş. Bundan dolayı batıl sizin yanınızda adalet, münker ise maruf olmuştur. Rasullerin tevhidini ırkçıların tevhidi (vatan/millet birliği) olarak değiştirmişiniz. Demokrasi şirki sizin katınızda makbul görülmüş. Beşeri kanunlarla hükmetmek, kanunlarınızın bekası ve güçlendirilmesi uğruna buna karşı çıkan herkesin öldürülmesi size göre gayet meşru bir ameldir. Bu öldürülenler muvahhidlerin en hayırlıları dahi olsalar…
“Gerçek şu ki gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir.” (22 Hacc/46)
Estal diyor ki: “Bu gençler sadece bardağın boş tarafına bakıyorlar. Farzedelim onların dedikleri doğru… O halde yapılması gereken Hamas hükümetinin icraatlarını bir kefeye onların sözlerini ise diğer kefeye koymaktır. Bu yapıldığı zaman görülecektir ki Hamas hükümetinin icraatları ağır basacaktır. O halde onlara Hamas hükümetine destek vermeleri, yardım etmeleri, hükümetin arkasında durmaları gerekmektedir.”
Derim ki: Eğer o bardakta içtiğin anda seni öldürecek zehir varsa, “Ne doyuracak ne de açlığı giderecek” (88 Ğaşiye/7) bir tarafı yoksa neye yarar? Benim burada zehirden kastım sizin beşeri kanunlarla hükmetmeniz, demokrasiyi din edinmeniz şeklinde karşımıza çıkan apaçık şirkinizdir. Ve bu, bölgedeki diğer tağutların şirkinin ta kendisidir.
Estal’in “Farzedelim onların dedikleri doğru…” derken nasıl da kibirlendiğine bir bakın… Kendi hükümetinin batılını görmekten Allah onun basiretini köreltmiş ve kendisine sunulan hak sözlere karşı insafla yaklaşmaktan onu alıkoymuştur. Durumu bu olan bir müftüden ne hayır beklenir ki…
Onun “Hamas hükümetinin icraatları ağır basacaktır. O halde onlara Hamas hükümetine destek vermeleri, yardım etmeleri, hükümetin arkasında durmaları gerekmektedir” sözüne gelince; bizim ölçümüz oldukça hassas olan tevhid ölçüsüdür. Hatadan korunmuş “Ne önünden ne de ardından batılın yaklaşamayacağı” (41 Fussilet/42) bir ölçüdür. Tartıların ağır basması ancak tevhid iledir. Tevhid olmaksızın yapılan her şey ise ancak seraptan, saçılmış toz zerrelerdinden başka bir şey değildir. Allah (sb) tevhidsiz yapılan ameller hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Küfre sapanlar ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona yetişip geldiğinde, onu bir şey olarak bulmayıverir ve kendi yanında Allah’ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir.” (24 Nur/39)
“Onların yapmakta oldukları her işin önüne geçtik, böylece onu savurulmuş toz zerreleri kılıverdik.” (25 Furkan/23)
Meşhur bitake hadisi bizim bu ölçümüzün sıhhatinin, dünya ve ahirette doğruluğunun en büyük delilidir. Bundan dolayı sizin ölçünüz tevhid üzere olmadığı sürece “O halde onlara Hamas hükümetine destek vermeleri, yardım etmeleri, hükümetin arkasında durmaları gerekmektedir” sözüne kimse ittifat etmeyecektir. Me tevhid ehli muvahhidler ne de tevhidin yardımcıları hiçbir şekilde senin bu sözlerine kulak asmayacaktır.
Bu gençler nasıl olur da tevhidle savaşan, şirki kaim kılan bir hükümete destek verirler. Biz daha önce sana maslahatların en büyüğünün tevhid olduğunu bildirmiştik. Siz tüm asılların aslını iptal, en yüce maslahatları ilga, İslam’ın temel rükunlarını iptal etmişken nasıl olurda hükümetinizin terazisi ağır basar… Nasıl yaptıklarınızın faydası zararından daha çok olur…
Bu satırlar Hamas müftüsü Estal’e red sadetinde alel acele yazdığım şeylerdir. Estal’in sözlerini düşünen herkes onun ne denli büyük bir batıla saplandığını görmekte zorlanmaz. Ancak ben bu satırları başta da belirttiğim üzere Gazze’deki kardeşlerimize destek vermek amacı ile onların ısrarlı taleplerine icabet etmek için yazdım. İşin aslı demokrasinin ne denli batıl bir sistem olduğuna, beşeri kanunlarla hükmetmenin küfrüne, bu kanunları savunan kimselerin şüphelerine dair yazdığımız birçok kitap vardır. Bu eserlerimizde bu batıl şüphelerin çığırtkanlığını yapan kimselere uzun uzadıya ve okuyucuyu sıkmayacak bir şekilde cevaplar verilmiştir. Bu konuda daha geniş bilgi isteyenler kitaplarımıza müracaat edebilirler. Bunların şüphelerinin hepsi uzun zaman önce bizim kökünden kazıdığımız şüphelerdir. Ancak ne yazık ki bir çok cemaat hala bu şüphelerin prangasından kendisini kurtaramamıştır.
Onların içinde bulundukları bu şüphelerden bizleri selametle kurtaran, bizi tevhid ve hakka hidayet eden Allah’a hamd olsun. Allah (sb)’dan bizi bu hak üzerinde sebat ile nimetlendirmesini, hayatımızı onun yolunda şehadet ile sonlandırmasını dileriz. O bizim dostumuzdur. O ne güzel bir dost ne güzel bir yardımcıdır.
Şeyh Ebu Muhammed El MakdisiŞeyh Ebu Muhammed El Makdisinin Hamasa Reddiyesi
Hamd, ezelden ebede dek yalnızca Allah’a özgüdür. O’nu över ve O’ndan Peygamber efendimizi, O’nun ehli beytini ve sahabilerini rahmetiyle kuşatmasını dileriz. Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Allah’tan sakınılması gerektiği gibi sakının. Sizler, kesinlikle Müslüman olarak ölün.” (3/Ali İmran 102)
“Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar vücuda getirip (dünyanın dört bir tarafına) yayan Rabbinizden (emir ve nehiylerine riayetsizlikten) sakının. Adını anarak birbirinizden dilekler dilediğiniz Allah’tan ve sıla-i rahmi kesmekten korkun. Hiç şüphesiz ki O, sizin üzerinize Rakîb’tir. (En ince ayrıntısına kadar her halinizi daima gözetendir.)” (4 Nisa/1)
“Ey iman edenler! Allah’tan (emir ve nehiylerine riayetsizlikten) sakının ve doğru olan sözü söyleyin ki, Allah, yaptığınız amelleri kabul etsin ve günahlarınızı affetsin. Allah ve Resulüne itaat eden, elbette ki bütün büyük emel ve beklentilerini elde etmiştir.” (33 Ahzab/71)
Bütün hitap ve kitapların başında ifade edilmesi sünnet olan “hamd ve salât” fasılasını ifa ettikten sonra…
En doğru söz, Allah’ın kelamı ve en mustakim yol, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in rehberlik ettiği yoldur. Yoldan saptıran en şerli şeyler, dinde sonradan çıkartılan şeylerdir. (Din adına başlı başına bir ibadet olması amacıyla) dinde sonradan çıkartılan her şey bid’attir. Her bid’at sapkın¬lıktır. Ve hiç şüphesiz ki, her sapkınlık azaba mustehaktır.
“Bu benim dosdoğru olan yolumdur, şu halde ona uyun. Sizi O’nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur ki korkup sakınırsınız.” (5 En’am/153)
Bütün işlerin ilk adımı, aslı ve direği tağutu inkâr etmek, ondan uzaklaşmak ve sadece ama sadece Allah’ı birlemektir. Bu Allah’ı hakkıyla birleyen muvahhitler tarafından bilinen bir gerçektir. Allah (sb)’nın insanoğluna namaz, zekat ve diğer ibadetlerden daha önce öğrenmesini ve onunla amel etmesini farz kıldığı temel bir esastır bu. Allah (sb) bu temel aslın ikamesi için; insanı yaratmış, rasuller göndermiş ve kitaplar indirmiştir. Bunun için cihadı ve istişhadı meşru kılmıştır. Rahman’ın dostları ile şeytanın dostları arasında baş gösteren düşmanlığın altında yatan temel etkende tağutu inkar etme, ondan kaçınma ve Allah’ı birleme ilkesidir. Allah (sb) şöyle buyurur:
“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk (ibadet) etsinler diye yarattım.” (51, Zariyat/56)
“Andolsun ki, biz her ümmete: -Allah’a kulluk (ibadet) edin ve tağuttan kaçının- (diye tebliğ etmesi için) bir resul gönderdik.” (16, Nahl/36)
Gerek bu en sağlam asıl gerekse de onun şer’i delilleri karşımızda apaçık dururken –ki diğer taraftan da Kur’an başından sonuna kadar bu temel aslı tesis etmektedir- günümüz ruveybidalarının birçoğu ona zerre kadar önem atfetmemektedirler. Dinin en temel kulpunu, onun sağlam sutunlarını yerle bir etmeye çalışıyorlar. Temeli takva ve Allah’ın rızasını kazanmak üzere tesis edilmemiş cılız akidelerini savunmaya yelteniyorlar. İşin aslı Allah’ın dini hakkında bilmedikleri konuda konuşup, sözü oldukça çoğaltıyorlar. Bu şekilde bir anlamda dinin hükümleri ile oynaşmaya çalışıyorlar. Bunun neticesi olarak ise Allah’ın dini ve daveti hususunda kendi heva ve arzularından kaynaklanan şeyleri güzel ve münasip görerek kendilerini kanun koyucu rabler konumuna getirdiler. Böylece insanları yoldan çıkararak, hem kendileri sapan hem de insanları saptıran önderler oldular.
