İSLAMA GÖRE HİCRİ YILBAŞI MUHARREM VE ÂŞÛRÂ
HİCRİ YILBAŞI
Hicri Takvim : 1430HİCRİ YILBAŞI
Hicri takvimi peygamberimizin Mekke'den Medine'ye hicretini başlangıç kabul eden ve ayın dünya çevresinde dolanımını esas alan bir takvim sistemidir.
İslamiyet'ten önce, her önemli olay tarih başlangıcı olarak kabul edilirmiş. En son fil vakası da takvim başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Bu uygulamada seneler, her önemli olaya göre sayılarak geldiğinden birçok karışıklıklara sebeb oluyordu.
Ashabdan Medine’ye hicret eden ilk kişi Mahzûmoğulları’ndan Ebû Seleme Abdullah b. Abdulesed’dir. Ebû Seleme, Akabe biatlarından bir yıl önce hanımı Ummu Seleme ile birlikte hicret etmiştir. Buhârî, Birinci Akabe Biatı’ndan (621) sonra Medine’ye İslâm’ı tebliğ için gönderilen Mus‘ab b. Umeyr ile Abdullah b. Ummu Mektûm’u ilk muhacirler olarak kabul eder. (Menâķıbu’l-enśâr, 46) İkinci Akabe Biatı’nın ardından (622) Peygamber (a.s.)’in hicrete izin vermesi üzerine ilk defa Âmir b. Rebîa ve hanımı Leylâ bint Ebû Hasme göç ettiler; onların arkasından da diğer sahâbîler gruplar halinde gitmeye başladılar.
Kaynaklarda Peygamber (s.a.v.)’in Mekke’den çıkışı, Kubâ’ya varışı ve Medine’ye girişi hakkında verilen tarihler oldukça farklıdır. Bunların incelenmesi sonunda, Mekkeliler’in 26 Safer (9 Eylül 622) Perşembe günü suikast kararı aldıkları, durumu öğrenen Rasûl-u Ekram’in o gece şehri terkederek Sevr mağarasına gittiği, 27-28-29 Safer (10-11-12 Eylül 622) Cumua, Cumuartesi ve Pazar günlerini mağarada geçirdiği, 1 Rabîu'levvel (13 Eylül 622) Pazartesi günü mağaradan yola çıktığı, 8 Rabîu'levvel (20 Eylül 622) Pazartesi günü Kubâ’ya indiği ve 12 Rabîulevvel (24 Eylül 622) Cumua günü Medine’ye girdiği anlaşılmaktadır.
Ömer (r.anh)’in halifeliği döneminde hicretin 16. yılında Miladi 638 yılında Ömer (r.anh)'in emriyle Medine'de bir meclis toplanarak Ali'nin (r.anh) teklifi ve mecliste bulunanların kabulü ile. Muhammed (s.a.v.)'in Mekke'den Medine'ye hicreti, İslâm tarihinin (hicri takvimin) başlangıcı ve muharrem ayının da bu yılın ilk ayı olması kararlaştırılmıştır. (Fakat Rasulullah hicrete, Muharram ayında değil safer ayinin 27.günü Ebubekir (r.anh) ile birlikte çıkmıştır.)
Hicri aylar; Muharram, Safer, Rabiu'l evvel, Rabiu'l âhir, Cemaziye'l evvel, Cemaziye'l âhir, Raceb, Şaban, Ramadan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce şeklinde sıralanırlar.
Türkiye'de 1927 yılında kullanıma giren ve Miladi takvim diye meşhur olan takvimin aslı 'gregoryen takvimi İsa (a.s.)'ın doğumunu (Milad) başlangıç olarak aldığı için bu adla anılır.
Türkiye'de şeriatın ilga edilmesiyle birlikte Miladi takvim esas alınmış ve Hıristiyanların kutlamış olduğu Miladi Yılbaşı (Noel), ülkede laik kafirlerin etkisiyle cahillerle birlikte her yıl kutlanır olmuştur.
Bu harekete tepki maksadıyla anti yılbaşı türeten partici ve tasavvuf kökenli cahiller, kendilerine de kutlayacak yıl başı (11 Ocak Mekke Fethi'ni 31 Aralık akşamına çekerek) bid'ati ortaya çıkartmışlardır. Hatta bazıları işi daha da ileri görtürerek Rasulullah'a iftira atacak boyuta vardırıp kaynaksız, delilsiz Türkiye'ye mahsus dualar peydahlamışlardır!
