Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü İsmet Sıfatının Delilleri Nedir?

كوكهان Çevrimdışı

كوكهان

Üye
İslam-TR Üyesi
Selamün aleyküm. Bize öğretilen bilgiye göre peygamberlerin hepsi günah işlemekten Allah tarafından korunmaktadır. Buna İsmet sıfatı denir ve bu hüküm icma ile sabittir. Peki bu sıfatın Kur'an ve sünnetten delilleri var mıdır? Ben Kur'an'a baktığımda icmanın aksine peygamberlerin günah işleyebileceklerini görüyorum.

Muhammed, 19. Ayet: Bil ki Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hem kendinin, hem de inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de, içinde kalacağınız yeri de bilir.

Mü'min, 55. Ayet: Ey Muhammed! Sabret. Allah'ın va'di şüphesiz gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam-sabah Rabbini hamd ederek tespih et.

Bu ayetlerde günah diye çevrilen kelime "zenb" kelimesidir. Zel-nun-be kökünden türemiştir. Bu kökten türeyen kelimelerin kullanıldığı ayetlere bakarsanız kelimelerin zelle değil, bildiğimiz günah anlamında kullanıldığını görürsünüz. O ayetleri buradan inceleyebilirsiniz: Kuran'da Zal-Nun-Be / ذنب kökü içeren kelimeler ve ayet karşılıkları. - Açık Kuran

Açık Kur'an isimli siteden kaynak verdim diye hemen "O siteden kaynak verme, hadis inkârcısı onlar." demeyin. Ayetleri kelime kelime, kök kök inceleyebileceğimiz başka bir site ben bilmiyorum; varsa söyleyin, oradan delil getireyim.
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum selam we rahmetullah kardeşim;

Nebi'lerin İsmet Sıfatı

İsmet; lugatte menetmek, korumak, sığınmak, tutunmak, güvenmek anlamlarını ifade eder. (Zemahşerî, Esâsu’l-Belâga, Dâru Sâdır, Beyrut, 1979, Sf: 423; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, Dâru Sâdır, Beyrut, tsz. , XII, 403)
Bu kelime, Kur’ân da, “korumak ve kurtarmak” anlamına gelmektedir. (Mâide, 5/ 67; Yûnus, 10/ 27; Hûd, 11/ 43; Ahzâb, 33/ 33; Mûmin, 40/ 33) Hadislerde ise, yine lugat manasıyla kullanıldığını görmekteyiz. Nitekim Peygamber de, bu kelimenin ism-i mef’ulu olan “mâsum”u, “Allah tarafından korunan kimse” şeklinde tarif etmiştir. (Buhârî, Kader, 8; Nesâî, Bey’at, 32 (Suyûtî serhi ile beraber); İbn Hanbel, Musned, I/4.
Ayrıca : Râzî, Fahreddîn, el-Kâsif an Usûli’d-Delâil ve Fusûli’l-İlel, nsr. A. Hicâzî es- Sekkâ, Dâru’l-Cîl, Beyrut, 1992, Sf: 57)
Istılahta ise, “Güçleri yetmekle beraber peygamberlerin günahlardan uzak olma melekesidir.” (es Seyyid Serîf Curcânî, et-Ta’rifât, İstanbul, 1253/1837, Sf: 90) diye tarif edilmiştir. Şu şekilde de tarif edilmiştir: “Peygamberlerin gizli ve açık her türlü mâsiyetten beri olmasıdır.” (Ömer Nasûhî Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelâm, İstanbul, 1959, Sf: 140) Diğer bir tarif de şudur: “Allah’ın peygamberleri en üstün cismî ve nefsî cevherlerle donatıp sonra da onları itaatta sabit kılmak ve indirdiği sekinet ile kalblerini kötü temayullerden korumak suretiyle onları her türlü günahlardan korumasıdır“ (Râgıb el-İsfahânî, el-Mufredât fi Garîbi’l-Kur’ân, Kahraman Yayınları, İstanbul, 1986, Sf: 504)
Yapılan bu tariflerden, ismetin peygamberlere mahsus bir sıfat olduğu, günah işleme gücünün kendilerinden alınmadığı, ancak Allah tarafından ve halkın gözünden kendi değerlerini düşürecek şeylerden korunmuş oldukları anlaşılmaktadır. Bütün İslâm alimleri, peygamberlerin ismet sahibi olduklarında ittifak etmişler.

