18- KEHF SÛRESİ
Meşhur olan rivayette sûre mekkîdir ve tamamı bir defada toptan indirilmiştir.
Deylemî'nin Müsnedu'l-Firdevs'te Enes'den, onun da Hz. Peygamber (sa)'den rivayetinde Efendimiz (sa) şöyle buyurmuş: "Kehf Sûresi toptan indirildi. Beraberinde 70 bin melek vardı."
İbn Abbâs ve Katâde'den gelen bir rivayette 28. âyeti hariç mekkî olduğu,
Mukatil'den, başından ilk sekiz âyet ile 107. âyetten sûrenin sonuna kadar olan âyetlerin medenî, kalan kısmının ise mekkî olduğu rivayet edilmiştir.[1]
1. Hamd O Allah'a mahsustur ki, kuluna kitabı indirdi ve onda hiçbir eğrilik kılmadı.
Ebu Cafer et-Taberî'nin Muhammed ibn İshak kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayet ettikleri arasında İbn Abbâs şöyle anlatıyor: Kureyş müşrikleri en-Nadr ibnu'l-Hâris ve Ukbe ibn Ebî Muayt'ı, Medine'de bulunan yahudi hahamlarına gönderdiler ve onlara şöyle dediler: Yahudi hahamlarına Muhammed'i sorun; onun niteliklerini onlara söyleyin, söylediklerini nakledin. Onlar ilk kitapların sahipleridir. Bizde olmayan peygamber haberleri onlarda vardır."
İkisi Mekke'den yola çıktılar ve Medine-i Münevvere'ye gelerek buradaki yahudi hahamlarına Hz. Muhammed'in vasıflarını anlatıp sözlerinden bir kısmını onlara hikâye ettiler ve dediler ki: "Sizler Tevrat ehlisiniz. Bizim şu arkadaşımızdan bize haber vermeniz için; onun bu iddiasında doğru olup olmadığını biliyor musunuz diye size sormaya geldik."
Yahudi hahamları şöyle akıl verdiler: "Şimdi size söyleyeceğimiz üç şeyi ona sorun. Eğer onları bilirse o Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Yok eğer bilemezse bilin ki o bir sahtekârdır, kendi kendine uyduruyor; onun hakkında ne istiyorsanız yapın: Ona çok eski zamanlarda geçmiş gençleri sorun; durumları neydi? Onların gerçekten garip, şaşırtıcı bir haberleri vardır. Ona çok dolaşan ve yeryüzünün doğularına, batılarına kadar ulaşıp dolaşan adamı sorun; haberi neydi? Bir de ona ruhu sorun ki o nedir? Şayet size bunları haber verirse bilin ki o peygamberdir, ona tâbi olun. Yok eğer haber veremezse bilin ki kendiliğinden uyduruyor, onun hakkında neyi uygun görüyorsanız onu yapın."
Nadr ve Ukbe Medine'den ayrılıp Mekke'ye Kureyş'in yanına geldiler ve: "Ey Kureyş topluluğu size, Muhammed'le aranızı ayıracak şeyi getirdik; yahudi bilginleri bize, ona şunları sormamızı emrettiler." dediler ve hahamların onlara verdikleri sorulan anlattılar.
Kureyşliler Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve: "Ey Muhammed, bize haber ver bakalım..." diyerek yahudi hahamlarının sormalarını istedikleri soruları sordular. Hz. Peygamber (sa) de "İnşaallah" demeyi unutarak: "Sorduklarınızın cevabını size yarın haber vereceğim." buyurdular. Bunun üzerine Kureyşliler O'nun yanından ayrıldılar. Allah'ın Rasûlü (sa) 15 gece kaldı ve fakat bu esnada Allah Tealâ kendisine bu konularda hiçbir vahy göndermedi, Cebrail de kendisine gelmedi. Nihayet Mekkeliler kendi aralarında konuşmaya başladılar: "Muhammed bize yarın haber vereceğim diye vaadde bulundu. Bugün 15 gün oldu halâ sorduklarımızdan hiçbiri hakkında bize herhangi bir haber getirmedi." demeye başladılar. Elbette vahyin gelmemesi, Hz. Peygamber (sa)'i çok üzdü, Mekkelilerin konuşmaları da ona ağır geldi. Ama sonunda Cibrîl geldi ve Allah Tealâ'dan (Ashab-ı) Kehf Sûresi'ni getirdi ki onda sordukları o gençlerin ve o çok dolaşan adamın haberi ve müşriklerin söylediklerine üzüldüğü için ona bir muâtebe vardı. Bir de "Sana ruhtan soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir ve size ilimden çok az bir şey verilmiştir." âyetini getirdi.
İbn İshak der ki: Bana ulaştığına göre Hz. Peygamber (Kureyşlilere) sûrenin başından itibaren okumaya başladı: "Hamd O Allah'a mahsustur ki kuluna kitabı indirdi ve onda hiçbir eğrilik kılmadı..."[2]
Yine İbn İshâk, Cibril'in, Hz. Peygamber (sa)'e sorulanların (Rûh, Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn) cevabını getirdiğinde onun: "Ey Cibrîl, bize gelmedin ve biz senin hakkında su-i zanda bulunduk." demesi üzerine "Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz. O'nundur önümüzde, arkamızda ve bu ikisi arasındaki her şey ve Rabbin unutkan (seni unutmuş) değildir." (Meryem, 19/64) âyet-i kerimesini de okuduğunu kaydeder.[3]
6. Demek ki bu söze inanmayanların ardından üzülerek neredeyse kendini mahvedeceksin.
İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan rivayetle tahric etmiş ki o şöyle demiştir: Utbe ibn Rabîa, Şeybe ibn Rabîa, Ebu Cehl ibn Hişâm, en-Nadr ibnu'l-Hâris, Ümeyye ibn Halef, el-As ibn Vâil, el-Esved ibnu'l-Muttalib ve Ebu'l-Bahteri, bir grup Kureyşli içinde bir araya gelmişler (konuşuyorlardı). Allah'ın Rasûlü (sa)'ne, kavminden görmekte olduğu bu muhalefet, onlara getirmiş olduğu bu öğütleri inkâr etmeleri çok ağır gelmiş ve onu çok üzmüştü. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "Demek ki bu söze inanmayanların ardından üzülerek neredeyse kendini mahvedeceksin." âyet-i kerimesini indirdi.[4]
23. Bir şey hakkında "Ben bunu yarın mutlaka yapacağım. " deme.
24. Meğer ki Allah dilemiş ola. Unuttuğun zaman da Rabbini an ve şöyle de: "Umulur ki Rabbim beni doğruya daha yakın olana eriştirir.
Sûrenin başında da geçtiği üzere yahudilerin akıl vermesiyle Kureyş müşrikleri Hz. Peygamber (sa)'e ruh'u, Ashab-ı Kehf'i ve Zülkarneyn'i sorduklarında "İnşaallah" demeksizin "Size yarın cevap veririm." buyurmuş ve bir rivayete göre 15 gün, başka bir rivayete göre 40 gün, bir üçüncü rivayete göre de üç gün vahy gelmemiş ve Hz. Peygamber çok zor durumda kalmıştı. İşte bu âyetler de bu hadise üzerine nazil olan âyetler cümlesindendir[5] ki Ebu Salih tarafından İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir.[6]
27. Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku. O'nun sözlerini değiştirebilecek hiç bir kimse yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın.