Nitekim sahih bir hadiste bildirildiği üzere Rasulullah (s)’in ümmeti adına en çok korktuğu şey saptırıcı alimler olmuştur. Yine bir başka hadiste ise kıyamete yakın bir dönemde küçük deccallerin çıkacağı bildirilmiştir. İbn-i Ömer’den rivayet edildiğine göre birgün Rasulullah (s) insanların içinde ayağa kalkar, yüce Allah’ı layık olduğu şekilde sena eder ve daha sonra Deccal’i söz konusu ederek şöyle der:
”Ben sizi Deccal’in fitnesinden sakındırıyorum. Zira kavmini Deccal’in fitnesinden dolayı sakındırıp korkutmayan hiçbir nebi yoktur.”
Bilindiği üzere Deccal ahir zamanda çıkacak, fitnesi ancak o zaman baş gösterecektir. Buna karşılık tüm rasuller onun fitnesinden ümmetlerini sakındırıp korkutmuşlardır.
Deccal’in kıyamete yakın bir dönemde çıkacak olmasına karşılık tüm rasullerin böylesi bir fitneden ümmetlerini sakındırmalarının altında yatan hikmet ise Şeyhu-l İslam İbn-i Teymiye (rh)’ında dediği gibi onun fitnesinin tüm zaman ve mekânlara şamil olmasındandır. Bununla beraber Deccal’in, kendi fitnesini dini esaslar üzerine dayandırması, hak suretinde görünmesi onun fitnesinin tehlikesinin bir başka boyutudur. Nitekim sahih hadislerde de geçtiği üzere onun bir yanında cennetten bir bahce diğer yanında ise ateş olacaktır. Bununla beraber alnında “Kafir ” yazmasına rağmen, onun küfrünü ancak mü’min olanlar görebilecektr. Mü’min olmayanların onu görmesi söz konusu değildir. Zira mü’min basiret sahibidir. Deccal’in din adı altında insanları kandırarak saçtığı fitneye aldanmaz. Bilir ki, Deccal’in insanları kendisiyle korkuttuğu ateşi cennet, cenneti ise ateştir. Bundan dolayı korkmadan, endişe duymaksızın, tereddüt etmeksizin Deccal’in ateşini tercih eder ve cennetinden kaçınır.
İşte günümüzde Somali’de Şeyh Şerif’den, Irak’ta Hizbi İslamî’den, Afganistan’da Rabbanî ve benzerlerinden ve aynı zamanda bugün yeryüzünün birçok beldesinde saray mollalarından, resmi hükümetlere hizmet eden alimlerden sadır olan fitne Deccal’in fitnesinin birebir karşılığıdır. Bu fitne, (sureti haktan görünmek için) üzerlerine göstermelik din elbisesi giyinerek tağutların saltanatının kökleşmesi uğruna dillerine şer’i delilleri dolayan, dinin hükümlerini tağutların küfürlerine boyun eğdiren ve böylece onların ateşini cennet gösteren, şirklerini tevhide, küfürlerini imana, sapkınlıklarını hidayete, yalanlarını doğru söze dönüştüren tüm sapkınlık önderi imamların fitnesinin bire bir karşılığıdır. Onlar fitneleriyle İslam’ın en sağlam bağlarını koparmaya, yer bir etmeye çalışmaktadırlar. Rasullerin getirmiş olduğu tevhid dinine karşılık vatandaşlık bayrağı altında yeryüzünde ne kadar zındık varsa bir araya getirmişler, onları bu dinin çatısı altında göstermeye çalışmışlardır. Bunların nazarında kafir hükümetlerin demokrasisi şuradır, tağutları ise “ulul emr” yani itaat edilmesi vacip olan liderdir. Buna mukabil tağutları düşman edinen muvahhid ve mücahidler ise asi, terörist, tekfirci, harici olarak isimlendirilivermiştir. İşte tüm bu yapılanlarla ortaya çıkan fitne Deccal’in fitnesinin bir benzeridir. Yeryüzünün neresinde olursa olsun her kim böylesi şeyler yaparsa tüm bunlar Deccal’in fitnesi için bir önsöz mesabesindedir. Ve bu kimselerin fitnesi Deccal’in fitnesi türündendir.
Hamas’a gelince… Onun bu fitneden oldukça büyük bir nasibi vardır. Zira Hamas din adı altında ortaya çıkmış, İslamî sloganlarla gençleri etrafına toplamıştır. Her kim ki kendisini cennete götürecek zannı ile onun bu aldatıcı sloganlarına kanar, ona aldanır ve tabi olursa; basiretinin azlığı sebebiyle Hamas’ın alnında, anayasasında yazılı olanları ayırt edemezse… İşte böyle kimseleri Hamas, kendi alimleri tarafından din ve cennet elbise giydirilmiş küfür kanunlarıyla, şirke bulanmış demokrasisi ile cayır cayır yanan ateşe götürür.
Kısa bir zaman önce bazı kardeşlerimiz Hamas Müftüsü Yusuf Estal’e ait bir makale gönderdiler. Benden bu risalenin içeriğine dair görüşlerimi sordular, konuya dair bir reddiye yazmamı istediler. Risaleyi okuduğum zaman içeriğinin yalan dolanla, birçok batılla, gerçekleri örtbas etmekle dolu olduğunu gördüm. Üzerinde ilmi bir şeyler yazarak çalışma yapmaya değecek bir kıymeti yoktu. Öncelikle vaktimi böylesi değersiz bir risaleye reddiye yazmakla boşa götürme hususunda tereddüt ettim. Özellikle gerek ben gerekse diğer kardeşlerimiz demokrasi, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeme noktalarında birçok şüpheyi daha önce izale etmiş, onların bu apaçık şirki, ayan beyan küfrü maslahat, istihsan şeklinde isimlendirerek insanları nasıl saptırdıklarını muhtelif kitaplarımızda açıklamıştık. Ancak birçok kardeşimden bu risaleye dair bir şeyler yazmam yönünde mektuplar aldım. Özellikle Ramazan ayı öncesi vaktimin darlığına ve bununla beraber bir forumda tarafımıza yöneltilen eleştiri ve sorulara cevap vermekle meşgul iken bütün işlerimi bir kenara bıraktım ve Gazze’deki muvahhid kardeşlerimize yardımcı olmak niyetiyle Estal’in hem kendi yüzünü hem de Hamas’ın yüzünü karartan, üzerinde harcanan mürekkebe dahi yazık olan risalesine dair düşüncelerimi kaleme aldım.
Allah’tan başarı umarak derim ki:
1- Estal risalesinin ismini “Şubuhatun Merdudetun Fi Lumezatin Ma’dudetin” şeklinde isimlendirmiştir. Bu başlık işin aslı onun risalesinin içeriği hakkında bize yeterince bilgi vermektedir. Zira “Mektup isminden belli olur” denmiştir. Estal denen bu adam kardeşlerimizin asılların aslına, sadece Allah’ın hakkı olan tevhide dair sözlerini “Şüpheler-Lumezat” olarak isimlendirmiştir.
İşin aslı böylesi bir tavır gerek gerek ihvanın gerekse diğer sapkın cemaatlerin genel tutumlarıdır. Onlar asılların aslını küçümser ve hakir görürler. Buna karşılık dinin fer’i konularını önemser, bu fer’i konuları en temel esasların önüne geçirirler. Bu onların apaçık bir sapkınlıklarının, ölçülerinin bozulmasının, hükümlerinin kokuşmasının bir neticesidir. Nitekim bilindiği üzere aslın bozulması kaçınılmaz olarak fer’inde bozulmasını beraberinde getirecektir. İşte bundan dolayıdır ki onların Şer’i konularda uzmanlarının ve alimlerinin zaruret, şer’i maksadlar, maslahatın celbi, mefsedetin def’i gibi delilleri sürekli surette dillerine dolayarak fer’i meselelere önem verme adına tevhidi bozduklarını, şirke koşuştuklarını görürsün.
2- Hamas Müftüsü sözlerine şu şekilde başlamıştır:
“Taifetul Mansura hak üzere üstün olmaya devam edecek fırkadır. Ne onlara muhalefet edenler ne de onları yardımsız bırakanlar Allah’ın emri gelinceye kadar onlara hiçbir zarar vereyemeyeceklerdir.”
Şurası bilinen bir gerçektir ki, gerek “Hamas” gerekse “İhvanu Muslimiyn” hadiste belirtilen yardım edilen cemaatin (Taifetul Mansura’nın) yolundan en uzak olan cemaatlerdir.
Zira Taifetu-l Mansura’nın en önemli ayırıcı özelliği Allah’ın emirlerini ikame etmesidir. Bunların en yücesi ise Tevhiddir. Fakat Hamas hükümeti beşeri kanunlarla hükmetmekle, şirk olan demokrasiyi kendisine menhec edinmekle, alemlerin rabbinin hükümlerini işlevsiz kılmakla tevhidi bozmuştur.
Diğer taraftan kendisine muhalefet edenlerin zerre kadar etkisi altında kalmaması Taifetul Mansura’nın bir diğer özelliğidir. Bu özelliğinden dolayı onlar, Tevhidi, Allah’ın şeriatini ve dinini açık bir şekilde ortaya koyar, bunun üzerinde ısrar eder ve bundan asla geri adım atmaz. İnsanlar tarafından kendilerine yönelik bir zarar görme endişesi ve bundan dolayı da Allah’ın hükümlerini uygulamaktan vazgeçmesi Taifetul Mansura için asla düşünülemez.
