Abdullah b. Ömer'den (r.a.)rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Kim kendini bir kavme benzetirse, o da onlardandır." ( Ahmed: 2/50-92, 7/142, Ebu Davud Libas: 4031
İbni Ebu Şeybe Said b. Cebele vasıtasıyla Rasulullah'tan (s.a.v.) tamamını şöyle rivayet ediyor:
"Kıyamete yakın, eşi ve ortağı olmayan Allah'a ibadet edilinceye kadar kılıçla gönderildim. Rızkım, mızrağımın gölgesinde kılındı. Bana, emrime karşı gelenlerin zelil ve aşağılanması verildi. Kim kendisini bir kavme benzetirse o da onlardandır.")
Şeyhülislam İbni Teymiyye, bu hadisin isnadının sahih olduğunu belirtmiştir. Bu hadis onlara benzemeyi haram kılmaktadır. Kendisini görünüş olarak kafir ve müşriklere benzetenler, haram işlemiş olmakla birlikte, zahiri anlamda kafir de olmuşlardır.
Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"...Sizden kim onları dost edinirse, oda onlardandır..." (Maide: 5/51)
Abdullah b. Amr demiştir ki:
"Kim müşriklere ait bir toprakta bulunur (bina yapar), onların nevruzlarına (yılbaşılarına) katılır, onların bayramlarını (festival ve galalarını) kutlar ve ölünceye kadar onlarla birlikte bulunursa, Kıyamet Gününde onlarla birlikte haşrolunur." (Beyhaki Sünenü'l-Kübra: 9/234.)
Aişe'den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.v.), namaz kılarken elleri böğürlerine koymayı mekruh sayarak:
"Yahudilere benzemeyin." buyurmuştur."(Aişe (r.a.) hadisini bulamadım. Ancak bunun için; Buhari el-Amel fi's-Salat: 17, Müslim Mevarid: 47, Ebu Davud Salat: 172, Tirmizi Salat: 164, Nesai iftitah: 12, Darimi Salat: 138, Ahmed: 2/232-290-295-331-339'a bak)
Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle dedi:
"Acemlerin rumuzlu sözlerini öğrenmeyin. Bayramlarında müşriklerle birlikte kiliselerine girmeyin. Çünkü Allah'ın gazabı onların üzerine iner." (Beyhaki 'Sünenü'l-Kübra: 9/234, Abdürrezzak Musannef: 1609)
Abdullah b. Amr dedi ki:
"Kim Acemlerin ülkesinde kalırda, onların yeni yıllarını ve mihricanlarını (bayram, festival ve galalarını) kutlayarak (bu şekilde) onlara benzer ve bu hal üzereyken ölürse, Kıyamet Gününde onlarla birlikte haşrolunur."
Dikkat edilirse Ömer (r.a.), Acemlerin bazı sözlerini öğrenmeyi ve bayramlarında kiliselerine girmeyi yasaklamıştır. Bu durumda kafir ve müşriklerin dinlerinden kaynaklanan bir takım şeyleri yapanlara ne hüküm verilmelidir?
Onların fiillerini yaparak onlara uyum sağlamak daha büyük bir tehlike değil midir?
Onların bayramlarına ve bir takım festivallerine katılmak ve onlar gibi hareket etmek, bayramlarına sadece seyretmek için gidenlerin durumundan daha büyük bir tehlike değil midir?
Madem ki işledikleri ameller sebebiyle bayramlarında onlara Allah'ın (c.c.) gazabı iniyor, amellerinin tamamında ya da bir kısmında onlara katılmak, onlarla birlikte olmak, kendini bizzat cezanın içine atmak değil midir?
Abdullah b. Amr şöyle diyor:
"Kim, müşrik ve kafirlerin ülkelerinde kalır, yılbaşılarına, bayramlarına, festival ve galalarına katılır ve onlara benzeyerek ölürse, onlarla birlikte haşrolunur."
Bütün bu hususlar; o kimsenin kafir olduğunu, kişiyi Cehenneme götüren büyük günahlardan birini işlediğini gösterir. Lafzın zahirinden anlaşılan manaya göre, onlarla birlikte hareket, kimi durumlarda günahtır. Çünkü mubah olan birşey için cezalandırma söz konusu değildir.
Ömer (r.a.) şöyle demiştir:
"Cahiliye ehli (hacda) güneş doğuncaya dek toplanma yerinden gitmezlerdi. Rasulullah (s.a.v.) ise güneşin doğmasından önce oradan ayrılır ve şöyle derdi:
"Bizim yolumuz müşriklerin yolundan ayrıdır."(Bunu mevcut sünenlerde bulamadım. Bk. İbni Kesir Tefsir Bakara: 2/199 ayeti, Suyuti ed-Dürrü'l-Mensur: 1/266-267, Beyhaki Sünenü'l- Kübra: 5/125)
Müşrikler güneş batmadan önce Arafat'tan ayrılırlardı. Rasulullah da (s.a.v.) onlara muhalefet etmek için güneş battıktan sonra oradan ayrılırdı.
Abdullah b. Amr diyor ki:
"Rasulullah (s.a.v.) benim üzerimde boyanmış iki elbise gördü ve şöyle buyurdu:
"Doğrusu bunlar kafirlerin giysilerindendir. Onları giyme." (Müslim, Libas: 29-31, Ebu Davud, Libas: 8, Nesai, Zinet: 43)
Rasulullah (s.a.v.), kafirlere ait kıyafetlerin giyilmesini yasaklamıştır.
Ömer de (r.a.) Utbe b. Ferkad'a gönderdiği mektupta:
"Müşriklere ait giysi giymekten seni menediyorum." diye yazmıştır.(Buhari, Libas: 25, Müslim, Libas: 11, 21, Ahmed: 1/16,43, Camiu'l-Usul: 8343.)
Hilal, Muhammed b. Sirin'den şöyle rivayet etmiştir:
Huzeyfe bir eve geldi ve orada yabancılara ait bir giysi gördü. Hemen oradan dışarı çıkarak şöyle dedi:
"Kim kendini bir kavme benzetirse, o da onlardandır."
Ali b. Ebu Salih es-Sevvak diyor ki:
"Biz bir ziyarette iken Ahmed b. Hanbel çıkageldi. İçeri girdiğinde, üzerinde gümüş bulunan bir sandalye gördü. Hemen gerisin geri çıktı. Peşinden ev sahibi yetişti, imam elini onun yüzüne karşı silkeleyerek şöyle dedi:
"Mecusilerin kıyafeti ha? Ateşe tapanların kıyafeti ha?"
Kays b. Ebu Hazım'dan rivayete göre:
"Ebu Bekir, Ahmus'tan Zeynep adındaki bir kadının yanına gitti. Kadının konuşmadığını görünce:
"Bu kadın niye konuşmuyor?" diye sordu. Dediler ki:
"Bu kadın konuşmadan haccetmek istiyor."
Ebu Bekir (r.a.), kendisine:
"Konuş! Çünkü böyle bir davranış helal değildir. Bu, cahiliye döneminin adetidir." dedi. Kadın Ebu Bekir'e (r.a.):
"Sen kimsin?" diye sordu. Ebu Bekir de (r.a.):
"Muhacirlerden biriyim" dedi. Kadın:
"Hangi muhacirlerden?" diye sordu. O da:
"Kureyş'ten" dedi. Kadın:
"Hangi Kureyş'ten?" diye sorunca, Ebu Bekir (r.a.):
"Amma da çok sordun ha!" dedi ve:
"Ben, Ebu Bekir'im" diye ekledi. Kadın:
"Allah'ın cahiliye sisteminden sonra bize gönderdiği bu salih din üzerinde kalmamız neye bağlıdır?" dedi. Ebu Bekir (ra.):
"Sizin kalıcılığınız, sizi idare eden imamlarınız (liderleriniz ve devlet adamlarınız) doğru yolda oldukları sürecedir." dedi. Kadın:
"İmamlar da kimdir?" dedi. Ebu Bekir (r.a.):
"Sizin kavminizin liderleri ve önde gelenleri yok mu, onlar sizlere emir verince, onlara itaat ediyorsunuz değil mi?" dedi. Kadın:
"Evet, öyledir." dedi. Ebu Bekir (r.a.):
"İşte halkı idare eden bu kimseler." cevabını verdi." (Buhari Meftakıbu'l-Ensar: 26, Darimi Mukaddime: 23.)
Ebu Bekir (r.a.), hac sırasında mutlak suskunluğun helal olmadığını ve bunun cahiliye adetlerinden olduğunu haber vermiştir. Böylece kadının yaptığı işin yanlışlığını,ve kötülüğünü dile getirmiş, verdiği hükmün hemen ardından bunun sebebini, de açıklamıştır. Bu amelin mutlak olarak yasaklanması cahiliye adetlerinden olması sebebiyledir.