Şâtibî bu konuda şunları söylemiştir:
“Kutlu İslâm dini masumdur. Hata ve tahriften korunmuştur. Onu tebliğ eden Peygamber de masumdur. Nitekim icma ettikleri konularda Onun ummeti de masum bulunmaktadır” (Ebû İshâk Şâtıbî, el-Muvâfakât, çev. Mehmet Erdogan, İz Yayıncılık, İstanbul, 1990, II, Sf:54)
Bu munasebetle yüce Allah, Peygambere kendisine indirileni korkmadan, çekinmeden tebliğ etmesini görevini kusursuz yerine getirmesini
emretmiş ve Onu koruyacağını da vadetmistir. (Mâide, 67; Ahzâb, 39) Yüce Allah her türlü tehlikeye karsı vahyi koruduğuna göre tabi ki o vahyi tebliğ edeni de her alanda koruması gerekir. Yine, peygamberlerin dünyevi işlerde dahi yalan söylemeyecekleri ittifakla kabul edilmistir. (Kâdî İyâd, eş-Şifâ - eş-Şifâ bi-(fî)taʿrîfi ḥuḳūḳi (fî şerefi)’l-Muṣṭafâ- , II, 119) Hem gönderdiği vahyi hem de Onu tebliğ edeni Allah Teala koruduğu için alimler, tebliğe yönelik sözlerinde Peygamberin asla yanılmayacağını da kabul etmislerdir. Özellikle dini hükümleri beyan ederken peygamberler hataya karsı masumdurlar. bn Teymiyye, Minhâc, I, 470-471) Bu munasebetle peygamberin sözleri ilm-i yakin gerektirir. Öyleyse o sözlere uymak ummete farzdır. Buna mukabil cumhur, Peygamberin ibadet ve fiillerinde yanılmayı caiz görmüşlerdir. Ancak bu yanılma ve hata sonuna kadar devam etmez. Mutlaka ilahi bir vahiy ile uyarılır ve tashih edilir. (Muhammed b. Ahmed es Serahsî, Usûlu’s-Serahsî, nsr. Ebu’l-Vefâ el-Efganî, Dâru’l- Mârife, Beyrut, 1973, I, 318)
Bazı Ehl-i Sünnet alimleri, peygamberin nubuvvetten sonra olduğu gibi, önce de büyük ve küçük günah işlemediklerini söylerler. (
İbn Hazm, Ali b. Hazm, el-Fisal fi’l-Milel ve’l-Ehvâ ve’n-Nihal, Dâru’l-Mârife, Beyrut, 1975, IV, 2; Aliyyu’l-Kârî, Serhu Fıkhi’l-Ekber, Sf: 90)
Bu bağlamda Kâdî İyâdın değerlendirmesi şöyledir:
“Doğru görüş, peygamberlerin hepsinin her çeşit ayıptan munezzeh olmaları, şubhe verecek her duruma karsı ismet sahibi olmalarıdır.” (Kâdî İyâd, , es-Sifâ, II, 128)
Ancak alimlerin çoğunluğuna göre, ismet sıfatı peygamberlere vahiy geldikten sonra vâcibdir. Dolayısıyla peygamber olmadan önce nadiren
de olsa günah islemeleri caizdir. (Fahraddin er Râzî, Muhassal, Sf: 161; İbnu’l-Humâm, el-Musâyere, Sf: 125) Buna mukabil peygamberler, hem vahiyden önce hem de vahiyden sonra kasden ve sehven büyük günahlardan masumdurlar. (el-Eş’arî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, 1/172) Dolayısıyla peygamberlik geldikten sonra Onlardan ancak sehven ve hataen günah sadır olabilir ki (Ebû Hamid Gazzalî, , el-Menhûl, nsr. Muhammed Hasan Heyto, Dâru’l-Fikr, Dimaşk, 1980, Sf: 223-224; Fahraddin er Râzî, Mefâtih, III, 7) bu da, peygamberlerin o günahı hemen hatırlayıp tevbe etmesi (Al-i İmrân, 135) şartıyla vâki olur. (Fahraddin er Râzî, el-Mahsûl, III, 228; İsmetu’l-Enbiyâ, Sf: 3; İsfahânî, Metâliu’l-Enzâr, Sf: 428; Sâduddin
Taftâzânî, Şerhu’l-Mekâsıd, V, 51; Devvânî, Celâl, Sf: 131; İbnu’l-Humâm, el-Musâyare, Sf: 125)
Burada, dünyevî islerde yapılan hatalara günah denilip denilmemesi tartısması da ortaya çıkar57. Bu yüzden bazı alimler yanılarak islenen hataya (zelleye) mecazî manada “masiyet/günah” ismini vermişlerdir. (Ebu’l-Berekât Nesefî, Kesfü’l-Esrâr Serhu’l-Musannef ‘ale’l-Menâr, Dâru’l-Kutubi’l- İlmiyye, Beyrut-1986, II, 162)
