Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Islamin Insanlari Değerlendirmedeki Ölçüsü….!

E Çevrimdışı

ebumuhammed

Üye
İslam-TR Üyesi
İSLAMIN İNSANLARI DEĞERLENDİRMEDEKİ ÖLÇÜSÜ….!



İslâm'ın, fertleri veya toplumları değerlendirmede takip etmiş olduğu metodu nedir...? Menheci veya ölçüsü nedir...? Bu konuda nelere dikkat etmiştir.. .Yine bu konuda insanlarda aranması gereken şeyler nelerdir... Bunların izah ve beyanı üzerinde olacaktır.

Çünkü bu konudaki bir çok çarpıklıklar, dengesiz ölçü ve hareketler, insanların birbirlerine yaklaşmasında olsun uzaklaşmasında olsun bir çok problemler doğurmuştur.

Bu karışıklık içerisinde boğulan fertler veya cemaatler, bu dengesizlikleri yüzünden kimi tenkit, kimi tasvip edeceklerini karıştırdıkları gibi, yine aynı şekilde kimi kabul, kimi reddedeceklerini de karıştırmışlardır.

Halbuki bu konu hassas bir konu olmakla beraber, yine en çok üzerinde gevşeklik gösterilen İslam'ın "el-Vela vel bera" müessesesindendir. Eğer bu müessese düzgün anlaşılmamış ise veya anlayamamış isek, tespitlerimiz muhakkak ki dengesiz olacaktır.

İşte bundan dolayıdır ki, bu konuda bizim ilk önce İslam’ın gayesini ve gayesine ulaşmada kullanılmasını İstediği vasıtasını tesbit etmemiz zaruridir. Eğer gaye ile vasıta tesbit edilmemiş ise veya edememiş isek biz, bu ikisinin bir birleri ile yer değiştireceğinden dolayı dengesiz bir Ölçüye sahip olacağız.

Dolayısı ile, tenkitlerimiz dengesiz olacağı gibi, tasviplerimiz de dengesiz olacaktır.

Yani, kimin dost, kimin düşman olduğunu anlayamadığımız gibi. kime yakınlık gösterip kimden de uzak durmamız gerektiğini anlayamayacağız.

Ve, böyle cahilane bir hareketimizle adaletten uzak insafsız bir şekilde dostumuza ve düşmanımıza durmadan zulmedeceğiz.

Oysa ki İslâm, umum kaidesi ile bize insaflı ve adaletli olmamızı emreder, velev ki dostumuz veya düşmanımız olsun.

Çünkü, insafsızlık, adaletsizlik, din'deki aşırılık (yani ğuluv) zemmedilmiştir.


ALLAH'u Azze ve Celle'nin konu ile alakalı bir ayeti celilesinde şöyle buyrulmaktadır; - "Ey iman edenler! ALLAH için hakkı ayakta tutan, adaletle şahidlik eden kimseler olunuz. Bir kavme karşı olan kininiz (düşmanlığınız) sizi adil davranmamaya sevk etmesin. Adaletli olun; Zira bu takvaya dana yakındır. ALLAH'tan korkun, şüphesiz ki ALLAH, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. (Maide 8 ay.)

"... Konuştuğunuzda, akraba bile olsalar, adil davranın, adil olun...' (En'am 152 ay.)

İşte bu gösteriyor ki, insanlar arasında bir ayırım veya bir değerlendirme söz konusu olduğu zaman onlara, hak ettikleri mevki ve değerin verilmesi ve bu konuda adil davranılması ALLAH'ın bir emridir. Yoksa bir çoğumuzun yaptığı gibi, eğer bizim cemaatten ise o iyidir ve doğrudur, bizden değil ise o kötüdür,batıldır kaidesi kesinlikle adil bir kaide olmadığı gibi. ALLAH'ın sevmediği bir ölçü ve kaidedir.

Unutmayalım ki, bu şekildeki şahsi ölçü ve kaidelerimiz sadece bizi bağlayan ve hiç bir zaman ilmi bir hüviyet kazanamayan değersiz şeylerdir.

Bizim için bir ferdin, veyahut o fertlerin müntesip olduğu cemaatin veya cemaatlerin haktan ne kadar nasibleri var, ne kadar haktan uzaklar, bunu tesbit etmede bir ölçümüz vardır ve bu da "TEVHİDtir.

Ne onların ...biz müslümanız demeleri, ne namazları, ne oruçları ve ne de sair amelleri, onların hakta olduğunu isbat etmeğe yeterli değildir.


Aynen şu saymış olduğumuz hasletler Mekkeli müşriklerde de mevcuttu. Yani Kur'anın müşrik ve kâfir olarak vasıflandırdığı Peygamber (sav)'in de yirmi üç sene içerisinde kendileri ile mücadele ettiği, kanlarının, mallarının, ırzlarının tevhid ehli Müslümanlara helal kılındığı o topluluk ALLAH'a inanıyorlardı, Namaz kılıyorlardı, oruç tutuyorlardı, sadaka veriyorlardı, mescidler imar ediyorlardı, hulasa, şu an ibadet adı altında yapmış olduğumuz ne varsa, aynen bu onlarda da mevcut idi. Bazı ziyadelik ve noksanlıkları ile.

