Şeyh Abdurrahman bin Hasan Alu’ş-Şeyh şöyle der: “Kişinin İslam’ını ortadan kaldıran şeylerin üçüncüsü, müşrikle dostluk kurmak, ona destek olmak ve el, dil ya da mal ile ona yardımcı olmaktır. Allahu Teala şöyle buyurur: “O halde sakın kafirlere arka çıkma.” [Kasas/86] “Rabbim! Bana lütfettiğin nimetlere andolsun ki, artık suçlulara (ve suça itenlere) asla arka çıkmayacağım, dedi.” [Kasas/17] Bu, Allahu Teala’nın bu ümmetin mü’minlerine yönelik bir hitabıdır. Ey okuyucu, bu hitabın ve ayetin hükmünün neresinde yer aldığına bak ve bu hususa dikkat et!” [El-Mevridu’l-Azbu’l-Zilâl fî Keşfi Şibh-i Ehli’z-Zilâl, 291]
• Allahu Teala şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” [Tevbe/23]
Kurtubi Rahimehullah şöyle der: “Bu, ayet-i kerimenin zahirinden anlaşıldığına göre bütün mü’minlere yönelik bir hitaptır. Ve ayet-i kerimenin mü’minlerle kafirler arasındaki dostluk bağını koparmak bakımından kıyamete kadar hükmü bakidir... “Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” İbn-i Abbas der ki: O da onlar gibi bir müşrik olur. Çünkü, kim şirke razı olursa o da müşriktir.” [Tefsiru’l-Kurtûbî, 8/93-94]
Şeyh Muhammed bin Abdulvehhab Rahimehullah, kişinin İslam’ını ortadan kaldıran sebeplerden birinin de, Müslümanlara karşı müşriklere yardım etmek olduğunu söyler ve bunu “İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır” [Maide/51] ayetine dayandırır. [Mecmuatu’t-Tevhid, 33]
Yine şöyle der: “Eğer kafirlere dostluk, onların ülkelerinde yaşamak, onlarla birlikte savaşa çıkmak ya da buna benzer bir şekilde olursa, bunu yapan kimse hakkında küfür hükmü verilir.
Allahu Teala şöyle buyurur: “İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır.” [Maide/51] “O (Allah), Kitap’ta size şöyle indirmiştir ki: Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya (konuya geçinceye) kadar kafirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Elbette Allah, münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir.” [Nisa/140]” [Mecmuatu’t-Tevhid, 175]
• Rabbimiz şöyle buyurur: “Şüphesiz ki kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, ona arka dönenleri, şeytan sürüklemiş ve kendilerine ümit vermiştir. Bunun sebebi; onların, Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayanlara: “Bazı hususlarda size itaat edeceğiz” demeleridir. Oysa Allah, onların gizlediklerini biliyor. Ya melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nasıl olacak! Bunun sebebi, onların Allah’ı gazaplandıran şeylerin ardınca gitmeleri ve O’nu razı edecek şeylerden hoşlanmamalarıdır.
Bu yüzden Allah onların işlerini boşa çıkarmıştır.” [Muhammed/25-28] Şeyh Süleyman bin Abdullah Alu’ş-Şeyh Rahimehullah şöyle der: “Allahu Teala, onlar hakkında dinden dönme ve şeytanın yoluna uyma nedeniyle uygulanacak hükmün sebebini haber vermektedir. Bu, onların, Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayanlara: “Bazı hususlarda size itaat edeceğiz” demeleridir.
