Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale Ittihatçı Ve Kemalistlerin Dine Mugayir Tavrı

S Çevrimdışı

selefi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Ey İslâm ehli! gerçekten dininizi ve Müslüman kardeşlerinizin dinini seviyorsanız, uzaktan gördüklerinize aldanmayın. Ülkemize güvenilir ve akıllı kimseler, heyetler göndererek durumu araştırın. Fakat resmî statüde heyetler göndermeyiniz. Zira resmî heyetler, hükümetin konukları olarak ancak hükümetin adamlarıyla görüşebiliyorlar. Tüm görüşme ve izlenimleri, hükümetin gözetimi altında yapılmak zorunda kalınıyor. Gayri resmî heyetler göndererek, perde arkasında olup-biteni araştırın. Müslümanların durumlarını araştırın. İşte o zaman laik hükümetin kardeşlerinizin din ve dünyalarına yaptıklarını görebilir, doğru ile yanlış olanı birbirinden ayırabilirsiniz.

Yemin olsun ki, Allah'ın nuruyla bakan mü'min ferasetinden azıcık bir nasibi olan, İttihatçılar döneminde başlayan ve Kemalistlerle doruk noktaya ulaşan, İslâm'a ve gerçek Müslümanlara karşı yürütülen sistemli mücadeleyi farkeder.

Kemalistlerin İslâm âlemini ve Müslümanları etkiledikleri tavırlardan biri de; kendilerini Hıristiyan düşmanları olarak takdim etmeleri ve safdil Müslümanların da onlara inanmalarıdır. Hakikatte ise onlar önce İslâm'a sonra diğer tüm dinlere karşıdırlar. Çünkü kavimlerinin bu dinin esareti altında olduğunu düşünüyorlar. Dinî inançları yıkıp, ırklarını bu dinin boyunduruğundan kurtarmayı en büyük amaçları olarak görüyorlar. Halkı İslâm dininden çıkararak eski atalarının dinine ve Turancıların Bozkurt'una meylettirmeye çalışıyorlar. Böylece Türk milletini İslâm dininden uzaklaştırıp, din şuuru yerine, ırk şuurunu ikame etmekteler. Yoksa bizzat eski atalarının dinini İslâm dini yerine ikame etmek istemiyorlar. Çünkü Kemalistlerin önemli bir kısmı dine ve Allah'a inanmazlar. Bunlar bütün dinlerden nefret eder ve tamamının insanlar tarafından icad edildiğine inanırlar.

Kemalist hareketin başarısından sonra gayrimüslimlerin Türkiye'yi terketmeye zorlanmaları ve onların da yurtlarını terketmeleri, Lozan Konferansı'nda Anadolu Rumlarının Yunanistan Türkleriyle karşılıklı yer değişimlerinin kabul edilmesi zahiri itibarıyla birçok kimsenin yanılmasına neden olmuştur.

(Şekib Arslan bu konuda şöyle diyor:

"Osmanlı devletinde ve İslâm şeriatının gölgesinde on milyonlarca Hıristiyan birçok imtiyazlara sahip olarak, her türlü haklarını kullanarak rahat ve huzur içinde yaşamaktaydı. Fakat ne zaman ki şimdiki cumhuriyet kuruldu ve İslâm şeriatı kaldırılıp bunun yerine Batılılaşma politikaları güdüldü, o zaman Anadolu'da birkaç binden başka Hıristiyan kalmadı. İşte İslâm şeriatının hoşgörüsünün çok güzel bir örneği. Demek ki İslâm şeriatının gölgesinde Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi hep bir arada, huzur, güvenlik ve hoşgörü içinde yaşıyabiliyormuş." (Hadr el-Âlem el-İslâmî)

Bunun Kemalistlerin İslâm milliyetine ve İslâm birliğine önem vermelerinden kaynaklandığı vehmine kapılmışlardır. Halbuki böylece hareketin asıl doğduğu yer olan Rumeli ve bilhassa Selanik'teki yandaşlarını getirerek yönetimlerini sağlamlaştırmak ve Allah'ın dilediği güne kadar devam ettirmek istiyorlardı. (Bu hususu ilk kez Şeyh Mustafa Sabri keşfetmiştir.)

