Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İslamiyet Öncesi Müşrik Toplum

H Çevrimdışı

hutbetussahra

Hayat, İman ve Cihad...
İslam-TR Üyesi
İslamiyet Öncesi Müşrik Toplum

(...)Kusayy’ın Mekke ve Kâbe’yi istila etmesi, miladi beşinci asrın ortalarında 440 yılında
olmuştu.{36} Böylece önce Kusayy sonra da kabilesi Kureyş, Mekke’de nüfuz sahibi
oldu. Kusayy bundan böyle yarımadanın her tarafmdan insanlarm akm akm geldikleri
Beytullah’ın dinî reisi olmuştu.
Kusayy’ın yaptığı işlerden biri de şudur: Kureyş kabilesini dağınık olarak konakladığı
yerlerden alarak Mekke’ye topladı. Mekke’yi kabilesi arasmda taksim etti.
Safvan, Advan ve Murre b. Avf ailelerinin eskiden beri taşıdıkları yetkilerin devamına
müsaade etti. Çünkü bunu değişmesi gerekmeyen bir emanet olarak telakki ediyordu.{37}
Ayrıca Mescid-i Haram’m kuzey tarafında “Daru’n-Nedve”yi kurdu ve buradan
mescide bir kapı açtırdı. Daru’n-Nedve, Kureyş’in önemli konularının karara bağlandığı
idari bir merkezdi. Ortaya çıkan meseleleri çözmesi ve dolayısıyla Kureyş’in
birliğini temin etmesi bakımından Daru’n-Nedve’nin Kureyş kabilesi için büyük değeri
vardı.{38}
Kusayy’ın, reisliğinden gelen şu yetkileri vardı:


1. Daru ’n-Nedve Reisliği: Burada, aralarında ortaya çıkan en büyük meseleleri istişare
ederlerdi. Kızlarını burada evlendirirlerdi.
2. Livâ: Harb sancağı ancak onun eliyle meydana asılırdı.
3. Hicâbe: Kâbe kapısını ancak o açabilirdi. Kâbe’ye hizmetle birinci derecede o
vazifeliydi.
4. Sikâye: Hacılar için havuzlan suyla dolduruyorlar, suyun içine bir parça hurma
ve kuru üzüm koyuyorlardı. Hacılar Mekke’ye geldiklerinde bu sudan içiyorlardı.{39}
5. Rifâde: Ziyafet şeklinde hacılara yemek verilmesiydi. Kusayy, Kureyş kabilesinin
her sene hac mevsiminde mallanndan belirli bir miktarı kendisine vermelerini
kararlaştırdı. Bu meblağ ile yoksul ve parasız hacılar için yemek hazırlatıyordu.{40}
Bütün bunlar Kusayy’a aitti. Oğlu Abdimenaf onun sağlığında izzet ve şeref sahibi
olmuştu. Abdüddar ise hoşlanılmayan birisiydi. Kusayy: “Dinlemeseler de seni
milletin içine katacağım,” diyerek Kureyşe ait üzerindeki sorumluluklardan Daru’n-
Nedve, Hicab, Livâ, Sikâye vazifelerini ona tevdi etti. Kusayy, Abdüddar’a hiç muhalefet
etmiyor ve yaptığı her şeyi kabul ediyordu. Kusayy’m emirleri sağlığında ve
ölümünden sonra, âdeta uyulması zorunlu bir din gibiydi. Vefat ettiği zaman oğulları
aralarında hiçbir çekişme olmadan onun emrini yerine getirdiler.
Ancak Abdimenaf ölünce oğulları, amcaları Abdüddar ve oğullarıyla bu vazifeler
hususunda çekişmeye başladılar. Kureyş iki gruba ayrıldı. Neredeyse aralarında çatışma
çıkacaktı. Sonunda bu vazifeleri aralannda taksim ettiler. Sikâye ve Rifâde Abdimenafoğullarına
düştü. Daru’n-Nedve, Livâ ve Hicâbe Abdüddaroğullannda kaldı.
Sonra Abdimenafoğulları aralarında kura çektiler. Kura Haşim b. Abdimenaf a çıktı
ve hayatı boyunca Sikâye ve Rifâde vazifesini artık o yerine getirdi.
Haşim vefat edince kardeşi Muttalib b. Abdimenaf onun yerine geçti. Ondan sonra da
Peygamber Efendimiz’in (s.a.) dedesi Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdimenaf ve sonra da
oğullan bu vazifeleri üzerlerine aldılar. Nihayet İslâm geldiğinde vazife sırası Abbas b.
Abdülmuttalib’teydi.{41} Kureyş’in bunlardan başka aralannda dağıttıklan başka vazifeleri
de vardı. Böylece küçük bir site devleti meydana getirmişlerdi. Bu site devletinin asrımızdaki
parlamento ve hükümetlere benzeyen daireleri ve meclisleri vardı.