Hamas’a gelince… Bu saydığımız vasıflardan insanlar arasında en uzak olanı Hamas’dır. Zira Hamas Allah (sb)’nın “Artık insanlardan değil sadece benden korkun” (4 Maide/44) buyruğuna rağmen sadece insanlardan korkmasından dolayı Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmekte yüz çevirdi.
3- Hamas Müftüsü Estal sözlerine şu ayet ile başladı:
“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur.” (24 Nur/55)
Ayetin hemen arkasından Müftü sözlerine şöyle devam ediyor:
Kendilerine böylesi bir vaadde bulunulan kimseleri Allah (sb) şu şekilde tanımlanmıştır:
“Onlar öyle kimselerdir ki, şâyet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar versek, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin âkıbeti Allah’a aittir.” (22 Hacc/41)
Öncelikle birinci ayette (Nur Suresi’nin 55. ayetinde) zikredilen, yeryüzünde kendilerine iktidar verilen kimselerin görevlerinin en büyüğü ve en önemlisi Hamas tarafından terk edilmiştir. Allah (sb)’nın kendilerine yeryüzünde hilafet bahşettiği kimselerin en önemli vasfı “Bana şirk koşmaksızın ibadet edin” (24 Nur/55) buyruğudur. Bu da Allah’a yönelik ibadetin şirkten hali olmasını gerekli kılar. Ancak Hamas’a gelince onlar kendileri için birden çok kanun koyucu rabler edinmekle, menhec olarak demokrasiye tabi olmakla Allah’a şirk koşmuşlardır.
Daha sonra Yusuf Estal Nur Suresi’nin 55. ayetinde geçen ” Bana şirk koşmaksızın ibadet edin” kısmını hemen atlayarak günümüzde mürted ve tağutların bir çoğunun yerine getirdiği namaz, zekat, sadaka ve buna benzer İslami şiarlardan bahsetmiştir. Ancak bunların hiç birinin tevhid olmaksızın kabul edilmesi mümkün değildir.
İyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek meselesine gelince… Bilindiği üzere kâinatta emredilmesi gereken mevcut iyiliklerin en büyüğü Tevhid, nehyedilmesi gereken mevcut kötülüklerinen büyüğü ise şirktir. Ancak Hamas hükümeti bütünüyle Tevhidi bozmuş, şirki yol edinmiş ve ona koşmuştur. Nitekim Hamas Müftüsü’nün risalesinde başından sonuna kadar bütün gücüyle savunmaya çalıştığı şey bu şirkin kendisidir.
4- Hamas Müftüsü kendilerine yönelik entrikaları bir bir saydıktan sonra şöyle der:
“İşte Hamas tüm bu entrikalara karşı efsanevi bir direniş göstermektedir.”
Madem Hamas kendisine yönelik tüm bu entrikalara karşı efsanevi bir direniş göstermektedir… Madem böyle bir güce sahiptir… O halde neden kendilerinden Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeleri, beşer esaslı küfür kanunlarından beri olmaları istendiğinde yeryüzünde zayıf olduklarını, iktidarı bütünüyle ele geçirmediklerini söyleyerek mazeretler öne sürmekte ve batıllarını savunmak için mücadele vermektedir. İşin aslı bu kesinlikle cevaplanması gereken bir sorudur. Ancak ne yazık ki bir cevabı da yoktur…
Estal daha sonra şöyle devam ediyor:
“Bugün bizi tehdit eden şeylerin en tehlikelisi İslam adı altında yürütülen fikir savaşıdır. İlimden zerre kadar bir pay almamış, kitaptan nasibi olmayan kimi gençler, bazı şüpheleri ele alıyor, sağda solda bunları dile getirmeye başlıyor ve yeni yetişen akıllara bu şüpheleri ekmeye çalışıyorlar. Onlar Gazze şeridini hakimiyeti altında tutan Hamas hükümetinin ve Hamas hareketinin İslam kaygısı taşımadığını, şeriati tatbik etme diye bir konuya rağbet etmediğini ve bugün imandan çok küfre yakın olduğunu düşünüyorlar.”
Derim ki: Bunların hiç birisi şüphe değildir ki. Bilakis bunların hepsi gerçektir. Bunlar asla kimi gençlerin dile getirdiği şüpheler değildir. Bilakis Hamas hükümetinin liderlerinin birçoğunun dile getirdiği sözlerdir. İşte sana onlardan bazıları…
Filistin parlamentosunun Hamas milletveli Hamid Beytavi “El-Gadil Urdunuyye” isimli gazetede 20.2.2006 yılında yaptığı bir röportajında şöyle demiştir:
“Kimileri bizim hükümette oluşumuzdan dolayı, irticayı getireceğimizden, kadınları örtünmeye zorlayacağımızdan, kişisel özgürlükleri kısıtlayacağımızdan yana –ki kadın hakları da buna dahildir- endişe duymaktadır. Ancak bu endişelerin hiç birisi haklı değildir. Zira Hamas hareketi yeni bir oluşum değildir ki… Aynı zamanda biz yaygaracı bir cemaatte değiliz. Hamas kökleri “İhvanu Müslimiyn” cemaatine dayanan bir harekettir. Biz onun uzantısıyız. Biz asla İslam şeriatini uygulamayacağız. Buna mukabil bizler mümkün mertebe gücümüz nispetince İslami ilkelere uymaya, güzel öğütle ve hikmetle İslamî şiarlara bağlı kalmaya davet edeceğiz. Hamas’ın hiçbir zaman İslam devleti kurmak ve İslam şeriatini tatbik etmek gibi bir düşüncesi olmamıştır.”
İsmail Heniyye’nin naibi Dr. Nasruddin Şair şöyle der: “Bizim çıkardığımız kanunlar herkese tatbik edilmek üzere konulmuştur. Kim bu kanunları istemiyorsa cehennemin dibine gitsin.”
Derim ki: Şuna bir bakın. Nasıl hakkı batıla çevirmekte. Hâlbuki doğru olan onların çıkardığı kanunlara itaat edenlerin cehennemin dibine gireceği değil midir?
Hamas hükümetinin meclis başkanı Aziz Duveyk 23.2.2006 yılında yaptığı bir konuşmada şöyle demiştir:
“Hamas’ın idaresi altındaki yeni hükümet hiçbir zaman Filistinlileri, günlük hayatlarında İslam şeriatinin kurallarını benimsemeye zorlamayacaktır. Yine aynı şekilde hiçbir zaman sinemaları, alkollü içeçek satan lokantaları kapatmayacaktır. Hamas hükümeti içinde hiçbir ferdin İslam şeriatini zorla tatbik etmek gibi bir niyeti yoktur. Tüm bunlar bizim proğramımızda olmayan şeylerdir ve bunları yapmaya da asla kalkışmayacağız.”
Derim ki: Peki muvahhidleri katletmek, onların mescidlerini yerle bir etmek… Zorla bunları yapmakta bir beis yoktur. Bu tüp şeyler sizin proğramınızda her daim olmuştur. Öyle değil mi?
Ahmed Yasin’e “Kominist bir parti seçimleri kazanırsa sizin tutumunuz ne olacaktır” şeklinde bir soru yöneltilir. Kendisi bu soruya şu şekilde cevap vermiştir:
“Şayet kominist parti seçimleri kazansa bile ben Filistin halkının bu tercihine saygı göstereceğim.”
Bunun arkasından bir başka soru…
“Peki seçimlerde Filistin halkının çok partili demokratik bir yönetim şeklini istediğini açığa çıkarsa o zaman sizin tutumunuz ne olacaktır.”
“Allah’a yemin olsun ki, biz bir değeri ve bir takım hakları olan bir milletiniz. Eğer halk İslam devletini istemediğini açıkça ortaya koyarsa ben yine de onların bu tercihlerine saygı duyacağım ve tercihlerini mukaddes addedeceğim.”
5- Estal demokrasiye dair çöküntüye uğramış şüphelerinden bahsederken şöyle der:
“Bu gençler demokrasinin ismini duymaktan bile nefret ediyor, tiksinti duyuyorlar. Bunun sebebi ise demokrasinin kendi özünde halkın halka hükmetmesi anlamına gelmesi, hâkimiyette Allah ile beraber başka ilahlar edinilmesidir. Elbette bu doğrudur. Zira yaratmakta emretmekte Allah’a aittir. Allah (sb) «Bununla beraber Allah ve Rasulü bir işte karar verdiği zaman mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işlerinde başka bir tercihte bulunmaları söz konusu değildir» (33 Ahzab/36) buyurmuştur.”
Derim ki: Ey Estal… Sözlerin doğru ama sen doğru bir adam değilsin.
Sen demokrasiye dair tiksinti duymamızdan dolayı bizi ve kardeşlerimizi kınıyorsun. Allah’a yemin olsun ki bizim bu övülmüş tiksintimiz, demokrasinin küfür rejimi, onu menhec edinenlerin de kafir olduğuna dair tevhid içerikli konuşmalarımızı işittiğiniz zaman sizin duyduğunuz tiksintiden daha hayırlıdır. Sırf bundan dolayı bizi tekfirci ve harici olarak isimlendirmiyor musunuz? Acaba sizin duyduğunuz tiksinti ile bizim duyduğumuz tiksintiden hangisi inkar edilmeye, zemmedilmeye, kınanmaya daha layıktır. Bu iki tiksintiden hangisinin taraftarları yol bakımından daha sapkındır. Allah (sb) şöyle buyurur:
“Allah, tek olarak anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalplerini bir tiksinti sarar. Ama Allah’tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler.” (39 Zümer/45)
Allah (sb) bu ayette tevhidden bahsedildiği, şirkten teberi etmekten konuşulduğu zaman tiksinti duyan kalpleri kınamaktadır. Bundan dolayı muvahhidleri tekfirci ve harici olarak isimlendirenler bu şekilde bir kınanmaya çok daha layıktırlar.