Ömer b. Hattab (r.a.) Fars beldelerinde yaşamakta olan müslümanlara yazdığı genelgesinde onları:
"Sizi, müşriklere ait kıyafetler giymekten menederim." diye uyarmıştır.
Ömer'in (r.a.) bu yasaklaması içine, müşrik ve kafirlere ait her türlü kıyafet ve moda girmektedir. Çünkü Utbe b. Ferkad'a (r.a.) yazdığı mektubunda şöyle diyordu:
"Sizi aşırı nimetler içinde kendinizi kaybetmekten, müşriklere ait kıyafetler giyinmekten ve ipek giysi giymekten menederim."
Ömer b. Hattab (r.a.), Cabiye'de Kudüs'ün fethini müzakere ediyordu. Ka'b'a şöyle dedi:
"Nerede namaz kılmamı istersin?" O da:
"Bana sorarsan, kayanın ardında namaz kıl. Çünkü Kudüs tümüyle senin gözlerinin önünde olacaktır." dedi. Bunun üzerine Ömer (r.a.):
"Olmaz, ben namazımı ancak Rasulullah'ın (s.a.v.) kıldığı yerde kılarım." dedi. Hemen kıbleye yöneldi ve Ka"be'ye doğru namazını kıldı. Sonra geldi ve ridasını yere yayarak üzerindeki çerçöpü silkeleyip süpürdü. Halk da aynısını yaptı." (Ahmed: 1/38, Heysemi Mecmaü'z-zevaid: 4/6, Ibni Kesir el-Bidaye ve'n-Nihaye: 7/58.)
Ömer (r.a.), Ka'b'ı, sadece yahudilerin döndüğü kayaya dönerek, yahudilere benzemesi sebebiyle ayıplamıştır. Çünkü böyle bir davranışta eski bir kıbleyi halen kıble olarak tanıma inancı yatmaktadır. Bir müslüman oraya yönelirken böyle bir amaç gütmese de, bundan sakınması gerekir.
Ömer (ra.) bu noktada oldukça hassas bir siyaset izlemiştir. Bu tutumuyla o İslam'ı aziz kılmış, küfrü ve küfür ehlini de zelil etmiştir. İslam'ın ipini çürütecek ne varsa, hepsini yasaklamış ve bu hususta Allah ve Rasulü'nün emirlerine itaat ederek dinin esaslarını sağlamlaştırmıştır. O her zaman Allah'ın Kitabı ve Rasulü'nün Sünnetine bağlı kalarak Ebu Bekir'in (r.a.) çizgisini izlemiş, İslam'da seçkin olan sahabelerle istişarede bulunmuştur. Ehli kitap hakkında esas aldığı şeyler, İslam'ın öngördüğü şartlar çerçevesinde olmuş, kafirlerin devlet işlerinde görevlendirilmesini yasaklamış, bunların güvenilir kişiler olarak kabul edilmelerini engellemiş ve Allah (c.c.) zelil kıldıktan sonra kimsenin onları aziz kılmaya hakkı olmadığını vurgulamıştır.
Hatta rivayete göre; Acemlere (kafirlere) ait kitap ve yayınları yaktırmış, bid'at işleyen kimseleri sürgün etmiş, onların her an ve her yerde aşağılanmalarını sağlamıştır.
İbni Abbas'a:
"Bir adama şırınga ile ilaç vereyim mi?" denilince, O:
"Hayır, avret yerini açma, müşriklerin yolunu da izleme." dedi.
Buradaki "Müşriklerin yolunu izleme" ifadesi geneldir.
Enes'in (r.a.) yanına iki (boynuzu) kahkülü olan bir genç girdi. Enes kendisine:
"Bu iki saçtan boynuzu (kahkülü) ya kes ya da kısalt, çünkü bu yahudilerin adetidir." dedi. (Ebu Davud Tereccül: 15.)
Dikkat edilirse buradaki yasaklamanın nedeni, bu davranışların yahudi adeti olarak nitelendirilmiş olmasıdır. Müslümanlara ait olmayan bu davranışlardan sakınmak gerekir.
Şeyhülislam İbni Teymiyye bu olayı Rasulullah'ın (s.a.v.):
"Orada cahiliyeye ait bayramlardan bir bayram var mı?" ( Ebu Davud Eyman: 22.) hadisinin yanında zikretmiştir.
Her ne şekilde olursa olsun, cahiliye bayramları, şenlik, festival ve galalarıyla ilgili olarak herhangi bir fiilin yapılması şiddetle ve kesin bir dille yasaklanmıştır. Buna mutlaka uymak gerekir. İster ehli kitap isterse diğer kafirler olsun her iki topluluğun yaptığı da kururdur. Aralarında hiçbir fark yoktur. Belki küfürlerinin daha ağır veya hafif olması yönüyle aralarında bir fark olabilir. Allah'u Teala'nın, kafirlere ait bayramları kesin bir şeklide yasaklamasının sebebi, müslümanların inançlarının kafirlere ait adet ve geleneklerle ve ehli kitabın eskiden kalan yanlışlarıyla kirletilmesi endişesidir. Bu bakımdan yasaklama çok daha şiddetlidir. Rasulullah (s.a.v.) ümmetinin hiç bir konuda kafirlere benzememesini, onlara muhalefet etmelerini istemiştir. Çünkü, mü'minle Cehennem ehli arasındaki muhalefet ne kadar artarsa, mü'min Cehennem ehlinin, amellerini işlemekten o kadar uzaklaşır.
Rasulullah'ın (s.a.v.) ümmetine olan düşkünlüğü ve onlara nasihati Allah'ın (c.c.) kendisine ve halka bir fazlı ve keremidir ki, halkın çoğu bunu bilmezler.
Rasulullah (s.a.v.), görünürdeki işlerinde onlara benzemelerinden korkup endişe duyması sebebiyle, ümmetinin kafirlere muhalefet etmesi konusunda çok titiz davranmıştır. Çünkü bir müslümanın görünürde kafirlere benzemesi, zamanla onlarla uyum sağlamasına, onları sevip dost edinmesine yol açabilir. Nitekim, müslüman olduğunu ileri süren birçok kimse, farkında olmadan böyle bir duruma bulaşmışlar, buna rağmen yaptıkları işi iyi görmüşlerdir.
Huşeym diyor ki:
"Ebu Bişr, Ebu Umeyr b. Enes'ten, o da Ensar'dan bir halasından rivayet etmiştir:
"Rasulullah (s.a.v.), müslümanları namaza nasıl davet edeceği konusuna çok önem gösterdi. (Ashabıyla istişarede bulundu). Kendisine, yahudilerin yaptığı gibi boru çalınmasını teklif ettiler. Bu, onun hoşuna gitmedi ve:
"O, yahudilere aittir" buyurdu. Bunun üzerine hristiyanlara ait çanı hatırlattılar. "O da hristiyanlara aittir" diyerek hoş karşılamadığını belirtti." ( Ebu Davud Salat: 27.)
Rasulullah'a (s.a.v.), yahudilere ait boru ve hristiyanlara ait çan teklif edilince, bunları yahudi ve hristiyanlara ait semboller olmaları sebebiyle hoş karşılamamıştır. Hükmün hemen ardından işin niteliğinden söz edilmesi, bu şeyin onun illeti olduğunu gösterir.
Boru ve çanın yahudi ve hristiyanlara ait olması bunların yasaklanmasını gerektirmiştir. Artık böyle birşey namaz dışında da mutlak anlamda yasaktır. Çünkü hristiyanlar bazen ibadet vakitlerinin dışında da çan çalarlar.
Tevhide dayalı hanif dininin asıl şiarı ise ezandır. Ezan ile yapılan davette aynı zamanda Allahu Teala'yı zikir vardır. Bu sayede göklerin kapılan açılır, şeytanlar kaçışmaya başlarlar ve Allah'ın (c.c.) rahmeti iner.
Ne yazık ki, bu ümmetten bir çok melik, devlet adamı ve başkaları, yahudi ve hristiyanlara ait bu istenmeyen şiarlara mübtela olmuşlardır.