Bu site devletindeki bazı önemli görevleri şu şekilde sıralayabiliriz:
1. İsar\ Putlann önünde fal oklarıyla fal açmak görevi Cümahoğullanna aitti.
2. Tahcir. Putlara hediye edilecek kurban ve adakların tanzimi, davaların ve uyuşmazlıklara!
halledilmesi Sehmoğullarına aitti.
3. Şura: Esedoğullanndaydı.
4. İşnak: Diyet ve para cezalarının tanzimi Teymoğullanna aitti.
5. Ikab: Milli sancağın taşınması Ümeyyeoğullanna aitti.
6. Kubbe: Askeri kamp tanzimi ve süvarilerin idaresi Mahzumoğullanndaydı.
7. Sifara: Başka devlet ve kabilelere gönderilecek heyetlere başkanlık etme görevi
Adiyoğullarma aitti.{42}
Diğer Araplarda İdare
Daha önce Kahtani ve Adnani kabilelerinin göçlerini ve Arap diyarını aralarında
paylaştıklarını zikretmiştik. Bu kabilelerden Hîre’ye yakın olanlar Hîre’deki Arap
valiye, Şam badiyesinde bulunanlar Gassanilere tâbi idiler. Ancak bu tâbi olma fiilen
değil sadece kağıt üzerinde bağlılığını bildirme şeklindeydi. Bu kabilelerden yarımada
içlerindeki badiyelerde bulunanlar ise mutlak hürriyete sahip idiler.
Hakikatte bu kabileleri serbestçe idare eden kabile reisleri vardı. Kabileler; siyasî
şahsiyetinin temeli olan ırk birliği ile bölgeyi korumak ve bölgeye yapılacak tecavüzlere
mani olmak hususundaki karşılıklı menfaatler üzerine kurulu küçük bir hükümet
şeklindeydi. Kabile reisinin kabile içindeki konumu “kral” derecesindeydi. Savaşta
ve barışta kabile büyüğünün görüşüne uyulur, hiçbir şekilde ona muhalefet edilemezdi.
Reisin, güçlü bir diktatörün sahip olduğu bir hakimiyet ve baskı yetkisi vardı.
Ancak amca oğulları arasındaki reislik çekişmesi, onları zaman zaman insanların
gözünde değer kazanmak için cömertçe harcama, misafire ikram, yumuşak huyluluk,
kahramanlık ve başkalarını müdafaa gibi noktalarda insanlara faydalı olmaya yöneltiyordu.
Bilhassa şairler bu zamanda birbirleriyle çekişen taraflar arasında dereceleri
yükselsin diye kabilelerin tercümanı olurlardı.
Reislerin ve kabile büyüklerinin özel hakları da vardı. Bunlar şunlardır:
- Mirba: Ganimetin dörtte biri.
- Safıyy : Reisin ganimet taksiminden önce seçerek aldığı eşya.
- Neşita: Reisin savaş yerine varmadan yolda elde ettiği mal.
- Fudul: Ganimet taksiminden artıp savaşçılara eşit olarak dağıtılamayan deve, at
gibi mallar...
Siyasî Durum
Arapların ele aldığımız dönemdeki idari durumunu öğrendikten sonra şimdi de biraz
onlann siyasî durumlanndan sözedelim:

Yabancılara komşu olan üç bölgenin (Yemen, Hîre ve Şam bölgesinin) siyasî durumu
büyük bir yıkım ve çöküntü içindeydi. İnsanlar ya efendi veya köle, ya idare
eden ya da idare edilen durumundaydı. Efendiler bütün ganimete konarlar, köleler de
bütün cezalara müstahak sayılırlardı. Daha açık bir ifadeyle halk, ürünü hükümete
devredilen bir tarla konumundaydı. İdareciler halkı kendi zevkleri, arzulan ve hırsları
doğrultusunda sömürüyorlardı.
İnsanlar zillet içinde kıvranıyorlardı. Zulmün her çeşidine maruz kalırken şikayet
etmeye, direnmeye bile mecalleri kalmamıştı.
İdare baskı idaresiydi, hak hukuk tanınmıyordu. Yarımadadaki kabilelerin birbirleriyle
olan bağları kopmuştu. Kabile çekişmeleri, din ve ırk birliğini de göz ardı
ettiriyordu. Hatta onlardan biri şöyle diyordu:
“Ben ancak kabileme bağlıyım. O saparsa ben de saparım.
Kabilem doğru yolu bulursa ben de doğru yolu bulurum. ”{43}
Bu kabilelerin ne bağımsızlıklarını destekleyecek kralları, ne de darlık zamanında
başvuracakları ve dayanacakları bir mercileri vardı.
