Âleykum selam we rahmetullah;
C 1 - 2- Küfür düzeninde Oy kullanan veya mevcud küfür otoriteyi ve silahlı kuvvetlerini fiziken olmadığı halde kalben / gönülden desteklediğini düşündüğü için bir mucâhid, kendi zann ve kanısıyla muslumanların emirinin böyle bir emiri olmamasına rağmen savaştan beri olan kadınları hedef alarak çeşitli silahlarla hedef alarak atışta bulunması, öldürüp yaralaması kendi hatalı içtihadıdır. Bir mucâhid, ilmi bir birikimi yokken, kâfir de olsalar, savaşla alakası olmayan ve öldürülmeleri yasaklanmış olanların öldürülmeleri câiz değildir, vebaldir.
حدّثنا أَبُو بَكْرٍ بْنُ أبِي شَيْبَةَ. ثنا سُفْيَانُ بْنُ عُيَيْنَةَ عَنِ الزُّهْرِيِّ، عَنْ عُبَيَدِ اللهِ ابْنِ عِبْدِ اللهِ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ؛ قَالَ: ثنا الصَّعْبُ بْنُ جُثَامَةَ؛ قَالَ: سًئِلَ الْنَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم عَنْ أَهْلِ الدَّارِ مِنَ المُشْرِكِينَ يُبَيَّتُونَ، فَيُصَابُ النِّسَاءُ وَالصِّبْيَانُ؟ قَالَ: ((هُمْ مِنْهُمْ)).
Es-Sâ'b bin Cessâme (r.anh)'den; Şöyle demiştir: (Bir kere) Nebi ﷺ'e muşrik (muhârib)lerden aile sahibi olanlara (İslâm mucâhidleri tarafından) geceleyin baskın düzenleniyor ve (bu arada ayırd edilemeyerek) onların kadınları ve erginlik çağına varmamış çocukları da isabet alıyor (yaralanıyor, öldürülüyor), diye soru soruldu.
Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): «Onlar da muşrikler (toplumun)dandır» buyurdu.
(İbn Mâce, Cihâd, 30, Hadis no: 2839)
Kastalani: Peygamber'in maksadı muşriklerin kadınlarını ve çocuklarını bile bile öldürmenin mubahlığı değildir. Maksad, muşriklerin erkeklerini öldürebilmek için kadınlarını ve çocuklarını öldürmek zarureti olduğu zaman bunların öldürülmesinin câizliğidir. Muşriklerin kadınlarını ve çocuklarını öldürmeden erkeklerini öldürmek mümkün ise kadınlarını ve çocuklarını öldürmek câiz değildir. Çünkü diğer bazı hadisler, muşriklerin kadınlarını ve çocuklarını öldürmeyi yasaklamıştır, der.
Hattabi de şöyle der:. Peygamber ﷺ'in: "Muşriklerin kadınları ve çocukları Onların camiasındandır" hadisinden maksadı, kadın ve çocukların dini hükümler konusunda aile reisine tâbi olmasıdır. Yoksa Peygamber ﷺ, muşriklerin çoluk çocuklarını kasden öldürmeyi mubah kılmış değildir. Bunun mubahlığı ancak ayırd etmenin mümkün olmadığı durumlara ve zamanlara aittir. Mesela, muşrikler çoluk çocuklarıyla birlikte bir vapurda veya bir kale'de iken ve muşrikler ile müslümanlar arasında savaş devam ederken bu gibi durumlarda vapuru batırmak ve kale'yi yıkmak mubahtır.
حدّثنا أَبُو بَكْرٍ بْنُ أبِي شَيْبَةَ. ثنا وَكِيعٌ عَنْ سُفْيَانَ، عَنْ أَبِي الزِّنَادِ، عَنِ الْمُرَقَّعِ بْنِ عِبْدِ الله بْنِ صَيْفِيٍّ، عَنْ حَنْظَلضةَ الْكَاتِبِ؛ قَالَ: غَزَونَا مَعَ رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم. فَمَرَرْنَا عَلَى امْرَأَةٍ مَقْتُولَةٍ قَدِ اجْتَمَعَ عَلَيْهَا النَّاسُ. فَأَخْرَجُوا لَهُ. فَقَالَ: ((مَاكَانَتْ هَذِهِ تُقَاتِلُ فِيمَنْ يُقَاتِلُ)) ثُمَّ قَالَ لِرَجُلٍ: ((انْطَلِقْ إِلَى خَالِدِ بْنِ الوَلِيْدِ، فَقُلْ لَهُ: إِنَّ رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه وسلم يَأْمُرَكَ، يَقُولُ: لاَ تَقْتُلَنَّ ذُرِّيَّةً وَلاَ عَسِيفاً)).