Allah’ın indirdiklerinden hoşlanmayan müşriklere, sadece bazı hususlarda kendilerine itaat edeceğine dair söz veren kişi, bu sözünü yerine getirmese dahi sadece onlara vermiş olduğu bu söz nedeni ile küfre giriyorsa, acaba tek olan ve ortağı bulunmayan Allah’a ibadet etme ve Allah’tan başka kendisine ibadette bulunulan diğer tüm sözde ilahlara, tağutlara ve kabirlere ibadet etmekten uzak durma konusunda Allahu Teala’nın indirdiklerinden hoşlanmayan müşriklere muvafakat eden, bu müşriklerin doğru yolda bulunduklarını beyan edip, Tevhid ehlinin onlara karşı savaşmalarının hata olduğunu, doğru olanın ise onlarla uzlaşmanın ve onların dinine girmenin olduğunu söyleyen kimsenin durumu nasıl olur?! Şüphesiz ki bu kişinin durumu, sadece bazı hususlarda kendilerine itaat edeceğine dair müşriklere söz veren kimselerin durumundan daha kötüdür ve riddeti ise daha şiddetlidir.” [Mecmuatu’t-Tevhid’in Onbirinci Risalesi, 346-347]
Yukarıda aktarmış olduğumuz ayet-i kerime ve Şeyh Süleyman’ın Rahimehullah sözü hakkında düşünen kimse, kafirleri dost edinen, İslam ve Müslümanları yok etmek için ortaya koydukları programın uygulanmasında görev alan ve yeryüzünde Allahu Teala’nın şeriatı ile hükmedilmesine çağıran kimselere karşı yapılan saldırılarda, kafirlerin destekçileri konumunda olan kişilerin hükmünü rahatlıkla anlar.
Ayette, bazı meselelerde kendilerine itaat edeceklerine dair kafirlere söz veren kişilerin, bu sözlerini yerine getirmeseler dahi mürted oldukları belirtildiğine göre, fiili olarak kafirlere itaatte bulunan kişilerin hükmü acaba ne olur? Yine kafirlere sadece bazı meselelerde değil, bütün meselelerde itaat eden ve onların emirlerini yerine getiren kişinin hükmü acaba ne olur? Hiç şüphesiz bu kişiler kafir hükmündedirler.
Şeyh Şenkıti şöyle der: “Ayet-i kerime, Allahu Teala’nın indirdiğinden hoşlanmayan kimselere itaat eden ve üzerinde bulundukları batılda onlara yardım eden kimsenin kafir olduğuna delalet etmektedir.” [Advau’l-Beyan, 7/560, 587]
İbn-i Teymiye’ye Rahimehullah, dini nedeniyle bir Müslümanı öldürmeyi amaçlayan kimsenin hükmü hakkında şöyle cevap vermiştir: “Hristiyanların, dinleri üzerinde bulunan Müslümanlarla savaşması gibi, İslam dini nedeniyle bir Müslümanı öldüren kimseye gelince, o kimse şüphesiz kafirdir.
Müslümanlar ile arasında anlaşma bulunan bir kafirden daha kötüdür. Şüphesiz bu kimse, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ashabının, kendilerine karşı savaştıkları kafirler derecesinde muharip bir kafirdir. O kişi, diğer kafirlerin kalacağı gibi, cehennemde ebedi olarak kalacaktır.
Ancak, şahsi bir düşmanlık, mal, geçimsizlik ya da buna benzer bir nedenden dolayı öldürülmesi yasak olan bir kimseyi öldüren kişiye gelince, bu fiil büyük günahlardandır. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’a göre, sadece bu fiilinden dolayı kişi tekfir edilmez.
Böyle bir kimseyi sadece Hariciler tekfir eder.” [Mecmuu’l-Fetava, 34/136-137] Bu konuda mürted yöneticilerin, onların askerlerinin ve yardımcılarının küfrü, dinine sımsıkı sarılmış olan Müslümanların ve mücahidlerin öldürülmesini meşru olarak görmeleri yönündendir.
Zira ortaya koymuş oldukları kanunları, cahiliyye yönetimlerinin yok edilerek, alemlerin Rabbi olan Allahu Teala’nın tertemiz şeriatı ile insanlar arasında hükmetmek ve Allahu Teala’nın şeriatını hakim kılmak isteyen kişilerin idam ile cezalandırılmalarını gerektirmektedir.