Hicaz Emirliği’ne gelince; Araplar bu göreve takdir ve hürmetle bakıyorlardı. Hicaz
idaresini en üst kumandanlık ve dinî merkez olarak görüyorlardı. Gerçekte bu hükümet
dünyevi ve dinî liderlik karışımı bir hükümetti.
Bu hükümet, Araplar arasında dinî liderlik olarak hükmediyor, “Beytullah’a gelen
Allah’ın misafirlerine yardımcı olan hükümet” sıfatıyla Harem bölgesi ve civanna
hakim olup, Hz. İbrahim (a.s.) şeriatının hükümlerini tatbik etmeye çalışıyorlardı.
Bu kabilenin bugünkü parlamento ve dairelere benzeyen birimleri de vardı. Fakat
bu teşkilat, Habeşli Ebrehe’nin işgali sırasında açıkça ortaya çıktığı gibi, bu ağır
yükü taşıyamayacak kadar da zayıftı.

3. ARAPLARIN DİNLERİ
Hz. İsmail (a.s.), babası Hz. İbrahim’in (a.s.) dinine davet ettiği zaman Araplann
çoğu onun bu davetine uydular. Artık Allah’a ibadet ediyor, onun birliğine inanıyor
ve O’nun dinine teslim oluyorlardı.
Fakat zaman geçtikçe ilahi davetten elde ettikleri bu nasibi unutmuşlardı. Aralarında
sadece Allah’ın birliğine iman ile birkaç ibadet şekliydi, ilahi dinden geriye kalan.
Huzaa’nın reisi Amr b. Luhayy iyilik etme, sadaka ve dinî vazifelere bağlılık gibi
bazı şeyler icat etmiş, insanlar da onu sevmiş, değerli alimlerden ve büyük velilerden
zannederek ona bağlanmış.
Daha sonra Amr Şam’a gidip, orada halkın putlara taptıklarını görünce onların
hak yol üzere olduklarına inandı. Çünkü Şam, eskiden beri peygamberler ve ilahi ki
taplar diyarıydı. Şam’dan Mekke’ye dönerken yanında Hübel adındaki putu getirerek
bunu Kâbe’nin içine koydu. Mekke halkı onun Allah’a şirk koşan davetini kabul
etti. Mekke ehlinden sonra Hicaz halkının tamamı da putçuluk konusunda Mekke
halkına uydular.
En eski putlardan biri de Kızıldeniz kıyısında Kudeyd yakınlarında ki Müşellel
denilen yerde bulunan Menat idi.
Sonra Taif te Lât putunu, Nahle vadisinde ise Uzza putunu icat ettiler. Bu üçü
putların en büyükleriydi. Sonra şirk çoğaldı, Hicaz’ın her tarafında putlar, önüne geçilemeyecek
denli arttı.
Nakledilir ki; Amr b. Luhayy’a cinlerden bazıları görünmüş ve ona Nuh (a.s.) kavminin
putları olan Vedd, Suva’, Yagus, Yauk ve Nesr’in Cidde’de gömülü olduklarını
haber vermişti. O da oraya gitmiş ve bu putları çıkararak Tihame’ye getirmişti. Hac
vakti gelince bu putları bazı kabilelere vermiş, onlar da bu putları memleketlerine götürmüşlerdi.
Nihayet her kabilenin bir putu, sonra da her evin bir putu oldu.
Efendimiz (s.a.) Mekke’yi fethedince Beytullah’m etrafında 360 tane put bulmuş,
her birini değnekle yere yıkmış, sonra bunlann Mescitten çıkartılmasını emretmiş ve
hepsini yok ettirmişti.
Puta Tapma ve Şirk
Böylece Hz. İbrahim (a.s.) dini üzerinde olduklarını zanneden cahiliye halkının dininin
en büyük alameti şirk ve putlara tapmak oldu. Onlann puta taparken uyguladıklan
birtakım adet ve merasimler de vardı. Bu adetlerin çoğunu, Amr b. Luhayy icat etmişti.
Bunlardan bazıları şunlardı:
1. Putların, Allah katında kendilerine şefaat edeceğine ve diledikleri şeyleri yerine
getireceğine inanarak, putlann önünde el bağlıyorlar, onlara sığınıyorlar, isimlerini
çağmyorlar, darlık anlarında onlardan yardım istiyorlar ve ihtiyaçlarını arz ederek
putlara dua ediyorlardı.
2. Putları ziyaret ediyorlar ve etraflarında dolaşarak tavaf ediyorlardı. Putların yanında
boyun eğiyorlar ve onlara secde ediyorlardı.
