Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi, mağfiret ve hidayeti üzerinize olsun.
Forum'da bir çok incelemede bulundum.Kendi görüşüm içerisinden çok uzak görüşleri görmedim lakin bazı konulara değinmek isterim müsaadeniz ile ... Ben hayatımın ilk görüşünü Ülkü Ocaklarında benimsemiş bir kardeşinizim. Genel anlamı ile bizlere "Irkçı" yakıştırması yapan kıymetli büyüklerim, Hayatımın hiçbir döneminde bir ırkı başka bir ırktan üstün görmedim. "Üstünlük ancak takva iledir." düsturu ile hareket ettim ve etmeye inş'Allah devam ediyorum. Tâğut sistemin kölelerinden olmadım,Şeriat'dan başka yönetim biçimi tanımadım.
Ülkü Ocakları içerisinde her ne kadar "Irkçı" insanlar var ise'de bir o kadar Allah rızası için mücadele eden insanlar'da var. 1980 dönemlerinde Anadolu'dan gelmiş ve dinsizlere,Komünizme karşı mücadele göstermiş ve Allah için mücadele ettiğini vurgulayarak rahmeti rahmana kavuşmuş insanlar için arkalarından bu denli hakaret,mürtet gibi söylemler söylemek sizce doğru mu bilmek isterim. ( Dün ile bu günü kıyaslamıyor dün için konuşuyorum )
"Kişi kavmini sevmekle kınanamaz" ve "Vatan sevgisi imandandır" diyerek yola çıktım. İslamın sancaktarı Türk milletidir,olmalıdır. diyerek Tevhid yarışında ileriye atılma gayreti içerisinde bir düşüncede kendimi buldum.
Seyyid Ahmet Arvasi hocanın ;
12 Eylül döneminde asılan Ülkücüler'in yaşanmışlıklarına baktığımızda bir ellerinde Kuran olduğunu gördüm.Tabutluklar'da,İşkenceler'de,Asılırken dahi Allah'ı kalben anmaları onları şehit yapmaz mı diyerek size bir soru yöneltmek istiyorum.Asılırken onu idam eden hocaya "Hakkını helal et cellat efendi" diyen bu kişiler sizce "Irkçı" olabilirler mi.
Asılmadan önce namaz kılmak isteyen,kuran okumak isteyenlerin olduğu bir atmosferde "Irkçılık" - "Kavmiyetçilik" şuuru sizce olabilir mi.
Bir mektubu sizinle paylaşmak isterim ;
Değerli babacığım, sana bu mektup belki son mektubum, son satırlarım olacak. Birgün hepimizin çıkacağı o ilahi huzura çıkacağız. Ölüm her kula borçtur. Ancak yüce Allah hayırlı ölüm ve imanla gitmek nasip etsin. Size son sözüm ‘benim ölümüm ancak ve ancak Allah rızası için, vatanımın ve milletimin, devletin yok edilmek istendiği bir zamanda, sahipsiz iken sahip çıkmak ve Allah rızasına kavuşmaktır. Şunu herkes bilsin. Ölümümden kimseyi sorumlu tutmayın. Kimseye kırgın ve dargın değilim. Beni seven, soran herkes hakkını helal etsin. Yüce Allah bize şöyle buyurur: Andolsun ki sizi can, mal, evlat ve sabırla imtihan edeceğim’... Muhterem babacığım. Başka yazacak bir şey bulamıyorum. Zaten dünya adına konuşma ve yazma ‘fitne doğurur’. Benim amacım Türkiye’mde fitne, küfür, kızıl emperyalizmin oyunlarını bozmak. Şu cennet vatanı ikinci bir Afganistan gibi kale yaptırmamak içindi. Şimdi Allah ve onun kutlu yolcularına teslim ediyorum. İsim yazmaya gücüm yok. Tüm aile fertlerine, anama, akrabalarıma, soranlara ayrı duygularla selam eder, Allah’tan rahmet ve hidayet dilerim. Esselamün aleyküm ve rahmetüllah ve berekatuhu.”
