Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İşittik Ve İtaat Ettik

deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
"Aralarında hüküm verilmesi için Allah'a ve Resûl'üne davet edildiklerinde mü'minlerin sözü ancak, 'İşittik ve itaat ettik' demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir." (Nur, 24/51)
Allah Celle Celaluhu mü'minlerin vasıflarını haber veriyor. Mü'minler aralarında hükmetmek için Allahu Teâlâ'ya ve Resûl–i Ekrem Efendimize davet edildikleri vakit onların sözleri şudur:
"İşittik ve itaat ettik." Onlardan bundan başka bir söz duyulmaz. Sadece "İşittik ve itaat ettik." derler. İşte gerçek mü'minler, işte gerçek felaha kavuşmuş mü'minler bunlardır, diğerlerine felah yoktur.
Allah ve Resûl'ünün hükmüne itiraz edilebilir mi? Bu itiraza kim kalkışabilir veya itiraza imkân var mıdır? Allah ve Resûl'ünün hükmüne itiraz kabil değildir, böyle bir hak kimseye verilmiş değildir. Allah ve Resûl'ü yanlış hüküm vermezler, yanlış olmadığı kesin olunca ve bu mü'minlerce bilindiği için de mü'minlerin sözü "İşittik ve itaat ettik."dir.
Doğru bir hükme itiraz etmenin sonu hüsrandır, cehennemdir. Ya Rabbi! Bizi "İşittik ve itaat ettik." diyen kullarından eyle. Kardeşlerim dikkat edelim, çok zor ve çetin günler bizi bekliyor, o günler geldiği vakit büyük pişmanlık vardır, ama elden ne gelir?


İTAAT ETMEK BİLMEKLE OLUR

"Her kim Allah'a ve Resûl'üne itaat eder, Allah'a saygı duyar ve O'ndan sakınırsa, işte asıl bunlar mutluluğa erenlerdir." (Nur, 24/52)

Rabbimiz bize ne büyük haberler veriyor. Bu haberleri sadece lügat mânalarını anlayarak geçiştirmemiz doğru değildir. Rabbimin bu büyük haberlerini, âyet–i kerimeleri hem lügat mânaları ile bileceğiz, hem de asıl önemli olanı, âyetler üzerine tefekkür ederek düşüneceğiz.
Şu gördüğünüz muazzam kâinat boşu boşuna yaratılmadı, bu kâinatın her zerresi bir hikmete, bir sebebe dayalı olarak yaratılmıştır. Yerlerde, göklerde ve her ikisinin arasında bulunan her şey biz insan için yaratıldı, insana gerekli olduğu için yaratıldı. Yoksa Allah Celle Celaluhu'nun, bu yaratıklarının hiçbirine ihtiyacı yoktur. Burada akla şu soru geliyor, yıldızlar ya da bizden çok uzaklarda bulunan cisimlerin bize ne faydası var? Bunlar bize niçin lâzım? Önce Rabbimiz kâinata muazzam bir nizam vermiş, bir makine dişlileri gibi, her şeyi yerli yerine koymuş; bu muazzam nizam işliyor. Bu yarattıklarını görüp, yaratıklar ile kurduğu bu muazzam düzeni anlayan ve anlatanlar kurtuluşa erecek olanlardır. Demek ki Rabbimizin yaratıklarını bilmek, onlar üzerinde kâmil mânada tefekkür etmek insanı
kurtuluşa götürüyor. Yaratıklar üzerine yapılan tefekkür sonucu Mevlâ Teâlâ'yı bilmek ve bilmeyi de ibadetlerle desteklemek gerekiyor.
İnsanın yapması gereken budur. Bunu yapmazsa, hem kendini helâk etmiş olur, hem çevresini, hem de, kurulmuş olan muazzam nizamın aleyhine iş yaparak, nizam ve intizamın bozulmasına sebep olur.
Allah ve Resûl'üne itaat etmek, önce iman etmekle olur. İmandan sonra farzları, sünnetleri, müstehapları, edepleri yapmakla, haramlardan, mekruhlardan kaçmakla Allah ve Resûl'üne itaat edilmiş olur.
Allah ve Resûl'üne itaat etmekte insanın en büyük düşmanı nefsidir. Hem en büyük düşman nefistir, hem de insan nefsine düşkündür. Burada çok acayip bir tezat var. İnsan düşmanına nasıl düşkün olabiliyor? İnsan için bu nefis gibi şerli bir şey daha yoktur.
Bir hadis–i kudsîde Mevlâ Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Nefsine düşman ol, çünkü o nefis düşmanlıkta bana en evvel dikilendir?"
Mü'min kardeşlerim! Şöyle düşünmemiz gerekir. Benim nefsim var ya, Rabbime düşman olarak dikildi. İşte bunun için Rabbimizin rızasına uygun işler yapacağız, nefsimizin istediği işlerden de uzak duracağız.