Ama buna rağmen ALLAH-u azze ve Celle bu insanları şirk'le tavsif ediyordu. Neden?
Çünkü, ALLAH-u Azze ve Celle'ye takdim etmiş oldukları ibadetlerinde O'nu birleyemiyorlardı.

İşin ilginç tarafı; ALLAH'ı birleyememe sebepleri de çok samimi bir halden zuhur ediyordu. Yani, ALLAH'a daha fazla yaklaşabilmek için bazı salih kabul edilen Latt, Menat, Uzza, Hubel gibi şahısları vasıta ve şefaatçiler ediniyorlardı.

Bu da kötü bir niyetlen değil idi. Kalkıp da ALLAH'tan gayrı bizim bir Halikımız var, razıkımız var diye bir düşünceyle de bunu yapmıyorlardı.

Çünkü ALLAH'u Azze ve Celle kendilerine "...Neden benden başka ilahlara itaat ediyorsunuz veya tapıyorsunuz..."diye onlar cevaben şöyle diyorlardı:

...Hayır! Biz bunlara tapmıyoruz. Biz sadece, bizi daha fazla ALLAH'a yaklaştırsınlar diye bunları vesile ediniyoruz..." (Zümer 3 ay).

Görüldüğü gibi bu ayeti kerime Mekkelilerin samimi olduklarını ortaya koymaktadır. Çünkü ALLAH'a daha fazla yakın olabilme için bunları şefaatçi ve vasıta ediniyorlardı. , -

Ama ALLAH-u Azze ve Celle, onların bu hareketlerini, "...Kendisinden başkasına tapma.... Kendisinden başkasına ibadet etme..." olarak değerlendirmiştir. Neden?
Çünkü, ALLAH (cc) onlara böyle bir şeyi din olarak emretmemişti. Yani, "...Bana yakın olabilmeniz için kabir ve türbelerde yatan salih insanları araya vesile olarak koyabilirsiniz...' diye peygamberleri onlara böyle bir emir getirmemişti.

Buradanda anlaşıldığı üzere kişilerin her ibadet ve taatini kitap ve sünnete göre yapma zorunluluğu vardır, bunun zıddı kabul olunan taat ve ibadet değildir

İşte ALLAH resulü (sav)'in gönderiliş gayesi, yapılan bu çirkin işlerin ortadan kaldırılması içindi.
Keza Kur'an-ın indirilişi, yapılan bu çirkin işlerin ortadan kaldırılıp, ALLAH'a onun istediği resulünün gösterdiği şekilde ibadet edilmesi içindir.

Eğer anlaşıldı ise görülüyor ki, insanların ne samimiyetleri, ne namazları, ne hacc'ları, ne oruçları ve ne de sair amelleri onların hak ehli olduklarına delalet etmemektedir. Bunların hepsini geçerli kılacak olan esas tevhid'dir, buna bakılmalıdır.

Eğer bu ibadetleri ile ALLAH'ın istediği şekilde bir kul olmamış iseler mekkeliler, bu kaide bütün-insanlık için geçerlidir, yani, onlar ALLAH'ın varlığını, birliğini kabullenmeleri ile beraber namaz kılmaları, zekat vermeleri, kurban kesmeleri, hac yapmaları, adak adamaları nasıl ki ALLAH indinde bir değer taşımadı ise, aynen de zamanımızda bu sayılan ibadetleri yerine getirenlerin, kabirlere koşup onlardan medet umdukları müddetçe, salih insanları ALLAH'a yaklaşmada vesile kabul ettikleri müddetçe, samimi de olsalar bu ibadetleri kendilerinden kabul edilmeyip yüzlerine çarpılacaktır. Ve ayrıyeten, ALLAH (cc) onların bu hareketlerini şirk kabul edip kendilerini de nasıl ki müşriklikle vasıflandırdı ise, aynen bu insanların yaptıklarını da şirk, kendilerinide müşrik olarak vasıflandıracaktır.
İşte bizim ölçümüz bu olmalıdır.

Bir ferdi veya bir cemaati ele alıp değerlendirmek istiyor isek, onların amellerini geçerli kılacak tevhidlerine bakılması gerekir, bu şarttır.

Değilse biz kendiliğimizden bir ölçü koyup, yakınlığımız veya uzaklığımız nisbetinde bir insanı mahkum edip ebedi bir hüsran ile itham edemeyiz. Yine aynı Şekilde ebedi saadetle de müjdeleyenleyiz. Bu bizim elimizde olan bir şey değildir.