Estal der ki:
“Burada şöyle bir soru zorunlu olarak gündeme geliyor: Acaba demoktasiyi ilk defa getirenler bizler miyiz? Yoksa biz kendimizi bu topraklara zorla beşeri kanunları, ithal edilmiş anayasaları getiren batılı bir işgalin tam ortasında mı bulduk? Bizler ellermizden kelepçeleri, boyunlarımızdan prangaları kırarak gün be gün güvenliği tam anlamıyla elde edebilmek için bakanlıklarda ve parlamentoda karar merkezlerini ele geçirdik.”
Estal’ın bu sözlerinde birçok hata vardır. O’nun “Acaba demoktasiyi ilk defa getirenler bizler miyiz?” şeklinde ortaya attığı soruya gelince… Bu Estal’in zannettiği gibi zorunlu olarak gündeme gelen bir soru değildir. Zira cevabı herkes tarafından malumdur ki bu cevapta “Evet Gazze’ye demokrasiyi getirip onu uygulayan sizlersiniz” şeklindedir.
Şu anda yönetim işini kim üstlenmiş ise, idarî mesuliyeti kim üzerine almışsa, yönetimde demokrasiyi kim tercih etmiş ise Gazze’ye demokrasiyi getirip uygulayanlar onlardır ki, bugün bunu yapan sizden başka kimse değildir. Sizler Fetih yönetimini Gazze’den çıkardınız. İdare bütünüyle elinize geçti. Buna rağmen tüm dünya sizin komutanlarınızdan demokrasi övgüsünden başka bir şey işitmedi. Halbuki demokrasi Fetih tarafından size zorla kabul ettirilmiş değildi.
İşin aslı bu konuda hiçbir şey görmeyen körlerden, hiçbir şey işitmeyen sağırlardan başka kimse tartışmaz… İşte sana bir örnek… Hamas’ın Meclis Başkanı Aziz Duveyk şöyle demiştir:
“Sayesinde başarı elde ettiğimiz demokrasinin temel ilkelerini güçlendirme adına yapılacak olan şudur: Bizden önce Fetih tarafından çıkarılan kanunlarda bir değişikliğe gidileceği zaman bu mutlak surette refarunduma sunulacaktır.”
Bu açıklamadan sonra işin aslı burada Estal’e zorunlu olarak sorulması gereken soru şu olmalıdır:
“Demokrasiyi bu topraklara getiren sizler değilseniz peki bugün demokrasiyi onaylayan, demokrasi ile hareket etmekte ısrar eden, tüm insanları buna yönlendiren ve tüm bu yapılanlarla da övünen sizler değimlisiniz?”
Aziz Duveyk şöyle diyor: “Demokrasi’yi bu topraklarda en iyi uygulayacak bizleriz. Tüm konularda kendisine yöneleceğimiz temel kriter halkımızın kararıdır. Halk dilediği şekilde hükmeder. Dilediğini de reddeder. Uluslararası uygulamalar ve demokrasinin temel ilkeleri çerçevesince bu alanda tek söz sahibi halktır.”
Yine Aziz Duveyk bir Arap televizyonunda Cevz el-Huveni tarafından “Şayet İsrail devleti sizi tanırsa siz de onu tanıyacak mısınız” şeklinde kendisine yöneltilen bir soruya şöyle cevap vermiştir:
“Kesin sınırlar belirlendiği zaman bizlerin batının bizzat kendisinden dahi daha demokrat olduğu görülecektir. İşte o zaman biz bu konuyu Filistin halkına arzederiz. Şayet halk bunu kabul ederse demokrat olmamızın gereği bizler de bunu elbette kabul ederiz. Eğer halk bunu reddederse bilinmelidir ki bu toprakların tek sahibi halkımızdır.”
Yine Hamas Hükümeti’nin resmi sözcüsü “El-Kudsu-l Arabiyye” isimli gazetye verdiği bir demeçte şöyle demiştir:
“Şu an endişenin sebebi Hamas’ın seçimleri kazanmasından kaynaklananmamaktadır. Bilakis bugün insanların taşıdığı endişe bizlerin anayasayı ve mevcut kanunları yürürlükten kaldıracağımıza yönelik bir endişedir. Ancak bilinmelidir ki, Hamas hareketi el verdiği ölçüde anayasaya, mevcut kanunlara ve demokrasiye son derece bağlı kalacaktır.”
10.5.2005 Çarşamba günü İsmail Heniyye bir akşam proğramında şöyle demiştir:
“Filistin halkının birlik ve bütünlüğünü sağlamak, çok partili siyasi sistemin temelini atmak Hamas hükümetinin parlamentoya girme isteğinin temelinde yatan hedeflerdendir. Bilinmelidir ki Hamas hareketi halkın iradesine oldukça saygı duyan bir harekettir. Hamas, halkın tercihine ve iradesine mutlak surette saygı gösterecektir. Hamas seçimlerden çıkacak sonuca katlanacak, bundan razı olacak ve daima halkın iradesi ile beraber olacaktır. Seçim sandıklarından çıkan sonuç her ne olursa olsun bunu kabulleneceğiz. Çünkü seçim sandıkları ve demoktasi en selim yoldur.”
Ben derim ki: Sen kime gülüyorsun be Estal! Liderinin sözlerini kulağın işitmiyor mu? Demokrasi hakkında bu şekilde konuşmaya onu kim zorladı? Demokrasiye dair bu sözler hiçbir zorlama, ikrah ve baskı olmaksızın senin liderinin bütün benliği ile kabul ederek söylediği sözler değil midir?
6- Estal şöyle devam ediyor: “Acaba bugün bizler İslam ve demokrasi arasında bir tercih hakkına mı sahibiz? Yoksa bizler demokrasi ile diktatörlük, zorbalık ya da demokrasi kılıfına bürünmüş tek adam diktatörlüğü arasında mı bir tercih yapmak zorundayız?”
Ben derim ki: Tüm bunlar Estal’in uydurduğu içi yalan ve hileyle dolu sözlerdir. Zira iktidar da bulunan bir kimsenin bunları söylemesi ne kadar doğrudur? İktidarda olan yetkiyi elinde bulundurandır. Hükmü o tercih eder. Hiçbir şeyin ona dikte edilmesi söz konusu değildir.
(O halde Ey Estal) Ya sizler diğer Arap ülkelerindeki tağutlar gibi gerçek anlamıyla iktidar değilsiniz ve her şey doğulu ve batılı tağutlar tarafından size dikte ediliyor ya da sen demokrasinin size zorla kabullendirildiğini iddia ederek yala söylüyor, insanları kandırıyor ve mazeret uyduruyorsun. İşin aslı aynı zamanda da diğer milletlere karşı efsanevî bir kıyam gerçekleştirmekle övünüyorsun.
Hamas sözcüsünün “Hamas hareketi el verdiği ölçüde anayasaya, mevcut kanunlara ve demokrasiye son derece bağlı kalacaktır” şeklindeki ifadeleri daha önce geçmişti. Bu sözler demokasiyi bizzat Hamas’ın tercih ettiğini ve Estal’in “Demokrasi bize zorla dikte ettirildi” şeklindeki iddiasının ne denli büyük bir yalan olduğunu gün gibi açığa çıkarmaktadır.
Estal diyor ki: “Bundan daha da önemlisi şudur: Acaba bizler bugün demokrasiyi bütün yönleri ile kabul ediyor muyuz?”
Derim ki: Evet belki siz demokrasiyi bütünüyle kabul etmiyorsunuz. Buna karşılık siz hakimiyet yetkisini halka, teşri yetkisini ise milletvekillerine vermek şeklinde cereyan eden demokrasinin en pis tarafını kabullendiniz ki bu da apaçık şirk ayan beyan küfürdür. Nitekim Ahmed Yasin “Peki seçimlerde Filistin halkının çok partili demokratik bir yönetim şeklini istediğini açığa çıkarsa o zaman sizin tutumunuz ne olacaktır” şeklinde kendisine yöneltilen bir soruya -daha önce de geçtiği üzere- şöyle cevap vermişti:
“Allah’a yemin olsun ki, biz bir değeri ve bir takım hakları olan bir milletiniz. Eğer halk İslam devletini istemediğini açıkça ortaya koyarsa ben yine de onların bu tercihlerine saygı duyacağım ve tercihlerini mukaddes addedeceğim.”
Aynı şekilde Aziz Duveyk’inde şu sözlerini daha önce yazmıştık:
“Tüm konularda kendisine yöneleceğimiz temel kriter halkımızın kararıdır. Halk dilediği şekilde hükmeder. Dilediğini de reddeder. Uluslar arası uygulamalar ve demokrasinin temel ilkeleri çerçevesince bu alanda tek söz sahibi halktır.”
“Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşrî’ ettiler (bir şeriat kıldılar)? ” (42 Şura/21)
“Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı (bir sürü) Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek Allah mı?” (12 Yusuf/39)
Estal şöyle devam ediyor: “Yoksa muhaliflerimiz aynı evin ve aynı mahallenin içinde sadece kin ve düşmanlık tohumlarına sebebiyet verecek ve onlarca sene unutulmayacak bir şekilde kan şelaleleri üzerinden bir değişim ve ıslahat mı istiyorlar? Yetimler, dullar, evlatlarını kaybeden analar ve yaralıların böylesi bir durumda kanlarını ve kaybettikleri azizlerini unutmaları nasıl mümkün olur? Biz davetçi miyiz yoksa kadı mı?”