Çoğunluğun bu konudaki ortak görüşü şöyledir:
Peygamberlerin küçük günah islemeleri de câiz değildir. Eğer “Onların küçük günah işlemeleri câizdir” diyecek olursak, fiillerinde Onlara iktida etmezdik. Çünkü Onların fiillerinin her birindeki gerçek maksad bilinmiyor, yani o fiil, Allah’a takarrub maksadına mı racidir,
mubahlık veya haramlık veya masiyet mi ifade ediyor belli değildir. İnsanlara masiyet olması muhtemel bir fiile uymalarını emretmek câiz
değildir. (Kâdî İyâd, eş-Şifâ, II, 18; Şevkânî, İrsâd, 2, 70)
Eğer peygamberler, nubuvvetten sonra büyük, küçük herhangi bir günahı kasden işleselerdi, insanların en günahkârı olmakla (Ahzâb, 30) beraber şehadetleri de kabul olunmazdı. (Bakara, 143; Hucurât, 6) Mamafih Onların kasden herhangi bir günahı işlemeleri halinde aynı günahların kendilerine tâbi olan ummetinin de işlemesi gerekirdi. Bu, Allah’ın ummete masiyeti emretmesi manasına geleceğinden asla doğru değildir. (Fahraddin er Râzî, el- Mesâilu’l- Hamsûn, Sf: 66) Yine peygamberler, insanları zillete ve hakarete duçar eden günahları işleselerdi, Allah’ın azab ve lanetine mustehak olurlardı. (Hûd, 18; Cin, 23) Halbuki ummet, bütün peygamberlerin azaba ve lânete kesinlikle lâyık
olmadıkları hususunda ittifak halindedirler. (Fahraddin er Râzî, Mefâtîh, III, 8; İsmetu’l-Enbiyâ, Sf: 8-9; Muhassal, Sf: 161)
Kur’an’da bazı peygamberlerin durumlarını incelemeden önce Peygamberin fiillerini, bağlayıcı olup olmaması açısından kısaca açıklamak gerekir. Onun bazı fiilleri teşri kaynağı olduğu için bağlayıcı olduğu halde bazı fiilleri aksine bağlayıcı değildir.
Kur’an’da, hukukun temeli sayılan bir çok temel prensip genel ilkeler halinde mucmel olarak zikredilmiş, Peygamber de, bu prensipleri
hem açıklamıs hem de tatbik etmiştir. İşte Peygamberin bu konudaki söz ve fiilleri, Kur’anın da belirttiği gibi (Mâide, 67; Nahl, 44, 64) bağlayıcıdır. Kuşkusuz Onun dini konulardaki masumiyeti aynı zamanda sünnetin bir delil olduğunu da gösterir. (
Ebu’l-Huseyn el-Basrî, Kitâbu’l-Mûtemed fî Usûli’l-Fıkh, nsr. Muhammed Hamidullah, Dımaşk, 1964, I, 383; Sîrâzî, el-Luma’ fi Usûli’l-Fıkh, nsr. Y. Abdurrahman el-Mer‘asî, Beyrut, 1986, s. 196; Hatib el-Bagdâdî, el-Fakîh ve’l-Mutefakkih, nsr. İsmâil el-Ensarî, Beyrut, 1980, I, 131; el-Bâcî, Ebu’l-Velid, Ahkâmu’l-Fusûl fî Ahkâmi’l-Usûl, nsr. M. el- Cebburî, Beyrut, 1989, I, 222; Râzî, el-Mahsûl, III, 247; Nesefî, Kesfu’l-Esrâr, II, 161) Bu hususta hiçbir ihtilaf da yoktur. (Sâfiî, er-Risâle, nsr. A. Muhammed Sâkir, Kahire, 1979, Sf: 91-92)
Demek ki, sünnet Kur’an’ın mücmel ayetlerini açıklamakta, mutlak ifadelerini kayıtlamakta, genel anlam taşıyan bazı ayetlerini de daraltmakta ve pek çok Kur’anî ifadeyi ilk bakışta anlaşılan zahiri lugat anlamından çıkarmaktadır. (Şâtibî, el-Muvâfakât, IV, 22; A. Abdulhâlık, Hucciyyetu’s-Sunne, Sf: 341) Bazıları karşı çıksa da, Peygamber fer’î meselelerde içtihad yapmıstır. (
el-Basrî, el-Mûtemed, II, 719; Şîrâzî, el-Luma’, Sf: 366; Gazalî, el-Menhûl, Sf: 468; Âmidî, el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm, nsr. Seyyid el-Cumeylî, Beyrut, 1984, IV, 172; İsnevî, Nihâyetu’s-Sûl fi Minhâci’l-Vüsûl, Beyrut, 1982, IV, 530) Eğer O içtihad yapmasaydı âlimler de içtihad yapamazlardı. (Nâdiye Serif, İctihâdu’r-Rasûl, Beyrut, 1987, Sf: 359)