3. Çeşitli kurbanlar kesmek suretiyle putlara yaklaştıklarını sanıyorlar, putlar adına
ve onların isimleriyle koyunlar, sığırlar, develer boğazlıyorlardı. Bu iki çeşit kurban
kesim şekline Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle işaret ediyor:
“Dikili taşlar (putlar) üzerine kesilenler.... size haram kılındı.” (Maide, 3)
“Üzerine Allah’ın ismi (besmele) zikredilmemiş hayvanlardan yemeyin.” (Enam, 121)
4. Putlara yaklaşma (onlara göre ibadet) şekillerinden biri de şu idi: Putlara yiyecek
ve içeceklerden arzularına göre bir parça ayırıyorlardı. Ayrıca ekinlerinden
ve davarlarından bir hisse de ayırıyorlardı. Garip şeydir ki bunlardan bir parça da
Allah’a ayırıyorlardı. Allah için ayırdıklarını çoğu kez çeşitli sebeplerle putlara adıyorlar,
ama putlar için ayırdıklarını hiçbir zaman Allah’a adamıyorlardı.
Allah Teâlâ buyuruyor ki: “Allah'ın yarattığı ekinden ve davarlardan müşrikler
hisseler ayırdılar ve kanaatlerince: “Bu hisse Allah ’ın, bu hisse de ortak koştuğumuz
putların... ” dediler. Putlara ait olan hisse artsa, ondan Allah için harcamazlar. Fakat
Allah için ayırdıkları hisse artsa, ondan putları için harcarlar. Ne kötü hüküm veriyorlar!..”
(Enam, 136)
5. Bu ibadet şekillerinden birisi de ekin ve davarlarından putlara adakta bulunmalarıdır.
Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Onlar (batıl inançlarıyla) şöyle dediler: “Bu ekinlerle
davarlar yasaktır, onlardan bizim dilediğimiz kimselerden (putlara hizmet
edenlerden) başkası tadamaz. Şu davarların sırtları da (onlara binmek de) haram
edilmiştir. ” Ayrıca birtakım hayvanlar vardır ki bunlar üzerine Allah ’ın ismini (besmeleyi)
anmazlar. Bütün bunları (Allah ’ın emridir diye) O ’na iftira ederek yaparlar.
İftira etmeleri sebebiyle Allah onlara yakında cezalarını verecektir.” (Enam, 138)
6. Putlara adadıkları hayvanları İbn İshak şöyle açıklıyor:
-Bahira: Şaibe denilen devenin on birinci dişi yavrusudur.
-Şaibe: Peş peşe on dişi yavru doğurup da içlerinde hiç erkek yavrusu bulunmayan
dişi devedir. Bu deve (şaibe) serbest bırakılır, sırtına binilmez, tüyü alınmaz, sütünü
misafirden başkası içemezdi. Onuncu dişi yavrudan sonra doğan yavru (bahira)
da kulakları yarılarak anasıyla birlikte salıverilir, sırtına binilmez, tüyünden yararlanılmaz,
sütünü misafirden başkası içemezdi.
-Vasile: Koyun beş defada peş peşe on dişi yavru doğurur da bunların aralarında
hiç erkek yavru bulunmazsa bu ana koyun vasile kabul edilir, vasile oldu denilir.
Bundan sonra doğan yavru erkeklere ait olur, kadınlar ondan yiyemez, ancak bundan
sonra bir yavru ölürse kadın-erkek hepsi onun etinden yiyebilirlerdi.
-Hâmi: Erkek deveden peş peşe on dişi yavru meydana gelir de aralarında hiç erkek
yavru bulunmazsa bu erkek devenin sırtı dağlanır, artık kendisine binilmez, tüyü
alınmaz, deve sürüsü arasında bırakılır, hiçbir hususta ondan yararlanılmazdı.
Bu hususta Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Allah, (cahiliyedeki) kulağı yarılıp salıverilen,
binilmesi yasak edilen develerin, putlar için kesilen erkek koyunların, sırtı
dağlanarak binilmesi yasaklanan develerin hiçbirini meşru kılmamıştır. Fakat inkâr
edenler, Allah’a yalan yere iftira ederler. Onların çoğunun akılları ermez (düşünemezler).”
(Maide, 103)
Yine Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Yine dediler ki: “Şu davarların karınlarında
bulunan yavrular sadece erkeklerimiz için (helal)dir, hanımlarımıza haram edilmiş{42}
tir. Eğer yavru ölü doğarsa erkek ve kadınlarımız bu ölü yavruyu yemekte ortaktırlar...”
(Enam, 139)
Bu olayların tefsirinde daha başka izahlar da yapılmıştır.{44}
Said b. el-Müseyyeb bu hayvanların tamamının tağutlara (putlara) ait olduğunu
açıkça ifade etmiştir.{45}
Sahih bir hadiste merfu olarak, şöyle bildirilmiştir: “Amr b. Luhayy, ilk defa Şaibe
develeri salıveren kişidir.”{46}
Araplar bütün bu tapınma şekillerini putlar adına, putların kendilerini Allah’a
yaklaştıracaklarına, O’na kavuşmayı temin edeceklerine, O’nun nezdinde şefaatçi
olacaklarına inanarak yapıyorlardı.