Halkların karşılıklı mübadelesi kararlaştırılırken, kimse onların bunu isteyip istemediklerini sormuyordu. Bu değişim esnasında, ilgisizlikten, düzensizlikten, yolların bozukluğundan ve nakil vasıtalarının yetersizliğinden kaynaklanan soğuk, açlık ve hastalıklar dolayısıyla binlerce kadın, yaşlı ve çocuk yollarda canverdi. Çok acı olaylar yaşandı. Vatan gazetesinin 302. sayısında yer değişimine tâbi tutulan göçmenlerden birinin şu sözlerine yer verilmiş:

"Bursa'da göçmenlere için tahsis edilmiş 2000 konuta hükümet memurları el koyarak kendilerine ayırmışlardır. Göçmenler ise kapısız, pencereleri camsız harap evlere nakledildi. Her gün ortalama en az 30 göçmen hayatını yitirmektedir."

Bunlar Bursa'da ölenler, ya diğer bölgelerde ölenler?

Kemalistler önceleri, İslâm şeriatını ihmal etmelerini, ülkede birçok gayrimüslimin yaşamasına ve parlamentoda birçok gayri müslim milletvekili olmasına bağlıyorlardı. Gayrimüslimleri ülkeden sürdükten sonra, ülke ve mecliste Müslümanlardan başkaları kalmadı. (İslâm asabiyeti iddia edip, sonra hakimiyet ve hükümetin din için değil kendileri için olmasını istemeleri manidar bir çelişkidir.)

Yönetimin İslâm'dan soyutlanmasının değil, İslâmîleştirilmesinin tam zamanıydı. Hilafet yönetimi gayrimüslimlere tâbi miydi ki, onların gitmesiyle son buldu. Veya şeri mahkemeler gayrimüslimler için mi konmuştu ki, onların gitmesiyle beraber ilga edilmek isteniyor.

Müslümanların görevi, ülkelerinde Hıristiyan yaşamasına izin vermemek mi, yoksa ülkede İslâm hükümlerini ikame etmek mi?

Kafirlerin kendilerine İslâm'dan sonra küfrü seçmelerinin Müslümanlara zararı ne?

Fakat Kemalistler böyle yapmadılar. Bu değişimlerden diğer bir amaçları da Türk ırkını arındırmak istemeleriydi. Böylece ırk temeline dayalı bir yönetim oluşturmak istiyorlar. Bu şekilde Avrupa uluslarıyla yakınlaşmayı umuyorlar.

Bu noktada, Müslüman-Hıristiyan düşmanlığını körüklemeye yönelik oyunların altında Yahudilerin bir dahlinin olması kuvvetli bir ihtimaldir. Zira Kemalistlerle dostluk geliştirmiş, hatta kendini öyle gösteren Yahudiler mevcuttur. Yahudiler ise Cenab-ı Hakk'ın bildirdiği gibidirler:

"İman edenlere en şiddetli düşmanlık yapanlar olarak Yahudiler ve şirk koşanları bulursun."

Hulefa-i Raşidîn döneminden beri Yahudilerin Müslümanlara düşmanlığı biliniyor.

İttihatçılar Birinci Dünya Savaşına girmemiş olsalardı ne İzmir'i ne de diğer bölgeleri kaybederdik. Savaşta tarafsızlığımızı bozmakla, hayatımızın fırsatını kaçırdık. Fırsat iyi değerlendirilseydi, bir ferdin burnu kanamadan son asırlarda kaybettiğimiz siyaset ve iktisadımızı güçlü bir şekilde yeniden tesis edebilirdik. Bugün, geniş ve zengin bir ülke, refah ve mutluluk içinde yaşayan bir halk ve iki milyon askere sahip güçlü bir ordusu olan, büyük bir devlet konumunda olabilirdik.

(Müellifin bu görüşü, İslâm âleminin muasır tarihine yeniden göz atmamızı, tarihî olayları dikkatlice tahlil etmemizi gerektirir. Osmanlının düştüğü hatalara daha sonra Araplar düşmüş, gerçek hiçbir hazırlık yapmadan defalarca Filistin savaşına girmiş ve her defasında hezimetten başka bir şey tatmamışlardır.)