28. Sabah akşam Rablerine, O'nun hoşnutluğunu dileyerek dua edenlerle birlikte candan sabret. Dünya hayatının süslerini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. Bizi anmasını unutturduğumuz, hevâ ve hevesine uymuş, haddi aşmış kimselere itaat etme.
l. Bu âyet-i kerimelerin de daha önce geçen En'âm Sûresi'nin 52-54. âyetleri gibi Mekke-i Mükerreme'de Kureyş ileri gelenleri hakkında nazil olduğu söylenmiştir. Müslim'in Sahih'inde Sa'd ibn Ebî Vakkas'tan rivayet ettiği bir haber bu görüşü destekler mahiyettedir. Rivayet şöyledir:
Biz altı kişi Rasûlullah (sa)'ın yanındaydık. Müşrikler Allah'ın Rasûlü (sa)'ne dediler ki: "Şu yanındakileri kov; onlar, bizim yanımızda oturma cür'etini göstermesinler." Sa'd der ki: Ben, İbn Mes'ûd, Hüzeyl kabilesinden bir adam, Bilâl Habeşî, ayrıca adlarını unuttuğum iki kişi daha oradaydık. Rasûlullah (sa)'ın gönlünde bu konuda Allah'ın dilediğince bir şeyler oldu. Hz. Peygamber (sa) kendi başına kaldığında "Sabah akşam Rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenleri kovma..." âyet-i kerimesini indirdi. Haberi Buhârî değil, sadece Müslim zikretmiştir.[7]
Bu rivayette, sadece En'âm, 52 âyeti zikredilip Kehf, 27-28 âyet-i kerimelerine temas edilmemekle birlikte başka rivayetlerde bu âyet-i kerimelerin arası cem'edilerek üçünün de aynı hadise üzerine indiği belirtilmektedir.[8]
Daha önce (En'âm Sûresinin 52-54. âyetlerinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere İbn Mâce ve Taberî'nin kendi isnadlarıyla Habbâb'dan rivayetlerinde onun anlattığı şu hadise, En'âm, 52-54 âyetleri yanında "Sabah akşam Rablerine, O'nun hoşnutluğunu dileyerek dua edenlerle birlikte candan sabret..." âyetinin de inmesine sebep olmuştur. Habbâb şöyle anlatıyor:
Akra' ibn Habis et-Temîmî ve Uyeyne ibn Hısn el-Fezârî Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve onu, zayıf müslümanlardan bir grup içinde Bilâl, Suheyb, Ammâr ve Habbâb'la birlikte oturur buldular. Hz. Peygamber (sa)'in çevresinde onları görünce bu zayıf müslümanları hakir görerek Hz. Peygamber (sa)'e: "Bizim için bunlardan ayrı bir oturum yapmanı, bize ayrı bir meclis tahsis etmeni isteriz. Böylece araplar bizim bunlardan üstün olduğumuzu anlasınlar. Biliyorsun bize arap kabilelerinden bir takım elçiler, hey'etler gelir. Arapların bizi, bu kölelerle birlikte görmelerinden utanırız. Dolayısıyla biz gelince onları yanından kaldırıp uzaklaştır. Bizim seninle işimiz bittikten sonra yine istersen onlarla ayrıca otur." dediler. Hz. Peygamber (sa): "Olur." buyurdu. Onlar: "Olur demen yetmez, bizim için bunu yazılı hale getir. Bunu bize yaz.." dediler de Allah'ın Rasûlü (sa) söylediklerini kabul ettiğini yazmak üzere Hz. Ali'yi çağırtıp üstüne yazılması için bir sayfa istedi. Biz, bir köşede oturuyorduk. O sırada Cibril geldi ve "Sabah akşam Allah'ın rızasını dileyerek Rablerine dua edenleri sakın yanından kovma. Onların hesabından hiçbir şey sana, senin hesabından hiçbir şey de onlara ait değildir. Eğer onları kovarsan zalimlerden olursun." (En'âm, 6/52) âyet-i kerimesini indirdi. Sonra: "Biz onlardan kimisini kimisiyle "Allah aramızdan bunlara mı lûtfunu lâyık gördü?" desinler diye işte böyle imtihan ettik. Allah şükredenleri en iyi bilen değil mi?" (En'âm, 6/53) âyet-i kerimesini, sonra da: "Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde de ki: "Selâm sizlere, Rabbiniz kendine rahmeti yazdı." (En'âm, 6/54) âyetini okudu. Allah'ın Rasûlü (sa) elindeki sayfayı attı ve bizi yanına çağırdı. Yanına geldiğimizde: "Selâm sizlere, Rabbiniz kendine rahmeti yazdı." diyordu. Ona yaklaştık. Hattâ o kadar yaklaştık ki dizlerimizi onun dizleri üzerine koyduk. Bu âyetin inmesinden sonra biz eskiden olduğu gibi Efendimiz (sa)'in yanında oturmaya devam ettik. O, yanımızdan kalkıp gitmek istediği zaman kalkar gider, yanımızdan ayrılırdı. Ne zaman ki bu "Sabah akşam Rablerine, O'nun hoşnutluğunu dileyerek dua edenlerle birlikte candan sabret. Dünya hayatının süslerini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma..." âyet-i kerimesi inince Hz. Peygamber (sa)'le birlikte otururken vakit geç olup onun kalkma zamanı gelince biz onun yanından kalkar yanından ayrılırdık ki kalkıp gidebilsin[9]
Ancak İbn Kesîr, hadisin ğarîb olduğu bilgisine ek olarak bir de Akra' ibn Habis ve Uyeyne ibn Hısn'ın hicretten daha sonra müslüman olduklarını, esas nüzulü sadedinde zikrettiği En'âm, 6/53 âyetinin ise Mekke'de inmiş olduğunu kaydetmekte ve bu sebebi zayıf görmektedir.[10]
İbn Cureyc'den gelen bir rivayete göre de Uyeyne ibn Hısn, müslüman olmazdan önce Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve: "Selmân el-Fârisî'nin kokusu beni rahatsız ediyor; bizim için bir oturum yap da onu bizimle bir araya getirme. Onun için ayrı bir oturum yap, bizi de onunla bir araya getirme." demiş ve bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[11]
İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre de âyet-i kerimenin "...Bizi anmasını unutturduğumuz, hevâ ve hevesine uymuş, haddi aşmış kimselere itaat etme." kısmı Ümeyye ibn Halef el-Cumahî hakkında nazil olmuştur ve o da aynen Uyeyne ibn Hısn ve Akra' ibn Habis gibi Hz. Peygamber (sa)'den, fakirleri yanından uzaklaştırmasını, kendilerini yani Kureyş'in ileri gelenlerini kendisine yaklaştırmasını talep etmiş de bunun üzerine Allah Tealâ "Bizi anmasını unutturduğumuz, hevâ ve hevesine uymuş, haddi aşmış kimselere itaat etme." kavlini indirmiş.[12]
2. Ancak âyet-i kerimenin Medine-i Münevvere'de nazil olduğuna delâlet eden rivayetler de vardır. Bunlardan birisi de Taberânî'nin Abdurrahman ibn Sehl ibn Huneyf ten rivayet ettiği şu haberdir:
Allah'ın Rasûlü (sa)'ne "Sabah akşam Rablerine, O'nun hoşnutluğunu dileyerek dua edenlerle birlikte candan sabret..." âyet-i kerimesi o, evlerinden birisinde iken nazil olmuştu. Efendimiz (sa), âyet-i kerimede zikredilenleri aramak üzere evden çıktı. Dolaşırken bir kavme rastladı ki başları açık, derileri güneşten kuruyup çatlamış ve her birinin üzerinde sadece bir tek elbise var ve Allah'ı zikrediyorlar. Allah'ın Rasûlü onları görünce yanlarına oturdu ve: "O Allah'a hamdolsun ki benim ümmetim içinde, kendileriyle birlikte sabretmemi emrettiği kulları yaratmıştır." buyurdu. Hadisin ravisi olan Abdurrahman, Ebu Bekr ibn Ebî Davud tarafından sahabiler içinde sayılmaktadır. Babası da sahabenin ileri gelenlerindendir.[13]
29. De ki: "Gerçek Rabbinizdendir. İsteyen inansın, isteyen de inkâr etsin. Şüphesiz ki zalimler için, duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmış bir ateş hazırlamışızdır. Onlar feryad edip yardım dilerlerse erimiş maden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. O ne kötü içecek ve ne kötü duraktır.