Şu anda uygulanmakta olan küfür kanunlarına binaen, haksız yere masum bir Müslümanın kanını dökmeyi mübah gören kimse, şüphesiz kafirdir. Çünkü onun bu fiili mübah görmesi, Müslüman kanının dökülmesinin haram olduğuna delalet eden mütevatir nassları yalanlama kapsamındadır. Bu nedenle İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “İnsan, ne zaman üzerinde icmâ bulunan bir haramı helâl veya bir helâlı haram kılar ya da üzerinde icmâ bulunan bir hükmü değiştirirse, fakihlerin ittifakıyla mürted bir kafir olur.” [Mecmuu’l-Fetava, 3/267]
Bu sözlerinden anlaşıldığı gibi Şeyhu’l-İslam Rahimehullah, bu konuda, öldürmeyi iki kısma ayırmaktadır: Birinci Kısım: Kişinin, dini, akidesi ve menheci nedeniyle öldürülmesi.
İkinci Kısım: Kişinin, şahsi bir düşmanlık ya da mal nedeniyle öldürülmesi.
Dini ve akidesi nedeniyle bir Müslümanla savaşan kimse, şüphesiz kafirdir; cehennem ateşinde ebedi olarak kalacaktır. Bu kimse, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendilerine karşı savaştığı kafirler derecesindedir.
Bu tağutların, onların askerlerinin ve yardımcılarının durumunu, onların mücahid Müslümanlara karşı neden savaştıklarını anlayan kimse, onların, Şeyhu’l-İslam’ın Rahimehullah sözünün kapsamına girdiklerini kesin olarak bilir.
Bilinmektedir ki, Müslümanlar ile tağutlar arasındaki düşmanlığın nedeni, mal veya dünyevi bir mesele değil, tağutların, alemlerin Rabbi olan Allahu Teala’nın şeriatı ile hükmetmeyi
reddetmeleridir.
Tağutların ve tağutların askerlerinin, Müslümanlara karşı yürüttükleri savaşları nedeni ile tekfir edilmeleri için, İslam dininden nefret ediyor olmaları şart değildir. Zira İslam dininden hoşlanmamak, tekfirin başka bir sebebidir. Hem dininden dolayı Müslümanları öldüren ve hem de İslam’dan hoşlanmayan kişinin küfrü tek bir sebebe değil, birbirinden bağımsız iki ayrı sebebe dayanır. Bununla birlikte savaş ve öldürmek, nefretin en önemli alametlerindendir.
İbn-i Teymiye Rahimehullah, kanının dökülmesinin helal olduğuna inanarak Müslümanı öldüren kimselerin hükmü konusunda şöyle der: “Müslümanların kanlarının dökülmesinin, mallarının alınmasının ve onlara karşı savaşılmasının mübah olduğuna inanan kimsenin, Allah’a ve Rasulü’ne savaş açan ve yeryüzünde fesadı yayan kişilerden sayılması evleviyatla geçerlidir. Müslümanların kanlarını ve mallarını helâl kabul eden ve onlar ile savaşılmasını caiz gören harbi kafire karşı savaşılmasının, bütün bu sayılanları haram kabul eden fasıka karşı savaşılmasından daha öncelikli olması gibi.” [Mecmuu’l-Fetava, 28/311]