Peygamber kendisine yöneltilen bazı sorulara vahiyle, bazılarına da kendi içtihadıyla cevab veriyordu (Muhammed Ebû Zehra, Târîhu’l-Mezâhibi’l-İslâmiyye, Beyrut, 1989, Sf: 237) Râzî, Subkî, Beydavî ve İsnevî gibi bazı alimler, Peygamberin içtihadında da hata yapmaktan masum olduğunu ileri sürerler. (Fahraddin er
Râzî, el-Mahsûl, VI, 15; Subkî, Cem‘u’l-Cevâmi‘, Mısır, 1937, II, 387; İsnevî, Nihâye, IV, 537)
Ancak çoğunluğun görüşüne göre Peygamber içtihadında hata yapabilir, ancak bu yanılma sürekli değildir, vahiy Onu ikaz ederek hatasını düzeltir. (Âmidî, el-İhkâm, IV, 221; el-Ensârî, Fevâtihu’r-Rahmût bi- Serhi Musellemeti’s-Subût, Bagdat, 1902, II, 370; N. Serif, a.e. a.y.)
Bu görüşün daha doğru olduğunu, Kur’an’daki Peygamberi ikaz eden ayetlerden anlıyoruz. (Al-i İmrân, 128; En’âm, 52; Enfâl, 67-68; Tevbe, 43, 48; Abese, 1-2) Diğer yönden Peygamber dünyevi işlerde de içtihad yapmıştır. Mesela hurma ağaçlarının aşılanması olayında (Nevevî, Sahîhu Muslim, Kahire, tsz., XV, 116) Peygamberin içtihadında yanılgıya düştüğünü, muteakiben vahyin bu yanılgıyı düzelttiğini açıkça görmekteyiz. Nitekim O şöyle buyurur: “Ben ancak bir insanım. Size dininiz konusunda bir şey emredersem onu alın. Kendi görüşümden bir şey emredersem Ben ancak bir insanım.(Muslim, Fezâil, 38)