30. Doğrusu iman edip salih ameller işleyenlere gelince; Muhakkak ki Biz, iyi hareket edenlerin ecrini zayi etmeyiz.
31. İşte onlara, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada altın bilezikler takınırlar. İnce ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyerek tahtlar üzerine otururlar. O ne güzel mükâfat ve ne güzel duraktır.
Bu âyet-i kerimelerin, Mekke halkından Mahzum oğullarından, birisi mü'min, diğeri kâfir iki kardeş hakkında nazil olduğu söylenir. Bunlardan mü'min olanı Ebu Seleme Abdullah ibn Abdu'l-Esed ibn Abdi yâ Leyi, kâfir olanı da el-Esved ibn Abdu'l-Esed ibn Abdi yâ Leyi idiler.
Uyeyne ibn Hısn ve arkadaşlarının Selmân ve arkadaşları ile olan halinin bir misalidir ve bunlar İsrail oğullarından iki kardeşe benzetilmişlerdir." de denilmiştir. İbn Abbâs'tan rivayete göre işte bu iki grubun benzetildiği o iki isrâillîden mü'min olanı Yahuza, Mukatil'e göre Yemlihadır. Kâfir olanı ise Kutrûs veya Kıtfîr'dir. Allah Tealâ'nın Sâffât sûresinde nitelemiş olduğu iki kişi de bunlardır.
Abdullah ibn Mübarek'in Atâ el-Horasânî'den rivayetlerine göre o iki adamın kıssası şöyle olmuştur. İki adam birbirleriyle ortak idiler. Para olarak da ikisinin ortak sekiz bin dinarları vardı. Bu iki ortağın iki kardeş olduğu ve bu sekiz bin dinarın babalarından onlara miras kaldığı da söylenmiştir. Ortak oldukları bu parayı paylaştılar.
Onlardan birisi paylaştığı paranın bin dinarı ile bir arazi satın aldı. Diğeri ise: "Ey Allah'ım, filânca (ortağını veya kardeşini kastediyor) bin dinarla bir arazi satın aldı. Ben ise senden bin dinara cennetten bir arazi satın alıyorum." deyip payına düşen paradan bin dinarını sadaka olarak dağıttı.
Sonra o arazi satın alanı tuttu bin dinarına da bir bina yaptı. Tasaddukta bulunanı ise: "Ey Allah'ım, filânca bin dinara bir ev yaptırdı. Ben ise senden cennette bin dinara bir ev satın alıyorum." deyip bin dinarını daha sadaka olarak dağıttı.
Sonra o ev yaptıran kişi bir kadınla evlenip ona da bin dinar harcadı. Mü'min olan beriki ise: "Ey Allah'ım, filânca bir kadınla evlendi ve bin dinar harcadı. Ben ise senden bin dinara cennet kadınlarından birisini istiyorum." deyip bin dinarını daha sadaka olarak dağıttı.
O bir kadınla evlenip bin dinar harcayan kişi kalan bin dinarı ile de evine hizmetçiler ve eşya satın aldı. Beriki mü'min ise: "Ey Allah'ım, kalan bin dinarımla da senden cennet hizmetçileri ve eşyası satın alıyorum." deyip kalan son bin dinarını da yine sadaka olarak dağıttı.
Sonra o varını yoğunu sadaka olarak dağıtan kişi dara düştü, ihtiyaçlı bir hale geldi ve (o ortağını veya kardeşini) hatırlayıp, ondan ihtiyacını gidermesini istemeyi düşündü ve bir gün yolda oturup onun geçmesini bekledi. O zengin olan ortağı etrafında adamlarıyla büyük bir debdebe içinde yanından geçerken yerinden kalktı, ona yöneldi. Zengin ortak berikini tanıyınca: "Sana ne oldu, biz seninle büyük bir para bölüşmedik miydi? Ne yaptın onları?" diye sordu. Mü'min olan beriki de başından geçenleri ve parasını nasıl tasadduk ettiğini anlattı. O zengin: "Demek sen sadaka dağıtanlardansın öyle mi?" dedi. Fakir olanı: "Evet." dedi. O zengin olanı: "Defol git, sana hiçbir şey vermeyeceğim." deyip onu kovdu ve Allâh Tealâ her ikisinin de ölmelerine hükmetti, hemen akabinde de bu ikisi hakkında bu âyet-i kerime nazil oldu.[14]
32. Onlara iki adamı misal ver ki birisine iki üzüm bağı verip çevresini hurmalıklarla çevirmiş ve aralarında ekinler bitirmiştik.
33. Her iki bahçe de ürünlerini vermişler ve hiçbir şeyi eksik bırakmamışlardı. İkisinin arasından bir de ırmak akıtmıştık.
34. Başkaca onun meyvesi de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken: "Ben, malca senden zengin, nüfuzca da senden üstünüm. " derdi.
Sa'lebî ve Kuşeyrî'nin zikrettiğine göre Kelbî der ki: Mekke halkından Mahzûm kabilesinden iki kardeş hakkında nazil oldu. Bunlardan birisi mü'min olup Ümmü Seleme'nin Hz. Peygamber (sa)'den önceki kocası olan Ebu Seleme Abdullah ibn Abdu'l-Esed ibn Abdi yâ Leyi (veya Hilâl), diğer kâfir olanı da el-Esved ibn Abdu'l-Esed ibn Abdi yâ Leyi[15] idi. (Sâffât, 51) âyetinde adı geçenler de yine bu iki kardeştir. Bunların her birine dört bin dinar miras kalmış; birisi (müslüman olanı) kendi payına düşeni Allah yolunda infak ederek harcamış, daha sonra kardeşinden bir şey istemek zorunda kalmış... da işte bunun üzerine bu âyet-i kerimeler inmiş.[16]
54. Andolsun ki Biz, bu Kur'ân'da insanlara türlü türlü misal gösterip açıkladık. İnsanın en çok yaptığı iş ise tartışmadır.
İbnu's-Sâib der ki: Bir gün Übeyy ibn Halef, elinde çürümüş bir kemikle Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve: "Allah şunu yeniden diriltebilir mi?" deyip elindeki kemiği ufalamış ve işte onun yeniden diriltilme konusundaki bu tartışması üzerine bu âyet-i kerime inmiş.
en-Nadr ibnu'l-Hâris veya İbnu'z-Ziba'râ hakkında nazil olduğu da söylenmiştir.[17]
83. Sana Zülkarneyn'i sorarlar. De ki: "Size onun halinden de bir haber söyleyeyim."
Katâde der ki: Yahudiler, Zülkarneyn'i sordular da Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[18]
Sıhhati tesbit edilebilmiş olmamakla birlikte Ukbe ibn Amir'den rivayetle şöyle bir hadis zikredilir: Ehl-i kitabdan bir grup ellerinde bazı sayfalar (veya kitaplar) olduğu halde bana geldiler ve: "Yanına girmemiz için Rasûlullah (sa)'tan izin iste." dediler. Rasûl-i Ekrem'in yanına girdim ve kendisiyle görüşmek üzere geldiklerini ve kapıda beklediklerini haber verdim. "Bilmediğim bir şeyi bana sorduklarında onlara ne cevap vereceğim? Ben ancak bir kulum ve sadece Rabbimin bana öğrettiklerini bilirim." buyurdular. Sonra abdest almak için su istediler, abdest alıp evlerinde namaz kıldığı bir köşeye çekilip iki rek'at namaz kıldılar. Oradan ayrılıp bana doğru geldiklerinde mübarek yüzlerinde bir sevinç görünüyordu. "Git, onları ve kapıda ashabımdan kim varsa onları de içeri al." buyurdular. Ben onları içeri aldığımda onları görünce: "Dilerseniz bana sorduğunuzun cevabını haber vereyim, dilerseniz başka şeyler sorun, dilediğinizi yapın." buyurdular. Ukbe ibn Amir'in bu anlattıklarına göre Zülkarneyn'le ilgili âyet-i kerimeler, yahudilerin, ya da onların akıl vermeleriyle Kureyş müşriklerinin ruhu sormalarından önce bu olay üzerine nazil olmuştur.[19]
109. De ki: "Rabbimin kelimelerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını da yardımcı olarak ilâve etsek, daha Rabbimin kelimeleri tükenmeden denizler tükenirdi."
İmam Ahmed'in îbn Abbâs'tan rivayetle tahricinde o şöyle anlatıyor: Kureyş müşrikleri yahudilere: "Bize bir şey verin de şu adama (Muhammed'e) soralım." dediler. Onlar da: "Ona ruhu sorun." dediler ve Kureyş müşrikleri de gelip Hz. Peygamber (sa)'e ruhu sordular. Bunun üzerine "Sana ruhu sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir ve size ilimden ancak çok az bir şey verilmiştir." (İsrâ, 17/85) âyet-i kerimesi indi. Bunu duyan yahudiler: "Nasıl olur; bize çok ilim verilmiştir. Çünkü bize Tevrat verildi. Kime Tevrat verilmişse elbette ona çok hayır verilmiştir. " dediler. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "De ki: "Rabbimin kelimelerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını da yardımcı olarak ilâve etsek, daha Rabbimin kelimeleri tükenmeden denizler tükenirdi." âyet-i kerimesini indirdi.[20]
İbn Abbâs'tan rivayetinde İsrâ 85 âyetinin nüzulüne işaret edilmeksizin Hz. Peygamber (sa)'in yahudilere: "Size ilimden ancak çok az bir şey verilmiştir." buyurması üzerine onların: "Bu nasıl olur. Bize Tevrat verildi ve kime Tevrat verilmişse hiç şüphesiz ona çok hayırlar verilmiştir." demelerine binaen bu âyet-i kerime nazil olduğu ifade edilmektedir.[21]
Râzî, ravisini zikretmeden kendisine gelen bir rivayette bu sözü söyleyen yahudinin Huyey ibn Ahtab olduğu ve: "Hem kitabınızda: "Her kime hikmet verildiyse ona pek çok hayır verilmiştir" okuyorsunuz, hem de: "Size ilimden pek az bir şey verilmiştir." okuyorsunuz." dediği ayrıntısına yer vermektedir.[22]
110. De ki: "Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Şu kadar var ki bana "Tanrınızın bir tek tanrı olduğu" vahyediliyor. Artık kim, Rabbine kavuşmayı umut ve arzu ediyorsa salih bir amel işlesin ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak koşmasın."
l. Mücâhid şöyle anlatır: Bir adam Hz. Peygamber (sa)'e geldi ve: "Ben sadaka veriyorum, sıla-i rahimde bulunuyorum ve bunları ancak Allah için yapıyorum. İsterim ki bunlar söylensin ve bunları yaptığımdan dolayı bana övgüde bulunulsun. Elbette bu beni sevindirir ve böyle yapılması hoşuma gider." dedi. Rasûl-i Ekrem susup ona herhangi bir şey söylemedi de Allah Tealâ: "Artık kim, Rabbine kavuşmayı umut ve arzu ediyorsa salih bir amel işlesin ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak koşmasın." âyet-i kerimesini indirdi.[23]
İbn Abbâs bu adamın kim olduğunu belirtiyor. Bu rivayette Hz. Peygamber o adama bir şeyler demiştir. Şöyle ki Cundeb ibn Zuheyr el-Ğâmidî: "Ben, Allah için amel işliyorum. Buna muttali olunduğu (birisi buna muttali olduğu) zaman elbette bu beni sevindirir." demiş; Hz. Peygamber de ona: "Allah Tealâ Tayyib'dir ve ancak tayyib; hoş ve temiz olanı kabul buyurur. Mürailik (iki yüzlülük) için, gösteriş için yapılanları ise kabul buyurmaz." demiş ve Allah Tealâ da bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[24]
Tavus'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Bir adam Hz. Peygamber (sa)'e geldi ve: "Ey Allah'ın elçisi, ben Allah yolunca cihad etmeyi seviyorum ve insanlar benim cihaddaki yerimi yurdumu (ve yararlılığımı) da görsünler istiyorum." dedi de Allah Tealâ: "Artık kim, Rabbine kavuşmayı umut ve arzu ediyorsa salih bir amel işlesin ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak koşmasın." âyet-i kerimesini indirdi.[25]
2. İbnu'l-Munzir, İbn Ebî Hatim, İbn Merdûye ve Şuabuİ-İman'da Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan rivayetlerine göre ise âyet-i kerime, mü'minler hakkında değil, Allah ile birlikte başka tanrılara da tapınmakta olan müşrikler hakkında nazil olmuştur.[26]
Amr ibn Kays el-Kindî'den rivayete göre O, Muaviye ibn Ebî Süfyân'ın bu âyet-i kerimeyi okuduğunu ve: "Bu, Kur'ân'dan son nazil olan âyettir." Dediğini işitmiş.[27]
[1] Alûsî, age. XV, 199.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/582.
[2] Taberi, age. xv, 127-128.
[3] Kurtubî, age. x,226.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/582-583.
[4] Suyuti, Lubâbu'n-Nukul, ıi,3.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/583.
[5] İbn Kesîr, age. v,i45; alusi, age. xv,247.
[6] İbnul-Cevzi, age. V.127.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/584.
[7] İbn Kesîr, age. V,148. Lafızları farklı olmakla birlikte aynı anlama gelen rivayetler için ayrıca bak: Müslim, Fedâilu's-Sahâbe, 45-46.
[8] Bak: Kurtubî, age. X,254.
[9] İbn Mâce, Zuhd, 7, hadis no: 4127; Taberî, age. VII.127-128.
[10] İbn Kesîr, age. m,255; ibnu'l-Cevzî, age. 111,45 dip not.
[11]Taberi, age. xv,i55.
[12] Vahidî, age. s. 210.
[13] İbn Kesîr, age; v,i49.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/584-586.
[14] Beğavî, Mealimu't-Tenzil , 111,161.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/587-588.
[15] Beğavî, Meâlimu't-Tenzîl, ııı,i6i
[16] Kurtubî, age. x,259.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/589.
[17] Alûsî, age. XV,300.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/589.
[18] Vahidî, age. s. 210.
[19] Alûsî, age. XVI,24.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/589-590.
[20] Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1,255.
[21] Vahidî, age. s. 210.
[22] Râzî, age. XX, 176.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/590.
[23] Vahidî, age. s. 210.
[24] Vahidî, age. s. 210.
[25] Taberî, age. xvi,32.
[26] Alûsî, age. xvi,55.
[27] Taberî, age. XVI,32
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/591.
Meşhur olan rivayette sûre mekkîdir ve tamamı bir defada toptan indirilmiştir.
Deylemî'nin Müsnedu'l-Firdevs'te Enes'den, onun da Hz. Peygamber (sa)'den rivayetinde Efendimiz (sa) şöyle buyurmuş: "Kehf Sûresi toptan indirildi. Beraberinde 70 bin melek vardı."
İbn Abbâs ve Katâde'den gelen bir rivayette 28. âyeti hariç mekkî olduğu,
Mukatil'den, başından ilk sekiz âyet ile 107. âyetten sûrenin sonuna kadar olan âyetlerin medenî, kalan kısmının ise mekkî olduğu rivayet edilmiştir.[1]
1. Hamd O Allah'a mahsustur ki, kuluna kitabı indirdi ve onda hiçbir eğrilik kılmadı.
Ebu Cafer et-Taberî'nin Muhammed ibn İshak kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayet ettikleri arasında İbn Abbâs şöyle anlatıyor: Kureyş müşrikleri en-Nadr ibnu'l-Hâris ve Ukbe ibn Ebî Muayt'ı, Medine'de bulunan yahudi hahamlarına gönderdiler ve onlara şöyle dediler: Yahudi hahamlarına Muhammed'i sorun; onun niteliklerini onlara söyleyin, söylediklerini nakledin. Onlar ilk kitapların sahipleridir. Bizde olmayan peygamber haberleri onlarda vardır."
İkisi Mekke'den yola çıktılar ve Medine-i Münevvere'ye gelerek buradaki yahudi hahamlarına Hz. Muhammed'in vasıflarını anlatıp sözlerinden bir kısmını onlara hikâye ettiler ve dediler ki: "Sizler Tevrat ehlisiniz. Bizim şu arkadaşımızdan bize haber vermeniz için; onun bu iddiasında doğru olup olmadığını biliyor musunuz diye size sormaya geldik."
Yahudi hahamları şöyle akıl verdiler: "Şimdi size söyleyeceğimiz üç şeyi ona sorun. Eğer onları bilirse o Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Yok eğer bilemezse bilin ki o bir sahtekârdır, kendi kendine uyduruyor; onun hakkında ne istiyorsanız yapın: Ona çok eski zamanlarda geçmiş gençleri sorun; durumları neydi? Onların gerçekten garip, şaşırtıcı bir haberleri vardır. Ona çok dolaşan ve yeryüzünün doğularına, batılarına kadar ulaşıp dolaşan adamı sorun; haberi neydi? Bir de ona ruhu sorun ki o nedir? Şayet size bunları haber verirse bilin ki o peygamberdir, ona tâbi olun. Yok eğer haber veremezse bilin ki kendiliğinden uyduruyor, onun hakkında neyi uygun görüyorsanız onu yapın."
Nadr ve Ukbe Medine'den ayrılıp Mekke'ye Kureyş'in yanına geldiler ve: "Ey Kureyş topluluğu size, Muhammed'le aranızı ayıracak şeyi getirdik; yahudi bilginleri bize, ona şunları sormamızı emrettiler." dediler ve hahamların onlara verdikleri sorulan anlattılar.
Kureyşliler Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve: "Ey Muhammed, bize haber ver bakalım..." diyerek yahudi hahamlarının sormalarını istedikleri soruları sordular. Hz. Peygamber (sa) de "İnşaallah" demeyi unutarak: "Sorduklarınızın cevabını size yarın haber vereceğim." buyurdular. Bunun üzerine Kureyşliler O'nun yanından ayrıldılar. Allah'ın Rasûlü (sa) 15 gece kaldı ve fakat bu esnada Allah Tealâ kendisine bu konularda hiçbir vahy göndermedi, Cebrail de kendisine gelmedi. Nihayet Mekkeliler kendi aralarında konuşmaya başladılar: "Muhammed bize yarın haber vereceğim diye vaadde bulundu. Bugün 15 gün oldu halâ sorduklarımızdan hiçbiri hakkında bize herhangi bir haber getirmedi." demeye başladılar. Elbette vahyin gelmemesi, Hz. Peygamber (sa)'i çok üzdü, Mekkelilerin konuşmaları da ona ağır geldi. Ama sonunda Cibrîl geldi ve Allah Tealâ'dan (Ashab-ı) Kehf Sûresi'ni getirdi ki onda sordukları o gençlerin ve o çok dolaşan adamın haberi ve müşriklerin söylediklerine üzüldüğü için ona bir muâtebe vardı. Bir de "Sana ruhtan soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir ve size ilimden çok az bir şey verilmiştir." âyetini getirdi.
İbn İshak der ki: Bana ulaştığına göre Hz. Peygamber (Kureyşlilere) sûrenin başından itibaren okumaya başladı: "Hamd O Allah'a mahsustur ki kuluna kitabı indirdi ve onda hiçbir eğrilik kılmadı..."[2]
Yine İbn İshâk, Cibril'in, Hz. Peygamber (sa)'e sorulanların (Rûh, Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn) cevabını getirdiğinde onun: "Ey Cibrîl, bize gelmedin ve biz senin hakkında su-i zanda bulunduk." demesi üzerine "Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz. O'nundur önümüzde, arkamızda ve bu ikisi arasındaki her şey ve Rabbin unutkan (seni unutmuş) değildir." (Meryem, 19/64) âyet-i kerimesini de okuduğunu kaydeder.[3]
6. Demek ki bu söze inanmayanların ardından üzülerek neredeyse kendini mahvedeceksin.
İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan rivayetle tahric etmiş ki o şöyle demiştir: Utbe ibn Rabîa, Şeybe ibn Rabîa, Ebu Cehl ibn Hişâm, en-Nadr ibnu'l-Hâris, Ümeyye ibn Halef, el-As ibn Vâil, el-Esved ibnu'l-Muttalib ve Ebu'l-Bahteri, bir grup Kureyşli içinde bir araya gelmişler (konuşuyorlardı). Allah'ın Rasûlü (sa)'ne, kavminden görmekte olduğu bu muhalefet, onlara getirmiş olduğu bu öğütleri inkâr etmeleri çok ağır gelmiş ve onu çok üzmüştü. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "Demek ki bu söze inanmayanların ardından üzülerek neredeyse kendini mahvedeceksin." âyet-i kerimesini indirdi.[4]
23. Bir şey hakkında "Ben bunu yarın mutlaka yapacağım. " deme.
24. Meğer ki Allah dilemiş ola. Unuttuğun zaman da Rabbini an ve şöyle de: "Umulur ki Rabbim beni doğruya daha yakın olana eriştirir.
Sûrenin başında da geçtiği üzere yahudilerin akıl vermesiyle Kureyş müşrikleri Hz. Peygamber (sa)'e ruh'u, Ashab-ı Kehf'i ve Zülkarneyn'i sorduklarında "İnşaallah" demeksizin "Size yarın cevap veririm." buyurmuş ve bir rivayete göre 15 gün, başka bir rivayete göre 40 gün, bir üçüncü rivayete göre de üç gün vahy gelmemiş ve Hz. Peygamber çok zor durumda kalmıştı. İşte bu âyetler de bu hadise üzerine nazil olan âyetler cümlesindendir[5] ki Ebu Salih tarafından İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir.[6]
27. Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku. O'nun sözlerini değiştirebilecek hiç bir kimse yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın.