MUHARRAM AY'I ve ÂŞÛRÂ
Muhterem Müslümanlar, Hicri Takvimin ilk ayı olan muharram ayının İslam tarihinde önemli bir yeri vardır. Bu ayın onuncu gününe "aşura günü" denilmektedir. “Aşr ve âşir Arabca’da “on” demektir.” [T.D.V İslam ansiklopedisi; , Âşûrâ maddesi; İstanbul, 1996; c.4; sf: 24]
Âişe radiyallahu anhâ’dan:
”O (Âşûrâ), Kâbe’nin örtüldüğü gündür. Allah rasulu (sallallahu aleyhi vesellem), Cahiliyet devrinde o günde oruç tutardı, Kurayş de cahiliyet devrinde o gün oruç tutardı.”
(Buhari, savm, 69 / 1, II, 226; Muslim, Siyam, no: 113 - 4, sf: 792; Ebu Davud, no: 2442; Tirmizi, no: 753; Hişam bin Urve an ebihi an Aişe asl-ı senedi ile)
Rûdanî; Cem’ul fevaid; İz yayıncılık; İstanbul; c.2; sf:53, Hadis no: 2981 Nesai hariç Altı hadis imamı ; Kutub-i Sitte; Akçağ yayınları; Ankara, 1990; c.9; sf: 462)
Âişe radiyallahu anhâ’dan:
”Ramadan orucu gelmeden, önce Aşura orucu tutulurdu. Ramadan orucu nazil (farz) olduktan sonra o günü (Aşura'yi) isteyen tuttu, isteyen tutmadı.”
(Malik, Muvatta, Siyam, 33, sf: 39; Buhari, savm, 69 / 2 , II, 250; Muslim, Siyam, no: 115, sf: 792; İbn Mâce, no 1733; ez Zuhri, an Urve Aişe asl-ı senedi ile tahric ettiler.) Rûdanî; Cem’ul fevaid; İz yayıncılık; İstanbul; c.2; sf: 53, Hadis no: 2980; Kutub-i Sitte; Akçağ yayınları; Ankara, 1990; c.9; sf: 462)
İslâm âlimleri aşûra orucunun vacib değil, sünnet olduğunda görüş birliği etmişlerdir. Yalnız İslâm`ın başlangıcındaki hükmü konusunda, Ebû Hanîfe vacib derken, İmam Şâfiî muekked bir sünnet olduğunu söylemiştir. Ramadan orucu farz kılındıktan sonra, bu oruç mustehab olmuştur. Ayrıca Yahudilere benzememek için Muharram`in 9 ve 10 veya 10 ve 11`nci günlerinde oruç tutmak güzel görülmüştür.
Abdullah b. Abbas (r.anhuma)'dan rivâyet olunduğuna göre şöyle demiştir:
حِينَ صَامَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَ عَاشُورَاءَ وَأَمَرَ بِصِيَامِهِ، قَالُوا: يَا رَسُولَ اللهِ! إِنَّهُ يَوْمٌ تُعَظِّمُهُ الْيَهُودُ وَالنَّصَارَى، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: فَإِذَا كَانَ الْعَامُ الْمُقْبِلُ إِنْ شَاءَ اللهُ صُمْنَا الْيَوْمَ التَّاسِعَ. قَالَ: فَلَمْ يَأْتِ الْعَامُ الْمُقْبِلُ حَتَّى تُوُفِّيَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
[ رواه مسلم ]
[ رواه مسلم ]
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Âşûrâ günü oruç tuttuğu ve ashâbına da bu günde oruç tutmalarını emrettiğinde,
Onlar şöyle dediler: - Ey Allah'ın elçisi! Âşûrâ günü, yahûdi ve hıristiyanların yücelttiği bir gündür.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: - O halde gelecek yıl olursa, inşeAllah (onuncu gün ile birlikte) dokuzuncu günü de tutarız.
İbn-i Abbas dedi ki: Gelecek yıl gelmeden Rasûlullah (s.a.v.) vefât etti."
