Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü İslama Göre Kravat Takmanın Hükmü Nedir?

O Çevrimdışı

omer.hattap

Üyeliği İptal Edildi
Banned
SELAMUN ALEYKUM KARDESLER MÜSLUMAN BİRİNİN KIRAVAT TAKMASI İLE İLGİLİ ELİNDE RİSALE KİTAP FETVA VARSA LÜTFEN PAYLASABİLİRMİ LÜTFEN KİMSE KENDİ GÖRÜSÜŞÜNÜ YAZMASIN İLİM EHLİ VE ALİMLERDEN FETVA SÖYLESİN İNŞALLAH
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
İslama Göre Kravat Takmanın Hükmü Nedir?

images

Bir memlekette öyle bir adet olmayıp, halkın nazar-ı dikkatini çeken kıyafete bürünmek doğru değildir.
Şâfiî mezhebine göre; kişinin şahsiyetini zedelediği için böyle elbise giyenlerin şehadeti muteber değildir. Ama tuhaf ve nazar-ı dikkati çeken bir kıyafet olmadıktan sonra, ehli küfrün giydikleri, dinlerinden kaynaklananların haricinde (zunnar, kippa vs) elbiseyi giymekte hiç bir sakınca yoktur. El-Muğire bin Şûbe'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Peygamber (s.a.v.) kolları dar bir Rum cubbesi giymişti" (Buharî. Muslim, Tirmizi).

Peygamber efendimiz, ayaklarına kadar uzun gömlek, yani entari giymiştir. Şalvar ve pantolon giymemiştir. Bunları giymek âdette bid'attir. Âdette bid'at olan şeyi yapmak günah değildir. Taksiye, uçağa binmek de âdette bid'attir. Bunları yapmak günah değil dinin emridir. Bunun için âdet olan yerlerde, kâfirlerden gelmiş olsa bile, kadınların çarşaf ve erkeklerin bol pantolon veya şalvar giymeleri caizdir, günah olmaz. Elbisenin şekli ibadet değil, âdettir. Çünkü Peygamber efendimiz, papaz ayakkabısı, Rum elbisesi giymiştir. (Redd-ul muhtar)

Peygamber efendimizin böyle âdet olarak yaptığı şeylere Sunnet-i zevaid denir. Bunları terk etmek günah olmaz. (Hadika)

"Bir kavme benzeyen onlardandır" (Ebu Davud, libas 4 - 4031; Ahmed b. Hanbel; Musned, 2/50-92, 7/142) hadis-i şerifi ve "Bizden başkasına benzemeye özenen bizden değildir" (Tirmizî, İsti'zân, 7), ibadetlerde benzemenin tehlikesini bildirmektedir. Mesela papazın beline taktığı zunnarı ve haç takmak böyledir.
Hadisin metninde geçen "teşebbuh" kelimesi, yukarda görüldüğü gibi, tesâdufi bir benzemeyi değil, "benzemeye çalışmayı" yani bir kimsenin benzemek istediği kişileri bilerek ve isteyerek taklid etmeye çalışmasını ifade etmektedir. Yoksa bir gayr-i muslim, İslâma girmek gibi bir niyeti olmaksızın, müslümanlara mahsus bir alâmeti taşımakla, müslüman sayılamıyacağı gibi; "gayr-i muslimlere benzeme kasdı olmaksızın, soğuk vb. sebeplerle onlara mahsus alâmetleri giyen bir müslüman da kâfir sayılmaz" (Fetevâ-yı Hindiye, II, 276, Bulak 1310 h.).
Hele hele kâfirlerin şiârı olmayan bir takım kıyafet ve davranışlarda gayr-i muslimlere benzeyen kimse asla tekfir edilemez (Ali el-Kârî, Şerhu'ş-Şifâ, II, 522, İstanbul 1309 h.).