28. Sabah akşam Rablerine, O'nun hoşnutluğunu dileyerek dua edenlerle birlikte candan sabret. Dünya hayatının süslerini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. Bizi anmasını unutturduğumuz, hevâ ve hevesine uymuş, haddi aşmış kimselere itaat etme.
l. Bu âyet-i kerimelerin de daha önce geçen En'âm Sûresi'nin 52-54. âyetleri gibi Mekke-i Mükerreme'de Kureyş ileri gelenleri hakkında nazil olduğu söylenmiştir. Müslim'in Sahih'inde Sa'd ibn Ebî Vakkas'tan rivayet ettiği bir haber bu görüşü destekler mahiyettedir. Rivayet şöyledir:
Biz altı kişi Rasûlullah (sa)'ın yanındaydık. Müşrikler Allah'ın Rasûlü (sa)'ne dediler ki: "Şu yanındakileri kov; onlar, bizim yanımızda oturma cür'etini göstermesinler." Sa'd der ki: Ben, İbn Mes'ûd, Hüzeyl kabilesinden bir adam, Bilâl Habeşî, ayrıca adlarını unuttuğum iki kişi daha oradaydık. Rasûlullah (sa)'ın gönlünde bu konuda Allah'ın dilediğince bir şeyler oldu. Hz. Peygamber (sa) kendi başına kaldığında "Sabah akşam Rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenleri kovma..." âyet-i kerimesini indirdi. Haberi Buhârî değil, sadece Müslim zikretmiştir.[7]
Bu rivayette, sadece En'âm, 52 âyeti zikredilip Kehf, 27-28 âyet-i kerimelerine temas edilmemekle birlikte başka rivayetlerde bu âyet-i kerimelerin arası cem'edilerek üçünün de aynı hadise üzerine indiği belirtilmektedir.[8]
Daha önce (En'âm Sûresinin 52-54. âyetlerinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere İbn Mâce ve Taberî'nin kendi isnadlarıyla Habbâb'dan rivayetlerinde onun anlattığı şu hadise, En'âm, 52-54 âyetleri yanında "Sabah akşam Rablerine, O'nun hoşnutluğunu dileyerek dua edenlerle birlikte candan sabret..." âyetinin de inmesine sebep olmuştur. Habbâb şöyle anlatıyor:
Akra' ibn Habis et-Temîmî ve Uyeyne ibn Hısn el-Fezârî Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve onu, zayıf müslümanlardan bir grup içinde Bilâl, Suheyb, Ammâr ve Habbâb'la birlikte oturur buldular. Hz. Peygamber (sa)'in çevresinde onları görünce bu zayıf müslümanları hakir görerek Hz. Peygamber (sa)'e: "Bizim için bunlardan ayrı bir oturum yapmanı, bize ayrı bir meclis tahsis etmeni isteriz. Böylece araplar bizim bunlardan üstün olduğumuzu anlasınlar. Biliyorsun bize arap kabilelerinden bir takım elçiler, hey'etler gelir. Arapların bizi, bu kölelerle birlikte görmelerinden utanırız. Dolayısıyla biz gelince onları yanından kaldırıp uzaklaştır. Bizim seninle işimiz bittikten sonra yine istersen onlarla ayrıca otur." dediler. Hz. Peygamber (sa): "Olur." buyurdu. Onlar: "Olur demen yetmez, bizim için bunu yazılı hale getir. Bunu bize yaz.." dediler de Allah'ın Rasûlü (sa) söylediklerini kabul ettiğini yazmak üzere Hz. Ali'yi çağırtıp üstüne yazılması için bir sayfa istedi. Biz, bir köşede oturuyorduk. O sırada Cibril geldi ve "Sabah akşam Allah'ın rızasını dileyerek Rablerine dua edenleri sakın yanından kovma. Onların hesabından hiçbir şey sana, senin hesabından hiçbir şey de onlara ait değildir. Eğer onları kovarsan zalimlerden olursun." (En'âm, 6/52) âyet-i kerimesini indirdi. Sonra: "Biz onlardan kimisini kimisiyle "Allah aramızdan bunlara mı lûtfunu lâyık gördü?" desinler diye işte böyle imtihan ettik. Allah şükredenleri en iyi bilen değil mi?" (En'âm, 6/53) âyet-i kerimesini, sonra da: "Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde de ki: "Selâm sizlere, Rabbiniz kendine rahmeti yazdı." (En'âm, 6/54) âyetini okudu. Allah'ın Rasûlü (sa) elindeki sayfayı attı ve bizi yanına çağırdı. Yanına geldiğimizde: "Selâm sizlere, Rabbiniz kendine rahmeti yazdı." diyordu. Ona yaklaştık. Hattâ o kadar yaklaştık ki dizlerimizi onun dizleri üzerine koyduk. Bu âyetin inmesinden sonra biz eskiden olduğu gibi Efendimiz (sa)'in yanında oturmaya devam ettik. O, yanımızdan kalkıp gitmek istediği zaman kalkar gider, yanımızdan ayrılırdı. Ne zaman ki bu "Sabah akşam Rablerine, O'nun hoşnutluğunu dileyerek dua edenlerle birlikte candan sabret. Dünya hayatının süslerini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma..." âyet-i kerimesi inince Hz. Peygamber (sa)'le birlikte otururken vakit geç olup onun kalkma zamanı gelince biz onun yanından kalkar yanından ayrılırdık ki kalkıp gidebilsin[9]
Ancak İbn Kesîr, hadisin ğarîb olduğu bilgisine ek olarak bir de Akra' ibn Habis ve Uyeyne ibn Hısn'ın hicretten daha sonra müslüman olduklarını, esas nüzulü sadedinde zikrettiği En'âm, 6/53 âyetinin ise Mekke'de inmiş olduğunu kaydetmekte ve bu sebebi zayıf görmektedir.[10]
İbn Cureyc'den gelen bir rivayete göre de Uyeyne ibn Hısn, müslüman olmazdan önce Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve: "Selmân el-Fârisî'nin kokusu beni rahatsız ediyor; bizim için bir oturum yap da onu bizimle bir araya getirme. Onun için ayrı bir oturum yap, bizi de onunla bir araya getirme." demiş ve bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[11]
İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre de âyet-i kerimenin "...Bizi anmasını unutturduğumuz, hevâ ve hevesine uymuş, haddi aşmış kimselere itaat etme." kısmı Ümeyye ibn Halef el-Cumahî hakkında nazil olmuştur ve o da aynen Uyeyne ibn Hısn ve Akra' ibn Habis gibi Hz. Peygamber (sa)'den, fakirleri yanından uzaklaştırmasını, kendilerini yani Kureyş'in ileri gelenlerini kendisine yaklaştırmasını talep etmiş de bunun üzerine Allah Tealâ "Bizi anmasını unutturduğumuz, hevâ ve hevesine uymuş, haddi aşmış kimselere itaat etme." kavlini indirmiş.[12]
2. Ancak âyet-i kerimenin Medine-i Münevvere'de nazil olduğuna delâlet eden rivayetler de vardır. Bunlardan birisi de Taberânî'nin Abdurrahman ibn Sehl ibn Huneyf ten rivayet ettiği şu haberdir:
Allah'ın Rasûlü (sa)'ne "Sabah akşam Rablerine, O'nun hoşnutluğunu dileyerek dua edenlerle birlikte candan sabret..." âyet-i kerimesi o, evlerinden birisinde iken nazil olmuştu. Efendimiz (sa), âyet-i kerimede zikredilenleri aramak üzere evden çıktı. Dolaşırken bir kavme rastladı ki başları açık, derileri güneşten kuruyup çatlamış ve her birinin üzerinde sadece bir tek elbise var ve Allah'ı zikrediyorlar. Allah'ın Rasûlü onları görünce yanlarına oturdu ve: "O Allah'a hamdolsun ki benim ümmetim içinde, kendileriyle birlikte sabretmemi emrettiği kulları yaratmıştır." buyurdu. Hadisin ravisi olan Abdurrahman, Ebu Bekr ibn Ebî Davud tarafından sahabiler içinde sayılmaktadır. Babası da sahabenin ileri gelenlerindendir.[13]
29. De ki: "Gerçek Rabbinizdendir. İsteyen inansın, isteyen de inkâr etsin. Şüphesiz ki zalimler için, duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmış bir ateş hazırlamışızdır. Onlar feryad edip yardım dilerlerse erimiş maden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. O ne kötü içecek ve ne kötü duraktır.