Oğlun Ahmet Kerse
Sizce bu mektup Allah'a tevekkül ile bağlılık değil midir.
Başka bir olaya dönmek istiyorum,Onları asan bir hocanın kaleminden bunlar..Kendisi hala yaşamakta ve bu olayı bir çok yerde anlatmıştır.
Halil Esendağ ile yine aynı akibeti paylaşan dava arkadaşı Selçuk Duracık’ın idamlarında bulunan Abdullah Hoca anlatıyor:
“Ne mutlu onlara... Allah’ın izniyle onlar şehittir... Her hareketlerine şahit oldum. Ruhlarını nasıl teslim ettiklerine şahit oldum. Tekbir getirerek, Kelime-i şehadet getirerek ölüme yürüdüler. Bir akşam, sivil memurlar ellerinde telsizlerle evime gelip, ‘Hocam, bir nikahımız var. Nikah kıymaya gelir misin?’ dediler. Otomobillerine binip Buca Cezaevi’nin önüne gelmiştik. Her taraf asker doluydu. Cezaevinin kapısından girince, infaz yapılacağını anladım. İnfaz heyetinin bulunduğu salona götürüldüm. Savcılar, hakimler, komutanlar, doktorlar, infaz görevlileri oradaydı. Orada bulunanların bir kısmı, heyecanlı bir telaş içindeyken, bir kısmı da üzüntülüydü.
Taş gibiyiz
Bir müddet sonra, görevliler elleri arkadan kelepçeli olan iki genci getirdiler. Üzerilerinde ayak bileklerine kadar uzanan kolsuz beyaz bir giysi, başlarında beyaz namaz takkesi, ayaklarında beyaz çorap ve terlik vardı. ‘Selamün Aleyküm’ diyerek içeri girmişlerdi. O an çok şaşırmıştım. Onları sanki çok eskiden beri tanıyordum... Orada bulunanların çoğu onlarla helalleşti. Hücrelerinde yazdıkları vasiyet mektuplarını İnfaz Savcılığı’na teslim ettiler. Heyet huzurunda doktor, ‘Sağlık şikayetiniz var mı’ diye sorduğunda ikisi de, ‘Elhamdülilah taş gibiyiz. Hiç bir şikayetimiz yok’ dediler. Son arzuları sorulduğunda ikisi de cenazelerinin ailelerine teslim edilmesini istemişti. Telkinde bulunmak için yanlarındayken bana çok saygılı davrandılar.
Gözleri parlıyordu
Kendilerine, ‘Kardeşlerim, her insan bu dünyada farklı bir kaderi yaşamaktadır. Dünya bir imtihan koridorudur. Ölüm, ahiret hayatına açılan bir kapıdır. Ne mutlu Allah’a iman ederek bu imtihanı tamamlayanlara’ dediğimde gözlerine bakmıştım. Gözleri sevinçle parlıyordu. ‘Az sonra Allaha kavuşacaksınız’ dedim. ‘Biliyoruz Hocam, biliyoruz; dostlarımıza söyleyin, ölümümüze üzülmesinler’ demişlerdi. İkişer rekat namaz kıldılar. Ellerini kaldırıp, son dualarını yaptıkları o anı unutamıyorum... Yüzleri o kadar nurlanmıştı ki... Az sonra görevlilerle infazın yapılacağı bahçeye çıktık. Bahçe projektörlerle aydınlatılmış, ortalık gündüz gibiydi. Sehpalar kurulmuş yağlı urgan parlıyordu. Ürpertici bir manzara vardı... Az sonra iki genç insanın dünyaları değişecekti. Bir an, kendimi onların yerine koydum... Altmışı geçmiş yaşımda, dünyadan alacağım fazla bir lezzet de kalmadığı halde, çok korkmuştum... Heyecandan elimin, ayağımın titrediğini hissediyordum. Böyle bir anda korkmadan, heyecanlanmadan normal olabilmek, kamil bir imana sahip olmayı gerektirirdi...