(Muslim; Hadis no: 1916)
İmam Şâfiî ile ashâbı, İmam Ahmed, İshak ve başkaları şöyle demişlerdir: "Muharrem ayının dokuzuncu ve onuncu gününün birlikte tutulması mustehabdır. Çünkü Nebi (s.a.v.) onuncu günü oruç tutmuş ve dokuzuncu günü de tutmaya niyet etmiştir."
İbnu Hacer, Kurayş’in tuttuğu bu orucun kökeni hakkında şöyle bir kanaate varmıştır:
“Kurayş, Âşûrâ orucunu tutmada geçmiş şeriata –mesela İbrahim (a.s.)’in şeriatına- dayanmış olabilir. Rasulullah'ın orucu da onlara muvafakat icabı olabilir. Nitekim Hac da böyle olmuştur. Veya bu hayırlı bir amel olması sebebiyle, Allah o gün oruç tutmasına izin vermiş olabilir.”
[ Kutub-i Sitte; Akçağ yayınları; Ankara, 1990, c.9; sf: 465]
Peygamberin rasul seçilmeden ve seçildikten sonra da devam ettiği bu oruç, köken olarak Kâbe’nin kurucusu olan İbrahim ve oğlu İsmail’den beri devam ede geldiği muhakkaktır.
İslam gelmezden ve geldikten sonra; Kâbe’nin her yıl örtüsünün değiştirilmesine izafeten Kurayş’lilerin tuttuğu Âşûrâ orucu tamamen gelenekselleşmiş bir oruç olduğu anlaşılmaktadır. Mekke'lilerin çoğunluğunun bu orucu bilmediği veya tutmadığı da varsayılmaktadır.
Peygamberin de Bî’set’ten önce Hanif’lere uyduğu rivayetlerini temel alacak olursak; peygamberin Âşûrâ orucu, cahiliye muşriklerinin aksine tamamıyla İbrahim’e ve İsmail’e uymak amacı güttüğü muhakkaktır. Bîset’ten sonra da İslam’ın ruhuna uygun olan ve cahiliye döneminde de Hac menasiklerinin de uygulandığını hatırlatırsak; Kurayş’in geleneksel Âşûrâ orucunun da Rasulullah tarafından, İbrahim ve İsmail geleneği olarak devam ettirilmesinin çok normal bir tavır olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir.
Rasulullah (s.a.v.) bu ay hakkında ;
عَنْ عَائِشَةَ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهَا قَالَتْ
كَانَ عَاشُورَاءُ يُصَامُ قَبْلَ رَمَضَانَ. فَلَمَّا نَزَلَ رَمَضَانُ كَانَ مَنْ شَاءَ صَامَ وَمَنْ شَاءَ أفْطَرَ
Aişe (r.anha) buyurكَانَ عَاشُورَاءُ يُصَامُ قَبْلَ رَمَضَانَ. فَلَمَّا نَزَلَ رَمَضَانُ كَانَ مَنْ شَاءَ صَامَ وَمَنْ شَاءَ أفْطَرَ
"Ramadan orucundan sonra en fazîletli oruç, Allah'ın değer verdiği ay olan muharram ayında tutulan âşûrâ orucudur"
(Muslim, Sıyam, 38. No: 202) buyurarak bu ayda oruç tutmuştur.
İbni Abbas Radiyallâhu Anhumâ rivayet ediyor:
Peygamberimiz (Sallallâhu Aleyhi Vesellem) Medine’ye hicret buyurduktan sonra orada yaşayan Yahudilerin oruçlu olduklarını öğrendi.
“Bu ne orucudur?” diye sordu.
Yahudiler, “Bugün Allah’ın Musa’yı düşmanlarından kurtardığı, Firavun’u boğdurduğu gündür. Musa Aleyhisselâm şükür olarak bugün oruç tutmuştur” dediler.
Bunun üzerine Rasulullah (Sallallâhu Aleyhi Vesellem) de, “Biz, Musa’nın sünnetini ihyâya sizden daha çok yakın ve hak sahibiyiz” buyurdu ve o gün oruç tuttu, tutulmasını da emretti.