Kur’an-ı Kerim bunu şöyle ifade ediyor: “İyi bil ki: Halis din ancak Allah’ındır.
O ’ndan başka kendilerine dostlar (putlar) edinenler de şöyle derler: “Biz onlara
(putlara) ibadet etmiyoruz. Ancak bizi Allah ’a daha fazla yaklaştırsınlar diye böyle
yapıyoruz.... ” (Zümer, 3)
“Allah ’ı bırakıp ta kendilerine ne zararı ne de faydası dokunacak şeylere (putlara)
tapıyorlar ve bir de: “Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir” , diyorlar...
” (Yunus, 18)
Cahiliye Halkının Batıl İnanışları
Cahiliye Arapları fal kadehleriyle fala bakarlardı. Fal kadehleri üç kısımdı:
a. İçinde “evet” ve “hayır” yazılı olan kadehler: Bunlarla yapacakları yolculuk,
evlenme gibi işlerde fala bakıyorlardı. “Evet” çıkarsa bu işi yapıyorlar, “Hayır” çıkarsa
bunu gelecek seneye erteliyorlar, sonra tekrar fala bakıyorlardı.
b. İçinde su ve diyet bulunan kadehler.
c. İçinde “sizden”, “sizden değil”, “size ilave edilmiş” yazılı bulunan kadehler: İçlerinden
birinin nesebinden şüphe ettiklerinde bunu Hübel’e yüz deveyle birlikte götürüyorlar,
bu develeri bu fal kadehlerinin sahibine veriyorlardı. Kadehten “sizden”
çıkarsa normal olarak kendilerinden sayıyorlar, “sizden değil” çıkarsa müttefikleri
kabul ediyorlar, “size ilave edilmiş” çıkarsa aralarındaki yeri aynen kalır, ne nesebi
ne de ittifakı var sayılırdı.{47} Buna yakın kumar ve kadeh oyunları da vardı. Ayrıca
kestikleri deve etlerini de kadehlere göre taksim ediyorlardı.
Kahinlerin, cincilerin ve müneccimlerin verdikleri haberlere de inanırlardı.
Kahin, ileride olacak şeyleri haber veren, gizli sırları bildiğini iddia eden kimseydi.
Kahinlerden bazıları cinlerle görüştüğünü, haberleri cinlerden aldığını iddia
ediyordu. Diğer bir kısmı ise, kendilerine verilen ince anlayış sebebiyle gaybı bildiklerini
iddia ediyorlardı. Başka bir kısmı ise, soran kimsenin sözünden, hareketinden
ve halinden hadiselerin sebep ve neticelerini çıkardıklarını iddia ediyorlardı. Bu
sonuncu kısma Arraf ismi veriliyordu. Arraf çalınan eşyayı, çalman yeri, kaybolan
malları v.s. bildiğini söylerdi.
Müneccim ise yıldızlara bakan, onların hareketleri ve yer değiştirmelerinden yola
çıkarak gelecekte dünyada olacak hadiseleri, ortaya çıkacak yeni durumları bildiğini
iddia eden kimseydi.{48}
Müneccimlerin verdikleri haberleri tasdik etmek, hakikatte “yıldızlara iman etmek”
demekti. Yıldızlara inanmaları sebebiyle de olayların yıldızların doğuş ve batışları
ile meydana geldiklerine inanıyorlar, “şu veya bu yıldızın hareketiyle yağmur
yağdı”, diyorlardı.{49}
Yine cahiliye devri Araplarmdaki batıl adetlerden biri de “tıyare” idi. Bunun aslı
şudur: Kuşu uçururlar veya ceylanı salıverirler, sağ tarafa giderse niyet ettikleri işi
yaparlardı, sol tarafa giderse işi terk eder ve uğursuz sayarlardı.
Tavşanın ayak topuğunu bağlamaları, bazı günleri, ayları, bazı hayvanlan, bazı
evleri ve bazı kadınları uğursuz saymaları veya baykuşun ötmesinin uğursuzluğuna
inanmaları da bu çeşit batıl inançlardandır. Öldürülen kişinin intikamı alınmadığı
müddetçe ruhunun sükunete ermeyeceğine, ruhunun bir baykuş olup çöllerde uçacağına,
“intikam, intikam” veya “beni sulayın, beni sulayın” diye bağıracağına, intikamı
alınınca da ruhunun sükunete ve rahata kavuşacağına inanırlardı.{50}
Cahiliye ehli bu şekilde olmakla beraber onlarda Beytullah’a hürmet ve tazim gösterme,
tavaf etme, Hac, Umre, Arafat ve Müzdelife’de vakfe, Kâbe’ye kurbanlık hediye
etme gibi Hz. İbrahim (a.s.) dininden kalma bazı ibadet şekilleri de vardı. Hz.