Hanzala el-Kâtib (Radıyallâhu anh)'den; Şöyle demiştir:
Biz (bir kere) Rasulullah ﷺ'in beraberinde bir savaşa gittik. Sonra başında halkın toplandığı öldürülmüş bir kadın cesedine uğradık. Halk Rasûl-u Ekram ﷺ için dağıldı. Sonra Rasûlu Ekram ﷺ: «Bu kadın savaşanlar içinde savaşmış değildi», buyurdu.
Sonra bir adama: «Hâlid bin el-Velîd'e git ve O'na de ki: Rasulullah ﷺ sana emrederek diyor ki: Sakın hiç bir kadını ve (savaştan başka iş için) kiralanan hiç bir adamı öldürme.»
(İbn Mâce, Cihâd, 30, Hadis no: 2842; Hâkim, II, 122; Beyhakī, IX, 91)
Seleme (r.anh)'ın hadisini Ebu Davud ve Nesai de rivayet etmişlerdir. Ebu Davud'un rivayetinde: "Seleme (r.anh): O gece muşriklerden yedi aşiret halkını ben kendi elimle öldürdüm", demiştir.
Bu hadis de savaş halinde muşriklerin evlerine gece baskını düzenlemenin ve baskın esnasında kadınları ve çocukları ayırd etmek mümkün olmadığı takdirde ev halkından erkekleri öldürürken bu meyanda kadınları ve çocukları da öldürmenin câizliğine delalet eder.
İbn-i Ömer (r.anhuma)'ın hadisini Buhari, Tirmizi, Ebu Davud ve Nesai de rivayet etmişlerdir. Bu hadis savaşta kadınları ve çocukları bile bile öldürmenin yasaklığına delalet eder.
Avnu'l-Mabud yazarı bu hadisin şerhinde: Bu hadis, savaşta kadınları ve çocukları öldürmenin câiz olmadığına delildir.
Malik ve Evzai de böyle hükmetmişlerdir. Bu iki âlimin görüşüne göre bunlar hiç bir durumda öldürülemezler.
Şafii ve Kufe alimlerine göre ise kadın, savaşa katıldığı zaman öldürülmesi caizdir, der.
Hattabi bu hadisin izahında: Bu hadis, kadının savaştığı zaman öldürülmesinin caizliğine delalet eder. Çünkü görüldüğü gibi Peygamber ﷺ bu kadının öldürülmesinin haramlığına gerekçe olarak kadının savaşmamasını göstermiştir. Şu halde kadın savaşa katıldığı zaman öldürülmesi câizdir. Hadisten bu netice çıkarılır.
Asif: Kiralanan ve tabi olan demektir, der.
Sindi: de: Hadiste öldürülmesi yasaklanan kiralık adamdan maksad çobanlık gibi hizmetler için kiralanan kimse olsa gerek. Savaşmak üzere kiralanan kimse kasdedilmiş değildir, der.
Bu olay, yalnız kâfirlerin kötülüklerini ve müslümanlar üzerindeki her türlü olumsuz tesirlerini önlemek için savaşılacağını gösterir. (Ebû Bekr Şemsu’l-eimme Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed es-Serahsî, el-Mebsûṭ,, C. X, Sf: 5)
Eğer savaşın sebebi küfür olsaydı kâfir kadınların da öldürülmesi gerekirdi. Kadın fiilen savaşmadığı için öldürülmesinin haram olduğu anlaşılmaktadır. Bunun gibi, dinden dönen kadının öldürülmemesiyle ilgili hüküm de kadının muharip sayılmamasıyla izah edilmiştir (Ebû Zeyd Abdullāh (Ubeydullāh) b. Muhammed b. Ömer b. Îsâ, vr. 202 a b; Ebû Abdillâh Radıyyuddîn Burhânu’l-İslâm Muhammed b. Muhammed es-Serahsî et-Tûsânî, vr. 408b)
O mucâhid, müslümanlarla savaşmıyorsa(!), zaten kâfir gördüklerini ülkenin vatandaşları zaten kâfirdir, Oy verdi diye kâfir olacak olsa bile , oy vermeden önce de kâfirdir zaten. Yok kendini müslüman zanneden bir vatandaş kabul ediliyorsa, bu kişi de zaten kâfirdir. Yok kâfir olmayıp da oy verdi diye kâfir oldu sayıyorsa bile, Oy veren kâfirin hükmü murted gibi öldürülmesi gerekmektedir.