Ancak "Mecûsilerin mumeyyiz vasfı olan şapkalarını ve zimmîlerin küfrün şiârından olan kalensövelerini, onlara benzemek kasdıyla giymek ya da hristiyan ve mecûsilere ait olan zünnarı kuşanmak küfür sayılmıştır" (Şeyhzâde, Hâşiyetu Şeyhzâde alâ Tefsîr el-Kâdî el-Beydâvî, I, 108, Matbaatu's-Sultâniyye, Dâr'ul-Hilâfe, 1282 h.; Ali el-Kârî, Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber, 167. Mısır, 1323 h.; M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhulislâm Ebussuûd Efendi Fetvaları Işığında XVI. Asır Türk Hayatı, İstanbul 1983, 118).

İslâm dininde niyetler çok önemlidir. Hattâ amellerden de önce gelir ve ameller onlara göre değer kazanır. Bunun içindir ki İslâm âlimleri; "Küfre niyet eden kimse o andan itibaren kâfirdir" diyorlar. Böyle bir kimse, dış görünüşü itibariyle müslümanlara benzese de kâfirdir. Kaldı ki, Allah'a, O'nun Rasûlune ve sair dinî zaruretlere iman ve itikadı olmadığı için, seve seve kâfirlerin kendilerine mahsus alâmet ve şiârlarını giyinmiş ve kabul etmiş olursa, artık bu kimsenin küfründe şüphe edilmez.

Fakat zamanla öref ve adetlerin değişmesi ile bir zamanlar şapkanın küfür alâmeti sayılması gibi "baş açık gezmek de kâfirlerin âdetlerinden sayılıyordu. Bugün ise baş açık dolaşmak müslümanlar arasında yaygınlaşmıştır. Dolayısiyle küfür sayılmaz" (Ali el-Kârî, Şerhu'ş Şifa", II, 522).

Osman'lı Devletinin son zamanlarında Tanzimat’la birlikte halkın giysi özgürlüğü baskı altına alınmış, devlet zoruyla kişiler Batılı giysilere mecbur edilmiştir. II. Mahmud zamanında başlamış olan bu faşizan, baskıcı, ceberut tavır, günümüzde de hâlâ sürdürülmektedir. Pantolon, ceket ve kravatı devlet dairelerinde zorunlu hale getirip “modern kâtip” giysisini dayatma ile yetinilmemiş, Yunanlıların başlarına geçirdiği kıyâfet olan fes, II. Mahmud tarafından zorla âlime, câhile giydirilmiştir.
Müslüman halk, bu Batılı kıyâfetlere gâvur kıyâfeti demiş, bu giysileri zorla giydiren yöneticiye de “gâvur padişah” adını takmıştır. Bununla birlikte devlet güç kullanarak bu devrimi uygulamış, ardından nice zaman geçtiği halde ve fesin Cumhuriyetle birlikte terk edilmesine rağmen; laik devletin karşı olduğu her şeye, zamanında karşı çıkılmasına rağmen sahiplenilmiş; câmilerdeki namaz kıldırma memurları (üzerine sarık sararak) hâlâ bu köhne devrimi canlı tutmakta devam edegelmiştir.
II. Mahmud’tan beri yöneticiler kendi güçlerini insanların başlarında görmeyi en büyük hedef saymışlar, baş üstünde yer edinemeseler de başın üstünde kendi devrimlerine yer bulmanın sadistçe mutluluğunu tatmak istemişlerdir. Adı geçen padişah, kafalara fes geçirip kendi egemenliğini başlarda görüp herkese gösterdiği gibi; aynı tavır, ilk cumhurbaşkanı tarafından da kafalarda şapka görülmek istenmesiyle ortaya konmuştur. Sonra egemenlik ve etkinliklerini başörtüsü yasağı şeklinde halkı sürüleştirme zevkini tadarak görmeyi sürdüren zihniyet, bütün bu yaptıklarını Batılılaştırma-çağdaşlaştırma adına yaptıklarını ifade etmeyi görev bilmişlerdir.