İbrahim’in (a.s.) dinini tamamen terk etmiş değillerdi, ama bu dini batıl itikatlar ve
bid’atlerle aslından çok uzaklaştırmışlardı.
Cahiliyet ehlinin Hz. İbrahim’in (a.s.) dininde icat ettikleri bid’atlerden bazıları
şunlardı:
1. Kureyşliler şöyle diyorlardı: “Biz Hz. İbrahim’in (a.s.) oğullarıyız ve Harem
halkıyız, Beytullah’m sahipleriyiz ve Mekke sakinleriyiz. Araplardan hiçbiri bizim
hakkımıza ve derecemize sahip değildir. -Kureyş kendilerine “Hames” (muhterem)
adını veriyordu.- O halde bizim “Harem” bölgesinden “Hicaz” bölgesine çıkmamız
uygun değildir. “ Bu yüzden Arafat’ta vakfe yapmıyorlar, Arafat’tan Müzdelife’ye
gelmiyorlar, sadece Müzdelife’den Mina’ya geliyorlardı İşte bunlar hakkında şu
ayet-i kerime nazil oldu: “... Sonra insanların döndüğü yerden (Arafat’tan) siz de
dönün ve Allah’ın mağfiretini isteyin. Şüphesiz Allah çok mağfiret edici ve rahmet
sahibidir. ” (Bakara, 199){51}
2. Yine şöyle diyorlardı: “Kureyş’lilerin ihramlı iken ekşi yoğurdu sıkıp lor yapmaları,
içyağı eritmeleri; ihramda oldukları müddetçe kıldan yapılma çadırlara girmeleri,
gölgelenmek istediklerinde deriden yapılma çadırlardan başka yerde gölgelenmeleri
caiz değildir.”{52}
3. Ayrıca şuna da inanıyorlardı: “Hıll’den (Harem bölgesi dışından) gelenlerin
hacca veya umreye geldiklerinde, Harem bölgesi dışından Harem’e getirdikleri yiyeceklerden
yemeleri caiz değildir.”{53}
4. Bu bid’atlerden biri de, Hıll bölgesi sakinlerine Harem’e geldiklerinde ilk tavaflarını
ihram kıyafetinden başka bir elbiseyle yapmamalarını emretmeleridir. Hiçbir
şey bulamazlarsa erkekler çırılçıplak tavaf yaparlardı. Kadınlar da bütün elbiselerini
çıkarırlar, ancak baştan aşağıya uzunca bir gömlek giyerek tavaf yaparlar ve
şöyle derlerdi:
“Açılır bugün bir kısmı veya tamamı vücudun,
Yoktur hiçbir zararı açılan tarafın. ”
Bu hususta şu ayet-i kerime nazil oldu: “Ey Ademoğulları! Mescide her gittiğinizde
en güzel elbisenizi giyin... ” (Araf, 31)
Erkek veya kadın Hıll’den geldiği elbiseleriyle tavaf ederse tavaftan sonra bu elbiseyi
atar ve onu ne onlar ne de onlardan başka hiç kimse kullanabilirdi.{54}
5. Yeni çıkardıkları bid’atlardan biri de, ihramlı iken evlerine kapılarından girmezler,
evlerinin arkasında bir delik açarak oradan girip çıkarlardı. Bu zorluğu bir
hayır ve iyilik zannederlerdi. Kur’an-ı Kerim bu âdeti de yasaklamıştır (Bakara: 189).
Bu din (şirk, putlara tapma, batıl ve hurafelere inanma dini) Arapların çoğunun
tâbi olduğu dindi. Ancak bunun yanı sıra Yahudilik, Hristiyanlık, Mecusilik, Sabiîlik
de Arap diyarına girmek için yol bulabilmişti.
Yahudilik
Yahudilerin Arap yarımadasındaki durumunu temsil eden en az iki devir vardır:
Birinci Devir: Babilliler ve Filistin’deki Asurîlerin fetihleri zamanındaki göçler.
Yahudilere yapılan baskılar ve M.Ö. 587 yılında Kral Buhtunnasr eliyle memleketlerinin
tahrip edilmesi ve çoğunun Babil’e esir olarak götürülmesi neticesinde Yahudilerin
bir kısmı Filistin diyarından Hicaz’a göç ettiler ve bu bölgenin kuzey kısımlarına
yerleştiler.{55}
ikinci Devir: M. S. 70 yılında Romalı Betteatus komutasındaki Roma ordusunun
Filistin’i işgal etmesiyle başlar. Romalıların Yahudilere baskılan ve memleketlerini tahrip
etmeleri neticesinde Yahudilerden pek çok kabile Hicaz’a göçetmiş; Yesrib, Hayber
ve Teyma’da yerleşmişler, orada köyler, yüksek evler ve kaleler inşa etmişlerdi.