Biz şimdi mes'elenin bu yönünü görmez isek (yani, fertlerde veya cemaatlerde ilk aranması gereken tevhid'tir, bunu bilmez isek) bazı kalbi yakınlıklar ile, veya onlarla bazı fikirlerde müşterekliğimizden dolayı karşı tarafı tasvip etme gibi bir hataya düşebiliriz.

Malesef zamanımızda hakim olan anlayış da budur. Biz umumen bu dengesiz ölçüyü kullanmaktayız toplum olarak. Namaz kılanın hemen namazına aldanıyoruz. Oruç tutanın orucuna, zekat verenin zekatına hemen değer veriyoruz. Hiç bir zaman;- "...Acaba bu insanın yapmış olduğu amellerini geçerli kılan tevhidi nasıldır, Yine aynı şekilde bu amellerini iptal edecek bir şirk'i var mıdır..." diye biraraştı rima, soruşturma yapmıyoruz nedense. Ondan sonra da kalkıp şuursuzca "...Memleketin yüzde doksanı müslümandır..." narasını atarız.

işte bu şekildeki şuursuz, basiretsiz ve dengesiz bir değer ölçüsüne sahip olmamızdan dolayıdır ki, kimin ne olduğunu anlayıp kavramadan herkesi cennet'e doldurduğumuz gibi, bazen de cehenneme doldurmaktayız.
Yine bu konudaki dengesiz konuşmalardan biri de; "Falan şehid... Filan şehid..." gibi kullanılan sözlerdir.

Bu gibi sözlerle de insan, ALLAH yerine karar verdiğinin f arkında değildi r. Oysa ki bir insanın şehit olduğunun delili ALLAH indindedir. Zahiren
onun ALLAH yolunda cihad ettiğini görebiliriz. Fakat onun niyetinin ne olduğunu bilemediğimiz için bu konuda kesin bir karar veremeyiz, Veya inşALLAH şehid'tir deriz. Bu konuda, medinedeki hurmalıklar için savaşan insanın misali verilebilir.
İşte, bu ve bununla eş manalı daha nice müşkülatlar var ki bunların hepsinin ona sebebi, bizlerin şer'i bir çizgide tesbit yapamamayışı ve insanları değerlendirmede de nefsi ve hissi davranışıdır.
Bakarsın, bir fert veya bir topluluk gırtlağına kadar şirk içerisinde yüzdüğü halde, onlarla aynı dinden olduğunu söyleyenler vardır.

Yine bakarsın ki, İslam'ın fer'i meselelerinden bir iki hususta karşı, tarafla bir müşterekliliği var diye, onları şirkleri ile beraber tasvip edenler vardır.

Ve en garibi de, yine bakarsın ki "...Bu yapılanlar yanlıştır, insanları değerlendirmede İslam'ın ölçüsü vardır..." diye tebliğ edildiğinde bunu fitne ve bölücülük olarak telakki edenler vardır.

Hulasa, bu konuda gayenin ne olduğunu, yani ne için yaratıldık ve neye önem vermemiz gerektiğini çok iyi tesbit etmemiz gerekir.

Eğer biz bunu kavrayıp tesbit edebilmiş isek, muhakemeye tabi tuttuğumuz fert olsun, topluluklar olsun, onların haktaki yerini, nasibini, ne kadar hakka yakın, ne kadar ondan uzak olduklarını rahatlıkla anlayabiliriz. Ve dostluk yada düşmanlık tercih mevzu bahis olursa bu tercihte de kaidemiz bizim için ölçü olur.

Yani, insanların hakka olan yakınlıkları nisbetinde, bizim de onlara karşı bir yakınlığımız söz konusu olur.

Misal; ALLAH'ın varlığını inkâr eden bir ateistle, ALLAH'ın varlığını kabul edip de hiç bir iş, amel yapmayan birisi yan yana getirilirse, herhalde ikinci şahıs hakka bir santim daha yakındır.
Yine aynı şekilde, ALLAH'ın varlığını birliğini kabul edip de hiç bir amel işlemeyen bir kimse, ALLAH'ın varlığını birliğini kabullenip bununla beraber birtakım ibadetleri olanla yanyana geldiğinde, herhalde yine ikinci şahıs birinciden daha hayırlıdır.

Aynen, bu kaideyi oluşturan rum suresinin başlarında olduğu gibi, Kitaplılarla kitapsız olan mecusilerin savaşmalarında kitaplıların kazanmalarının temenni edilmesi gibi.
Görüldüğü gibi, iki tarafta kâfir ve müşrik olmalarına rağmen biri kitaplı diğeri ise kitapsız olduğu için tercih kitaplılar olmuştur. Yani kitaplıların kazanmaları temenni edilmiştir.
Hulasa, eğer bizim için bir tercih mevzubahis olursa, bu tercihte de istikamet sahibi olabiliriz. Fakat başlangıçta adaletli ve insaflı olma mecburiyetindeyiz.

Velhamdulillehi rabbil alemin
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt