Kafirleri Çalıştırmak Caiz Midir ?
“Ey iman edenler! Muşrikler ancak bir necestir/pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi lutfundan zengin edecektir. Şubhesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.”(Tevbe, 9/28).
Ayette muşrikler hakkında kullanılan “neces” kelimesi üç şekilde anlaşılmıştır:
a. Bizzat bedenlerinin köpek, domuz gibi necis olması. Rivayete göre, Ömer b. Abdulaziz bu ayete dayanarak Yahudî ve Hristiyanların -necis olduklarını kabul ettiği için- Müslümanların mescitlerine giremeyeceklerine dair emir vermiştir.
Hasan-ı Basrî de bu görüştedir ve: "Bir muşrikle el sıkışan kimse abdest alsın” görüşünü seslendirmiştir.
b. Cenabetten yıkanmadıkları için necis kabul edilmişlerdir. Taberî, İbn Abbas’dan nakledilen bu rivayetin doğru olmadığına ve bu görüşün de sağlam olmadığına işaret etmiştir.
c. İslam dinini kabul etmedikleri, muşriklikte kaldıkları için -manen- necistirler. Razî’ye göre bu son görüş alimlerin büyük çokluğuna ait olub en sahih olan görüştür. (Taberî, Razî, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri)
Muşrikler, başta Allah'a ortak koşma yönündeki inançları olmak üzere, Kabe'yi çıplak tavaf etme, murdar et yeme, babasının eşiyle evlenme gibi çirkin davranışları nedeniyle böyle nitelendirilmişlerdir. (Zemahşerî, Keşşaf Tefsiri, Tevbe 28)
Bu görüşlerin en doğrusunun (c) şıkkındaki görüş olduğunda şubhe etmemek gerekir.
Ehl-i kitabın bu ayetin şümulüne dahil olup olmadığı hakkında İslam alimleri arasında farklı görüşler vardır. Alimlerin büyük çoğunluğuna göre, bu hüküm yalnız müşrikler için söz konusudur; Ehl-i kitab bu yasağa tabi değildir.
Ehl-i kitabın İslam dinindeki statüsü muşriklerden tamamen ayrıdır. Onların yemekleri, kestikleri caiz olduğuna göre, onları müşriklerle aynı kefeye koymamak gerekir.
Âlimlerin ekseriyetine göre âyetteki Mescid-i Haram tamlamasından maksat Harem bölgesidir, dolayısıyla yasaklanan yer Harem diye anılan mıntıkadır. Âyetin devamındaki ifade de bu anlayışı destekleyici niteliktedir. (Fahreddin Râzî, Mefatihu'l Ğayb, Tevbe 28) Bazı âlimlere göre ise yasaklanan yer Mescid-i Haram ile sınırlıdır, muşriklerin Harem bölgesinin diğer yerlerine girmelerine engel olunmaması gerekir. (eş Şevkânî, Fethu'l-Kadîr, et Tevbe 28 )
Bu yasağın Yahudileri ve Hristiyanları kapsayıb kapsamadığı hususunda farklı rivayetler bulunmakla beraber, günümüze kadar uygulana gelen kural, Müslüman olmayanların bu bölgeye sokulmaması yönündedir. Kur'an'da bu iki din mensuplarının "kâfir" olarak nitelendirilmesi ve bu kesimden bir kısmının şirk (Allah'a ortak koşma) sayılacak inançlarına yöneltilen eleştirilerle Peygamber (s.a.v.)'in Arab yarımadasında ikamet ile ilgili bazı hadisleri, onların da bu kapsamda kabul edilmesi sonucunu doğurmuştur. (İzzet Derveze, Et Tefsiru'l Hadis, Tevbe 28)
Bazı alimler, (mevzumuz) âyete dayanarak, «Müslümanların işlerini kafirlere yaptırması, onları işçi ve hizmetçi olarak çalıştırması caiz değildir. Hatta onlara bir mecliste saygı gösterilmesi ve ayağa kalkılmasi haramdır,» derler. Çünkü, «Ey iman edenler muşrikler ancak bir necistir. Onun için bu yıllarından sonra onfar Mescid-i Harama yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız, Allah dilerse, sizi yakında kendi fazlından zenginleştirir. Çünkü Allah, gerçek bilicidir, tam hüküm ve hikmet sahibidir» (Tevbe: 28) buyurmuştur.