İkincisi: Şeriat hükümleri, bir topluluğa katılan kimse hakkındaki hükmün o topluluğun hükmü ile aynı olduğunu ve onlarla birlikte cezalandırılacağını belirtir. İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Soyguncu savaşçıların bir topluluk halinde hareket ediyor olmaları ve bu topluluktan sadece bir kişinin, diğerlerinin yardımı ve desteği sonucunda öldürme suçunu işliyor olması hakkında şöyle denmiştir: Ele geçirilmeleri halinde sadece öldürme fiilini yerine getiren kişi öldürülür. Cumhura göre ise, suçu bizzat işleyen ile, suçu işleyen kişiye destek olan arasında fark yoktur ve dolayısıyla da yüz kişi dahi olsalar bu topluluğun tamamı öldürülür. Raşid Halifelerin uygulamaları da bu şekildedir. Ömer ibnu’l-Hattab Radıyallahu Anhu, öldürme fiiline bizzat katılmadıkları halde düşmana gözcülük yapan kişileri de öldürmüştür. Zira öldürme fiilini yapan kişi, ancak gözetleyici ve diğer destek gruplarının yardımı ile bunu yapabilir.” [Mecmuu’l-Fetava, 28/311]
İbn-i Kudame Rahimehullah şöyle der: “Yol kesen eşkıyalara yardımcı olan kimsenin hükmü, yol kesme fiilini doğrudan işleyen kimsenin hükmü gibidir. Malik ve Ebu Hanife bu görüştedir. Şafii Rahimehullah şöyle der: “Yardımcı kimseye sadece tazir cezası uygulanır. Çünkü yol kesen kişiye uygulanan had cezası, ancak suçu işleyen kişi için geçerlidir. Suçu işleyen kişiye yardımcı olana uygulanmaz.”
Bize (Hanbelilere) göre ise, bu hüküm harp ile ilgilidir ve dolayısıyla fiili bizzat işleyen ile, o kişiye destek olan arasında fark yoktur. Bu aynen, elde edilen ganimet taksiminde bu ikisi arasında fark gözetilmemesi gibidir. Zira harp, destek ve yardıma bağlıdır. Fiili doğrudan işleyen kişinin, yardım ve destek olmaksızın başarıya ulaşması mümkün olmaz.” [El-Muğni, 8/297]
İbn-i Hazm Rahimehullah şöyle der: “Harb ehli olan bir kafir, İslam memleketlerinden birini ele geçirse ve orada bulunan Müslümanları kendi hallerine bırakmış olsa, ancak egemenliği kendi elinde bulundurup, orada İslam dininden başka bir din ilan etse, o memlekette kalıp bu kafiri destekleyen herkes kafir olmuş olur. Bu kişiler Müslüman olduklarını iddia etseler de durum değişmez.” [El-Muhallâ, 11/200]
Yine İbn-i Hazm şöyle der: “Aynı şekilde Müslümanlardan kim Rum, Sudan, Türk, Çin ve Hind bölgelerinde yaşar, malın azlığından, bedeninin zayıflığından ya da yol bulamamaktan dolayı o ülkeden çıkamaz ise o kimse mazeret sahibidir. Eğer kafirlerin Müslümanlara karşı yaptığı savaşta, herhangi bir hizmet ya da yazışma yoluyla kafirlere yardım ederse, o kimse kafir olur.” [El-Muhallâ, 11/200]
Şeriat hükümleri, kendilerine karşı çıkmayarak bir toplulukla birlikte olan kimse hakkındaki hükmün, birlikte olduğu topluluğun hükmüyle aynı olduğunu belirtir. Çünkü o kimsenin, herhangi bir zorlanma olmaksızın o toplulukla birlikte olması, onların yaptığı fiili onayladığını ve onları kabul ettiğini gösterir.