Ey İslâm ehli! gerçekten dininizi ve Müslüman kardeşlerinizin dinini seviyorsanız, uzaktan gördüklerinize aldanmayın. Ülkemize güvenilir ve akıllı kimseler, heyetler göndererek durumu araştırın. Fakat resmî statüde heyetler göndermeyiniz. Zira resmî heyetler, hükümetin konukları olarak ancak hükümetin adamlarıyla görüşebiliyorlar. Tüm görüşme ve izlenimleri, hükümetin gözetimi altında yapılmak zorunda kalınıyor. Gayri resmî heyetler göndererek, perde arkasında olup-biteni araştırın. Müslümanların durumlarını araştırın. İşte o zaman laik hükümetin kardeşlerinizin din ve dünyalarına yaptıklarını görebilir, doğru ile yanlış olanı birbirinden ayırabilirsiniz.

Yemin olsun ki, Allah'ın nuruyla bakan mü'min ferasetinden azıcık bir nasibi olan, İttihatçılar döneminde başlayan ve Kemalistlerle doruk noktaya ulaşan, İslâm'a ve gerçek Müslümanlara karşı yürütülen sistemli mücadeleyi farkeder.

Kemalistlerin İslâm âlemini ve Müslümanları etkiledikleri tavırlardan biri de; kendilerini Hıristiyan düşmanları olarak takdim etmeleri ve safdil Müslümanların da onlara inanmalarıdır. Hakikatte ise onlar önce İslâm'a sonra diğer tüm dinlere karşıdırlar. Çünkü kavimlerinin bu dinin esareti altında olduğunu düşünüyorlar. Dinî inançları yıkıp, ırklarını bu dinin boyunduruğundan kurtarmayı en büyük amaçları olarak görüyorlar. Halkı İslâm dininden çıkararak eski atalarının dinine ve Turancıların Bozkurt'una meylettirmeye çalışıyorlar. Böylece Türk milletini İslâm dininden uzaklaştırıp, din şuuru yerine, ırk şuurunu ikame etmekteler. Yoksa bizzat eski atalarının dinini İslâm dini yerine ikame etmek istemiyorlar. Çünkü Kemalistlerin önemli bir kısmı dine ve Allah'a inanmazlar. Bunlar bütün dinlerden nefret eder ve tamamının insanlar tarafından icad edildiğine inanırlar.

Kemalist hareketin başarısından sonra gayrimüslimlerin Türkiye'yi terketmeye zorlanmaları ve onların da yurtlarını terketmeleri, Lozan Konferansı'nda Anadolu Rumlarının Yunanistan Türkleriyle karşılıklı yer değişimlerinin kabul edilmesi zahiri itibarıyla birçok kimsenin yanılmasına neden olmuştur.

(Şekib Arslan bu konuda şöyle diyor:

"Osmanlı devletinde ve İslâm şeriatının gölgesinde on milyonlarca Hıristiyan birçok imtiyazlara sahip olarak, her türlü haklarını kullanarak rahat ve huzur içinde yaşamaktaydı. Fakat ne zaman ki şimdiki cumhuriyet kuruldu ve İslâm şeriatı kaldırılıp bunun yerine Batılılaşma politikaları güdüldü, o zaman Anadolu'da birkaç binden başka Hıristiyan kalmadı. İşte İslâm şeriatının hoşgörüsünün çok güzel bir örneği. Demek ki İslâm şeriatının gölgesinde Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi hep bir arada, huzur, güvenlik ve hoşgörü içinde yaşıyabiliyormuş." (Hadr el-Âlem el-İslâmî)

Bunun Kemalistlerin İslâm milliyetine ve İslâm birliğine önem vermelerinden kaynaklandığı vehmine kapılmışlardır. Halbuki böylece hareketin asıl doğduğu yer olan Rumeli ve bilhassa Selanik'teki yandaşlarını getirerek yönetimlerini sağlamlaştırmak ve Allah'ın dilediği güne kadar devam ettirmek istiyorlardı. (Bu hususu ilk kez Şeyh Mustafa Sabri keşfetmiştir.)