Fars ve Acem müşrikleriyle, yahudi ve hristiyanlara benzeyiş, onların doğu ülkelerinde işbaşında olan devlet adamlarına karşı ağırlıklarını koymalarından sonra olmuştur. Bütün bunlar bir müslümanın asla kabul etmeyip, muhalefet etmesi gereken şeylerdir. Ne acıdır ki, bu ümmetin çoğu Allah (c.c.) ve Rasulü'nün (s.a.v.) hoşlanmadığı bu şeylere bulaşmışlardır. Kendileriyle cihad edilmesi gereken müşrikler ümmetin başına musallat olunca, İslam beldesinde görülmemesi gereken şeyler gerek müslüman halk arasında, gerekse bir zamanlar İslam diyarı olan ülkelerde işlenir hale gelmiştir. Bu da Rasulullah'ın (s.a.v.) şu ifadelerini doğrulamaktadır:
''Siz, sizden öncekilerin yollarını aynen izleyeceksiniz." (Buharı İ'tisam: 14, Enbiya: 50, Müslim İlim: 6, İbn Mace Fiten: 17.)
Şeyhülislam İbni Teymiyye'nin de zikrettiği gibi; günümüz müslümanlarının da daha önceki müslümanların cezalandırıldıkları gibi cezalandırılmaları söz konusudur.
Müslüman olduklarını ileri süren birçok kişi, yahudi ve hristiyanların yolunu izleyerek, cahiliye ehlinin İslam'a uymayan fiillerini yapar hale gelmişlerdir. Oysa onların kendilerini taklit ettikleri bu kimseler, Allah düşmanıdırlar. Allahu Teala, İslam şeriatiyle uzaktan yakından alakaları olmayan bu kimselere benzemeye çalıştıkları için, bunları müslümanların üzerine musallat etmiştir.
Bunlar müslümanların başına çorap örmüşler, onları felaketlere ve büyük belalara uğratmışlar, yaşlılarını aşağılamış, acizlere merhamet etmemiş ve zayıfın yanında yer almamışlardır. Dinlerini ifsad etmiş ve ülkelerini harabe durumuna getirmişlerdir. İşte bütün bunlar yüce Allah'ın (c.c.) hikmeti ve bu kimselerin zulüm ve isyanlarının cezası olarak meydana gelmiştir.
Yardım ancak Allah'tandır ve ancak O'na tevekkül edilip dayanılır. Allah'ın (c.c.) rahmetiyle, henüz hak yok olmamıştır. Allah (c.c.), dinini kesinlikle üstün kılacaktır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Oysaki kafirler hoşlanmasalar da, Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez. O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da kendi dinini bütün dinlere üstün kılmak için Rasulü'nü hidayet ve hak dinle gönderendir." (Tevbe: 9/32-33)
Allah (c.c.), iman ehlini böylece temizlemiş, onlara isyan ettikleri takdirde başlarına nelerin geleceğini göstermiştir. Aynı zamanda, bozguncuların ve kafirlerin burunlarını da yere sunmuştur. Çünkü onlar gelecekte egemenliğin kendilerinde olacağını sanmışlar, devletin ve gücün ellerine geçeceğini iddia etmişlerdir. Oysa Allah (c.c.), üzerlerine iman ve İslam güneşini egemen kılarak bozguncu ve kafirleri kısa bir sürede darmadağın hale getirmiş, onları en umulmadık yerlere sürgün etmiştir.
İbni Kayyım diyor ki:
"Allah başka zamanlarda da dinine
Kitabına ve Rasulüne yardımcıdır.
Ancak bu kendi hizbinin
Öteki hiziple karşılıklı savaşıyladır.
Çünkü bu, iki farklı cemaat karşılaştığında
O'nun hikmetidir. "
Yine şöyle der:
"Hak muzafferdir,
Sakın şaşırma, bu Rahman'ın sünnetidir.
Bu sayede O'nun hizbi ötekine üstün gelir.
Bunun için insanlar iki taife olarak gelir."
Şeyhülislam İbni Teymiyye, zımmilerle ilgili şartlar konusunda da şöyle demiştir:
"Bu şartlar, müslümanların, kendilerinin görünüş olarak kafirlerden kesinlikle ayırt edilmeleri gerektiği konusunda icma ettiklerini gösterir. Bu da onlara benzemeyi terk etmeyi gerektirir.
Nitekim, hidayet emirleri olan iki Ömer (Ömer b. Hattab ve Ömer b. Abdülaziz) ve daha başkaları, bu hususta ellerinden gelen tüm gayreti göstermişlerdir."
Ebu Şeyh el-İsfahani'den rivayete göre, Ömer (r.a.) şöyle bir genelge yayınlamıştır:
"Zımmileri yazı işlerinde kullanmayın. Aksi takdirde sizinle onlar arasında sevgi oluşur. Onlara sırlarınızı vermeyin, onları zelil kılıp aşağılayın; ancak kendilerine zulmetmeyin."
Sonra devamla demiştir ki:
"İleri sürülen şartlardan bir kısmına göre; zımmiler, dinlerine ait olan münkerleri açıkça yapamazlar. Bu şartların bir kısmı da, dinlerinin şiarlarıyla ilgilidir."
Ömer (r.a.), beraberindeki müslümanlar, İslam alimleri ve daha sonraki zamanlarda Allah'ın (c.c.) kendilerine emirlik nasib ettiği kimseler şu konuda ittifak etmişlerdir:
Herhangi bir İslam ülkesinde, zımmilerin fitne ve düşmanlığa sebep olacak şeyleri açıktan yapmalarına izin verilmez. Gayri müslimlere bile böyle bir izin verilmezken, nasıl olur da müslümanlar İslam beldesinde onlara ait amelleri açıkça işleyebilirler?
Hiçbir müslümanın, kafirlere saygı gösterip, onlara ikramda bulunmak gibi şeriatça yasaklanmış amelleri yapması caiz değildir. Bilindiği gibi kafirlere ait bayram ve festivallere değer verip, saygı göstermek, onlara uymak ve yaptıklarını tasvip etmek demektir. Böyle bir durum onları mutlu eder. Dinlerinden kaynaklanan batıl inanış ve davranışların aşağılanması ise onları üzer.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Dinlerini parça parça edip, gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur..." (En'am: 6/159)
Şeyh İsfahani şöyle diyor:
"Bu ayet onlardan her bakımdan uzak kalmayı gerektirmektedir. Bütün meselelerde olmayıp sadece bir kısım meselelerde dahi olsa onların inançlarına tabi olanlar, tabi oldukları şeyde onlarla beraberdirler. Çünkü bu: "Ben bundanım, bu da bendendir" diyen kimsenin ifadesine benzemektedir ve bununla adeta şu söylenmek istenmiştir:
"Ben, onun türündenim, o da benim türümdendir."
Çünkü iki şahıs, ancak tür noktasında birleşirler. Nitekim:
"Onlar birbirlerindendir..." (Tevbe: 9/67)ayetinde ifa'de edilen de budur.
Rasulullah (s.a.v.) de Ali'ye (r.a.) şöyle buyurmuştur:
"Sen bendensin, ben de sendenim." (Buhari Fedailü Ashabinnebi: 9, Müslim Cihad: 90, Tirmizi Menakıb: 20, İbni Mace Mukaddime: 11, Ahmed: 1/170, 177 3/22, Camiu'l-Usül: 6/33.)
Bir kişinin "Benim bu gibi şeylerle ilgim yok" demesi, onun bu gibi işlerin hepsinden uzak olduğunu gösterir.
Allah (c.c.) ve Rasulü (s.a.v.), kafirlerin tüm işlerinden uzak olduklarına göre, Allah'ın Rasulü'ne uyan kimselerin de gerçekten ona tabi olmaları için, onun uzak olduğu her-şeyden uzak olmaları gerekir. Bir kimse, müşrik ve kafirlere muvafakat ediyorsa, bu kimse onlara muvafakati oranında Allah Rasulü'ne muhalif demektir. Çünkü her bakımdan farklı olan iki kişiden bun diğerine ne oranda benzemezse, ondan o nisbette ayrı düşer ve ona muhalefet etmiş olur.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Yahudi ve hristiyanları dost edinmeyin..." (Maide: 5/51)
"Allah'ın kendilerine gazabettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi? Onlar ne sizdendirler ne de onlardan. Bile bile yalan yere yemin ediyorlar. Allah, onlar için şiddetli bir azap hazırlamıştır. Yapmış oldukları şey ne kötüdür. Yeminlerini kalkan edinmişler ve böylece insanları Allah'ın yolundan saptırmışlardır. Onlar için zelil edici bir azap vardır. Ne malları ne de evlatları, Allah'ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamayacaklardır.