Gerçekten de 1925 yılına kadar muslumanlar kafir olma korkusuyla kesinlikle şapka takmazlardı. Fakat Hilafetin ilgası ise M. Kemal tağutu tarafından Laik demokratik T.C.;'de kanunla şapka giyilmesi farz kılındı. Bu kanundan dolayı pek çok müslüman şapka kanununa muhalefetten ya asıldı (Çorum; İskilipli Atıf Hoca) , ya da Suriye'ye hicret ettiler. Taviz verenler de (Ömer Nasuhi Bilmen; Elmalı Hamdi yazır vb) serbest olurken, bir kısmı da (Said Nursi gibi) zindanlara tıkılmıştır.

Fakat günümüzde artık şapka takması kafirlere mahsus bir adet olmaktan çıkmıştır. Üstelik muslumanların bir dar'ul İslam yurtları bulunmamaktadır. Bundan dolayı şapka giyene kafir denmemektedir. Zamana, mekana ya da örf ve âdetlere bağlı olan hükümler; zamanın, mekanın yahut örf ve âdetlerin değişmesine paralel olarak değişebilirler. Hakkında kesin ve açık nas bulunan, değişken bir dayanağa istinad etmeyen hükümler ise asla değişmezler.




Şam alimlerinin bir çoğu kravat takmayı caiz görmemişlerdir. Ancak Vehbe Zuhayli “kravat giymeyle kâfirlere benzemek isteniyorsa bu haramdır. Aksi halde caizdir” der.
Kâfirlerin giymiş olduğu fes, fotür gibi şapkaların giyilmesi de bu kabildendir. Ancak Kifayetu-l Ahyar isimli eserde kalensöve (Mecusilerin giydiği bir şapka türü.) giymenin küfür olduğu hususunda alimlerin ihtilaf ettikleri ancak alimlerin bir çoğunun bunun küfür olduğunu söyledikleri geçmektedir. Sahih görüşe göre bu tip şapka giyenlerin kâfir olduğu belirtilmektedir. Tasavvuf ehlinden Said Nursi (bile) “İşaratu-l İcaz” isimli kitabında şapka giyenin kâfir olacağını söyler.


Sonuç olarak kravat ; gömlek, ceket, pantolon (Hatta pantalon fransızca bir kelimedir) gibi batıdan geldiği aşikardır. Kafirlerin dini sembollerinden olmayan, aksine bir haramiyeti de Kuran ve sünnette bulunmayan giysiler giyilebilir.
"Ameller niyetlere göredir" hadis-i şerif gereğince kişi eğer kafirlere benzemek , onları taklid etmek gibi bir niyetle giyiyorsa zaten küfre girer. Aksi taktirde kişi küfre girmez.
Darul İslamda olmadığımızdan dolayı; tağuti rejimlerin akıl sır erdiremediğimiz giyim kuşam (memuriyetlerde) kanunları gereğince, kişinin kravatı işi gereği giymesinde bir beis yoktur; fakat Müslümanın elinden geldiği kadar kravat takmaması; takmak zorunda kalır ise ilk fırsatta çıkartmaya çalışması , normal zamanlar giymemesi evla olandır.