İbnu´l-Arabi (Fıkıh alimi olan) bu hususta şöyle der: «Ömer (r.anh), Ebu Musa el Eşari (r.anh)´yi tebliğci ve idareci olarak Yemen´e gönderdi. Ebu Musa el Eşari (r.anh), bir Zimmiyi kendi işlerinde katib olarak çatıştırıyordu. Ömer (r.anh) bunu duyunca, «Çalıştırdığınız zimmiyi derhal bırakınız» diye emretti»
İbni Mesud radıyallahu anh şöyle rivayet etmiştir:
"Ebu Musa el-Eşari (radıyallahu anh), Ömer b. Hattab’a olan borcunu verdi. Ömer (radıyallahu anh) onun dikkatli ve ince hesabını beğenerek şöyle dedi:
"Muhasebecini çağır da nasıl hesab yaptığını insanlara söylesin."
Ebu Musa el-Eşari (radıyallahu anh): "Mescide girmiyor" dedi.
Ömer b. Hattab: "Niçin? Cunub mu?" diye sorunca,
Ebu Musa el-Eşari: "Hayır. O hristiyandır" dedi.
Ömer b. Hattab bunu duyunca Ebu Musa el-Eşari’yi azarladı ve ona şöyle dedi: "Onları Allah uzaklaştırmışken sen yaklaştırma, Allah onları alçaltmışken sen onların değerlerini yükseltme. Allah onların güvenilir olmadıklarını bildirdikten sonra onlara güvenme." (Beyhaki Sunenu'l-Kubra: 9/204; Ahmed; Ebu Davud)
Cessâs'daa şöyle demektedir: «(Mevzumuz) âyet ve benzeri âyetler, kâfirin hiç bir hususta, müslüman üzerinde hâkimiyet ve yönetimi olamayacağına delalet eder. Hatta bir kâfirin, hanımının müslüman oluşuyla islâm kabul eden küçük erkek çocuğun malından tasarruf yapması ve büyüdükten sonra evliliği hususunda, velilik hakkına sahib olması, mümkün değildir. Hiçbir hususta kafir babanın, müslüman olan çocuğu üzerinde etkinliği yoktur.
Cinayet işleyen bir müslümanın diyetini, zımmî bir kafir veremediği gibi, cinayet işleyen bir zımmî kafirin diyetini de müslüman veremez. Çünkü müslüman katilin diyetini vermekle zımmî kafire bir velayet hakkı tanınmış olur: Kafirin velayeti ise müslüman için asla kabul edilmez. Bir Müslümanın, katil zımmî kafir için diyet vermesi, kafire yardtm ettiği anlamına gelir. Bu ve buna benzer hallerde müslümanlann kafirlere zımmi dahi olsalar yardım etmeleri kesinlikle haramdır. Allah (cc)´ın, «Allah kafirlere muminlerin aleyhinde (galebeye) asla bir yol (ve imkan) bahşetmez» (Nisa: 141) buyruğu da, bu görüşü te´yid ve tercih eder.»
(Cessâs , Ahkamu'l Kuran, C. 2, S. 290 ; Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, 1/335-336)
Rasûlullâh (s.a.v.), Kâbe’ye geldiğinde Mescid-i Harâm’ın bir köşesinde oturmuştu. Mucâhidler de çevresine oturmuşlardı.
Allâh Rasûlu, Kâbe’nin anahtarını getirmesi için, Hazret-i Bilâl’i, Osmân bin Talha’ya gönderdi. Hazret-i Bilâl, Osmân (radıyallâhu anh)’a gidib:
“–Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi ve sellem) Kâbe’nin anahtarını getirmeni emrediyor!” dedi.
Osmân: “–Olur!” diyerek anası Sulâfe’nin yanına gitti. O zaman anahtar onun yanında bulunuyordu:
“–Ey anacığım! Anahtarı bana ver! Rasûlullâh (sallâllâhu aleyhi ve sellem) bana adam gönderdi ve anahtarı kendisine getirmemi emretti.” dedi.