Derim ki: Tüm dünya sizlerin Müslümanlara, mücahidlere karşı bir kadı ve katil olduğunuza, onlara karşı asla bir davetçi olmadığınıza şahit olmuştur. Ve bu tutumunuz defalarca tekrar etmiştir. Bunun en somut örneği daha kısa bir süre önce Refah’ta İbn-i Teymiye Mescidi’nde o mescidi bombalamak, mücahid ve muvahhidleri katlederek kendisini gösterdi. Ki otorite elinizde olduğu halde bu işi farklı metotlarda çözüme kavuşturma imkanına da sahiptiniz. Ancak siz katletmekten, haram kanları dökmekten başka bir şey kabul etmediniz. Hakeza daha önce de Sabra’da mücahidlerden bir gurubu çoluk/çocuk, kadın ayırt etmeksizin öldürmüştünüz. İşin aslı kan şelaleleri akıtarak bir değişime gitmeyi isteyen bizzat sizlersiniz. Kadınlar, dullar, yetimler, çocuklarını kaybeden analar şerefli evlatlarının kanlarını asla unutmayacak. Daha kardeşlerimizin kanları kurumadı bile. Ve tüm bu yaptıklarınız, demokrasiyi akan kanları durdurma adına tercih ettiğinize dair iddianızı yalanlamakta, reddetmektedir. Ne zaman ki küfür olan demokrasinizi, tağutlarınızı müdafa etmek durumunda kalırsanız kan şelaleleri kapısını aralayan, muvahhid ve mücahidlere karşı davetçi değil kadı kesilen bizzat sizlersiniz. Ne zaman ki bizler tağutlarınızı tekfir etsek, cihad ahkâmından konuşsak bize karşı büyük liderinizin size öğrettiği gibi “Biz kadı değiliz… Davetçiyiz” demiyorsunuz. Sizler Allah (sb)’nın akıtılmasını meşru gördüğü kanı koruyor buna karşılık Allah (sb)’nın haram kıldığı masum kanları heder ediyorsunuz. Vallahi Müslümanları katleden, ancak putperestlere sesini dahi çıkarmayan Haricilere insanlar arasında bütünüyle benzeyen sizlersiniz.
Estal parlamentoda görev alma konusunda şöyle diyor: “Bazı yeni yetme gençler parlamentaya girmeyi sırf «Yasama Meclisi» şeklindeki isminden dolayı kabul etmemektedirler. Bununla beraber onlar «Sizin anayasanızda İslam şeriatinin mertebesi en nihayetinde teşri kaynaklarından herhangi bir kaynaktır. Bu ise en büyük şirktir. Zira teşri yetkisi bütünüyle sadece Allah’a aittir» diye iddia ediyorlar.”
Derim ki: Sizin bu konuyu bilmeniz ve buna rağmen parlamentoya girmeniz Allah’ın sizin aleyhinizde en açık delilidir. Sizler bu şirki bir ilim üzere, konuya dair delilleri tüm detayları ile bildiğiniz halde işlemektesiniz.
Estal sözlerine şöyle devam ediyor: “Parlamentonun iki görevi vardır. Bunlar denetim ve yasamadır. Denetim; parlamentonun yürütme ve yargı mekanizmalarını gözetler. Bu parlamentonun zaruri bir görevidir ve bu noktada bir tartışmaya gerek dahi yoktur.”
Burada bizler Estal’e ve parlamentoya girmek için çabalayan diğerlerine şunu soruyoruz: Parlamentoya girmek için devamlı surette dilinize doladığınız bu gözetleme işi acaba hangi metotlarla cereyan etmektedir. Bize önce bunu bir açıklasanız… Sizin denetim dediğiniz şey sınırları beşeri kanunlar tarafından tayin edilmiş muhakemelere temyiz yetkisi vermek değil midir? Biliyoruz ki hükümet gözetleme, denetim, red, kabul ve buna benzer tüm icraatlarını Allah’ın indirdiği hükümlerin gayrısı ile yürütmektedir. Bu ise apaçık bir şirk, ayan beyan küfürdür. Böylesi bir yolu ancak müşrikler kullanır. Muvahhidlere gelince… Onlar davet, ıslahat, red ya da kabul türünden bütün işlerinde ancak tertemiz şeriati vesile edinirler.
Estal der ki: “Kanunlara gelince bunların birçoğu zaten mevcuttu. Sadece bir takım düzenlemelere gidilmesi gerekiyordu. İşin aslı bu kanunların düzenlenmesinde elbette başka meydanlarda (farklı metotlarda) vardır. Ancak biz öncelikle tüm kanunların çıkarıldığı ana merkez olan bakanlar kurulu üzerinde egemen olma ve bununla birlikte de parlamentoda İslam Şeriatinde ve İslam fıkhında uzman alimlerin sayısını artırma mücadelesi verdik.”
Bu anlattığınız şeylerin tamamı işin aslı sizin aleyhinize delildir. Şu an gerek yürürlükte olan, gerek sizin tarafınızdan çıkarılan ve kendisiyle övündüğünüz, gerekse de onarım ve düzenlemeye ihtiyaç hissettiğiniz kanunların tamamının beşer ürünü oldukları herkesçe malumdur. Ve bu düzenleme, onarım işi de demokratik metotlarda yani halk tarafından seçilen vekillerin beşeri kanunlara muvafakaatı çerçevesince yürümektedir.
Ey Estal! Sen şimdi hangi şüpheyi reddettin ki? Hangi delili getirdin? Sen bu ve benzeri delillerle batılınıza batıl katmaktan başka bir şey yapmadın.
Estal’in bundan sonraki sözleri şeriati işlevsiz bırakma, Allah’ın indirdiği hükümlerin gayrısıyla hükmetme suçlarını gizleme adına lafı evirip çevirmek, kıvırmak ve bahaneler üretmekten başka bir şey içermiyor. Ancak o bu sözleri ile ancak gerçekleri görmekten yoksun körleri kandırabilir ya da başını kuma gömen devekuşlarını inandırabilir.
(Ey Estal!) Peki hiç kimsenin şu soruları size sorma hakkı yok mudur? Allah’ın ahkamı, kanlar, mallar ve ırzlara dair şer’i hadler sizin kanunlarınızın neresinde acaba? Sizin kanunuza göre zina eden ya da hırsızlık yapan, içki içen, iffetli kadınlara iftira atan kimsenin cezası nedir? Tüm bu şer’i hadler sizin kanunlarınızın neresine düşüyor?
Onun bu sorulara vereceği cevap yukarıda söylediği pis sözlerden başka bir şey olmayacaktır. Nitekim daha önce Filistin parlamentosunun Hamas milletveli Hamid Beytavi’nin şu sözlerini zikretmiştik:
“Kimileri bizim hükümette oluşumuzdan dolayı, irticayı getireceğimizden, kadınları örtünmeye zorlayacağımızdan, kişisel özgürlükleri kısıtlayacağımızdan yana –ki kadın hakları da buna dahildir- endişe duymaktadır. Ancak bu endişelerin hiç birisi haklı değildir. Zira Hamas hareketi yeni bir oluşum değildir ki… Aynı zamanda biz yaygaracı bir cemaatte değiliz. Hamas kökleri “İhvanu Müslimiyn” cemaatine dayanan bir harekettir. Biz onun uzantısıyız. Biz asla İslam şeriatini uygulamayacağız. Buna mukabil bizler mümkün mertebe gücümüz nispetince İslami ilkelere uymaya, güzel öğütle ve hikmetle İslamî şiarlara bağlı kalmaya davet edeceğiz. Hamas’ın hiçbir zaman İslam devleti kurmak ve İslam şeriatini tatbik etmek gibi bir düşüncesi olmamıştır.”
O halde sizlerin din olarak tercih ettiğiniz demokrasiden başka bir şey değildir.
8- Estal Cihad’ın durdurulması ve buu konuda ağır davranılmasına dair kendilerine yöneltilen suçlamalara şöyle demektedir:
“Burada şu sorunun cevaplandırılması gerekir: Acaba zaman zaman Hamas’ın biraz dinlenmeye ya da ateşkes olarak isimlendirilen şeye ihtiyacı yok mudur?”
Bu doğrudur(!) Sizin buna ihtiyacınız var. Muvahhid kardeşlerimizi öldürmek, onları sürgün etmek, mücahidleri hapsetmek için böylesi bir dinlenmeye ve ateşkese son derece ihtiyacınız var…
9- İran’dan ya da diğer devletlerden alınan yardımlar hususunda Estal şöyle der:
“Ayıp olan diğer devletlerden gelen yardımları kabul etmek midir yoksa onların bu yardımları karşılığında koştukları şartlara boyun eğmek midir?”
Derim ki: Herkes tarafından bilinen bir gerçektir ki günümüzde hiçbir devlet şartsız ve koşulsuz sadece Allah’ın rızasını gözetme adına zekat ya da sadaka cinsinden yardımlarda bulunmaz. Ve özellikle tüm dünyayı saran şu iktisadi kriz ortamında böylesi bir şey mümkün değildir.
Bugün getirdikleri şartlara boyun eğmeksizin karşılıksız yardım diye bir şey hiçbir devletin lugatinde bile yoktur. Estal’in bu sözleri oldukça saçma sapan sözlerdir. Belki bu sözlere cahil avamdan kananlar olabilir. Ancak zerre kadar akıl sahibi olan kimselerin bu sözlere kanması mümkün değildir.
Her ne olursa olsun herkesin bildiği bir gerçektir vardır ki; Hamas Hükümeti İran’dan aldığı yardımlarla Halid Meşali’nde dediği gibi Humeyni’nin ruhani evladı olmuştur. Bu mümkündür. Zira Halid Meşal’de bilir ki Humeyni Mut’a nikahını helal saymaktadır(!)