ÇOCUKLARINIZI AKREP YAPMAYIN

"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Muhakkak ki biz, günahkârlara, lâyık oldukları cezayı veririz." (Secde, 32/22)

Bu âyet–i kerimeyi duyup da duymamış gibi davrananların vay hâline. Bu âyetleri duyup da yan gelip yatanlar zalimlerin ta kendileridir. Bu konuda bir başka âyet–i kerimede de şöyle buyrulmaktadır:

"Kendine Rabbinin âyetleri hatırlatıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır?! Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir." (Kehf, 18/57)

Bu âyetleri duyduktan sonra yan gelip yatanlardan olmayalım, tevbe, istiğfar edip, Rabbimizin rızasına koşalım. Şeriat ve tarikat vadilerinde yürüyelim. Gelecek neslimizi doğru dürüst yetiştirelim, yarın bir de elimizde yetişenlerden dolayı ebedî hayatımızı mahvetmeyelim. Kardeşlerim! Evlat yetiştirelim, akrep değil. Şimdi bunu okuyanlar diyecek ki:
"Bizim çocuklarımıza akrep diyorsunuz, bu nasıl olur?"

"Şüphesiz Allah katında hayvanların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir." (Enfal, 8/22)

Bu âyet kerime üzerine de şunu diyenleriniz olacak: "Tamam, bizim kulaklarımız var, aklımız var. Sabah evden çıkıyor, çalışıp didindikten sonra akşama evimize gidiyoruz, başkalarının evine gitmiyoruz. Gözlerimiz de görüyor, dilimiz de dönüyor." Bunu diyenlere derim ki; siz varın öyle düşünün. Bizim bahsettiğimiz göz, başka gözdür, kulak başka kulaktır. Sizin anladığınız göz ve kulaklardan bütün hayvanatta var.

Mü'min kardeşlerim! Her insanda dört tane göz var, dört tane de kulak vardır. Bu göz ve kulakların eşleri kalbimizdedir. Âyet–i kerimenin anlatmak istediği de zaten budur, insanın kalbindeki kulağının işitmesi, kalbindeki gözünün görmesidir. Âyet–i kerimenin uyarısı, kalp gözü ve kalp kulağı kapalı olanlaradır. Bu açıklama ile şöyle bir düşünün bakalım, bu âyet–i kerime bizi içine aldı mı, almadı mı? Aldıysa vay hâlimize! Allah bizi kurtarsın, Allah bizi kalp gözü, kulağı açık olanlardan eylesin.

KALPLERİNİZİN KAPI VE PENCERELERİNİ AÇIN

"Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, mü'minlere karşı çok merhametlidir." (Ahzab, 33/43)