(Ebû Dâvud, Savm: 64)
Başka bir rivâyette şöyle buyurmuştur:
"Yahûdilere aykırı hareket edin. Âşûrâ günü ile birlikte bir gün önce veya bir gün sonra da oruç tutun." [Ahmed]
Başka bir rivâyette şöyle buyurmuştur:
"Âşûra günü oruç tutun ve o günde yahûdilere aykırı hareket edin. O günden bir gün önce veya bir gün sonra da oruç tutun."
(Ahmed ve İbn-i Huzeyme rivâyet etmiştir. Hadisin senedinde İbn-i Ebî Leylâ vardır ki bu şahsın ezberi zayıftır. Ayrıca hadisi Abdurrezzak da rivâyet etmiştir. Beyhakî da İbn-i Abbas'tan mevkûf olarak şu lafızla rivâyet etmiştir:
"Dokuz ve onuncu günleri oruç tutun ve yahûdilere aykırı hareket edin."
Hadisin senedi sahîhtir. Abdulkâdir el-Arnaût'un tahkik ettiği İbn-i Kayyim'in 'Zâdu'l-Meâd' adlı eserine (c:2, sf: 69)
Bu sebeble müslümanın aşağıdaki birçok faydaları elde edebilmesi için 9, 10 ve 11. günler olmak üzere üç gün oruç tutması gerekir:
1. Üç gün oruç tutmakla kendisine tam bir aylık oruç sevabı yazılır. Çünkü her iyilik, 10 katıyla mükafatlandırılır.
Nitekim Peygamber (s.a.v.) her aydan üç gün oruç tutar ve ashâbına da tutmalarını emrederdi.
2. Bu aydaki oruç, Ramadan orucundan sonra en fazîletli oruçtur.
Nitekim Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bu konuda şöyle buyurmaktadır:
أَفْضَلُ الصِّيَامِ بَعْدَ رَمَضَانَ شَهْرُ اللَّهِ الْمُحَرَّمُ , وأفضل الصلاة بعد الفريضة صلاة الليل
( رواه مسلم وأصحاب السنن )
"Ramadan ayından sonra en fazîletli oruç, Allah'ın Muharram ayı orucudur. Farz namazlardan sonra en fazîletli namaz ise, gece namazıdır."( رواه مسلم وأصحاب السنن )
[Muslim ve Sunen Ashabı]
3. Muharram ayının 10. günü ile birlikte 9. ve 11. günlerini tutmakla yahûdilere aykırı hareket edilmiş olur.
4. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- örnek alınmış olur.
Nitekim Abdullah b. Abbas’tan -Allah ondan râdı olsun- rivâyet olunan hadiste, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bu gün oruç tutmuş ve ashâbına da o günde tutmalarını emretmiştir. [Buhârî ve Muslim]
5. Bu oruç, büyük günahlardan kaçınmak şartıyla bir yıl boyunca işlenen küçük günahlara keffâret olur.
Haddi zâtında orucun sevab ve mukâfatı, sınırsızdır.
Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmaktadır:
"Adem oğlunun her ameli için kendisine kat kat sevab verilir. Her iyilik, on katından yedi yüz katına kadar mukâfatlandırır. Allah Teâlâ buyurdu ki: Oruç bunun dışındadır. Zirâ oruç benim içindir ve onun mukâfatını da ben veririm."
[Buhârî ve Muslim]
Bu da orucun sabırdan olmasından dolayıdır.,
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
إِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُم بِغَيْرِ حِسَابٍ
"(Âhiratte) sadece sabredenlere, mukâfatları (tarafımızdan) hesabsız olarak verilecektir." [Zumer Sûresi: 10]Kışın tutulan oruç; gündüzü kısa ve soğuk ve sevabı yorulmadan kolayca elde edilen ganimettir.Aynı şekilde yazın tutulan oruç, amellerin en fazîletlisidir.
Kays ibni Sâd ibni Ubâde (Radiyallâhu Anhumâ) anlatıyor:
“Biz Âşura günü oruç tutuyor ve sadakasını ödüyorduk. Ramadan orucunun farz oluşu ve zekat emri inince artık onunla emredilmedik, ondan yasaklanmadık da, biz onu yapıyorduk.” (Nesai, Zekat: 35)
Âşura orucunun fazileti hakkında da şu meâlde hadisler zikredilmektedir.
Bir zat Peygamberimiz (Sallallâhu Aleyhi Veselleme) geldi ve sordu:
“Ramadan’dan sonra ne zaman oruç tutmamı tavsiye edersiniz?”
Peygamberimiz (Sallallâhu Aleyhi Vesellem),
“Muharram ayında oruç tut. Çünkü o, Allah’ın ayıdır. Onda öyle bir gün vardır ki, Allah o günde bir kavmin tevbesini kabul etmiş ve o günde başka bir kavmi de affedebilir” buyurdu.
(Tirmizî, Savm: 40)
Yine Tirmizî’de geçen bir hadiste Peygamberimiz (Sallallâhu Aleyhi Vesellem) şöyle buyurmuşlardır:
“Âşura gününde tutulan orucun Allah katında, o günden önce bir senenin günahlarına keffaret olacağını kuvvetle ümit ediyorum.”
(Tirmizî, Savm: 47)
Ebû Katâde (Radıyallâhu anh)'den rivayet edildiğine yöre; Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Allah'ın, Aşura günü orucuyla ondan önceki yıl(ın günahların)ı bağışlamasını şubhesiz umarım.»"
(İbn Mâce, Oruc, 1738)
Muslim, Tirmizi, Nesai ve Ahmed de bunu rivayet etmişlerdir.
Tuhfe yazarı şöyle der: Nevevi "Hadisten maksad, küçük günahların bağışlanmasıdır. Eğer küçük günahlar yoksa, büyük günahların hafifletilmesi umulur. O da yoksa dereceler yükseltilir", demiştir.
Kadı Iyâz da: Ehl-i Sünnetin mezhebi budur. Büyük günahlara gelince; Onlar ya makbul tevbe ile veya Allah'ın rahmeti ile bağışlanır, demiştir.
“Ramadan ayından sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı olan Muharram ayında tutulan oruçtur”
(İbni Mâce, Sıyam: 43) hadis-i şerifi ise, bu günlerde tutulan orucun faziletini ifade ediyor.
Kardeşlerim , Âişe validemizden rivayet edilen bir hadis-i şerifte, İslam öncesinde “Âşûrâ, Kurayş kabilesinin Cahiliye döneminde oruç tuttuğu bir gündü. Rasulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem de buna uygun hareket ediyordu. Medine’ye hicret edince bu orucu devam ettirdi ve başkalarına da emretti. Fakat Ramadan orucu farz kılınınca kendisi Âşûrâ gününde oruç tutmayı bıraktı. Bundan sonra Müslümanlardan isteyen bugünde oruç tuttu, isteyen tutmadı.”
(Buhari, Savm: 69)
"Âşûrâ orucu" olarak adlandırılan bu oruç, gerek Yahudilere benzememek, gerekse orucu tam Âşura Gününe denk getirmemek için Muharram ayının onuncu günü tutulmakla birlikte, sünnet olan, bu günü bir öncesi veya sonrası ile oruçlu geçirmek tavsiye edilmiştir.
[Tirmizî, Savm, 50. III, 128]
Muhterem Kardeşler, Tarihte geçmiş birtakım hadiselerin, Muharrem ayında gerçekleşmiş olduğuna dair bazı rivayetler bulunmakta bunların bir kısmı da zayıf ve mevzu haberlerdir.
Hadis kulliyatında Âşûrâ orucunun dayanağına dair bazı rivayetlerin olduğunu da gözlemlemekteyiz. “ Teberânî, Mûcem’ul Kebîr’de metruk bir râvi (İsnadında Abdulgafûr adlı bir metruk râvi vardır (Mecma'III, 188) kanalıyla Abdulazîz bin Saîd’den, o da babasından mursel olarak – Osman b. Matar’a göre adı geçen sahabedir-:
Allah rasulu sallallahu aleyhi vesellem buyurdu:
“....Allah (c.c.), Nuh Aleyhisselam’ı Raceb ayında gemiye bindirmiştir. O, o ay oruç tutmuştur ve halka da oruç tutmalarını emretmiştir. Gemi onları tam yedi ay taşımış, nihayet Âşûrâ günü Cudî dağına durmuştur. Nuh, beraberinde olanlar, hatta vahşi hayvanlar bile Âşûrâ günü Allah’a şükretmek için oruç tutmuşlardır. İsrail oğullarına deniz ikiye, Âşûrâ günü bölünmüştür. Âşûrâ günü Allah, Âdem’in tövbesini kabul etmiştir. Yunus’un şehrindeki insanların tövbesini de Âşûrâ günü kabul etmiştir. İbrahim de o gün doğmuştur.”