Bunun için Allahu Teala şöyle buyurur: “O, Kitap’ta size indirmiştir ki: Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar kafirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Elbette Allah, münafıkları ve kafirleri cehennemde bir araya getirecektir.” [Nisa/140]
Taberi Rahimehullah şöyle der: “Yoksa siz de onlar gibi olursunuz” yani, Allah’ın ayetlerini inkar eden, onlarla alay eden kimselerle oturur, onları dinlerseniz, siz de onlar gibi olursunuz. Çünkü siz, onların Allah’ın ayetleriyle alay ederek isyan ettikleri gibi, onlarla birlikte oturarak ve onların Allah’ın ayetlerini inkar ve alay etmelerini dinleyerek, Allah’a isyan ettiniz. Onların yapmış olduğuna benzer bir tavır içine girdiniz. Bu nedenle, Allah’a karşı günah işlemekte ve Allah’ın sizin için yasaklamış olduğu şeyi yapmakta onlar gibi oldunuz.” [Tefsiru’t-Taberi, 9/320, 322]
İbn-i Kesir Rahimehullah, bu ayetin tefsirinde şöyle der: “Yani, yasak olduğu haberi size ulaştıktan sonra nehyolunduğunuz işi işlediğinizde, Allah’ın ayetlerinin inkar edildiği ve alay edildiği yerde onlarla oturmaya razı olduğunuzda, bunu küçümsediğinizde, onlara hiçbir itirazda bulunmadığınızda, onların yapmış olduğu bu fiile ortaklık etmiş oldunuz. Bunun için Allahu Teala şöyle buyurur: “Siz de onlar gibi olursunuz.”…
Ardından şöyle der: “Elbette Allah, münafıkları ve kafirleri cehennemde bir araya getirecektir” yani, küfürde, bu münafık ve kafirlere katıldıkları gibi, Allah da cehennem ateşinde onları ebedi olarak kafirlere ve münafıklara katacaktır. Ceza, ibret, bukağı ve kaynar su içeceğinin bulunduğu yerde onları bir araya getirecektir.” [Tefsir-u İbn-i Kesir, 1/566-567. Daru’l-Ma’rife, Beyrut]
Allahu Teala, ayetleriyle alay eden ve o ayetleri inkar eden kafirlerle birlikte oturan, bu kafirlere karşı herhangi bir itirazda bulunmayan kimseler hakkındaki hükmün, o kafirlerin hükmü ile aynı olduğunu, kıyamet günü de onlarla birlikte haşrolunacaklarını bildirmektedir.
O halde, kafirlerin, Allahu Teala’nın ayetlerini inkar edip, bu ayetler ile alay ettikleri meclislerine kendi iradeleri ve istekleri ile gidenlerin ve orada oturanların durumu acaba ne olur?
Bununla birlikte onlar, Müslümanları fitneye düşürmek, dinlerinden ve Rablerine giden yoldan alıkoymak, değerlerini çiğnemek, Allahu Teala’nın dinini, şeriatını ve hükümlerini yok etmek için gece gündüz sürekli olarak planlar yaptılar. Efendilerinin emirlerini uygulamak için kongrelerinde, parlamentolarında ve Kremlinlerinde küfür olan beşeri kanunlar ortaya koyarak, Allahu Teala’nın şeriatını kaldırdılar.
Şüphesiz bu kimselerin küfrü, yukarıda aktarmış olduğumuz ayet-i kerimede bildirilen kişilerin küfründen daha şiddetlidir. Kafirlerin gücünden ve tuzaklarından korktuklarını söyleyerek mazeret ileri sürmeleri onlara hiçbir fayda sağlamaz. Şüphesiz Allahu Teala, ilim ehlinin sözlerinde geçtiği gibi, ikrah olunan kişi dışında kimsenin özrünü kabul etmeyecektir.
Bunun için Kurtubi Rahimehullah, Allahu Teala’nın, “Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz” [Enfal/25] ayetinin tefsirinde şöyle der: “Alimlerimiz derler ki: Fitne eğer yaygın bir etki gösterecek olursa herkes helak olu. Bu ise masiyetlerin açıkça ortaya çıkması, münkerin yayılması ve bunların değiştirilmemesi halinde sözkonusu olur..”
Şöyle devam eder: “İnsanlar, açıktan açığa münker işleyecek olurlarsa, onu gören herkesin o münkeri değiştirmesi bir farzdır. Eğer buna ses çıkarmayacak olursa, hepsi de isyankar olur. Birisi, o münker fiili işlemekle, diğeri de ona razı olmakla.