Peygamberlerin ismetini kabul etmeyenler; “Sana gelen hakikatten dönüp, onların hevalarına uyma” (Mâide, 48) ayetine sarılarak, “Peygamberlerin günah islemesi câiz olmasaydı, Allah böyle söylemezdi” derler. Buna söyle cevab verilir:
Günah isleme, peygamberlerin kudreti dahilindedir. Fakat Onlar nehyolundukları için bunu yapmazlar. Ayrıca ayetteki hitabın, Peygambere olduğu fakat bununla Onun değil ummetinin kastedildiği de söylenmiştir. (Fahraddin er Râzî, Mefâtîh, XII, 12)

İsmet sıfatını kabul eden ehl-i sunnet; Peygamberin işlediği günahtan dolayı tevbe etmesini istediğini bildiren ayetlerin (Muhammed 19, Mûmin 55) izahatlarını şöyle yapmıştır:

Günahının bağışlanmasını iste” (Muhammed, 19) ayetini bir kaç şekilde tevil etmişlerdir:

a. Bununla Peygambere hitab edilmiş, ancak mûminler kastedilmiştir. (
es-Seyyid eş-Şerîf el-Curcânî, Serhu’l-Mevâkıf, III, 215) Ayette mûminler, ayrıca zikredildiğinden, bu uzak bir ihtimaldir. (Fahraddin er Râzî, Mefâtîh'ul Ğayb, XVII, 61) Ayrıca tevbe istiğfar, ûmmetine sünnet olsun diye bu şekilde emredilmiştir. (el-Fazl b. el-Hasen b. el-Fazl et-Tabersî , Mecmau’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut, 1986, IX, 155)

b. Bu hitab bizzat Peygamberedir. Bahsedilen “günah” ise, Peygamber açısından efdal olanı terk etmesinden ötürüdür. Yoksa Peygamber, hata ve günah işlememiştir.(Fahraddin er Râzî, Mefâtîh'ul Ğayb, XVII, 61) Peygamberin günahını ifade eden bu ve benzeri ayetler (Tevbe, 9/ 43, 117; Mûmin, 40/ 55; Feth, 48/ 2; İnşirâh, 94/ 2) genelde, Onun, evlâ olanı terk etmesi şeklinde yorumlanmıştır. (Fahraddin er Râzî, İsmetu’l-Enbiyâ, Sf: 74; Sâduddîn Taftâzânî, Şerhu’l-Mekâsıd, nsr. Abdurrahman Umeyre, Âlemu’l-Kutub, Beyrut, V, Sf: 28; es-Seyyid eş-Şerîf el-Curcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, III, 214-215; Mahmûd b. Abdurrahman el-İsfahânî
, Metâliu’l-Enzâr, Sf: 429; Sadık Kılıç, Kur’an’da Günah Kavramı, Sf: 312) Peygamber vahyin gelmediği meselelerde yaptığı içtihatların gereği, bazen efdal olan şeyi terk ettiğinden dolayı bu gibi hitablar ile ihtar olunmuştur. (Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, VI, 4407) Aslında Peygamber günahlardan masumdur. Bu gibi şeylere “günah” denilmesi de, Peygamberin risalet makamına nisbetledir. (Kadı Abdulcebbâr, Tenzîhu’l-Kur’ân, Sf: 390)

c. Güzel olan ve istidlale dayanan bir yoruma göre de, bununla, Peygamberin güzel amellere devam etmeye ve kötü işlerden kaçınmaya muvaffak kılınması kastedilmiştir ki, Peygamber bu istiğfar ile Allah’tan ismetinin devamını ve muhafazasını istemiştir. (Fahraddin er Râzî, Mefâtîh'ul Ğayb, XVII, 61) Peygamberin tevbe istiğfar etmesinin bir gayesi de, ummetine bu konuda yol göstermek, Onları bu işe teşvik etmek,
Allah’ı tâzim etmek, Onun muhabbetini celbetmek ve beşeri sıfatlarındaki noksanlığı ilan etmektir. (
Aynî, Bedreddin Mahmûd b. Ahmed, Umdetu’l-Kârî Serhu Sahîhi’l-Buhârî, Beyrut, tsz., XXII, 279; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, IV, 177-178)