Tebessümle başını salladı
İnfaza önce Selçuk’tan başlandı. Selçuk’un yaftası boynuna asılmıştı. Sehpaya yürümeden göz göze gelmiştik. ‘Allah’a gidiyorsun Selçuk!’ demiştim. Tebessümle başını salladı... Tekbir getiriyordu. Sehpanın altındaki tabureye çıktı. Cellat, boynuna urganı geçirirken, Selçuk, Cellat’a bir şeyler söyleyince cellat, bir an durakladı. Selçuk, sürekli Kelime-i şehadet getiriyordu. Cellat, tabureye vurduğunda, Selçuk urganda asılı olarak bir sağa, bir sola sallanıp, kıbleye doğru boynu bükük bakar halde ruhunu teslim etti. Bir müddet asılı bekletildikten sonra, Savcı askerlerin de yardımıyla, Selçuk’un boynundan urganı çıkardı... Selçuk’u bir masaya yatırdılar. Gözleri bir başka aleme bakıyordu. Gözlerini kapatıp ona Yasin okudum... Daha sonra Halil’i getirdiler. Onun da boynuna yafta takılmıştı.
Kıbleye bakar halde
Ona da, ‘Halil, Allah’a gidiyorsun’ dedim. O da, tebessümle başını sallayarak, ‘Biliyorum Hocam!’ diye karşılık verdi ve tekbir getirerek sehpaya yürüdü. Urgan boynuna geçirilirken o da cellata bir şeyler söyledi. Cellat, aynı tavrı göstermişti. Kelime-i şehadet getirirken cellat tabureyi ayağının altından çekti. Halil de Selçuk gibi boynu bükük kıbleye bakar halde ruhunu teslim etti. Halil’in de boğazından urganı Savcı çıkardıktan sonra, masaya yatırdılar. Halil’in de gözleri açıktı; sevinçle uzaklara bakıyordu... Gözlerini kapatıp, ona da Yasin okudum. Mesleğim gereği nice ölü görmüştüm; fakat bunlar hiç ölüye benzemiyordu... Onlarda yorgun bir mü’minin uyku hali vardı. Selçuk ile Halil’in, cellata ne söylediklerini merak ediyordum. Duvarın kenarında çömelip, önüne bakan cellatın yanına gittim. Halil ile Selçuk’un, ne söylediğini sorduğumda, ‘Ben böyle insanlar görmedim. Öncekiler bana küfür ediyordu; bunlar ise (Hakkını helal et) dediler sözleriyle içini çekiyordu.”
Veya Mustafa Pehlivanoğlu'nun ailesine yollamış olduğu mektubu okumanızı isterim.
“Sevgili anneciğim ve babacığım, sizler beni bu yaşa kadar büyüttünüz ve yetiştirdiniz. Benim sizlere karşı işlemiş olduğum hataları ve suçlarımı affedin. Hakkınızı helal edin. Ben sizlerin bir evladınız olarak, bugüne kadar Cenab-ı Allah’ın ve Onun Resulü Yüce Peygamberimizin yolundan ayrılmadım. Fakat Cenab-ı Allah alın yazımızı böyle yazmış. Ne yapalım? Kader ne ise onu çekeceğiz. Ben de kardeşim Haydar gibi bir an önce Cenab-ı Allah’ın huzuruna çıkacağım. Eğer benim günahım varsa, Cenab-ı Allah’ın huzurunda çekmeye hazırım. Yok benim bir günahım yok ise, beni bir yanlışlık sonucu idam cezası ve idam eden kişiler Allah’ndan bulsunlar. Şunu hiç bir zaman unutmasınlar ki, Mustafa’lar ölür, fakat milliyetçilik fikri ve mücadelesi ölmez. Yaşasın yolunda vermiş olduğum ve kellemi verdiğim Türk Milliyetçiliği. Bizim zaferimiz yakındır. Zafer her zaman Cenab-ı Allah’a inananlarındır. Bunun için hiç üzülmeyin. Cenazenin arkasından ağlamak günahtır. Sizden ricam ağlamayın. Anne, sizlerle helalleşmek isterdim, fakat olmadı. Sizler de hakkınızı helal edin. Son olarak, abime, yengeme, yeğenime, bacıma selam eder, haklarını helal etmelerini dilerim. Nişanlıma da selam eder, Cenab-ı Allah’tan mutlu ve neşeli bir yuva kurmasını dilerim.