Allahu Teala ise, hükmü ve hikmeti gereği münkerin işlenmesine rıza göstereni bizzat onu işleyen gibi değerlendirmiştir.” [Tefsiru’l-Kurtûbî, 7/374-375. Bkz: İbnu’l-Arabi, Ahkamu’l-Kur’an, 2/847]
İbn-i Hacer el-Askalani Rahimehullah, İbn-i Ömer’den Radıyallahu Anhuma rivayet edilen, “Allah bir kavme azap indirince, o kavim içinde bulunan herkese azap isabet eder. Sonra herkes kendi amellerine göre diriltilir” hadisinin şerhinde şöyle der: “Bundan, kafirlerden ve zulümden kaçmanın gerekliliği anlaşılmaktadır. Çünkü onlarla birlikte ikamet etmek, nefsi tehlikeye atmak kabilindendir. Bu, birlikte ikamet edilen kafirlere yardımda bulunmamak ve onların yaptıklarından razı olmamak halinde böyledir. Ancak, kafirlere yardım eden ve yaptıklarından razı olan kişi, şüphesiz kafirlerdendir.” [Fethu’l-Bârî, 13/61. Hadisi, Buhârî rivayet etmiştir. No: 7108]
Dolayısıyla, mürted yönetimlerin resmi basın kuruluşları vasıtısıyla, bu askerlerin ve tağutların destekçileri niteliğinde olan kişilerin masum olduğunun açıklanması oldukça gülünçtür. Ki bu açıklamalar, mücahidler tarafından yapılan her operasyondan sonra yapılmaktadır.
Masum olarak isimlendirdikleri bu kişiler mürted yönetimlerin ve İslam’a karşı savaşan sistemlerin destekçileridirler. Bu yönetimler ve sistemler, o askerlerin elleri ile kötülüklerini ve küfürlerini uygulamaktadır.
Onlar, işbirlikçi mürted hükümetlerin askerleri ve ayakta durmalarını sağlayan sütunlarıdırlar. Ki bu yönetimler İslam’ın hükmetmesini engellemekte, laik yasaları ve kanunları ise silah, zindan, işkence, sahte seçimler, saptırıcı basın ve ırzları kirleterek dayatmaktadırlar.
Onlar, kendi aralarında yaptıkları bir takım güvenlik anlaşmalarına binaen mücahidleri ve davetçileri memleketlerinden çıkaran mürted yönetimlerin temsilcileridirler.
Onlar, binlerce tutuklunun bulunduğu hapishanelerde, Müslümanlara karşı en sert işkence ve sindirme çeşitlerini uygulamak için uğraşan mürted hükümetlerin temsilcileridirler. Her ay bu Müslümanlardan onlarcası işkence, açlık ve baskı ile bu yönetimler tarafından öldürülmektedir. Yine bu yönetimlerin askerî mahkemeleri, Müslüman gençleri, en basit nedenlerden dolayı idam etmektedir.
Onlar, kendilerini Amerika’nın ayakları altına atan ve Müslümanların memleketlerini satan yönetimlerin temsilcileridirler. Ki bu yönetimler, Kuveyt, Irak, Somali ve Bosna’da Amerika’nın çıkarlarını savunmak için, kendi askerlerini paralı askerler olarak savaştırmaktadırlar. Amerika’ya, havada, karada ve denizde her türlü askeri kolaylığı sağlamaktadırlar.
Onlar, Filistin’i satan, İsrail’in varlığını kabul eden, onlara teslim olan, Sina’yı silahsızlandırarak onlara veren, Kahire’de İsrail için elçilik açan, şehrin semasını kirleten ve minarelere meydan okurcasına dalgalanan İsrail bayrağını diken hükümetlerin temsilcileridirler.
Yine onlar, İsrail’in temsilcileri olarak, bölgeyi teslim olmaya çağıran, İsrail’de elçilikler açmaya davet eden, bölgede iktisadi ve kültürel işgali tamamlamak için, İsrail’in önünü açan hükümetlerin temsilcileridirler.