30. Doğrusu iman edip salih ameller işleyenlere gelince; Muhakkak ki Biz, iyi hareket edenlerin ecrini zayi etmeyiz.
31. İşte onlara, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada altın bilezikler takınırlar. İnce ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyerek tahtlar üzerine otururlar. O ne güzel mükâfat ve ne güzel duraktır.
Bu âyet-i kerimelerin, Mekke halkından Mahzum oğullarından, birisi mü'min, diğeri kâfir iki kardeş hakkında nazil olduğu söylenir. Bunlardan mü'min olanı Ebu Seleme Abdullah ibn Abdu'l-Esed ibn Abdi yâ Leyi, kâfir olanı da el-Esved ibn Abdu'l-Esed ibn Abdi yâ Leyi idiler.
Uyeyne ibn Hısn ve arkadaşlarının Selmân ve arkadaşları ile olan halinin bir misalidir ve bunlar İsrail oğullarından iki kardeşe benzetilmişlerdir." de denilmiştir. İbn Abbâs'tan rivayete göre işte bu iki grubun benzetildiği o iki isrâillîden mü'min olanı Yahuza, Mukatil'e göre Yemlihadır. Kâfir olanı ise Kutrûs veya Kıtfîr'dir. Allah Tealâ'nın Sâffât sûresinde nitelemiş olduğu iki kişi de bunlardır.
Abdullah ibn Mübarek'in Atâ el-Horasânî'den rivayetlerine göre o iki adamın kıssası şöyle olmuştur. İki adam birbirleriyle ortak idiler. Para olarak da ikisinin ortak sekiz bin dinarları vardı. Bu iki ortağın iki kardeş olduğu ve bu sekiz bin dinarın babalarından onlara miras kaldığı da söylenmiştir. Ortak oldukları bu parayı paylaştılar.
Onlardan birisi paylaştığı paranın bin dinarı ile bir arazi satın aldı. Diğeri ise: "Ey Allah'ım, filânca (ortağını veya kardeşini kastediyor) bin dinarla bir arazi satın aldı. Ben ise senden bin dinara cennetten bir arazi satın alıyorum." deyip payına düşen paradan bin dinarını sadaka olarak dağıttı.
Sonra o arazi satın alanı tuttu bin dinarına da bir bina yaptı. Tasaddukta bulunanı ise: "Ey Allah'ım, filânca bin dinara bir ev yaptırdı. Ben ise senden cennette bin dinara bir ev satın alıyorum." deyip bin dinarını daha sadaka olarak dağıttı.
Sonra o ev yaptıran kişi bir kadınla evlenip ona da bin dinar harcadı. Mü'min olan beriki ise: "Ey Allah'ım, filânca bir kadınla evlendi ve bin dinar harcadı. Ben ise senden bin dinara cennet kadınlarından birisini istiyorum." deyip bin dinarını daha sadaka olarak dağıttı.
O bir kadınla evlenip bin dinar harcayan kişi kalan bin dinarı ile de evine hizmetçiler ve eşya satın aldı. Beriki mü'min ise: "Ey Allah'ım, kalan bin dinarımla da senden cennet hizmetçileri ve eşyası satın alıyorum." deyip kalan son bin dinarını da yine sadaka olarak dağıttı.
Sonra o varını yoğunu sadaka olarak dağıtan kişi dara düştü, ihtiyaçlı bir hale geldi ve (o ortağını veya kardeşini) hatırlayıp, ondan ihtiyacını gidermesini istemeyi düşündü ve bir gün yolda oturup onun geçmesini bekledi. O zengin olan ortağı etrafında adamlarıyla büyük bir debdebe içinde yanından geçerken yerinden kalktı, ona yöneldi. Zengin ortak berikini tanıyınca: "Sana ne oldu, biz seninle büyük bir para bölüşmedik miydi? Ne yaptın onları?" diye sordu. Mü'min olan beriki de başından geçenleri ve parasını nasıl tasadduk ettiğini anlattı. O zengin: "Demek sen sadaka dağıtanlardansın öyle mi?" dedi. Fakir olanı: "Evet." dedi. O zengin olanı: "Defol git, sana hiçbir şey vermeyeceğim." deyip onu kovdu ve Allâh Tealâ her ikisinin de ölmelerine hükmetti, hemen akabinde de bu ikisi hakkında bu âyet-i kerime nazil oldu.[14]
32. Onlara iki adamı misal ver ki birisine iki üzüm bağı verip çevresini hurmalıklarla çevirmiş ve aralarında ekinler bitirmiştik.
33. Her iki bahçe de ürünlerini vermişler ve hiçbir şeyi eksik bırakmamışlardı. İkisinin arasından bir de ırmak akıtmıştık.
34. Başkaca onun meyvesi de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken: "Ben, malca senden zengin, nüfuzca da senden üstünüm. " derdi.
Sa'lebî ve Kuşeyrî'nin zikrettiğine göre Kelbî der ki: Mekke halkından Mahzûm kabilesinden iki kardeş hakkında nazil oldu. Bunlardan birisi mü'min olup Ümmü Seleme'nin Hz. Peygamber (sa)'den önceki kocası olan Ebu Seleme Abdullah ibn Abdu'l-Esed ibn Abdi yâ Leyi (veya Hilâl), diğer kâfir olanı da el-Esved ibn Abdu'l-Esed ibn Abdi yâ Leyi[15] idi. (Sâffât, 51) âyetinde adı geçenler de yine bu iki kardeştir. Bunların her birine dört bin dinar miras kalmış; birisi (müslüman olanı) kendi payına düşeni Allah yolunda infak ederek harcamış, daha sonra kardeşinden bir şey istemek zorunda kalmış... da işte bunun üzerine bu âyet-i kerimeler inmiş.[16]
54. Andolsun ki Biz, bu Kur'ân'da insanlara türlü türlü misal gösterip açıkladık. İnsanın en çok yaptığı iş ise tartışmadır.