-Mustafa-
Bunlar gibi bir çok örnek mevcut.Benim siz değerli kardeşlerimden ve büyüklerimden hiç olmazsa o saf Anadolu çocukları için bu kadar ağır ithamlarda bulunmamanız.Bu bir ricadır,Kendiniz nasıl söylemlerde bulunmak istiyorsanız tabi'ki bana söz düşmez. Anadolu Müslümandır,Pek İslam hukukunu bilmese bile.. Bu insanlar sadece Allah'ın rızası,Ülkenin hain emellere teslim olmaması için mücadele etmişlerdir.
"Allah, göklerde ve yerde olanları bilir, Allah, herşeyi bilendir."
Belki uzun oldu,cümleler'de hata oldu.Zamanınızı aldım hakkınızı helal edin.İçimden geçenleri söylemek istedim,anlatmak istedim.
NOT ; Suriye Türkmen Cephesi'nde Nusret cephesi mücahitleri ile birlikte çarpışan bir çok Ülkücü vardır.Şehit olanlar'da mevcuttur. "Kavmiyet" için değil Allah rızası içindir.
Cenab-ı Allah, tutacak olduğumuz oruçları, Kılacak olduğumuz namazları kabul buyursun.Cenab-ı Hak, Doğu Türkistan'da,Suriye'de,Filistin'de ve tüm İslam coğrafyasında mücadele eden Mücahit kardeşlerimizi davalarında muzaffer kılsın.
Hepinizi Allah'a emanet ediyorum.
KANIMIZ AKSA'DA ZAFER İSLAMIN'DIR.
Forum'da bir çok incelemede bulundum.Kendi görüşüm içerisinden çok uzak görüşleri görmedim lakin bazı konulara değinmek isterim müsaadeniz ile ... Ben hayatımın ilk görüşünü Ülkü Ocaklarında benimsemiş bir kardeşinizim. Genel anlamı ile bizlere "Irkçı" yakıştırması yapan kıymetli büyüklerim, Hayatımın hiçbir döneminde bir ırkı başka bir ırktan üstün görmedim. "Üstünlük ancak takva iledir." düsturu ile hareket ettim ve etmeye inş'Allah devam ediyorum. Tâğut sistemin kölelerinden olmadım,Şeriat'dan başka yönetim biçimi tanımadım.
Ülkü Ocakları içerisinde her ne kadar "Irkçı" insanlar var ise'de bir o kadar Allah rızası için mücadele eden insanlar'da var. 1980 dönemlerinde Anadolu'dan gelmiş ve dinsizlere,Komünizme karşı mücadele göstermiş ve Allah için mücadele ettiğini vurgulayarak rahmeti rahmana kavuşmuş insanlar için arkalarından bu denli hakaret,mürtet gibi söylemler söylemek sizce doğru mu bilmek isterim. ( Dün ile bu günü kıyaslamıyor dün için konuşuyorum )
"Kişi kavmini sevmekle kınanamaz" ve "Vatan sevgisi imandandır" diyerek yola çıktım. İslamın sancaktarı Türk milletidir,olmalıdır. diyerek Tevhid yarışında ileriye atılma gayreti içerisinde bir düşüncede kendimi buldum.
Seyyid Ahmet Arvasi hocanın ;
- Kesin olarak iman etmişimdir ki, müslüman Türk milleti ve onun devleti güçlüyse, İslam dünyası da güçlüdür.