[Rûdanî; Cem’ul fevaid; İz yayıncılık; İstanbul; c.2; sf: 55 zayıf hadis ]
Bir başka hadis ise şöyledir :
حَدَّثَنَا عمر بْن شبة بْن عبيدة. حَدَّثَنَا مسعود بْن واصل، عَن النهاس بْن قهم، عَن قتادة، عَن سعيد بْن المسيب، عَن أبي هُرَيْرَة؛ قَالَ: - قال رَسُول اللَّهِ صَلَى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسلَّمْ : ((ما من أيام الدنيا أيام، أحب إلى الله سبحانه أن يتعبد له فيها، من أيام العشر. وإن صيام يوم فيها ليعدل صيام سنة، وليلة فيها بليلة القدر))
Ebu Hurayra (r.anh)'den rivayet edildiğine göre; Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir: «Şu 10 günde Allah Subhanehu'ya yapılan ibadetten Ona daha sevimli ibadetin yapılacağı günler, dünya günleri içerisinde yoktur. Ve şubhesiz o günlerdeki bir günün orucu, bir yılın orucuna ve onlardaki bir gece, Kâdir gecesine muhakkak denk gelir.»
(İbn Mace, Siyam, Bab 39, Hadis no: 1728; Ebu Davud, Savm : 61)
Tirmizi : Bu hadis Garibdir. Bu hadisi sadece Mesud b. Vasıl'ın Nehhas'ın rivayetinden bilmekteyiz.
Muhammed'e bu hadisi sordum. Bu şekilde ve bu rivayetle bildiğini başka türlü bilmediğini belirtti ve şöyle dedi : " Katâde'den, Said b. Museyyeb'den ve Peygamber (s.a.v.)'den mursel olarak buna benzer bir şey rivayet edilmiştir."
Yahya b. Said, Nehhas hakkında hafızası yönünde ileri geri konuşmuştur.
(Sunen-i Tirmizi- 6 - Oruc Bölümleri -52-758, C:1, Sf: 203 - 204, Konya Kitapçılık)
BİD'ATLEŞEN MÂTEMLER
İslam tarihinde özel bir yeri olan Peygamber torunu Huseyin'in Kerbelâ'da şehid edilmesi olayı da yine bu ayda vuku bulmuştur. Huseyin, Hicrî 61. yılın on Muharreminde şehid olmuştu. Şehid düştüğünde 57 yaşında idi.
Bilindiği gibi, sevgili peygamberimizin torunu Huseyin (r.anh), o dönemde cereyan eden siyasi kargaşa ve çatışmalar neticesinde, muessif bir şekilde öldürülmek suretiyle şehid edilmiştir. Bu üzücü olay, Peygamberi ve ailesini seven mûminlerin gönüllerinde silinmez izler bırakmıştır.İslam tarihinde özel bir yeri olan Peygamber torunu Huseyin'in Kerbelâ'da şehid edilmesi olayı da yine bu ayda vuku bulmuştur. Huseyin, Hicrî 61. yılın on Muharreminde şehid olmuştu. Şehid düştüğünde 57 yaşında idi.
Seksenli yılların ünlü bir marşı vardı. Her gün aşûra / Her yer Kerbela idi.
Ne dersiniz? Her gün kanayan İslam coğrafyasına bakınca, bunun bir marşın dizeleri değil de günümüz İslam dünyasının halini özetleyen bir tesbit olduğunu söylesem, hayır diyeniniz çıkar mı?
İhanet eden Kûfe`ler ve reisleri var oldukça, `Huseyin'leri` bitmez bu dünyanın...
Huseyin’in şehadeti , bilhassa şehid oluş şekli her müslümanı oldukça üzmüş, kalbini kanatmıştır.