Ayrıca kalbden geçeni yarmadan biliyorsa vebaldedir. Bu mantıkla herkes istemediği, kızdığı bir kimseyi kalben böyle düşünüyor, inanıyor diye herkes sevmediği kimseleri öldürür, sonrada böyle geçersiz bahane ileri sürer..
Kısacası bir kimse bu kadar geçersiz ve delilsiz bir şekilde nefsi zanlarıyla karar vererek mâsumların ölümüne sebeb olacak şekilde zannda bulunması ve ölümlere sebeb olması büyük günahtır, şahsi içtihad değildir Hakkında hüküm olan bir konuda tersine nefsi kararlarıyla canlara sebeb olunamaz. Bir de buna hatalı içtihat diyerek 1 sevab almaya çalışılamaz.
C 3 -
Harbî Kâfir (Ehlu’l Harb):
İslam âlimleri, Harbî kafiri ittifakla şu şekilde tarif etmişlerdir: "Müslümanlarla eman, anlaşma ve zimmet ahdi olmayan kâfirlerdir."
Harbî/savaş halindeki kâfir; Müslümanların zimmetine girmeyen her kâfirdir. İster anlaşmalı olsun ister emanlı olsun, ister anlaşmalı ve emanlı olmasın fark etmez. İslâm Devleti ile herhangi bir kâfir devlet arasında bir anlaşma yapıldığında, bu devletin tebaası anlaşmalı olup, onlarla aramızdaki anlaşmanın belirlemiş olduğu hususa göre muamele görülür. Bu anlaşmanın belirlediği her husus uygulanır. Ancak anlaşmanın varlığına rağmen anlaşmalı kâfirler, hükmen harbî kâfir olmaları konumundan dışarı çıkmazlar. Çünkü anlaşmanın bitmesi veya onlar tarafından veya bizim tarafımızdan bozulması ile birlikte onların hükmü diğer harbî kâfirlerin hükmüne döner.
Müslümanlar ile arasında bir anlaşma olmayanlar hükmen değil fiilen harbî kâfirlerdir. Harbî/savaş halindeki kâfir; Müslümanların zimmetine girmeyen her kâfirdir. İster anlaşmalı olsun ister emanlı olsun, ister anlaşmalı ve emanlı olmasın fark etmez. İslâm Devleti ile herhangi bir kâfir devlet arasında bir anlaşma yapıldığında, bu devlet arasında bir anlaşma yapıldığında, bu devletin tebaası anlaşmalı olup, onlarla aramızdaki anlaşmanın belirlemiş olduğu hususa göre muamele görülür.
Bundan dolayı; Müslümanlara karşı onları güçlendirme söz konusu olduğunda onlara silah ve savaş malzemelerinin satışı engellenir. Fakat Müslümanlara karşı onları güçlendirme söz konusu olmadığında onlara silah ve savaş malzemelerinin satışı engellenmez. Özellikle İslâm Devleti -bütün büyük devletlerde olduğu gibi- silah imal edip sattığında engellenmez.
Anlaşmada onlara silah ve savaş malzemeleri satmanın câiz oluşu zikredilse fakat bu satış onları Müslümanlara karşı güçlendiriyorsa bu şarta bağlı kalınmaz. Çünkü bu şart Şer’iata muhaliftir. Şer’iata muhalif olan her şart batıldır, bağlayıcı olmaz.