Kur’ân’da tevbe eden ve iyi amelde bulunan müslümanların günahlarının sevaba çevrileceğine dair büyük bir müjde vardır. (Furkan 70) Mûminler tevbe ile böyle bir mazhariyete erdiklerine göre, Allah’tan en çok korkan Peygamberin tevbe ve istiğfar ile ne gibi mertebeler kat edeceğini bizim idrak etmemiz mümkün değildir. Nitekim geçmiş ve gelecek tüm günahlarının afvedilmiş olma garantisine rağmen (Fetih 2) Onun sıkça tevbe ve istiğfar etmesi, “Allah tevbe edenleri sever” (Bakara, 22) ayetinin sırrına mazhar olmak içindir. Ayrıca peygamberler, Allah’a hakkı ile ibadet edememiş olma endişelerini her an zihinlerinde canlı tutarak günlük hayatlarında tevbeyi esas almışlardır. Bu Onların Bizim anladığımız manada günah işlediklerini ifade etmez. (İbrahim Canan, Peygamberimizin Yanılması Meselesi, Sf: 41-42)
Bazı kimseler de, “Seni kaybolmuş bulup da yolunu doğrultmadı mı?” (Duhâ, 7) ayetini delil getirerek, Peygamberin önceleri mûmin olmadığını, Allah’ın Ona daha sonra hidayet edip Peygamber olarak seçtiğini söylerler. (Fahraddin er Râzî, Mefâtîh'ul Ğayb, XXXII, 215) Muşterek manalı bir kelime olan “dalâlet” sözünün muhtemel manalarından birine dayanan bu izah tarzı, Peygamberin ismet sıfatına halel getirdiğinden âlimler, bu ayeti değişik şekillerde yorumlamışlardır.