Onlar cehennem ehlidirler; orada daimidirler. Allah onların hepsini dirilttiği gün size yemin ettikleri gibi O'na da yemin edecekler ve kendilerine bir yarar sağlayacağını zannedeceklerdir. Haberiniz olsun ki, onlar yalancıdırlar. Şeytan onları hükmü altına almış ve Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte bunlar, şeytanın taraftarlarıdır. Haberiniz olsun ki, hüsrana uğrayacak olanlar şeytanın taraftarlarıdır. Allah'a ve Rasulü'ne karşı gelenler, işte bunlar insanların en alçakları arasındadırlar. Allah "Ben ve peygamberim mutlaka galip geleceğiz" diye yazmıştır. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, güçlüdür. Allah'a ve Ahiret Gününe inanan bir milletin, babaları oğulları, kardeşleri yahutta akrabaları olsalar bile, Allah'a ve Rasulü'ne karşı gelen kimselere sevgi beslediklerini göremezsin. İşte bunlar, Allah'ın kalplerine imanı yazdığı ve, kendinden bir ruh ile kuvvetlendirdiği kimselerdir. Allah onları içinde ebediyyen kalacakları, (ağaçlan) altından ırmaklar akan Cennetlere sokacaktır. Allah onlardan, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte bunlar Allah'ın taraftarı olanlardır. Haberiniz olsun ki, asıl kurtuluşa erenler şüphesiz Allah'ın taraftarlarıdır." (Mücadele: 58/14-22)
"İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve muhacirleri barındırıp yardım edenler var ya, işte bunlar birbirlerinin velileridirler..." (Enfal: 8/72)
Bu ayetten başlayıp, surenin sonuna kadar hep aynı konu incelenmekte, Allah (c.c.), bu ayeti kerimede, muhacirler ile ensar arasındaki dostluğu ve iman edip hicret edenlerle cihad edenler arasındaki bağı dile getirmektedir.
Muhacir; Allah'ın (c.c.) nehyettiği şeylerden uzak durup, onları terk edendir. Cihad ise, kıyamete kadar bakidir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah, Rasulü ve iman edenlerdir. Onlar ki namazı kılar, zekatı verir ve rüku ederler. Kim Allah'ı, Rasulü'nü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır." (Maide: 5/55-56)
Kur'an'da buna benzer daha pek çok ayet vardır. Allah (c.c.) bu ayetlerde müslümanlara, mü'minlerle gerçek anlamda dostluk kurmalarını emretmektedir. Çünkü mü'minler Allah'ın hizbi ve ordusudurlar. Kafirlerle asla dostluk kurmaz ve onlara sevgi beslemezler. Dostluk ve sevgi gönül ile ilgili durumlardır; kafirlerle dostluk bağlarını koparmanın en etkili yolu, görünürde kafirlere muhalefet etmektir. Her ne kadar görünüşte kafirlerden farklı olmak onlara dostluk ve sevgi göstermemenin sebepleri değilse de, onlarla bağları koparmamanın ve mübayenetin (zıt, farklı olmak) de bir faydası yoktur. Aksine onlarla birliktelik, kişilerin karakterlerinin uyuşması gibi bir yakınlaşmaya sebep olabilir. Bunun içindir ki selef (r.anhüma), bu ayetleri delil göstermişlerdir.
Ebu Musa (r.a.) diyor ki:
"Ömer'e (r.a.):
"Benim hristiyan bir katibim var" dedim. O da bana dedi ki:
"Ne yaptın? Allah cezanı versin! Sen Allah'ın (c.c.):
"Ey iman edenler! Yahudi ve hrıstiyanları dost edinmeyin..." (Maide: 5/51) buyurduğunu işitmedin mi?
Tevhid ehlinden birini katip edinemez miydin?"
Ben de:
"Ey mü'minlerin emiri! Onun yazı işlerinde çalışması benim içindir, dini de kendisine aittir." dedim.
Ömer (r.a.):
"Madem ki Allah onları aşağılamış, sen onlara saygınlık kazandırma, Allah onları zelil kılmışken, seri kendilerini aziz kılma. Allah'ın uzaklaştırdıklarını sen yaklaştırma!" dedi." (Beyhaki Sünenü'l-Kübra: 9/204, Ahmed)
Ayet, hadis ve Raşid Halifelerin uygulamaları bu gerçeği ortaya koymaktadır.
Ayrıca bütün fukaha da, kafir ve müşriklere muhalefet etmek ve onlara benzememek gerektiğinde icma etmişlerdir. Ebu Hureyre'nin rivayetine göre, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Yahudi ve hristiyanlar boyanmazlar (sakallarına kına yakmazlar). Siz onlara muhalefet edin." (Buhari Enbiya: 5, Libas: 67, Müslim Libas: 80,Ebu Davud Tereccül:18, Nesai Zinet: 14,İbni Mace Libas: 32, Ahmed: 2/240, 260, 309, 401.)
Dikkat edilirse, Rasulullah (s.a.v.) bu noktada da onlara muhalefet edilmesini emretmiştir. Bu ise, onlara muhalefetin Şari'in (Şeriat koyucunun) amacı ve emri gereği olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Onlar ki, zura şahitlik etmezler..." (Furkan: 25/72)
Dahhak şöyle diyor:
"Ayette yer alan "zur" müşriklere ait bayram demektir."
Ebu Şeyh şöyle rivayet etmiştir:
"Zur"; şirk sözüdür."
Mürre'den gelen rivayette ise:
"Onlar, müşriklerin şirklerine meyletmezler, onlarla* karışık olarak birarada bulunmazlar" diye zikredilmiştir.
Ömer (r.a.) şöyle demiştir:
"Sizi, Acemlere ait sözler öğrenmekten, müşriklerin bayramlarında onların kiliselerine girmekten menederim."
Tabiinden olan zatların açıklamalarına göre, bu ifadeyle kastedilen; "kafirlere ait bayramlar"dır. Bu yorum, bazılarının bunun şirk veya cahiliyede put, işret ve meyhane meclislerinde söylenen kötü sözler ya da şarkı ve türkü sözleri olduğu şeklindeki görüşleriyle çelişmez. Çünkü selef, bu tabirlere kişilerin ihtiyaç duydukları meselelere göre adlar vererek, o şey hakkında uyarıda bulunmuşlardır.
Müşriklere ait bayram ve festivallerde hem şüphe hem de şehvet yatmaktadır. Oysa bunlar dinde olmayan, batıl şeylerdir. İlk anda hoş ve tatlı gözükseler de acı ve üzüntü ile sonuçlanırlar. Bu da yukarıda yorumu yapılan "zur"un kendisi, yani; şirk, şehvet ve yalandır. Bu gibi yerlerde bulunarak yapılanlara şehadette bulunmak, dinlemek, bunları yapmak gibi sakıncalıdır. Dikkat edilirse Allah (c.c.), insanların böyle yerlerde bulunup bu gibi şeyleri görmelerini istememekte ve bunları terk edenleri övmektedir. Gerçek anlamda orada bulunmak o şeyi görmekle veya onu dinlemekle olur. Bir de bunları eyleme dönüştürmek vardır ki, bu sadece dinlemek veya görmek gibi olmayıp, şirktir. Bütün bunları yapmak kişinin müşriklerle uyumluluğunu artırır. Halbuki bu istenmeyen bir durumdur.
Şurası iyice bilinmelidir ki kafirlerle uyum içinde olmak çirkinlik ve rezaletle sonuçlanır. Onlarla beraber olanların huy ve tabiatları giderek onlara uyum sağlamaya başlar. İşte şeriatin bu gibi şeyleri daha baştan yasaklaması, ileride doğabilecek büyük tehlikeleri önlemek içindir.
Bugün, her konuda kafirlere benzerlik sergilenmektedir. Bu ise kişinin neredeyse tamamen İslam'dan çıkmasına sebep olmaktadır. Çünkü müşriklere ait herhangi bir fiil ya da adetin uygulanması, kişiyi küfre veya isyana ya da aynı anda hem küfre hem de isyana götürür.
Bu anlatılanlar, müşrik ve kafirlere benzemeyi yasaklayan delillerden sadece birkaçıdır. Kafirlerden uzak durmak konusunda Allah'ın (c.c.) istediği titizliği gösteren kimselere Allah (c.c.) rahmetiyle muamele etsin.
Görünüşte onlara benzemenin yasaklanmasının sebebi; zamanla bu amelin' kişinin kalbinde kafir ve müşriklere karşı sevgi ve dostluk duygusuna yol açarak, neticede kişiyi küfre yada isyana yöneltebilmesidir. İşte. kişiyi küfre götürebileceğinden dolayı bu amel, daha baştan haram kılınmıştır.
Kafir ve müşriklere sevgi ve dostluk besleyen çoğu kimsenin geçirdiği merhaleler gözönünde bulundurulduğu takdirde, bu yasaklamanın sebebinin, müslümanların bu gibi tuzaklara düşmeleri endişesi olduğu görülecektir. Buna rağmen, bu şekilde davrananlar kendilerini sakıncalı olan şeyin kucağına atmış ve tehlike kapısını aralamış olurlar.
Doğru yola sevk eden sadece Allah'tır (c.c.).