12 Eylül döneminde asılan Ülkücüler'in yaşanmışlıklarına baktığımızda bir ellerinde Kuran olduğunu gördüm.Tabutluklar'da,İşkenceler'de,Asılırken dahi Allah'ı kalben anmaları onları şehit yapmaz mı diyerek size bir soru yöneltmek istiyorum.Asılırken onu idam eden hocaya "Hakkını helal et cellat efendi" diyen bu kişiler sizce "Irkçı" olabilirler mi.
Asılmadan önce namaz kılmak isteyen,kuran okumak isteyenlerin olduğu bir atmosferde "Irkçılık" - "Kavmiyetçilik" şuuru sizce olabilir mi.
Bir mektubu sizinle paylaşmak isterim ;
Değerli babacığım, sana bu mektup belki son mektubum, son satırlarım olacak. Birgün hepimizin çıkacağı o ilahi huzura çıkacağız. Ölüm her kula borçtur. Ancak yüce Allah hayırlı ölüm ve imanla gitmek nasip etsin. Size son sözüm ‘benim ölümüm ancak ve ancak Allah rızası için, vatanımın ve milletimin, devletin yok edilmek istendiği bir zamanda, sahipsiz iken sahip çıkmak ve Allah rızasına kavuşmaktır. Şunu herkes bilsin. Ölümümden kimseyi sorumlu tutmayın. Kimseye kırgın ve dargın değilim. Beni seven, soran herkes hakkını helal etsin. Yüce Allah bize şöyle buyurur: Andolsun ki sizi can, mal, evlat ve sabırla imtihan edeceğim’... Muhterem babacığım. Başka yazacak bir şey bulamıyorum. Zaten dünya adına konuşma ve yazma ‘fitne doğurur’. Benim amacım Türkiye’mde fitne, küfür, kızıl emperyalizmin oyunlarını bozmak. Şu cennet vatanı ikinci bir Afganistan gibi kale yaptırmamak içindi. Şimdi Allah ve onun kutlu yolcularına teslim ediyorum. İsim yazmaya gücüm yok. Tüm aile fertlerine, anama, akrabalarıma, soranlara ayrı duygularla selam eder, Allah’tan rahmet ve hidayet dilerim. Esselamün aleyküm ve rahmetüllah ve berekatuhu.”
Oğlun Ahmet Kerse
Sizce bu mektup Allah'a tevekkül ile bağlılık değil midir.
Başka bir olaya dönmek istiyorum,Onları asan bir hocanın kaleminden bunlar..Kendisi hala yaşamakta ve bu olayı bir çok yerde anlatmıştır.
Halil Esendağ ile yine aynı akibeti paylaşan dava arkadaşı Selçuk Duracık’ın idamlarında bulunan Abdullah Hoca anlatıyor:
“Ne mutlu onlara... Allah’ın izniyle onlar şehittir... Her hareketlerine şahit oldum. Ruhlarını nasıl teslim ettiklerine şahit oldum. Tekbir getirerek, Kelime-i şehadet getirerek ölüme yürüdüler. Bir akşam, sivil memurlar ellerinde telsizlerle evime gelip, ‘Hocam, bir nikahımız var. Nikah kıymaya gelir misin?’ dediler. Otomobillerine binip Buca Cezaevi’nin önüne gelmiştik. Her taraf asker doluydu. Cezaevinin kapısından girince, infaz yapılacağını anladım. İnfaz heyetinin bulunduğu salona götürüldüm. Savcılar, hakimler, komutanlar, doktorlar, infaz görevlileri oradaydı. Orada bulunanların bir kısmı, heyecanlı bir telaş içindeyken, bir kısmı da üzüntülüydü.
Taş gibiyiz
Bir müddet sonra, görevliler elleri arkadan kelepçeli olan iki genci getirdiler. Üzerilerinde ayak bileklerine kadar uzanan kolsuz beyaz bir giysi, başlarında beyaz namaz takkesi, ayaklarında beyaz çorap ve terlik vardı. ‘Selamün Aleyküm’ diyerek içeri girmişlerdi. O an çok şaşırmıştım. Onları sanki çok eskiden beri tanıyordum... Orada bulunanların çoğu onlarla helalleşti. Hücrelerinde yazdıkları vasiyet mektuplarını İnfaz Savcılığı’na teslim ettiler. Heyet huzurunda doktor, ‘Sağlık şikayetiniz var mı’ diye sorduğunda ikisi de, ‘Elhamdülilah taş gibiyiz. Hiç bir şikayetimiz yok’ dediler. Son arzuları sorulduğunda ikisi de cenazelerinin ailelerine teslim edilmesini istemişti. Telkinde bulunmak için yanlarındayken bana çok saygılı davrandılar.