Yahudilik dini Araplarm bir kısmı arasmda bu göçmen Yahudiler eliyle yayılmıştır.
İslâm geldiğinde yarımadada şu Yahudi kabileleri bulunuyordu: Mustalik, Kureyza
ve Kaynuka. Semhudi Vefatu ’l-Vefa kitabında{56} Yahudi kabilelerinin sayısının
10’dan fazla olduğunu zikreder.{57}
Yahudilik Yemen’e Tıban Es’ad Ebu Kerb’den önce girmişti. Çünkü bu şahıs,
Yesrib’e savaşçı olarak gitmiş ve orada Yahudiliği kabul etmişti. Kureyzaoğullarından
Yemen’e iki Yahudi hahamı getirmesiyle Yahudilik orada gelişmeye ve yayılmaya
başlamıştı.
Ondan sonra oğlu Yusuf Zu-Nüvas Yemen’e vali olunca Necran halkı olan Hristiyanlara
hücum etmiş ve onları Yahudiliği kabul etmeye çağırmıştı. Onlar da bu daveti
reddedince hendekler kazdırmış ve onları kadm-erkek, çocuk-ihtiyar demeden
toptan yakmıştı. O zaman öldürülenlerin sayısının yirmi ile kırk bin arasmda olduğu
söylenmektedir. Bu hadise M.S. 523 yılı Ekim aymda meydana gelmiştir.{58} Kur’an-ı
Kerim bu olaydan Burûc Suresi’nde bahsetmektedir.
Hristiyanlık
Hristiyanlık, Romalılar ve Habeşistanlıların işgali yoluyla Arap diyarına girmiştir.
Habeşistanlıların Yemen’i ilk defa işgali M.S. 340 yılında olmuş ve M.S. 378 yılma
kadar devam etmiştir. Bu zaman zarfında Hristiyan misyonerleri Yemen içlerine
kadar ilerlemişlerdir.{59}
Yine bu tarihe yakın bir zamanda Febemyun isminde duası makbul, keramet sahibi
zahid bir zat Necran’a geldi ve onlan Hristiyanlık dinine davet etti. Necran halkı
da, kendisini dürüst ve dininde samimi gördükleri için bu zat sebebiyle Hristiyanlığı
kabul edip bağlandılar.{60} {61}
Habeşistanlılar Zu-Nüvas’ın yaptıklanna bir tepki olarak Yemen’i işgal edip Ebrehe
de hükümetini iyice güçlendirince, Hristiyanlığı daha büyük bir gayretle, daha
geniş çapta yaymaya başladı. Hatta gayreti o dereceye ulaştı ki, Yemen’de adeta bir
Kâbe inşa etti. Mekke’deki Beytullah’ı yıkmak ve böylece haccı o tarafa çevirmek istedi.
Allah da ona dünya ve ahirette lâyık olduğu en ağır azabı verdi.
Yine aynı yıllarda Romalılara komşu olmaları sebebiyle Gassani Arapları, Tağleb
ve Tay’ kabileleri Hristiyanlığı kabul etmişler, hatta bazı Hîre valileri bile Hristiyanlığa
girmişlerdi.
Mecusilik
Mecusilik, çoğunlukla İran’a komşu olan Araplar arasında kabul görmüş, Irak’m
Arap sakinleri, Bahreyn, Ahsa, Hecer ve Arap Körfezi kıyılarından buralara komşu
yerlerde yayılmıştı. İran’ın Yemen’i işgali sırasında Yemen’den bazı kimseler de
Mecusiliği kabul etmişlerdi.
Sabiîlik
Irak ve civarında yapılan kazı ve incelemeler Hz. İbrahim’in (a.s.) kavmi olan
Keldanilerin dininin Sabiîlik (Yıldızlara Tapma) olduğunu göstermiştir. Bunu eski
zamanda Şam halkının çoğu ve Yemen halkı kabul etmişti. Yahudi ve Hristiyanlık
gibi yeni dinlerin peş peşe gelişinden sonra Sabiîliğin yapısı sarsılmış ve eski parlaklığı
sönmüştür. Fakat o zamanlar Mecusilerle beraber Irak’m Arap sakinleri ve Arap
körfezi kıyılarında oturanlar arasında bu dine bağlı bazı kişiler bulunmaktaydı.6'
Dinî Hayat
İslâm’ın geldiği dönemde yukarıda zikrettiğimiz bu dinler, Arapların miladi altıncı
asra kadar bağlı oldukları başlıca dinlerdi. İslâm dininin doğuş arifesinde bütün
bu dinler çökmek ve yok olmak üzereydi.