Halid Meşal’in devamlı surette övünüp durduğu bu ruhani evlatlığın boyutları nedir ah bir bilsek… İşin aslı bu mücahitlere düşmanlık karşılığında rafizilerle kurulan bir dostluktan başka bir şey değildir.
Daha sonra Estal denen adam Çeçen halkına karşı düşmanlık gösteren Ruslarla dostluk kurmalarına dair kendilerine yöneltilen eleştirileri “Müslüman Halkların Bazı Meselelerine Tarafsız Bakış” başlığı altında örtbas etmeye çalışıyor, Çeçenistan meselesinin Rusya’nın kendi iç meselesi olduğunu söylüyor. Nitekim Halid Meşal bir konuşmasında Çeçenistan meselesi hakkında şöyle demişti:
“Çeçenistan meselesi Rusya’nın iç meselesidir. Biz diğer devletlerin iç meselelerine müdahil olmayız.”
(Görüyorsunuz) Nasıl da yalan söylüyor. Öncelikle Çeçenistan meselesinin kendilerinin iç meselesi olduğunu söylemek tarafsız bir bakış mıdır? Bilakis sen bu sözünle bütün açıklığı ile Ruslar’a meylettiğini ortaya koyuyorsun. Senin bu sözlerin “Kominist Ruslar Çeçen halkı ile ilişkilerini en uygun gördük çözüm yolları ile tedavi etme hakkına sahiptirler. Bu onların kendi iç meseleleridir. Diledikleri gibi bir çözüm metodunu tercih etmeleri onların kendi hakkıdır” demektir. Her akıl sahibi senin sözlerinden bundan başka bir şey anlamaz.
Buna karşılık Hamas’ın başıboş adamları yiğit Çeçen kardeşlerimizin sözlerini bir düşünsünler… Kafkas Emirliğinin lideri Dokko Omarow şöyle demektedir:
“Kardeşlerimiz Afganistan’da, Irak’ta, Somali’de, Filistin’de savaşmaktadır. Nerede olursa olsun Müslümanlara karşı savaşan herkes bizim ortak düşmanımızdır. Bizim düşmanımız sadece Rusya değildir. Bilakis İslam ve Müslümanlarla harbe girişen gerek Amerika, gerek İsrail gerekse diğer tüm devletler bizim ortak düşmanımızdır.”
Hay ağzına sağlık. Ağzın dert görmesin ne de güzel söyledin. Hamas’ın başıboşlarına gelince… Onların çenesi çekilsin…
Rahman’ın dostları ile şeytanın dostları arasında ne denli açık bir fark olduğunu görüyorsun değil mi?
Allah’a yemin olsun ki balık kavağa çıkana dek Rahman’ın dostları ile şeytanın dostları ne birbirine karışır ne de birbirine benzer…
Diğer taraftan Estal denen adam şu sözleri sarfetmekten de haya etmemektedir:
“Bu gençler «Hamas hükümeti Çeçenistandaki kardeşlerimizi korumaya dahi cüret edemiyor ve yıllardır kardeşlerimizin kanının emmekten usanmayan Rus hükümeti ile siyasi bağlantı içerisindedirler» diyerek Hamas hükümetinden nefret ediyorlar.”
Hayır! Biz sizi Çeçenistandaki kardeşlerimizi korumaya cüret etmediniz diye kınamadık. Bilakis bizler asıl (onları korumanızdan da geçtik) kardeşlerimizi yardımsız bırakmaya cesaret edişinizden, onların düşmanı olan Moskova hükümetinin yaptıklarını açıkça örtbas etmeye çalışmanızdan nefret ediyoruz.
Tüm bunlarla beraber Estal, hükümetinin şu beşpara etmez konumunu hayâsızca, utanmadan nasılda örtbas etmeye çalışıyor:
“(Çeçenistan meselesinde) Hükümetimizin böylesi bir tutum sergilemesinde kötü görülecek hiçbir yön yoktur. Çünkü Rasulullah (s) kendilerine işkence edilen arkadaşlarının yanından geçiyor ancak «Sabır Ey Yasir ailesi! Sabır… Size vaad olunan ancak cennettir» diyordu.”
Şu hem sapkın hem de milleti saptıran müftünün Rasulullah’ın kelamını nasıl çarpıttığına bir bak. Hamas hareketi ve hükümetini savunma adına Rasulullah’ın kelamını sanki kendilerini destekleyecek bir delilmiş gibi Müslümanları yardımsız bırakma, onları bütünüyle terk etme anlamına getirerek nasıl da tahrif ediyor. Sanki Allah Rasulü –haşa ve kella- bu sözleri ile Müslümanlardan uzak durmayı, onların sorunlarına karşı tarafsız olmayı kastediyordu. Bilakis Rasulullah (s) “Sabır Ey Yasir ailesi! Sabır… Size vaad olunan ancak cennettir” diyerek Müslümanları sabır ve sebata teşvik ediyor, onları bununla müjdeliyordu.
Rasulullah (s) hiçbir zaman sizin (Çeçenistan meselesinde dediğiniz gibi) “Kureyşin Müslümanlara işkence etmesi, onları öldürmesi kendi iç meselesedir. Bizi ilgilendiren bir mesele değildir” demedi.
Hayvanlar gibi ve hatta konum olarak onlardan daha da aşağıda olan kimseler yerin dibine girsin… Yazıkları olsun şu Estal denen adamın saçma sapan sözlerine kanıp aldananlara… Bildiğim kadarıyla Hamas içerisinde kültürlü, mühendis, İslam hukukunda uzman kimseler var. Şu boş, saçma sapan sözler söylenirken akılları nerede? Neden susuyorlar? Şu ahmakça söylenmiş sözlere ikna mı oldular?. Yoksa dalkavukluk adına susmayı mı tercih ediyorlar?
10- Estal “Münkerin Elle Değiştirilmesi” konusunda şöyle demektedir:
“Münkeri el ile değiştirmenin şartlarından bir tanesi değiştirilmesi umulan münkerden daha büyük ya da ona eşit bir münkerin ortaya çıkmamasına sebep olmamaktır.”
Bu söz doğrudur ancak kendisi ile batıl bir netice hedeflenmiştir. Bu kaide yeryüzündeki en büyük münkerin Allah’a şirk koşmak olduğu gerçeği ile sınırlandırılıp tefsir edilmediği için İhvanu Müslimîn cemaatinin cebinden böylesi fasid sözlerle her zaman karşılaşmaktayız. Nitekim daha önce de dediğimiz gibi aslın bozulması kaçınılmaz olarak fer’inde bozulmasını beraberinde getirecektir.
Estal daha sonra olayları örtbas etme adına uydurduğu yalanlarına şöyle devam ediyor ki- işin aslı onun bu söylediklerini daha geçen hafta Refah şehrinde yaşananlar tamamen yalanlamaktadır-:
“Hamas hükümeti değişim sürecinin tedrici bir metotla, barışçıl bir çerçeve içerisinde imkan verdiği ölçüde kan akıtmaksızın gerçekleşmesini istiyor.”
Allah aşkına ey muvahhid kardeşim bir düşün… Allah’ın hükümleri ile hükmetmek kan dökülerek olmasın(!) Ancak kendi kanunlarını korumak, Allah’ın hükümleri ile hükmetmeyi engellemek için geçen hafta yaptıkları gibi en temiz kanlar hiçbir sakınca görülmeksizin heder edilsin. Öyle ki Ebu Nur el-Makdisî (rh) liderliğinde bir gurup kardeşimiz onlara “Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmedin sizin sadık hizmetçileriniz olalım” dedikleri halde onların temiz kanlarını döktüler. Ebu Nur el-Makdisî onlara “Siz Allah’ın şeriatini hakim kıldığınız zaman sizinle bizim aramızda bir kan dökülmesi kesinlikle söz konusu bile olamaz” demek istiyordu. Ancak Hamas onun ve kardeşlerinin tertemiz kanını dökmekten başka bir şey yapmadı. Bunu da kendi alçak beşeri kanunlarını korumak, Allah’ın şeriatini ise işlevsiz bırakmak için yaptılar. Bu akılların yozlaşması, kalplerin ters düz olmasıdır. Allah bu kalpleri mühürlemiştir. Öyle ki artık ne marufu maruf olarak biliyorlar, ne de münkeri münker olarak…
Estal akabinde sözlerine şöyle devam ediyor:
“Hüç şüphesiz ki Allahu Tealâ kitabı ile yola gelmeyenleri otorite/yönetim gücü ile yola getirir. Fakat bunu yapacak otoritenin yeryüzünde mutlak bir güce sahip olması gerekir. Ancak bizim Gazze Şeridin’de abluka altına alınmış idaremiz param parçadır. Bırakın gökyüzüne hakim olmayı (yani hava sahalarını elimizde tutmayı) sulara, köprülere dahi bir hakimiyetimiz yok ki…”
Subhanellah… Allah’ın hakkı ve Müslümanların hakkı için sizden İslam şeriatini tatbik etmeniz istendiğinde bütün iktidarınız, otoriteniz anında yok oluyor. Buna karşılık mücahidler tarafından Yahudilerle yaptığınız ateşkes anlaşması bozulduğu, iktidarınıza muhalefet edildiği, kanunlarınıza itaat edilmediği zaman mescidler bombalanıyor, kanlar akıtılıyor, silahlı güçünüz birden bire ortaya çıkıyor, otoriteniz büyüyor, iktidarınız kendini gösteriyor!
Ey kavmim biraz edepli davranın…
İnsanların akılları ile dalga geçmeniz size (ayıp olarak) yeter…
Hile, yalan, dolan ve düzenbazcılık size (ayıp olarak) yeter…
İçinizde akıl sahipleri, anlayış sahipleri, dirayet sahipleri nerede…
Nerede diploma sahipleri, unvan sahipleri içinizde…
İçinizde Estal’in bu saçma sapan sözlerine cevap verecek aklı başında birisi yokmu hiç? Bu yalancı, iftiracı adam bir de sizin müftünüz? Koskoca müftü yalan söylemekten, iftira atmaktan, hakkı örtbas etmeye çalışmaktan geri durmuyorsa ya diğer insanlar ne yapar?
Kassam tugaylarına sesleniyorum… Hamas’ın tüm fertlerine sesleniyorum… Şu adamın bu tür batıl, saçma sapan sözleri dillendirmesinden hiç utanıp sıkılmıyor musunuz? Nasıl oluyor da sizler böylesi adamları kendiniz için yetki sahibi olarak kabul ediyorsunuz?
11- Müftü efendi “Yeryüzünde Bozgunculuk Çıkaranlar” başlığı altında şöyle diyor:
“Hamas hükümeti gücünün neredeyse tamamını yeryüzündeki mücrimlerin en büyüklerine ve işbirlikçi hıyanet önderlerine karşı harcamaktadır.”
Derim ki: Bizim kardeşlerimiz hükümetinize el-ayak olmaması için zindanlara atılırken, kurşuna dizilirken, sürgüne gönderirken, kendilerine suikast düzenlenirken diğer taraftan Gazze’de gerek lider konumunda gerekse guruplar halinde laik, inkarcı, sapkın sol parti taraftarı kim varsa sizin yanınızda güven içindedirler. Sizden yana hiçbir endişeleri yoktur. Sizden onlara bir kötülük dokunması söz konusu bile değildir. Yoksa sizin yanınızda mücrimlerin en büyükleri bizim mücahid kardeşlerimiz mi? Sizin lugatinizde işbirlikçi hıyanet önderleri muvahhid kardeşlerimiz mi? Yerin dibine girin…
12- Estal “İslam Şeriatinin Uygulanması” konusunda şöyle diyor:
“Bu gençler ne zaman içinde açık saçık insanların bulunduğu bir düğün ya da İslami tesettüre uygun olmayan bir tarzda giyinmiş açık bir kadın görseler rahatsız olurlar da aynı zamanda uçuşan başları, kesilen kolları, kırbaçlanan sırtları görmekten rahatsızlık duymazlar. Kendilerince işlevsiz bırakılmış şer’i ahkama karşı ağlar gibi görünürler.”
Hayır şer’i ahkam bizim nazarımızda değil bilakis tüm dünyanın ve hatta sizin liderlerinizin nazarında işlevsiz bırakılmıştır. Nitekim buna dair bizzat kendi liderlerinizin sözlerini daha önce aktarmıştım. O halde bu lafı evirip çevirmenin anlamı nedir? Neden bu büyüklenme?…
Daha sonra şöyle diyor:
“Şeriat sadece hadleri uygulamak değildir ki. Bilakis şeriat dinin tamamıdır. Şer’i siyaset dini ayakta tutmak içindir. Ve hakeza dünya siyaseti de tamamen bununla ilgilidir. Bizim hükümetimizin başbakanı, parlamento üyeleri, meclis başkanlarından birçoğu halkla beraber camiye giriyorlar, Cuma namazı kılıyorlar, onlara imam oluyorlar. Onlara vaaz ediyor, fetva veriyorlar. Kültür ve Enfarmasyon Bakanlığı, Eğitim Bakanlığı aracılığı ile davet ve irşad faaliyetinde bulunuyorlar. Biz ancak Allah’ın lütfu ile insanları korkudan selamete ulaştırabildik. Bununla da yetinmedik bilakis açları doyurduk.”
Derim ki: Haklısın… Abbas’da bunları yapıyordu. Ve Afganistan’da Karzai’de aynısını yapıyor… İstisnasız tüm arap tağutları sizin bu yaptıklarınızı yapıyor. Bugün yeryüzünde insanların önünde namaz kılmayan, mescidler imar etmeyen, halkını doyurmayan, onları korkudan emin kılmayan bir tane tağut ismi versene bana. Tabi ki şayet o halk bu tağutlara karşı çıkmıyor, kanunlarına muhalefet etmiyorsa bu böyledir. Şayet bunun aksi olurda birileri bu tağutlara baş kaldırırsa yeryüzünün en şerefli insanları dahi olsalar hemen öldürülürler. Tıpkı sizin yaptığınız ve yapmaya da devam edeceğiniz gibi…
Allah’ın şeriatini işlevsiz bırakan hükümetini güzel gösterme adına şu adamın (Estal’in) diline dolayıp durduğu namaz kılma, vaaz ve fetva verme, açları doyurma meselesine gelince… Bütün Müslümanlarca malumdur ki, Allah’ı tevhid etmeksizin ve ona şirk koşarak tüm bu amellerin kabul edilmesi söz konusu değildir. Ancak sizler teşri noktasında demokrasiyi din ve menhec edinerek ve beşeri kanunlarla hükmederek tevhidi bozdunuz ve Allah’a şirk koştunuz.
“Andolsun, sana ve senden önceki peygamberlere şöyle vahyedildi: Eğer Allah’a ortak koşarsan elbette amelin boşa çıkar ve elbette ziyana uğrayanlardan olursun.” (39 Zümer/65)
“Kim Allah’a ortak koşarsa, artık, Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.” (5 Maide/72)
Daha sonra Estal –görünen o ki yazarken aklı başında değildi ve ne dediğini de bilmiyordu- şöyle devam ediyor:
“Sizler acaba Hamas hükümetinin 1400 dönüm üzerine turunçgil ve meyveler diktiğini, bununla düşmanlardan meyve ithal etmemize artık bir ihtiyacımızın kalmadığını bilior musunuz? Nitekim bu sene kavun karpuz mevsiminde de buna benzer şeyler yapmıştık.”
Derim ki: Ey Estal! Ey ahmak herif! Seninle aramızdaki sorunun ve düşmanlığını sebebi kavun karpuz üzerine midir? Kavun, karpuz, domates ve hıyarın, Allah’ın şeriatini iptal ederek tağutların hükümlerini icra edenlere ne faydası vardır?
Bizim kerim peygamberimiz günler, haftalar ve hatta aylarca açlığa sabretmemizi bize öğretmiştir. Zaman zaman aylar geçerdi de evinde ocak yanmazdı. Yiyeceği sadece su ve hurmadan ibaretti. Ancak rasulümüz bize hiçbir şekilde şirki kabullenmemizi, ona sessiz kalmamızı, Allah’ın hükmünü işlevsiz bırakmamızı öğretmemiştir. Allah’ın haram kıldığı şeylerden bir tanesi ihlal edildiği zaman Rasulullah (s) oldukça kızardı. Bırakın sizin yapmış olduğunuz gibi Allah’ın şeriatini işlevsiz bırakmayı, Allah’ın hadlerinden sadece bir haddin uygulanmaması için birileri aracılık yapmaya kalkışsa oldukça öfkelenirdi. O bize şöyle buyurmuştur:
“Hediye hediye üzere kaldığı sürece onu alın. Ancak size (alacağınız varken) rüşvet olarak verilirse onu almayın. Dikkat edin ki İslam’ın değirmeni bir daire gibidir. Kitap sizi nasıl yönlendiriyorsa sizde onunla beraber dönün. Dikkat edin yakın bir zamanda kitap ile otorite birbirinden ayrılacaktır. Siz kitabı hiçbir şekilde terk etmeyin. Dikkat edin sizin başınıza bir takım yöneticiler gelecek sizin için uygun görmedikleri hükümleri kendi nefisleri için uygun görecekler. Eğer onlara isyan ederseniz sizi öldürürler, onlara itaat ederseniz sizi saptırırlar.”
Rasulullah (s)’e “Ya Rasulullah! Ne yapabiliriz?” diye sorulunca o şöyle cevap verdi:
“Meryem oğlu İsa’nın Havarilerinin yaptığı gibi yapın. Onlar ki testerelerle kesildiler, idam sehpalarına götürüldüler. Allah’a itaat uğruna olacak bir ölüm Allah’a isyan üzere devam edecek bir yaşamdan daha hayırlıdır.”
Estal bilgiçlik taslayarak şöyle diyor:
“Bu meselede problemin aslı, hadleri uygulamanın şartlarının insanların ihtiyaçlarını karşılamak olduğunu bilmeyen bu gençlerdedir. Şöyle ki; İslam helal olan şeylere kolayca ulaşabilmeyi hedefler. İslam tesettürlü bir hayatın özlemini duyar yoksa hadleri uygulamanın özlemini duymaz. İslam nizamının temel gayesi hastalığa ilaç vermekten ziyade hastalıktan korunmayı sağlamaktır. Bilindiği üzere hadler şüphe olduğu zaman düşürülür ve hadleri düşüren pekçok sebep vardır.”
Derim ki: Sizin en büyük probleminiz yaptığınız şeylerin iyi ve güzel olduğunu zannetmenizdir. Sizler gerek bilgi ve ilim açısından gerekse de vakıaya dair fıkhı bilme açısından kendinizin eşsiz insanlar olduğunuzu düşünüyorsunuz. Ancak konuşmalarınız, tercihleriniz ve bozuk temelleriniz gösteriyor ki, bu noktada siz insanlar arasında en cahil kimselersiniz. Ve hatta sizin cehaletiniz “cehli mürekkeb” şeklindedir.