Gözleri parlıyordu
Kendilerine, ‘Kardeşlerim, her insan bu dünyada farklı bir kaderi yaşamaktadır. Dünya bir imtihan koridorudur. Ölüm, ahiret hayatına açılan bir kapıdır. Ne mutlu Allah’a iman ederek bu imtihanı tamamlayanlara’ dediğimde gözlerine bakmıştım. Gözleri sevinçle parlıyordu. ‘Az sonra Allaha kavuşacaksınız’ dedim. ‘Biliyoruz Hocam, biliyoruz; dostlarımıza söyleyin, ölümümüze üzülmesinler’ demişlerdi. İkişer rekat namaz kıldılar. Ellerini kaldırıp, son dualarını yaptıkları o anı unutamıyorum... Yüzleri o kadar nurlanmıştı ki... Az sonra görevlilerle infazın yapılacağı bahçeye çıktık. Bahçe projektörlerle aydınlatılmış, ortalık gündüz gibiydi. Sehpalar kurulmuş yağlı urgan parlıyordu. Ürpertici bir manzara vardı... Az sonra iki genç insanın dünyaları değişecekti. Bir an, kendimi onların yerine koydum... Altmışı geçmiş yaşımda, dünyadan alacağım fazla bir lezzet de kalmadığı halde, çok korkmuştum... Heyecandan elimin, ayağımın titrediğini hissediyordum. Böyle bir anda korkmadan, heyecanlanmadan normal olabilmek, kamil bir imana sahip olmayı gerektirirdi...
Tebessümle başını salladı
İnfaza önce Selçuk’tan başlandı. Selçuk’un yaftası boynuna asılmıştı. Sehpaya yürümeden göz göze gelmiştik. ‘Allah’a gidiyorsun Selçuk!’ demiştim. Tebessümle başını salladı... Tekbir getiriyordu. Sehpanın altındaki tabureye çıktı. Cellat, boynuna urganı geçirirken, Selçuk, Cellat’a bir şeyler söyleyince cellat, bir an durakladı. Selçuk, sürekli Kelime-i şehadet getiriyordu. Cellat, tabureye vurduğunda, Selçuk urganda asılı olarak bir sağa, bir sola sallanıp, kıbleye doğru boynu bükük bakar halde ruhunu teslim etti. Bir müddet asılı bekletildikten sonra, Savcı askerlerin de yardımıyla, Selçuk’un boynundan urganı çıkardı... Selçuk’u bir masaya yatırdılar. Gözleri bir başka aleme bakıyordu. Gözlerini kapatıp ona Yasin okudum... Daha sonra Halil’i getirdiler. Onun da boynuna yafta takılmıştı.
Kıbleye bakar halde
Ona da, ‘Halil, Allah’a gidiyorsun’ dedim. O da, tebessümle başını sallayarak, ‘Biliyorum Hocam!’ diye karşılık verdi ve tekbir getirerek sehpaya yürüdü. Urgan boynuna geçirilirken o da cellata bir şeyler söyledi. Cellat, aynı tavrı göstermişti. Kelime-i şehadet getirirken cellat tabureyi ayağının altından çekti. Halil de Selçuk gibi boynu bükük kıbleye bakar halde ruhunu teslim etti. Halil’in de boğazından urganı Savcı çıkardıktan sonra, masaya yatırdılar. Halil’in de gözleri açıktı; sevinçle uzaklara bakıyordu... Gözlerini kapatıp, ona da Yasin okudum. Mesleğim gereği nice ölü görmüştüm; fakat bunlar hiç ölüye benzemiyordu... Onlarda yorgun bir mü’minin uyku hali vardı. Selçuk ile Halil’in, cellata ne söylediklerini merak ediyordum. Duvarın kenarında çömelip, önüne bakan cellatın yanına gittim. Halil ile Selçuk’un, ne söylediğini sorduğumda, ‘Ben böyle insanlar görmedim. Öncekiler bana küfür ediyordu; bunlar ise (Hakkını helal et) dediler sözleriyle içini çekiyordu.”