seyyid-kutub11.jpg
15326.jpg



Kravatın Doğuşu
1635’de, 30 Yıl Savaşları sürerken Fransız Kralı XIII. Louis için savaşan yaklaşık 160 bin lejyoner ve şövalye arasında bir grup asker vardı ki kıyafetlerindeki bir ayrıntı nedeniyle diğer askerlerden rahatlıkla ayrılabiliyordu. Hırvat askerleri farklı kılan, boyunlarına bağladıkları atkılardı.
Savaşa giden Hırvat askerlerini uğurlayan eşleri, sevgilileri, anneleri başlarından çıkarttıkları atkıları, sevdikleri adamların boyunlarına bağlamış ve birer düğüm atmışlardı. Bir yandan evlerinden uzakta oldukları sürece bu atkıları her gördüklerinde kendilerini ve evlerini anımsamalarını istiyor bir yandan da attıkları özel düğümlerin erkeklerini kötülüklerden koruyacağına inanıyorlardı.
Savaş sürerken, Hırvat askerlerin boyunlarındaki bağlar dikkatlerden kaçmadı. Kadınlardan yadigar bu uğurlar, Fransız modacıların elinde önemli bir aksesuara dönüşürken tabii ki süreç içinde büyük değişikliklere uğradı. Savaşa giden Hırvat erkeğinin boynuna eşarpını bağlayan Hırvat kadın ile sabah evden çıkarken eşinizin kravatınıza son bir biçim vermesi aslında ne kadar da birbirine yakın iki davranış. Üstelik aradan geçen asırlara rağmen…
Antik çağlardan 6. Yüzyılın ikinci yarısına kadar boyunlarını açıkta bırakmakta bir sakınca görmeyen erkekler, Rönesansla birlikte boynu çevreleyen yakaları keşfetmeye başladı. Bu yakalar 17. yüzyılda dantallerle renklendi ve modelleri çeşitlenmeye başladı.
1974 yılında, MÖ 3. yüzyılda yaşamış olan Çin İmparatoru Ch’in Shih Huang-ti’nin mezarı açıldığında moda tarihini de gözden geçirme gereği doğdu.
Huang-ti’nin mezarı çevresinde gerçek insan boyutlarında 7 bin 500 asker heykeli figürü bulunuyordu. İmparator dahil, her askerin taşıdığı bu aksesuar, akla sorular getirdi. Aynı dönemde Romalılar’ında özellikle soğuk mevsimlerde sefere çıktıkları zaman benzer bir yolla boyunlarını kapattıkları bilgisi de eklenince boyun bağının tarihçesi de sarsıldı.
İlk bakışta görünen, boyunlara takılan atkıların soğuğa karşı alınmış bir önlem olduğu idi; ancak Çin Kültürü’ndeki bir inanış, bu basit açıklamayı da havada bırakmış oldu. Çin kültüründe ademcik kemiği bedenin önemli merkezlerinden biri olarak kabul ediliyor ve yaşam enerjisinin çıkış noktası olarak görülüyordu.
Çinli askerlerin boyunlarına taktıkları eşarpların, ademcik kemiğini korumak amacı güdüp gütmedikleri sorusu, beraberinde bu aksesuarın dinsel ve kültürel bir temeli olabileceği ihtimalini de gündeme getirdi.

Günümüzde Kravat
Uzun ve tartışmalı bir tarihe sahip olan kravat, bugün dünyada yaklaşık 650 milyon kişi tarafından kullanılıyor ve yılda satılan kravat sayısı ise 800 milyonu buluyor. 1960’ların sonu, 1970’lerin başında çiçek çocuklar ve özgürlük şarkılarıyla birlikte, otoriteyi, düzeni temsil ettiği gerekçesiyle ciddi bir darbe yiyen kravat kullanımı, 1980’lerin ‘yuppi’leriyle birlikte yeniden gündeme oturmayı başardı. Bir tür kartvizit gibi boyunlarında taşıdıkları kravat ile gurur duyan erkekler, statülerinin bayrağı gibi gördükleri kravatlara olağanüstü önem vermeye başladılar.
1990’lar ise kravat için zorlu geçeceğe benziyordu. İtalyan ayakkabı devi Suparga’nın başkanı Franco Bossisia açıkça kravata karşı savaş açarak şu demeci verdi: “Kravat hiçbir işe yaramaz, erkeklerin çoğu ilginç bir kravat seçeyim derken rezil oluyor. Üstelik çok sıkıcı ve sıcak tutuyor.” Bossia’nın bir de iddiası vardı: “Beş yıl sonra, iş dünyası dahil hiç kimse kravat takmayacak.” Sinemanın usta yönetmeni Orson Welles de kravatı sevmeyenlerden. Usta sinemacıyı mı örnek alıyorlar bilenmez; ama son yıllarda en önemli törenler dahil, sahneye kravatsız çıkan oyuncuların sayısında ciddi bir artış var. Kravat karşıtı lobi ne derse ve ne kadar güçlenirse güçlensin, ciddiyetin ve statünün sembolü gibi görünen kravatın tahtını sarsmak hiç de kolay görünmüyor.


 
Üst Ana Sayfa Alt