Şehidler mukâfatını almış en yüce mertebelere ulaşmıştır. Yüce Allah'ın da zalimlere hak ettikleri cezayı en âdil bir şekilde vereceğinden şüphemiz yoktur. Kader hükme boyun eğen her mü'min bu olaya üzülür, ancak itidalini ve soğukkanlılığını kaybetmez. Duyguları yanlışlara ve taşkınlıklara götürmez. Çünkü meydana gelen bütün olaylar ezelî takdirin bir hükmüdür. Ölümler karşısında üzülme halimiz Kuran sünnet sınırları içerisinde kalmalıdır.
Yaratıcımız Allah c.c. “ Her nefis ölümü tadıcıdır ” (Âl-i İmran: 185) buyurmuştur.
Ölen için sukut edilir, sabır gösterilir. Çığlık atma, bağırıp çağırma, yas tutma, “neden aldın?” der gibi tavırlar, matem tutarak karamsar olmak Allah’a isyandır. Allah’ın hükmüne rıza göstermemektir. Günahtır. Ölüye de bir şey sağlamaz, ölenin azabını arttırmaktan başka bir işe de yaramaz.
Ağlanır, ağlanmaz değil, Peygamber bile ağlamıştır. Ama Allah’a isyan derecesine varan bir şekilde ağlanmaz. Taşkınlık yapılmaz. Ancak kadın kocası için 3 gün yas tutup ağlayabilir.
Peygamber (s.a.v) yasaklamış, sadece ölenin hatırasına hürmeten yakın akraba için 3 gün, koca için de 4 ay 10 gün bir nevi yas tutmayı meşru kılmıştır. Bu konuyla ilgili olarak bir hadiste şöyle buyurulur:
"Allah'a ve ahirat gününe iman eden bir kadının kocasından başka bir ölü için üç gün den fazla yas tutması helâl değildir. Ancak kadın, kocasının ölümü halinde dört ay on gün matemini sürdürür" (Tecrid i Sarih Tercemesi IV, 363).
Hadis-i şerifte de gördüğümüz gibi bir kadın ancak kocasına 4 ay 10 gün yas tutup üzülebiliyor , kocasından başkası için 3 günü geçmeyecektir.
Erkeğin yas tutması ise Rasulullahın ihtimal vermediği bir iştir(!).
Ebu Seleme'nin kızı Zeyneb anlatır:
Rasulullahın zevcesi Ummu Habibe validemizin babası ölünce başsağlığı dilemek için yanına gittiğim zaman dedi ki:
"Rasulullahın, “ALLAH'a ve ahiret gününe inanan bir kadının, ölen yakını için üç günden fazla yas tutması helal değildir” dediğini duydum."
Cahş kızı Zeyneb'in kardeşi şehid olunca, o da aynı şeyleri söyledi. (Buhari)
"Yüzüne vurarak, üstünü başını yolarak ağlayan ve cahiliye adetini sürdüren bizden değildir" (Buharî; Cenâiz, 36)
Ölü yakınına sabredenin mukâfatı hakkında ise şöyle bir hadis-i şerif vardır :
“Bir kulun çocuğu öldüğü zaman, Allah meleklere der ki:
- Kulumun çocuğunun ruhunu kabzettiniz mi? der.
Melekler: - “Evet” deyince,
Allah: - Kulum ne yaptı? Diye sorar.
Melekler: - “Sana hamd edip, sabredip “inna lillahi ve inne ileyhi râciun” dedi, derler.”
Cenab-ı Allah şöyle buyurur: - “Öyleyse ona cennette bir köşk hazırlayın”
(Büyük Hadis Kulliyatı: 1/2350)
Zekeriyya ile Yahya Yahudi kafirleri tarafından kesilerek şehid edilmişlerdir. İlk islam şehidi Yaser ve hanımı Sumeyye hatun idi. Rasulullah efendimizin sevgili amcası Hamza da Uhud'da feci şekilde şehid olmuştu. Peygamber efendimiz, şehid olan peygamberlerin, Yaser ile hanımının ve Sumeyye , Hamza'nın şehid edildiği günün yıl dönümlerinde matem tutmadı. Matem tutmayı yasakladı.
Matem yasak olmasaydı, herkesten önce, Yahudi kadının Hayber'de verdiği zehirli yemeğin yıllar sonra etkisini göstererek şehid olan Peygamber efendimizin ölümü için matem tutulurdu. Hamza gibi; Ömer, Osman, Ali de şehid olmuş, Hasan da zehir verilerek şehid edilmişti.