Veya Mustafa Pehlivanoğlu'nun ailesine yollamış olduğu mektubu okumanızı isterim.
“Sevgili anneciğim ve babacığım, sizler beni bu yaşa kadar büyüttünüz ve yetiştirdiniz. Benim sizlere karşı işlemiş olduğum hataları ve suçlarımı affedin. Hakkınızı helal edin. Ben sizlerin bir evladınız olarak, bugüne kadar Cenab-ı Allah’ın ve Onun Resulü Yüce Peygamberimizin yolundan ayrılmadım. Fakat Cenab-ı Allah alın yazımızı böyle yazmış. Ne yapalım? Kader ne ise onu çekeceğiz. Ben de kardeşim Haydar gibi bir an önce Cenab-ı Allah’ın huzuruna çıkacağım. Eğer benim günahım varsa, Cenab-ı Allah’ın huzurunda çekmeye hazırım. Yok benim bir günahım yok ise, beni bir yanlışlık sonucu idam cezası ve idam eden kişiler Allah’ndan bulsunlar. Şunu hiç bir zaman unutmasınlar ki, Mustafa’lar ölür, fakat milliyetçilik fikri ve mücadelesi ölmez. Yaşasın yolunda vermiş olduğum ve kellemi verdiğim Türk Milliyetçiliği. Bizim zaferimiz yakındır. Zafer her zaman Cenab-ı Allah’a inananlarındır. Bunun için hiç üzülmeyin. Cenazenin arkasından ağlamak günahtır. Sizden ricam ağlamayın. Anne, sizlerle helalleşmek isterdim, fakat olmadı. Sizler de hakkınızı helal edin. Son olarak, abime, yengeme, yeğenime, bacıma selam eder, haklarını helal etmelerini dilerim. Nişanlıma da selam eder, Cenab-ı Allah’tan mutlu ve neşeli bir yuva kurmasını dilerim.
-Mustafa-
Bunlar gibi bir çok örnek mevcut.Benim siz değerli kardeşlerimden ve büyüklerimden hiç olmazsa o saf Anadolu çocukları için bu kadar ağır ithamlarda bulunmamanız.Bu bir ricadır,Kendiniz nasıl söylemlerde bulunmak istiyorsanız tabi'ki bana söz düşmez. Anadolu Müslümandır,Pek İslam hukukunu bilmese bile.. Bu insanlar sadece Allah'ın rızası,Ülkenin hain emellere teslim olmaması için mücadele etmişlerdir.
"Allah, göklerde ve yerde olanları bilir, Allah, herşeyi bilendir."
Belki uzun oldu,cümleler'de hata oldu.Zamanınızı aldım hakkınızı helal edin.İçimden geçenleri söylemek istedim,anlatmak istedim.
NOT ; Suriye Türkmen Cephesi'nde Nusret cephesi mücahitleri ile birlikte çarpışan bir çok Ülkücü vardır.Şehit olanlar'da mevcuttur. "Kavmiyet" için değil Allah rızası içindir.
Cenab-ı Allah, tutacak olduğumuz oruçları, Kılacak olduğumuz namazları kabul buyursun.Cenab-ı Hak, Doğu Türkistan'da,Suriye'de,Filistin'de ve tüm İslam coğrafyasında mücadele eden Mücahit kardeşlerimizi davalarında muzaffer kılsın.
Hepinizi Allah'a emanet ediyorum.
KANIMIZ AKSA'DA ZAFER İSLAMIN'DIR.