a-a- İbn Abbas ve Hasan el-Basrî bu ayeti, “Rabb'in Seni nimetin bilgilerinden ve şeriatın hükümlerinden habersiz olarak bulup, Seni bu
bilgilere iletmedi mi?” şeklinde açıklamışlardır. Bu mana “Sen kitab, iman nedir bilmezdin” (Sûrâ, 65) ve “Sen daha bilgilere iletmedi mi?” şeklinde açıklamışlardır. Bu mana Sen kitab, iman nedir bilmezdin(Sûrâ, 65) veSen daha önce gafillerden/habersizlerden idin(Yûsuf, 3) ayetlerine de uygundur. (
Bu kelimenin çesitli manaları için: Mukatil b. Suleyman, el-Vucûh ve’n-Nezâir, nsr. Ali Özek, İlmi Nesriyat, İstanbul, 1993, Sf: 158; İbn Kuteybe, Te’vîlu Müskili’l-Kur’ân, nsr. Seyyid Ahmed Sakr, Dâru’t-Turâs, Kahire, 1973,Sf: 457; Fahraddin er Râzî, Mefâtîh'ul Ğayb, II, 138-143)
b-b- Bir hadiste rivayet edildiğine göre, Peygamber küçük çocuk iken dedesi Abdulmuttalib’i kaybetmisti. Dedesi Onu bulmak
için Kâbe’de dua ederken Ebû Cehil , Peygamberi bulup Ona getirmişti. İşte bu ayet bu olaya işaret etmektedir. (Nesefî, Medârik, IV, 272; Ebû Hayyân el-Endelusî, el-Bahru’l-Muhît, Mektebetu’n- Nasri’l-Hadîse, Riyad, tsz., VIII, 486; İbn Hazm, el-Fısal fi’l-Milel, IV, 30; Sâduddîn Taftâzânî, Şerhu’l-Mekâsıd, nsr. Abdurrahman Umeyre, Âlemu’l-Kutub, Beyrut, V, Sf: 58)
c-c- Bu ayet, “Sen Peygamberlikten habersizdin, bunun arzusunu bile taşımıyordun, bu aklına bile gelmiyordu.” (el-Fazl b. el-Hasen b. el-Fazl et-Tabersî , Mecmau’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, X, 766; Fahraddin er Râzî, Mefâtîh'ul Ğayb, XXXII, 216; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, IV, 523) Çünkü o zaman Yahudi ve Hıristiyanlar Peygamberliğin İsrail oğullarına mahsus olduğunu iddia ediyorlardı. Dolayısıyla bu ifade, “Ben Seni,
nubuvvete ilettim” demektir. (
Taberî, Câmiu’l-Beyân, XXX, 232; Kadı Abdulcebbâr, a.e., s. 467; Mâverdî, en-Nüketü ve’l-Uyûn, nsr. Seyyid b. Abdulmaksûd b. Abdurrahim, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1992, VI, 294)
d-d- Diger bir yoruma göre bu ayet, “Sen dünya işleri, ticaret ve benzeri şeyleri bilmiyordun. Bunları Sana Ben öğrettim ve böylece ticaretinde kazanç sağladın; çok kâr elde ettin, derken Hatice böylece Sana meyletti” demektir. (Fahraddin er Râzî, Mefâtîh'ul Ğayb, XXXII, 216, Râzî, meshur tefsirinde birçok yerde, peygamberlerin masumiyetini savunur. Bazı örnekler: Mefâtîh, XI, 34, 44; XV, 97, 198-199; XXVI, 189, 205-207; XXX, 224; XXXI, 35; XXXII, 4)
e-e- Ayrıca bu ayet, “O seni unutan birisi olarak bulup da hidayete erdirmedi mi? Yani Sana hatırlatmadı mı?” seklinde de yorumlanmıştır. Çünkü Hak Teala, “O kadınlardan birisi unutursa, diğeri Ona hatırlatsın diye.. “ (Bakara, 282) ayetinde, dalalet kelimesini “unutma” manasında kullanmıştır. Çünkü Peygamber mirâc gecesi, Yüce Allah’ın heybeti ve azameti yüzünden söylenilmesi gerekli şeyleri unuttu da, Yüce Allah Ona kendisini nasıl meth u senâ edeceğini hatırlattı. (el-Fazl b. el-Hasen b. el-Fazl et-Tabersî , Mecmau’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut, 1986, IX, 155; Fahraddin er Râzî, Mefâtîh'ul Ğayb, XXXII, 216 - 217; es-Seyyid eş-Şerîf el-Curcânî, Serhu’l-Mevâkıf, III, 212-213.Mâverdî, en- Nuketu ve’l-Uyûn, VI, 294) Bu ayet o olaya işaret etmektedir.
Bu izahlar da gösteriyor ki, bu ifadede, Peygamberin haktan sapması gibi bir mana yoktur. Nitekim “...Arkadaşınız/Muhammed sapmadı ve batıla inanmadı” (Necm, 2) ayeti de bunu teyit etmektedir. (es-Seyyid eş-Şerîf el-Curcânî, Serhu’l-Mevâkıf, III, 212-213) Zaten risaletten önce Peygamberden dinin esaslarına ters düşecek hiç bir şey sadır olmamıştır. Bütün müslümanlar bu konuda ittifak halindedir. (İbn Âsûr Muhammed et-Tâhir, Tefsiru’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Dâru’t-Tûnisiyye, tsz., XXX, 400)

Ebû Mansûr el-Mâturîdî’nin Meʿâṣi’l-enbiyâʾ adlı eseri yazan kişiyi tekfir ettiğini duyan Muhammed b. Yahyâ el-Beşâgarî’nin peygamberlerin ismetini savunan bir kitab kaleme alması (Nûreddin es-Sâbûnî, Sf: 27-28) ve muteahhir müelliflerden İbn Humeyyir’in yahudilerle hıristiyanların yanı sıra diğer bazı inkârcılara atıfta bulunması (Tenzîhu’l-enbiyâʾ, Sf: 24-26), bu telif türünün meydana gelmesinde yabancı unsurların da etkili olduğunu söylemektedir. Tesbit edilebildiğine göre bu konudaki ilk eser Tenzîhu’l-enbiyâʾ adıyla Câfer b. Mubeşşir tarafından yazılmış, Onu ʿİṣmetu’l-enbiyâʾ adlı eserleriyle Ebû Zeyd el-Belhî (İbnu’n-Nedîm, Sf: 153, 208) ve İbnu’l-Lebâd (Zehebî, XV, 360) takib etmiştir. Her üç eser de zamanımıza ulaşmamıştır.
 
Üst Ana Sayfa Alt