"Kim kendini bir kavme benzetirse, o da onlardandır." ( Ahmed: 2/50-92, 7/142, Ebu Davud Libas: 4031
İbni Ebu Şeybe Said b. Cebele vasıtasıyla Rasulullah'tan (s.a.v.) tamamını şöyle rivayet ediyor:
"Kıyamete yakın, eşi ve ortağı olmayan Allah'a ibadet edilinceye kadar kılıçla gönderildim. Rızkım, mızrağımın gölgesinde kılındı. Bana, emrime karşı gelenlerin zelil ve aşağılanması verildi. Kim kendisini bir kavme benzetirse o da onlardandır.")
Şeyhülislam İbni Teymiyye, bu hadisin isnadının sahih olduğunu belirtmiştir. Bu hadis onlara benzemeyi haram kılmaktadır. Kendisini görünüş olarak kafir ve müşriklere benzetenler, haram işlemiş olmakla birlikte, zahiri anlamda kafir de olmuşlardır.
Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"...Sizden kim onları dost edinirse, oda onlardandır..." (Maide: 5/51)
Abdullah b. Amr demiştir ki:
"Kim müşriklere ait bir toprakta bulunur (bina yapar), onların nevruzlarına (yılbaşılarına) katılır, onların bayramlarını (festival ve galalarını) kutlar ve ölünceye kadar onlarla birlikte bulunursa, Kıyamet Gününde onlarla birlikte haşrolunur." (Beyhaki Sünenü'l-Kübra: 9/234.)
Aişe'den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.v.), namaz kılarken elleri böğürlerine koymayı mekruh sayarak:
"Yahudilere benzemeyin." buyurmuştur."(Aişe (r.a.) hadisini bulamadım. Ancak bunun için; Buhari el-Amel fi's-Salat: 17, Müslim Mevarid: 47, Ebu Davud Salat: 172, Tirmizi Salat: 164, Nesai iftitah: 12, Darimi Salat: 138, Ahmed: 2/232-290-295-331-339'a bak)
Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle dedi:
"Acemlerin rumuzlu sözlerini öğrenmeyin. Bayramlarında müşriklerle birlikte kiliselerine girmeyin. Çünkü Allah'ın gazabı onların üzerine iner." (Beyhaki 'Sünenü'l-Kübra: 9/234, Abdürrezzak Musannef: 1609)
Abdullah b. Amr dedi ki:
"Kim Acemlerin ülkesinde kalırda, onların yeni yıllarını ve mihricanlarını (bayram, festival ve galalarını) kutlayarak (bu şekilde) onlara benzer ve bu hal üzereyken ölürse, Kıyamet Gününde onlarla birlikte haşrolunur."
Dikkat edilirse Ömer (r.a.), Acemlerin bazı sözlerini öğrenmeyi ve bayramlarında kiliselerine girmeyi yasaklamıştır. Bu durumda kafir ve müşriklerin dinlerinden kaynaklanan bir takım şeyleri yapanlara ne hüküm verilmelidir?
Onların fiillerini yaparak onlara uyum sağlamak daha büyük bir tehlike değil midir?
Onların bayramlarına ve bir takım festivallerine katılmak ve onlar gibi hareket etmek, bayramlarına sadece seyretmek için gidenlerin durumundan daha büyük bir tehlike değil midir?
Madem ki işledikleri ameller sebebiyle bayramlarında onlara Allah'ın (c.c.) gazabı iniyor, amellerinin tamamında ya da bir kısmında onlara katılmak, onlarla birlikte olmak, kendini bizzat cezanın içine atmak değil midir?
Abdullah b. Amr şöyle diyor:
"Kim, müşrik ve kafirlerin ülkelerinde kalır, yılbaşılarına, bayramlarına, festival ve galalarına katılır ve onlara benzeyerek ölürse, onlarla birlikte haşrolunur."
Bütün bu hususlar; o kimsenin kafir olduğunu, kişiyi Cehenneme götüren büyük günahlardan birini işlediğini gösterir. Lafzın zahirinden anlaşılan manaya göre, onlarla birlikte hareket, kimi durumlarda günahtır. Çünkü mubah olan birşey için cezalandırma söz konusu değildir.
Ömer (r.a.) şöyle demiştir:
"Cahiliye ehli (hacda) güneş doğuncaya dek toplanma yerinden gitmezlerdi. Rasulullah (s.a.v.) ise güneşin doğmasından önce oradan ayrılır ve şöyle derdi:
"Bizim yolumuz müşriklerin yolundan ayrıdır."(Bunu mevcut sünenlerde bulamadım. Bk. İbni Kesir Tefsir Bakara: 2/199 ayeti, Suyuti ed-Dürrü'l-Mensur: 1/266-267, Beyhaki Sünenü'l- Kübra: 5/125)
Müşrikler güneş batmadan önce Arafat'tan ayrılırlardı. Rasulullah da (s.a.v.) onlara muhalefet etmek için güneş battıktan sonra oradan ayrılırdı.
Abdullah b. Amr diyor ki:
"Rasulullah (s.a.v.) benim üzerimde boyanmış iki elbise gördü ve şöyle buyurdu:
"Doğrusu bunlar kafirlerin giysilerindendir. Onları giyme." (Müslim, Libas: 29-31, Ebu Davud, Libas: 8, Nesai, Zinet: 43)
Rasulullah (s.a.v.), kafirlere ait kıyafetlerin giyilmesini yasaklamıştır.
Ömer de (r.a.) Utbe b. Ferkad'a gönderdiği mektupta:
"Müşriklere ait giysi giymekten seni menediyorum." diye yazmıştır.(Buhari, Libas: 25, Müslim, Libas: 11, 21, Ahmed: 1/16,43, Camiu'l-Usul: 8343.)
Hilal, Muhammed b. Sirin'den şöyle rivayet etmiştir:
Huzeyfe bir eve geldi ve orada yabancılara ait bir giysi gördü. Hemen oradan dışarı çıkarak şöyle dedi:
"Kim kendini bir kavme benzetirse, o da onlardandır."
Ali b. Ebu Salih es-Sevvak diyor ki:
"Biz bir ziyarette iken Ahmed b. Hanbel çıkageldi. İçeri girdiğinde, üzerinde gümüş bulunan bir sandalye gördü. Hemen gerisin geri çıktı. Peşinden ev sahibi yetişti, imam elini onun yüzüne karşı silkeleyerek şöyle dedi:
"Mecusilerin kıyafeti ha? Ateşe tapanların kıyafeti ha?"
Kays b. Ebu Hazım'dan rivayete göre:
"Ebu Bekir, Ahmus'tan Zeynep adındaki bir kadının yanına gitti. Kadının konuşmadığını görünce:
"Bu kadın niye konuşmuyor?" diye sordu. Dediler ki:
"Bu kadın konuşmadan haccetmek istiyor."
Ebu Bekir (r.a.), kendisine:
"Konuş! Çünkü böyle bir davranış helal değildir. Bu, cahiliye döneminin adetidir." dedi. Kadın Ebu Bekir'e (r.a.):
"Sen kimsin?" diye sordu. Ebu Bekir de (r.a.):
"Muhacirlerden biriyim" dedi. Kadın:
"Hangi muhacirlerden?" diye sordu. O da:
"Kureyş'ten" dedi. Kadın:
"Hangi Kureyş'ten?" diye sorunca, Ebu Bekir (r.a.):
"Amma da çok sordun ha!" dedi ve:
"Ben, Ebu Bekir'im" diye ekledi. Kadın:
"Allah'ın cahiliye sisteminden sonra bize gönderdiği bu salih din üzerinde kalmamız neye bağlıdır?" dedi. Ebu Bekir (ra.):
"Sizin kalıcılığınız, sizi idare eden imamlarınız (liderleriniz ve devlet adamlarınız) doğru yolda oldukları sürecedir." dedi. Kadın:
"İmamlar da kimdir?" dedi. Ebu Bekir (r.a.):
"Sizin kavminizin liderleri ve önde gelenleri yok mu, onlar sizlere emir verince, onlara itaat ediyorsunuz değil mi?" dedi. Kadın:
"Evet, öyledir." dedi. Ebu Bekir (r.a.):
"İşte halkı idare eden bu kimseler." cevabını verdi." (Buhari Meftakıbu'l-Ensar: 26, Darimi Mukaddime: 23.)
Ebu Bekir (r.a.), hac sırasında mutlak suskunluğun helal olmadığını ve bunun cahiliye adetlerinden olduğunu haber vermiştir. Böylece kadının yaptığı işin yanlışlığını,ve kötülüğünü dile getirmiş, verdiği hükmün hemen ardından bunun sebebini, de açıklamıştır. Bu amelin mutlak olarak yasaklanması cahiliye adetlerinden olması sebebiyledir.