Kendileriyle aramızda bir anlaşma olmayanlar hükmen değil fiilen harbî kâfirlerdir. İster onlar ile aramızda bilfiil harb başlamış olsun ister ise olmasın fark etmez. Dolayısıyla her sefer için özel eman/vize ile olmadıkça onların Müslümanların ülkelerine girmelerine izin verilmez. Onlara ancak belirli, sınırlı bir süre ile ikamet izni verilir.
Ancak bilfiil savaşan harbî kâfir devlet ile bilfiil savaşmayan harbî kâfir devlet arasında fark vardır. Bu fark ise; bilfiil savaşan ile barış anlaşmasından önce herhangi bir anlaşma yapılmaz. Onun tebaasından olan bir kişiye ancak, Allah’ın kelamını dinlemek için geldiğinde veya Müslümanların ülkesinde yaşayan bir zimmî olmak için geldiğinde eman verilir. Bilfiil savaşmayan harbî devlet böyle değildir. Zira onunla ticaret anlaşmaları, iyi komşuluk ve diğer anlaşmalar yapılır. Onun tebaasına ticaret, ya da gezinti, ya da yolculuk için İslâm beldelerine girmesine eman verilir. (Takiyuddin en Nebhani, İslam Şahsiyeti, C. 2)
Bu tanıma göre ister bizimle savaşsın ister savaşmasın, kâfirliğinden ötürü kâfirlerde asıl olan onların harbî olmasıdır. Buna göre aramızda herhangi bir eman, söz ve zimmet ahdi olmayan bir kâfir, silahını bize doğrultmasa dahi, öldürülebilir ve malı ganimet alınabilir. Yani malı ve kanı Müslümanlara helaldir. Bunun savaşıp savaşmaması, öldürülmesi açısından bir farklılık göstermemektedir.
Zimmet Ehl-i Kâfirler:
Bunlar, İslam diyarında küfürleri üzere ikâmet edip cizye veren ve kendisinde İslam’ın hükümleri tatbik edilen kimselerdir.
Sözleşmeli Kâfirler:
Bunlar, Müslümanların halifesinin, Müslümanların maslahatı gereği kendileriyle belli bir muddet savaşmamak üzere andlaştığı kimselerdir.
Eman (Güven) Altındaki Kâfirler:
Bunlar, kendisine karışılmamak üzere Müslümanlardan güvence alarak İslam diyarına giren kimselerdir.
İbn-i Kayyım el Cevziyye rahimehullah şöyle demektedir:
Berae (Tevbe) suresinin inişinden sonra artık kâfirler üç kısma ayrıldı:
1-Onunla savaşanlar,
2-Barış yapanlar,
3-Zimmiler.
Sonra, andlaşma ve barış yapılanlar İslam’a döndü ve kâfirler iki kısım kaldı.
1-Savaşanlar
2-Zımmiler
Peygamber ﷺ ile savaşanlar O’ndan ﷺ korkuyorlardı. Böylece Peygamber ﷺ açısından dünyada yaşayanlar üçe ayrılmış oluyordu:
1-Kendisine inanan Müslümanlar
2-Eman altında olanlar
3-Kendisinden korkup savaşanlar.(İbn-i Kayyım el Cevziyye, Zâdu’l Mead, C.3, Sf: 145)
Yeryüzündeki insanların İslam’la olan durumları açısından üçe ayrılır:
1-Müslümanlar
2-İslam dinine girmediği halde Müslümanlarla; cizye, andlaşma veya eman ile selamette olanlar.
Bu iki kısımdakilerin malları ve canları güven altındadır. Ancak malını veya kanını mubah kılacak şer’i bir suç işlemesi bundan müstesnadır.
3-Bunların dışında kalan yeryüzündeki tüm insanlar yani yeryüzünde yaşayıp İslam’a girmemiş tüm kafirler, Müslümanlarla zimmet, sulh veya eman ile bir güvencesi olmayanlar, İslam’la savaşan ve emanı olmayan bir kâfirdir.
Bu kâfir, hangi çeşit olursa olsun harbî kâfir olması açısından hükmü değişmez. İster tağutların ordularında bir asker olsun, isterse de sıradan bir vatandaş olsun.
İslam âlimleri, kendisinde eman, zimmet veya bir andlaşma olmayan kâfirlerin kanları ve mallarının helal olduğu konusunda icma etmişlerdir. Bunun hilafını söyleyen hiçbir muteber âlim yoktur.