İçinizde güneşi bilmeyen var mı? Yok. Güneş doğduğu zaman, aydınlatmadığı bir tek nokta kalır mı? Velev ki bir iğne ucu kadar olsun. Güneş bütün karanlıkları aydınlığa çıkarır. Güneş bizim evimizdeki lâmba gibi değildir. Güneşin aydınlığından istifade etmek isteyen evler ne yapacaklar? Perdelerini açacaklar. Sen evinin perdelerini sıkı sıkıya kapalı tutacaksın, hatta ışık girmesin diye kalın perdeler kullanacaksın, sonra da şikâyet edeceksin ki, güneş benim evimin içini aydınlatmıyor. Demezler mi adama ki, kardeşim sen evinin perdelerini açtın da güneşin ışığı evine girmem mi dedi? Burada kabahat güneşte mi yoksa ev sahibinde mi? Elbetteki ev sahibinde. Aç evinin perdelerini, güneş de içeriyi aydınlatsın.
İşte insanın kalbi de böyledir. İnsanın kalbi bir ev gibidir. Beytullah'tır, Allah'ın evidir. Kalp evinin de kapısı, penceresi var. Mevlâ Teâlâ'nın nuru kalp evinin kapısına, penceresine gelip dayanıyor, dışarıda nur parlıyor, ama ne yazık ki ne kapıyı açan var, ne de pencereyi. Ne oluyor? Kapıya kadar gelen nimetten istifade edilemiyor.
Burada şu soru sorulur: Kalbin kapısı ve penceresi nasıl açılır? Kalbin kapısını açacak olan zikirdir. Kul zikrettikçe, kalbin kapısı ve penceresi yavaş yavaş açılmaya başlar. Açılan kapı ve pencerelerden Mevlâ Teâlâ'nın nuru içeri girer. Mevlâ Teâlâ'nın nuru kalbe girmeye başladı mı, kalp aydınlanmaya başlar, kalpteki zülumat nura dönüşür. Kalp, Mevlâ Teâlâ'nın nuru ile dolunca, kalp evi tamamen aydınlanmış oluyor. Kalp evinin sürekli aydınlık kalması için kapı ve pencerenin hiç kapanmaması gerekiyor. Eğer kapı ve pencere kapanırsa, sonuç yine karanlık olur.
Bu mânayı dikkate alarak âyet–i kerimenin bize anlatmak istediği şudur:
"Ey kullarım! Her vakit kalbinizin penceresi açık olsun, benim nurum her zaman kalplerinize girip orayı aydınlatsın." Daha açık bir ifade ile; "Beni çok anın, beni her an zikredin, ben nerede zikrediliyorsam benim nurum oradadır." deniyor.
Güneşi düşünelim, şimdi bizi aydınlatan şu gördüğünüz güneş, bundan on saat evvel dünyanın öbür ucundakileri aydınlatıyordu. Mevlâ'mız tarafından yaratılmış bir varlık olan güneş böyle. Ya Rabbimiz? O, nasıl olduğunu şöyle haber veriyor:
"Ben her zaman hazırım, bir an bile gafil olmam mümkün değildir. Ne arkadayım, ne de öndeyim. Sizler benden habersiz, gafil bir hâldesiniz. Benim nurumun parlamadığı zaman yoktur. Sizler kalplerinizin kapılarını, pencerelerini kapalı tutuyorsunuz, sonra da benim nurumdan nasip alamıyorsunuz, benden habersiz oluyorsunuz."
 
Ş Çevrimdışı

şehadet81

Üye
İslam-TR Üyesi
İtaati ne olduğunu,kime ne kadar olduğunu,itaatin sınırlarını bizlere bildiren Rabbin emirlerine bizde Rasulü ve Rasulüne tabi olanlar gibi işittik ve itaat ettik.Tağutun her türlüsünden Allah'a sığındık ve çizdiği çizgide haddi aşmadık hamdolsun.İnşallah aşmayacağız da.Bunun da sağlanması için gereken reçetenin gene Allah ve Rasulünün emri olan bir olma birlik olma aşamasından geçtiği bilinci ile kardeş olduk ve sımsıkı sarıldık birbirimize . hoca biz açtık kapı baca çerçeveyi elhamdulillah.Duymayan kulak görmeyen gözden mühürlenmiş kalbten Yaradana sığındık.İnşallah gaflet ve delalet bizden uzak olsun.Rabbim bizlere nuruyla aydınlanmayı ve o eşsiz iman boyası ile boyanmayı nasip etsin:
 
deli Çevrimdışı

deli

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Allah razı olsun hacı abi... siz bu davada samimiyetinizle devam edin. biz arkanızdan samimiyeti katlayarak geliyoruz inşaAllah :cihad
 
Üst Ana Sayfa Alt