Ömer b. Hattab (r.a.) Fars beldelerinde yaşamakta olan müslümanlara yazdığı genelgesinde onları:
"Sizi, müşriklere ait kıyafetler giymekten menederim." diye uyarmıştır.
Ömer'in (r.a.) bu yasaklaması içine, müşrik ve kafirlere ait her türlü kıyafet ve moda girmektedir. Çünkü Utbe b. Ferkad'a (r.a.) yazdığı mektubunda şöyle diyordu:
"Sizi aşırı nimetler içinde kendinizi kaybetmekten, müşriklere ait kıyafetler giyinmekten ve ipek giysi giymekten menederim."
Ömer b. Hattab (r.a.), Cabiye'de Kudüs'ün fethini müzakere ediyordu. Ka'b'a şöyle dedi:
"Nerede namaz kılmamı istersin?" O da:
"Bana sorarsan, kayanın ardında namaz kıl. Çünkü Kudüs tümüyle senin gözlerinin önünde olacaktır." dedi. Bunun üzerine Ömer (r.a.):
"Olmaz, ben namazımı ancak Rasulullah'ın (s.a.v.) kıldığı yerde kılarım." dedi. Hemen kıbleye yöneldi ve Ka"be'ye doğru namazını kıldı. Sonra geldi ve ridasını yere yayarak üzerindeki çerçöpü silkeleyip süpürdü. Halk da aynısını yaptı." (Ahmed: 1/38, Heysemi Mecmaü'z-zevaid: 4/6, Ibni Kesir el-Bidaye ve'n-Nihaye: 7/58.)
Ömer (r.a.), Ka'b'ı, sadece yahudilerin döndüğü kayaya dönerek, yahudilere benzemesi sebebiyle ayıplamıştır. Çünkü böyle bir davranışta eski bir kıbleyi halen kıble olarak tanıma inancı yatmaktadır. Bir müslüman oraya yönelirken böyle bir amaç gütmese de, bundan sakınması gerekir.
Ömer (ra.) bu noktada oldukça hassas bir siyaset izlemiştir. Bu tutumuyla o İslam'ı aziz kılmış, küfrü ve küfür ehlini de zelil etmiştir. İslam'ın ipini çürütecek ne varsa, hepsini yasaklamış ve bu hususta Allah ve Rasulü'nün emirlerine itaat ederek dinin esaslarını sağlamlaştırmıştır. O her zaman Allah'ın Kitabı ve Rasulü'nün Sünnetine bağlı kalarak Ebu Bekir'in (r.a.) çizgisini izlemiş, İslam'da seçkin olan sahabelerle istişarede bulunmuştur. Ehli kitap hakkında esas aldığı şeyler, İslam'ın öngördüğü şartlar çerçevesinde olmuş, kafirlerin devlet işlerinde görevlendirilmesini yasaklamış, bunların güvenilir kişiler olarak kabul edilmelerini engellemiş ve Allah (c.c.) zelil kıldıktan sonra kimsenin onları aziz kılmaya hakkı olmadığını vurgulamıştır.
Hatta rivayete göre; Acemlere (kafirlere) ait kitap ve yayınları yaktırmış, bid'at işleyen kimseleri sürgün etmiş, onların her an ve her yerde aşağılanmalarını sağlamıştır.
İbni Abbas'a:
"Bir adama şırınga ile ilaç vereyim mi?" denilince, O:
"Hayır, avret yerini açma, müşriklerin yolunu da izleme." dedi.
Buradaki "Müşriklerin yolunu izleme" ifadesi geneldir.
Enes'in (r.a.) yanına iki (boynuzu) kahkülü olan bir genç girdi. Enes kendisine:
"Bu iki saçtan boynuzu (kahkülü) ya kes ya da kısalt, çünkü bu yahudilerin adetidir." dedi. (Ebu Davud Tereccül: 15.)
Dikkat edilirse buradaki yasaklamanın nedeni, bu davranışların yahudi adeti olarak nitelendirilmiş olmasıdır. Müslümanlara ait olmayan bu davranışlardan sakınmak gerekir.
Şeyhülislam İbni Teymiyye bu olayı Rasulullah'ın (s.a.v.):
"Orada cahiliyeye ait bayramlardan bir bayram var mı?" ( Ebu Davud Eyman: 22.) hadisinin yanında zikretmiştir.
Her ne şekilde olursa olsun, cahiliye bayramları, şenlik, festival ve galalarıyla ilgili olarak herhangi bir fiilin yapılması şiddetle ve kesin bir dille yasaklanmıştır. Buna mutlaka uymak gerekir. İster ehli kitap isterse diğer kafirler olsun her iki topluluğun yaptığı da kururdur. Aralarında hiçbir fark yoktur. Belki küfürlerinin daha ağır veya hafif olması yönüyle aralarında bir fark olabilir. Allah'u Teala'nın, kafirlere ait bayramları kesin bir şeklide yasaklamasının sebebi, müslümanların inançlarının kafirlere ait adet ve geleneklerle ve ehli kitabın eskiden kalan yanlışlarıyla kirletilmesi endişesidir. Bu bakımdan yasaklama çok daha şiddetlidir. Rasulullah (s.a.v.) ümmetinin hiç bir konuda kafirlere benzememesini, onlara muhalefet etmelerini istemiştir. Çünkü, mü'minle Cehennem ehli arasındaki muhalefet ne kadar artarsa, mü'min Cehennem ehlinin, amellerini işlemekten o kadar uzaklaşır.
Rasulullah'ın (s.a.v.) ümmetine olan düşkünlüğü ve onlara nasihati Allah'ın (c.c.) kendisine ve halka bir fazlı ve keremidir ki, halkın çoğu bunu bilmezler.
Rasulullah (s.a.v.), görünürdeki işlerinde onlara benzemelerinden korkup endişe duyması sebebiyle, ümmetinin kafirlere muhalefet etmesi konusunda çok titiz davranmıştır. Çünkü bir müslümanın görünürde kafirlere benzemesi, zamanla onlarla uyum sağlamasına, onları sevip dost edinmesine yol açabilir. Nitekim, müslüman olduğunu ileri süren birçok kimse, farkında olmadan böyle bir duruma bulaşmışlar, buna rağmen yaptıkları işi iyi görmüşlerdir.
Huşeym diyor ki:
"Ebu Bişr, Ebu Umeyr b. Enes'ten, o da Ensar'dan bir halasından rivayet etmiştir:
"Rasulullah (s.a.v.), müslümanları namaza nasıl davet edeceği konusuna çok önem gösterdi. (Ashabıyla istişarede bulundu). Kendisine, yahudilerin yaptığı gibi boru çalınmasını teklif ettiler. Bu, onun hoşuna gitmedi ve:
"O, yahudilere aittir" buyurdu. Bunun üzerine hristiyanlara ait çanı hatırlattılar. "O da hristiyanlara aittir" diyerek hoş karşılamadığını belirtti." ( Ebu Davud Salat: 27.)
Rasulullah'a (s.a.v.), yahudilere ait boru ve hristiyanlara ait çan teklif edilince, bunları yahudi ve hristiyanlara ait semboller olmaları sebebiyle hoş karşılamamıştır. Hükmün hemen ardından işin niteliğinden söz edilmesi, bu şeyin onun illeti olduğunu gösterir.
Boru ve çanın yahudi ve hristiyanlara ait olması bunların yasaklanmasını gerektirmiştir. Artık böyle birşey namaz dışında da mutlak anlamda yasaktır. Çünkü hristiyanlar bazen ibadet vakitlerinin dışında da çan çalarlar.
Tevhide dayalı hanif dininin asıl şiarı ise ezandır. Ezan ile yapılan davette aynı zamanda Allahu Teala'yı zikir vardır. Bu sayede göklerin kapılan açılır, şeytanlar kaçışmaya başlarlar ve Allah'ın (c.c.) rahmeti iner.
Ne yazık ki, bu ümmetten bir çok melik, devlet adamı ve başkaları, yahudi ve hristiyanlara ait bu istenmeyen şiarlara mübtela olmuşlardır.