Sulâfe: “–Kavminin şereflendiği, övündüğü bir şeyi götürüp elinle teslîm etmenden Allâh’a sığınırım! O, bu anahtarı sizden alınca, bir daha hiçbir zaman geri vermeyecektir!” dedi.
Osmân (radıyallâhu anh) biraz uğraştıktan sonra anahtarı anasından alıp Peygamber Efendimiz’e getirdi ve:
“–Bunu Sana Allâh’ın emaneti olarak veriyorum!” dedi.
Anahtarın kendisine geri verilmeyeceğinden korkuyordu.
Âlemlerin Efendisi, Kâbe’yi açtı. İçeri girerek kapının, üzerine kapatılmasını emretti. Uzunca bir muddet orada kaldı. İki rekât namaz kıldı.
Allâh Rasûlu (s.a.v.) Kâbe’den çıktı. Fetih hutbelerini îrâd buyurduktan sonra:
“–Osmân nerede?” diye sordu. Osmân bin Talha ayağa kalktı.
Rasûlullâh (s.a.v.) : Allâh, size emânetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder. Allâh, size böylece ne güzel öğüt veriyor. Şubhesiz ki Allâh, işiten (ve) görendir.” (en-Nisâ, 58) âyetini okuduktan sonra:
“–Ey Ebû Talha Oğulları! Allâh Teâlâ’nın emânetini, sürekli sizde kalmak ve dürüst hareket etmek üzere alınız! Onu, zâlim olmadıkça hiç kimse elinizden alamaz! Bugün, iyilik ve ahde vefâ günüdür.” buyurdu.
Allâh Rasûlu (s.a.v.) emânet husûsunun hassâsiyet ve ehemmiyetini bir hadîs-i şerîfinde ne güzel aksettirir:
“Emânet ehline verilmediği zaman, işte o zaman kıyâmeti bekle!” (Buhârî, İlim, 2; Ahmed, II, 361)
Ayrıca kâfiri yemek pişirme ve yıkama işinde görevlendirmek caizdir. Zira sahabeler kâfir köleler kullanmışlardır. Lakin yemek yapmadan önce onların kaplarının yıkanması hakkında hadis gelmiştir. Zira içinde içki içmiş veya domuz eti pişirmiş olabilirler.
Ezcumle ;
Gayri muslimleri çalıştırma hususunda da çelişik rivayetler vardır. Bu rivayetlerden bazısı bunu reddeder; ancak zaruret halinde ve müslüman işçinin bulunmaması ile kayıtlarken, bazıları da her halu kârda bunun caiz olduğunu belirtir.
Buna cevaz vermeyenler, Peygamberimizin:
“Biz, muşriklerden yardım istemeyiz.” (İbn Mace, 11/945, hadis no: 2832) hadisini delil getiriyorlar. İmam Buharî de, bunun, ancak zaruret halinde mümkün olacağım kaydeder ve Peygamberimiz (s.a.v.) ile Hz. Ebu Bekr'in, hicret esnasında, bir muşrik olan Abdullah b. Uraykıt'ı bu şartlar altında rehber edindiklerini söyler. (Buhari, 111/48 (37 îcare, 3, 4); Bedayi, IV/174)
İmam Serahsî ise, gayri muslimleri istihdam etmenin cevazına kail olmakla beraber, onları abdest, namaz gibi dînî konularda istihdam etmenin uygun olmayacağı; çünkü onlara güvenilemiyeceği mutalaasına varır ve delil olarak şu ayeti getirir:
“Sizden olmayanları sırdaş edinmeyin; onlar, sizi şaşırtmaktan geri durmazlar.” (Serahsî, Mebsut, XVI/57)
İmam Şafiî, gayri muslim'in ileri görüşlü ve müslümanların da buna ihtiyacı olması halinde gayri muslimi çalıştırmayı caiz görür; çünkü Peygamberimiz, bir müşrik olan Safvan b. Umeyye'den yararlanmıştı. (Munavî, Feyzu'l-Kadîr, 11/550, hadis no: 2524 (dipnot).
İbn Battal ise, zaruret olsa da olmasa da gayri müslimi çalıştırmanın caiz olduğunu söyler. (İbn Hacer Askalanî, Fethu'1-Barî, IV/350 (îcare Kitabı).