Halkların karşılıklı mübadelesi kararlaştırılırken, kimse onların bunu isteyip istemediklerini sormuyordu. Bu değişim esnasında, ilgisizlikten, düzensizlikten, yolların bozukluğundan ve nakil vasıtalarının yetersizliğinden kaynaklanan soğuk, açlık ve hastalıklar dolayısıyla binlerce kadın, yaşlı ve çocuk yollarda canverdi. Çok acı olaylar yaşandı. Vatan gazetesinin 302. sayısında yer değişimine tâbi tutulan göçmenlerden birinin şu sözlerine yer verilmiş:

"Bursa'da göçmenlere için tahsis edilmiş 2000 konuta hükümet memurları el koyarak kendilerine ayırmışlardır. Göçmenler ise kapısız, pencereleri camsız harap evlere nakledildi. Her gün ortalama en az 30 göçmen hayatını yitirmektedir."

Bunlar Bursa'da ölenler, ya diğer bölgelerde ölenler?

Kemalistler önceleri, İslâm şeriatını ihmal etmelerini, ülkede birçok gayrimüslimin yaşamasına ve parlamentoda birçok gayri müslim milletvekili olmasına bağlıyorlardı. Gayrimüslimleri ülkeden sürdükten sonra, ülke ve mecliste Müslümanlardan başkaları kalmadı. (İslâm asabiyeti iddia edip, sonra hakimiyet ve hükümetin din için değil kendileri için olmasını istemeleri manidar bir çelişkidir.)

Yönetimin İslâm'dan soyutlanmasının değil, İslâmîleştirilmesinin tam zamanıydı. Hilafet yönetimi gayrimüslimlere tâbi miydi ki, onların gitmesiyle son buldu. Veya şeri mahkemeler gayrimüslimler için mi konmuştu ki, onların gitmesiyle beraber ilga edilmek isteniyor.

Müslümanların görevi, ülkelerinde Hıristiyan yaşamasına izin vermemek mi, yoksa ülkede İslâm hükümlerini ikame etmek mi?

Kafirlerin kendilerine İslâm'dan sonra küfrü seçmelerinin Müslümanlara zararı ne?

Fakat Kemalistler böyle yapmadılar. Bu değişimlerden diğer bir amaçları da Türk ırkını arındırmak istemeleriydi. Böylece ırk temeline dayalı bir yönetim oluşturmak istiyorlar. Bu şekilde Avrupa uluslarıyla yakınlaşmayı umuyorlar.

Bu noktada, Müslüman-Hıristiyan düşmanlığını körüklemeye yönelik oyunların altında Yahudilerin bir dahlinin olması kuvvetli bir ihtimaldir. Zira Kemalistlerle dostluk geliştirmiş, hatta kendini öyle gösteren Yahudiler mevcuttur. Yahudiler ise Cenab-ı Hakk'ın bildirdiği gibidirler:

"İman edenlere en şiddetli düşmanlık yapanlar olarak Yahudiler ve şirk koşanları bulursun."

Hulefa-i Raşidîn döneminden beri Yahudilerin Müslümanlara düşmanlığı biliniyor.

İttihatçılar Birinci Dünya Savaşına girmemiş olsalardı ne İzmir'i ne de diğer bölgeleri kaybederdik. Savaşta tarafsızlığımızı bozmakla, hayatımızın fırsatını kaçırdık. Fırsat iyi değerlendirilseydi, bir ferdin burnu kanamadan son asırlarda kaybettiğimiz siyaset ve iktisadımızı güçlü bir şekilde yeniden tesis edebilirdik. Bugün, geniş ve zengin bir ülke, refah ve mutluluk içinde yaşayan bir halk ve iki milyon askere sahip güçlü bir ordusu olan, büyük bir devlet konumunda olabilirdik.