Fars ve Acem müşrikleriyle, yahudi ve hristiyanlara benzeyiş, onların doğu ülkelerinde işbaşında olan devlet adamlarına karşı ağırlıklarını koymalarından sonra olmuştur. Bütün bunlar bir müslümanın asla kabul etmeyip, muhalefet etmesi gereken şeylerdir. Ne acıdır ki, bu ümmetin çoğu Allah (c.c.) ve Rasulü'nün (s.a.v.) hoşlanmadığı bu şeylere bulaşmışlardır. Kendileriyle cihad edilmesi gereken müşrikler ümmetin başına musallat olunca, İslam beldesinde görülmemesi gereken şeyler gerek müslüman halk arasında, gerekse bir zamanlar İslam diyarı olan ülkelerde işlenir hale gelmiştir. Bu da Rasulullah'ın (s.a.v.) şu ifadelerini doğrulamaktadır:
''Siz, sizden öncekilerin yollarını aynen izleyeceksiniz." (Buharı İ'tisam: 14, Enbiya: 50, Müslim İlim: 6, İbn Mace Fiten: 17.)
Şeyhülislam İbni Teymiyye'nin de zikrettiği gibi; günümüz müslümanlarının da daha önceki müslümanların cezalandırıldıkları gibi cezalandırılmaları söz konusudur.
Müslüman olduklarını ileri süren birçok kişi, yahudi ve hristiyanların yolunu izleyerek, cahiliye ehlinin İslam'a uymayan fiillerini yapar hale gelmişlerdir. Oysa onların kendilerini taklit ettikleri bu kimseler, Allah düşmanıdırlar. Allahu Teala, İslam şeriatiyle uzaktan yakından alakaları olmayan bu kimselere benzemeye çalıştıkları için, bunları müslümanların üzerine musallat etmiştir.
Bunlar müslümanların başına çorap örmüşler, onları felaketlere ve büyük belalara uğratmışlar, yaşlılarını aşağılamış, acizlere merhamet etmemiş ve zayıfın yanında yer almamışlardır. Dinlerini ifsad etmiş ve ülkelerini harabe durumuna getirmişlerdir. İşte bütün bunlar yüce Allah'ın (c.c.) hikmeti ve bu kimselerin zulüm ve isyanlarının cezası olarak meydana gelmiştir.
Yardım ancak Allah'tandır ve ancak O'na tevekkül edilip dayanılır. Allah'ın (c.c.) rahmetiyle, henüz hak yok olmamıştır. Allah (c.c.), dinini kesinlikle üstün kılacaktır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Oysaki kafirler hoşlanmasalar da, Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez. O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da kendi dinini bütün dinlere üstün kılmak için Rasulü'nü hidayet ve hak dinle gönderendir." (Tevbe: 9/32-33)
Allah (c.c.), iman ehlini böylece temizlemiş, onlara isyan ettikleri takdirde başlarına nelerin geleceğini göstermiştir. Aynı zamanda, bozguncuların ve kafirlerin burunlarını da yere sunmuştur. Çünkü onlar gelecekte egemenliğin kendilerinde olacağını sanmışlar, devletin ve gücün ellerine geçeceğini iddia etmişlerdir. Oysa Allah (c.c.), üzerlerine iman ve İslam güneşini egemen kılarak bozguncu ve kafirleri kısa bir sürede darmadağın hale getirmiş, onları en umulmadık yerlere sürgün etmiştir.
İbni Kayyım diyor ki:
"Allah başka zamanlarda da dinine
Kitabına ve Rasulüne yardımcıdır.
Ancak bu kendi hizbinin
Öteki hiziple karşılıklı savaşıyladır.
Çünkü bu, iki farklı cemaat karşılaştığında
O'nun hikmetidir. "
Yine şöyle der:
"Hak muzafferdir,
Sakın şaşırma, bu Rahman'ın sünnetidir.
Bu sayede O'nun hizbi ötekine üstün gelir.
Bunun için insanlar iki taife olarak gelir."
Şeyhülislam İbni Teymiyye, zımmilerle ilgili şartlar konusunda da şöyle demiştir:
"Bu şartlar, müslümanların, kendilerinin görünüş olarak kafirlerden kesinlikle ayırt edilmeleri gerektiği konusunda icma ettiklerini gösterir. Bu da onlara benzemeyi terk etmeyi gerektirir.
Nitekim, hidayet emirleri olan iki Ömer (Ömer b. Hattab ve Ömer b. Abdülaziz) ve daha başkaları, bu hususta ellerinden gelen tüm gayreti göstermişlerdir."
Ebu Şeyh el-İsfahani'den rivayete göre, Ömer (r.a.) şöyle bir genelge yayınlamıştır:
"Zımmileri yazı işlerinde kullanmayın. Aksi takdirde sizinle onlar arasında sevgi oluşur. Onlara sırlarınızı vermeyin, onları zelil kılıp aşağılayın; ancak kendilerine zulmetmeyin."
Sonra devamla demiştir ki:
"İleri sürülen şartlardan bir kısmına göre; zımmiler, dinlerine ait olan münkerleri açıkça yapamazlar. Bu şartların bir kısmı da, dinlerinin şiarlarıyla ilgilidir."
Ömer (r.a.), beraberindeki müslümanlar, İslam alimleri ve daha sonraki zamanlarda Allah'ın (c.c.) kendilerine emirlik nasib ettiği kimseler şu konuda ittifak etmişlerdir:
Herhangi bir İslam ülkesinde, zımmilerin fitne ve düşmanlığa sebep olacak şeyleri açıktan yapmalarına izin verilmez. Gayri müslimlere bile böyle bir izin verilmezken, nasıl olur da müslümanlar İslam beldesinde onlara ait amelleri açıkça işleyebilirler?
Hiçbir müslümanın, kafirlere saygı gösterip, onlara ikramda bulunmak gibi şeriatça yasaklanmış amelleri yapması caiz değildir. Bilindiği gibi kafirlere ait bayram ve festivallere değer verip, saygı göstermek, onlara uymak ve yaptıklarını tasvip etmek demektir. Böyle bir durum onları mutlu eder. Dinlerinden kaynaklanan batıl inanış ve davranışların aşağılanması ise onları üzer.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Dinlerini parça parça edip, gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur..." (En'am: 6/159)
Şeyh İsfahani şöyle diyor:
"Bu ayet onlardan her bakımdan uzak kalmayı gerektirmektedir. Bütün meselelerde olmayıp sadece bir kısım meselelerde dahi olsa onların inançlarına tabi olanlar, tabi oldukları şeyde onlarla beraberdirler. Çünkü bu: "Ben bundanım, bu da bendendir" diyen kimsenin ifadesine benzemektedir ve bununla adeta şu söylenmek istenmiştir:
"Ben, onun türündenim, o da benim türümdendir."
Çünkü iki şahıs, ancak tür noktasında birleşirler. Nitekim:
"Onlar birbirlerindendir..." (Tevbe: 9/67)ayetinde ifa'de edilen de budur.
Rasulullah (s.a.v.) de Ali'ye (r.a.) şöyle buyurmuştur:
"Sen bendensin, ben de sendenim." (Buhari Fedailü Ashabinnebi: 9, Müslim Cihad: 90, Tirmizi Menakıb: 20, İbni Mace Mukaddime: 11, Ahmed: 1/170, 177 3/22, Camiu'l-Usül: 6/33.)
Bir kişinin "Benim bu gibi şeylerle ilgim yok" demesi, onun bu gibi işlerin hepsinden uzak olduğunu gösterir.
Allah (c.c.) ve Rasulü (s.a.v.), kafirlerin tüm işlerinden uzak olduklarına göre, Allah'ın Rasulü'ne uyan kimselerin de gerçekten ona tabi olmaları için, onun uzak olduğu her-şeyden uzak olmaları gerekir. Bir kimse, müşrik ve kafirlere muvafakat ediyorsa, bu kimse onlara muvafakati oranında Allah Rasulü'ne muhalif demektir. Çünkü her bakımdan farklı olan iki kişiden bun diğerine ne oranda benzemezse, ondan o nisbette ayrı düşer ve ona muhalefet etmiş olur.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Yahudi ve hristiyanları dost edinmeyin..." (Maide: 5/51)
"Allah'ın kendilerine gazabettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi? Onlar ne sizdendirler ne de onlardan. Bile bile yalan yere yemin ediyorlar. Allah, onlar için şiddetli bir azap hazırlamıştır. Yapmış oldukları şey ne kötüdür. Yeminlerini kalkan edinmişler ve böylece insanları Allah'ın yolundan saptırmışlardır. Onlar için zelil edici bir azap vardır. Ne malları ne de evlatları, Allah'ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamayacaklardır.