Milyonlarca müslümanın mezheb imamı olan İmam-ı Âzam hazretleri de şehid edildi. Rasulullah efendimizin emrine uyularak bu büyük zatlar için de yas tutulmadı. Yas tutmamak o büyük zatları sevmemek anlamına gelmez. Babası gibi Huseyin gibi yüce bir imamın şehid edilmesi de, bütün Müslümanlar için büyük üzüntüdür. Ama yas tutmak, ölüm yıl dönümlerinde dövünmek asla câiz değildir.
Buna rağmen, Cahilî bir davranış biçimi olan matem, sonraki asırlarda önü alınamayan bir yayılma gösteren yerleşik bid'atlerden biri haline gelmiştir. Huseyin'in 10 Muharrem 680 tarihinde Kerbela'da şehid edilişi Şiîlerce mezhebî bir alamet telâkki edilerek, her yıl düzenlenen matem merasimleriyle anılmaktadır. 10 Muharram günü meydanları dolduran binlerce genç-yaşlı şiî, bir ağızdan "Ya Huseyin" diye haykırarak gözyaşı dökerken, başlarını yumruklamakta ve bedenlerini zincirlerle dövmektedirler.
Bu ve buna benzer davranış biçimlerinin Rasulullah (s.a.v)'in ortaya koyduğu ve uyulmasını istediği prensiplerle alakasının olmadığı ortadadır. Yine günümüzde Rasulullah (s.a.v)'ın yasakladığı ölüler için tutulan matemler, dövünerek ve bağırarak ağlamalar, diğer müslümanlar arasında da yer etmiş bulunmaktadır.
Ayrıca, çağdaş cahili ideoloji ve sistemlerin bir anlamda ilâhlaştırdıkları ölmüş kişiler için tuttukları matem türü vardır. Devlet düzeyinde gerçekleştirilen bu matem tutma organizeleri sırasında belirli bir müddet hareketsiz ve dimdik bir şekilde yas tutulur, sirenler çalınır ve bayraklar yarıya indirilir. Yine cenaze ve ölüm yıl dönümleri için düzenlenen matem merasimleri esnasında yas tutanlar, siyah renklere bürünürler. Bu davranışların anlamsızlığı ve İslam öncesi cahiliyet yaşamının çağdaş dünyaya yansımalarından biri oluşu, müslümanların bu tür davranışlara karşı duyarlı olmalarını gerektirmektedir.
İslâm, ölümü mutlak anlamda üzücü bir olay görmediği ve Allah Teâlâ'nın herkes için takdir buyurduğu bir olay olarak telâkki ettiği için ölçüleri dışında; bir açıdan ölenlere tapınmaya kadar varan matem tutmalara izin vermemiştir.
Rabbimiz bu konuda bizlere takınmamız gereken tavrı Bakara 154 -155- 156 ayetlerinde bildirmiştir.
وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌؕ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِؕ وَبَشِّرِ الصَّابِرٖينَۙ
اَلَّذٖينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُصٖيبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَؕ
{156}154- Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin. Hayır, Onlar diridirler. Fakat Siz sezemezsiniz.وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِؕ وَبَشِّرِ الصَّابِرٖينَۙ
اَلَّذٖينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُصٖيبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَؕ
155- Çaresiz biz Sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele O sabredenleri!
156- Onlar başlarına bir musibet geldiği zaman: "Biz Allah'a aidiz ve sonunda O'na döneceğiz." derler.
Bu açıdan bunu bir "yas merasimi" haline dönüştürmek ehli-i sünnetin itikat ve inancına aykırıdır.
Bizler ölülerimizi sabır ve vakar ile anar , kendileri için dua eder, Allahtan rahmet ve günahlarının afvı için mağfiret dileriz. Ölülerimiz arasında ırkçılık yapmayız!
Aşure bilhassa Muharram ayına özgü bir hal alarak Türkiye'de gelenekselleşmiştir , dinden bir iş değildir.
İnsanların bunu dinden kabul etmeden yemelerinde , her zaman (Muharram ayıyla sınırlamdan) yapmalarında bir sakınca yoktur.