Bize gelince… Allah’a hamd olsun ki hadler noktasında senin anlatmaya çalıştıklarını biliyoruz. Ancak bizim bu konudaki bilgimiz hak üzeredir. Bizler sizin yaptığınız gibi Allah’ın hududlarını işlevsiz bırakma, Allah’ın hükmünü iptal etme suçunu temize çıkarma adına bu temel kaideleri dilimize dolamıyoruz. Biliyoruz ki zaruretler ve istisnalar miktarınca takdir olunur. Nitekim bu tüm muhakkik alimler katınca bilinen bir şeydir. Allah’ın şeriati ile hükmetmeye, onun hadlerini icra etmeye gelince… İşte bu temel asıldır. Bu aslın icra edilmesiyle sadece kavun ve karpuzda değil, İslam şeriatinin hedeflediği zarurî, haci ve tahsini bütün maslahatlar sağlanmış olur.
“Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni (Kur’an’ı) gereğince uygulasalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından (bol bol rızık) yiyeceklerdi.” (5 Maide/66)
“Eğer, o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler(in kapılarını) açardık.” (7 Araf/96)
Ancak sizin beşeri kanunlarınız gelince… İşte bütün bereketleri yok eden bu alçak beşeri kanunlarınızdır. Eğer siz bu kanunları uygulamakta ve Allah’ın şeriatini işlevsiz bırakmakta ısrarlı davranmaya devam ederseniz neyiniz varsa yok olup gidecektir. O zaman size ne İran rafizilerinden aldığınız destek ne de kendisiyle öğünüp durduğunuz kavun, karpuzlarınız bir fayda vermeyecektir.
Bilinmelidir ki, bütün bereketlerin yok olması, fakirliğin yaygınlaşması, iktisadi krizler ve tüm afetler ancak Allah’ın indirdiği hükümlerin gayrısıyla hükmetmek ve Allah’a isyan etmenin sonucudur. Nitekim İbn-i Abbas (rhuma)’nın rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (s) şöyle buyurur:
“Beş şeye karşılık beş şey vardır: Bir toplum eğer sözünde durmazsa mutlaka Allah onlata düşmanlarını musallat eder. Bir toplum eğer Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla hükmedecek olursa mutlaka aralarında fakirlik yaygınlaşır. Şayet içlerinde hayasızlık çıkarsa mutlaka aralarında taun (öldürücü ve bulaşıcı hastalıklar) baş gösterir. Şayet ölçüyü eksik yapacak olurlarsa mutlaka yerin mahsullerinden mahrum kalırlar ve kıtlık baş gösterir. Zekatı vermeyecek olurlarsa Allah onları yağmurdan mahrum bırakır.”
Estal’in hadlerin uygulanması noktasında “Hadleri düşüren birçok sebep vardır” sözüne gelince… Bu bir abartıdır ve Estal bununla ancak Hamas’ın cahil ve ayak takımını kandırabilir. Bizim bildiğimiz ise yeryüzünde asıl olanın Allah’ın şeriati ile hükmetmek, O’nun hükümlerini ikame etmek olduğudur. Estal’in iddia ettiği gibi hadleri düşüren birçok sebep filan da yoktur. Bunlar sadece birkaç tanedir ve yerine göre, miktarınca uygulanır. Ancak şu bilinmesi gerekir ki Hamas’ın içinde bulunduğu durum gereği kesinlikle Allah’ın şeriatini işlevsiz bırakması, alçak beşeri kanunlarla hükmetmesi hadlerin düşürülmesine asla bir sebep teşkil etmez.
13- Ve son olarak Estal şöyle diyor: “Cüz’i meselelerin ardından koşar, bunları reddetme adına deyatlara girmeye kalkışırsak iş uzar gider. Ancak o gençlerin asıl sorunları adaletsiz davranmalarıdır.”
Derim ki: Ey Estal! Sizin en büyük sorununuz kalplerinizin körelmesidir. Bundan dolayıdır ki ne marufu maruf olarak biliyor ne de münkeri münker olarak tanıyorsunuz. Öyle ki, adaleti batıldan, zulümden ve hatta küfürden bile ayırt edemez olmuşunuz. Tevhidden cahil kaldığınız, onu temel bir kriter olarak kullanmadığınız için bütün kıstaslarınız, ölçüleriniz bozulmuş. Bundan dolayı batıl sizin yanınızda adalet, münker ise maruf olmuştur. Rasullerin tevhidini ırkçıların tevhidi (vatan/millet birliği) olarak değiştirmişiniz. Demokrasi şirki sizin katınızda makbul görülmüş. Beşeri kanunlarla hükmetmek, kanunlarınızın bekası ve güçlendirilmesi uğruna buna karşı çıkan herkesin öldürülmesi size göre gayet meşru bir ameldir. Bu öldürülenler muvahhidlerin en hayırlıları dahi olsalar…
“Gerçek şu ki gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir.” (22 Hacc/46)
Estal diyor ki: “Bu gençler sadece bardağın boş tarafına bakıyorlar. Farzedelim onların dedikleri doğru… O halde yapılması gereken Hamas hükümetinin icraatlarını bir kefeye onların sözlerini ise diğer kefeye koymaktır. Bu yapıldığı zaman görülecektir ki Hamas hükümetinin icraatları ağır basacaktır. O halde onlara Hamas hükümetine destek vermeleri, yardım etmeleri, hükümetin arkasında durmaları gerekmektedir.”
Derim ki: Eğer o bardakta içtiğin anda seni öldürecek zehir varsa, “Ne doyuracak ne de açlığı giderecek” (88 Ğaşiye/7) bir tarafı yoksa neye yarar? Benim burada zehirden kastım sizin beşeri kanunlarla hükmetmeniz, demokrasiyi din edinmeniz şeklinde karşımıza çıkan apaçık şirkinizdir. Ve bu, bölgedeki diğer tağutların şirkinin ta kendisidir.
Estal’in “Farzedelim onların dedikleri doğru…” derken nasıl da kibirlendiğine bir bakın… Kendi hükümetinin batılını görmekten Allah onun basiretini köreltmiş ve kendisine sunulan hak sözlere karşı insafla yaklaşmaktan onu alıkoymuştur. Durumu bu olan bir müftüden ne hayır beklenir ki…
Onun “Hamas hükümetinin icraatları ağır basacaktır. O halde onlara Hamas hükümetine destek vermeleri, yardım etmeleri, hükümetin arkasında durmaları gerekmektedir” sözüne gelince; bizim ölçümüz oldukça hassas olan tevhid ölçüsüdür. Hatadan korunmuş “Ne önünden ne de ardından batılın yaklaşamayacağı” (41 Fussilet/42) bir ölçüdür. Tartıların ağır basması ancak tevhid iledir. Tevhid olmaksızın yapılan her şey ise ancak seraptan, saçılmış toz zerrelerdinden başka bir şey değildir. Allah (sb) tevhidsiz yapılan ameller hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Küfre sapanlar ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona yetişip geldiğinde, onu bir şey olarak bulmayıverir ve kendi yanında Allah’ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir.” (24 Nur/39)
“Onların yapmakta oldukları her işin önüne geçtik, böylece onu savurulmuş toz zerreleri kılıverdik.” (25 Furkan/23)
Meşhur bitake hadisi bizim bu ölçümüzün sıhhatinin, dünya ve ahirette doğruluğunun en büyük delilidir. Bundan dolayı sizin ölçünüz tevhid üzere olmadığı sürece “O halde onlara Hamas hükümetine destek vermeleri, yardım etmeleri, hükümetin arkasında durmaları gerekmektedir” sözüne kimse ittifat etmeyecektir. Me tevhid ehli muvahhidler ne de tevhidin yardımcıları hiçbir şekilde senin bu sözlerine kulak asmayacaktır.
Bu gençler nasıl olur da tevhidle savaşan, şirki kaim kılan bir hükümete destek verirler. Biz daha önce sana maslahatların en büyüğünün tevhid olduğunu bildirmiştik. Siz tüm asılların aslını iptal, en yüce maslahatları ilga, İslam’ın temel rükunlarını iptal etmişken nasıl olurda hükümetinizin terazisi ağır basar… Nasıl yaptıklarınızın faydası zararından daha çok olur…
Bu satırlar Hamas müftüsü Estal’e red sadetinde alel acele yazdığım şeylerdir. Estal’in sözlerini düşünen herkes onun ne denli büyük bir batıla saplandığını görmekte zorlanmaz. Ancak ben bu satırları başta da belirttiğim üzere Gazze’deki kardeşlerimize destek vermek amacı ile onların ısrarlı taleplerine icabet etmek için yazdım. İşin aslı demokrasinin ne denli batıl bir sistem olduğuna, beşeri kanunlarla hükmetmenin küfrüne, bu kanunları savunan kimselerin şüphelerine dair yazdığımız birçok kitap vardır. Bu eserlerimizde bu batıl şüphelerin çığırtkanlığını yapan kimselere uzun uzadıya ve okuyucuyu sıkmayacak bir şekilde cevaplar verilmiştir. Bu konuda daha geniş bilgi isteyenler kitaplarımıza müracaat edebilirler. Bunların şüphelerinin hepsi uzun zaman önce bizim kökünden kazıdığımız şüphelerdir. Ancak ne yazık ki bir çok cemaat hala bu şüphelerin prangasından kendisini kurtaramamıştır.
Onların içinde bulundukları bu şüphelerden bizleri selametle kurtaran, bizi tevhid ve hakka hidayet eden Allah’a hamd olsun. Allah (sb)’dan bizi bu hak üzerinde sebat ile nimetlendirmesini, hayatımızı onun yolunda şehadet ile sonlandırmasını dileriz. O bizim dostumuzdur. O ne güzel bir dost ne güzel bir yardımcıdır.
Şeyh Ebu Muhammed El Makdisi