Kendisini Arap ya da İslami olarak isimlendiren bütün hükümetler ve bölgedeki bütün milliyetçi laik hareketler, Filistin’i İsrail’e satmışlardır. Onlar halkı, Filistin’in kurtarılamayacağına inandırmaya çalışmakta ve Filistin’in kurtarılacağına da asla inanmamaktadırlar.
Şüphesiz bütün bu devletler ve hareketler, Birleşmiş Milletler’i ve onun kararlarını tanımaktadırlar. İsrail ise, Birleşmiş Milletler’in bir üyesidir. Dolayısıyla bütün üyeler, hatta Filistin Kurtuluş Örgütü, İsrail’in varlığını kabul eden bu organizasyonun kararlarına uymaktadır. Filistin Kurtuluş Örgütü, devrimi başlattığını iddia ettiği ilk günden beri, Müslümanların, Yahudilerin ve Hristiyanların birlikte yaşayabilecekleri laik bir sistemi hedeflemektedir.
Bilakis onlar en radikal oldukları dönemlerde bile, Filistin topraklarına gelen milyonlarca Yahudinin ve yönetimlerinin haklarını silah zoru ile korumuşlardır. Günümüzde ise, Yahudilere teslim olmanın eşiğindedirler.
Ben değerli okuyucunun bu önemli meseleye dikkat etmesini istiyorum. Çünkü bu, Baasçılar, milliyetçiler, Hristiyanlar ve koministlerden oluşan laiklerle Müslümanlar arasındaki fiili farklardandır. Müslüman olmayan bütün bu insanlar, Filistin’i sattılar. Ancak onlar, satış bedeli konusunda ihtilaf ettiler: Bu bedel, İsrail ile yapılacak olan bir barış mı, yoksa Filistin’in Yaser Arafat’a ait bir belediye olarak kalması mı? Yoksa 1967’nin sınırlarının geçerli olması mı olsun?... Filistin’in Müslüman ümmete dönmesi meselesine gelince, 1949 yılında kendi istekleriyle kabul ettikleri ateşkesten ve Birleşmiş Milletler’in meşruluğunu kabul etmelerinden itibaren bunu gözardı etmişlerdir.
Filistin için Müslümanlardan başkası kalmamıştır. Zira o Müslümanlar, usulde ifrata kaçamazlar. Bu usulü inkar etmeleri, dinde zaruri olarak bilinen meselelerin inkarı manasına gelir ki bu, küfürdür. Filistin konusunu önemsememek; Müslümanların memleketlerinin kafirler tarafından işgal edilmesine razı olmak ve işgalci düşmana karşı yapılması gereken cihad farziyetini kabul etmemektir.
Bu, laiklerin değer vermedikleri, önemli meselelerden biridir. Onların bu meseleye değer vermemeleri garip değildir. Zira onlar dinlerini önemsemeyince, doğal olarak topraklarını, namuslarını, değerlerini ve ümmetlerinin hakkını da önemsemeyeceklerdir.
Kim zelil olursa, zillet kolay gelir ona,
Ölüye acı vermez, yara.
Ey Müslüman kardeşlerim! Müslümanlar ile laikler arasındaki bu farka dikkat edin. Bu fark ile onların gerçek durumunu teşhir edin ve onların bu ayıplarını ortaya çıkarın.
Masum olarak nitelenen bu polis ve askerler, Müslümanların servetini çalarak, Amerika ve İsrail’e teslim eden mürted yönetimlerin temsilcileridirler. Bu yönetimler, Müslümanların mallarını Amerika ve Batı’nın çıkarları uğruna Amerika ve onun müttefiklerinin orduları için harcamaktadırlar.
Yine masum olarak nitelenen bu kimseler, sanat ve kültür adıyla resmi televizyonlarda günah ve zinayı yayan mürted hükümetlerin temsilcileridirler.