Hz. İbrahim’in (a.s.) dini üzere olduklarını iddia eden müşrikler, Hz. İbrahim’in
(a.s.) şeriatının emir ve yasaklarından çok uzaktılar. Onun getirdiği üstün ahlâkı ihmal
etmişlerdi. Günahları çok artmıştı. Kendi aralarında ve putperestler arasında
görülen âdet ve gelenekler dinî hurafelere dönüşmüş ve bu durum dinî, siyasî ve toplumsal
hayatta derin etkiler bırakmıştı.
Yahudilik ise bir gösteriş ve zorbalık halini almıştı. Hahamlar Allah’ın yerine geçmiş,
insanlar arasmda zorbalıkla hükmediyor, kalpten geçirdikleri ve dudaklarıyla mırıldanmaları
gibi şeyler sebebiyle bile insanları hesaba çekiyorlardı. Din zayi olsa, dinsizlik ve
küfür yaygınlaşsa, Allah’m teşvik ettiği ve tazim edilmesini emrettiği dinî esaslar ihmal
edilse de aldırmayan, hahamların bütün arzulan mal ve makama ulaşmaktı.
Hristiyanlığa gelince; zor anlaşılır bir putperestlik haline dönmüş, Allah ile insan
arasmda garip bir karıştırma meydana gelmişti. Bu dinin prensiplerinin, Araplann
alıştıkları ve terk edemeyecekleri hayat tarzına uzak olması sebebiyle, buna inanan
Arapların kalplerinde Hristiyanlığm hakiki bir tesiri yoktu.
Diğer Arap dinlerine inananlann durumu ise müşriklerin durumu gibiydi. Kalpleri
birbirine benziyor, akideleri birbirini tutuyor, adet ve gelenekleri birbirine uyuyordu.





{36} Fuad Hamza, Kalbu Cezirati’l-Arab, s. 232.
{37} İbn Hişâm, es-Siretü ’n-Nebeviyye, 1/124-125.
{38} İbn Hişâm, es-Siretü’n-Nebeviyye, 1/125; el-Hudarî, Muhadaratii Tarihi’l-Ümemi’l-İslâmîyye, 1/36; Şihabuddin el-Esedî, İhbaru’l-Kiram, s. 152.
{39} el-Hudarî, Muhadaratu Tarihi ’l- Ümemi ’İ-Îslâmîyye, 1/36.
{40} İbn Hişâm, es-Siretü’n-Nebeviyye, 1/130.
{41} İbn Hişâm, es-Siretü’n-Nebeviyye, 1/129-132, 137, 142, 178, 179.
{42} Süleyman en-Nedvî, Tarihu Arzi’l-Kur’an, 11/104-106.
{43} Beyit Düreyd b. Samme’ye aittir; bkz. es-Sıhah li’l-Cevheri, VI/2446 (Mütercim).
{44} îbn Hişâm, es-Siretü ’n-Nebeviyye, 1/89-90.
{45} Sahîhu ’l-Buhârî, 1/499.
{46} a.y.
{47} el-Hudarî, Muhadaratii Tarihi’l-Ümemi’l-İslâmîyye, 1/56; İbn Hişâm, es-Siretü’n-Nebeviyye, 1/152-153.
{48} Abdurrahmanî el-Mübarek-Furi, Mirkâtu ’l-Mefatih Şerhu Mişkatil-Mesabih, II/2-3.
{49} Bkz. Nevevi, Şerhu Sahihi ’l-Sahihu ’l-Müslim, K. el-İman, Babu Beyani Küfri Men Kale, Mutıma bin-nev’i, 1/59.
{50} Sahîhu ’l-Buhârî, 11/851 -857 (Ahmed Ali es-Seharan-Furi haşiyesiyle birlikte).
{51} İbn Hişâm, es-Siretü’n-Nebeviyye, 1/199; Sahîhu’l-Buhârî, 1/226.
{52} Sahîhu’l-Buhârî, 1/202.
{53} A.y.
{54} İbn Hişâm, es-Siretü ’n-Nebeviyye, 1/202-203, Sahîhu ’l-Buhârî, 1/226.
{55} Fuad Hamza, Kalbu Cezirati’l-Arab, 3. 151.
{56} es-Semhudi, Vefau ’l-Vefa, s.' 116.
{57} Fuad Hamza, Kalbu Cezirati’l-Arab, s. 151.
{58} el-Mevdûdî, Tefhimu ’l-Kur’an, VI/297-298; İbn Hişâm, es-Siretü ’n-Nebeviyye, 1/20-22,27, 31,35, 36.
{59} el-Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’an, VI/297.
{60} Geniş bilgi için bkz., İbn Hişam , 1/31-34.
{61} Süleyman en-Nedvî, Tarihu Arzi’l-Kur’an, 11/193-208.







PEYGAMBER EFENDİMİZİN HAYATI VE DAVETİ
(SAFİYYURRAHMAN MÜBAREK FURİ)
Sayfa 36-47 alıntıdır.
 
Üst Ana Sayfa Alt