(Müellifin bu görüşü, İslâm âleminin muasır tarihine yeniden göz atmamızı, tarihî olayları dikkatlice tahlil etmemizi gerektirir. Osmanlının düştüğü hatalara daha sonra Araplar düşmüş, gerçek hiçbir hazırlık yapmadan defalarca Filistin savaşına girmiş ve her defasında hezimetten başka bir şey tatmamışlardır.)
Ey İslâm ehli! gerçekten dininizi ve Müslüman kardeşlerinizin dinini seviyorsanız, uzaktan gördüklerinize aldanmayın. Ülkemize güvenilir ve akıllı kimseler, heyetler göndererek durumu araştırın. Fakat resmî statüde heyetler göndermeyiniz. Zira resmî heyetler, hükümetin konukları olarak ancak hükümetin adamlarıyla görüşebiliyorlar. Tüm görüşme ve izlenimleri, hükümetin gözetimi altında yapılmak zorunda kalınıyor. Gayri resmî heyetler göndererek, perde arkasında olup-biteni araştırın. Müslümanların durumlarını araştırın. İşte o zaman laik hükümetin kardeşlerinizin din ve dünyalarına yaptıklarını görebilir, doğru ile yanlış olanı birbirinden ayırabilirsiniz.

Yemin olsun ki, Allah'ın nuruyla bakan mü'min ferasetinden azıcık bir nasibi olan, İttihatçılar döneminde başlayan ve Kemalistlerle doruk noktaya ulaşan, İslâm'a ve gerçek Müslümanlara karşı yürütülen sistemli mücadeleyi farkeder.

Kemalistlerin İslâm âlemini ve Müslümanları etkiledikleri tavırlardan biri de; kendilerini Hıristiyan düşmanları olarak takdim etmeleri ve safdil Müslümanların da onlara inanmalarıdır. Hakikatte ise onlar önce İslâm'a sonra diğer tüm dinlere karşıdırlar. Çünkü kavimlerinin bu dinin esareti altında olduğunu düşünüyorlar. Dinî inançları yıkıp, ırklarını bu dinin boyunduruğundan kurtarmayı en büyük amaçları olarak görüyorlar. Halkı İslâm dininden çıkararak eski atalarının dinine ve Turancıların Bozkurt'una meylettirmeye çalışıyorlar. Böylece Türk milletini İslâm dininden uzaklaştırıp, din şuuru yerine, ırk şuurunu ikame etmekteler. Yoksa bizzat eski atalarının dinini İslâm dini yerine ikame etmek istemiyorlar. Çünkü Kemalistlerin önemli bir kısmı dine ve Allah'a inanmazlar. Bunlar bütün dinlerden nefret eder ve tamamının insanlar tarafından icad edildiğine inanırlar.

Kemalist hareketin başarısından sonra gayrimüslimlerin Türkiye'yi terketmeye zorlanmaları ve onların da yurtlarını terketmeleri, Lozan Konferansı'nda Anadolu Rumlarının Yunanistan Türkleriyle karşılıklı yer değişimlerinin kabul edilmesi zahiri itibarıyla birçok kimsenin yanılmasına neden olmuştur.

(Şekib Arslan bu konuda şöyle diyor:

"Osmanlı devletinde ve İslâm şeriatının gölgesinde on milyonlarca Hıristiyan birçok imtiyazlara sahip olarak, her türlü haklarını kullanarak rahat ve huzur içinde yaşamaktaydı. Fakat ne zaman ki şimdiki cumhuriyet kuruldu ve İslâm şeriatı kaldırılıp bunun yerine Batılılaşma politikaları güdüldü, o zaman Anadolu'da birkaç binden başka Hıristiyan kalmadı. İşte İslâm şeriatının hoşgörüsünün çok güzel bir örneği. Demek ki İslâm şeriatının gölgesinde Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi hep bir arada, huzur, güvenlik ve hoşgörü içinde yaşıyabiliyormuş." (Hadr el-Âlem el-İslâmî)

Bunun Kemalistlerin İslâm milliyetine ve İslâm birliğine önem vermelerinden kaynaklandığı vehmine kapılmışlardır. Halbuki böylece hareketin asıl doğduğu yer olan Rumeli ve bilhassa Selanik'teki yandaşlarını getirerek yönetimlerini sağlamlaştırmak ve Allah'ın dilediği güne kadar devam ettirmek istiyorlardı. (Bu hususu ilk kez Şeyh Mustafa Sabri keşfetmiştir.)