Onlar cehennem ehlidirler; orada daimidirler. Allah onların hepsini dirilttiği gün size yemin ettikleri gibi O'na da yemin edecekler ve kendilerine bir yarar sağlayacağını zannedeceklerdir. Haberiniz olsun ki, onlar yalancıdırlar. Şeytan onları hükmü altına almış ve Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte bunlar, şeytanın taraftarlarıdır. Haberiniz olsun ki, hüsrana uğrayacak olanlar şeytanın taraftarlarıdır. Allah'a ve Rasulü'ne karşı gelenler, işte bunlar insanların en alçakları arasındadırlar. Allah "Ben ve peygamberim mutlaka galip geleceğiz" diye yazmıştır. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, güçlüdür. Allah'a ve Ahiret Gününe inanan bir milletin, babaları oğulları, kardeşleri yahutta akrabaları olsalar bile, Allah'a ve Rasulü'ne karşı gelen kimselere sevgi beslediklerini göremezsin. İşte bunlar, Allah'ın kalplerine imanı yazdığı ve, kendinden bir ruh ile kuvvetlendirdiği kimselerdir. Allah onları içinde ebediyyen kalacakları, (ağaçlan) altından ırmaklar akan Cennetlere sokacaktır. Allah onlardan, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte bunlar Allah'ın taraftarı olanlardır. Haberiniz olsun ki, asıl kurtuluşa erenler şüphesiz Allah'ın taraftarlarıdır." (Mücadele: 58/14-22)
"İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve muhacirleri barındırıp yardım edenler var ya, işte bunlar birbirlerinin velileridirler..." (Enfal: 8/72)
Bu ayetten başlayıp, surenin sonuna kadar hep aynı konu incelenmekte, Allah (c.c.), bu ayeti kerimede, muhacirler ile ensar arasındaki dostluğu ve iman edip hicret edenlerle cihad edenler arasındaki bağı dile getirmektedir.
Muhacir; Allah'ın (c.c.) nehyettiği şeylerden uzak durup, onları terk edendir. Cihad ise, kıyamete kadar bakidir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah, Rasulü ve iman edenlerdir. Onlar ki namazı kılar, zekatı verir ve rüku ederler. Kim Allah'ı, Rasulü'nü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır." (Maide: 5/55-56)
Kur'an'da buna benzer daha pek çok ayet vardır. Allah (c.c.) bu ayetlerde müslümanlara, mü'minlerle gerçek anlamda dostluk kurmalarını emretmektedir. Çünkü mü'minler Allah'ın hizbi ve ordusudurlar. Kafirlerle asla dostluk kurmaz ve onlara sevgi beslemezler. Dostluk ve sevgi gönül ile ilgili durumlardır; kafirlerle dostluk bağlarını koparmanın en etkili yolu, görünürde kafirlere muhalefet etmektir. Her ne kadar görünüşte kafirlerden farklı olmak onlara dostluk ve sevgi göstermemenin sebepleri değilse de, onlarla bağları koparmamanın ve mübayenetin (zıt, farklı olmak) de bir faydası yoktur. Aksine onlarla birliktelik, kişilerin karakterlerinin uyuşması gibi bir yakınlaşmaya sebep olabilir. Bunun içindir ki selef (r.anhüma), bu ayetleri delil göstermişlerdir.
Ebu Musa (r.a.) diyor ki:
"Ömer'e (r.a.):
"Benim hristiyan bir katibim var" dedim. O da bana dedi ki:
"Ne yaptın? Allah cezanı versin! Sen Allah'ın (c.c.):
"Ey iman edenler! Yahudi ve hrıstiyanları dost edinmeyin..." (Maide: 5/51) buyurduğunu işitmedin mi?
Tevhid ehlinden birini katip edinemez miydin?"
Ben de:
"Ey mü'minlerin emiri! Onun yazı işlerinde çalışması benim içindir, dini de kendisine aittir." dedim.
Ömer (r.a.):
"Madem ki Allah onları aşağılamış, sen onlara saygınlık kazandırma, Allah onları zelil kılmışken, seri kendilerini aziz kılma. Allah'ın uzaklaştırdıklarını sen yaklaştırma!" dedi." (Beyhaki Sünenü'l-Kübra: 9/204, Ahmed)
Ayet, hadis ve Raşid Halifelerin uygulamaları bu gerçeği ortaya koymaktadır.
Ayrıca bütün fukaha da, kafir ve müşriklere muhalefet etmek ve onlara benzememek gerektiğinde icma etmişlerdir. Ebu Hureyre'nin rivayetine göre, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Yahudi ve hristiyanlar boyanmazlar (sakallarına kına yakmazlar). Siz onlara muhalefet edin." (Buhari Enbiya: 5, Libas: 67, Müslim Libas: 80,Ebu Davud Tereccül:18, Nesai Zinet: 14,İbni Mace Libas: 32, Ahmed: 2/240, 260, 309, 401.)
Dikkat edilirse, Rasulullah (s.a.v.) bu noktada da onlara muhalefet edilmesini emretmiştir. Bu ise, onlara muhalefetin Şari'in (Şeriat koyucunun) amacı ve emri gereği olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Onlar ki, zura şahitlik etmezler..." (Furkan: 25/72)
Dahhak şöyle diyor:
"Ayette yer alan "zur" müşriklere ait bayram demektir."
Ebu Şeyh şöyle rivayet etmiştir:
"Zur"; şirk sözüdür."
Mürre'den gelen rivayette ise:
"Onlar, müşriklerin şirklerine meyletmezler, onlarla* karışık olarak birarada bulunmazlar" diye zikredilmiştir.
Ömer (r.a.) şöyle demiştir:
"Sizi, Acemlere ait sözler öğrenmekten, müşriklerin bayramlarında onların kiliselerine girmekten menederim."
Tabiinden olan zatların açıklamalarına göre, bu ifadeyle kastedilen; "kafirlere ait bayramlar"dır. Bu yorum, bazılarının bunun şirk veya cahiliyede put, işret ve meyhane meclislerinde söylenen kötü sözler ya da şarkı ve türkü sözleri olduğu şeklindeki görüşleriyle çelişmez. Çünkü selef, bu tabirlere kişilerin ihtiyaç duydukları meselelere göre adlar vererek, o şey hakkında uyarıda bulunmuşlardır.
Müşriklere ait bayram ve festivallerde hem şüphe hem de şehvet yatmaktadır. Oysa bunlar dinde olmayan, batıl şeylerdir. İlk anda hoş ve tatlı gözükseler de acı ve üzüntü ile sonuçlanırlar. Bu da yukarıda yorumu yapılan "zur"un kendisi, yani; şirk, şehvet ve yalandır. Bu gibi yerlerde bulunarak yapılanlara şehadette bulunmak, dinlemek, bunları yapmak gibi sakıncalıdır. Dikkat edilirse Allah (c.c.), insanların böyle yerlerde bulunup bu gibi şeyleri görmelerini istememekte ve bunları terk edenleri övmektedir. Gerçek anlamda orada bulunmak o şeyi görmekle veya onu dinlemekle olur. Bir de bunları eyleme dönüştürmek vardır ki, bu sadece dinlemek veya görmek gibi olmayıp, şirktir. Bütün bunları yapmak kişinin müşriklerle uyumluluğunu artırır. Halbuki bu istenmeyen bir durumdur.
Şurası iyice bilinmelidir ki kafirlerle uyum içinde olmak çirkinlik ve rezaletle sonuçlanır. Onlarla beraber olanların huy ve tabiatları giderek onlara uyum sağlamaya başlar. İşte şeriatin bu gibi şeyleri daha baştan yasaklaması, ileride doğabilecek büyük tehlikeleri önlemek içindir.
Bugün, her konuda kafirlere benzerlik sergilenmektedir. Bu ise kişinin neredeyse tamamen İslam'dan çıkmasına sebep olmaktadır. Çünkü müşriklere ait herhangi bir fiil ya da adetin uygulanması, kişiyi küfre veya isyana ya da aynı anda hem küfre hem de isyana götürür.
Bu anlatılanlar, müşrik ve kafirlere benzemeyi yasaklayan delillerden sadece birkaçıdır. Kafirlerden uzak durmak konusunda Allah'ın (c.c.) istediği titizliği gösteren kimselere Allah (c.c.) rahmetiyle muamele etsin.
Görünüşte onlara benzemenin yasaklanmasının sebebi; zamanla bu amelin' kişinin kalbinde kafir ve müşriklere karşı sevgi ve dostluk duygusuna yol açarak, neticede kişiyi küfre yada isyana yöneltebilmesidir. İşte. kişiyi küfre götürebileceğinden dolayı bu amel, daha baştan haram kılınmıştır.
Kafir ve müşriklere sevgi ve dostluk besleyen çoğu kimsenin geçirdiği merhaleler gözönünde bulundurulduğu takdirde, bu yasaklamanın sebebinin, müslümanların bu gibi tuzaklara düşmeleri endişesi olduğu görülecektir. Buna rağmen, bu şekilde davrananlar kendilerini sakıncalı olan şeyin kucağına atmış ve tehlike kapısını aralamış olurlar.
Doğru yola sevk eden sadece Allah'tır (c.c.).