İbnu's-Sâib der ki: Bir gün Übeyy ibn Halef, elinde çürümüş bir kemikle Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve: "Allah şunu yeniden diriltebilir mi?" deyip elindeki kemiği ufalamış ve işte onun yeniden diriltilme konusundaki bu tartışması üzerine bu âyet-i kerime inmiş.
en-Nadr ibnu'l-Hâris veya İbnu'z-Ziba'râ hakkında nazil olduğu da söylenmiştir.[17]
83. Sana Zülkarneyn'i sorarlar. De ki: "Size onun halinden de bir haber söyleyeyim."
Katâde der ki: Yahudiler, Zülkarneyn'i sordular da Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[18]
Sıhhati tesbit edilebilmiş olmamakla birlikte Ukbe ibn Amir'den rivayetle şöyle bir hadis zikredilir: Ehl-i kitabdan bir grup ellerinde bazı sayfalar (veya kitaplar) olduğu halde bana geldiler ve: "Yanına girmemiz için Rasûlullah (sa)'tan izin iste." dediler. Rasûl-i Ekrem'in yanına girdim ve kendisiyle görüşmek üzere geldiklerini ve kapıda beklediklerini haber verdim. "Bilmediğim bir şeyi bana sorduklarında onlara ne cevap vereceğim? Ben ancak bir kulum ve sadece Rabbimin bana öğrettiklerini bilirim." buyurdular. Sonra abdest almak için su istediler, abdest alıp evlerinde namaz kıldığı bir köşeye çekilip iki rek'at namaz kıldılar. Oradan ayrılıp bana doğru geldiklerinde mübarek yüzlerinde bir sevinç görünüyordu. "Git, onları ve kapıda ashabımdan kim varsa onları de içeri al." buyurdular. Ben onları içeri aldığımda onları görünce: "Dilerseniz bana sorduğunuzun cevabını haber vereyim, dilerseniz başka şeyler sorun, dilediğinizi yapın." buyurdular. Ukbe ibn Amir'in bu anlattıklarına göre Zülkarneyn'le ilgili âyet-i kerimeler, yahudilerin, ya da onların akıl vermeleriyle Kureyş müşriklerinin ruhu sormalarından önce bu olay üzerine nazil olmuştur.[19]
109. De ki: "Rabbimin kelimelerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını da yardımcı olarak ilâve etsek, daha Rabbimin kelimeleri tükenmeden denizler tükenirdi."
İmam Ahmed'in îbn Abbâs'tan rivayetle tahricinde o şöyle anlatıyor: Kureyş müşrikleri yahudilere: "Bize bir şey verin de şu adama (Muhammed'e) soralım." dediler. Onlar da: "Ona ruhu sorun." dediler ve Kureyş müşrikleri de gelip Hz. Peygamber (sa)'e ruhu sordular. Bunun üzerine "Sana ruhu sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir ve size ilimden ancak çok az bir şey verilmiştir." (İsrâ, 17/85) âyet-i kerimesi indi. Bunu duyan yahudiler: "Nasıl olur; bize çok ilim verilmiştir. Çünkü bize Tevrat verildi. Kime Tevrat verilmişse elbette ona çok hayır verilmiştir. " dediler. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "De ki: "Rabbimin kelimelerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadarını da yardımcı olarak ilâve etsek, daha Rabbimin kelimeleri tükenmeden denizler tükenirdi." âyet-i kerimesini indirdi.[20]
İbn Abbâs'tan rivayetinde İsrâ 85 âyetinin nüzulüne işaret edilmeksizin Hz. Peygamber (sa)'in yahudilere: "Size ilimden ancak çok az bir şey verilmiştir." buyurması üzerine onların: "Bu nasıl olur. Bize Tevrat verildi ve kime Tevrat verilmişse hiç şüphesiz ona çok hayırlar verilmiştir." demelerine binaen bu âyet-i kerime nazil olduğu ifade edilmektedir.[21]
Râzî, ravisini zikretmeden kendisine gelen bir rivayette bu sözü söyleyen yahudinin Huyey ibn Ahtab olduğu ve: "Hem kitabınızda: "Her kime hikmet verildiyse ona pek çok hayır verilmiştir" okuyorsunuz, hem de: "Size ilimden pek az bir şey verilmiştir." okuyorsunuz." dediği ayrıntısına yer vermektedir.[22]
110. De ki: "Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Şu kadar var ki bana "Tanrınızın bir tek tanrı olduğu" vahyediliyor. Artık kim, Rabbine kavuşmayı umut ve arzu ediyorsa salih bir amel işlesin ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak koşmasın."
l. Mücâhid şöyle anlatır: Bir adam Hz. Peygamber (sa)'e geldi ve: "Ben sadaka veriyorum, sıla-i rahimde bulunuyorum ve bunları ancak Allah için yapıyorum. İsterim ki bunlar söylensin ve bunları yaptığımdan dolayı bana övgüde bulunulsun. Elbette bu beni sevindirir ve böyle yapılması hoşuma gider." dedi. Rasûl-i Ekrem susup ona herhangi bir şey söylemedi de Allah Tealâ: "Artık kim, Rabbine kavuşmayı umut ve arzu ediyorsa salih bir amel işlesin ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak koşmasın." âyet-i kerimesini indirdi.[23]
İbn Abbâs bu adamın kim olduğunu belirtiyor. Bu rivayette Hz. Peygamber o adama bir şeyler demiştir. Şöyle ki Cundeb ibn Zuheyr el-Ğâmidî: "Ben, Allah için amel işliyorum. Buna muttali olunduğu (birisi buna muttali olduğu) zaman elbette bu beni sevindirir." demiş; Hz. Peygamber de ona: "Allah Tealâ Tayyib'dir ve ancak tayyib; hoş ve temiz olanı kabul buyurur. Mürailik (iki yüzlülük) için, gösteriş için yapılanları ise kabul buyurmaz." demiş ve Allah Tealâ da bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.[24]
Tavus'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Bir adam Hz. Peygamber (sa)'e geldi ve: "Ey Allah'ın elçisi, ben Allah yolunca cihad etmeyi seviyorum ve insanlar benim cihaddaki yerimi yurdumu (ve yararlılığımı) da görsünler istiyorum." dedi de Allah Tealâ: "Artık kim, Rabbine kavuşmayı umut ve arzu ediyorsa salih bir amel işlesin ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak koşmasın." âyet-i kerimesini indirdi.[25]
2. İbnu'l-Munzir, İbn Ebî Hatim, İbn Merdûye ve Şuabuİ-İman'da Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan rivayetlerine göre ise âyet-i kerime, mü'minler hakkında değil, Allah ile birlikte başka tanrılara da tapınmakta olan müşrikler hakkında nazil olmuştur.[26]
Amr ibn Kays el-Kindî'den rivayete göre O, Muaviye ibn Ebî Süfyân'ın bu âyet-i kerimeyi okuduğunu ve: "Bu, Kur'ân'dan son nazil olan âyettir." Dediğini işitmiş.[27]
[1] Alûsî, age. XV, 199.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/582.
[2] Taberi, age. xv, 127-128.
[3] Kurtubî, age. x,226.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/582-583.
[4] Suyuti, Lubâbu'n-Nukul, ıi,3.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/583.
[5] İbn Kesîr, age. v,i45; alusi, age. xv,247.
[6] İbnul-Cevzi, age. V.127.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/584.
[7] İbn Kesîr, age. V,148. Lafızları farklı olmakla birlikte aynı anlama gelen rivayetler için ayrıca bak: Müslim, Fedâilu's-Sahâbe, 45-46.
[8] Bak: Kurtubî, age. X,254.
[9] İbn Mâce, Zuhd, 7, hadis no: 4127; Taberî, age. VII.127-128.
[10] İbn Kesîr, age. m,255; ibnu'l-Cevzî, age. 111,45 dip not.
[11]Taberi, age. xv,i55.
[12] Vahidî, age. s. 210.
[13] İbn Kesîr, age; v,i49.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/584-586.
[14] Beğavî, Mealimu't-Tenzil , 111,161.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/587-588.
[15] Beğavî, Meâlimu't-Tenzîl, ııı,i6i
[16] Kurtubî, age. x,259.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/589.
[17] Alûsî, age. XV,300.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/589.
[18] Vahidî, age. s. 210.
[19] Alûsî, age. XVI,24.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/589-590.
[20] Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1,255.
[21] Vahidî, age. s. 210.
[22] Râzî, age. XX, 176.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/590.
[23] Vahidî, age. s. 210.
[24] Vahidî, age. s. 210.
[25] Taberî, age. xvi,32.
[26] Alûsî, age. xvi,55.
[27] Taberî, age. XVI,32
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/591.