Halkların karşılıklı mübadelesi kararlaştırılırken, kimse onların bunu isteyip istemediklerini sormuyordu. Bu değişim esnasında, ilgisizlikten, düzensizlikten, yolların bozukluğundan ve nakil vasıtalarının yetersizliğinden kaynaklanan soğuk, açlık ve hastalıklar dolayısıyla binlerce kadın, yaşlı ve çocuk yollarda canverdi. Çok acı olaylar yaşandı. Vatan gazetesinin 302. sayısında yer değişimine tâbi tutulan göçmenlerden birinin şu sözlerine yer verilmiş:

"Bursa'da göçmenlere için tahsis edilmiş 2000 konuta hükümet memurları el koyarak kendilerine ayırmışlardır. Göçmenler ise kapısız, pencereleri camsız harap evlere nakledildi. Her gün ortalama en az 30 göçmen hayatını yitirmektedir."

Bunlar Bursa'da ölenler, ya diğer bölgelerde ölenler?

Kemalistler önceleri, İslâm şeriatını ihmal etmelerini, ülkede birçok gayrimüslimin yaşamasına ve parlamentoda birçok gayri müslim milletvekili olmasına bağlıyorlardı. Gayrimüslimleri ülkeden sürdükten sonra, ülke ve mecliste Müslümanlardan başkaları kalmadı. (İslâm asabiyeti iddia edip, sonra hakimiyet ve hükümetin din için değil kendileri için olmasını istemeleri manidar bir çelişkidir.)

Yönetimin İslâm'dan soyutlanmasının değil, İslâmîleştirilmesinin tam zamanıydı. Hilafet yönetimi gayrimüslimlere tâbi miydi ki, onların gitmesiyle son buldu. Veya şeri mahkemeler gayrimüslimler için mi konmuştu ki, onların gitmesiyle beraber ilga edilmek isteniyor.

Müslümanların görevi, ülkelerinde Hıristiyan yaşamasına izin vermemek mi, yoksa ülkede İslâm hükümlerini ikame etmek mi?

Kafirlerin kendilerine İslâm'dan sonra küfrü seçmelerinin Müslümanlara zararı ne?

Fakat Kemalistler böyle yapmadılar. Bu değişimlerden diğer bir amaçları da Türk ırkını arındırmak istemeleriydi. Böylece ırk temeline dayalı bir yönetim oluşturmak istiyorlar. Bu şekilde Avrupa uluslarıyla yakınlaşmayı umuyorlar.

Bu noktada, Müslüman-Hıristiyan düşmanlığını körüklemeye yönelik oyunların altında Yahudilerin bir dahlinin olması kuvvetli bir ihtimaldir. Zira Kemalistlerle dostluk geliştirmiş, hatta kendini öyle gösteren Yahudiler mevcuttur. Yahudiler ise Cenab-ı Hakk'ın bildirdiği gibidirler:

"İman edenlere en şiddetli düşmanlık yapanlar olarak Yahudiler ve şirk koşanları bulursun."

Hulefa-i Raşidîn döneminden beri Yahudilerin Müslümanlara düşmanlığı biliniyor.

İttihatçılar Birinci Dünya Savaşına girmemiş olsalardı ne İzmir'i ne de diğer bölgeleri kaybederdik. Savaşta tarafsızlığımızı bozmakla, hayatımızın fırsatını kaçırdık. Fırsat iyi değerlendirilseydi, bir ferdin burnu kanamadan son asırlarda kaybettiğimiz siyaset ve iktisadımızı güçlü bir şekilde yeniden tesis edebilirdik. Bugün, geniş ve zengin bir ülke, refah ve mutluluk içinde yaşayan bir halk ve iki milyon askere sahip güçlü bir ordusu olan, büyük bir devlet konumunda olabilirdik.

(Müellifin bu görüşü, İslâm âleminin muasır tarihine yeniden göz atmamızı, tarihî olayları dikkatlice tahlil etmemizi gerektirir. Osmanlının düştüğü hatalara daha sonra Araplar düşmüş, gerçek hiçbir hazırlık yapmadan defalarca Filistin savaşına girmiş ve her defasında hezimetten başka bir şey tatmamışlardır.)

Şeyhü'l-İslâm Mustafa Sabri
 
T Çevrimdışı

TEVHİDCİ

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
güzel konu kardeş,emeğine sağlık,yeni üye oldum ben,çok güzel konularla karşılaşıyorum.Masallah.
 
Üst Ana Sayfa Alt